Boşanma Davası ve Boşanma Sebepleri
Av. Kasım Balcı1 - Av. Baran Doğan
Resmi memur önünde yapılan evlilik, Medeni Kanun’da düzenlenen genel veya özel boşanma sebepleri varsa anlaşmalı veya çekişmeli boşanma davası açılarak ancak hakim kararı ile sona erdirilebilir. Boşanma davası, aile mahkemesinde diğer özel hukuk davalarından farklı usul kuralları uygulanarak yürütülen bir dava türüdür.
Boşanma davasının açılması ile birlikte, nafaka, maddi ve manevi tazminat, ev eşyalarının paylaşımı vb. gibi boşanmanın eki niteliğindeki hukuki sorunların da çözülmesi gerekir. Boşanma davası, eşler arasında yeni hukuki sonuçların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin, boşanma davasının açıldığı tarih eşler arasındaki mal rejiminin tasfiye tarihi olarak kabul edildiğinden, boşanma davasının açılmasından sonra edinilen mallar eşler arasında yapılacak mal paylaşımına dahil edilmez.
Aile mahkemesi, boşanma davası yargılaması sonucunda boşanma kararı verdiğinde, mal paylaşımı dışındaki tüm çekişmeyi ortadan kaldıracak nitelikte bir karar vermelidir. Mal paylaşımı davası ise boşanma davasının kesinleşmesinden sonra veya boşanma davası ile aynı zamanda açılsa bile ayrı bir dava şeklinde yürütülmelidir.
Boşanma Sebepleri Nelerdir?
4721 sayılı Medeni Kanuna göre boşanma davası iki şekilde açılabilir:
- Anlaşmalı boşanma davası,
- Çekişmeli boşanma davası.
Anlaşmalı boşanma davası, makalemizde ayrıntılarıyla açıklanacağı üzere, her iki tarafın boşanmanın tüm sonuçları hakkında anlaşarak evlilik birliğini sona erdirdiği dava türüdür.
Çekişmeli boşanma davası ise, taraflar arasında boşanmada hangi tarafın kusurlu olduğu, maddi ve manevi tazminat, nafaka, velayet, ev eşyalarının paylaşımı vb. gibi konularda belli bir çekişmenin yaşandığı bir dava türüdür. Çekişmeli boşanma davası, genel veya özel boşanma sebepleri olmak üzere iki kategorik sebebe dayanılarak açılabilir:
1. Genel boşanma sebepleri: Örneğin, geçimsizlik, mizaç uyuşmazlığı nedeniyle tartışma, hakaret, şiddet, güven sarsıcı davranışlar, evlilik yükümlülüklerini yerine getirmeme gibi sınırsız sayıda kanunda tek tek sayılmayan nedenler genel boşanma nedenleri olarak kabul edilir.
2. Özel boşanma sebepleri: Kanunda sınırlı sayıda sayılmış olan özel boşanma sebeplerine dayanan boşanma davaları şunlardır:
- Zina (aldatma) nedeniyle boşanma davası (TMK m. 161) ,
- Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış nedenleri ile boşanma davası (TMK m. 162),
- Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme sebepleri ile boşanma davası (TMK m. 163),
- Terk Sebebiyle boşanma davası (TMK m. 164),
- Akıl Hastalığı sebebiyle boşanma davası (TMK m. 165).
Özel boşanma sebepleri ile genel boşanma sebepleri farklı hukuki sonuçlar doğurur. Bir evlilikte özel boşanma sebepleri varsa, davacı, karşı tarafın kusurlu olup olmadığını ispatlamak zorunda değildir, yalnızca özel bir boşanma sebebi olduğunu ispatlaması yeterlidir. Halbuki genel boşanma sebepleri varsa boşanma kararı verilebilmesi için hem davacı hem de davalı birbirinin kusurunu ispatlamak zorundadır.
A. Anlaşmalı Boşanma Davası Nedir? Nasıl Açılır? (TMK 166/3)
Anlaşmalı boşanma, günümüzde en yaygın boşanma davası çeşididir. Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin açtığı davayı kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz (TMK 166/3).
Anlaşmalı Boşanma Davasının dinlenebilmesi için Medeni Kanunda bazı şartlar getirmiştir.
a. Evlilik ilişkisinin en az 1 yıl sürmüş olması
Anlaşmalı boşanma davası açılabilmesi için evlilik ilişkisinin en az 1 yıl sürmesi gerekir. Evlilik ilişkisinden kasıt, taraflar arasında yapılan resmi nikahtan itibaren en az bir yıllık bir sürenin geçmiş olmasıdır. Taraflar arasında imam nikahı, nişanlılık ya da birlikte yaşama gibi hallerde geçen süre 1 yıllık süreye dahil edilemez.
b. Eşlerin mahkemeye beraber başvurmuş ya da bir eşin açtığı boşanma davasını diğer eşin kabul etmiş olması gerekir.
Taraflar ortak bir dilekçe ile başvurmaları sonucu anlaşmalı boşanma gerçekleşebileceği gibi eşlerden birinin usulüne uygun olarak açmış olduğu boşanma davasındaki tüm talepleri diğer tarafın kabul etmesi ile de anlaşmalı boşanma gerçekleşebilir. Ayrıca boşanma davası çekişmeli olarak açılmış ve devam etmekte iken tarafların anlaşmalı boşanma iradelerini açıklayan protokolü mahkemeye sunmaları ya da duruşma esnasında anlaşma şartlarını duruşma zaptına geçirmeleri ile de anlaşmalı boşanma gerçekleşebilir.
c. Tarafların hakim huzurunda boşanma iradelerini açıklamaları gerekmektedir.
Kanun, tarafların iradelerini hakim huzurunda özgürce açıklayabilmeleri için anlaşmalı boşanma için bu şartı getirmiştir. Hakim tarafların iradelerinin herhangi bir nedenle fesada uğradığını tespit ederse boşanma talebini ret edecektir. Tarafların boşanma iradelerini hakim huzurunda bizzat açıklamaları gerekmektedir. Boşanma, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğu için avukatın tarafların yerine geçerek boşanma iradesini açıklaması mümkün değildir.
d. Hakim, boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu ile ilgili düzenlemeyi uygun bulması gerekir.
Tarafların, hakime sunmuş oldukları anlaşma şartlarındaki maddi-manevi tazminat, nafaka (İştirak ve yoksulluk nafaksı), çocukların velayeti, çocuklar ile kişisel münasebet gibi hususların hakim tarafından uygun bulunması gerekir. Hakim gerek görürse bu şartlarda değişikliğe gidebilir. Ancak hakimin yapmış olduğu bu değişiklikler taraflarca kabul edilmesi durumunda anlaşmalı boşanma gerçekleşebilir. Aksi durumda dava çekişmeli boşanma davasına döner. Ancak uygulamada hakimler genelde tarafların anlaşma sağladıkları şartları kabul ettiklerinden bu durum ile pek karşılaşılmaz.
B. Çekişmeli Boşanma Davası ve Boşanma Sebepleri
Çekişmeli boşanma davası, özel (mutlak) boşanma nedenleri ve genel boşanma nedenleri olmak üzere iki ayrı kategorik sebeple açılabilir.
Türk Medeni Kanunu m. 161-165 maddeleri arasında düzenlenen özel boşanma sebeplerinin varlığının ispat edilmesi durumunda hakim boşanma ya da ayrılık kararı vermek zorundadır. Özel boşanma nedenlerine dayanılması halinde boşanma davasını açan taraf, karşı tarafın kusurunu veya fiilinin ağırlığını ispatlamak zorunda değildir, sadece özel boşanma nedeninin ispatlanması boşanma kararı verilmesi için yeterlidir.
Boşanma davası hem genel boşanma sebeplerine hem de özel bir boşanma sebebine dayalı olarak açılmışsa, mahkeme, genel ve özel sebepler hakkında ayrı ayrı karar vermelidir:
Davacı-karşı davalı erkek karşı dava dilekçesinde “kadının zinası” ve “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebeplerine dayalı olarak boşanma talebinde bulunmuştur. Bu durumda davacı-karşı davalı erkek boşanma sebebi olarak hem zina (m.161) hem de evlilik birliğinin temelinden sarsılmasını (m.166/1) göstermek suretiyle özel ve genel boşanma sebeplerine birlikte dayanmak suretiyle dava açmıştır. Mahkemece evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı olarak boşanma kararı verilmiş, zina sebebiyle açılan boşanma davası yönünden olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiştir. Mahkeme, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olup; her bir talep hakkında ayrı ayrı verilen hükmü, kararın sonuç kısmında göstermesi gerekir (m.26). O halde davacı-karşı davalı erkeğin zina hukuki sebebine dayalı boşanma istemi hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulması gerekirken, bu husus üzerinde durulmadan karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir (Y2HD-K.2017/8145).
Ancak, özel bir boşanma sebebine (örneğin, zina sebebi) dayalı olarak açılan davada; mahkeme özel sebeble açılan davayı reddederek yargılamada ortaya çıkan genel boşanma nedenlerine dayanarak boşanma kararı veremez. Çünkü, genel boşanma sebeplerine dayalı bir boşanma davası açılmadan mahkeme kendiliğinden genel boşanam sebeplerini dikkate alarak boşanma kararı veremez. Ancak, özel sebebe dayalı boşanma davası ıslah yoluyla genel sebeplerle açılan boşanma davasına dönüştürülebilir:
Davacı erkek tarafından açılan dava, Türk Medeni Kanununun 161. maddesinde düzenlenen zina hukuksal sebebine dayalıdır. Davacı erkeğin Türk Medeni Kanununun 166. maddesinde yer alan evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı bir davası bulunmadığı gibi usulüne uygun olarak yapılmış bir ıslah da bulunmamaktadır. Münhasıran özel boşanma sebebine dayalı olarak açılan bir boşanma davasında genel boşanma sebebine (TMK m.166/1) dayalı olarak karar verilmesi mümkün değildir. Zira hakim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır (HMK m.26/1). Ondan fazlasına veya başka birşeye karar veremez. Gerçekleşen duruma göre, mahkemece delillerin zina hukuksal sebebine dayalı dava çerçevesinde değerlendirilerek gerçekleşecek sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir (Y2HD-K.2018/6770).
Makalemizde, çekişmeli bir boşanma davasına esas teşkil eden 1-Genel boşanma sebepleri ile 2- Özel boşanma sebeplerini sırasıyla ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.
1- Genel Boşanma Sebepleri Nelerdir? (TMK m.166)
Ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede evlilik birliğinin temelinden sarsılması halinde, eşlerden her biri çekişmeli boşanma davası açabilir (TMK 166/1). Genel boşanma sebepleri sayısızdır, çünkü evlilik birliğinin ortak hayatı sürdüremeyecek kadar temelinden sarsılmasının birbirinden farklı sosyal, ekonomik, kişisel, dini, kültürel vb. gibi nedenleri bulunabilir.
Yukarıda incelediğimiz üzere, özel (mutlak) boşanma nedenleri varsa, spesifik bazı olguların ispatı, boşanma nedeninin ispat edildiği anlamına geldiğinden hakim, boşanma ya da ayrılık kararı vermek ile yükümlü tutulmuştur. Özel boşanma sebeplerinde tarafların kusur oranlarının bir önemi bulunmamaktadır. Özel boşanma sebeplerinden birisinin ispatı bu sebebe dayanarak boşanma davası açan tarafın kusurunu önemsiz hale getirmektedir. Ancak, genel boşanma sebebpleriyle açılan boşanma davasında mutlaka karşı tarafın kusuru ispatlanmalıdır.
Genel boşanma sebeplerinde eşlerin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek derecede sarsan her türlü eylem, bir olgu olarak bu davaya konu edilebilir. Tarafların ileri sürdükleri vakıaların ispat durumuna göre hakim taraflara atfedilecek kusur oranlarını belirler ve bu kusur oranlarına göre;
-
Davacı daha fazla kusurlu ise ve davalı boşanma davasına itiraz etmiş ise (boşanmak istememişse) hakim, boşanma davasını red eder. İstisnası TMK 165/2 “Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” Örnek olarak; davacı eş diğer eşini evden kovmuş ve 10 yıldan uzun süredir taraflar bir araya gelmemiştir. Terk sebebi ile boşanma davasının şartları yerine getirilmemiştir. Çocukları davacı eş büyütmüş ve bu süre zarfında diğer eşin maddi manevi katkı sunması ve çocuklar ile görüşmesi davacı eş tarafından engellenmiştir. Bu durumda davacı eş her ne kadar kusurlu bile olsa evliliğin devamında davalı ve çocuklar yönünden korunmaya değer bir yarar kalmadığından hakim boşanmaya karar verir.
-
Davacı daha az kusurlu ise davalının yapacağı itirazın hiçbir önemi yoktur. Hakim boşanma davasını kabul ederek boşanma kararı verir.
Evlilik birliğini temelinden sarsan vakıalar kanunda gösterilmediğinden Yargıtay İçtihatları ile bazı vakıaların evlilik birliğini temelden sarstığı kabul edilmiştir. Yargıtay tarafından evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına yol açtıkları gerekçesiyle boşanma sebebi olarak kabul edilen bazı boşanma sebepleri şunlardır:
- Güven sarsıcı davranışlar,
- Cinsel ilişkiden kaçınma,
- Eşi doğal olmayan yoldan cinsel birleşmeye zorlama,
- Eşlerin aile bireylerine kötü davranması ve hakaret etmesi,
- Aşırı borçlanma sebebi ile icra takibine maruz kalma,
- Eşini sevmediğini beyan etme,
- Eşin ev işlerini yapmaktan kaçınması,
- Eşlerin çocuklarının bakımı, eğitimi vs. ilgilenmemesi,
- Evlilik sırlarının başkalarına anlatılması,
- Eşin ahlaksızlıkla itham edilmesi
- Aileye karşı ilgisizlik,
- Alkol bağımlılığı veya ailesini ihmal edecek şekilde içki düşkünlüğü,
- Eşlerden birinin ailesinin evliliğe müdahalesine sessiz kalması,
- Eşe hakaret etme,
- Eşinin ailesine hakaret edilmesine sessiz kalma,
- Eşinin sevmediğini ve boşanmak istediğini söylemek,
- Agresif ve saygısız davranışlar sergilemek,
- Erkek eşin bağımsız konut açmaması,
- Aile sırlarının üçüncü kişilere anlatılması,
- Cinsel ilişkiye girememe veya iktidarsızlık,
- Kumar oynama alışkanlığı,
- Güven sarsıcı ve sadakat yükümlüğüne aykırı davranışlar.
gibi sebepler Yargıtayca kabul edilen genel boşanma nedenleridir.
Medeni Kanun, m. 166/3-4 fıkralarında iki durumda evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olduğunu özel olarak düzenlemiştir:
-
Evliliği en az 1 yıl sürmüş eşlerin anlaşmalı boşanma davası açması, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını gösterir (MK m.166/3).
-
Ortak hayatın yeniden kurulamaması sebebiyle boşanma davası açılması halinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı kabul edilir (TMK 166/4).
Ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle çekişmeli boşanma davası şartları şunlardır:
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir (TMK 166/4).
Madde metninden de anlaşılacağı gibi herhangi bir boşanma sebebine (ister özel ister genel) dayanılarak açılan boşanma davasının red edilmesi durumunda, bu red kararının üzerinden en az üç yıl geçmiş olması ve bu süre içerisinden her ne sebeple olursa olsun ortak hayatın yeniden kurulamadığının ispatı durumunda hakim boşanmaya karar vermek zorunda kalacaktır.
Tarafların geçici bir süreliğine ancak ortak hayatı yeniden kurma iradesi gütmeden bir araya gelmiş olmaları ortak hayatın yeniden kurulduğu anlamına gelmemektedir. Boşanma davasını açan taraf, kesinleşme kararından itibaren geçen en az 3 yıllık sürede ortak hayatın yeniden kurulamadığını ispat etmesi boşanma kararı verilebilmesi için yeterlidir.
Üç yıllık süre asgari olan süredir. Dolayısı ile bu süreden daha kısa bir süre için ortak hayatın kurulamadığının ispatı, boşanma için yeterli olmayacaktır. Ancak bu süreden daha fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen ortak hayat yeniden kurulmuş ise daha sonra bu sebebe dayanılarak boşanma davası açılamayacaktır. Örnek; kesinleşmiş boşanma kararı üzerinden 5 yıl geçmiştir. Taraflar 6. yılda bir araya gelmiş ve ortak hayatı yeniden kurmuşlardır. 7. yılda tarafların evliliklerinde tekrar sıkıntı yaşanmaktadır. Taraflardan biri ilk beş senede TMK 166/4 göre ortak hayatın yeniden kurulamaması sebebine dayanarak boşanma davası açamayacaktır.
2- Özel Boşanma Sebepleri
Özel boşanma sebepleri, Medeni Kanun’da sınırlı bir şekilde sayılmıştır. Medeni Kanun’da sayılan özel boşanma sebepleri dışındaki hallerde genel boşanma sebeplerine dayanılarak çekişmeli boşanma davası açılmalıdır. Medeni Kanun’a göre özel boşanma sebebi olarak kabul edilebilecek haller şunlardır:
a. Zina (aldatma) nedeniyle boşanma davası (TMK m. 161) ,
b. Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış nedenleri ile boşanma davası (TMK m. 162),
c. Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme sebepleri ile boşanma davası (TMK m. 163),
d. Terk Sebebiyle boşanma davası (TMK m. 164),
e. Akıl Hastalığı sebebiyle boşanma davası (TMK m. 165).
a- Zina (Aldatma) Nedeniyle Çekişmeli Boşanma Davası (TMK m. 161)
Zina (aldatma) nedeniyle boşanma davası, uygulamada özel boşanma nedenleri arasında en çok açılan dava türüdür. Zina; eşlerden birinin, karşı cinsten eşi dışında biri ile kurduğu cinsel ilişki anlamına gelmektedir. Zina, aile birliğinde eşlerin birbirlerine karşı sadakat yükümlülüklerinin açık bir ihlalidir. Zinanın kelime anlamında her ne kadar cinsel birleşmenin gerçekleşmesi sonucu çıksa bile, Yargıtay teşebbüs aşamasında kalan, zina yapıldığı intibaını uyandıran olayların bulunması durumunda da zina sebebine dayalı açılan boşanma davasının kabulü gerektiğini kabul etmektedir.
“Davalı-karşı davacı (kadın)’ın ortak konuta erkek aldığı, bu şahsın banyoda yarı çıplak vaziyette gizlenmiş halde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu vakıa mahkemece de sabit kabul edilmiştir. Kadının, yalnızken bir başka erkeği ortak konuta alması ve bu şahsın yarı çıplak vaziyette gizlenirken yakalanması zinanın varlığına delalet eder. Bu bakımdan zina kanıtlanmıştır. Davacı-karşı davalı kocanın çekişmeli boşanma davasının zina sebebiyle kabulü gerekir.” (Y2HD-K.2013/17864).
Eşlerden biri, hem zina sebebine hem de genel boşanma sebebine dayalı olarak boşanma davası açabilir. Bu şekilde iki nedene dayalı olarak açılan çekişmeli boşanma davasında, zina sebebi ile davanın süresinde açılmaması sebebi ile reddi halinde, zinanın ispatlanması durumunda hakim süre nedeniyle doğrudan zina sebebine dayanamasa bile genel boşanma (ortak hayatın temelinden sarsılması) sebebi ile boşanmaya karar verebilecektir.
Zina sebebi ile çekişmeli boşanma davası açma süresi, diğer eşin zina olayını öğrenmesinden itibaren altı ay ve her halükarda zina eyleminin bitmesinden itibaren beş yıldır. Bu süre hak düşürücü bir süredir. Hak düşürücü süre geçtikten sonra sadece zina sebebine dayalı olarak açılacak boşanma davalarının reddi gerekmektedir. Ancak, zina ve genel boşanma nedenlerine aynı anda dayanılarak dava açılmışsa bu durumda zina için hak düşürücü süre geçse bile, zina ispatlandığı takdirde zina sebebiyle değil, ortak hayatın temelinden sarsılmış olması nedeniyle boşanma kararı verilmelidir.
Zina sebebi ile eşini affeden diğer eşin dava hakkı yoktur. Af, örtülü ya da açık olabileceği gibi sözlü ya da yazılı da olabilir. Zina sebebi ile açılmış bulunan davadan feragat etmek de af niteliğinde olup, aynı olaylara (zina) dayanılarak boşanma davası açılmasına engel teşkil eder.
Eşlerden birinin zina gerçekleşmeden önce zinaya izin vermesi, af niteliğinde olmayıp ancak fiil gerçekleştikten sonra af mümkün olabilmektedir (doğmamış bir haktan feragat edilemez). Ancak, zinaya açıkça izin veren ya da zina esnasında sessiz kalarak örtülü olarak onay veren eşin genel boşanma sebeplerine dayanılarak açılacak boşanma davasında davaya itiraz etmesini, Yargıtay, hakkın kötüye kullanılması olarak kabul ederek boşanma kararı verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
“Davacının sadakat yükümlülüğüne (TMK.md.185/3) aykırı davrandığı, davalının (koca) da aile içinde gerçekleşen bu durumu öğrendiği halde, kayıtsız kaldığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan bırakmayacak nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Gerçekleşen olaylara göre, davacı (kadın) daha fazla kusurlu ise de davalı (koca) da kusurlu olup, davalının davaya itirazı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamış, Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşulları oluşmuştur. Öyleyse davacının boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına (TMK.md.166/1-2) karar verilmesi gerekirken isteğin reddi doğru bulunmamıştır” (Y2HD-K.2010/20775).
Zina sebebi ile açılan boşanma davalarında diğer eş zina yapan eşten tazminat hukukunun genel esaslarına göre manevi tazminat talep edebilir.
Çocukların velayeti genel hükümlere göre belirlenir. Başka bir anlatımla çocukların velayetinin zina yapan eşe verilmesi çocukların daha yararına ise mahkeme çocukların velayetini zina yapan eşe verebilir. Hukuken iyi (sadık) bir eş olmak ile iyi bir ebeveyn olmak farklı kavramlar olarak kabul edilmektedir.
b- Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış Nedenleri ile Boşanma Davası (TMK m. 162)
Hayata Kast: bir eşin diğer eşin yaşam hakkına karşı yönelik kasıtlı fiillerinin tamamını kapsar. Eşin fiilinden sonra diğer eşin yaralanması şart olmayıp önemli olan kasıtlı bir hareket ile öldürme iradesinin ortaya konulmasıdır.
Pek Kötü Muamele: Eşe eziyet veren, acı çektiren bedeni ve ruhsal sağlığını bozan davranışlardır. Hangi eylemin pek kötü muamele olduğunu somut olayın özelliklerine göre hakim takdir edecektir. Yargıtay kararlarında; dövme, mahzene kapatma, aç ve susuz bırakma, bilinçli olarak bulaşıcı hastalık bulaştırma, işkence etme gibi hareketler pek kötü muamele olarak kabul edilmektedir.
Onur Kırıcı Davranış: Yargıtay içtihatlarında ağır derecede onur kırıcı hareket olarak kabul edilen bu eylemin, eşi, toplum nezdinde aşağılama, küçük düşürme, hakarette bulunma ve sövme olarak ortaya çıkmaktadır. Bir davranışın bu madde kapsamında boşanma sebebi olarak kabul edilebilmesi için Ağır Derecede Onur Kırıcı bir davranış olması gerekir. Kızgınlık ve şaka yollu ile söylenen söz, eleştiri gibi davranışlar ağır derecede onur kırıcı davranış olarak kabul edilmemektedir.
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebi ile dava hakkı eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebi ile eşini affeden diğer eşin dava hakkı yoktur. Af, örtülü ya da açık olabileceği gibi sözlü ya da yazılı da olabilir. Bu dava sebeplerinden birisinin meydana gelmesi halinde eşin savcılığa suç duyurusunda bulunma hakkı da vardır. Ceza soruşturması şikayetçi eşin [şikayetten vazgeçme] talebi nedeniyle sona erdirilse bile, bu durum şikayetçi eşin boşanma davasında eşini af ettiği anlamına gelmez. Hayatına kast edilen eş ya da pek kötü veya onur kırıcı davranışa maruz kalan eş ceza davası açmasa veya açılan davada şikayetten vazgeçse bile her zaman bu nedenlere dayanarak çekişmeli boşanma davası açabilir.
c- Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme Sebepleri İle Boşanma Davası (TMK m. 163)
Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman çekişmeli boşanma davası açabilir (TMK 163).
Küçük Düşürücü Suç; Toplum nazarında kişiyi utandıran, aşağılayan ve yüz kızartan suç demektir. Hırsızlık, Dolandırıcılık, Rüşvet, İrtikap, Hileli İflas, Uyuşturucu Madde Kullanmak ve Ticaretini Yapmak vb gibi suçlar küçük düşürücü suçlara örnek olarak verilebilir.
Belli bir ideolojiyi savunmak anlamında yapılan siyasi açıklamalar, gösteri, yürüyüş ve toplantılar Ceza Kanunu anlamında suç teşkil etse bile küçük düşürücü suç olarak kabul edilmemesi gerekir.
Bir suçun yüz kızartıcı, küçük düşürücü suç olup olmadığını her somut olayın özelliklerine göre hakim takdir edecektir. Misal adam öldürme ya da yaralama suçunun hangi saik ve şartlarda işlendiğine bakmak gerekir. Meşru müdafaa ya da zaruret halinde bu suçların işlenmesi durumunda küçük düşürücü suç olarak değerlendirilmemesi gerekir. Aynı şekilde hırsızlık suçunun zaruret halinden kaynaklanmış olması durumunda küçük düşürücü suç olarak kabul edilmemsi gerekir.
Davalının, on iki yaşında bir kız çocuğuna cinsel tacizde bulunduğu, suçu sabit görülerek bundan dolayı ceza aldığı yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Dava Türk Medeni Kanununun 163. maddesinde yer alan “küçük düşürücü suç işleme” sebebine dayanılarak açılmıştır. İşlenen suçun niteliğine göre davacının dava açması karşısında onunla birlikte yaşaması kendisinden beklenemeyeceği açık ve tartışmasızdır. Boşanma sebebi gerçekleşmiştir. Davanın kabulü gerekirken, isteğin reddi doğru görülmemiştir.(Y2HD-K.2015/4947).
Haysiyetsiz Hayat Sürme; basit bir ifade ile namus, şeref ve itibar değerlerine aykırı bir yaşam tarzı benimseme ve ona göre yaşamını idame ettirme olarak açıklanabilir. Bu yaşam tarzının süreklilik arz eden bir yaşam tarzı olması gerekir. Ayyaşlık, genelev işletmeciliği, jigololuk, kumarbazlık haysiyetsiz hayat sürme olgusuna örnek olarak verilebilir.
Davacı kocanın boşanma davası münhasıran “haysiyetsiz hayat sürme” sebebine ( TMK md. 163 )dayanmaktadır. Haysiyetsiz hayatın varlığından söz edilebilmesi ve bu sebeple boşanma kararı verilebilmesi için, başkalarıyla ilişkinin bir yaşam tarzı olarak benimsenmiş ve bu şekilde yaşamanın devamlılık göstermesi gerekir. Davalı-davacı kadının bir başka erkekle cep telefonu ile konuştuğu ve mesajlaştığı toplanan delillerle ve dinlenen tanık beyanlarıyla anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu eylem koca bakımından, eşiyle birlikte yaşamayı çekilmez hale getirirse de haysiyetsiz yaşam olarak kabul edilemez. Öyleyse davanın reddi gerekirken, yetersiz gerekçe ile Türk Medeni Kanunu’nun 163. maddesindeki boşanma sebebi sabit kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır (Y2.HD-K.2011/23825).
Küçük düşürücü suç işlenmesi veya haysiyetsiz hayat süreme hukuki sebeplerine dayalı boşanma davası her zaman açılabilir. Yukarıdaki boşanma sebeplerinin aksine eşlerden birisinin diğer eşi affetmiş olması, bu sebebe dayanarak boşanma davası açmasına engel teşkil etmez. Af olsa bile bu sebeple boşanma davası açılabilir.
d- Terk Sebebiyle Çekişmeli Boşanma Davası (TMK m. 164)
Medeni Kanun madde 164’te düzenlenen terk sebebi ile çekişmeli boşanma davası açılabilmesi için;
- Ortak Konutun aşağıdaki sebeplerden biri ile terk edilmesi;
- Eşlerden birinin evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla ortak konutu terk etmesi,
- Başka bir sebep ile ortak konutta bulunmayan eşin haklı bir sebebi olmadan ortak konuta dönmemesi,
- Eşlerden birinin diğerini ortak konutu terk etmeye zorlaması.
- Eşlerden biri, diğer eşin, haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engellemesi.
-
Terkin en az altı ay kesintisiz sürmüş ve halen devam etmekte olması,
-
Usulüne uygun olarak ihtar yapılmasına rağmen terk eden eşin haklı sebebi olmadan ortak konuta dönmemiş olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Usulüne uygun bir ihtardan bahsedilebilmesi için Yargıtay bazı kriterler getirmiştir. Buna göre,
- Eşin terk eylemi üzerinden en az dört (4) ay geçmiş olması gerekir.
- İhtarda, davet edilen evin açık adresi, davet eden eş evde bulunmayacak ise anahtarın bulunacağı yer belirtilmelidir.
- Davet edilenin yol gideri ihtarname ile gönderilmelidir.
- İhtarda, ihtara (iki) 2 ay içinde uyulması aksi durumda bunun doğuracağı sonuçların neler olduğu açıklanmalıdır.
Terk Sebebine dayalı olarak açılacak boşanma davasında usulüne uygun olarak bir ihtarname göndermek dava şartıdır. Bu sebeple usulüne uygun olarak ihtarname gönderilip gönderilmediğini, ihtarnamenin kanuni unsurları taşıyıp taşımadığını hakim re’sen dikkate alır.
“…İhtar isteğinde bulunabilmenin koşulu; boşanma davası açmak için belirli sürenin (dördüncü ayının) bitmesi yani, eşin terk eyleminin üzerinden en az dört ay geçmiş olmasıdır. Bu halde mahkemece verilecek ihtar kararında; davet edilen evin açık -ayrıntılı- adresi gösterilmeli, davet eden eş evde bulunmayacaksa evin anahtarının bulunduğu yer belirtilmeli; davet edilenin yol gideri konutta ödemeli olarak gönderilmeli ve özellikle davete iki ay içinde uyulması gerektiği, aksi halde bunun doğuracağı sonuçların neler olduğu, açıklanmalıdır…” (YHGK-K.2013/67).
İhtarname ile ortak konuta dönen eşin kusurlarını diğer eşin affettiği ya da en azından hoşgörü ile karşıladığı kabul edilir. Bu sebeple İhtarname gönderen eş, diğer eş ortak konuta döndükten sonra ihtarnamedeki sebeplere dayanarak boşanma davası açamaz.
Terk eden eş ihtarname kendisine tebliğ edilmeden boşanma davasını açması durumunda boşanma davasının doğal sonucu olarak ayrı yaşama hakkına sahip olur. Ancak ihtarname kendisine tebliğ edildikten sonra boşanma davası açması durumunda bu boşanma davası terk olayını haklı kılmayacağı gibi terk eden eşe ayrı yaşama hakkı da vermez.
Terk, mutlak boşanma sebeplerinden olup ayrıca terk sebebi ile ortak yaşamın çekilmez hale gelmesine gerek yoktur. Terk, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadı ile yapılması gerekir. Geçici olarak ya da diğer eşin rızası ile ortak konuttan ayrılan eş terk etmiş sayılmaz (askere gitmek, tedavi için başka şehre gitmek vs).
Terk sebebi ile gönderilen ihtarnamenin samimi olması gerekir. İhtarname gönderen eşin bağımsız bir ortak konut oluşturmadan haklı sebeple ortak konutu terk eden eşini davet etmesi, ortak hayatı inşa etme hususunda samimi olmadığını gösterir. Terk eden eş haklı sebebe dayanarak ortak konutu terk etmiş ise davet eden eş bu sebebi ortadan kaldırmadığı sürece diğer eşin ortak konuta dönmeme ve boşanma davası açma hakkı vardır. Örneğin, kaynanası ile yaşayan, şiddet gören, hakaret edilen eşin ortak konutu terketmede haklı sebebi ortadan kaldırılmadan ihtara rağmen ortak konuta dönmeme hakkı bulunmaktadır.
Terk sebebi ile çekişmeli boşanma davası hak düşürücü süreye tabi değildir. Terk nedenine dayalı çekişmeli boşanma davası Her zaman açılabilir.
e- Akıl Hastalığı Sebebiyle Çekişmeli Boşanma Davası (TMK m. 165)
Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir. (TMK 165)
Akıl hastalığı sebebi ile boşanma davasının dinlenebilmesi için bu akıl hastalığının evlilik süresi içinde ortaya çıkmış olması gerekir. Evlenmeden önce eşlerden birisinin akıl hastalığına yakalanmış olması durumunda TMK m.145 belirtilen mutlak butlan nedeniyle evliliğin iptali davası açılabilir.
Eşlerden birisinin evlilik süresi içerisinde yakalandığı akıl hastalığının resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmiş ve akıl hastalığının evlilik ilişkisinin devamı diğer eşten beklenmeyecek derecede etkilemesi gerekir.
Akıl hastalığı sebebi ile genel boşanma sebeplerine dayanılarak boşanma davası açılamaz. Akıl hastalığına yakalanan eşin hastalığı sebebi ile yapmış olduğu ve ortak yaşamı çekilmez kılan kusurlu hareketler iradi olmadığından kusur atfedilemez. Bu nedenle akıl hastalığı sebebi ile açılacak boşanma davası ancak mutlak boşanma sebeplerine (TMK 165) dayanılarak açılabilir.
Akıl hastalığı sebebine dayanan boşanma davası her zaman açılabilir. Herhangi bir hak düşürücü süre bulunmamaktadır.
Boşanma Davasında Yetkili Mahkeme
Boşanma davasına bakmaya yetkili aile mahkemesi şu şekilde belirlenir:
-
Boşanma davası, davacı veya davalı eşlerden birinin ikametgahı aile mahkemesinde açılabilir (Medeni Kanun m.168). Yerleşim yeri, kişinin yaşamını sürdürmek ve kalıcı bir şekilde oturmak üzere yerleştiği yerdir. Örneğin, eşiyle kavga eden kadının geçici olarak kaldığı bir yerdeki aile mahkemesinde dava açması halinde, boşanma davası hakkında yetkisizlik kararı verilmelidir.
-
Boşanma davası açılmadan önce eşlerin son defa 6 aydan beri birlikte oturdukları yerin aile mahkemesi de yetkili mahkemedir (MK m.168). Örneğin, eşler en son 2016 yılında birlikte Bakırköy’de aynı evde 7 ay yaşamış ise, 2018 yılında açılan boşanma davası Bakırköy Aile Mahkemesi’nde de açılabilir.
Boşanma veya ayrılık davaları, eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabileceği gibi, davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinde de açılabilir (T.M.K. madde 168). Bu yerlerden birini tercih davayı açana aittir. Davalı, süresinde yetki itirazında bulunmuş; Bor Mahkemesini yetkili göstermiştir. Davacı ise “davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yerin Şişli olduğunu, nitekim bu davaya mesnet yapılan reddedilen boşanma davasının da Şişli’de görüldüğünü, sözü edilen davadan sonra hiçbir zaman bir araya gelmediklerini” ileri sürerek yetki itirazına karşı çıkmıştır. Bu iddia ve savunma karşısında taraflar arasında yetkiye dair ön sorunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Öyleyse, taraflardan ön soruna dair delilleri sorulup, göstermeleri halinde toplanması ve hasıl olacak sonucuna göre ön sorunun çözümü gerekirken, taraflara bu hususa dair delil bildirme hakkı tanınmadan, eksik incelemeyle hüküm kurulması doğru bulunmamıştır (Y2HD-K:2014/4023).
Boşanma Davasında Ev Eşyaları, Çeyiz ve Şahsi Eşyaların Paylaşılması
Ev eşyaları, çeyiz ve diğer şahsi eşyalara yönelik talepler boşanmanın eki (fer’i) niteliğinde talepler değildir. Bu nedenle, boşanma davası ile birlikte dava edilebileceği gibi boşanma davası sona erdikten sonra da dava edilebilir. Ev eşyaları, boşanma davası ile birlikte talep edilmese bile, “eşyaların aynen iadesi” zamanaşımına tabi olmadan her zaman istenebilir. Çünkü ev eşyaları, çeyiz ve şahsi eşyaların iadesinin istenmesi hukuki niteliği itibariyle istihkak davası niteliğinde olup “aynen iade” her zaman istenebilir (BK 683/1-2), (Yargıtay 8. HD. 2011/2071 karar).
Ev eşyalarının aynen iadesi mümkün değilse, örneğin davalı söz konusu eşyalara hasar vermiş veya yok etmişse; bu durumda eşyanın bedeli istenebilir. Ancak, boşanma davası ile birlikte mahkemeden talep edilmeyen eşyanın bedelini talep hakkı, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık dava zamanaşımına tabidir (BK md.125). Çünkü, eşyanın bedelinin ödenmesi şeklindeki talepler hukuki nitelikleri itibariyle tazminat niteliğindedir. Bu tür davalar, genellik kademeli dava olarak açılmaktadır. Eşyanın iadesi veya bedelinin ödenmesi talebi dilekçede şu şekilde ileri sürülür: “…ev eşyasının aynen iadesine, aynen iade mümkün değilse bedelinin ödenmesini karar verilmesini talep ederim…”
Ev eşyaları, kişisel eşyalar ve çeyiz eşyalarının iade edilmesi veya bedelinin ödenmesi talebi boşanmanın eki niteliğinde olmayan bağımsız talepler olduğundan, bu taleplerle ilgili ayrıca nispi harç ödenmelidir.
Davacı-karşı davalı kadın dava dilekçesi ile kişisel eşyaları ile çeyiz eşyalarının da iade edilmesi talebinde bulunmuştur. Bu talep boşanmanın fer’i (eki) niteliğinde olmayıp ayrı harca tabi bağımsız bir taleptir. Başvurma harcı dava dilekçesindeki bütün istekleri kapsar. Davacı-karşı davalı kadına bu talepleri de açıklattırılarak ve bu taleplerle ilgili nispi peşin harcın tamamlattırılması (Harçlar Kanunu m. 30 - 32) harç tamamlandığı takdirde gösterilen deliller değerlendirilip gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmelidir.(Y2HD-K.2016/10808).
Boşanma davası kesinleştikten sonra ev eşyası, çeyiz veya şahsi eşyanın iadesi talebini içeren davalar ile ilgili yargılama görevi de aile mahkemesi tarafından yerine getirilir.
Düğün Takıları Kime Aittir? Dava Nasıl Açılır?
Yargıtay’ın son içtihadına göre (HGK-K.2020/240), düğün takılarının kime ait olacağına ilişkin kurallar şu şekildedir:
1-) Kadına Takılan Takılar: Kadına takılan her türlü ziynet eşyası (çeyrek/yarım/tam altın, bilezik, kolye, bileklik, takı seti vs.) ve para gibi ekonomik değerler kadına aittir.
2-) Erkeğe Takılan Takılar: Erkeğe takılan ziynet eşyasından kadına özgü olanlar (örn, bilezik, kolye, küpe vs.) erkeğe takılsa bile kadına ait olacaktır. Erkeğe takılan çeyrek, yarım, tam altın gibi takılar ve paralar ise “kadına özgü” olmadıklarından erkeğe ait olacaklardır. Kural olarak erkeğe takılan her türlü takıdan kadına özgü nitelikte olmayanlar, erkeğe ait olacaktır. Erkeğe takılan ziynet eşyaları kadına özgü nitelikte olsa bile (Örneğin, bilezik, kolye, küpe vb.) erkek eş, kadına özgü ziynet eşyalarının kadına ait olduğu konusunda “yerel adet olmadığını” ispatlarsa kadına özgü olan ziynet eşyaları da erkeğe verilir. Takılan ziynet eşyası erkek ve kadın tarafından kullanılabilen bir şey ise bu şey münhasıran kadına ait olmadığından erkeğe ait olacaktır.
3-) Paylaşım Anlaşması: Eşler arasında ziynet eşyası ile diğer ekonomik değerlerin (para vb.) nasıl paylaşılacağına dair bir sözleşme yapılmışsa, bu sözleşme geçerli kabul edilecektir.
Düğün takıları kişisel mal olarak kabul edildiği için boşanmada mal paylaşımı hesaplamasına da dahil edilemez.
Düğün takılarının evlilik içinde ortak ihtiyaçlara veya düğün masraflarına harcanması, takılarla erkeğin borcunun ödenmesi vb. gibi nedenlerle elden çıkması halinde dahi kadının boşanma halinde düğün takılarını erkek eşten talep hakkı vardır. Kadın, özgür iradesiyle düğün takılarını “iade edilememek” şartıyla erkeğe vermişse, artık takıları geri isteyemez. Ancak erkek, takıların iade edilmemek üzere kadın tarafından kendisine verildiğini ispatlamak zorundadır.
Düğünde takılan takı paraları ve ziynet eşyaları, taraflar arasında aksine bir anlaşma yoksa kadına ait sayılır. İade edilmeme koşuluyla verildiği kanıtlanmadıkça; bunların koca tarafından borçları için bozdurulup harcanması; onu iade borcundan kurtarmaz. Davacı-davalı koca, kadının takı ve ziynet alacağı taleplerine verdiği cevapta “onların hepsinin nişan, düğün ve ev eşyası borçları için kullanıldığını’’ beyan ve kabul etmiş ; takı parasının, kadın tarafından iade edilmemek üzere kendisine verildiğini de ispatlayamamıştır. Bu nedenlerle, kadının takı parası talebine ilişkin davasının kabulü gerekir (Y2HD-K.2014/26223).
Düğün takıları ile ilgili açılan davanın terditli (kademeli) dava şeklinde açılmasında yarar vardır. Yani, mümkünse ziynet eşyalarının aynen iadesi, mümkün olmaması halinde takıların bedelinin ödenmesine karar verilmesi talep edilmelidir. Örneğin, dava dilekçesinde şu şekilde talepte bulunulmalıdır:
“10 bilezik, 20 tam altın, 30 çeyrek altından ibaret düğünde takılan ziynet eşyasının aynen iadesine, aynen iade mümkün değilse bedelinin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep ediyorum.”
Düğün takılarının aynen iadesi veya iadesi mümkün değilse bedelinin ödenmesi talebi, boşanmanın eki niteliğinde olmayan bağımsız bir taleptir. Bu nedenle, boşanma davasında ziynet eşyaları talep edildiğinde, bu taleple ilgili ayrıca nispi harç ödenmelidir.
Davacı; dava dilekçesinde boşanmanın yanı sıra ziynet eşyası alacağı talebinde de bulunmuştur. Dava açılırken alınan başvuru harcı, dava dilekçesindeki isteklerin tümünü kapsar. Davacının ziynet alacağı talebi boşanmanın eki niteliğinde olmayıp ayrıca nispi harca tabidir. Bu talep sebebiyle davanın açılması esnasında nispi harç alınmadığı gibi bu eksiklik yargılama sırasında da giderilmemiştir. Nispi harç tamamlattırılmadan müteakip işlemler yapılamaz. O halde, talep edilen ziynetlerin bedeli üzerinden nispi harcın peşin kısmının yatırılması için davacıya usulüne uygun olarak süre verilmeli, (Harçlar Kanunu madde 30-32) harç noksanlığı giderildiği takdirde, bu talebin esası incelenmeli ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmelidir (Y2HD-K.2015/4638).
Özellikle belirtelim ki, boşanma davası dilekçesi ile talep edilmeyen ziynet eşyaları, ıslah dilekçesi verilmek suretiyle talep edilemez. Bu durumda, ıslah yerine ziynet eşyaları için ek dava açılarak açılan davanın boşanma davası ile birleştirilmesi istenmelidir.
Davacı kadın dava dilekçesinde 20.000,00 TL ziynet bedeli istemiş, düğünde takılan para yönünden talepte bulunmamıştır. Yargılama devam ederken 20.9.2012 tarihinde ziynet talebini ıslah ederken davaya konu yapmadığı düğünde takılan 10.000,00 TL parayı da istemiş, ıslahla yeni bir talepte bulunmuştur. Islahla talep değiştirilebilir, fakat yeni bir talep eklenemez. Kaldı ki; bu konuda yargılama harcı da alınmamıştır. Davacının düğünde takılan paraya dair talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekirken, yazılı şekilde kabulü doğru görülmemiştir (Y2HD - Karar: 2013/21102).
Boşanma Davasında Eşe ve Çocuğa Nafaka Verilmesi Kararı
Boşanma davası açılması halinde eşlerden birinin veya çocukların geçinmesini sağlamak üzere nafaka talep edilebilir. Medeni Kanuna göre boşanma davasının açılması ile birlikte aile mahkemesi şu hallerde nafakaya hükmedebilir:
-
Tedbir Nafakası: Boşanma davası esnasında herhangi bir eşin veya reşit olmayan çocukların (18 yaşından küçükler) geçinmesini temin etmek üzere mahkeme tarafından dava sonuna kadar geçerli olmak üzere tedbiren hükmedilen nafakadır. Tedbir nafakasına hükmedilebilmesi için eşin ve çocukların geçinmesi için nafakaya ihtiyaç duyulması gerekir. Mali durumu iyi olan eş, kendisi için tedbir nafakası isteyemez ve ancak çocuklar yanında kalmaktaysa çocuklar için tedbir nafakası isteyebilir. Boşanma davasında verilen kararın kesinleşmesiyle tedbir nafakası sona erer.
-
İştirak Nafakası (Katılım Nafakası): Boşanma davasının kesinleşmesiyle birlikte tedbir nafakası sona erer. Kural olarak, eşlerin çocuğun giderlerine mali güçleri oranında ortak katılması (iştirak etmesi) gerekir. Bu nedenle, çocuğun giderlerinin karşılanması amacıyla boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren geçerli olmak velayet kendisinde olmayan eş aleyhine hükmedilen nafakaya iştirak nafakası denilmektedir. Uygulamada, boşanma davası dilekçesi ile mahkemeden çocuklar için dava süresince geçerli olmak üzere tedbir nafakasına hükmedilmesi, dava sonunda ise tedbir nafakasının iştirak nafakasına çevrilmesi talep edilmektedir.
-
Yoksulluk Nafakası: Evliliğin boşanma kararı ile sona ermesi sebebiyle yoksulluğa düşecek eş lehine, diğer eş aleyhine hükmedilen nafakadır. Uygulamada, boşanma davası sırasında mali durumu kötü olan ve bu yüzden geçinemeyen eş lehine tedbir nafakasına hükmedilmesi, dava sonunda tedbir nafakasının yoksulluk nafakasına çevrilmesi talep edilmektedir.
Boşanma Davasında Çocuğun Velayeti
Çocuğun velayeti, boşanma davasında eşler arasındaki en önemli çekişme konusudur. Medeni Kanun’a göre mahkeme, çocuğun velayetinin hangi tarafta kalacağını belirlerken çocuğun gelişimini ve yararını dikkate almalıdır. Hatta, çocuk ile ana ve baba çıkarının çelişmesi halinde, çocuğun yararına üstünlük tanınması zorunludur. Çocuğun yararı ise; çocuğun bedensel, fikri ve ahlaki bakımdan en iyi şekilde gelişebilmesi ve böyle bir gelişmenin gerçekleştirilmesi için, çocuğa sosyal, ekonomik ve kültürel koşulların sağlanmış olmasıdır. Hangi eş bu koşulları sağlayabilecekse çocuğun velayeti o eşe verilir.
Boşanma davası yargılamasında çocuğun velayetinin hangi eşte kalacağına karar vermeden önce idrak yaşına gelmiş çocukların mahkemece bizzat dinlenmesi gerekir. Çocuklarda idrak yaşı, 8 yaş ve üstü olarak kabul görmektedir. Çocuğun eğitim, kültür, yaşam olanakları bakımından nerede yaşamak istediği konusunda bilgilendirilerek, velayet hakkındaki tercihinin tekrardan hakim tarafından çocuğun kendisine sorulması gerekir. Ayrıca, mahkeme, psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı niteliğindeki uzman ya da uzmanlardan (4787 Sayılı Kanun m.5) ortak çocuğun anne ve baba yanındaki barınma ve yaşama koşullarını da değerlendirir içerikte sosyal İnceleme raporu almalı, tüm delilleri birlikte değerlendirerek çocuğun yararını tespit etmelidir. Velayet kamu düzenine ilişkin olduğundan hakim tarafların sunduğu delillerle bağlı değildir, resen delil araştırması yaparak çocuğun velayetinin hangi eşte kalması gerektiğine karar verir.
Boşanma Davasında Mal Paylaşımı
Boşanma davasının açıldığı tarih mal rejiminin de tasfiye edildiği tarih olarak kabul edilir. Yani, boşanma davasının açıldığı ana kadar evlilik birliği içerisinde edinilen mallar mal paylaşımına dahil edilir. Medeni Kanun’a göre 01.01.2002 tarihinden itibaren eşler arasında “edinilmiş mallara katılma rejimi” geçerlidir. Yani, boşanmada mal paylaşımı halinde, mallar eşler arasında yarı oranında bölüşülecektir.
Uygulamada mal paylaşımı davaları boşanma davalarıyla aynı anda, fakat ayrı bir dava şeklinde açılmaktadır. Mal paylaşımı davası, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra mahkeme tarafından görülmektedir. Mal paylaşımı davası ile şu iki temel alacak talep edilir:
-
Katılma Alacağı: Katılma alacağı, evlilik içerisinde bir eşin elde ettiği malvarlığı değerlerinin yarısı üzerinde diğer eşin hak sahibi olmasını ifade eder.
-
Katkı Payı Alacağı: Bir eşin diğer eş tarafından alınan herhangi bir mala ayni veya nakdi katkı sunması ve evliliğin boşanma davası ile sona ermesi halinde talep edebileceği alacak hakkıdır. Örneğin, bir eşin aldığı eve diğer eş 100.000 TL para vererek katkı sunarsa, bu katkı payını boşanma halinde diğer eşten isteyebilir.
Çekişmeli Boşanma Davasında Deliller Nelerdir?
Çekişmeli boşanma davası, davanın dayandığı genel veya özel boşanma nedenlerine göre şekillenen bir aile hukuku davasıdır. Taraflar, her somut olayın karakterine göre, iddialarını çeşitli delil araçlarıyla ispatlayabilir. Boşanma davasının ispatı için genellikle kullanılan delil araçları şunlardır:
-
Tanık beyanları: Tanıkların akraba olmasının bir önemi yoktur. Boşanma kararı verilmesine esas teşkil edecek bilgi ve görgüsü olan herkes şahit olarak dinlenebilir.
-
Telefon görüşme kayıtları veya içerikleri, mesajlar, whatssap içerikleri vb.
-
Boşanmaya temel teşkil edecek olguları ispatlamak amacına yönelik kaydedilmiş bir kereye mahsus ses kaydı,
-
Sosyal medya içerikleri (instagram, facebook, twitter vb.),
-
Uçak veya otel kayıtları, güvenlik kamerası görüntüleri,
-
Fotoğraflar, video kayıtları vb. her türlü delil,
-
Banka kayıtları, kredi kartı ekstresi vb.
Aile mahkemesi, kesin delillerle bağlı olmayıp boşanma davasında her türlü delili serbestçe takdir eder. Mahkeme hakimi, boşanma davasını ispatlayan olayların doğruluğu konusunda tarafların yemin etmesini isteyemez. Tüm deliller toplandıktan açılan boşanma davasının özelliğine göre genel veya özel boşanma nedenlerinin somut olayda ispatlanıp ispatlanmadığını değerlendirerek ya boşanma kararı verir ya da davanın reddine karar verir.
Boşanma davasında yargılama usulü
Boşanma davasında yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa tâbidir (TMK m.184):
-
Hâkim , boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamaz.
-
Hâkim , bu olgular hakkında gerek re’sen, gerek istem üzerine taraflara yemin öneremez.
-
Tarafların bu konudaki her türlü ikrarları hâkimi bağlamaz.
-
Hâkim , kanıtları serbestçe takdir eder.
-
Boşanma veya ayrılığın fer’î sonuçlarına ilişkin anlaşmalar, hâkim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz.
-
Hâkim , taraflardan birinin istemi üzerine duruşmanın gizli yapılmasına karar verebilir.
Çekişmeli Boşanma Davası ve Sebepleri Yargıtay Kararları
Dilekçeler Aşamasında Tanık Deliline Dayanılmamasının Boşanma Davasındaki Sonuçları
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/1-(f) hükmü uyarınca, gerek yazılı gerekse basit yargılama usulünde, iddia edilen her biri vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin, dava dilekçesinde belirtilmesi, ayrıca Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 121 ve 129/2 hükmü uyarınca hem dava dilekçesinde hem de cevap dilekçesinde gösterilen ve tarafların elinde bulunan belgelerin dilekçeye eklenerek mahkemeye sunulması, başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur. Davalı erkek davaya cevap dilekçesinde tanık delile dayanmamıştır. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşaması davalı erkeğin cevap dilekçesi vermesi ile sona ermiş, davalı erkek bu aşamadan sonra sunduğu dilekçesi ile tanıklarının ismini bildirmiştir. Bu sebeple davalı erkeğin süresinde bildirmediği tanıklarının beyanları kusur belirlemesinde dikkate alınamaz (HGK 20/04/2016 tarih, 2014/2-695 E. ve 2016/522 K. Sayılı kararı). Bu durumda mahkemece, davalı yanca usulüne uygun şekilde süresinde ileri sürülmeyen tanık beyanları esas alınarak davacı kadına kusur yüklenilmesi doğru olmamıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında, boşanmaya sebep olan olaylarda kadının kusursuz olduğu, fakat eşine küçük düşürücü sözler söyleyen ve birlik görevlerini yerine getirmeyen davalı erkeğin tam kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Erkeğin gerçekleşen kusurlu davranışları aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı niteliğini taşımaktadır. Kadın yararına TMK m.174/1-2 koşulları oluşmuştur. O halde tarafların ekonomik ve sosyal durumları, kusurun ağırlığı ve hakkaniyet ilkesi gözetilerek davacı kadın kararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesi doğru bulunmamış ve bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - K. 2018/1187).
Özel ve Genel Boşanma Sebeplerine Dayalı Çekişmeli Boşanma Davası
Davalı-karşı davacı kadın dava dilekçesinde zina, pek kötü muamele, onur kırıcı davranış ve evlilik birliğinin sarsılması sebeplerine dayalı olarak boşanma davası açmış, mahkemece davalı-karşı davacı kadının davası tarafların evlilik birliğinin sarsılması sebebi ile kabul edilerek boşanmalarına karar verilmiştir. Davalı-karşı davacı kadının dava dilekçesinde yer alan zina, pek kötü muamele ve onur kırıcı davranış nedenine dayalı talepleri hakkında karar gerekçesinde bir açıklama yapılmadığı gibi, bu hususta olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulmamıştır. Davalı-karşı davacının açıklanan özel boşanma sebeplerine dayalı talepleri hakkında olumlu ya da olumsuz karar verilmemesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2.HD - Karar: 2016/255).
Boşanma Davasında Akrabaların Tanıklığı Geçerli midir?
Aile mahkemesi tarafından “Davacı-karşı davalı tanıklarından birinin oğlu, diğerinin işçisi olduğu ve tarafsız beyanda bulunacakları konusunda kanaat oluşmadığı” gerekçesiyle davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının reddine karar verilmiştir.
Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır (HMK m.255). Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanı değerden düşürücü bir sebep sayılamaz.
O halde, davalı-karşı davacı kadının, eşinin önceki evliliğinden olan çocuğu Emre’nin ortak evden gönderilmesini istediği ve aile konutunun tapusunun kendi üzerine devredilmemesi sebebiyle tartışma çıkardığı konusunda beyanda bulunan tanıklar ’nin tanıklığına değer verilerek, davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamına uygun olmayan gerekçe ile erkeğin boşanma davasının reddi doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2.Hukuk Dairesi - Karar : 2017/3455).
Tam Kusurlu Eşin Boşanma Davası Reddedilir
Boşanma davasında toplanan delillerden davacı kocanın eşine sürekli şiddet uyguladığı, hakaret ettiği, eşinin ihtiyaçlarını gidermediği, boşanmaya sebep olan olaylarda tamamen kusurlu olduğu; davalı kadının ise kusurlu bir davranışının varlığının kanıtlanamadığı anlaşılmaktadır.
Türk Medeni Kanununun 166 ncı maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı iradeyle sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanma kararı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonrada madem ki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.
Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166 ncı maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır.(TMK.md.166/2).
Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır (Yargıtay HGK - Karar:2015/1655).
Eşin Telefonuna Casus Program Yükleyerek Elde Edilen Ses Kayıtlar
Boşanma davasında eşinin telefonuna CASUS PROGRAM YÜKLEYEREK ele geçirilen ses kayıtları delil olarak kullanılabilir mi?
Davacı-karşı davalı erkeğin EŞİNİN TELEFONUNA CASUS PROGRAM YÜKLEYEREK ele geçirdiği ses kayıtları HUKUKA AYKIRI DELİL NİTELİĞİNDE OLUP kusur belirlemesinde dikkate alınamaz (Yargıtay 2.Hukuk Dairesi - Karar: 2017/6688)
Boşanma Davasında İspat ve Dilekçede Tanık Deliline Dayanılmaması
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119.maddesinde dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar tek tek sayılmıştır. 119.maddenin (1.) fıkrasının e bendinde “davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin”, f bendinde ise, “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin” belirtilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Taraflar dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırılmalıdırlar. Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispati için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur (HMK m.194). Somut olayda davacı erkek dava dilekçesinde iddialarını ispata yarayacak hiçbir delil bildirmediği gibi, tanık deliline de dayanmamıştır. Davacı erkek cevaba cevap da vermemiştir. Davacı erkeğin tanıklarının beyanlarına itibar edilerek hüküm kurulamaz. Açıklanan sebeplerle davacı erkeğin boşanma davasının reddi gerekirken kabulü doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar:2017/5153).
Davalı-karşı davacı erkek davaya cevap ve karşı dava dilekçesinde herhangi bir delile dayanmamıştır. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşaması davacı-karşı davalı kadının karşı davaya cevap vermemesi ile sona ermiş, davalı-karşı davacı erkek bu aşamadan sonra sunduğu 23.01.2015 tarihli dilekçesi ile tanıklarının ismini bildirmiştir. Bu sebeple davalı-karşı davacı erkeğin süresinde bildirmediği tanıklarının beyanları kusur belirlemesinde dikkate alınamaz (HGK 20/04/2016 tarih 2014/2-695 E. ve 2016/522 K. sayılı kararı). Bu durumda mahkemece, davacı yanca usulüne uygun şekilde süresinde ileri sürülmeyen delilleri ve tanık beyanları esas alınarak davalı kadına kusur yüklenilmesi ile davalı-karşı davacının davasının kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında, yukarıda açıklanan sebeple davacı-karşı davalı tarafa yüklenecek kusurlu bir davranış ispatlanamadığı halde, kadın da kusurlu kabul olunarak davalı-karşı davacı erkeğin boşanma davasının kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Ne var ki; kadının davasında verilen boşanma hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmekle erkeğin boşanma davası konusuz kalmıştır. Bu sebeple mahkemece, erkeğin davası yönünden dava konusuz kaldığından “Karar verilmesine yer olmadığına” dair hüküm kurmak ve davadaki haklılık durumuna göre yargılama giderleri ve vekalet ücreti konusunda karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere boşanmaya sebep olan olaylarda, davacı-karşı davalı kadının kusuru kanıtlanamamış olup, birlik görevlerini yerine getirmeyen davalı-karşı davacı erkek tamamen kusurludur. Boşanma sonucu davacı-karşı davalı kadın, en azından diğer eşin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi (TMK m. 4, TBK m. 50 ve 52 ) dikkate alınarak davacı-karşı davalı kadın yararına uygun miktarda maddi tazminat takdiri gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak bu isteğin reddine karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar :2017/4579).
Terk İhtarının Boşanma Davasında Sonuçları
Toplanan delillerden davacı erkeğin, eşine 27/01/2014 tarihinde terk ihtarı ( TMK m.164) tebliğ ettirdiği anlaşılmaktadır. Bir eş, terk ihtarı çekmekle eşinin ihtar istek tarihinden önceki kusurlu davranışlarını affetmiş, en azından hoşgörüyle karşılamış olur. Affedilmiş veya hoşgörüyle karşılanmış olaylar da Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesine dayalı boşanma davası için; boşanma sebebi olarak kabul edilemez.
Davacı erkek eşinin ihtar tarihinden önceki kusurlu davranışlarını affetmiştir. İhtar istek tarihinden sonra davalı kadına yüklenebilecek başkaca yeni bir vakıanın varlığı da kanıtlanamadığına göre, boşanma davasının reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabül edilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar: 2017/11).
Ortak Konutu Terk ve Hakaret Nedeniyle Boşanma Kararı
Mahkemece, boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu oldukları gerekçesiyle kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m.174/1-2) taleplerinin reddine karar verilmiş ise de, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; davacı-karşı davalı kadının eşine hakaret ettiği, davalı-karşı davacı erkeğin ise eşine hakaret ettiği, sürekli ve düzenli bir işinin bulunmadığı, evin ihtiyaçları ile ilgilenmediği ve ortak konutu terkettiği anlaşılmaktadır. Davacı-karşı davalı kadına kusur olarak yüklenen “eşini ortak konuttan kovduğu” vakıasına ilişkin beyanda bulunan tanığın görgüye dayalı bilgisi bulunmamakta olup, taraflardan ve üçüncü kişilerden aktarılan olaylar sabit kabul edilemez ve kusur belirlemesinde hükme esas alınamaz. Gerçekleşen bu olaylara göre, davalı-karşı davacı erkeğin boşanmaya sebep olan olaylarda ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Boşanmaya sebep olan olaylar davacı-karşı davalı kadının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup, boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi (TMK m. 4, TBK. m. 50 ve 52 ) dikkate alınarak, davacı-karşı davalı kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminat takdiri gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak bu isteklerin reddine karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. HD - Karar:2017/4192).
Terk Nedeniyle Çekişmeli Boşanma Davası Açmanın Şartları
Mahkemece “terk ihtarında davacı-karşı davalı kadının eve dönmesi halinde eve girebilmesi için gerekli olan anahtarı nerede bulabileceğine ilişkin hüküm bulunmaması sebebiyle şekil şartlarına uymayan terk nedeniyle boşanma davasının reddine” , tarafların karşılıklı olarak hakaret ettikleri gerekçesiyle kadının boşanma davasının kabulü ile tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesine göre boşanmalarına karar verilmiştir.
Toplanan delillerden; davacı-karşı davalı kadının 17.03.2014 tarihinde ortak konuttan ayrıldığı, davalı-karşı davacı erkeğin 29.09.2014 tarihinde terk ihtarı talebinde bulunduğu, ihtar kendisine tebliğ edilen davacı-karşı davalı kadının 19.02.2015 tarihinde ihtara cevap verdiği, terk sebebine dayalı davanın 23.06.2015 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Terk sebebine dayanan boşanma davasının reddedilebilmesi için usulüne uygun ihtar tebliğine rağmen ihtar edilen eşin haklı bir sebeple aile birliğine dönmediğinin gerçekleşmesi gerekir. Mahkemece, terk ihtarında ortak konutun anahtarının yerinin belirtilmemesi sebebiyle davalı-karşı davacı erkeğin davasının reddine karar verilmiş ise de, davacı- karşı davalı kadın terk ihtarına verdiği cevapta evin anahtarının kendisinde bulunmadığını ya da ortak konuta döndüğünü ancak eve giremediğini iddia etmemiştir.
Davacı-karşı davalı kadın ihtara rağmen dönmemekte haklı olduğunu ispatlayamamıştır. Erkeğin ihtar isteğinin samimi olmadığını gösteren bir delil de bulunmamaktadır. O halde, Türk Medeni Kanununun 164. maddesinde yer alan boşanma sebebinin gerçekleştiği gözetilerek erkeğin boşanma davasının kabulü gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar: 2017/761).
Terk İhtarına Rağmen Eve Dönmeyen Kadın Aleyhine Boşanma Kararı Verilmelidir
Terk sebebine dayanan boşanma davasının reddedilebilmesi için, terkte haklı olmak yetmez. Usulüne uygun ihtar tebliğine rağmen ortak konuta ve aile birliğine haklı bir sebeple dönmemenin gerçekleşmiş olması gerekir. Davacı erkek, 16.03.2012 günü mahkemeye başvurarak eşinin eve dönmesi için ihtar edilmesini (TMK.md.164) istemiş, istek doğrultusunda verilen ihtar kararı 17.04.2012 tarihinde kadına tebliğ edilmiştir. Kadın eşe gönderilen terk ihtarı, Türk Medeni Kanunun 164. maddesi ile 27.03.1957 tarihli 10/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına uygun ve geçerlidir.
Davalı kadın terke zorlandığını ve haklı sebeple ortak konuta dönmediğini ispatlayamamış, ihtara uymamakta haklı olduğuna dair bir delil getirmemiştir. Bu sebeple erkek eş tarafından açılan terk sebebine dayanan boşanma davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar: 2015/4408).
Boşanma Davasında Yoksulluk Nafakası Bağlanması
Mahkemece davalı-karşı davacı kadının erkeğin ailesine saygısız davranışlar sergileyerek kusurlu olduğu, kadın tarafından ise erkeğin kusurlu bir davranışının ispatlanamadığı belirtilerek erkeğin boşanma davasının kabulüne, kadının karşı boşanma davasını takipsiz bıraktığı da dikkate alınarak kadının davasının da açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Bu durumda boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda davalı-karşı davacı kadın tamamen kusurludur.
Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (TMK m. 175), Mahkemece, davalı-karşı davacı kadının boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kusurlu bulunduğu ve davacı-karşı davalı erkeğe bir kusur yüklenmediği dikkate alındığında, davalı-davacının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu haliyle kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. HD - Karar:2017/3725).
Boşanma Kararı Verilebilmesi İçin Eşlerin Kusur Şarttır
Davalı kadından kaynaklanan boşanmayı gerektiren kusurlu bir davranış tespit edilememiştir.
Türk Medeni Kanununun 166. maddesinde “evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerin her birinin boşanma davası açabileceği” hükme bağlanmıştır. Bu hükmü, tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamak ve değerlendirmek doğru değildir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır (TMK m. 166/2).
Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki, bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken, yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Ancak bu yön temyiz edilmediğinden bozma nedeni yapılmamış yanlışlığa değinilmekle yetinilmiştir (Yargıtay 2.HD - Karar: 2017/4033).
Kendi Kusuruna Dayanılarak Boşanma Kararı Talep Edilemez
Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Mahkemece; “taraflar arasında huzursuzluklar yaşandığı, özellikle davacının yurtdışındayken eşi ve çocuklarını arayıp sormayarak ilgisiz davranması, para yardımında bulunmaması, tekrar yurtdışına gitmek için davalıdan boşanmak istemesi ve bunu kabul etmeyen davalının evden kovulması şeklinde gerçekleşen olguların sabit görüldüğü ve tüm bu hususlar gereği davacının ağır kusurlu olduğu” kabul edilmiş ancak evlilik birliğinin devamında eş ve çocuklar için yarar kalmadığından tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesine göre boşanmaya karar vermek için davalının az da olsa kusurlu bulunması zorunludur. Oysa mahkemece davalı-davacı kadına herhangi bir kusur yüklemesi yapılmamıştır. Davacı-davalı erkek tam kusurludur. Bir kimse sırf kendi kusuruna dayanarak boşanma hükmü elde edemez. Bu itibarla davacı-davalı erkeğin açmış olduğu boşanma davasının reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır (Yargıtay 2. HD - Karar:2017/4104).
Kusura Dayalı Boşanma Kararı, Maddi Tazminat ve Yoksulluk Nafakası
1-Mahkemece boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğu kabul edilerek boşanmalarına karar verilmiş ise de; davacı erkeğin kusurlu hareketleri olarak alkol aldığı, kumar oynadığı, eşini aldattığı, eşine karşı fiziksel şiddet uyguladığı gösterilmiş, davacı erkek tarafından temyiz talebinde bulunulmadığından bu kusurlu davranışlar davacı erkek aleyhine kesinleşmiştir. Toplanan delillerden, mahkemeninde kabulünde olduğu üzere davalı kadının haksız tahrik altında bıçakla yaralamak suretiyle eşine fiziki şiddet uyguladığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu hale göre boşanmaya neden olan olaylarda davalı kadına oranla davacı erkeğin daha ziyade kusurlu olduğunun kabulü gerekmektedir. Hal böyleyken, tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi doğru değilse de, boşanma kararı sonuç itibariyle doğru olup, kararın kusura ilişkin gerekçesi düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiş (HUMK m. 438/son), davalı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Türk Medeni Kanununun 174/1. maddesi mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini, 186. maddesi, eşlerin evi birlikte seçeceklerini, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılacaklarını öngörmüştür. Toplanan delillerden boşanmaya sebep olan olaylarda maddi tazminat isteyen eşin diğerinden daha ziyade ve eşit kusurlu olmadığı anlaşılmaktadır. Boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi (TMK m. 4, TBK m. 50 ve 52) dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda maddi tazminat verilmelidir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.
Türk Medeni Kanununun 174/2. maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalı kadın ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK m. 4, TBK m. 50, 51, 52, 58) dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.
3-Boşanma sebebiyle yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için, nafaka talep eden eşin kusurunun daha ağır olmaması ve boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olması gerekir (TMK m. 175). Mahkemece davalı kadının kendisini geçindirecek nitelikte geliri olduğundan bahisle yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmiş ise de; dosya da bulunan sosyal ekonomik durum araştırmasına göre kadının çalıştığı 1.300 TL geliri olduğu tespit edildiği, dosya içerisinde mevcut 27.02.2014 tarihli SGK kaydında ise işe giriş tarihinin 19.03.2013, çıkış tarihinin 15.01.2014 olduğu ve kısa süreli bir çalışma olduğu anlaşılmaktadır. O halde mahkemece yeniden araştırma yapılarak kadının çalışıp çalışmadığı, gelirinin sürekli ve düzenli olup olmadığı, boşanma halinde kadını yoksulluktan kurtaracak nitelikte olup olmadığı tespit edilerek çelişkinin giderilmesi ile sonucuna göre hüküm tesisi gerekirken, bu hususta eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir (Yargıtay 2. Hukuk dairesi - Karar:2016/14021).
Karşı Boşanma Davasının Süresinde Açılmaması
Mahkemece davalı-karşı davacı erkeğin, karşı boşanma davasının cevap süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle karşı davanın reddine karar verilmiştir. Kural olarak, “karşı dava”, esas davaya cevap süresi içinde açılmalıdır (HMK m. 133/1). Cevap süresi içinde açılmayan karşı davanın ayrılmasına karar verilir (HMK m.133). Ancak, boşanma davalarında; tarafların kusurlarının belirlenmesi, boşanmanın fer’i (eki) niteliğindeki, maddi ve manevi tazminat (TMK m.174/1-2), yoksulluk nafakası (TMK m. 175), velayet gibi taleplerin sağlıklı olarak değerlendirilip isabetli karar verilebilmesi, bir kısım taleplerin de incelenmez hale gelmemesi için; kural olarak, boşanma konusunda birden çok dava varsa, bunların birlikte görülmesi; hem adaletli bir karar için, hem de usul ekonomisi bakımından gereklidir. Süresinde açılmayan karşı boşanma davasının ayrılmasına karar verilse bile, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 166/1. maddesi uyarınca tekrar birleştirilmesine karar verilmesi gerekeceğinden, davanın ayrılmasında da “usul ekonomisi” ilkesi gereğince, bir yarar bulunmamaktadır. Bu nedenlerle, süresinde açılmamış olsa bile, karşı boşanma davasının esasına girilerek bir karar verilmesi gerekir. Mahkemece, bu husus gözetilmeyip, karşı davanın süresinde olmadığından bahisle reddine karar verilmesi bozmayı gerekmiştir (Yargıtay 2.Hukuk Dairesi - Karar:2017/3638).
Boşanma Davası Neticesinde Ayrılık Kararı Verme Şartları
Dava, münhasıran Türk Medeni Kanununun uyarınca ayrılığa karar verilmesine ilişkindir. Davacı, ayrılık kararına esas boşanma sebebi olarak, Türk Medeni Kanununun “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebebine dayanmıştır. Mahkemece, talep kabul edilerek ayrılığa karar verilmiştir. Ayrılığa karar verebilmek için, boşanma sebebinin ispatlanmış olması gerekir. Boşanma sebebi gerçekleşmemiş ise, ayrılık talebinin de reddine karar verilmelidir. Toplanan delillerden; tanık anlatımlarında geçen kocanın eşine şiddet olayından sonra, evliliğin uzun süre devam ettirilerek tarafların birlikte yaşamayı sürdürdükleri, böylece bu olayların davacı tarafından affedildiği, en azından hoşgörüyle karşılanmış sayılması gerektiği; sonraki olaylara ilişkin tanık beyanlarının ise somut görgüye ve bilgiye dayanmadığı, anlatılanların duyuma ve davacının kendilerine söylediğinin aktarılmasından ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Affedilen veya hoşgörüyle karşılanan olaylara dayalı olarak boşanma veya ayrılık kararı verilemeyeceği gibi; duyuma dayalı veya taraf sözlerinin aktarılması niteliğindeki beyanlara dayalı olan olaylar da sabit kabul edilemez. O halde; en azından Türk Medeni Kanununun boşanma koşulları bile gerçekleşmiş olmadığından; ayrılık talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yeterli olmayan gerekçeyle ayrılığa karar verilmesi isabetsiz olmuş, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar: 2013/3849).
Zina (Aldatma) ve Şiddet Nedeniyle Boşanma Davasında Kusurluluk
Mahkemece davacı-karşı davalı kadın ağır kusurlu kabul edilerek dava ve birleşen davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına kararı verilmiş ise de, yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının zina eylemine karşılık, davalı-karşı davacı erkeğin de eşine sürekli şiddet uyguladığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre boşanmaya sebep olan olaylarda, tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü gerekir. Eşit kusurlu eş lehine tazminata hükmedilemez. Hal böyle iken davacı-karşı davalı kadının ağır kusurlu kabul edilmesi ve bu hatalı kusur tespitine bağlı olarak davalı-karşı davacı erkek yararına maddi ve manevi tazminata (TMK m. 174/1-2) hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. HD - Karar : 2017/4021).
Genel Çekişmeli Boşanma Davasında Zina (Aldatma) Nedeniyle Boşanma Kararı
Davacı-karşı davalı erkek, davalı-karşı davacı kadın aleyhine evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1-2) hukuki sebebine dayalı boşanma davası açmış, davalı-karşı davacı kadında davacı-karşı davalı erkek aleyhine evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1-2) hukuki sebebine dayalı karşı boşanma davası açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda kadının davasının reddine, davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının kabulü ile tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 161. maddesinde düzenlenen zina (aldatma) hukuksal sebebine dayalı olarak boşanmalarına karar verilmiştir. Davacı-karşı davalı erkeğin zina hukuki sebebine dayalı davası olmadığı gibi bu konuda usulünce yapılmış bir ıslah da bulunmamaktadır. Bu durumda, davacı-karşı davalının davası evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1-2) hukuki sebebine dayalı olduğuna göre, delillerin bu çerçevede değerlendirilerek, sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, Türk Medeni Kanunu’nun 161. maddesi gereğince kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir (HMK m.26). (Yargıtay 2. HD - Karar : 2017/3791).
Zina (Aldatma) Fiilinin Affedilmesi ve Boşanma Davasına Etkisi
Mahkemece, kadın tarafından açılan “zina (TMK.md.161) sebebine dayanan boşanma davası, “davalının zina yaptığı sabit ise de, davacının eşini affettiği, aftan sonra zinanın devam ettiğinin ispatlanamadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir. Davalının bir başka kadınla ilişkisinin olduğu, bu kadından 24.07.2010 tarihinde bir çocuğunun bulunduğu, çocuğun annesi tarafından davalı aleyhine 28.02.2011 tarihinde babalık davası açıldığı, davalının babalığına hükmedildiği, kararın 23.10.2012 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Davacı-davalı kadının eşinin bir başka kadınla ilişkisini öğrenmesinden sonra tarafların barıştıkları ve 2010 yılı Eylül ayında birlikte hacca gittikleri doğrudur. Eldeki boşanma davası 05.10.2011 tarihinde açılmıştır. Davalı aleyhine açılan babalık davasında 13.02.2012 tarihli oturumda dinlenen tanık beyanından ve dosyaya sunulan mesaj dökümlerinden davalının aynı kadınla ilişkisinin tarafların barışmalarından sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır. Af, öncesindeki zina eylemine dayalı olarak dava hakkını ortadan kaldırır (TMK.md.161/son) ise de, sonrasındaki zina eylemine dayalı dava hakkı üzerinde etkili değildir. Davacının affından sonra da davalının aynı kadınla ilişkisinin devam ettiği gerçekleştiğine göre, kadının boşanma davasının kabulü ile tarafların zina (aldatma) (TMK.md.161) sebebiyle boşanmalarına karar verilmesi gerekirken, yetersiz gerekçe ile isteğin reddi doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2.HD-Karar : 2014/15758).
Zina (Aldatma) Nedeniyle Boşanma Davası Açma Süresi Ne Kadar?
Dava, münhasıran Türk Medeni Kanununun 161. maddesine dayanan zina (aldatma) hukuki sebebine dayalı boşanma talebidir. Buna göre, dava hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde zina (aldatma) eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer (TMK.md.161/2). Davacı kocanın, eşinin bir başka erkekle zina ettiğini Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/304 esas, 2010/134 karar sayılı dosyasının 15.09.2009 tarihli duruşmasında öğrendiği, zina (aldatma) nedeniyle boşanma davasını 01.04.2010 tarihinde açtığı, bu durumda davanın yasada öngörülen altı aylık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı anlaşılmaktadır. Taraflar arasında boşanma davasına münhasıran zina (aldatma) sebebine (TMK.m.161) dayalı olarak açıldığı konusunda bir çekişme de bulunmamaktadır. Durum böyleyken, davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddi gerekirken, yazılı olduğu şekilde boşanma kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. HD - Karar : 2014/20613).
Zina (Aldatma) Özel Bir Boşanma Sebebidir
Davacı-karşı davalı erkek “aynı” boşanma davasında birden çok hukuki sebebe dayanarak öncelikle Türk Medeni Kanunu m.161 (zina nedenli) olmadığı takdirde, Türk Medeni Kanunu m.162, Türk Medeni Kanunu m.163’de gösterilen suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme hukuki sebepleriyle boşanma isteminde bulunmuştur. Davacı-karşı davalı erkeğin genel boşanma sebebine (TMK m.166/1) dayalı bir talebi bulunmamaktadır. Münhasıran özel boşanma sebebine dayalı olarak açılan boşanma davasında genel boşanma sebebine (TMK m.166/1) dayalı olarak karar verilmesi mümkün değildir. Zira, hakim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır (HMK m.26/1). Mahkemece deliller (bu nedene dayalı boşanma talebi bulunmadığı halde) Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesi çerçevesinde değerlendirilmiş, Türk Medeni Kanununun 161. maddede yer alan sebep yönünden bir değerlendirme yapılmamıştır. Erkeğin boşanma davası öncelikle zina (aldatma) nedenine dayalı olduğundan toplanan delillerin özel boşanma sebebi olan zina çerçevesinde değerlendirilerek sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, bu hususun nazara alınmaması doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2.HD - Karar : 2017/2179).
Ziynet Eşyalarının İadesi Davasında İspat
Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi uyarınca; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde, gerek Yargıtay İçtihatlarında kabul edildiği üzere ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan, ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. Somut olayda; davacı, evlilik sonrası 8 adet bileziğin davalı A.’nın babası olan diğer davalı K. tarafından aynen iade edilmek şartıyla alındığını iddia etmiş; ancak bu hususu ispatlayamamıştır. Zira bu hususa ilişkin dinlenen davacı tanıkların beyanları duyuma dayalı olup, sözkonusu tanıkların 8 adet bileziğin davalı K. tarafından iade edilmek üzere alındığına dair görgüye dayalı bilgileri bulunmamaktadır. Davalılar ile davalı tanık beyanları ise; davacı beyanlarında geçen 8 adet bileziğin davacının bilgisi dahilinde düğünde emaneten takılmak üzere kuyumcudan davalı K. tarafından alındığının düğün sonrası yine K. tarafından kuyumcuya götürülerek iade edildiğine ilişkindir. Bu durumda mahkemece; davalı K’ya açılan 8 adet bilezik yönünden davanın reddi gerekirken , yanılgılı değerlendirme ile, davalı K yönünden davanın kabulü isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 3.HD - Karar : 2017/10755).
Davalı-karşı davacı kadın, ziynet eşyasının davacı-karşı davalıda kaldığını ileri sürmüş, davacı-karşı davalı ise onun tarafından götürüldüğünü savunmuştur. Hayat deneylerine göre olağan olan, bu çeşit eşyanın kadın üzerinde olması yada evde saklanmış, muhafaza edilmiş bulunmasıdır. Diğer bir deyimle bunların davalının zilyetlik ve siyanetine terk edilmiş olması olağana ters düşer. Diğer taraftan, söz konusu eşya rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen nev’idendir. Onun için evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi gizlemesi her zaman mümkündür. Davacı-karşı davalı kadın dava konusu ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını ispat yükü altındadır. Olayda kadın, dava konusu ziynet eşyasının, götürülmesine engel olunduğunu ve zorla elinden alındığını, daha öncede götürme fırsatı elde edemediğini ispat edememiştir. Buna rağmen yukarıda yazılı ilkelerde hataya düşülerek hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır (Yargıtay 2.Hukuk Dairesi - Karar : 2017/3455).
Güven Sarsıcı Davaranışlar ve Boşanmada Ağır Kusurlu Eş
Mahkemece taraflar eşit kusurlu kabul edilerek boşanmalarına hükmedilmişse de yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davalı erkeğin güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu, birlik görevlerini ihmal ettiği ve eşinin kilolu olduğunu söylerek onu aşağıladığı; davacı kadının ise eşine hakaret vc beddua ettiği anlaşılmaktadır.
Gerçekleşen bu durum karşısında, boşanmaya neden olan olaylarda davalı erkeğin, davacı kadına nazaran daha ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. O halde, mahkemece tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi ve bu yanılgılı kusur belirlemesine bağlı olarak davacı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1-2) taleplerinin reddine karar verilmesi isabetsiz olmuş ve bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar:2017/3599).
Boşanma Davasında İdrak Yaşındaki Çocuğun Velayeti
Ortak çocuklar Ensar 2005, Eyüp 2009 doğumlu olup idrak çağındadırlar. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12, Çocuk Haklarının Kullanılmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6. maddelerine göre, idrak çağında bulunan çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşlerinin alınması ve görüşlerine de gereken önemin verilmesi, gerekirse 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanununun 5. maddesi uyarınca uzman veya uzmanlardan rapor alınıp, deliller birlikte değerlendirilerek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, velayet konusunda eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar : 2017/11251).
Karar Düzeltme Aşamasında Anlaşmalı Boşanma Protokolü Düzenlenmesi
Kadının Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesine dayanarak (şiddetli geçimsizlik, evlilik birliiğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası) açtığı boşanma davasında verilen tarafların boşanmalarına ve fer’ilerine ilişkin karar tarafların temyizi üzerine kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminatın çok olduğundan bahisle kısmen bozulmuş, davalı erkek karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Ancak karar düzeltme talebinin incelenmesinden önce 02.02.2017 tarihinde gönderilen dilekçe ve ekindeki belgelerden tarafların boşanma, boşananın mali sonuçları ile çocuğun durumu konusunda aralarında prtokol düzenledikleri anlaşılmış, bu protokol dikkate alınarak davalının karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemizin 12.04.2016 tarihli ilamının kaldırılmasına ve mahkeme kararının taraflar duruşmaya çağrılıp bizzat beyanları da alınmak suretiyle, sonucu uyarınca karar verilmek üzere bozulmasına karar vermek gerekmiştir. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar:2017/3256).
Anlaşmalı Boşanma Protokolü ile Açılan Boşanma Davası
Dava, Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesine dayalı anlaşmalı boşanmaya ilişkindir. Dosyaya sunulan anlaşmalı boşanma protokolü ve ek protokolde taraflar, mal paylaşımı ve ev eşyaları ile ilgili düzenlemeler yapmışlardır. Tarafların anlaşmalı olarak (TMK m. 166/3) boşanmaları halinde, tarafların anlaşmalarına ilişkin protokol ya da tarafların duruşmadaki karşılıklı anlaşmaya dair beyanları hükme aynen geçirilir. Somut olayda ise taraflar mahkemece dinlenmiş ancak, protokol ve ek protokol hükümleri konusunda anlaşıp anlaşmadıklarına ilişkin tarafların beyanları alınmadığı gibi anlaşmalı boşanma protokolü ve ek protokol hükme geçirilmemiş, bu protokol ve ek protokolün uygun bulunduğuna dair bir belirleme de hükümde yer almamıştır. O halde, mahkemece yapılacak iş, tarafların boşanma ve ek protokole ilişkin beyanlarını alarak protokole uygun infazda şüphe ve tereddüte yer vermeyecek şekilde ayrı ayrı hüküm vermekten ibarettir. Bu yön gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar : 2016/5055).
Gizli Ses Kaydının Boşanma Davasında Delil Olur mu?
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davalı erkek tarafından hukuka aykırı şekilde elde edilen, kadının annesi ve kardeşi ile telefon görüşmelerine ilişkin ses kayıtlarının delil olarak kabul edilemeyeceğinin ve tarafların kusurları belirlenirken dikkate alınamayacığının tabi bulunmasına göre; davalının tüm, davacı kadının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
Mahkemece, boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu oldukları kabul edilerek, davacı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1-2) taleplerinin reddine karar verilmiş ise de; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; davacı kadının birlik görevlerini yapmadığı, eşi ve ailesine ilgisiz davrandığı, eşine hakaret ettiği ve eşinin işyerine zarar verdiği, buna karşılık davalı erkeğin ise, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, güven sarsıcı davranışlar sergilediği, eşine hakaret ettiği, eşinin sadakatinden şüphe ederek ortak konuta gizlice ses kayıt cihazı yerleştirdiği, eşini istemediğini ve boşanmak istediğini söylediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkeğin, davacı kadına nazaran ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Türk Medeni Kanununun 174/1-2. maddesi koşulları kadın yararına oluşmuştur. Bu duruma göre davacı kadın yararına uygun miktarlarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, tarafların eşit kusurlu oldukları gerekçesiyle kadının tazminat isteklerinin reddi doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2. HD - Karar : 2016/2538
Çekişmeli Boşanma Davasının Islah Edilmesi ve Tanık Delili
Davacı, ıslah yoluyla, dayandığı vakıaları değiştirebilir veya davaya yeni vakıaları dahil edebilir. Evvelce göstermiş olsa bile, davaya kattığı bu yeni vakılara ilişkin delil de gösterebilir. Bu halde, ikinci tanık listesi verilemeyeceğine ilişkin yasağa (HMK. m. 240/2) dayanılarak, gösterilen bu tanıkların dinlenmesinden kaçınılamaz. Davacı, 7.1.2013 günü verdiği ıslah dilekçesiyle, yeni vakıalar ileri sürmüş ve bununla ilgili tanık da göstermiştir. Yapılan ıslah kanuna uygundur. O halde, davacının 7.1.2013 günü verdiği ıslah dilekçesinde gösterdiği tanıklar usulünce dinlenmeli ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar verilmelidir. Bu yön nazara alınmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - K. 2015/6532).
Ziynet Eşyasının Bilirkişi İncelemesi ve Fotoğraf Delili ile İspatlanması
Davacı vekili, bilirkişi raporuna karşı itirazlarını içeren dilekçesinde nişan fotoğrafında görülen dizili İngiliz bileziğin bilirkişi raporunda belirtilmediğini, yine fotoğrafta ikiden fazla burma bilezik görünmesine rağmen bilirkişinin eksik gözlem yaparak eksik bilezik sayısı tespit ettiğini belirtmiştir. Dosyada bulunan fotoğraf incelendiğinde bilirkişi raporunda tespit edilen ziynetlerin, fotoğrafta görülen ziynetlerle uyumlu olmadığı görülmüştür. Mahkemece, davacı vekilinin rapora itirazları dikkate alınmadan dosya kapsamı ile uygun düşmeyen rapor doğrultusunda karar verilmesi doğru değildir.
Hal böyle olunca, mahkemece davacı vekilinin rapora itirazları da dikkate alınarak kuyumcu bir bilirkişiden dosya kapsamına uygun bir rapor alınıp sonucu dairesinde hüküm tesisi gerekirken haklı itiraza uğrayan bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi - Karar: 2017/119).
Güven Sarsıcı Davranışlarda Bulunan Kadına Şiddet Uygulayan Erkek Daha Az Kusurludur
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda güven sarsıcı davranışlarda bulunan kadın ile bu güven sarsıcı davranışı öğrendiğinde haksız tahrik altında eşine fiziksel şiddet uygulayan erkeğin aynı oranda kusurlu olup olmadıkları; bunun sonucunda davacı erkek yararına manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi uyarınca; “Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” Buna göre davacı erkek lehine manevi tazminata hükmedilebilmesi için davalı kadının boşanmaya neden olan olaylarda ağır kusurlu olması ve kadının bu ağır kusurlu davranışının erkeğin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olması gerekir.
Somut olayda; davalı kadının facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde bulunan hesabında başka bir erkekle birlikte çekilmiş samimiyet içeren fotoğraflarını paylaşması, yine bu kişi ile aynı sosyal paylaşım sitesinde yazışmalar yapması, ayrıca aynı erkekle görüşmek için mevcut telefonundan ayrı olarak edindiği GSM hattı ile bu kişiye ait GSM hattı arasında yapılan görüşmelerin gecenin geç saatlerinde, sık ve uzun süreli olması gözetildiğinde, davalı kadının bu davranışlarının davacı erkeğin güvenini sarsacağı kuşkusuzdur.
Davalı kadının belirlenen güven sarsıcı davranışlarına konu sosyal medyada paylaşılan fotoğrafların ve özel olarak bulundurulan telefonun varlığının davacı erkek tarafından öğrenilmesi üzerine davacı erkeğin, duymuş olduğu hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında eşine “basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte” fiziksel şiddet uyguladığı, ceza mahkemesince bu sebeple mahkum edilen erkeğin cezasında haksız tahrik hükmü uygulanmak suretiyle indirime gidildiği dosyaya ekli ceza dosyası ve adli rapordan anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, hiçbir eylem şiddete gerekçe olmayacağı gibi, hukuk düzeni de şiddeti korumaz. Ne var ki, manevi tazminata hükmedilmesinde tarafların boşanmaya neden olaylardaki kusur durumları ile belirlenen bu kusurun kusuru daha az olan tarafın kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı dikkate alınır.
Bu itibarla Kurul çoğunluğu tarafından, davalı kadının yukarıda sayılan birden fazla güven sarsıcı davranışlarının, bunu öğrenen davacı erkekte şiddetli elem ve hiddet oluşturduğu, bu duygular içerisinde bulunan ve öncesinde de eşine karşı fiziksel şiddet uyguladığı kanıtlanamayan erkeğin sadece bu olay sebebiyle eşine basit nitelikte fiziksel şiddet uyguladığı, bu sebeple boşanmaya neden olaylarda her iki tarafın da kusuru olmakla birlikte davalı kadının, davacı erkeğe nazaran daha ağır kusurlu olduğu, davalı kadının belirlenen kusurlu davranışının davacı erkeğin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu ve bu sebeple davacı erkek yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği, Özel Dairece boşanmaya neden olan olaylarda tarafların eşit derecede kusurlu kabul edilmesinin yerinde görülmediği gerekçesi ile yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından şiddete sıfır toleransın geçerli olduğu devlet ve hukuk düzeninde fiziksel şiddet uygulayan eşe manevi tazminat verilmesi sonucunu doğuracağı ve benzer davalarda fiziksel şiddet uygulayanların tazminat almalarını sağlayacağı gerekçesiyle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, yukarıda açıklanan sebeplerle çoğunluk tarafından bu görüş benimsenmemiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu - Karar: 2016/157).
Özel Boşanma Sebepleri ve Cinsel Taciz Suçu İşlenmesi
Davalının, on iki yaşında bir kız çocuğuna cinsel tacizde bulunduğu, suçu sabit görülerek bundan dolayı ceza aldığı yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Mahkemece, “… davalının bu suçu bir kere işlemiş olmasının tek başına boşanmaya neden olmayacağı vicdani kanaatine varıldığı, bu durumun evliliği diğer eş bakımından çekilmez hale getirdiğinin ispatlanması gerektiği, bu yolda delil getirilmediği…”, gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Dava Türk Medeni Kanununun yer alan “küçük düşürücü suç işleme” sebebine dayanılarak açılmıştır, işlenen suçun niteliğine göre davacının dava açması karşısında onunla birlikte yaşaması kendisinden beklenemeyeceği açık ve tartışmasızdır. Boşanma sebebi gerçekleşmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar: 2015/4947).
Özel Boşanma Sebepleri Varsa Genel Boşanma Nedenleriyle Hüküm Kurulamaz
Karşı boşanma davası, Türk Medeni Kanununun yer alan “zina”, “onur kırıcı davranış”, “haysiyetsiz hayat sürme” ve “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebeplerine dayanmaktadır. Zina (MK. m. 161), eşlerden birinin diğerinin hayatına kast etmesi veya pek kötü davranması ya da ağır derece onur kırıcı davranışta bulunulması (MK. m. 162) ve Türk Medeni Kanununun düzenlenen terk, yasal koşullar gerçekleştiğinde başkaca hiçbir şey aranmaksızın mutlak olarak boşanmayı sağladığı için özel boşanma sebepleridir. Bu olaylar özel boşanma sebebi kabul edilmekle, evlilik birliğini derin ve onarılamaz bir şekilde sarstığı yasa koyucu tarafından baştan karine olarak kabul edilmiştir. Bu karine dolayısıyladır ki, ayrıca evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olup olmadığı araştırılmamakta, olayların ispatlanması halinde (af veya dava hakkı düşmedikçe) boşanmaya karar verilmektedir. Bunlardan terk dışındaki yer alan ilk ikisi, aynı zamanda Türk Medeni Kanununun düzenlenen genel boşanma sebebini de oluşturur. Başka bir ifade ile zina, hayata kast, pek kötü davranma veya ağır derecede onur kırıcı davranışla karşılaşan eş, dilerse bu özel sebeplerden birine ya da bir kaçına, dilerse genel boşanma sebebine dayanarak boşanma davası açabileceği gibi, özel ve genel nitelikte sebeplerinden ikisine birlikte dayanak da boşanma talep edebilir. Bu son halde, kanundaki özel boşanma sebebi ispatlanmış ise, af veya dava hakkının düşmesi gibi bir durum da söz konusu değilse, özel sebebe dayanılarak boşanma kararı verilmek gerekir. Davacı-karşı davalı (koca)’nın; birden fazla kadınla cinsel ilişkide bulunduğu, bu kadınlarla yatlarda ve barlarda sık sık birlikte olduğu; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Mahkemece de bu hususlar sabit kabul edilmiştir. Gerçekleşen bu eylemler “zina” niteliğindedir. Öyleyse, karşı boşanma davasının, kocanın sübut bulan zinası sebebiyle (TMK. m. 161) kabulü gerekirken, karşı davada da, sadece Türk Medeni Kanununun gereğince boşanma kararı verilmesi doğru olmamıştır (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi - Karar: 2014/17457).
Davalı, mütekabil boşanma davası açmış, mütekabil boşanma davasında; zina, olmazsa hayata kast, bu da olmazsa pek kötü davranış, bunun da kabul edilmemesi halinde haysiyetsiz hayat sürme, bu da kabul edilmediği takdirde evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanmalarına karar verilmesini istemiştir. Zina, hayata kast, pek kötü muamele ve haysiyetsiz hayat sürme özel boşanma sebebi yanında genel boşanma ( m. 166/1) sebebi de oluşturur. Böyle bir durum karşısında kalan eş, dilerse bu özel sebeplerin yanında genel sebebe, dilerse birine veya birkaçına birlikte dayanarak boşanma talep edebilir. Hem özel hem de genel sebebe dayanılarak boşanma davası açılmış ise, doğuracakları hukuki sonuçlar farklı olacağından öncelikle özel boşanma sebeplerinin bulunup bulunmadığı belirlenmeli, özel sebep varsa, bu sebebe dayanılarak, özel boşanma sebeplerinin gerçekleşmemesi veya özel sebebe dayalı dava hakkının düşmüş olması halinde, deliller, genel boşanma sebebi çerçevesinde değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Toplanan delillerin öncelikle özel boşanma sebepleri bakımından değerlendirilip, sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, bu husus gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar: 2010/12941).
Boşanma Davası Sonucunda Yargılama Giderleri ve Faiz
Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir (6100 sayılı HMK m.326/1). Yargılama giderlerine re’sen hükmedilir. (6100 sayılı HMK m.332/1). Vekalet ücreti de yargılama giderlerindendir (HMK m.323). Davacı-davalı kadının asıl ve birleşen her iki davası da kabul edildiği halde kendisini vekille temsil ettiren davacı-karşı davalı kadın yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca iki maktu vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken bir vekalet ücretine hükmedilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
Boşanma kararıyla birlikte hüküm altına alınan boşanmanın fer’isi niteliğindeki maddi ve manevi tazminat, ancak boşanma hükmünün kesinleşmesiyle muaccel hale gelir. Muaccel hale gelmeden de tazminatlara faiz yürütülemez. Bu husus nazara alınmadan hüküm altına alınan maddi ve manevi tazminatlara “karar tarihinden itibaren” yasal faiz yürütülmesine karar verilmesi doğru bulunmamıştır (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar : 2017/14791).
Boşanma Davasında Avukatlık Ücreti Nasıl Belirlenir?
Yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir ( 6100 sayılı md. 326/1 ). Vekalet ücreti de yargılama giderlerindendir ( md. 323/1-ğ ). Tarafların karşılıklı davalarının bulunması ve her iki tarafın davasının da kabul edilmesi durumunda dahi yargılama gideri ve vekalet ücretinin takas veya mahsubuna karar verilemez. Çünkü, dava sonunda, kararla Tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir ( 1136 s. K. md. 164/5 ). Vekalet ücretinin taraf yararına hükmedilmesi bu ücretin avukata ait olduğu gerçeğini değiştirmez. Böyle bir durumda, asıl dava ile karşı dava kabul edildiğinden, asıl dava yönünden davacı-karşı davalı kadın yararına, karşı dava yönünden davalı-karşı davacı koca yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu vekalet ücreti takdir edilmesi ve her dava için davacısı olan tarafın sarf ettiği yargılama giderlerinin diğer taraftan tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde her iki tarafın açtığı dava bakımından yapılan yargılama harç ve giderlerinin tarafların kendi üzerinde bırakılması ve vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmesi doğru görülmemiştir (Yargıtay 2. HD - Karar: 2013/10762).
Boşanma Davası Sırasında Onaylanmamış Protokolün Hukuki Değeri
Mahkemece taraflarca karşılıklı açılan boşanma davasının yapılan yargılaması sonucundu erkeğin ağır kusurlu olduğundan bahisle erkeğin boşanma davasının reddine, kadının boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiş, kadının maddi ve manevi tazminat talebi ise daha önce anlaşmalı boşanma davasında erkek tarafından protokol gereği çocukların hesabına yatırılan paranın tazminat talebi niteliğinde olduğu, her ne kadar anlaşmalı boşanma davası reddedilmiş ise de yeniden talep edilmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğundan bahisle reddine karar verildiği görülmüştür. TMK 174/1 ve 2 maddesi uyarınca talep edilen maddi ve manevi tazminat boşanmaya sebep olan olaylar nedeniyle verilir. Tarafların boşanmalarına dair kesinleşmiş bir hüküm bulunmamaktadır. Anlaşmalı boşanma görüşmeleri sırasında, tarafların aralarında düzenlemiş oldukları protokol hakim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz, bu şekilde onaylanmamış bir protokol taraflar için bağlayıcı değildir. Bu bakımdan onaylanmamış protokolde yer alan tazminata ilişkin beyan ve bu beyandaki edimlerin yerine getirilmiş olması bu haktan feragat veya hakkın kötüye kulllanılması niteliğinde kabul edilemez. Bu hale göre mahkemece belirlenen ve erkek tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşen kusurlu davranışlara göre boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davacı-davalı erkek tamamen kusurlu olup, bu kusurlu davranış kadının kişilik haklarına saldırı niteliği taşımaktadır. Kadın yararına TMK 174/1-2 maddesi koşulları oluşmuştur. O halde davalı-davacı kadın lehine tarafların sosyal, ekonomik durumları kusurun ağırlığı ve hakkaniyet ilkesi (TMK m. 4, TBK m. 50 ve 52) dikkate alınarak uygun miktarda maddi ve manevi tazminat takdir edilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi - Karar : 2018/9664).
Kusursuz veya Daha Fazla Kusurlu Eşin Çekişmeli Boşanma Davası Açması
Davalı-davacı kadın, daha önce Aile Mahkemesi’nin 2012/302 esas sayılı dosyasında 16.04.2012 tarihinde açtığı boşanma davasından 21.01.2013 tarihinde feragat etmiştir. Feragatle, erkekten kaynaklanan ve mahkemece erkeğe kusur olarak yüklenen önceki olayları atfetmiş veya en azından hoşgörü ile karşılamıştır. Affedilen veya hoşgörü ile karşılanan olaylar taraflara kusur olarak yüklenemez. Davacı-karşı davalı erkeğin bu davanın açıldığı tarihten sonra başkaca kusurlu davranışı ispatlanamamıştır. Boşanmaya neden olay olaylarda eşine hakeret eden davalı-karşı davacı kadın tamamen kusurludur.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır ( madde 166/2). (Yargıtay 2. HD - Karar: 2017/346).
Çekişmeli Boşanma Halinde Düğün Takıları Kadına Aittir
Davacı vekili dilekçesi ile; Tarafların 04.06.2009 tarihinde evlendiklerini, düğünde müvekkiline ailesi, eş dost ve akrabaları tarafından 12 tane bilezik, 70 adet küçük altın ve 4 tane de yarım altın ziynet eşyası takıldığını, davalının altınları müvekkilinden alarak bozdurduğunu, bedelinin davalıda kaldığını, müvekkilinin ziynetleri davalıdan istediğini, davalıdan bu konuda herhangi bir yanıt alamadığını, müvekkiline ait 12 adet bilezik, 70 tane küçük altın ve 4 tane de yarım altın ziynet eşyasının davacıya iadesini ve teslimini, olmadığı takdirde şimdilik 27.000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; düğünde takılan takıların çoğunun müvekkilinin davetlileri tarafından takıldığını, geline takılan takılardan fazlasının damada takıldığını, düğünde takılan küçük altınların eşlerin kendi ortak kararı ile bozdurularak … plakalı aracın tamiri, düğün nedeniyle artan kredi kartı ödemeleri, kullanılan tüketici kredisi ve ev için alınan mobilyaların ödemelerinde kullanıldığını bildirerek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; düğünde davacıya takılan altınlar yönünden davanın kabulüne; davalı damada takılan 4 tane yarım altın, 49 adet çeyrek altın, bir adet bilezik yönünden davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı vekillerince temyiz edilmiştir .
Dava; düğünde takılan ziynet eşyalarının aynen iadesi; bunun mümkün olmaması halinde değerinin nakden tahsili istemine ilişkindir. Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı sayılır.
Ne var ki mahkemece; tarafların düğünlerinde damada takılan 1 adet bilezik , 4 adet yarım altın, 47 adet çeyrek altın damada ait olduğu kabul edilerek sadece kadına takılan altınlar yönünden kabul kararı verilmiştir. O halde mahkemece yapılacak iş; hükme esas alınan bilirkişi raporunda, düğün sırasında geline ve damada takıldığı tespit edilen tüm takılar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi olmalıdır (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi - Karar: 2015/17417).
Avukat Baran Doğan
-
Avukat Kasım Balcı, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 2002 yılında mezun olmuştur. 2005 yılından beri istanbul’da serbest avukatlık yapmaktadır. ↩
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.