İletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Kaydedilmesi veya Değerlendirilmesi Nedir? (CMK 135)
Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi; en az iki kişi arasında, biri şüpheli veya sanık olmak üzere, araya bir iletişim aracı sokularak yapılan her türlü haberleşmenin tespit edilmesi, gizli bir şekilde dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesidir. İletişimin denetlenmesine uygulamada teknik takip de denilmektedir. İletişimin denetlenmesi, teknolojik gelişmelere paralel olarak zamanla çeşitli biçimlerde uygulanmaktadır. Örneğin, telefon dinlemesi klasik bir iletişimin dinlenmesi yöntemi iken, internet üzerindeki haberleşmenin dinlenmesi modern bir bir dinleme yöntemidir.
MİT veya Emniyet suçun önlenmesi amacıyla iletişimin denetlenmesi tedbirine başvurabilmektedir. Makalemizde işlenmekte olan bir suç ile ilgili iletişimin denetlenmesi tedbirini inceleyeceğiz. Suç işlenmesi nedeniyle başvurulan iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri şu şekillerde uygulanmaktadır:
-
İletişimin tespiti,
-
İletişimin dinlenmesi ve kaydedilmesi,
-
Sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi.
Genel bir kavram olan “iletişimin denetlenmesi” konusunda uygulamada bir terim kargaşası mevcuttur. Bu nedenle öncelikle hangi terimin ne anlama geldiğini açıklamak gerekir:
-
İletişimin Tespiti: İletişimin tespiti belli bir telefon numarasından kimlerin ne zaman arandığı, konuşmanın ne kadar süreyle yapıldığı (HTS kaydı), elektronik posta yoluyla kimlerle iletişim kurulduğu hususlarının tespit edilmesidir. İletişimin tespiti, iletişimin içeriğine müdahale etmeden iletişim araçlarının diğer iletişim araçlarıyla kurduğu iletişime ilişkin arama, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespit edilmesine yönelik işlemlerden oluşmaktadır. İletişimin tespiti geçmişe yöneliktir. Kişinin geçmişte özgür iradesiyle yapıp bitirdiği iletişimine dair harici bilgilerinin tespitidir.(Y16CD-K.2019/6842).
-
İletişim Tespit Tutanağı (Tape): Uygulamada iletişimin dinlenmesi ve yazıya dökülmesi suretiyle oluşturulan “tape”, yerel mahkemeler ve Yargıtay tarafından “iletişim tespit tutanağı” olarak adlandırılmaktadır. İletişimin tespiti terimiyle iletişim tespit tutanağının hiçbir ilgisi yoktur. Yargıtay kararlarında geçen iletişim tespit tutanakları ile kastedilen, dinleme kararına dayanılarak elde edilen iletişim içeriğinin yazıya dökülerek tespit edilmesi anlamına gelmektedir. Bazı Yargıtay daire kararlarında iletişimin tespiti hem genel bir kavram hem de burada kullanıldığı gibi bir terim olarak kullanılmaktadır. Ancak, iletişimin tespiti teriminin yerleşmeye başlayan doğru kullanım biçimi; iletişimin içeriğine müdahale etmeden, iletişim araçlarının diğer iletişim araçlarıyla kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespit edilmesine yönelik işlemleri ifade etmesidir.
-
İletişimin Dinlenmesi ve Kaydedilmesi: İletişimin dinlenmesi ve kayda alınması, en az iki kişi tarafından telekomünikasyon araçlarıyla yapılan görüşmenin dinlenerek kayda alınmasıdır. Kişilerin kendi aralarında iletişim araçları kullanarak yaptıkları görüşmelerin herhangi bir araç olmadan çıplak kulakla işitilmesi ve dinlenmesi CMK m.135. anlamında bir “iletisimin dinlenmesi” tedbiri olarak kabul edilemez. Dinlenen ve kayda alınan iletişim; telefon, herhangi bir cihazla internet üzerinden veya internet uygulamaları kullanılarak yapılabilir. CMK m.135’e göre e-mail (elektronik posta) veya sosyal medya haberleşme araçları kullanılarak yapılan iletişimin dinlenmesi veya kaydedilmesi de mümkündür. İletişimin dinlenmesi ve kaydedilmesi kararı, verildikten sonraki zaman dilimin için etki yaratır. Yani, geleceğe yönelik iletişim dinlenerek kayıt altına alınabilir. Geçmişteki iletişim içeriğine erişmek hukuken mümkün değildir. Ancak, yukarıda açıkladığımız üzere geçmişteki iletişimin tespiti, örneğin kimin kimi aradığı bilgisine erişmek mümkündür.
-
Sinyal Bilgilerinin Değerlendirilmesi: Sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi, iletişimin içeriğine müdahale niteliğinde olmayıp yetkili makamdan alınan karar kapsamında sinyal bilgilerinin iletişim sistemleri üzerinde bıraktığı izlerin tespit edilerek, bunlardan anlamlandırılan sonuçlar çıkarmak üzere gerçekleştirilen değerlendirme işlemlerini ifade eder. Örneğin, şüphelinin yerinin tespiti amacıyla cep telefonunun hangi baz istasyonunda sinyal verdiğinin tespiti sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbiri yoluyla mümkündür.
İletişimin Tespiti Şartları Nelerdir?
İletişimin tespiti, telefonlar açısından HTS kayıt bilgilerinin elde edilmesinden ibarettir. Yani, bir telefona ait aranan-arayan kayıtlarının ve bu kayıtlara ilişkin geçmişte yapılan görüşmeleri ne kadar sürdüğünün belirlenmesidir. E-posta (e-mail) açısından ise kimin kimlerle iletişim kurduğunun tespit edilmesidir.
İletişimin tespiti, geçmişe yönelik olup iletişimin içeriğine müdahale edilmeden arayan/aranan kişi ve arama süresi bilgilerinin tespit edilmesinden ibarettir.
İletişimin tespiti kararı verilebilmesi için şu şartların gerçekleşmesi gerekir:
1. Hakkında İletişimin Tespiti Yapılacak Kişi: 5271 sayılı CMK m.135’e göre sadece şüpheli veya sanığa ait iletişimin tespitine karar verilebilir. Şüpheli, soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişiyi; sanık, kovuşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade eder (CMK m.2). Şüpheli veya sanık dışında kalan üçüncü kişiler hakkında iletişimin tespiti tedbiri uygulanamaz. Müşteki (şikayetçi) hakkında iletişimin tespiti tedbiri Cumhuriyet savcısının CMK m.160 vd. maddelerinde yer alan genel yetkileri çerçevesinde uygulanabilir.
2. Suça İlişkin Şartlar: İletişimin tespiti kararı herhangi bir suç ile ilgili alınabilir, suç sınırlaması yoktur. İletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirlerine, ancak belirlenen katalog suçlarla ilgili başvurulmasına rağmen iletişim tespiti tedbirine TCK’da yer alan herhangi bir suç ile ilgili başvurulabilir.
3. Savcılık veya Hakim Kararı Şartı: Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla yaptığı iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirlerine soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında davaya bakan mahkemenin kararı ile başvurulabilir. Savcılık veya mahkeme kararinda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir.
İletişimin tespiti tedbiri için diğer tedbirlerde aranan “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebepleri” bulunması ve “başka yoldan delil elde etme imkanının bulunmaması” şartları aranmamaktadır. İletişimin tespiti, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli ise başvurulabilecek bir tedbirdir.
İletişimin tespiti kararı mutlaka kişi ve süre yönünden sınırlanmalıdır. Aksi takdirde hukuka aykırı karar ile elde edilebilecek delil de hukuka aykırı delil olacaktır.
İletişimin Dinlenmesi, Kaydedilmesi ve Değerlendirilmesi Şartları
CMK’nın 135. maddesinde düzenlenen iletişimin denetlenmesi (iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya değerlendirilmesi) tedbirine ancak bir suç işlenmesi nedeniyle başvurulabilir. Tedbir hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasında uygulanabilir. Şüpheli veya sanık hakkında uygulanacak tedbire başvurulabilmesi için suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi gerekir.
İletişimin denetlenmesi; yani “iletişimin dinlenmesi”, “kayda alınması” veya “sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi” aşağıdaki şartların oluşmasıyla uygulanabilir:
1. Hakkında İletişimin Denetlenmesi Yapılacak Kişi: 5271 sayılı CMK m.135’e göre sadece şüpheli veya sanığa ait iletişimin dinlenmesi, kaydedilmesi veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi mümkündür. Şüpheli veya sanık dışında kalan üçüncü kişilere ait iletişiminin dinlenmesi, kaydedilmesi veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi mümkün değildir. Şüpheli, soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişiyi; sanık ise, kovuşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade eder (CMK m.2).
2. Suça İlişkin Şartlar: İletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi yalnızca belli suçlar açısından başvurulabilen bir koruma tedbiridir. Dinleme, kayda alma veya değerlendirme tedbirinin uygulanabileceği katalog suçlar şunlardır:
- Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (TCK m. 79, 80) ile organ veya doku ticareti (TCK m. 91),
- Kasten öldürme (TCK m. 81, 82, 83),
- İşkence (madde 94, 95),
- Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),
- Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
- Nitelikli hırsızlık (TCK m. 142) ve yağma (TCK m. 148, 149) ile nitelikli dolandırıcılık (TCK m. 158),
- Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
- Parada sahtecilik (madde 197),
- Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (TCK m. 220, fıkra üç),
- Fuhuş suçu (madde 227)
- İhaleye fesat karıştırma (madde 235),
- Tefecilik suçu (madde 241),
- Rüşvet suçu (madde 252),
- Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (madde 282),
- Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (madde 302),
- Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316), (4)
- Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337), Suçları.
- Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
- Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu,
- Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren kaçakçılık suçları.
- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
- 7258 sayılı yasadışı bahis suçları.
3. Kuvvetli Şüphe Sebepleri Şartı: Yukarıda belirtilen suçların işlendiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebepleri bulunmadan iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirine başvurulamaz. “Kuvvetli şüphe sebebi” kavram olarak “kuvvetli şüphe” ifadesinden farklı bir anlam taşımaktadır. Ancak, uygulama ve doktrinde kuvvetli şüphe sebebinin tam bir tarifi yapılamadığından kanun metnine “somut delillere dayanan” ibaresi eklenerek tedbirin uygulanması için “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebepleri” aranmıştır.
4. Başka Yollardan Delil Elde Etme İmkanının Bulunmaması Şartı: Başka suretle delil elde edilmesi imkanının bulunmaması, soruşturma veya kovuşturma sırasında diğer tedbirlere başvurulmuş olsa bile sonuç alınamayacağı hususunda bir beklentinin varlığı veya başka yöntemlerden biri veya birkaçının uygulanmasına rağmen delil elde edilememesi ve delillere ancak iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbiriyle ulaşılabilecek olmasını ifade eder (Yön.4). 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya değerlendirilmesi tali (ikincil) nitelikte bir koruma tedbiri olarak düzenlenmiştir. Tedbir talep ve kararında özellikle hangi delillerin niçin yetersiz kaldığı ve bu tedbire başvurulmasının zorunlu nedenleri açıklanmalıdır. Soruşturma veya kovuşturma yapan makamın başka yollardan delil elde etmesi mümkünse, iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya değerlendirilmesi tedbirlerine başvurulamaz. Örneğin, şüpheli veya sanık hakkında arama kararı alınarak sakladığı uyuşturucu madde ele geçirilebilecekse iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirine başvurulamaz.
5. Savcılık veya Hakim Kararı Şartı: Şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla yaptığı iletişimin denetlenmesi tedbiri, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında davaya bakan mahkemenin kararı ile uygulanır. Savcılık, hakimlik veya mahkeme kararında; yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir. (CMK m.135/6). Talepte bulunulurken hakkında bu madde uyarınca tedbir kararı verilecek hattın veya iletişim aracının sahibini ve biliniyorsa kullanıcısını gösterir belge veya rapor eklenir. Kararda tedbirin hangi süreyi kapsadığı belirtilmelidir, aksi takdirde karar hukuka aykırı hale gelecektir. Cumhuriyet savcısının karar verdiği hallerde kararın 24 saat içinde hakim onayına sunulması gerekir. Onaya sunulan savcılık kararı hakkında en geç 24 saat içinde hakim tarafından karar verilir. Savcılık kararının onay süresinin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde elde edilen kayıtlar derhâl imha edilir.
6. Süre Şartı: İletişimin dinlenmesi, kaydedilmesi veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi kararı en çok iki ay için verilebilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir. Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim yukarıdaki sürelere ek olarak her defasında bir aydan fazla olmamak ve toplam üç ayı geçmemek üzere uzatılmasına karar verebilir (CMK m.135/4). Yani, bireysel suçlarda toplam 3 ay, örgütlü suçlarda ise toplam 6 ay boyunca iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirlerine başvurulabilir. Tedbire Cumhuriyet savcısının karar verdiği hallerde, kararın 24 saat içinde hakim onayına sunulması gerekir. Onaya sunulan savcılık kararı hakkında en geç 24 saat içinde hakim tarafından karar verilir. Savcılık kararının onay süresinin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde elde edilen kayıtlar derhâl imha edilir.
İletişimin dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi koruma tedbirlerine sadece yukarıda belirtilen suçlar açısından başvurulabilir. Oysa şüpheliye ait telefondan kimlerle, ne zaman görüşüldüğüne dair “tespit”, yani “iletişimin tespiti” tedbirine başvurulabilmesi için herhangi bir suç sınırlaması yoktur. Koşulları varsa bütün suçlar açısından iletişimin tespiti tedbirine başvurulabilir.
İletişimin denetlenmesi (dinleme, kayda alma ve değerlendirme) sırasında elde edilen deliller CMK’nın 135/8 maddesinde yer alan ve yukarıda belirttiğimiz suçlar haricindeki bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılamaz. Ceza muhakemesinde bu şekilde bir delilin kullanılamamasına “delil değerlendirme yasağı” denilmektedir.
İletişimin Dinlenmesi ve Kaydedilmesine İlişkin Delillerin Duruşmada Okunması
Duruşma, deliillerin ortaya konulduğu ve tartışıldığı bir yargılama safhasıdır. İletişimin dinlenmesi ve kayda alınması suretiyle düzenlenen iletişim tespit tutanakları (tapeler) duruşmada okunarak taraflarca tartışılmalıdır. Duruşmada okunmayan tapeler hiçbir şekilde hükme esas alınamaz. CMK m.217/1 “Hakim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir” hükmünü taşımaktadır. Duruşmada okunmayan belge (tapeler) veya keşif konusu yapılmayan belirtiler (ses kayıtları) hükme esas alınamaz.
-
Hükme esas alındığı halde dosyada bulunmayan iletişimin tespiti tutanaklarının denetime imkan sağlayacak biçimde getirtilip, sanıklara duruşmada okunarak diyeceklerinin sorulmaması, bozma nedenidir. (10CD-K.2019/6255).
-
Hükme esas alınan ve denetime olanak verecek şekilde dosya arasında bulanmadığı anlaşılan telefon görüşmelerine ait iletişim tespit tutanaklarının asılları veya onaylı örneklerinin denetime olanak sağlayacak biçimde dosyaya getirilmesi, tutanaklar sanıklara okunarak diyeceklerinin sorulması, sanıkların konuşmaların kendilerine ait olmadığını belirtmeleri durumunda ses örneklerinin alınması ve ses kayıtlarının sanıklara ait olup olmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi’ne veya uzman bir kurum ya da kuruluşa ses analizi yaptırılarak rapor alınması, tüm deliller birlikte değerlendirilerek, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulması, bozma nedenidir. (Y20CD-K.2019/5059).
İletişimin Denetlenmesiyle Elde Edilen Delilin Diğer Kişilere Etkisi
Kural olarak iletişimin denetlenmesi (iletişimin dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi) tedbiri yoluyla elde edilen deliller hakkında tedbir uygulanan kişinin leh veya aleyhine sonuç doğurur. Ancak, iletişimin denetlenmesine ilişkin delil hukuka uygun elde edildikten sonra aynı soruşturma veya kovuşturmada, aynı suç veya kataolog suçlardan biriyle yargılanan diğer şüpheli veya sanık hakkında da hüküm ifade edecektir.
5271 sayılı CMK’nın 135. maddesinde şüpheli veya sanığa uygulanan iletişimin denetlenmesi tedbiri yoluyla elde edilen delillerin aynı soruşturma veya kovuşturmada yer alan diğer şüpheli veya sanıklar açısından kullanılamayacağına ilişkin bir hüküm yoktur. Yargıtay da hakkında iletişimin denetlenmesi tedbiri uygulanmayan kişiye usuli güvenceler (itiraz etme, değerlendirme hakkı vs.) sağlanmış olmasını, delilin hükme esas alınabilmesi için yeterli görmektedir.
Tanıklıktan Çekinebilecek Kişilerin Dinlenmesi ve Kayda Alınması
Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir. Tanıklıktan çekinme hakkı, tanığın her aşamada, hatta ifadesini verdiği sırada dahi kullanabileceği bir haktır.
Tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişiler ile iletişimin kayda alınamaması kuralı ancak tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin şüpheli veya sanık olmaması halinde mümkündür. Yargıtay’a göre şüpheli veya sanık konumunda olan kişi, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını kaybetmekte ve bu kişinin tanıklıktan çekinme hakkı olduğu akrabalarıyla yaptığı iletişim dinlenerek kayda alınabilmektedir.
Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi olmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kayda alınması neticesinde elde edilen delillerin hukuka uygun yöntemlerle elde edilen delil olmadığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıktan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme şüphesi altında olan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır. Öğretide aksine görüşler bulunmakla birlikte, CMK’nun 135/3. maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip olan kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK’nun 135/3. maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.02.2013 gün ve 137-58 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır (YCGK-Karar : 2014/302)
Mağdur veya Müştekiye Ait İletişimin Tespiti Yöntemi
Mağdur veya müşteki hakkındaki iletişimin tespiti, genel soruşturma ve kovuşturma yetkilerine dayanılarak yapılabilir. Müşteki veya mağdur açısından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135. maddesi hükümleri uygulanamaz. Kanunda CMK m.135 hükümlerinin sadece şüpheli veya sanık hakkında uygulanabileceği açıkça belirtilmiştir.
Soruşturma aşamasında savcılık CMK m.160 vd. maddelerinde genel soruşturma yetkilerine dayanarak müşteki veya mağdurun iletişiminin tespiti kararı verebilir. Kovuşturma aşamasında ilgili mahkeme delil toplama konusundaki genel yetkileri çerçevesinde mağdur veya müştekiye ait iletişimin tespiti kararı alabilecektir.
Müşteki veya mağdurun iletişiminin tespiti kararı süre ve kişi bakımından mutlaka sınırlandırılmalıdır.
İletişimin Denetlenmesinin Diğer Teknik Takip Tedbirleriyle İlişkisi
İletişimin denetlenmesi tedbirlerinin, CMK m.139 (gizli soruşturmacı) ve m.140 (teknik araçlarla izleme) yer alan diğer tedbirlerle birlikte uygulanıp uygulanmayacağı tüm tedbirlerde “başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması” şartının aranması nedeniyle tartışmalıdır. Başka suretle delil elde edilemediği için gizli soruşturmacı veya teknik araçlarla izleme tedbirlerine başvurulması halinde, yeni bir delil elde etme metodu olarak iletişimin dinlenmesi tedbirine başvurulması çelişki yaratacaktır. Çünkü, CMK m.135-m.140 arasında yer alan tüm tedbirler tali nitelikte olup son çare olarak başvurulabilecek tedbirlerdir.
Uygulamada Yargıtay, her tedbir için ayrı ayrı onaylanmış savcılık, hakim veya mahkeme kararı olmak şartıyla birden fazla tedbirin birlikte uygulanmasını hukuka uygun görmektedir. Özellikle, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi tedbiriyle teknik araçlarla izleme tedbiri sık sık birlikte uygulanmaktadır. Yargıtay kararlarında, ayrı ayrı karar alınmak şartıyla iletişimin dinlenmesi, teknik araçlarla izleme ve gizli soruşturmacı görevlendirilmesi tedbirleri birlikte uygulandığında elde edilen deliller hukuka uygun kabul edilmektedir.
Telefon Dinlemesi, Teknik Takip veya İletişimin Denetlenmesi Yargıtay Kararları
Müştekiye (Şikayetçi) Ait Telefonun İletişiminin Tespiti
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135. ve Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Sinyal Bilgilerinin Değerlendirilmesi ve Kayda Alınmasına Dair Usul ve Esaslar ile Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmeliğin 12. maddelerine göre hakim kararı gerektiren iletişimin tespiti tedbirinin, şüpheli veya sanık tarafından kullanılan telefonlar hakkında uygulanabileceği, anılan düzenlemelerde müştekinin telefonuna yönelik bir tedbirden bahsedilmediği, bu durumda adı geçen müştekinin telefonu açısından iletişimin tespiti uygulamasının Cumhuriyet Savcısı ve mahkemelerin genel soruşturma ve delil toplama yetkisi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, Cumhuriyet Savcısı ve mahkemelerin ilgili kurumdan, müştekinin telefonu ile yapılan görüşmelerin kimle, ne zaman, hangi süreyle yapıldığına ilişkin kayıtları içeren iletişimin tespitini isteyebileceği gözetilmeden itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde 5271 sayılı CMK.nun 309. maddesi gereğince anılan kararın bozulması lüzumunun ihbar olunduğu anlaşılmış olmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 5353 sayılı Yasa’nın 17. maddesiyle değişik 135. maddesi uyarınca, “Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde edilmesi imkanının bulunmaması durumunda, hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal verileri değerlendirilebilir.”
5271 sayılı CMK.nun 135. maddesinin 6. fıkrasında bu madde kapsamında “dinlenme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine “ ilişkin hükümlerin ancak fıkrada sayılan katalog suçlarla ilgili olarak uygulanabileceği öngörülmüştür.
İletişimin içeriğine müdahale etmeden, iletişim araçlarının diğer iletişim araçlarıyla kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yerbilgisi ve kimlik bilgilerinin tespit edilmesine yönelik işlemleri (10.11.2005 gün ve 25984 sayılı RG’de yayımlanan Yönetmelik m. 3/f) ifade eden “iletişimin tespiti” işlemi yukarıda belirtilen CMK.nun 135. maddesinin 6. fıkrası kapsamı dışında bırakılmıştır. Bu nedenle, hangi suça ilişkin olursa olsun, şüpheli ve sanığın iletişiminin tespiti, CMK.nun 135/1. maddesi uyarınca hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının kararıyla mümkün olacaktır.
Ancak; Yargıtayımızın istikrar bulmuş içtihatları uyarınca, müşteki-mağdurun iletişiminin tespiti işleminin, 5271 sayılı CMK.nun 135. maddesi kapsamında değil, Cumhuriyet Savcısı ve mahkemelerin genel soruşturma ve delil toplama yetkisi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir (Yargıtay 13. Ceza Dairesi - Karar : 2011/6986).
İletişimin Denetlenmesi (Telefonun Dinlenmesi) Yoluyla Elde Edilen Tesadüfi Delil
Sanıklar hakkında alınan iletişimin denetlenmesi kararının CMK’nın 135/8. madde ve fıkrasındaki katalog suçlardan olan suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin, iddianameye konu edilen telefon görüşmelerinin ise tesadüfen elde edilen delil niteliğinde olduğu, Ceza Genel Kurulunun 03/07/2018 tarihli ve 2015/1-396 Esas, 2018/323 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, telefon dinlemesi sırasında tesadüfen elde edilen kanıtların dikkate alınabilmesi için, söz konusu suçun da 135. maddede sayılan katalog suçlardan birisine uygun olmasının gerektiği, sanıklara isnat edilen edimin ifasına fesat karıştırma suçu, olay tarihi itibarıyla CMK’nın 135/8. madde ve fıkrasında belirtilen katalog suçlardan olmadığından aynı Kanunun 138/2. madde ve fıkrası gereğince iletişimin tespiti tutanaklarının bu suçun delili olarak kullanılamayacağı, elde edildikleri tarihte yürürlükte bulunan kanunlara uygun olarak tespit edilmeyen kanıtların hukuka uygun delil olduklarından söz edilemeyeceği nazara alınmadan, yazılı şekilde sanıklar hakkındaki iletişimin tespiti tutanaklarının hükme esas alınması bozma nedenidir (Yargıtay 5. Ceza Dairesi - 2019/10643 K.).
Cumhuriyet Savcısının Genel Yetkisi Kapsamında İletişimin Tespiti Kararı
Bodrum Başsavcılığı talebinin iletişiminin tespitine ilişkin olduğunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır.
5271 sayılı CMK. nun 135/1. madde ve fıkrası kapsamında yer alan iletişimin tespiti, TBMM Adalet Komisyonu gerekçesinde “belli bir telefon numarasından kimlerin ne zaman arandığı, konuşmanın ne kadar süreyle yapıldığı, elektronik posta yoluyla kimlerle iletişim kurulduğu hususlarının tespitinden ibarettir” şeklinde tanımlanmıştır.
Telekomünikasyon yolu ile yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda alınmasına dair usul ve esaslar ve telekomünikasyon iletişim başkanlığının kuruluş görev ve yetkileri hakkındaki yönetmeliğin 2. maddesinde, bu yönetmeliğin 2259 sayılı Kanunun ek 7. maddesi, 2803 sayılı Kanunun ek 5. maddesi, 2937 sayılı Kanunun 6. maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 135. maddesine dayanılarak hazırlandığı belirtilmiş, 3/f. maddesinde ise; iletişimin tespiti, “iletişimin içeriğine müdahale etmeden iletişim araçlarının diğer iletişim araçlarıyla kurduğu, iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespit edilmesine yönelik işlemler” olarak öngörülmüştür.
CMK. nun 160. maddesinin 1. fıkrasında da Cumhuriyet Savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gereğini araştırmaya başlar. 2. fıkrasında “Cumhuriyet Savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür” Anılan yasanın 161. maddesinin 1. fıkrasında ise “Cumhuriyet Savcısı, doğrudan veya emrindeki adli kolluk görevleri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet Savcısı, adli görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet Savcısından söz konusu işlemi yapmasın: ister.” 2. fıkrasında da “Adli kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet Savcısına derhal bildirmek ve bu Cumhuriyet Savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.” 3. fıkrasında “Cumhuriyet Savcısı, adli kolluk görevlilerine emirleri yazılı; acele hallerde, sözlü olarak verir. ( Ek cümle; 25.05.2005-5353/24 md ) Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir. 4. fıkrasında “Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamına ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet Savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.” Hükümleri yer almaktadır.
Bu durumda dosya münderecatı ve yasal düzenlemeler karşısında C. Savcısının, iletişimin tespiti uygulamasını 5271 sayılı CMK. nun 160 ve 161. maddelerinde öngörülen genel soruşturma yetkisi çerçevesinde değerlendirerek çözüme kavuşturması olanaklıdır (Yargıtay 8. Ceza Dairesi - Karar : 2007/8160).
Üçüncü Kişiler Hakkında İletişimin Tespiti Kararı Verilemez
5271 sayılı CYY’nın 135. maddesinin birinci fıkrası uyarınca iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilebilmesi koruma tedbirine başvurulabilmesi için gerekli olan ortak koşullar, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması, başka suretle delil elde etmenin mümkün olmaması ve bu tedbirlerin ancak hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılan şüpheli ve sanık hakkında uygulanabilmesidir. Ayrıca, iletişim tespitinden ayrı olarak dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirleri ancak, anılan maddenin 6. fıkrasında sayılan katalog suçlarla ilgili olarak uygulanabilir. Altıncı fıkrada iletişimin tespiti kavramına yer verilmediği için bu tedbir yönünden herhangi bir suç sınırlaması yoktur, bir başka anlatımla iletişimin tespitine her suç yönünden başvurma olanağı vardır.
5271 sayılı CYY’nın 135. maddesinde açıkça şüpheli ve sanıktan bahsedildiğinden, dördüncü fıkrada belirtilen mobil telefonun yerinin tespiti dışında maddede düzenlenen tedbirlerin üçüncü kişiler yönünden uygulanması olanaklı değildir.
Bu hususla ilgili olarak öğretide, “Şüpheli ve sanık kavramları CMK’nun 2. maddesinde tanımlanmış olup, sözkonusu tedbirin şüpheli ve sanık sıfatını taşımayan üçüncü kişiler hakkında uygulanması hukuka uygun değildir.” “iletişimin denetlenmesi tedbirinin temelde sanık ve şüpheliye yönelik olarak uygulanacağı mevcut düzenlemeden anlaşılmaktadır” şeklinde görüşler mevcuttur. Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirlerine ilişkin olarak Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte yer alan tanımlar birlikte değerlendirildiğinde, günün belli bir zaman diliminde baz istasyonundan görüşme yapan tüm abonelere ait açık adres ve kimlik bilgilerini kapsayacak şekilde arayan ve aranan dökümlerine ilişkin bilgilerin iletişimin tespiti işlemi olduğu anlaşılmaktadır.
İletişimin tespiti tedbirinin uygulanabilmesi yönünden dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirlerinde olduğu gibi katalog suç sınırlaması bulunmayıp, tüm suçlar yönünden bu tedbire başvurma olanağı bulunduğundan, somut olayda olduğu gibi işlendiği iddia olunan hırsızlık suçu yönünden iletişimin tespiti kararı verilmesi olanaklı ise de; hakkında tedbir kararı verilen kişiler yönünden tedbir kararının isabetli olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
5271 sayılı CYY’nın 135. maddesinin birinci fıkrasının açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere iletişimin dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesinde olduğu gibi iletişim tespiti de ancak, şüpheli ve sanık hakkında uygulanabilir. Anılan Yasanın “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin ( a )bendinde şüpheli; “Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi”, ( b )bendinde ise sanık; “Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi” ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.
Somut olayda haklarında iletişimin tespiti tedbiri talep edilen kişiler, baz istasyonundan hizmet alan üçüncü kişiler olup, 5271 sayılı CYY’nın 2. maddesi anlamında şüpheli veya sanık sıfatına sahip olmadıklarından haklarında iletişimin tespiti tedbirine başvurulması olanağı yoktur. Dolayısıyla tedbir kararı veren yerel mahkeme, bu karara karşı yapılan itirazı reddeden mercii ile mercii kararına karşı yapılan yasa yararına bozma istemini reddeden Özel Daire kararlarında isabet bulunmamaktadır (YCGK-K.2011/222).
Cep Telefonlarının Aynı Baz İstasyonundan Sinyal Vermesi Tek Başına Delil Değildir
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.03.2015 tarih ve 2013/5. MD-247 Esas, 2015/60 Karar sayılı kararında da “Şüpheli veya sanıkların kullandıkları cep telefonlarının hangi baz istasyonundan sinyal verdiğinin belirlenmesi işlemi 5271 sayılı CMK.nun 135/1. maddesi kapsamında olan ve 14.02.2007 gün ve 26434 sayılı Resmi.Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 4. maddesinde; “İletişimin içeriğine müdahale niteliğinde olmayıp yetkili makamdan alınan karar kapsamında sinyal bilgilerinin iletişim sistemleri üzerinde bıraktığı izlerin tespit edilerek, bunlardan anlamlandırılan sonuçlar çıkarmak üzere gerçekleştirilen değerlendirme işlemleri” şeklinde tanımlanan “sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ” işlemi niteliğindedir.
Baz kelimesi, İngilizce “base” (temel, taban, esas) kelimesinin Türkçe’ye geçmiş şekli olup mobil cihazlarla iletişim sağlamak amacıyla kurulan baz istasyonları; alıcı, verici ve güç ünitelerinden oluşan kabin ile sinyalleri yaymak için kule, direk, çatı, bina yüzeyleri vb. yerlere kurulan, anten ünitelerinden meydana gelen ve mobil cihazlar ile haberleşmeyi sağlayan sistemlerdir. Baz istasyonlarının kapsama alanında olmayan yerlerde mobil iletişim kurmak mümkün olmadığından, bir cep telefonu ile iletişim kurabilmek için o telefonun mutlaka bir baz istasyonunun kapsama alanında bulunması zorunludur.
Cep telefonları ile yapılan görüşmeler, baz istasyonları ile cep telefonları arasında karşılıklı gönderilen elektromanyetik dalgalarla sağlanmaktadır. Özellikleri gereği bir baz istasyonundan aynı anda birçok cep telefonu yararlanmakta ve bu baz istasyonunun vasıtasıyla görüşme yapabilmektedir. Nüfusu kalabalık olan yerleşim bölgelerinde ise bu sayı daha da artmakta, aynı anda pek çok cep telefonu aynı baz istasyonundan sinyal verebilmektedir. Bu nedenle, farklı kişiler tarafından kullanılan cep telefonlarının aynı baz istasyonu kapsama alanında bulunması ve sinyal vermesi tek başına o kişilerin bir araya geldikleri veya buluştukları anlamına gelmeyecektir. Diğer taraftan, amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılmamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” denilmek suretiyle cep telefonlarının aynı baz istasyonu kapsama alanında bulunması ve sinyal vermesinin tek başına o kişilerin bir araya geldiklerini ve buluştukları anlamına gelmeyeceği hususu vurgulanmıştır.
Somut olayda da, sanık … kolluk kuvvetlerince şüphe üzerine durdurulduğunda üzerinde 75 adet sahte 100 TL’lik banknot ile yakalandığı hususu sabit olup diğer sanıkların atılı suça iştirak ettiklerine dair sanık …’ın suç atmadan öteye gitmeyen ve somut hiçbir yan delille desteklenmeyen soyut iddiası dışında delil bulunmamaktadır. Bu sebeple Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazlarının kabulü ile yerel mahkeme kararının bu sebeple bozulmasına karar verilmelidir. (Yargıtay 8. Ceza Dairesi - Karar : 2018/6262).
İletişimin Tespiti Tutanaklarının Hukuka Aykırı Delil Olması
Kanun gerekçesinden de anlaşıldığı üzere, varolan denge sorununu üç araç kullanarak çözmeyi hedeflemiştir; ilki, iletişimin tespiti kararını verecek merciin sınırlandırılması, ikincisi iletişimin tespiti kararı verilmesinin olaya özgü koşulları olan mevcut şüphe, delil ve delil elde etme durumu, üçüncüsü de kararın verilebileceği suçların sınırlandırılmasıdır. Ceza muhakemesi hukukumuzda herhangi bir şekilde dosyaya alınmış iletişim tespit tutanağının CMK’nın 206/2-a ve 217/2. maddeleri anlamında hukuka uygun delil değeri kazanabilmesi için CMK 135. maddeye göre verilmiş bulunan kararın maddenin 1. cümlesinde düzenlenmiş şartlara uygun olarak verilmiş bir karar gerekmekte olup, kararı veren merci kendisine sunulan talebi bu koşullar açısından değerlendirirken, yargılamayı yapan mahkemede öncelikle iletişimin dinlenilmesine ilişkin kararın hukuka uygunluğunu denetleyecektir. Yukarıda belirtildiği şekilde kanun koyucu mevcut denge sorununu doktrinde katalog suç olarak adlandırılan yöntemle çözmeyi hedeflemiştir. Buna göre iletişimin dinlenilmesi kişiler, toplum ve devlet üzerinde ağır zarar veya tehlikeye yol açan bir dizi suç için mümkündür. Bu niteliğe sahip bulunduğu tartışmasız olan dosyamıza konu suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu soruşturma tarihinde katalog içinde yer alırken 6526 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle yapılan değişiklikle katalogdan çıkarılmıştır. Ceza Muhakemesi Hukukunda geçerli olan “derhal uygulama” ilkesi nedeniyle 6526 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce “suç işlemek için örgüt kurmak” suçundan usulüne uygun şekilde verilmiş kararlara göre yapılan iletişimin dinlenilmesi kayıtları hukuka uygun delil olarak hükme esas alınabilecektir (Kanun’un yürürlüğe giriş tarihinde ise süresi tamamlanmış olsun ya da olmasın tedbirin sonlandırılması gerekmektedir). Suç işlemek için örgüt kurmak suçundan 6526 sayılı Kanun’dan önce verilmiş kararların hukuka uygunluğunun denetlenmesi bakımından anılan değişikliğin gerekçesinin irdelenmesi önem arz etmektedir.
6526 sayılı Kanun’un değişiklik gerekçesinde; “…Türk Ceza Kanunu’nun 220 nci maddesinde düzenlenen suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun maddenin altıncı fıkrasında düzenlenen katalogdan çıkarılması suretiyle, bazı soruşturmalarda sırf bu tedbirin uygulanabilmesi için soruşturmanın suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu kapsamında başlatılıp yürütülmesi uygulamasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır” denilmektedir.
Kanun koyucuya göre, soruşturmalarda 6526 sayılı Kanun’dan önce “suç örgütü kurmak suçuna” ilişkin olarak CMK’nın 135. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “kuvvetli şüphe sebepleri” bulunmadığı halde bu suç kullanılarak katalogda bulunmayan bazı suçlara ilişkin delil toplandığını bu uygulamanın hukuka aykırı olduğunu saptadıktan sonra aykırılığın kendi içinde düzelmeyeceği öngörüsü ile ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurma’ suçunu katalogdan çıkarma yoluna gitmiştir.
Gerçekten de bir suç örgüt kapsamında işlenmişse, katalogda yer almasa bile CMK’nın 135/6-8 madde, fıkra ve bendi kapsamında alınmış bir dinleme kararına dayanılarak düzenlenen iletişimin tespit tutanaklarının örgüt faaliyetleri kapsamında işlenmiş suça ilişkin yapılan yargılamada delil olarak kullanılması mümkündür. Aksi halde örgütün kurucusu için alınmış bir dinleme kararının örgütün işlediği suçların aydınlatılmasında kullanılamayacağı düşünülemeyeceğinden bu imkanı sağlayan TCK’nın 220. maddesi bu anlamda CMK’nın 135/6. maddesinde düzenlenen katalog suç güvencesi için gizli bir tehdit olarak belirmiş, doktrinde de kanun koyucunun saptadığı suistimal kanuna karşı hile olarak nitelenmiştir. (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku) Elbette ki bahse konu örgüt suçunun oluşup oluşmayacağı ancak bir yargılama neticesinde ortaya çıkabilecektir, bunun yanında ceza mahkemesi suça ilişkin soruşturma makamının nitelendirmesiyle bağlı olmadığı gibi, kolluğa işlendiği iddia olunan suçun kesin olarak var olup olmadığı veya vasfını belirleme görevi de yüklenemez, yukarıda da belirtildiği üzere 6526 sayılı Kanun’un gerekçesinde yer alan husus iletişimin dinlenilmesine karar veren hakimin gözetmesi gereken CMK’nın 135/1. maddesindeki “suç işlediğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması” şartıyla ilişkilidir. Kanun koyucu uygulamada ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu’ bakımından bu önkoşulun yeterince iyi incelenmediği, kanaatini ifade etmektedir. Bu kanaat ve yapılan değişiklik karşısında her ne kadar yukarıda ifade edildiği üzere yapılan değişiklik geçmişe etkili olmasa bile değişiklikten önce ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurma’ suçundan verilen iletişimin dinlenilmesi kararlarının daha dikkatle denetlenmesi gereği ortaya çıkmış bulunmaktadır.
6526 sayılı Kanun’daki değişiklikle dolaylı olarak ilgili olan iletişimin dinlenilmesi kararı verilmesinin diğer ön koşulu başka suretle delil elde etme imkanının bulunmamasıdır. 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesinin ilk şeklinde suç işlemek için örgüt kurma suçunun katalog içerisine alınıp TCK’nın 220. maddesinin 2, 6 ve 8. maddelerinin kapsam dışında tutulması nedeni dikkate değerdir; Suç örgütü kuran ve yöneten kişiler örgütün amaç suçlarını bilfiil işlememekte, çoğunlukla suçu işleyen örgüt üyelerini azmettiren, sevk ve idare eden konumda bulunmaktadırlar. İletişimin dinlenilmesi örgüt üyeleriyle örgüt kurucu ve yöneticileri arasındaki örgütsel bağlantı ve hiyerarşiyi saptayabilmek açısından büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda kanun koyucu 8. bendin kanundan çıkarılmasının yaratacağı tehlikeyi kataloğa eklemeler yaparak aşmaya çalışmış, böylece yukarıda ifade edilen dengeyi sağlama amacı gütmüş, ancak örgüt kurucu ve yöneticileriyle örgüt üyeleri arasındaki bağlantıyı delillendirme noktasındaki önemli bir imkan katalog harici suçlar bakımından ortadan kaldırılmıştır.
İletişimin dinlenilmesi ve kayda alınmasına yönelik kararın verilebilmesinin kararı veren merci ve katalog suç şeklindeki objektif koşullarının yanında olaya göre değişen subjektif nitelikteki “suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde etme imkanının” bulunmaması koşullarının yasa koyucunun amaçladığı dengeyi sağlayabilmesi için hakim tarafından dikkatle incelenmesi zorunludur. Hakim talebin kabulüne karar verirken bu şartları sağlayan somut olay, bilgi ve belgeleri soruşturma makamından talep etmelidir. Aksi uygulamada kararın CMK’nın 135/1. maddesinin subjektif koşullarına uygunluğu denetlenemez hale gelecek ve ön koşullar ölü düzenleme halini alacaktır ki özellikle suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna yönelik olarak verilen iletişimin dinlenilmesi kararları bakımından kanun koyucunun 6526 sayılı Kanun gerekçesinde ifade ettiği durum budur. Soruşturma makamları CMK 135/6-8. maddelerinin getirdiği imkanı kullanıp kolaycı bir yaklaşım içine girerek suça iştirak şekillerini, varlığı TCK’nın 220. maddesinde sıkı koşullara bağlanmış olan örgüt kurma suçu olarak göstermekten, şüphelilerin sorgusu sırasında dinleme tutanaklarını kullanarak ikrar elde etme yoluna gitmekten ve edemediği durumlarda tutanakları kendine göre yorumlayarak yeterli ve kuvvetli şüphe elde etmeye çalışmaktan kaçınmak zorundadır.
Somut olayımızda verilen iletişimin dinlenilmesi ve kayda alınmasına dair kararların hukuka uygunluğu irdelenmeden önce CMK’nın 135/1. maddesindeki subjektif koşulları içeren tanımın açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu’na göre “İletişimin denetlenebilmesi için kuvvetli, makul ve kanuna aykırı olarak elde edilmemiş şüphe sebeplerinin varlığı şarttır… kuvvetli şüphe sebeplerinin tutuklama için öngörülen ‘kuvvetli suç şüphesinden’ farklıdır. Zaten tutuklama kararı verecek kadar kuvvetli şüphe varsa iletişimin denetlenmesi yolu kendiliğinden kapanmaktadır. Şüphe ve belirti kavramları arasında ayrım yapılması gerektiğini belirten yazarlar “İletişimin denetlenmesi kararı verilebilmesi için çok basit bir suç şüphesinin varlığı yeterli ise de, suç işlendiğine ilişkin belirtilerin kuvvetli olması gereklidir” saptamasına yer vermişlerdir. 6526 sayılı Kanun CMK’nın 135/1. maddesinde yaptığı değişiklikle kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını ‘somut delillere dayanması’ şartını getirmiştir. Bu değişiklik yapılmadan önce de hakimin bu şartın varlığını denetlerken somut olayların varlığını araması Kanun’un kişilerin mahremiyetini korumayı amaçlayan anlayışının bir gereğidir ancak uygulamada soyut gerekçelerle iletişimin dinlenilmesi kararı verilmesi anılan değişikliğin gerekçesini oluşturmuştur. Bu şartın varlığında aranması gereken önemli bir husus da şüphe sebeplerinin kanuna aykırı elde edilmemiş olmasıdır. CMK’nın 217. maddesinin gerekçesine göre hukuka aykırı delil niteliğinde bulunan işkence, narko analiz, hataya sürükleyici eylemler, baskı, kişinin fizik ve moral bütünlüğüne yapılan saldırılar yoluyla elde edilmiş bilgiler de CMK’nın 135. maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesinin varlığına dayanak alınamayacaktır.
CMK 135/1. maddenin iletişimin dinlenilmesi kararı verilebilmesi için öngördüğü subjektif şartın ikinci unsuru başka suretle delil elde etme imkanının bulunmamasıdır. Doktrinde isabetle belirttiği üzere iletişimin dinlenilmesi son çaredir. Hakim soruşturma makamından delil elde etme hususundaki hangi çabalarının sonuçsuz kaldığını talep etmek durumundadır. Suç işlediği değerlendirilen kişinin güçlü konumu nedeniyle aleyhine tanıklık yapılmak istenmemesi, delilleri ortadan kaldırma hususunda tecrübeli ve becerikli olması, işlenen suçlarda azmettiren konumunda bulunması nedeniyle aleyhinde fiziksel bir delil bulunmaması, işlediği suçun ve işlenme biçiminin doğasının başka delil elde etme biçimlerine büyük ölçüde kapalı olması gibi yaşamsal durumlar, kişi hakkında yapılan önceki yargılamada delil yetersizliği nedeniyle verilmiş bir beraat kararı gibi hukuksal durumlar bu kapsamdadır.
Önemle belirtmelidir ki, iletişimin tespiti kararı soyut gerekçelerle verilmiş olsa bile tekamül etmiş bir dosyadan kararların verildiği tarihte CMK’nın 135/1. maddesindeki şartların varlığı anlaşılabiliyorsa yargılama makamı iletişimin dinlenilmesi kararının hukuka uygunluğunu kendisi de saptayabilecektir. Yine önemle belirtmek gerekir ki subjektif koşulun her iki unsurunun da mevcut bulunması kararın verilebilmesi için zorunludur.
CMK, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenebilmesine bazı hallerde sınırlamalar getirmiştir. Buna göre, şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması halindeyse alınan kayıtlar derhal yok edilir (CMK m. 135/2). İkinci fıkranın bu lafzından anlaşıldığı kadarıyla kayda alınamayacak olan bu iletişim, CMK’nın 135. maddesi hükmü anlamında tespit edilebilecek, dinlenebilecek ve bu iletişime ilişkin sinyal bilgileri değerlendirilebilecektir.
CMK’nın 136. maddesi hükmü gereği şüpheli veya sanığa yüklenen suç dolayısıyla müdafiin bürosu, konutu ve yerleşim yerindeki telekomünikasyon araçları hakkında, bu Kanun’un 135. maddesi hükmü uygulanamaz. Meslekleri gereği CMK’nın 46. maddesi hükmü çerçevesinde tanıklıktan çekinme hakkı olan avukatlar hakkında da iletişiminin denetlenmesi çerçevesinde bu iletişimin “kayda alınması” tedbirinin zaten 135. maddenin ikinci fıkrası hükmü gereği uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Sonuç olarak müdafiin, yüklenen suça ilişkin olarak şüpheli veya sanıkla bürosunda, konutunda ve yerleşim yerinde telekomünikasyon yoluyla kurduğu her türlü iletişimin 135. madde hükmü anlamında her türlü denetimin dışında kalmaktadır. Ancak müdafiin suçu bizzat işlediği veya bu suça iştirak ettiği şüphesi altında bulunması halinde ise, bu tedbire ilişkin olarak kendisi hakkında da denetleme kararı alınmış olmak kaydıyla 135. maddenin ikinci fıkrası hükmündeki engelin ortadan kalkacağı, yani zaten mümkün olan tespit, dinleme ve sinyal bilgilerini değerlendirme tedbirleri yanında kayda alma tedbirinin de uygulanabileceği sonucuna ulaşılabilecekken 136. madde hükmünün salt lafzi bir şekilde ele alınması durumunda, müdafiin bu sefer kendisin de şüphelisi olduğu bu suç, şüpheli veya sanığa yüklenen suç olma vasfını devam ettirdiği için, kendisiyle bürosunda, konutunda ve yerleşim yerinde telekomünikasyon yoluyla kurduğu her türlü iletişimin yine 135. madde hükmü anlamında her türlü denetimin dışında kaldığı söylenebilecektir.
Tesadüfen elde edilen delillerin düzenlendiği 5271 sayılı CMK’nın 138. maddesine göre “Arama veya elkoyma koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet savcılığına derhal bildirilir. Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135. maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet savcılığına derhal bildirilir”. Yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma sırasında, soruşturma veya kovuşturma konusu suç dışında bir suçun işlendiğini gösteren deliller tesadüfen elde edilen delillerdir. CMK’da arama, el koyma ve iletişimin denetlenmesi koruma tedbirleri için düzenlenmiş olan bu tip deliller, diğer (örneğin, teknik takip, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi) koruma tedbirlerinin uygulanmasıyla da elde edilmiş olabilir. Böyle bir durumda Ceza Muhakemesi Hukukunda kıyas yasağı olmadığından, CMK.nın 138. maddesi hükmü kıyasen bu deliller hakkında da uygulanabilecektir.
Tesadüfen elde edilen deliller ve bunların değerlendirilmesi, temel hak ve özgürlüklere müdahale alanını genişlettiği ve özel hayata yeni ve bağımsız bir müdahale niteliğinde olduğu için bazı sınırlamalara tabidir. Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında elde edilen tesadüfi delillerin, çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi, katalog suçlardan birine ilişkin olması öngörülmüştür. Tesadüfi delil elde edilince iletişimin dinlenmesine devam edilebilmesi için ortaya çıkan yeni suçla ilgili dinleme şartlarının yeniden değerlendirilip yeni bir hakim kararı alınması gerekir. Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin dinlenmesi tedbiri uygulandığı sırada elde edilen tesadüfi delillerin hukuka uygun kabul edilip kullanılabilmeleri için, bu delilin elde edildiğine ilişkin derhal savcılığa bilgi verilmesi gerekir. Savcılığın bilgilendirilmesi, tesadüfi delil elde edildikten sonra dinlemenin bitirilmesi beklenerek veya dinlemeye devam edilip başka tesadüfi deliller de elde edildikten sonra gerçekleştirilmişse tesadüfi deliller hukuka aykırı hale gelecek ve kullanılamayacaktır.
Bu şekildeki iletişim tespitiyle elde edilen delillerin hükme esas alınıp alınmayacağı hususuna gelindiğinde; Kunter/Yenisey/Nuhoğlu’na göre; “…kanuna aykırı deliller teorisi çerçevesinde yabancı sistemlerin “hukuka aykırılıktan” anladıkları, sanığın Anayasa ile teminat altına alınmış olan haklarından birinin bir devlet organı tarafından yapılmış bir işlemle ihlal edilmiş olmasıdır.”
Hukuka aykırı delil sorunu CMK’nın 135, 206 ve 217. maddeleri çerçevesinde Ceza Genel Kurulu’nca tartışılmıştır; Ceza Genel Kurulu’nun 10.12.2013 tarih ve 2013/399 sayılı kararında; “…ceza muhakemesinin amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğin belirlenmesinde kullanılan yegane araçlar deliller olup, nitekim 5271 sayılı CMK’nın “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki düzenleme ile bu husus belirtilmiştir. Bu düzenleme ile ayrıca delillerin serbestliği ilkesine de vurgu yapılmaktadır. Buna göre, ceza muhakemesinde hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp, yargılama yapan hakim hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır. Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir.
Maddi gerçeğin araştırılması aşamasında kişisel ya da toplumsal değerlerin korunması zorunludur. Bu değerlerin korunması amacıyla kanun koyucu delillerin serbestliği ilkesine “delil yasakları” olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Delil yasakları, “delil elde etme” ve “delil değerlendirme” yasağı olarak iki gruba ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara “delil elde etme yasakları”, hukuka uygun elde edilmiş bile olsa o delilin yargılamada ortaya konulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise “delil değerlendirme yasakları” denilmektedir.
İfade alma ve sorgunun 5271 sayılı CMK’nın 148. maddesinde sayılan şekillerde yapılması, tanıklıktan çekinme hakkı olan kişiye bu hakkının hatırlatılmaması delil elde etme yasaklarına; duruşmada tanıklıktan çekinen tanığın önceki ifadesinin okunamaması, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında elde edilen delillerin aynı Kanun’un 135. maddesinin altıncı fıkrasında sayılanlar dışında bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılmaması ise delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek olarak gösterilebilir.
5271 sayılı CMK’nın 217. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki düzenleme ile ayrıca ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre tüm deliller kanunda gösterilen yönteme uygun olarak elde edilmelidir.
Ancak, delil elde etmeye ilişkin her hukuka aykırılığın o delilin yargılamada kullanılmasına engel oluşturup oluşturmayacağı hususu üzerinde de ayrıca durulmalıdır. Eğer ihlal edilen kural bir hak ihlaline neden olmuyor ve yargılama faaliyetlerinin bütünü itibariyle adil yargılanma ilkesi zedelenmiyorsa, o delilin yargılamada değerlendirilemeyeceğinden bahsedilemeyecektir.
5271 sayılı CMK’nın 217. maddesinin ikinci fıkrasına ilişkin gerekçede, “Maddenin son fıkrası, usul hukuku yönünden olağanüstü önem taşıyan ve adil yargılama ile bağlantılı bir ilkeyi belirtmektedir. İlke, delilin doğruluğunu, haklılığını hakkaniyete uygunluğunu sağlamak amacını gütmektedir. Böylece ister soruşturma ister kovuşturma evrelerinde olsun, hukuka aykırı olarak, örneğin; işkence, narko analiz, hataya sürükleyici eylemler, sorgulamalar, baskılar, kişinin fizik ve moral bütünlüğüne saldırılar yolu ile elde edilmiş deliller hükme esas alınamayacaktır” denilerek, delilin hükme esas alınmasına engel oluşturan hukuka aykırılıkların “sanığın temel haklarını” ihlal eden aykırılıklar olduğu belirtilmiştir. “Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen deliller” kavramındaki “hukuka aykırılık”, sanığın temel haklarını ihlal eden bir hukuka aykırılık olarak anlaşılmalıdır.
Muhakemenin sonunda, yapılan işlemler bir bütün olarak değerlendirilmeli ve muhakeme neticesinde, hukuka uygun veya aykırı yöntemlerle elde edilen deliller kullanılarak verilen hüküm, Anayasanın 36’ncı maddesinde gösterildiği biçimde ‘adil’ ise, bir delil hukuka aykırı bir yöntemle elde edilmiş olsa dahi kullanılabilmelidir (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Baskı, 2007 yılı, s. 1080),
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de P.G. ve J.H/Birleşik Krallık ve Khan/Birleşik Krallık davalarında, soyut şekilde hukuka aykırı delillerin dışlanmaması gerektiğine işaret etmiş, somut olay dikkate alındığında hukuka aykırı da olsa delilin kullanılmasının söz konusu olabileceğini, asıl önemle üzerinde durulması gereken hususun yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı konusu olduğunu belirtmiştir.
Ceza Genel Kurulu aynı düşüncelere 20.05.2014 tarih ve 2014/268, 03.06.2014 tarih ve 2014/302 sayılı kararlarında da yer vermiştir. Buna göre soruşturma bir bütün olarak adilse hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil hükme esas alınabilecektir. Ancak Ceza Genel Kurulu kararları içeriğinde atıf yapılan doktrin görüşlerinde önemli bir nokta üzerinde durulması gerekmektedir. Doktrine göre sanığın temel haklarını ihlal etmeyen ve şekli hukuka aykırılıkların söz konusu olduğu deliller hükme esas alınabilecektir. Bunun dışında yargılamanın bir bütün olarak adil bir şekilde yapılması zorunluluğundan bahsedilmektedir.
Esasında CMK’nın “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki düzenlemeyi içeren 217/2. maddesi ve gerekçesi hukuka aykırı deliller için doktrin ve Ceza Genel Kurulu’nun yaptığı önemli hukuka aykırılık/önemsiz hukuka aykırılık şeklinde bir ayrıma yer vermemiştir. Buna rağmen doktrinde yapılan ayrım tamamen hatalı kabul edilemez, elde edilmesinde basit şekli hukuka aykırılıkların söz konusu olduğu delillerin, hükme esas alınmaması adil yargılama ilkesini zedeleyebilecektir. Ayrımın hangi kritere göre yapılacağı hususunda değişik görüşler bulunmakta olup CMK’nın 217. maddesinin gerekçesinde sayılan durumların yanında CMK’nın 148. maddesinde belirtilen yollarla elde edilen delillerin mutlak olarak hukuka aykırı olduğu ve hükme esas alınamayacağı kabul edilmiştir.
Ceza Genel Kurulu 03.07.2007 tarih ve 2007/167, 22.01.2008 tarih ve 2008/3 karar sayılı kararlarında, hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulunan iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınamayacağını belirtmek suretiyle iletişimin dinlenilmesi hususunda önemsiz/şekli hukuka aykırılık anlayışının geçerli bulunmadığını kabul etmiştir. Gerçekten de haberleşme hürriyeti anayasal bir haktır ve ihlali önemsiz kabul edilemez. CMK’nın 135. maddesinde iletişimin dinlenilmesinin katalog suçlar için mümkün kılınması, katalog harici suçlar için tespit edilmiş delilleri CMK’nın 138. maddesinin dahi dışında tutması hukuka aykırı bir kararla elde edilmiş iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınmayacağının kanun tarafından da açıkça öngörüldüğünü göstermektedir. Buna göre yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmış sayılması dahi hukuka aykırı dinleme tutanaklarının delil olarak kullanılabileceği anlamına gelemez. (Yargıtay 16. Ceza Dairesi - Karar : 2017/5338).
İletişimin Tespiti Kararı Verilebilecek Suçlar
İletişimin tespiti işlemi, Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin, “tanımlar” başlıklı 4. maddesinin (f) bendinde; “İletişimin tespiti: İletişimin içeriğine müdahale etmeden, iletişim araçlarının diğer iletişim araçlarıyla kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespit edilmesine yönelik işlemleri,…..ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 tarih ve 2011/6-140 esas, 2011/222 karar sayılı ilamında; “5271 sayılı CYY’nın 135. maddesinin birinci fıkrası uyarınca iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilebilmesi koruma tedbirine başvurulabilmesi için gerekli olan ortak koşullar, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması, başka suretle delil elde etmenin mümkün olmaması ve bu tedbirlerin ancak hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılan şüpheli ve sanık hakkında uygulanabilmesidir. Ayrıca, iletişim tespitinden ayrı olarak dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirleri ancak, anılan maddenin 6. fıkrasında sayılan katalog suçlarla ilgili olarak uygulanabilir. Altıncı fıkrada iletişimin tespiti kavramına yer verilmediği için bu tedbir yönünden herhangi bir suç sınırlaması yoktur, bir başka anlatımla iletişimin tespitine her suç yönünden başvurma olanağı vardır.” şeklindeki gerekçeyle, iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması tedbirlerinden farklı olarak iletişimin tespiti niteliğindeki arama - aranma kayıtlarının, CMK’nın 135. maddesinde sınırlı olarak sayılanlar dışındaki diğer suçlar içinde talep edilebilmesinin mümkün olduğu belirtilmiştir.
Ancak iletişimin tespiti tedbiri Anayasamızın 22. maddesindeki haberleşme özgürlüğü ile Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’nin 8. maddesindeki özel hayat kavramıyla yakından ilgili olduğundan, suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka türlü delil elde edilmesi imkanının bulunmadığı durumlarda, suç tarihi ve somut olayla sınırlı bir şekilde uygulanmalıdır.
İnceleme konusu somut olayda; sanıklar …. ve .. birbirlerine yönelik hakaret ve tehdit suçlarını cep telefonu vasıtasıyla işledikleri iddia olunduğundan, mahkemesince delil niteliğinde değerlendirilmek amacıyla, bu sanıkların kullandığı iki adet cep telefonu hattının 28/12/2013 tarihinde birbiriyle yaptığı arama kayıtlarıyla ilgili iletişimin tespiti talebinde bulunulduğu, istem tarihi itibariyle talebin hukuka uygun olup kişi ve süre yönünden sınırlandırılmış olduğu, iletişimin tespiti tedbirinin görüşmelerin kayda alınması ve dinlenmesi şeklinde olmadığından, CMK’nın 135. maddesinde sayılan katalog suçlar dışındaki suçlar için de istenebileceği ve istemin delil tespiti niteliğinde olması nedeniyle geçmişe dönük olarak talep edilebileceği anlaşıldığından, istemin reddine dair karar ile bu karara yönelik itirazın reddine dair merci kararı hukuka aykırıdır (Yargıtay 4. Ceza Dairesi - Karar : 2015/28208).
Sabit veya Ankesörlü Hatlardan Yapılan Aramanın Tespiti ve Delil Değeri
cc- Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Kabul Edilip Edilmeyeceğine İlişkin Hukuki Değerlendirme
Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi Ne Demektir? Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi araya bir vasıta sokulmak suretiyle gerçekleştirilen her türlü haberleşmenin gizlice dinlenmesi, burada elde edilen bilgilerin kaydedilmesi ve değerlendirilmesini ifade eder. İletişimi sağlayan araçlar çok geniş ve çağdaş tekniğin ortaya koyduğu muhtelif ekipmanlar olup telefon faks bilgisayar gibi kablolu veya kablosuz araçlardır. Bunların sinyalleri yazıları resimleri, görüntü ve sesleri dinlenmekte ve tespit edilmektedir.
Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesine ceza muhakemesi dışında önleyici amaçla ve istihbarat amacıyla başvurulabilmektir. CMK da söz konusu tedbirin uygulanması bir suç dolayısıyla ceza soruşturması yapılması koşuluna bağlı tutulduğu için ceza muhakemesi hukuku açısından bu yetkinin delil elde etmek amacıyla halen işlenmiş olan bir suçun kovuşturmasıyla sınırlı olduğu söylenebilir.
AİHM kararlarında vurgulandığı gibi telekomünikasyon araçlarıyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirine “ancak demokratik kurumları korumak bakımından mutlak zorunluluk bulunması” koşuluyla başvurulabilir. (AİHM Klass ve diğerleri davası.) Dolayısıyla bu tedbirin uygulanma amacının ve uygulanacağı suçların sınırlı olması gerekmektedir. Avrupa ülkelerinde bu tedbire başvurmak için belirli suç grupları veya fiilin ağırlığı veya işleme biçimi bakımından belirli koşullar göz önüne alınarak düzenleme yapılmıştır.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Klass ve diğerleri ve Almanya kararında bu hassasiyete şöyle işaret etmektedir; Demokratik toplumlar günümüzde kendilerini sofistike casusluk yöntemleri ve terörizm tehdidi ile karşı karşıya bulmuşlardır. Bunun neticesi olarak bu tür tehditlerle etkili bir şekilde mücadele edebilmek için devletin, kendi yargı yetki alanında faaliyet gösteren yıkıcı unsurları gizlice izlemenin sorumluluğunu üzerine almak zorundadır. Mahkeme bu yüzden, ulusal güvenlik sebebiyle ve/veya suç veya düzensizliğin önlenmesi amacıyla demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde ve istisnai şartlar altında mektup, posta ve telekomünikasyon üzerinde gizli izleme yapma yetkisi veren kanuni düzenlemelerin varlığını kabul etmek zorundadır.
İletişimin tespiti nedir?
İletişimin tespiti belli bir telefon numarasından kimlerin ne zaman arandığı, konuşmanın ne kadar süreyle yapıldığı, elektronik posta yoluyla kimlerle iletişim kurulduğu hususlarının tespit edilmesidir. İletişimin tespiti, iletişimin içeriğine müdahale etmeden iletişim araçlarının diğer iletişim araçlarıyla kurduğu iletişime ilişkin arama, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespit edilmesine yönelik işlemlerden oluşmaktadır. İletişimin Tespiti geçmişe yöneliktir. Kişinin geçmişte özgür iradesiyle yapıp bitirdiği iletişimine dair harici bilgilerinin tespitidir.
İletişimin dinlenmesi ve kayda alınması nedir?
İletişimin dinlenmesi ve kayda alınması telli veya telsiz telefonla ya da internet üzerinden yapılan konuşmalardaki ses ve görüntülerin veya elektronik posta yoluyla yapılan iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasıdır. İletişimin dinlenmesi geleceğe yöneliktir. Halen ve gelecekte yapılacak görüşmelerin dinlenme ve kayda alınmasıdır.
Suç tarihinde mer’i kanuni düzenlemeye bakıldığında, kanun koyucu CMK’nın 135/6. maddesinde “iletişimin tespiti” kavramını kullanmasına rağmen aynı yasa maddesinin 1.fıkrasında, “şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir.” , 8. fıkrasında ise “bu madde kapsamında” dinleme ve kayda alma…katalog suçlarda uygulanır demek suretiyle dinleme ve kayda almanın, iletişimin tespitinden farklı olduğuna işaret ederek, esas itibari ile haberleşme özgürlüğünün ağır bir şekilde kısıtlanması sonucunu doğuran dinleme ve kayda alma tedbirinin sadece belirtilen katalog suçlarda alınabileceğini kabul etmişken,iletişimin tespitinin, dinleme ve kayda almadan farklı olarak kişinin daha önce özgür iradesi ile yaptığı konuşmaların içeriğine müdahale edilmeden sadece iletişim aracının dış bağlantılarının kimle ne zaman görüşüldüğünün tespitine yönelik bir işlem olması nedeniyle, maddenin 6. fıkrası (yeni düzenlemede 8. fıkra) kapsamı dışında bırakmıştır.Bu itibarla iletişimin tespiti, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 tarih ve 2011/6-140 esas ve 2011/222 sayılı kararında da belirtildiği gibi suç soruşturması kapsamında tüm suçlar yönünden başvurulabilecek bir koruma tedbiridir ve hangi suça ilişkin olursa olsun, şüpheliye ait telefondan kimlerle, ne zaman görüşüldüğüne dair “tespit” CMK 135/1. maddesi(yeni düzenlemeye göre 6.fıkra) uyarınca hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla mümkün olacaktır.” (5.CD, E. 2005/14969, K.2005/20489, T. 03/10/2005)
İletişim özgürlüğü ve gizliliği herkese karşı ileri sürülebilen bir hak olmakla beraber bu hak sınırsız değildir. Sınırsız bir özgürlük kargaşaya ve düzensizliğe neden olabilir ve başkalarının hak ve özgürlüklerini tehdit edebilir. O nedenle, belirli bir toplumsal düzende yaşanabilmesi için bireylerin hak ve özgürlüklerine sınırlamalar getirilmesi kaçınılmazdır. İletişim teknolojisinin sunmuş olduğu araçların ve imkânların suç işlenmesinde de kullanıldığı bir gerçektir ve devletin bu iletişim araçlarıyla yapılan iletişimi denetlemesi olağan karşılanmalıdır. Demokratik toplumda aslolan kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması ise de, demokratik kurumların korunmasının da esas itibari ile kişisel hak ve özgürlüklerin teminatı olduğu unutulmamalıdır.Diğer hak ve özgürlüklerde olduğu gibi iletişimin gizliliğine getirilecek sınırlamaların ve sınırlama sebeplerinin yasayla düzenlenmesi ve sınırlamada belli ölçütlerin gözetilmesi lazımdır. Bu nedenledir ki yasa, anayasa ve uluslararası sözleşmelerde “bir hakkın kullanımı ve kısıtlanması” birlikte düzenlenir.
Anayasanın 22. maddesinde, “..bir suçun önlenmesi”, CMK’nın 135/1 maddesinde “bir suç nedeniyle,.. suçun işlendiğine dair delil ve emare bulunması”, AİHS’nin 8. maddesinde “bir suçun önlenmesi amacıyla demokratik toplumun korunması amacıyla” hakkın kısıtlanabileceği yine Anayasanını 13. Maddesinde ise, “ölçülülük ilkesi” esas alınarak kısıtlama yapılacağı ön görülmüştür.
4709 sayılı yasayla değişik Anayasanın 22. maddesi AİHS’nin 8. maddesi ile paralel düzenlemeler içermektedir. AİHS’nin 8/1. maddesinde herkesin özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, 2. fıkrada, “bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir” denilmektedir. Anayasamızın 22. maddesi, AİHS’nin 8. maddesiyle benzer düzenlemeler içerdiğine göre AİHM tarafından sorunun ne şekilde çözüldüğünün açıklığa kavuşturulmasında yarar vardır.
İfade etmek gerekir ki, AİHM, gerek suçların önlenmesi gerekse de koruma tedbiri olarak uygulanan tedbirlerin haklı olup olmadığını değerlendirirken AİHS’nin 8/2. maddesinde yer alan “dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi” kavramlarından yararlanmaktadır. AİHM, Malone/Birleşik Krallık davasında, “hiç kuşkusuz, suçun soruşturulması ve bulgulanması işlerine yardımcı olmak üzere polise iletilerin izlenmesi yetkisi veren bir hukukun bulunması(nın), Sözleşmenin 8 (2). fıkrası anlamında ‘suç ve düzensizliğin önlenmesi amacıyla…demokratik toplumda gerekli” olabileceğine hükmetmiştir. Lambert/Fransa davasında, hırsızlık ve soygun ile suçlanan Lambert isimli şahsın telefonlarının hâkim tarafından verilen kararla dinlenmesinin Sözleşmenin 8. maddesine göre zorunlu bir tedbir olup olmadığını inceleyen AİHM, yapılan müdahalenin ceza yargılamasında gerçeğin ortaya çıkarılması ve böylece düzensizliğin önlenmesi amacına yönelik olduğunu belirterek müdahaleyi bu yönden Sözleşmeye aykırı görmemiştir.
AİHM vermiş olduğu birçok kararda, suça ilişkin delil elde edilmesi amacıyla başvurulan iletişimin denetlenmesi tedbirlerini Sözleşmenin 8/2. maddesinde yer alan meşru sınırlama nedenleri kapsamında değerlendirmiştir.
AİHM, özel hayatın ve iletişimin gizliliğine yönelik müdahalelerin ulusal güvenlik, dirlik ve düzenin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla yapılıp yapılmadığı yönünde bir değerlendirme yapmakla yetinmemekte; müdahalenin demokratik bir toplumun korunması için zorunlu olup olmadığı yönünde de bir değerlendirme yapmaktadır. Genel olarak demokratik toplumda 8. madde için gerekli olanın ne olduğu, ölçülülük ilkesinin uygulanmasıyla bireysel haklar ve kamu yararı arasında oluşturulan dengeye göre belirlemektedir.
“Suç işlenmesinin önlenmesi” sebebi, hem Sözleşmenin 8/2. maddesinde hem de Anayasanın 22. maddesinde yer almaktadır. Anayasamızın 22/2. maddesinde yer alan “kamu düzeninin” korunması kavramı, Sözleşmede yer alan dirlik ve düzenin korunması”nı kapsar niteliktedir. O nedenle AİHM’nin, suç delili elde etmek maksadıyla yapılan iletişimin denetimini “dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi” sebepleri çerçevesinde ele alması, 8. maddenin ihlal edilip edilmediğini belirlerken, ayrıca iletişimin gizliliğine yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda zorunlu olup olmadığını irdeleyerek bir sonuca varması yönündeki uygulaması, Anayasanın 22. maddesi bakımından da kabul edilebilir.
Diğer bir ifadeyle, Anayasanın 22. maddesinde yer alan “kamu düzeni”nin korunması ve “suç işlenmesinin önlenmesi” sebepleri, koruma tedbiri olarak iletişimin denetlenmesinin Anayasal dayanağını teşkil edebilir. Özellikle “kamu düzeni”, çok geniş bir anlama sahiptir. Anayasa Mahkemesi, bu kavramı, kamu hizmetlerinin iyi yapılmasını, devletin emniyet ve asayişini ve kişiler arasındaki ilişkilerde huzuru ve ahlak kurallarına uygunluğu temine yarayan kurum ve kuralların hepsi olarak tanımlamıştır. Kamu düzeni, daha ziyade dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesine yönelik kolluk faaliyetlerini haklı kılan bir sebep olarak değerlendirilmiş ise de, bu kavramın daha geniş bir anlama sahip olduğu açıktır. Gerçekten suçun işlenmesi kamu düzenini bozan bir eylem olduğu gibi, suçların aydınlatılamaması, işlenen suçların cezasız kalması da toplumun dirlik ve düzeninin bozulması sonucunu doğurur. O bakımından, kamu düzeninin korunması kavramı, suçların aydınlatılması ve suça ait delillerin elde edilmesi amacıyla iletişimin denetlenmesine dayanak teşkil eder. İşlenen suçların ve faillerinin ortaya çıkarılarak cezalandırılması, yeni suçların işlenmesi bakımından da caydırıcı bir etkiye sahiptir. O nedenle, bu kavram da koruma tedbiri olarak iletişimin denetlenmesine dayanak oluşturur. Esasen, henüz bir suçun işlenmediği ve işlenip işlenmeyeceğinin de bilenemediği “suç işlenmesinin önlenmesi” amacıyla iletişimin denetimine imkân tanıyan Anayasa koyucunun, suç işlendikten ve suçun işlenmesiyle bir zarar meydana geldikten sonra bu suça ait delillerin elde edilmesi amacıyla aynı tedbire izin vermediği düşünülemez.
AİHM, Sözleşmede temel hakların sınırlanmasının sınırı olarak kabul edilen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramının tanımını yapmaktan kaçınmıştır. Ancak AİHM, demokratik toplumların açık fikirlilik ve hoşgörülülük gibi iki temel özelliği olduğunu vurgulamıştır. Genel olarak demokratik toplumda AİHS’nin 8. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliği ile haberleşme hürriyeti ve gizliliği bakımından gerekli olanın ne olduğu, ölçülülük ilkesinin uygulanmasıyla, bireysel haklar ve kamu yararı arasında oluşturan dengeye göre belirlenmektedir.
4709 sayılı Kanunla Anayasanın 13. maddesinde yapılan ve konumuz açısından da büyük önem taşıyan değişiklik, sınırlamanın sınırı olarak “hakkın özü” kriterinin kabul edilmiş olmasıdır. Buna göre, iletişim özgürlüğü ve gizliliğine getirilecek sınırlamaların bu hakkın özüne dokunmaması lazımdır. İşte bu noktada hakkın özünün ne olduğu ve hangi hallerde hakkın özüne ve bu arada iletişim özgürlüğü ve gizliliğinin özüne dokunulmuş olacağının tespit edilmesi lazımdır.
Genel olarak bir hak ve özgürlüğün özü, o hak ve hürriyetin vazgeçilmez unsuru, dokunulduğu takdirde o hak ve hürriyeti anlamsız kılacak olan asli çekirdeği olarak tanımlanmaktadır. Öze dokunma yasağının neyi koruduğu, daha açık bir ifadeyle, objektif temel hak normunu mu, yoksa bu normun kişiye sağladığı sübjektif hakkı mı koruduğu tartışmalara neden olmuştur. Bir görüşe göre, “bir temel hakkın özüne dokunulup dokunulmadığı, düzenlenecek yaşam ilişkisi, yapılan düzenlemenin kendisi ve bu konuda yaygın kanaatlerin yanı sıra, sınırlamadan sonra o temel hakkın toplumsal yaşam içinde önemini hala koruyup korumadığına bakılarak tayin edilir… Burada belli bir kişinin sübjektif hakkı kastedilmiş olamaz. Çünkü böyle bir hak, bir bütün olarak toplumsal yaşam için bir önem taşımaz. Toplumsal yaşam için önemli olan, sübjektif hakkın kaynaklandığı temel hak normudur”.
Kısaca bu görüşe göre, hakkın özüne dokunulup dokunulmadığı somut olaydan bağımsız olarak tayin edilecektir. Buna karşılık, kişiler bakımından bir güvence teşkil edebilmesi için, öz kavramı ve öze dokunulup dokunulmadığının her somut olay için ayrı ayrı belirlenmesi; kamusal ve bireysel menfaatlerin ölçülmesi ile öze dokunulup dokunulmadığının tespit edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesine göre; “bir hakkın ya da hürriyetin kullanılmasını açıkça yasaklayıcı veya örtülü şekilde kullanılmaz hale koyucu veya ciddi surette güçleştirici ve amacına ulaşmasını önleyici ve etkisini ortadan kaldırıcı hükümler o hak ve hürriyetin özüne dokunur.” Yüksek Mahkeme bir başka kararında da, “.. bir hak ve hürriyetin gayesine uygun şekilde kullanılmasını son derece zorlaştıran veya onu kullanılamaz duruma düşüren kayıtlara tabi tutulması halindedir ki, o hak ve hürriyetin özüne dokunulmuş olması sözkonusu olabilir” demektedir. Öncelikle belirtelim ki, temel hak ve özgürlüklerin özününü ne olduğunu ve onun içeriğini bütün hak ve özgürlükler için belirlemek mümkün değildir. Hakkın özünün, her hak ve özgürlüğün kendisine özgü niteliklerine göre belirlenmesi gerekir.
CMK’nın 135. maddesinde düzenlenen “iletişimin denetlenmesi” tedbirine, bir suç dolasıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması durumunda başvurulabilir.
Cumhuriyet savcısı, ilgili kurumdan sabit ya da ankesörlü telefon ile yapılan görüşmelerin kimle, ne zaman ve hangi süreyle yapıldığına ilişkin kayıtları ve görüşen kişiye ilişkin kimlik bilgilerini içeren iletişimin tespitini isteyebilir.
Ayrıntıları ilgili bölümde açıklandığı üzere, AİHS’in 8 ve Anayasanın 20. maddesinin ikinci fıkralarında teminat altına alınan özel yaşamın ve aile yaşamının korunması haklarının, meşru sebepler, “demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkeleri çerçevesinde kısıtlanması mümkündür. Terörle mücadelede de, devletlerin ulusal güvenliği ve yetki alanlarındaki yaşamları koruma görevleri ile sözleşme tarafından garanti altına alınan diğer hak ve özgürlüklere saygı gösterme yükümlülükleri arasında adil bir denge kurması gerekmektedir.
Ceza Yargılama sistemimize göre, soruşturma/yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğe ulaşılabilmesi için ispat amacıyla kullanılan ve hukuka uygun olarak elde edilen her araç delil olarak kabul edilir. Bu manada esas olan, delilin denetlenebilir olması, keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaması ve yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olay irdelendiğinde; suçun işlendiğini gösterir somut olgulara dayanan kuvvetli suç şüphesinin bulunması, elde edilen delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olmayıp denetlenebilmesi, kamu düzenini bozan bir eylem olarak işlenen suçun aydınlatılamamasının ve cezasız kalmasının, toplumun dirlik ve düzeninin bozulması sonucunu doğuracağında tereddüt olmaması hususları dikkate alındığında;
Demokratik kurumlara, hukuk devletine, demokrasiye ve insan haklarına karşı,
15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip bir çok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, çok büyük bir önem verdiği … silahlı kanadını oluşturan askeri mahrem yapılanmasına yönelik yapılan soruşturmada, şüpheliler ve suç delillerine ulaşılması amacıyla Ankara merkezli ve diğer illlerde Cumhuriyet Başsavcılıklarının yasal yetkisine dayanarak hakim kararıyla geçmişe dönük elde ettiği “iletişimin tespiti (HTS)” kayıtlarının, “hukuka uygun bir delil olarak hükme esas alınmasında herhangi bir hukuki isabetsizlik bulunmadığı, yapılan işlemin “demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkelerine uygun” olduğu, somut olay kapsamında da, kanunda yazılı esas ve usullere göre bu tedbire başvurulmasının “iletişim özgürlüğü” hakkının özünü ortadan kaldırmayacağı kanaatine varılmıştır.
İçeriğine müdahale edilmeden, iletişim araçlarının diğerleri ile kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespitine yönelik işlem olması ve daha çok dış bağlantı verilerini ifade etmesi nedeniyle “iletişimin tespiti”, Cumhuriyet savcısının soruşturma yetkisini düzenleyen CMK’nın 160 ve 161. maddeleri kapsamında istenebilecek delillerdendir. Cumhuriyet savcısı soruşturmanın ayıklayıcılık ve kişilerin lekelenmeme hakkı ilkelerini dikkate alarak delil toplarken Anayasada ve yasada düzenlenen “orantılılık” ilkesini göz önüne almak durumundadır. İletişimin tespitinin istenmesi her zaman aleyhe sonuç doğurmaz. Bazen suça katılmayan kişilerin erkenden tespiti ile haklarında başkaca ceza muhakemesi tedbirine başvurmama imkanını da sağlayabilir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 135/6 maddesinde (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Daha önce uygulamada Ceza Muhakemesi Kanunu 160-161. maddelerinde düzenlenen Cumhuriyet savcısının delil toplama yetkisi kapsamında iletişimin tespitinin yapıldığı, yapılan değişiklikle bu yetkinin hakime verildiği, gecikmesinde sakınca olduğu hallerde Cumhuriyet savcısının bu yetkiyi kullanabileceği düzenlenmişti.
Ancak yeni ceza yargılaması sisteminde soruşturma evresi, suç işlendiği izlenimini veren halin öğrenilmesi ile başlar ve iddianamenin kabulü kararı verilinceye kadar devam eder. Soruşturma evresi üç aşamada gerçekleşir. Bunlar; başlangıç soruşturması, kısa soruşturma ve ara soruşturma aşamalarıdır. (Kunter-Yenisey-Nuhoğlu CMK 18. bası sy. 643) İlk aşama, Cumhuriyet savcısının “araştırmalara” başlama kararı ile gerçekleşen “başlangıç soruşturması”dır. Bu aşamada, kural olarak henüz suçun kim tarafından işlendiği konusunda bir bilgi mevcut bulunmadığı için, “şüpheli” de yoktur. Bu aşamada bir suç işlendiğine dair “basit şüphe” oluşmazsa kovuşturmama kararı verilecektir. Aksi takdirde soruşturmanın diğer aşamalarına geçilip ortaya çıkan şüpheli/şüphelilere ilişkin deliller toplanarak ara soruşturma sonucunda toplanan deliller suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı bir iddianame düzenleyecektir. (Yargıtay 16. Ceza Dairesi - Karar : 2019/6842).
Hukuka Aykırı İletişimin Tespiti (Telefon Dinlemesi) Tutanaklarına Dayanan İkrar
Alınan iletişimin denetlenmesi kararının CMK’nın 135/8. madde ve fıkrasındaki katalog suçlardan olan uyuşturucu madde ticareti suçuna ilişkin, iddianameye konu edilen telefon görüşmelerinin ise tesadüfen elde edilen delil niteliğinde olduğu, Ceza Genel Kurulunun 03/07/2018 tarihli ve 2015/1-396 Esas, 2018/323 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, telefon dinlemesi sırasında tesadüfen elde edilen kanıtların dikkate alınabilmesi için, söz konusu suçun da 135. maddede sayılan katalog suçlardan birisine uygun olmasının gerektiği, sanıklara isnat edilen yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçu, suç tarihi itibarıyla CMK’nın 135/8. madde ve fıkrasında belirtilen katalog suçlardan olmadığından aynı Kanunun 138/2. madde ve fıkrası gereğince iletişimin tespiti tutanaklarının bu suçun delili olarak kullanılamayacağı, elde edildikleri tarihte yürürlükte bulunan kanunlara uygun olarak tespit edilmeyen kanıtların hukuka uygun delil olduklarından söz edilemeyeceği, Ceza Genel Kurulunun 26/01/2016 tarihli ve 2015/9-669 Esas, 2016/38 sayılı Kararında işaret edildiği üzere, ikrarın hangi aşamada gerçekleştiği ve özgür iradeye dayalı olup olmadığı, ikrarda bulunanın beyanın ciddiyetini ve bundan doğacak sonuçları bilip bilmediği, ikrarın başkaca deliller veya emarelerle desteklenip desteklenmediği, hayatın olağan akışına uygun düşüp düşmediği, şüpheden arınmışlığını ve belirliliğini zayıflatacak biçimde ikrardan dönülüp dönülmediği gibi hususlar da göz önünde bulundurulmak suretiyle somut olaydaki ikrarın delil değerinin ortaya konulması ve ispat sorununun bu şekilde çözümlenmesi gerektiği nazara alındığında, iletişimin tespiti tutanaklarına istinaden alınan ikrarın da, kanunda gösterilen hukuka uygun yöntemlerle tespit edilmediğinden, suçun sübutunda delil olarak değerlendirilemeyeceği gözetilerek sanıklar hakkında atılı suçtan beraatleri yerine yetersiz gerekçe ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması, bozma nedenidir (Yargıtay 5. Ceza Dairesi -K.2019/9699).
Hükümlünün Telefon Görüşmesinin Dinlenmesi ve Kayda Alınması
Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, mevzuatımızda önce yalnızca 30.07.1999 tarih ve 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu’nda sayılı örgütlü suçlar için düzenlenmiş iken, özellikle çıkar amaçlı ve örgütlü suçlulukla daha etkin şekilde mücadele edilebilmesi amacıyla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun bir düzenlemeye ihtiyaç duyulması sonucu,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135 ilâ 138. maddelerinde bir koruma tedbiri olarak yeniden düzenlenmiş,
- maddede; iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirine yer verilip söz konusu tedbirlerin yerine getirilme şartları ve usulü hükme bağlanmış, bu konuya ilişkin olarak verilecek kararların kapsamı ve uygulama süresine yönelik ayrıntılı düzenleme yapılmıştır.
CMK’nın 136. maddesinde, 135. maddede sayılan tedbirlerin uygulanmasına dair şüpheli veya sanık müdafisi için öngörülen istisnalar hüküm altına alınmış, 137. maddesinde telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması kararlarının ne suretle icra edileceği, kayda alınan iletişim muhtevasının yazıya dökülmesi, işlemlere son verilmesi, iletişimin içeriğine ilişkin kayıtların yok edilmesi ve ilgililerine bilgi verilmesi düzenlenmiş, aynı Kanun’un 138. maddesinde tesadüfen elde edilen deliller hükme bağlanmıştır.
“İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” başlıklı CMK’nın 135. maddesi suç tarihi itibarıyla;
“1- Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. 2- Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir. 3- Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir. 4- Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. 5- Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur. 6- Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
- Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80),
- Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
- İşkence (madde 94, 95),
- Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),
- Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
- Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
- Parada sahtecilik (madde 197),
- Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
- Fuhuş (madde 227, fıkra 3),
- İhaleye fesat karıştırma (madde 235),
- Rüşvet (madde 252),
- Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (madde 282),
- Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315),
- Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları. b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
c) Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu,
d) Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
7- Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” şeklindedir.
Maddenin birinci fıkrasında,telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasının şartları ve usulü düzenlenmiş,
ikinci fıkrada, şüphelinin veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimin kayda alınamayacağı hükme bağlanmış,
üçüncü fıkrada, iletişimin tespiti kararında yer alması gereken bilgiler ile iletişiminin tespitine ilişkin tedbirin türü, kapsamı ve süresinin gösterilmesi gerektiği belirtilmiş,
dördüncü fıkrasında, şüpheli veya sanığa ulaşılabilmesini sağlayabilecek olan diğer kişilerin mobil telefonunun yerinin tespiti imkânı getirilmiş,
beşinci fıkrada, bu madde hükümlerine göre alınan hâkim veya Cumhuriyet savcısı kararının gizliliği hususunda hükme yer verilmiş, altıncı fıkrasında,
telekomünikasyon yoluyla iletişimin dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ancak fıkrada sayılan katalog suçlarla sınırlı olarak başvurulabileceği hüküm altına alınmış,
yedinci fıkrada, maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimsenin, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemeyeceği ve kayda alamayacağı hükmü getirilmiştir.
Düzenlemeden açıkça anlaşılacağı üzere iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ancak, bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi nedenlerinin varlığı altında ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması hâlinde bir koruma tedbiri olarak değerlendirilebilecek yöntemler olup, kanunda usulü ve hangi suçlar için uygulanabileceği belirlenmiştir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un
“Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” başlıklı 6. maddesinde;
“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir: a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar. b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir. c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunilik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır. d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir. e) Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir. f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yasam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur. g) Hükümlünün infazın amacına uygun olarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin belirttiği hükümlere uyması zorunludur. h) Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlâl edenler hakkında Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Cezalara, Kanunda belirtilen merciler, sürelerine uygun olarak hükmederler. Cezalara karsı savunma ve itirazlar da Kanunun gösterdiği mercilere yapılır.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
Aynı Kanun’un “Hükümlünün telefon ile haberleşme hakkı” başlıklı 66. maddesi;
“(1) Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir.
(2) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde hükümlüler, ücretli telefonlarla serbestçe görüşme yapabilirler.
(3) Açık ve kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler altsoy, üstsoy, eş ve kardeşlerinin ölüm, ağır hastalık veya doğal afet hâllerinde, kuruma ait telefon ve faks cihazından derhâl yararlandırılırlar. Görüşmeler, tutanak ile belgelenir ve tutanaklar özel bir dosyada saklanır.
(4) Hükümlüler açık ve kapalı ceza infaz kurumlarında, çocuk eğitimevlerinde araç telefonu, telsiz telefon veya cep telefonu ve benzeri iletişim araçlarını bulunduramaz ve kullanamazlar.” şeklinde olup,
2.7.2018 tarihli ve 700 sayılı KHK’nın 160. maddesiyle, ilk fıkrada yer alan “tüzükte” ibaresi “Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelikte” biçiminde değiştirilmiştir.
20.03.2006 tarihli ve 10218 numaralı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Telefonla görüşme hakkı” başlıklı 88. maddesinde ise;
“(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir.
(2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:
a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,
b) Disiplin cezaları olsa bile, anne, baba, eş, çocuk ve kardeşlerin ölüm veya ağır hastalıkları veya doğal afet hâllerinde, hükümlülerin telefon görüşme hakları hiçbir şekilde engellenemez,
c) Açık ve kapalı kurumlardaki hükümlüler; altsoy, üstsoy, eş ve kardeşlerinin ölüm, ağır hastalık veya doğal afet hâllerinde, kuruma ait telefon ve faks cihazından derhâl yararlandırılır. Bu hâlde, yapılan telefon konuşmaları o haftaya ait konuşma hakkından sayılmaz. Görüşmeler, tutanak ile belgelenir ve tutanaklar özel bir dosyada saklanır,
d) Kurum personeli hükümlülere tahsis edilen telefonları kullanamaz,
e) Hükümlüler, telefon görüşmesi hakkına sahip oldukları konusunda bilgilendirilir,
f) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir. Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Ancak tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler on beş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile görüşebilir,
g) Hükümlünün, kurumun güvenliğini tehlikeye düşüren, suç oluşturan veya bir suça azmettirme ya da yardım etme sonucunu doğurabilecek konuşmalarda bulunduğu dinleme sırasında belirlendiğinde, görüşme derhâl kesilir. Bu hâlde hükümlü hakkında adlî veya idarî soruşturmaya esas olacak işlemler kurum en üst amiri tarafından yapılır,
h) Suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün yöneticiliğini yapmaya devam eden, bu konuda herhangi bir yöntemle, kurum içi veya dışındaki kişilere talimat veya mesaj veren hükümlülere idare ve gözlem kurulu kararıyla telefon görüşmesi hiçbir şekilde yaptırılmaz,
ı) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan hükümlüler, idare ve gözlem kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve on beş günde bir olmak üzere eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi ile on dakikayı geçmemek üzere görüşebilir,
j) Telefonla görüşme ücreti, görüşmeyi yapan hükümlü tarafından karşılanır. Görüşme için kullanılan telefon kartları kurum kantininde satılır. Müdürü bulunmayan kurumlarda telefon kartları, ücreti hükümlülerden alınmak koşuluyla görevli memurlar tarafından temin edilir,
k) Hükümlü bu maddede belirtilen telefonla görüşme hakkını kullanabilmek için Telefon Görüşme Formu
doldurur. Bu formda; telefon görüşmesi yapmak istediği kişiler ve bunlarla olan yakınlık derecesini, görüşme yapmak istediği sabit, cep telefon numaraları ile yurtdışı telefon numarasını, telefon görüşmesi yapacağı yakınlarının açık adreslerini belirtir ve gerekli belgeler eklendikten sonra idareye verir. İdare gerekli gördüğü takdirde gideri hükümlüden alınmak koşuluyla formdaki bilgilerin doğruluğunu araştırabilir. Telefon görüşme formunda yer alan bilgilerde değişiklik olması halinde hükümlü yeni bir form düzenleyerek idareye bildirir. Hükümlü tarafından formda gösterilmemiş olan kişilerle telefon görüşmesi yaptırılmaz,
l) Hükümlünün formda belirttiği bilgiler varsa değişiklikler deftere kaydedilir. Bu deftere, ayrıca telefon görüşmesi yapmak isteyen hükümlünün haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası olup olmadığı ve varsa hücreye koyma cezasının infazına başlanıp başlanmadığı yazılır. Defter, bu işle görevlendirilmiş ikinci müdürün kontrolünde güvenlik ve gözetim servisi tarafından tutulur. Defterin sayfaları numaralanır ve mühürlenir; kaç sayfadan ibaret olduğu kurum müdürü tarafından tasdik olunur. Defterler, her an denetime hazır hâlde bulundurulur,
m) Telefonla konuşmak isteyen hükümlüler, ‘Telefon Görüşme İstek Formu’ doldurarak idareye verir. Bu formlar, hükümlü telefon görüşme defteri ile karşılaştırılır. Telefonla görüşmeye engel hâlleri bulunmayan hükümlülerin isim listesi bu işle görevli ikinci müdür tarafından kontrol ve tasdik edilerek infaz ve koruma başmemurluğuna verilir. Müdürü bulunmayan kurumlarda bu işlem infaz ve koruma başmemuru tarafından yapılır. Telefon görüşmesi yapmak isteyen hükümlünün bu görüşmeyi yapmasına engel bir hâli bulunması hâlinde bunun sebepleri gerekçelendirilmek suretiyle tutanağa yazılır ve bu tutanağın içeriği hükümlüye bildirilerek dosyasına konulur,
n) Konuşma sırası gelen hükümlünün kurum içindeki tehlikelilik durumu da dikkate alınarak gerekli güvenlik önlemleri alınmak suretiyle telefon görüşmesi yapılacak yere getirilir. Hükümlü, öncelikle konuşmasına kendi adını ve soyadını söyleyerek başlar. Görüştüğü karşıdaki kişiye, adını, soyadını ve telefon numarasını tekrar etmesini isteyerek konuşmasına devam eder. Bu işlemin yapılması zorunlu olup, konuşma bittikten sonra, telefon görüşme istek formunun konuşmanın yapıldığına ilişkin bölümü doldurulur, konuşmayı yapan hükümlü ve görevli memur tarafından imzalanır. Bu formdaki bilgiler, deftere kaydedilmek üzere güvenlik ve gözetim servisine verilir,
o) Hükümlülere dışarıdan telefon açılmak suretiyle görüşme yaptırılmaz,
p) (Değişik: 15/6/2009-2009/15092 K.) Telefon görüşmeleri Türkçe yapılır. Ancak hükümlünün, kendisinin veya görüşeceğini bildirdiği kişinin Türkçe bilmediğini beyan etmesi hâlinde, konuşmanın yapılmasına izin verilir ve konuşma kayda alınır. Kayıtların incelenmesi sonucu, konuşmanın suç teşkil etme ihtimali olan faaliyetler için kullanıldığının anlaşılması durumunda, hükümlünün bir daha aynı kişiyle Türkçeden başka bir dille konuşmasına izin verilmez,
r) Yabancı uyruklu hükümlülerin görüşmeleri için bildirdiği telefon numaralarının, bildirilen kişilere ait olup olmadığı, ayrıca; görüşmek istenen kişinin, belirtilen kişi olmadığı yönünde bir şüphe bulunması hâlinde, ilgili konsolosluk makamlarından bilgi istenir. Görüşme yapılması talep edilen telefon numaralarının kime ait olduğunu gösteren, yetkili makamlarca düzenlenmiş resmî evrakın Türkçe tercümesi, hükümlünün yasal temsilcisi veya yakınları tarafından da ibraz edilebilir.
(3) Açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerinde bulunan hükümlüler, ücretli telefonlarla serbestçe görüşme yapabilirler. Çocuk hükümlülerin telefonla konuşması hiçbir şekilde kısıtlanamaz ve engellenemez.
(4) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin, bu maddede belirtilen yakınları ile yaptığı telefon görüşmeleri, idare tarafından dinlenir ve elektronik aletler ile kayda alınır.
(5) Hükümlüler, açık ve kapalı kurumlarda, çocuk eğitim evlerinde araç telefonu, telsiz telefon veya cep telefonu ve benzeri iletişim araçlarını bulunduramaz ve kullanamaz” düzenlemeleri yer almaktadır.
Anayasa’nın 22. maddesinde, haberleşmenin gizliliğine yönelik müdahalelerin ikinci fıkrada sayılan özel sınırlamalar doğrultusunda hâkim kararıyla olabileceği, buna karşın üçüncü fıkrada ise bazı kamu kurum ve kuruluşlarının kanun ile bu koşuldan istisna tutulabileceği belirtilmiştir.
Bu doğrultuda 5275 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (b) bendi ile, aynı Kanun’un 66. maddesindeki hükümler uyarınca, cezaevinin, kanuni ve istisnai olarak haberleşme özgürlüğünün kısıtlanabileceği bir kurum olduğunun kabulü gerekir.
Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesinin bireysel bir başvuru üzerine hükümlü ve tutukluların haberleşme özgürlüğüne ilişkin olarak vermiş olduğu 16.04.2015 tarihli ve 6693 sayılı kararında da,
” Bununla birlikte hükümlü ve tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak tutma olarak değerlendirilebilecek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı dışında (bkz. İbrahim Uysal, B.No: 2014.1711, 23.7.2014, §§ 29-33) Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına genel olarak sahiptirler (Aynı yönde bir karar için bkz. Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B.No. 74025/01, 6.10.2005, § 69).
Bununla birlikte cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suç işlenmesinin önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi cezaevinde düzen ve güvenliğin teminine yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda bu haklar sınırlanabilir. Ancak bu durumda dahi mahkûmların haklarına yönelik yapılacak sınırlandırmalar temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen kanunla, meşru bir amaçla ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olma şartlarını taşımalıdır (Aynı yönde bir karar için bkz. Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No. 5947/72, 6205/73, 7052/75, 7061/75, 7107/75, 7113/75, 7136/75, 25/3/1983, §§ 99-105).
Başvurucunun ailesi ile yaptığı telefon görüşmelerinin dinlenmesi ve kaydedilmesine ilişkin iddialarının incelenmesinde aile hayatına saygı hakkının da gözetilmesi gerekmektedir. Başvuru konusu olayda cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz sonuçları ve aile ile yapılan görüşmelerinin gizliliği meselesi bir bütün halinde Anayasa’nın 20. ve 22. maddeleri temelinde birlikte değerlendirilmelidir. Bu bağlamda haberleşmenin gizliliğine yönelik yapılan müdahalenin Anayasa’nın 20. ve 22. maddelerinde tanımlanan aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyetini ihlal edip etmediğine yönelik incelemede müdahalenin sırasıyla kanunilik, meşru amaç, demokratik toplumda gereklilik ve ölçülülük ilkelerine uygunluğu denetlenmelidir.
Anayasa’nın 22. maddesinde düzenlenen haberleşmenin gizliliğine yönelik müdahalenin ikinci fıkrada belirtilen amaçlar çerçevesinde hâkim kararı ile olabileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte üçüncü fıkrada bazı kamu kurum ve kuruluşların kanun ile istisna tutulabileceği belirtilmiştir.
Cezaevi idaresinin hükümlü ve tutukluların haberleşmesine müdahalesinin Anayasa’nın 22. maddesinin hangi fıkrası kapsamında kaldığının belirlenmesi müdahalenin kanuniliği açısından önemlidir. Zira ikinci fıkra kapsamında olduğunun kabulü halinde hâkim kararı veya onayı olmaksızın yapılan bir müdahale kanunilik ilkesini karşılamayacaktır. Öte yandan üçüncü fıkranın gündeme gelmesi durumunda kanun koyucunun cezaevini istisna kamu kurumu olarak kabul edip etmediği değerlendirilecektir.
Cezaevlerinin Anayasa’nın 22. maddesinin üçüncü fıkrasındaki istisna kamu kurumu olduğuna dair mevzuatta açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte 1721 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (e) bendi uyarınca cezaevlerinde hükümlü ve tutukluların iletişiminin nasıl düzenleneceği ve denetleneceğinin tüzükle belirleneceği belirtilmiştir. Öte yandan 5275 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca hükümlülerin Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, anılan Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabileceği ve tutuklular açısından 5275 sayılı Kanun’un 116. maddesi delaletiyle 66. ve 68. maddeleri gereğince telefon, mektup, faks ve telgraf ile haberleşmenin denetleneceği belirtilmiştir. Dolayısıyla yukarıda belirtilen Kanun maddelerinin, cezaevini haberleşme hürriyetinin kısıtlanabileceği istisnai kamu kurumu olarak kabul ettiği değerlendirilmiştir. … Anayasa’nın 19. maddesi gereğince hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatının sınırlanması hukuka uygun olarak cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz ve doğal bir sonucudur. Öte yandan hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, cezaevi idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ile temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (benzer karar için bkz. Messina/İtalya (No. 2), B. No. 25498/94, 28/12/2000, § 61; Ouinas/Fransa, B. No. 13756/88, 12/3/1990; Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Nitekim Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararlarında da hükümlü ve tutukluların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin hükümlü ve tutukluları ziyaret etmelerine izin verilmesi gerektiği belirtilmiştir (bkz. § 28).
Anayasa’nın 41. maddesi, 20. maddesinin birinci fıkrası ile birlikte değerlendirildiğinde devletin hükümlü ve tutukluların ailesi ile görüşmelerini sağlayacak tedbirleri almak yükümlülüğü altında olduğu açıktır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi cezaevi idaresi bu yükümlülüğü yerine getirirken cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz ve doğal sonuçlarını gözetmesi gerekmektedir. Bu bağlamda cezaevi idaresi açısından esas alınacak ilke cezaevinin güvenliği, düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi ile aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı arasında adil bir dengenin sağlanmasıdır. Ancak bu dengede özgürlük ve güvenlik ilişkisinde cezaevinde bulunmanın sonuçları olarak idarenin özgürlüğe müdahale açısından takdir marjının daha geniş olduğu gözetilmelidir.
5275 sayılı Kanun’un 66. ve 68. maddelerinde aile ve diğer yakınları ile telefon ve yüz yüze görüşmenin nasıl yapılacağı ve bu konudaki sınırlamaların esas çerçevesi çizilmiştir. Bununla birlikte Yönetmelik’in 66., 66/A ve 70. maddelerinde de 5275 sayılı Kanun’da öngörülen esaslar çerçevesinde iletişimin hangi sıklıkta ve nasıl yapılacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. 5275 sayılı Kanun’un 116. maddesi delaletiyle anılan hükümlerin tutuklular için de uygulanacağı açıktır. Dolayısıyla hükmen tutuklu başvurucunun ailesi ve diğer yakınları ile iletişimine ilişkin olarak yapılan düzenlemelerin kanuniliği noktasında herhangi bir eksiklik söz konusu değildir. … Başvuru konusu olayda başvurucunun özel ve aile hayatına saygı hakkının ceza evinde tutulmanın kaçınılmaz ve doğal sonuçları temelinde müdahale edilerek sınırlandırılması ile cezaevinin düzeni, güvenliği ve suçun önlenmesi meşru amacı temelindeki kamu yararı arasındaki denge hususunda; cezaevi idaresinin mevzuat çerçevesinde tutuklu ve hükümlülerin ailesi ve diğer yakınları ile görüşmesinin sağlanması ve korunmasının aksine tutum takındıkları söylenemez. Başvurucunun da bu yönde herhangi bir iddiası bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucu biri açık olmak üzere ayda dört kez görüşme ve haftada on dakika telefonla görüşme imkanına da sahiptir. Başvurucunun tutuklu olmasının da mevzuat kapsamında hükümlülerden daha geniş dış dünya ile ilişki imkânına sahip olmasını gerekli kıldığı da söylenemez. Bu çerçevede başvurucunun ailesi ve diğer yakınları ile telefonla ve yüz yüze görüşmesinin normal düzende işlediği de açıktır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında başvurucunun özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkına yönelik kısıtlamaların Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri anlamında demokratik toplumda kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli olan demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olduğu söylenemez.” Açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu aşamada ceza muhakemesi hukukunun en önemli ilkelerinden birisi olan “Delillerin serbestliği” ve “Hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillerin kullanılması” konuları üzerinde de durulması gerekmektedir.
İstikrar kazanmış yargı kararlarında ve öğretide ifade edildiği üzere, ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğe ulaşılmasında kullanılan araç delillerdir. CMK’nın “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasındaki; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki hükümle, ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş ve “Delillerin serbestliği” ilkesine de vurgu yapılmıştır. Buna göre bütün deliller hukuka uygun olarak elde edilmeli ve değerlendirilmelidir.
Ceza muhakemesinde bir hususun hangi delille ispat olunacağı konusunda sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilen delilleri kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine delilleri de araştırıp değerlendirerek, her türlü şüpheden arınmış bir neticeye ulaşmalıdır. Dolayısıyla yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilmiştir. Ancak maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun değil, hukuk kuralları içerisinde, şüpheli ve sanığın hakları korunarak araştırılmalıdır.
Öğretide, delilleri elde etmek amacıyla yürütülen soruşturma işlem ve yöntemlerinin çoğunluğuyla, koruma tedbirlerinin tamamı, kişilerin temel hak ve özgürlüğüne müdahaleyi gerektirdiği, ceza muhakemesinin, toplumun suçun aydınlatılmasındaki menfaati ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerine müdahaledeki çıkarının dengelenmesi esasına dayandığı, maddi gerçeğe ulaşma gayesiyle delil elde edilmeye çalışılırken, insan onuru ve hakları ile hukukun ve ceza muhakemesinin temel ilkelerinden ödün verilemeyeceği belirtilmektedir (Murat Volkan Dülger, Ceza Muhakemesi Hukukunda Dışlama Kuralı ve Hukuka Aykırı Delillerin Uzak Etkisi, Seçkin Yayınları, Ankara 2014, s. 38).
CMK’nın 206. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmesi hâlinde reddolunacağı belirtilmiş, 217. maddesinin ikinci fıkrasında ise, yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Madde metninden anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, ceza yargılama sistemimizde ispat aracı olarak kullanılamayacaktır. CMK’nın 230. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, hükmün gerekçesinde delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan veya reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi zorunludur.
Ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğe ulaşabilmek için, delil elde edilmesi aşamasında şahsi ve toplumsal değerlerin korunması da gereklidir. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğreti ve uygulamada “Delil yasakları” olarak adlandırılan birtakım sınırlamalar getirmiştir.
Delil yasakları; “Delil elde etme” ve “Değerlendirme” yasakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara “delil elde etme yasakları” hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunsa bile bir delilin yargı mercilerince ortaya konulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise “Delil değerlendirme yasakları” denilmektedir.
İfade alma ve sorgunun yasak usullerle gerçekleştirilmesi, tanıklıktan çekinme hakkı olanlara bu hakkın hatırlatılmaması, aramanın herhangi bir karara dayanmadan yapılması, ses veya görüntülerin montajlanması delil elde etme yasağına; tanıklıktan çekinen şahidin önceki ifadelerinin okunamaması, iletişimin denetlenmesi sırasında tesadüfen elde edilen delillerin CMK’nın 135. maddesinin altıncı fıkrasında sayılanlar dışındaki bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılamaması ise delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek olarak gösterilebilir.
Diğer taraftan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Suç tarihinde Giresun Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan sanığın eşi olan tanık … ile kapalı görüş kapsamında yaptığı telefon görüşmesi sırasında, eşinin daha önce kurban bayramı nedeniyle açık görüş için geldiği cezaevinde, girişte bulunan duyarlı güvenlik cihazından geçerken cihazın bir kaç kez ikaz vermesi üzerine orada bulunan görevli jandarma personeliyle yaşadığı tartışmayı öğrenip, öfkeye kapılarak ilgili görevliye ve cezaevinde telefonları dinlemekle görevli mağdura sinkaflı sözlerle hakaret ettiği olayda;
Anayasa’nın 22. maddesinde haberleşme hürriyetinin millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulünce sınırlandırılabileceğine ve bu temel hakka ilişkin istisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşlarının kanunda belirtileceğine yer verilmesi, anılan anayasal düzenlemeler doğrultusunda 5275 sayılı Kanun’un 6. maddesi uyarınca hükümlülerin, Anayasa’da yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere aynı Kanun’da öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilmesi ve aynı Kanun’un 66. maddesi gereğince kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlülerin, mevzuatta belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile yapabilecekleri telefon görüşmelerinin idarece dinlenip kayıt altına alınabilmesi, bu anlamda kişilerin telekomünikasyon yoluyla gerçekleştirdikleri iletişimler yönünden tek sınırlamanın CMK’nın 135. maddesindeki koruma tedbirinden ibaret olmayıp anılan düzenlemelerin de söz konusu sınırlamalar kapsamında düşünülmesi gerektiği hususları birlikte ele alındığında;
Somut olayda ceza evinde suç işlenmesinin önlenmesi, düzenin ve disiplinin temini gibi nedenlerle gerçekleştirilen uygulama sonucu elde edilen görüşme kayıtları, adli dinlemelere ilişkin ve bir koruma tedbiri niteliğinde olan CMK’nın 135. maddesi kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayıp, sanığın ceza evinde tutulmasının doğal bir neticesi olarak elde edildiğinden yasal niteliğe sahiptirler.
Belirtilen şekilde elde edilen delillerin kullanılmasının yasaklanmasına dair herhangi bir düzenleme de bulunmadığından, CMK’nın 217/2. maddesi anlamında hukuka uygun olarak elde edilen bu delil ile kendisine karşı sarfedilen hakaret sözlerini bizzat duyan mağdurun beyanları, yüklenen suçun ispatı için mahkemece kullanılmalarının önünde bir engel olmadığı kabul edilmelidir. Aksi hâlde telefon görüşmesi yapan ve konuşmalarının kayıt altına alındığını bilen her hükümlü veya tutuklunun, dinlemeleri gerçekleştiren kamu görevlilerine serbestçe hakaret edebileceği gibi hukuken kabulü mümkün olmayan bir durum ortaya çıkacaktır.
Somut olayda sanığın eşinin daha önce yaşadığı bir olaya ilişkin durumun kendisine yanlış aktarılmış olması da kamu görevlisi mağdur açısından haksızlık olgusunu ortadan kaldırmamakta olup, telefonu dinlemekte olan kamu görevlisi mağdurun onur, şeref ve saygınlığının korunması gerekmektedir.
Öte yandan sanığın adli sicil kaydındaki Giresun 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 29.01.2009 tarihli ve 164-37 sayılı mahkûmiyet hükmünde tekerrüre esas ceza bulunması nedeniyle, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 58. maddesinin uygulanması gözetilmemiş ise de aleyhe temyiz bulunmadığından bu husus bozma nedeni sayılmayıp ancak eleştiri konusu yapılabilecektir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilerek, diğer yönleri usul ve kanuna uygun olan itiraza konu hükmün; “Tekerrüre esas mahkûmiyeti bulunan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 58. maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır” eleştirisiyle onanmasına karar verilmelidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararı - Karar : 2018/591).
İletişimin Tespitine Hangi Suçlarla İlgili Kim Karar Verir?
Kız kaçırma olayından dolayı (Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı)nın 2005/13433 sayılı soruşturması sırasında şüphelinin kullandığı cep telefonu ile ilgili iletişimin tespiti talebi üzerine, soruşturma konusu suçun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135/6. maddesinde sayılan suçlardan olmadığından bahisle reddine dair, Eyüp İkinci Sulh Ceza Mahkemesinin 03.06.2005 gün, 2005/439 müteferrik sayılı kararına vaki itirazın keza reddine ilişkin Eyüp Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesinin 08.06.2005 gün ve 2005/365 müteferrik sayılı kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 161. maddesi hükmüne göre, suç işlendiği izlenimini veren hali öğrenen Cumhuriyet Savcısının kamu davası açmaya yer olup olmadığına karar vermek için her türlü araştırmayı yapmak zorunda olması karşısında, mağdure ve şüpheliye ulaşmak için cep telefonu ile yapılan iletişimin tespiti gerekli olup, bu tespit telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi olmayıp Cumhuriyet Savcısının bilgi edinme ve delil toplama serbestisi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, kaldı ki cep telefonu ile iletişimde kullanılan baz istasyonlarının tespiti, mağdure veya şüphelinin bulunduğu yeri belirlemede etkili olacağı, özellikle yaygın işlenen suçlardan olan büyükbaş hayvan hırsızlığında suç yeri yakınında bulunan baz istasyonlarını kullanan o yere ait olmayan numaraların tespiti ve cep telefonu hırsızlıklarında da imei numarası takibi ile çalınan cep telefonunu kullanan numaranın belirlenmesi ile çalınan cep telefonu ve failin belirlenmesi sureti ile gerçek faillere ulaşılmasının mümkün olduğu, aksi durumda suç işleyen faillerin takipsiz kalması sonucunun doğacağı, bu durumlar nazara alındığında iletişimin tespiti gerektiği gözetilmeden itirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde ret kararı verilmesinde isabet görülemediğinden bahisle 5271 sayılı CMK.nun 309. maddesi gereğince bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 15.07.2005 gün ve 31082 sayılı Kanun yararına bozmaya atfen C.Başsavcılığının 01.08.2005 günlü ve 2005/138929 sayılı tebliğname ile daireye ihbar ve dava evrakı birlikte tevdii kılınmakla gereği düşünüldü:
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 5353 sayılı Yasanın 17. maddesiyle değişik 135. maddesi uyarınca, “bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde edilmesi imkanının bulunmaması durumunda, hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi “tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir.”
5353 sayılı Yasanın 17. maddesiyle değişik CMK.nun 135. maddesinin 6. fıkrasında bu madde kapsamında“ dinlenme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine” ilişkin hükümlerin fıkrada sayılan katalog suçlarla ilgili olarak uygulanabileceği öngörülmüştür.
Soruşturma evresinde şüphelinin kullandığı telefonuyla yaptığı görüşmelere ilişkin detay bilgilerinin, yani telefonla yapılan bağlantıların kimlerle ve ne zaman yapıldığının belirlenmesi anlamına gelen “tespit” yukarıda belirtilen CMK.nun 135. maddesinin 6. fıkrası kapsamı dışında bırakılmıştır. Bu nedenle, hangi suça ilişkin olursa olsun, şüpheliye ait telefondan kimlerle, ne zaman görüşüldüğüne dair “tespit” CMK.nun 135/1. maddesi uyarınca hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde C.Savcısının kararıyla mümkün olacaktır (Yargıtay 5. Ceza Dairesi - Karar : 2005/20489).
Hukuka Yapılan İletişimin Dinlenmesi Kayıtları Sanık Lehine Delil Olabilir
Ceza Genel Kurulu 03.07.2007 tarih ve 2007/167, 22.01.2008 tarih ve 2008/3 karar sayılı kararlarında; hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulunan iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınamayacağını belirtmek suretiyle iletişimin dinlenilmesi hususunda önemsiz/şekli hukuka aykırılık anlayışının geçerli bulunmadığını kabul etmiştir. Gerçektende haberleşme hürriyeti anayasal bir haktır ve ihlali önemsiz kabul edilemez. CMK’nın 135. maddesinde iletişimin dinlenilmesinin katalog suçlar için mümkün kılınması, katalog harici suçlar için tespit edilmiş delilleri CMK’nın 138. maddesinin dahi dışında tutması hukuka aykırı bir kararla elde edilmiş iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınmayacağının kanun tarafından da açıkça öngörüldüğünü göstermektedir. Buna göre yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmış sayılması dahi hukuka aykırı dinleme tutanaklarının delil olarak kullanılabileceği anlamına gelemez. Ancak, kanuna aykırı olarak elde edilmiş iletişimin dinlenilmesi kayıtlarının sanığın anayasal haklarının ihlali sonucu elde edilmiş olması nedeniyle hükme esas alınamayacağı hususundaki yegane istisna bu kayıtların sanığın lehine delil olarak kullanılabilecek olmasıdır.(Yargıtay 16. Ceza Dairesi - Karar:2017/5338).
İletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Kayda Alınmasına Dayanak Suçtan KYOK Kararı Verilmesi
Suç tarihine göre iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izleme şeklindeki soruşturma işlemlerine dayanak suç olan suç işlemek amacıyla örgüt kurma eyleminden kovuşturmaya yer olmadığına karar (KYOK) verilmiş olması karşısında, bu kapsamda elde edilen delillerin soruşturma ve yargılama konusu dosyada delil olarak değerlendirilemeyecek olması, mağdurun PVSK ek 6. maddesine uygun teşhis işlemi sırasında sanık …’ı teşhis edememesi karşısında; sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği halde, yasal olmayan ve yetersiz gerekçe ile mahkumiyet hükmü kurulması, bozma nedenidir (Yargıtay 17CD-Karar : 2019/5925)
Hakkında Dinleme Kararı Bulunmayan Sanık Hakkında Yapılan Dinleme Tesedüfi Delil Niteliğindedir
İnceleme dışı sanık … hakkında katalog suçlar arasında yer alan suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan yapılan soruşturma sırasında hâkim kararına dayalı elde edilen bu delillerin usul ve kanuna uygun olarak elde edildikleri, ancak hakkında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması kararı bulunmayan sanık … için elde edilen bu delillerin tesadüfi delil niteliğinde olduğu, CMK’nın 138. maddesinin ikinci fıkrası gereğince tesadüfi delillerin hükme esas alınabilmesi için hükme konu suçun aynı Kanun’un 135. maddenin altıncı fıkrasının (a) bendinde düzenlenen katalog suçlar arasında yer alması gerektiği, sanık … hakkında mahkûmiyet hükümleri kurulan suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte yardım etme, tehdit ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının ise katalog suçlar arasında yer almadığı hususları birlikte göz önünde bulundurulduğunda, inceleme dışı sanık … hakkında alınan karar doğrultusunda düzenlenen iletişimin tespiti tutanaklarının sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükümlerinde hükme esas alınamayacağı kabul edilmelidir (Ceza Genel Kurulu 2016/944 E. , 2020/513 K.).
Avukat Baran Doğan
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.