Taksirle Öldürme Suçu Nedir? (TCK 85)
Taksirle insan öldürme, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir kusurlu davranış ile öngörülebilir nitelikte bir neticenin “öngörülemeyerek” bir kimsenin hayatına son verilmesidir. Bilinçli taksirle insan öldürme ise yapılan kusurlu davranış ile bir kimsenin ölebileceğinin fail tarafından “öngörülmesine” rağmen, şansa veya kişisel becerilere güvenilerek davranışın yapılmasıdır. Taksirle ölüme neden olma suçu, ‘Hayata Karşı Suçlar’ bölümünde TCK md. 85’te düzenlenmiştir.
İster basit taksirle öldürme suçu, isterse bilinçli taksirle öldürme suçu olsun; her iki halde de failin ortaya çıkan “insan öldürme” sonucunu istememesi halinde taksirli sorumluluk meydana gelir. Fail, “insan öldürme” neticesini bilerek ve isteyerek fiili gerçekleştiriyorsa taksirle öldürme suçu değil, kasten öldürme suçu söz konusu olur. Taksir ile işlenen fiil neticesinde ölüm meydana gelmez ve mağdur yaralanırsa taksirle yaralama suçu işlenmiş olur.
Taksirle ölüme neden olma suçu işleyen fail aleyhine, mağdur yakınlarının (anne, baba, eş, çocuklar, kardeşler vb.) maddi ve manevi tazminat davası açma hakkı vardır.
- Ölüm hatalı doktor uygulamasından kaynaklanmışsa, fiili işleyen doktora karşı tıbbi malpraktis sebebiyle tazminat davası açılabilir.
- Ölüm iş kazasından kaynaklanmışsa, iş sahibine karşı iş kazası nedeniyle tazminat davası açılabilir.
- Ölüm trafik kazasından kaynaklanmışsa, trafik kazasından kaynaklanan tazminat davası açılabilir.
Taksirle İnsan Öldürme Suçu Şikayet Süresi
Taksirle adam öldürme suçu şikayete tabi bir suç değildir. Savcılık suçun işlendiğini öğrenir öğrenmez fail hakkında resen soruşturma yapar ve kamu davasını açar. Söz konusu suç için TCK’da belirlenen dava zamanaşımı süresi 15 yıldır. Yani, savcılık bir kimsenin taksirle öldürüldüğünü, ölümden itibaren 15 yıl içinde haber alırsa soruşturma başlatabilir. Dava zamanaşımı süresi geçtikten sonra soruşturma yapılamaz.
Müşteki, kamu davası açıldıktan sonra dahi şikayet hakkını kullanarak ceza davasına müdahil olabilir.
Taksirle veya Bilinçli Taksirle Ölüme Neden Olma Suçunda Görevli Mahkeme
Taksirle ölüme neden olma suçunda, yani fiil ister genel taksirle ister bilinçli taksirle işlenmiş olsun, bir kişinin ölümü halinde asliye ceza mahkemesi görevli mahkeme olarak belirlenmiştir (5235 SK md. 12).
Ancak taksirli fiil neticesinde en az 1 ölüm ile birlikte en az 1 yaralanma veya 2 ölüm gerçekleşmişse, taksirli suçu yargılama görevi ağır ceza mahkemesi tarafından yerine getirilecektir.
Taksirle işlenen fiil neticesinde ölüm ve yaralanmalar meydana gelmesine rağmen yaralı olanlar soruşturma aşamasında şikayetten vazgeçmiş ve olayda sadece tek ölüm varsa yetkili mahkeme yine asliye ceza mahkemesi olacaktır.
Örneğin; İstanbul Bahçelievler ilçesinde meydana gelen trafik kazası neticesinde 1 kişi ölmüş, 2 kişi yaralanmıştır. Yaralılar, soruşturma aşamasında şikayetten vazgeçtiği takdirde yetkili ve görevli mahkeme Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi, yaralılar şikayete devam ettiklerinde yetkili ve görevli mahkeme Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’dir.
Taksirli Suç Kavramı ve Taksirin Unsurları
Taksirli suç, failin tedbirli ve öngörülü davranmaması, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesi halinde söz konusu olur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2007/221 ve 2008/185 sayılı kararlarında ve yerleşik uygulamada taksirli suçun unsurları şunlardır:
-
Fiilin taksirle işlenebilen bir fiil olması: Bir fiilin taksirli halinin cezalandırılabilmesi için açıkça kanunda o fiilin taksirli suç olarak düzenlenmesi gerekir. Taksirli suçlar, 5237 sayılı TCK’da da açıkça belirlenmiştir. Kasten işlenebilen fiiller ve kanunda açıkça fiilin taksirli halinin cezalandırılmadığı suçlar, taksirli suç kategorisine girmez.
-
Hareketin iradiliği: Fail, yaptığı hareketi kendi özgür iradesiyle yapmalıdır. Taksirli tüm suçlarda, kasten işlenen suçlarda olduğu gibi fiili işleyenin irade özgürlüğü olmalıdır. Fail, irade özgürlüğünü kendi kusuruyla kaybetmişse, taksirli suçtan yine sorumlu olacaktır. Örneğin, yüksek miktarda alkol alarak, alkollü araç kullanan sürücü bu davranışları kendi özgür iradesiyle seçmiştir. Bu nedenle işlediği taksirli suç nedeniyle sorumlu olacaktır.
-
Neticenin iradi olmaması: Fail, suçun oluşumuna neden olan hareketi kendi iradesiyle yapmasına rağmen, hareket neticesinde oluşan sonucun meydana gelmesini istememelidir. Neticenin istenmemesi, taksirli suçları kasıtlı suçlardan ayıran en önemli özelliktir. Fail neticenin meydana gelmesini de istiyorsa, artık taksirli suç değil, kasten işlenen bir suç vardır. Örneğin, alkollü araç kullanan bir kişi, neticeyi bilerek ve isteyerek arabayla herhangi bir kimseyi öldürmeye kalktığında, fail taksirli suç hükümlerine göre değil, kasıtlı suç hükümlerine göre yargılanacaktır.
-
Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması: Failin yaptığı hareketle meydana gelen sonuç arasında mutlaka sebep-sonuç ilişkisi olmalıdır.
-
Neticenin öngörülebilir olması: Taksirli bir suçtan bahsedebilmek için neticenin öngörülebilir olması gerekir. Fail öngörülebilir neticeyi öngörmeyerek taksirli fiili işlemeli, ancak meydana gelen neticenin oluşmasını istememelidir.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir. Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanununda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir. Türk Ceza Kanununda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tâbi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça dair cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür. Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırt edici ölçüt; basit taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hali, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hali ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür (YCGK-K.2016/250).
Taksirle İnsan Öldürme Suçu ve Sorumluluk Rejimi
“Herkes kendi kusurlu fiilinden sorumludur” ilkesi ceza hukukunun genel ilkesidir. Taksirle ölüme neden olma suçunu işleyen fail de kendi kusurluluk durumuna göre sorumlu olur. Yani objektif bir sorumluluk rejimi yoktur, kusur sorumluluğu rejimi söz konusudur. Faile verilecek ceza tayin edilirken olayın meydana gelmesindeki kusuru tespit edilir ve fail kusuru oranında cezalandırılır. Taksirle adam öldürme suçu birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmişse herkes kendi kusuru oranında sorumlu olacaktır. Her failin yargılama neticesinde alacağı ceza kusurluluk durumuna göre ayrı ayrı belirlenir. Örneğin; bir trafik kazası nedeniyle meydana gelen ölüm olayında birden fazla sürücünün kazaya karışması halinde herkes kendi kusuru miktarınca cezalandırılacaktır.
Bilinçli Taksirle İnsan Öldürme Suçu ve Sorumluluk Rejimi
Bilinçli taksir, genel taksirin daha yoğunlaşmış halidir. Bilinçli taksir halinde fail, ileride açıklayacağımız üzere genel taksirle işlenen suça verilen cezadan daha ağır bir cezayla cezalandırılır. Bilinçli taksirle adam öldürme suçu, fiili işleyen kişinin yaptığı davranışla “adam öldürme” neticesinin gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen fiili işlemesiyle meydana gelir. Somut bir olaya bilinçli taksirle adam öldürme rejiminin uygulanabilmesi için failin sonucu öngörmesine rağmen gerçekleşmesini istememesi gerekir. Fail işlediği fiil ile “adam öldürme” neticesinin gerçekleşmesini istiyorsa artık bilinçli taksirle ölüme neden olma değil, kasten adam öldürme suçu meydana gelir.
Bilinçli taksir faile verilen cezanın daha ağır hale gelmesine neden olduğu için uygulamada bilinçli taksir halinin gerçekleşip gerçekleşmediği titizlikle değerlendirilmelidir.
Bilinçli taksirle adam öldürme haline bazı örnekler;
-
Hastanın ameliyat edilmesi sırasında hemşirenin doktora kullanılmış ameliyat malzemesi vermesi, doktorun da daha önce kullanıldığını bile bile ameliyat sırasında bu malzemeleri kullanması neticesinde hastanın ölmesi bilinçli taksirle adam öldürme suçunu teşkil eder. Bu somut durumda hem hemşire hem doktor bilinçli taksirle adam öldürme suçu nedeniyle cezalandırılır. Çünkü, hem hemşire hem doktor kullanılmış malzemenin enfeksiyon vs. gibi nedenlerle ölüme neden olacağını biliyor, ancak hastanın ölmesini istemiyor. Hemşire ve doktor, ölüm sonucunun gerçekleşebileceğini “öngördükleri” için genel taksirle değil, bilinçli taksirle adam öldürme suçu hükümleri gereği cezalandırılır.
-
Yüksek oranda alkol aldığı halde araba sürerek trafik kazası neticesinde ölüme neden olan şahıs, fiili bilinçli taksirle işlediğinden faile bilinçli taksir hükümlerine göre ceza verilir. Çünkü, fail yüksek alkol alarak araç süren bir kimsenin ölüme neden olabileceğini öngörmesine rağmen arabayı sürmüştür.
-
Kırmızı ışıkta geçerek trafik kazası neticesinde bir kimsenin ölümüne neden olan kişi bilinçli taksir hükümlerine göre sorumlu olur. Fail, kırmızı ışıkta geçtiğinde trafik kazası neticesinde ölüme neden olabileceğini öngörmesine rağmen fiili işlemektedir.
Trafik Kazası ve Taksirle Adam Öldürme Suçu
Trafik kazaları, kasten işlenen fiillerle değil taksirle işlenen fillerle meydana gelir. Trafik kazası, failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması nedeniyle oluşur. Bu nedenle, trafik kazası hem genel taksirle hem de bilinçli taksirle meydana gelebilir. Trafik kazası neticesinde ölüme neden olan fail, genel taksir halinde farklı, bilinçli taksir halinde farklı bir ceza ile cezalandırılır.
Trafik kazası neticesinde taksirle ölüme neden olma suçu iddiasıyla başlatılan soruşturmada öncelikle failin kusuru tespit edilmelidir. Uygulamada failin kusur durumunu tarif etmek için asli kusur-tali kusur ayrımı yapılmaktadır. Trafik kazasının meydana gelmesinde failin hangi oranda kusurlu olduğu bilirkişi incelemesi aracılığıyla tespit edilir. Bilirkişi tarafından kural ihlalleri tek tek saptanarak kusur oranı belirlenir. Bilirkişi raporu denetime elverişli, objektif ve olaya uygun hazırlanmalıdır. Tarafların bilirkişi raporuna itiraz hakkı olduğu gibi davanın temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay aşamasında da bilirkişi raporu denetlenmektedir. Bilirkişi incelemesi neticesinde trafik kazasının meydan gelmesinde önemli kural ihlalleri yaparak esaslı bir şekilde kusurlu olan kişi “asli kusurlu”, daha az önemli kuralları ihlal ederek trafik kazasına neden olan kişi “tali kusurlu” olarak kabul edilmektedir. Genel taksirle veya bilinçli taksirle adam öldürme suçu işleyen faile verilecek ceza, bu kusur durumları dikkate alınarak belirlenir. Asli kusurlu sayılan faile verilecek ceza, ileride açıklayacağımız üzere suça dair ceza alt sınırından daha yukarıda bir miktarda belirlenir, tali kusurlu kabul edilen faile verilecek ceza ise suçun alt sınırı dikkate alınarak belirlenir.
Trafik kazası neticesinde taksirle ölüme neden olma suçu nedeniyle yapılan yargılamada kazaya neden olan araçta teknik inceleme yapılması gerekebilir. Bu halde konunun uzmanı olan bilirkişiler vasıtasıyla araçta teknik inceleme yapılabilir.
Trafik kazası nedeniyle yapılan yargılamalarda mutlaka olay yerinde keşif yapılmalıdır. Mümkünse olayın tanıkları ve tarafları keşif mahalinde dinlenmeli, sorular sorularak olay aydınlatılmaya çalışılmalıdır. Trafik kazasını tespit eden mobese kameraları, özel işyeri kameraları veya diğer özel çekimler varsa yargılama sırasında bu kayıtlar incelenerek durumu tespit eden bir bilirkişi raporu hazırlanmalıdır.
İş Kazası ve Taksirle Ölüme Neden Olma Suçu
İş kazası, işyerinde veya işin yapılması sırasında işçinin uğradığı her türlü kazadır. İş kazaları nedeniyle sorumluluk, İş Kanunu hükümleri gereği oldukça geniş bir perspektifle düzenlenmiştir. İş Kanunu’na göre işyerinde gerçekleşen her türlü kaza iş kazasıdır. İşyerinde gerçekleşmese bile işin yürütümü sırasında olmak şartıyla, nerde olursa olsun işçinin uğradığı her türlü kaza da iş kazası sayılır.
İş kazası işçinin ölümüne neden olmuşsa, taksirle ölüme neden olma şartlarının oluşup oluşmadığı soruşturma açılarak savcılık tarafından resen soruşturulur. İş kazasının meydana gelmesinde, iş güvenliği ve işçi sağlığı kurallarına riayet edilmemesinin etkisi varsa, bu durumda işverenin kusurlu olduğu kabul edilir. Örneğin, inşatta çalışan işçiye iş elbisesi, baret, gözlük vb. gibi güvenlik ekipmanı verilmemesi, işçinin fazla çalıştırılması gibi olgular, iş güvenliği ve işçi sağlığı kurallarının ihlal edildiği anlamına gelmektedir.
İş kazası neticesinde taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan soruşturma yürüten savcılık, iş güvenliği uzmanlarından bir veya birden fazla bilirkişi raporu alarak iş kazasının meydana gelmesinde kimlerin ne ölçüde kusurlu olduğunu tespit eder. İş kazasının meydana gelmesinde kusurlu olanlar hakkında taksirle ölüme neden olma suçu işledikleri iddiasıyla dava açılır. Uygulamada işveren büyük şirketler, iş güvenliğinden sorumlu müdür tayin etmekte, iş kazaları meydana geldiğinde şirket ortakları değil, sorumlu müdürler iş kazası sebebiyle taksirle ölüme neden olma suçundan yargılanmaktadır. Örneğin, büyük bir inşaat firması inşaat alanından sorumlu bir şantiye şefi atamakta, meydana gelen iş kazaları neticesinde taksirle ölüme neden olma suçundan da bu şantiye şefleri yargılanmaktadır.
Her şirketin özelliğine ve faaliyet alanına göre iş kazası nedeniyle taksirle ölüme neden olma suçundan sorumlu kişi tespit edilmelidir. Örneğin, toplu yemek şirketlerinde üretim sorumlusu gıda mühendisi; elektrik üreten şirketlerde sorumlu elektrik mühendisi; inşaat şirketlerinde inşaat alanından sorumlu şantiye şefi veya iş güvenliği sorumlusu olan kişiler, iş kazası sebebiyle taksirle ölüme neden olma suçundan yargılanabilirler. Sorumlu müdürün uyarılarına rağmen, şirket, iş güvenliği için gerekli önlemleri alamamış ise, şirket ortaklarını veya yöneticilerini de iş kazası nenedeniyle taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan sorumlu tutmak mümkündür.
Doktor Hatası (Tıbbi Malpraktis) ve Taksirle Ölüme Neden Olma Suçu
Doktor hatası, diğer bir deyişle “tıbbi malpraktis”, hastaya tıbbi uygulama yapılırken dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı uygulama yapılması veya mesleki bilgi yetersizliği veya acemilik nedeniyle yanlış uygulama yapılmasıdır. Özel hukukta doktor, her türlü hatasından sorumludur. Doktor hataları, vekalet sözleşmesine aykırılık olarak kabul edildiğinden, doktorlar, en hafif kusurlarından dahi sorumludur.
Doktorlar, tıbbi uygulama yaparken hedefledikleri sonuca ulaşamamaktan dolayı değil, bu sonuca varmak için yaptıkları her bir uygulamanın dikkat ve özenle yapılmasından sorumludur. Doktor ile hastası arasındaki ilişki vekil-müvekkil ilişkisidir. Doktor hastasının kişisel özelliklerine en uygun tedaviyi seçmeli, hastanın zarar görmemesi için hem mesleki hem de genel hayat tecrübelerine göre alınması gereken tüm önlemleri almalı, uygulama sırasında yeni bir sorunla karşılaştığında sorunu ortadan kaldırmak için titizlikle araştırma yapmalı, her türlü koruyucu tedbiri aldıktan sonra yeni bir uygulama yapmalıdır.
Doktor hatası neticesinde hasta ölmüşse; doktor, taksirle ölüme neden olma iddiasıyla yargılanır. Doktorun yaptığı tıbbi uygulamanın tıp bilimin gereklerine uygun olup olmadığı, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’ndan bilimsel bir rapor alınarak tespit edilir. Doktor hatası, hangi nedene dayalı olursa olsun yapılan uygulama hatalı ise doktor, taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılır. Örneğin, ameliyat sırasında hastasının midesinde gazlı bez unutan ve gelişen komlikasyonla hastanın ölümüne neden olan doktor, taksirle ölüme neden olma suçu nedeniyle cezalandırılır.
Doktor hatası neticesinde ölüm meydana geldiğinde, fiili işleyen doktora karşı tıbbi malpraktis sebebiyle tazminat davası açılabilir.
Taksirle veya Bilinçli Taksirle Adam Öldürme Suçu Cezası (TCK 85)
Taksirli suçlarda faile ceza verilirken “asli kusur” – “tali kusur” ayrımına göre faile verilecek ceza belirlenir. Fail asli kusurlu ise olayın oluş şekli dikkate alınarak suçun kanunda belirlenen cezanın alt sınırından daha yukarısında bir ceza belirlenmelidir. Fail tali kusurlu ise kanunda belirlenen cezanın alt sınırından ceza belirlenmelidir.
-
Taksirle adam öldürme suçunun cezası, 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasıdır. Taksirle adam öldürme neticesinde “iki veya daha fazla kişi ölmüş” veya “bir kişi ölmüş ve bir veya birden fazla kişi yaralanmışsa” suçun cezası 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasıdır.
-
Bilinçli taksirle adam öldürme suçunun cezası ise yukarıdaki maddeye göre belirlenen cezanın 1/3’ten 1/2 oranına kadar arttırılmasıyla tespit edilir. Örneğin; taksirle adam öldürme neticesinde 3 yıl ceza alacak bir fail, bilinçli taksir halinde 4 yıl ile 4,5 yıl arası ceza alabilir.
Taksirle Adam Öldürme Suçu ve Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, fail hakkında verilen mahkumiyet hükmünün 5 yıl süre ile hüküm doğurmaması ve bu süre sonunda cezanın kendiliğinden düşmesiyle sonuçlanan faile ikinci bir şans veren ceza hukuku kurumudur. Bilinçli taksir halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması ceza miktarı nedeniyle mümkün değildir. Taksirle adam öldürme suçu halinde ise ceza miktarı 2 yıl veya altında olduğunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) mümkündür. Hagb kararı verilmesi için mağdurun ölüm nedeniyle uğradığı maddi zararın karşılanması zorunludur. Mağdurun zararı giderildiği taktirde mahkeme tarafından HAGB kararı verilebilir.
Taksirle Adam Öldürme Suçu ve Cezanın Adli Para Cezasına Çevrilmesi
Taksirle adam öldürme suçu, “Adli Para Cezası” seçenek yaptırımı açısından özellikli bir durum arz etmektedir. Taksirle adam öldürme suçu nedeniyle yapılan yargılamada verilecek cezanın miktarı ne olursa olsun, isterse faile 15 yıl ceza verilsin, bu ceza koşulları varsa adli para cezasına çevrilebilir. Yani taksirli suçlarda cezanın adli para cezasına çevrilmesi açısından bir ceza süresi sınırı yoktur.
Bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunda ise verilecek cezanın adli para cezasına çevrilmesi mümkün değildir.
Taksirle Öldürme Suçu Yargıtay Kararları
Tali Kusurlu Sanığın Cezasının Arttırılması
Olay tarihinde, saat 06.40 sıralarında sanığın idaresindeki otobüsü ile meskun mahal dışında bulunan bölünmüş yolun yol çalışması sebebiyle iki yönlü hale getirildiği yolda seyrettiği esnada, hızını mahal şartlarına göre ayarlamayan sanık ile kavşaklarda geçiş üstünlüğü kuralına uymayan ölen Belediye otobüs şoförünün çarpışması sonucu, 3 kişinin öldüğü ve yaralananlardan şikayetçi olan 18 kişiden 10 kişinin nitelikli şekilde yaralandığı olayda; tali kusurlu sanık hakkında, kusur durumu, meydana gelen zararın ağırlığı dikkate alınarak, iki sınır arasında temel ceza belirlenirken suçun işleniş biçimi, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu, maddede öngörülen cezanın üst sınırı nazara alınmak suretiyle, adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun şekilde asgari hadden daha fazla uzaklaşılması gerekirken, teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek, temel cezanın eksik tayini ile yol çalışmasının bulunduğu, hız limitinin 50 km/saat olduğu yolda kavşak mahalline sanığın sürücüsü olduğu otobüse ait takograf incelenmesi ile 95 km/saat hızla girerek kazaya sebebiyet verdiği anlaşılan sanığın, bilinçli taksirle hareket ettiği sübuta erdiği halde, cezasında TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca artırım yapılmaması hukuka aykırıdır (Yargıtay 12.Ceza dairesi -Karar: 2016/10563).
Ölümlü ve Yaralanmalı Trafik Kazasında Tam Kusurlu Sanığın Cezası
Yapılan yargılama neticesinde sanığa alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle TCK’85/2 maddesi gereği 3 yıl hapis cezası verilmiş, TCK md. 59 uygulnarak takdiri indirim neticesinde sonuç ceza 2 yıl 6 ay olarak belirlenmiştir. Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nın 61/1 ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, meydana gelen zararın ağırlığı, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zaman nazara alınmak suretiyle TCK’nın 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen cezanın alt ve üst sınırları arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken; sanığın tam kusurlu olarak, A.İ.’nin ölümüne, katılan H.K’nın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde, katılan O.A’nın da hayati tehlike geçirecek ve vücudunda (4) derece kemik kırığı oluşacak şekilde yaralanmalarına sebebiyet verdiği somut olayda, sanığın taksirinin yoğunluğu ve meydana gelen zararın ağırlığı gözetilerek, alt sınırdan daha fazla uzaklaşılıp, hak ve nesafete uygun daha fazla bir ceza tayini yerine, teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek eksik ceza tayini kararın bozulmasını gerektirmiştir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi - Karar No: 2017/3587).
Asli Kusurla Ölüme/Yaralanmaya Neden Olma ve Adli Para Cezası
Trafik kazası neticesinde iki kişi ölmüş, iki kişi de yaralanmıştır. Trafik kazası tespit tutanağına ve keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporuna göre; sanığın bölünmüş karayolunda karşı yönden gelen trafiğin kullandığı şerit veya bağlantı yoluna girme kuralını ihlal etmesi sebebiyle asli kusurlu olduğu, kazaya karışan diğer araç sürücülerinin ise kusurunun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan sanığın TCK’nun 85/2, 62 ve 53/6. maddeleri gereğince 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 3 yıl süre ile sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmiştir.
TCK md. 50/4’te “Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz” şeklindeki düzenleme uyarınca taksirli suçlarda diğer şartların da varlığı halinde hapis cezasının uzun süreli de olsa adli para cezasına çevrilmesi mümkündür.
İki kişinin ölümü nedeniyle yargılanan ve meydana gelen kazada asli kusurlu olan sanığın, ölenlerin yakınlarının uğradığı maddi ve manevi zararı giderdiğine dair dosya kapsamında bir bilgi ve belgenin mevcut olmaması, savcılıkta “üzgün olduğu” şeklindeki beyanı dışında herhangi bir pişmanlığını gösterir davranışının dosyaya yansımaması ve kazanın meydana gelmesinde diğer araç sürücülerinin kusurunun bulunmaması karşısında; sanığı yargılama sürecinde bizzat gözlemleyen yerel mahkemenin, hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesine ilişkin gösterdiği “kusur oranının fazlalığı, asli kusurlu olması, meydana gelen zarar, suçun işleniş şekli ve özellikleri” şeklindeki gerekçenin dosya kapsamına uygun olduğu ve sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesinde bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir (Yargıtay CGK - Karar:2017/362).
Silahla Taksirle Öldürme Suçu
Kızıyla damadının geçmişten beri devam eden ve olay günü de tekrarlanan kavgaları nedeniyle büyük bir üzüntüye kapılan sanığın, kendisini öldürmek amacıyla yatak odasında gördüğü silahı alıp salona geldiği, kızına ve damadına “bıktım bu şekilde davranmalarınızdan, öleyim de kurtulayım” diyerek silahı göğsüne dayadığı, kızı ve damadının sanığın elinden silahı almaya çalışırken sanığın parmağının tetiğe değmesi ile silahın bir kez patlaması sonucu maktule A.’nun sol göğüs kısmından bitişik atış mesafesinden vurulduğu sabittir.
Buna göre, sanık ile kızı ve damadı arasındaki olayın ani gelişmesi, sanık ve maktulenin anne-kız olup aralarında öldürmeyi gerektirecek herhangi bir sebebin bulunmaması, sanığın maktule A. yönünden maddi delillerle örtüşen istikrarlı savunması, sanığın kızı olan maktuleyi öldürmek istediğine ilişkin herhangi bir delilin dosya içerisinde bulunmaması, sanığın kastının öldürmeye yönelik olduğu hususunun şüphede kalması ve bu şüphenin de sanık lehine değerlendirilmesi zorunluluğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın taksirle öldürme suçundan cezalandırılması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır (Yargıtay CGK-Karar: 2014/363).
Sollama Yasağının İhlali Bilinçli Taksir Niteliğindedir
Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine dair hüküm, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
16.10.2013 günü saat 18.20 sıralarında, sanık sürücünün yönetimindeki araç ile yerleşim yeri dışında, 7 metre genişliğinde, aydınlatmanın olmadığı, iki yönlü, virajlı, eğimsiz, kuru, asfalt kaplama yolda seyir halinde iken, karşı istikamet şeridine girerek idaresindeki otomobilin ön kısımları ile seyir halinde olan diğer sürücü idaresindeki otobüsün ön kısımlarına çarpması sonucu aracında bulunanların vefatı ve birden fazla kişinin yaralanması ile sonuçlanan olayda; sollama yasağı olduğunu gösterir düz şerit çizgisine ve sollama yasağı levhasına rağmen önündeki aracı sollamak sureti ile kazaya neden olduğu tanık beyanları ile tüm dosya kapsamından sabit olan sanığın eylemini bilinçli taksir ile işlediğinin kabulü ve hakkında TCK’nın 22/3. maddesinin uygulanması sureti ile bir hüküm kurulması gerekirken, eylemin basit taksirle işlendiğinin kabulü sureti ile ve suç niteliğinde yanılgıya düşülerek sanık hakkında eksik ceza tayini bozma nedenidir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi - K.2017/6429).
Silahla Bilinçli Taksirle Ölüme Sebebiyet Verme
Sanığın, eşi, baldızı, arkadaşı ve arkadaşının eşiyle birlikte patika yolda yürüdükleri sırada, elinde bulunan av tüfeğinin tetiğine parmağının değip tüfeğin patlaması sonucunda eşinin başından vurularak ölmesi şeklinde gerçekleşen somut olayda, sanık, içerisinde fişek bulunan ve horozunun çekili olması sebebiyle patlamaya hazır halde olan tüfek elindeyken, yürüdükleri patika yolun yapısı gereği heran parmağının tetiğe değerek elindeki tüfeğin patlayıp yakında bulunanlar için tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini olağan hayat tecrübeleriyle öngörmesine rağmen, bir şey olmaz düşüncesi, benzer durumlarla ilgili olarak olumsuz sonuçlar doğmamış olması ve şansına güvenmesi sebebiyle sonucun gerçekleşmeyeceği yönünde yanlış bir kanaatla hareket etmiştir. Buna karşılık, istemediği, ancak öngördüğü sonucun meydana gelmesini engelleyecek olan objektif özen yükümlülüğüne uygun davranmamış, bu bağlamda içerisinde fişek bulunması ve horozunun çekili olması sebebiyle her an patlayabileceğini öngörmesine karşın tüfeği o şekilde taşımaya devam etmiştir. Bu nedenle, meydana gelen ölüm olayında sanığın bilinçli taksirle hareket ettiğinin kabul edilmesinde bir isabetsizlik yoktur. (Yargıtay CGK- Karar: 2014/251)
Tüfeğin Aniden Ateş Alması, Taksir ve Bilinç Taksirle Ölüme Neden Olma
Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin temyiz incelemesinde;
Sanığın köydeki evine oynamak için daha önce de sürekli olarak gelen, komşu çocuğu olan 3 yaşındaki ölen çocuğun olay günü yine sanığın evine gelip; salonda dikiş diken sanıktan habersiz olarak yatak odasına girip perde arkasında saklı olan dolu, 113 cm. uzunluk ve 5 kg ağırlığında olan av tüfeğini dipçiğinden sürükleyip salona getirdiğini gören sanığın, eşinin şehirde çalışması ve ayda bir evine gelmesi nedeniyle evinde bulundurduğu tüfeğini çocuğun elinde görünce korkup panikleyerek çocuğun elinden almak isterken tüfeğin ateş alıp çocuğun ölümüne neden olması biçiminde gerçekleşen olayda; sanığın o anki ruh hali, korkup paniklemesi, yaşadığı sosyal çevre bilgi ve kültür düzeyide göz önüne alındığında olayda bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı gözetilmeden sanığa fazla ceza tayini bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi - Karar: 2011/9905).
Taksirle Ölüme Neden Olma Suçunda Şahsi Cezasızlık Şartları (TCK 22/6).
Taksirli hareketi sonucu meydana gelen neticenin münhasıran failin şahsi ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması halinde faile ceza verilmeyecektir.
TCK’nun 22. maddesinin altıncı fıkrasında taksirli suçlar bakımından kendine özgü bir “şahsi cezasızlık hali” düzenlenmiştir. Şahsi cezasızlık halinin bulunduğu durumlarda aslında ortada bir suç vardır; bunun yanında failin kusurlu olduğu kabul edilebilir, ancak kanun koyucu izlediği suç siyaseti gereği bu durumu cezasızlık sebebi saymış, buna bağlı olarak da 5271 Sayılı CMK’nun 223. maddesinin 4. fıkrasının ( a ) bendinde; “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verileceğini hüküm altına almıştır.
TCK’nun 22. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan hükmün kapsamının belirlenmesi bakımından uygulamada sorunlarla karşılaşılmakta, bu konudaki tartışmaların genel olarak “fail ile mağdur arasındaki yakınlığın hangi düzeyde olması ve olay sebebiyle failin hangi ölçüde zarar görmesi gerektiği” konularında yoğunlaştığı görülmektedir.
Kanuni düzenlemeye bakıldığında, bu şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için somut olay açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken iki temel şartın varlığı aranmaktadır.
1- ) Taksirle işlenmiş suç bulunmalıdır. 22. maddenin altıncı fıkrasının ilk cümlesinde; “Taksirli hareket sonucu neden olunan netice”den bahsediliyor olması, anılan şahsi cezasızlık sebebinin yalnızca taksirle işlenen suçlarda uygulanabileceğini göstermektedir. Doğrudan kast, olası kast veya kast taksir kombinasyonu ile işlenen suçlarda bu hüküm uygulanamayacaktır. Bilinçli taksirin varlığı durumunda ise aynı fıkranın “bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir” şeklindeki son cümlesi uyarınca bu şahsi cezasızlık hali değil, “cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep” sözkonusu olabilecektir.
2- ) Meydana gelen netice “münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından” etkili olmalıdır. Buna göre, failin taksirli hareketiyle neden olduğu netice hem kendisine acı ve ızdırap vermeli, hem de cezalandırılmasına karar verilmesi kendisi ve ailesi bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açmalıdır. Görüldüğü gibi bu şart, kendi içerisinde üç ayrı hususu içermektedir:
Öğretide de benimsendiği üzere bunlardan ilki; “failin taksirli eyleminden ağır düzeyde etkilenmiş olması”, başka bir deyişle failin kendi fiilinin mağduru durumuna düşmesidir. Failin uğradığı mağduriyet, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Hangi mağduriyetin bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacağı ise her somut olaya göre belirlenmelidir.
İkincisi, failin taksirli eyleminden “ailevi durumu” itibarıyla da etkilenmesidir. Bu şart, fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecedeki yakınlığı ifade etmektedir. Bu anlamda, üzerinde durulması gereken husus akrabalığın derecesinden çok “aile” kavramıdır. Çünkü kanun koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle “aile” ibaresini tercih etmiş ve bir manada faille mağdur arasında “aynı aileden olma ilişkisini” aramıştır. Aile ise kanunlarımızda tüm yönleriyle tanımlanmış bir kavram değildir. Bu konuyla ilgili olarak; bir yandan aile kavramının üstsoy, altsoy ve evlilik ilişkisini kapsayacak bir şekilde yorumlanması gerektiğini savunan öğreti, diğer yandan ortada bir aile bulunup bulunmadığını değerlendirirken biyolojik gerçekten çok, toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarını göz önünde bulundurmaktadır.
Altıncı fıkranın uygulanması bakımından, aile kavramını geniş tutmanın sakıncalarının yanında, bir ailenin kimlerden oluşacağının sınırlı olarak sayılması da doğru değildir. Yapılması gereken, faille mağdurun aynı aileden olup olmadığının somut olaya göre değerlendirilmesidir. Zira bazı hallerde kişilerin aynı aileden olup olmadıkları hususu sadece akrabalık derecelerine göre değil, diğer bilgi ve belgelerle birlikte çözülmeli, belli derecede akrabalık bağı bulunması her zaman altıncı fıkranın uygulanmasını gerektirecek bir karine olarak değerlendirilmemelidir. Örneğin, haklarında ayrılık kararı olan karı koca veya aralarında husumet bulunan kardeşlerin durumu gibi. Failin yalnızca kendisine değil, aynı ailede yer alan başka birine de zarar vermek suretiyle, “ailevi hayatının” zarar görmesi gerekmektedir. Bunun dışında taksirle gerçekleşen bir olayda, aynı aileden olmayan birisinin zarar görmesi, bazen kişinin aile hayatını derinden etkileyebilirse de bu şekildeki dolaylı bir zarar, altıncı fıkranın uygulanmasını gerektirmeyecektir. Örneğin, failin araç kullanırken kusurlu hareketiyle eşinin akrabası veya çok sevdiği bir arkadaşının ölümüne neden olmasından ötürü, eşiyle boşanmak zorunda kalmaları gibi.
Üçüncü husus, taksirli suçtan “münhasıran failin kişisel ve ailevi hayatının etkilenmiş” olmasıdır: Bu şarttan anlaşılması gereken; taksirli hareket sonucunda ailesinden birisinin zarar görmesi sebebiyle failin ziyadesiyle etkilendiği olayda, fail ile ailevi ilişkisi bulunmayan başka bir kişinin daha zarar görmemesidir. Fail ve ailesi dışında bir kişinin de zarar gördüğü olaylarda ise anılan fıkra hükmü uygulanmayacaktır. Başkalarının zarar görmesinden maksat, fail ve ailesi dışındaki üçüncü kişilerin dolaylı olarak etkilenmesi değil, olaydan bizzat zarar görmesidir. Örneğin, olay sırasında eşinin yanında, akrabası olmayan bir kişinin de öldüğü ya da yaralandığı hallerde fail bu fıkradan yararlanamayacak, buna karşılık sadece eşinin öldüğü hallerde, eşinin akrabalarının olay sebebiyle üzülecek olmaları failin altıncı fıkradan yararlanmasına engel teşkil etmeyecektir.
Kanun koyucunun; “münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu”ndan söz ederek, “kişisel” ile “ailevi” kelimeleri arasına “ve” bağlacını koymuş olması, 2. şartın gerçekleşebilmesi için, her üç hususun da birlikte bulunmasının zorunlu olduğunu göstermektedir. TCK’nun 22. maddesinin altıncı fıkrasında “münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu” ibaresinin kullanılmış olması karşısında, taksirli fiili sonucunda failin kendisi veya ailesinden birisi dışında başkalarının da zarar görmüş olması durumunda; örneğin failin bir yakınının ölmesi veya yaralanmasına rağmen, başkalarının da mağduriyeti veya zarar görmesine neden olunmuşsa altıncı fıkra hükmü uygulanamayacaktır. Nitekim öğretideki görüşler de bu doğrultudadır.
Son olarak, bilinçli taksirle altıncı fıkra kapsamında değerlendirilebilecek bir yakınının ölümüne ya da yaralanmasına neden olan fail hakkında, anılan fıkradaki şahsi cezasızlık sebebi değil, yalnızca cezasında indirim hükümleri uygulanacaktır.
Taksirle ölüme neden olma suçunun daha fazla cezayı gerektiren halinin düzenlendiği TCK’nun 85. maddesinin 2. fıkrasındaki suçun, aynı kanunun 22/6. maddesinin uygulanması açısından “taksirle yaralama” ve “taksirle ölüme neden olma” şeklinde ikiye bölünüp bölünemeyeceği sorununa gelince;
TCK’nun 85. maddesinin 2. fıkrasında birden ziyade kişinin ölümü ya da bir kişinin ölümüyle birlikte en az biri şikayetçi olmak şartıyla bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet verilmesi, taksirle ölüme neden olma suçunun daha fazla cezayı gerektiren nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. Maddenin 2. fıkrasında düzenlenen suçta taksirli fiil tek olmakla birlikte, birden fazla kişinin ölümü ya da bir kişinin ölümüyle, en az biri şikayetçi olmak şartıyla bir veya daha fazla kişinin yaralanması şeklinde meydana gelen iki sonuç cezalandırılmaktadır. TCK’nun 85/2. maddesinde, taksirle yaralama ve ölüm şeklinde netice ikiye bölünerek bunların biri hakkında TCK’nun 22/6. maddesinin uygulanması mümkün değildir.
Uyuşmazlık konusu bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Asli kusurlu olarak eşinin ölümü, biri şikayetçi olmak üzere altı kişinin yaralanmasına sebebiyet veren sanığın, eşinin ölümü sebebiyle kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olduğu açık ise de olayda münhasıran kendisi ve ailesi dışında başkalarının da zarar gördüğü, mağdurlardan birisinin şikayetçi olduğu ve üzerine atılı suçun bölünmesinin de mümkün olmadığı anlaşıldığından, hakkında 5237 Sayılı TCK’nun 22/6. maddesinde hüküm altına alınmış olan şahsi cezasızlık sebebinin uygulanmasına imkan bulunmamaktadır. Bu sebeple yerel mahkemenin direnme hükmü isabetli değildir.
Bu itibarla, katılan vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, yerel mahkeme direnme hükmünün, taksirli hareketi neticesi asli kusurlu olarak eşinin ölümü ve katılanın yaralanmasına neden olan sanık hakkında TCK’nun 22/6. maddesinin uygulanamayacağının gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir (Yargıtay CGK-Karar : 2014/216).
Zincir ve Kış Lastiği Zorunluluğuna Uymayan Sürücü Bilinçli Taksirle Öldürmeden Sorumludur
Sanık idaresindeki kamyonetle, gündüz vakti, meskun mahalde, iki yönlü, gidiş yönüne göre iniş eğimli, virajlı, yüzeyi buzlu olan asfalt kaplama caddede, sınıfına göre zorunlu olmasına karşın aracında kış lastiği bulunmadığı ve lastiklerine zincir takılı olmadığı halde seyrederken aracının 4,9 metre kayması sonucu direksiyon hakimiyetini kaybettiği esnada, seyir istikametine göre soldan yoldan çıkarak, aynı istikamette bankette yürümekte olan yayaya çarpmasıyla, mevcut hızını yol şartlarına göre ayarlamayarak, tam kusuruyla bir kişinin ölümüne sebebiyet verdiği olayda; sanığın eylemini bilinçli taksir ile gerçekleştirdiği ve cezasında 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca artırım yapılması gerektiği gözetilmemesi, bozma nedenidir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi-K.2021/722).
“Basit Taksir” İle “Bilinçli Taksirle” Öldürme Arasındaki Fark
Taksirden söz edilebilmesi için neticenin öngörülebilir olması gerekli ve yeterli olmasına karşılık, bilinçli taksir halinde failin somut olayda ayrıca bu neticeyi öngörmüş olması da gereklidir.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Bilinçli taksirde netice somut olarak öngörüldüğü halde, istenmemiştir.
Bilinçli taksiri, taksirden ayıran özellik, bilinçli taksirde istenmeyen netice fiilen öngörülürken, taksirde öngörülmemektedir.
Yasada, taksirin bir türü olarak düzenlenmiş bulunan bilinçli taksir esas itibariyle olası kastın sınırlarını daraltıcı bir işlev görmektedir. Bu nedenle, olası kastın anlamı ve sınırları belirlenmeden, bilinçli taksirin kapsamının tayini mümkün değildir.
Olası kast ve bilinçli taksir öngörme unsuru itibariye örtüşmesine rağmen, isteme unsuru bakımından ayrılmaktadır.
Olası kastı bilinçli taksirden ayıran özellik, mümkün yada muhtemel olarak öngörülen neticenin kabullenilmesi, failin öngördüğü tipik neticenin meydana gelmeyeceğine yönelik bir güveni olmadan hareket etmesidir. Başka bir anlatımla, fail öyle yada böyle herhalde hareketi gerçekleştirirdim diyorsa olası kast, neticenin gerçekleşeceğini bilseydim hareketi gerçekleştirmezdim, diyorsa bilinçli taksir söz konusudur. Somut olaya gelince; sanığın yolda bulduğunu iddia ettiği bir ateşli silahla, …‘ın temizlik görevlisi olarak çalıştığı bir camiye gittiği, burada bulunan kabinlerden birine girip kapıyı kapattıktan sonra ateşli silahın ateş aldığı ve silahtan çıkan merminin pvc olarak tabir edilen kapı malzemesini delerek …‘ın sağ kaş dış üst kısmından girerek ölümüne sebebiyet verdiği olayda, sanığın aksi ispat edilemediği şekliyle yolda bulduğu ateşli silahın ateşlenmeye müsait durumda olduğunu öngörerek tedbirli davranması ve ayrıca tuvalet ihtiyacını karşılamak için eğildiği esnada her hangi bir temasla ateş alabileceğini öngörmesi gerektiği, dosya kapsamında yapılan araştırma ve toplanan deliller beraberce değerlendirildiğinde ölen ile sanık arasında önceye dayanan bir husumet veya tanışıklık olmadığı da göz önünde bulundurularak, sanığın meydana gelen neticeyi öngörmesine rağmen ölüm neticesine yönelik bir isteğinin bulunmadığının kabulü ile TCK’nın 22/3. maddesinde tanımlı “bilinçli taksir” hükümleri uygulanmak suretiyle cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek “taksirle öldürme” suçundan mahkumiyetine karar verilerek eksik ceza tayini, bozma nedenidir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2016/1613 E. , 2019/458 K.).
Avukat Baran Doğan
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.