Katılma Alacağı Davası Nedir?
4721 sayılı Medeni Kanun’a göre, 01.01.2002 tarihinden itibaren boşanma halinde mal paylaşımı, “edinilmiş mallara katılma rejimi” esaslarına göre yapılır. Buna göre, her eş diğer eşin evlilik içinde “edinilmiş mal” niteliğindeki mallarının yarısının değeri üzerinde alacak hakkına sahiptir. Bu hak, katılma alacağı davası” açılarak talep edilebilir.
Boşanma davası, mal rejiminin tasfiye sürecini de başlatır. Boşanma davası sonucunda hükmedilen boşanma kararı kesinleşmek kaydıyla, mal rejimi, boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiş kabul edilir (MK m.225/son). Boşanan tarafların mal paylaşımı açısından tüm alacak ve borçları bu tarih esas alınarak hesaplanır.
Taraflar birbirlerinden mal paylaşımı davasında ayni taleplerde bulunamazlar. Tarafların talep hakkı, belirlenen artık değer üzerinden hesaplanan alacak ile sınırlıdır. Örneğin, eşlerden biri evlilik içinde alınan evin yarısının mülkiyetinin kendisine geçirilmesini isteyemez. Ancak, bu evin değerinin yarısının katılma alacağı olarak kendisine ödenmesine karar verilmesini talep edebilir.
01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun gereğince katılma alacağı şu şekilde hesaplanır:
-
Eşin üçüncü kişilere yaptığı karşılıksız kazandırmalar veya malvarlığını azaltmak amacıyla yaptığı tüm devirler malvarlığında mevcutmuş gibi o eşin malvarlığına dahil edilir. Eşin malvarlığından fiilen çıkmış olup da hukuken malvarlığında mevcutmuş gibi kabul edilerek hesaplama yapılan bu mal malvarlığı değerlerine “eklenecek değerler” (MK m.229) denilmektedir.
-
Bir eşin kişisel mallarına ilişkin borçları evlilik içinde edinilmiş mallardan veya evlilik içinde edinilmiş mallara ilişkin borçları kişisel mallarından ödenmiş ise, o eşin kişisel malı ile evlilik içinde edinilmiş malı arasında oluşan yarar veya zararı dengelemek için bir hesaplama yapılması gerekir. Boşanmada mal paylaşımı esnasında yapılan bu dengeleme işlemine “denkleştirme” denilmektedir (MK m.230). Örneğin, eşlerden Ayşe evlilikten önce aldığı arabasını satarak elde ettiği ve diğer eş Ahmet de evlilik içinde kazandığı parayı bir araya getirek bir ev aldıkları takdirde; boşanmada mal paylaşımı sırasında katılma alacağı hesaplanırken evlilikten önce alınan araba kişisel mal olduğu için bu malın güncel değeri hesaplanarak Ayşe’ye verilecek, Ayşe alacağını aldıktan sonra evin kalan bedeli Ayşe ile Ahmet arasında katılm alacağı olarak yarı yarıya paylaşılacaktır.
-
Eklenecek değerler ve denkleştirme hesabı da yapılarak eşin evlilik içinde edinilmiş tüm mallarının (MK m.219) toplam değerinden, bu mallara dair borçlar çıktıktan sonra kalan değer eşler arasında katılma alacağı olarak kabul edilip yarı yarıya paylaşılır (MK m.236/1). Eşler arasında katılma alacağı olarak kabul edilip yarı yarıya paylaşılan bu değerlere “artık değer” (MK m.231) denilmektedir.
Hemen belirtelim ki; mal rejiminin iki taraflı tasfiye edilebilmesi için her iki tarafın usulüne uygun talepte bulunması gerekir. Usulüne uygun bir katılma alacağı davası veya karşı dava olmadan, artık değere dayanan katılma alacağı hesaplanamaz. Bu nedenle, bir eşin açtığı mal paylaşımı davasına diğer eş karşı dava açarak talepte bulunursa mal rejimi iki taraflı tasfiye edilir. Aksi takdirde, sadece katılma alacağı talep ederek mal paylaşımı davası açan eşin istemleri değerlendirilerek hesaplama yapılır ve dava sonuçlandırılır.
Değer Artış Payı ve Katkı Payı Alacağı Davası Nedir?
743 sayılı eski Medeni Kanun’da, eşlerden birinin diğerinin aldığı mallara karşılıksız katkı sunması halinde katkı payı alacağı talep edebileceği yönünde herhangi bir hüküm mevcut değildi. Eski Medeni Kanun döneminde, yani 01.01.2002 tarihinden önce, Yargıtay kararları ile uygulama geliştirilerek “bir eşin aldığı mala katkı sunan diğer eşin” boşanma halinde katkı payı alacağı talep edebileceği kabul edilmiştir. Uygulamada bu davaya da “katkı payı alacağı davası” denilmekteydi.
1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Medeni Kanunu ile “katkı payı alacağı” kavramı, “değer artış payı” kavramı altında MK m. 227’de düzenlenmiştir. Düzenleme; “eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur” şeklinde ifade edilmiştir. Değer artış payı alacağı talep edebilmek için, bir eşin diğer eş tarafından alınan mala parasal ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir.
Uygulamada, “katkı payı alacağı” ve “değer artış payı alacağı” kavramları birbirine karışmakta, faiz ve zamanaşımı konusunda karışıklık yaşanmakta ise de Yargıtay kararları ile konu açıklığı kavuşmuştur. Yargıtay’a göre, bir eşin diğer eş tarafından satın alınan mala yaptığı katkı; 01.01.2002 tarihinden önce ise “katkı payı alacağı” kavramı, 01.01.2002 tarihinden sonra ise yapılan katkılar için “değer artış payı” kavramı kullanılmalıdır.
Hemen belirtelim ki, yürürlükteki mal ayrılığı rejiminde “değer artış payı alacağı” talep edilememekte, bunun yerine sadece bu rejime özgü olan “katkı payı alacağı” talep edilebilmektedir (MK md.249).
Değer Artışa Payı ile Katkı Payı Alacağı Arasındaki Fark: Katkı payı alacağı 743 sayılı eski Medeni Kanun döneminde düzenlendiğinden hesaplama yapılırken katkı sunulan malın dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeri dikkate alınarak hesaplama yapılır, faiz de dava tarihinden itibaren yürütülür. Talepte bulunan tarafın yaptığı katkının taşınmazın alım tarihindeki değerine oranı tespit edilerek, bu oranın dava tarihi itibariyle dava konusu malın tespit edilecek sürüm (rayiç) değeri ile çarpılması suretiyle katkı payı alacağı bulunur. Değer artış payı ise 4721 sayılı yeni Medeni Kanun döneminde uygulanacağından, katkı sunulan malın karar tarihine en yakın sürüm değeri (rayiç değer) dikkate alınarak hesaplama yapılması gerekir. Değer artış payı alacağına karar tarihinden itibaren faiz yürütülür.
Boşanmada Mal Paylaşımı Nasıl Yapılır?
Boşanmada mal paylaşımı, evlilik içerisinde edinilmiş olan malların paylaşılması esasına dayanır. Bu nedenle evlilikten önce elde edilen mallar hiçbir surette mal paylaşımına dahil edilemez. Evlilik içerisinde elde edilen malların paylaşımında kural, malların yarı yarıya paylaşımı ise de bu kuralın paylaşım oranını değiştiren bazı uygulama esasları vardır. Boşanma sırasında mallar paylaşılırken anahatlarıyla şöyle bir prosedür işlemeye başlar:
- Boşanmada mal paylaşımı yapılırken öncelikle her eş kendi kişisel mallarını geri alır, yani bu mallar paylaşıma dahil edilmez. Kişisel mal sayılan bu mallar şunlardır:
-
Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri,
-
Eşlerin üçüncü kişilerden olan manevi tazminat alacakları,
-
Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına hasredilebilecek eşyalar,
-
Yukarıdaki kişisel mallar yerine geçen değerler (Satış, takas vs. yoluyla kişisel mallar yerine geçen para veya diğer değerler).
-
- Her eş kendi kişisel mallarını aldıktan sonra evlilik içerisinde elde edilen “edinilmiş mallar” yarı yarıya paylaşılır. Evlilik içerisinde elde edilen “edinilmiş mallar” kanunda şu şekilde tarif edilmiştir:
-
Çalışmasının karşılığı olan edimler,
-
Yukarıda saydığımız kişisel malların gelirleri (malın kendisi değil, geliri hesaba katılır mesela kişisel malın kira geliri),
-
SGK veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacıyla kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler,
-
Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen maddi tazminatlar (Örneğin çalışan eşin iş kazası geçirmesi nedeniyle elde ettiği maddi tazminat),
-
Edinilmiş malların yerine geçen değerler (Örneğin, evlilik içinde alınan malın satılması halinde elde edilen parasal değer).
-
-
Bir eşin kişisel mallarına ilişkin borçları evlilik içinde edinilmiş mallardan veya evlilik içinde edinilmiş mallara ilişkin borçları kişisel mallarından ödenmiş ise, o eşin kişisel malı ile evlilik içinde edinilmiş malı arasında oluşan yarar veya zararı dengelemek için “denkleştirme” yapılmalıdır.
-
Eşler, nelerin kişisel mal sayılacağını evlilik içerisinde sözleşme yaparak kararlaştırabilirler. Eşler, mal rejimi sözleşmesi yaparak bir eşin mesleğini icra ederken kazandığı malvarlığı değerlerini veya bir işletmeden faaliyetinden elde edilen malvarlığı değerleri “kişisel mal” sayılarak boşanma sırasında paylaşım dışında tutulabilir.
-
Eşlerden biri herhangi bir malın kişisel mal olduğu iddiasında ise bu iddiasını ispat etmek mecburiyetindedir. Çünkü evlilik içerisinde elde edilen malların kural olarak kişisel mal değil, edinilmiş mal olduğu kabul edilir. Eşlerden biri evlilik içerisinde elde edilen malın kişisel mal olduğunu ispat edemezse, o mal edinilmiş mal olarak paylaşıma dahil edilir.
- Mal paylaşımının tasfiye tarihi Yargıtay’a göre mahkemenin karar tarihi olacaktır. Eşlere ait kişisel ve edinilmiş mallar da mahkemenin karar tarihine en yakın değere (nitelik, seviye, aşama vb.) göre değerlendirilir. Bu nedenle, tasfiyeye dahil edilen menkul veya gayrimenkul malların değeri mahkemenin karar tarihine en yakın değerler dikkate alınarak hesaplanmalıdır. Mal paylaşımı neticesinde tasfiyeye dahil edilen malların değerine işleyecek yasal faiz de mahkemenin karar tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır.
Anlaşmalı Boşanma Davasında Mal Paylaşımı Nasıl Yapılır?
Anlaşmalı boşanma davalarında, eşlerin boşanmanın bütün ekonomik neticeleri ile çocukların velayeti konularında anlaşmaları ve bu anlaşmanın hakim tarafından uygun bulunması gerekir. Anlaşmalı boşanma protokolü, kural olarak boşanma davasının eki niteliğinde olan maddi ve manevi tazminat, nafaka, ziynet ve ev içinde kullanılan eşyaların paylaşılmasına ilişkin olarak düzenlenir. Taraflar, anlaşmalı boşanma protokolü ile katılma payı veya değer artış payı taleplerinden açıkça feragat edebilir veya açıkça mal paylaşımı yapabilir. Protokolde kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta yazılı olmadıkça, taraflar, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içinde mal paylaşımı davası açabilirler.
Anlaşmalı boşanma protokolünde, “başkaca talebim yoktur”, “maddi ve manevi tazminat ve tüm haklarımı aldım” , “ev eşyalarını paylaştık başka hak ve alacak istemiyorum” , “tüm haklarımı aldım başka dava açamayacağım” şeklindeki beyanlar açıkça mal paylaşımı yapıldığını ispatlamadığından, sadece boşanma davasının eki niteliğindeki talepler için (maddi manevi tazminat, nafaka vs.) geçerlidir. Anlaşmalı boşanma protokolünde bu şekilde yer alan ifadeler, boşanma kararı kesinleştikten sonra katılma alacağı veya değer artış (katkı) payı alacağı nedeniyle mal paylaşımı davası açmaya engel değildir.
Mal paylaşımından feragat edilecekse; anlaşmalı boşanma protokolünde açıkça, “….katılma alacağı ve değer artış (katkı) payı alacağı talep hakkımdan feragat ediyorum…” şeklinde bir ibareye yer verilmeli ve protokol hakim tarafından onaylanmalıdır. Bu şekildeki bir ibare ve hakim onayı ile birlikte boşanma davasından sonra tarafların birbirlerine mal paylaşımı davası açması mümkün değildir.
Katılma ve değer artış payı alacaklarına dayanan mal paylaşımı anlaşmalı boşanma protokolü içeriğinde düzenlenecekse; hangi malların ne şekilde paylaşıldığı, tarafların somut olarak hangi malları aldığı, fazlaya dair haklardan feragat edilip edilmediği açıkça yazılmalıdır. Anlaşmalı boşanma protokolünde mal paylaşımı yapılacaksa aşağıdaki ibarelere benzer ibareler kullanılmalıdır:
- “….tapusuna kayıtlı….parsel nolu daire ve ……plaka nolu otomobil katılma alacağına karşılık Ayşe Demir’e verilmiştir. Ayşe Demir, 10.000 TL katkı sunarak satın alınmasını sağladığı ……….plaka nolu araba nedeniyle değer artış (katkı) payı talep hakkından ve fazlaya dair katılma alacağı hakkından feragat eder…”
Katılma, Katkı ve Değer Artış Payı Alacağı Zamanaşımı Süresi
Katılma alacağı, 01.01.2002 tarihinden önceki katkı payı alacağı, değer artış payı alacağı (01.01.2002’den sonraki katkı payı) davalarında zamanaşımı süresi, boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren 10 yıldır. Boşanma davasının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl içinde mal paylaşımı davası açmayan eşin bu hakkı zamanaşımına uğrar (6098 sayılı BK md.146).
Yabancı mahkemelerde verilen boşanma kararları açısından zamanaşımı başlangıcın yanlış algılanması uygulamada hak kayıplarına yol açmaktadır. Hemen belirtelim ki, yabancı mahkeme kararının kesin delil veya kesin hüküm etkisi, bu kararın ilgili ülke kanunlarına göre kesinleşmesiyle sonuç doğurur (MÖHUK md.59). Yargıtay’a göre, yabancı mahkemelerce verilen boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte, mal rejimi boşanma davasının yabancı ülkede açıldığı tarihte tasfiye olmaktadır. Mal paylaşımı nedeniyle zamanaşımı süresinin başlangıcı da yabancı ülke boşanma ilamı hakkında Türkiye’de tenfiz / tanıma kararı verilmesiyle değil, boşanma davasının yabancı mahkemede açıldığı tarih itibariyle başlar.
Katılma Alacağının Azaltılması veya Kaldırılması
Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma halinde hakim, kusurlu eşin katılma alacağının, yani artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya bu hakkın ortadan kaldırılmasına karar verebilir (MK m. 236/2). Bu madde hükümlerinin uygulanabilmesi için boşanma kararının mutlaka zina veya hayata kast nedenlerinden birine dayanması gerekir.
Zina veya hayata kast nedeniyle verilen boşanma kararının, aldatan veya cana kast eden eşin katılma alacağının azaltılması veya bu hakkın ortadan kaldırılması sonucu doğurması, sadece edinilmiş mallara katılma rejiminde mümkündür (MK m. 218-241). Diğer mal rejimlerinde, örneğin mal ayrılığı rejiminde zina veya hayata kast katkı payı alacağı üzerinde hiçbir hüküm doğurmaz.
Zina (aldatma) veya hayata kast nedeniyle katkı payı veya değer artış payının indirilmesi veya bu hakkın ortadan kaldırılması hiçbir mal rejiminde mümkün değildir. Bu hak sadece ‘artık değere katılma alacağı (MK m. 236)’ için ve edinilmiş mallara katılma rejiminde söz konusudur.
Zina veya hayata kast nedeniyle pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılması veya ortadan kaldırılması kararı verilebilmesi için öncelikle, aldatan veya cana kast eden tarafın artık değere katılma alacağının yapılan incelemeyle tespit edilmesi gerekir. Yapılan tespit neticesinde, aldatan veya hayata kast eden tarafın katılma alacağı varsa, hakim mevcut delillere göre katılma alacağını azaltma veya kaldırmaya yönelik takdirini kullanabilecektir.
Katkı Payı/Katılma Alacağı Davası ve İhtiyati Tedbir Kararı
İhtiyati tedbir, dava konusu edilen bir hak veya alacağın dava sonunda elde edilmesinin temini amacıyla davacı lehine başvurulan bir geçici korumadır (HMK md.389 vd.). İhtiyati tedbir kararı, dava konusu edilen malvarlığı değerleri (gayrimenkul, araba, altın, para vs.) hakkında verilir. Dava konusu olmayan veya davayla ilgisi bulunmayan üçüncü kişilere ait malvarlığı değerleri ile ilgili ihtiyati tedbir kararı verilemez.
İhtiyati tedbir kararı ile mahkeme, dava konusu mal veya hakkın muhafaza altına alınmasına, üçüncü kişilere devrin engellenmesi veya zararın doğmasına yol açacak her türlü sebebin bertaraf edilmesi için gerekli tedbirleri alabilir (HMK md. 391). Örneğin, taşınmazların üçüncü kişilere devrini önlemek amacıyla tapu kaydına şerh konulması, satılmaması için arabaların trafik kaydına şerh konulması, davalı nezdindeki banka hesabına bloke konulması, altınların muhafaza altına alınması ihtiyati tedbir çeşitleridir.
Katılma alacağı ve katkı payı alacağı (değer artış payı) talebi ile açılan mal paylaşımı davasında, dava konusu menkul, gayrimenkul, para, altın vb. gibi malvarlığı değerleri hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir (Yargıtay 8.HD – 2012/1778 karar). İhtiyati tedbir kararı, mal paylaşımı davası sonunda elde edilecek hak ve alacağı temine yönelik olduğundan, hak ve alacak ile orantılı olmalıdır. Örneğin, davalının evlilik içinde edindiği 10 dairesi varsa ve sadece katılma alacağı davası açılmışsa, 6 daireye ihtiyati tedbir konulması hakkaniyete uygun olacaktır.
Katılma alacağı ve katkı payı alacağı (değer artış payı) davasının konusu mal ve haklar hakkında “ihtiyati tedbir mahiyetinde ihtiyati haciz kararı” verilemez. Çünkü, İİK md.257’ye göre ihtiyati haciz kararı, muaccel (vadesi gelmiş, istenebilir) alacaklar hakkında verilir. Oysa, mal paylaşımı davası ile evlilik içinde elde edilen veya katkı sunulan mal veya haklar üzerinde bir yargılama sonucunda alacak muaccel hale gelecektir. Bu nedenle, mal paylaşımı davalarında ihtiyati haciz kararı verilmesi mümkün değildir, yukarıda açıkladığımız üzere davacının hakları sadece ihtiyati tedbir yoluyla güvence altına alınabilir.
Katılma, Değer Artış ve Katkı Payı Alacağı Faiz Başlangıcı
Medeni Kanun’a göre, katılma ve değer artış payı alacağına tasfiyenin sona ermesinden başlayarak faiz yürütülmelidir (MK md.239). Mal rejiminin tasfiye tarihi, mahkeme kararının verildiği tarihtir. Bu nedenle, katılma ve değer artış payı alacağına ancak mahkemenin karar tarihinden itibaren yasal faiz yürütülebilir. Uygulamada, bazı mahkemelerin sıklıkla ıslah veya dava tarihi itibariyle yasal faiz işlettikleri görülmekteyse de, bu durum kanuna ve aşağıda yer verdiğimiz Yargıtay kararlarına açıkça aykırıdır.
743 sayılı eski Medeni Kanun döneminde, yani 01.01.2002 tarihinden önce satın alınan mallara yapılan katkı nedeniyle açılan katkı payı alacağı davalarında; dava dilekçesinde talep edilen miktar için dava tarihinden, ıslah dilekçesi ile talep edilen miktar için ıslah tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmelidir (Yargıtay 8.HD - 2014/13918 K). Ayrıca, mevcut Medeni Kanun hükümlerine göre mal ayrılığı rejimi uygulanan evliliklerde de boşanma halinde mal ayrılığı rejimine özgü katkı payı alacağına (MK md.249) dava ve ıslah tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmelidir.
Mal Paylaşımı Davasında Yetkili ve Görevli Mahkeme
Katılma, katkı payı ve değer artış payı alacağına dayanan mal paylaşımı davasına bakmakla 4787 sayılı kanun ile kurulan aile mahkemesi görevlidir.
Davanın hangi yetkili mahkemede, yani nerede açılacağı ise şu şekilde belirlenir (MK md.214):
-
Eşlerden birinin ölümü nedeniyle mal rejimi sona ermiş ise, ölenin son ikametgahı mahkemesi katılma, katkı payı ve değer artış payı alacağı davasına bakmakla yetkilidir.
-
Evlilik mahkemenin boşanma kararı ile sona ermişse veya devam eden bir boşanma davası varsa, boşanma davasına bakmaya yetkili olan mahkeme mal rejiminin tasfiyesini yapmakla da yetkilidir.
-
Yukarıdaki iki hal dışındaki diğer tüm hallerde davalı eşin ikametgahı mahkemesi mal paylaşımı davasına bakmakla yetkilidir.
Eşlerden Birinin Ölümü Halinde Mal Paylaşımı Nasıl Yapılır?
Eşlerden birinin ölümü halinde mirasın paylaşılması ve diğer eşin katılma, katkı payı ve değer artış payı alacağının tespiti olmak üzere iki önemli sorun ortaya çıkmaktadır. Bir eşin ölümü halinde sağ kalan eş, ölen eşin hem mirasçısı olmakta hem de evlilik içinde edinilmiş veya edinilmesine katkı sunduğu mallar açısından terekeden alacak hakkına sahip olur. Tereke, ölenin mirasçılara bıraktığı hak ve borçların toplamından oluşan bir malvarlığı değeridir. Terekenin mirasçılar arasında paylaştırılmasından önce sağ kalan eşin varsa katılma alacağı veya değer artış/katkı payı alacağı terekedeki malvarlığından ödenmelidir.
Eşlerden birinin ölümü halinde mirastan kaynaklanan mal paylaşımı ile evlilikten kaynaklanan mal paylaşımı davası aynı mahkemede görülemez. Mirasın paylaşılması davası Sulh Hukuk Mahkemesi’nde, evlilikten kaynaklanan alacaklar için açılan mal paylaşımı davası Aile Mahkemesi’nde ayrı ayrı görülmelidir. Mirasın paylaşılması (terekenin tasfiyesi) işlemlerini yürüten sulh hukuk mahkemesi, katılma alacağı veya katkı/değer artış payı alacağı nedenleriyle aile mahkemesinde görülen mal paylaşımı davasını bekletici mesele yapmalıdır. Aile mahkemesinin mal paylaşımı davasında sağ kalan eş için tespit ettiği alacak öncelikle ölen eşin malvarlığından (terekesinden) ödendikten sonra, miras hukukundan kaynaklanan mal paylaşımı yapılmalıdır.
Hemen belirtelim ki, sağ kalan eş katılma alacağı veya değer artış/katkı payı alacağı nedeniyle alacaklı konumdayken, mirasçı sıfatı nedeniyle de borçlu konumdadır. Bu nedenle, sağ kalan eşin evlilikteki mal rejimi nedeniyle sahip olduğu alacak hakkı hesaplanırken, kendisinin de mirasçı olması nedeniyle miras payı oranında alacak miktarı indirilmelidir. Örneğin, aile mahkemesi tarafından 100 bin TL katılma alacağı hakkı olduğu tespit edilen sağ kalan eş mirasta 1/4 oranında pay sahibi olduğunda, miras payı oranında katılma alacağının borçlusu olacaktır. Bu nedenle, sağ kalan eşin katılma alacağının 1/4’ü indirilerek terekeden kendisine 75.000 TL katılma alacağı ödenmelidir. Daha sonra terekede kalan malvarlığı sağ kalan eş de dahil edilerek mirasçılar arasında paylaştırılmalıdır.
Katılma Alacağı ve Katkı Payı Alacağı Davası Ne Zaman Açılmalıdır?
Kural olarak değer artış ve katkı payı ile katılma alacağı mal rejimi sona ermeden istenemez (TMK.md.225). Ancak, boşanma davası görülürken de taraflar mal paylaşımı davası açabilirler. Açılan mal paylaşımı davasında dava konusu mallar üzerine “ihtiyati tedbir” konulması gibi geçici kararlar alınabilmesine rağmen, davanın sürdürülerek neticelenmesi için boşanma davasının karara bağlanması beklenir. Yani, mal paylaşımı davasında boşanma davasının karara bağlanarak kesinleşmesi “bekletici mesele” yapılır.
Boşanma kararı kesinleşmekle mal rejimi boşanma davasının açılma tarihinden geçerli olmak üzere sona erer ve mal paylaşımı davası dinlenebilir hale gelir. Mahkeme, boşanma davasının açıldığı tarihi mal rejiminin tasfiye tarihi kabul ederek tarafların hak ettikleri katılma alacağı ile katkı ve değer artış payı alacaklarını belirleyerek mal paylaşımına karar verir.
Katılma, Katkı ve Değer Artış Payı Alacağı Yargıtay Kararları
Satış Gösterilerek Yapılan Tapu Devri ve Katılma Alacağı Hesaplanması
Mahkemece, davalının çocuğuna yaptığı tapu devri gerçek satış kabul edilerek satılan taşınmaz katılma alacağının hesaplanmasında hesaba dahil edilmemiş, karar tarihinden itibaren faiz işletilerek katılma alacağı ve katkı payı alacağına (değer artış payı) hükmedilmiştir.
Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkca ortaya konabileceği gibi gizli (örtülü) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirmez. Devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak nitelendirmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir. Yargıtayın ve Dairenin yerleşmiş uygulamalarına göre, eşlerden birinin anne veya babalarından gelen mallar söz konusu olduğunda; satış gösterilse dahi, mal bağış olarak değerlendirilmektedir. Bu tasarrufi işlem, hayatın olağan akışına göre fiili karine olarak bağış kabul edilmektedir. Bu karinenin aksini, yani parasını vererek gerçek anlamda satın alındığını iddia eden eş iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Kabul edilen bu fiili karine, ispat yükümlülüğü altındaki tarafı değiştirmektedir. Anne yada babadan gelen mala ilişkin tasarrufun bağış değilde gerçek anlamda satış olduğunu iddia eden eş, başta satış bedelinin ödendiğine ilişkin ödeme kayıtları olmak üzere iddiasını güçlü ve inandırıcı delillerle ispatlamalıdır.
Somut uyuşmazlığa gelince; taraflar, 16.05.1995 tarihinde evlenmiş, 17.09.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 20.02.2014 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Tasfiyeye konu 7 nolu büro niteliğindeki taşınmaz tapuda davalının babası dava dışı …adına kayıtlı iken evlilik birliği içinde 03.09.2007 tarihinde satış yolu ile davalı adına tescil edilmiş, 03.08.2012 tarihinde ise satış yolu ile dava dışı üçüncü bir şahsa tapuda devredilmiştir. Mahkemece, büro davalının edinilmiş malı olarak kabul edilip davacı lehine alacağa hükmedilmiş ise de gerekçe dosya kapsamı ile örtüşmemektedir. Babasından davalıya yapılan bu devrin yukarıda açıklanan ilkelerden anlaşılacağı üzere bağış olarak kabulü gerekir. Bu fiili karinenin aksini ispat yükü davacı taraftadır. Davacı taraf her ne kadar parası ödenerek büronun davalının babasından satın alındığını iddia etmiş ise de satış işleminin gerçek olduğunun dosya kapsamından ispatlanamadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, büro niteliğindeki taşınmaz yönünden bağış suretiyle edinilmesi nedeniyle davalının kişisel malı olduğu ve tasfiyeye dahil edilemeyeceği gözetilmeden davacı tarafın alacak talebinin kabulu ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuş, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 8.Hukuk Dairesi - 2017/369 Karar).
Mal Ayrılığı Rejiminde Katkı Payı Alacağının Hesaplanması
743 sayılı eski Medeni Kanunun yürürlükte bulunduğu dönemde yapılan ödemelerine davacının katkısının bulunduğunun kabulü gerekir. Bu döneme ilişkin ödemeler bakımından katkı payı alacağı hesabı yapılırken, tarafların 01.01.2002 tarihine kadarki toplam gelirlerinden tarafların sosyal statüleri ile konumlarına göre yapabilecekleri kişisel harcamaları ile kocanın 743 sayılı eski Medeni Kanun uyarınca evi geçindirme yükümlülüğü uyarınca yapması gereken harcamalar çıktıktan sonra yapabilecekleri tasarruf miktarlarının ne olacağının belirlenmesi, daha sonra toplam tasarruf miktarı karşısında 01.01.2002 tarihine kadarki ödemelere davacı eşin katkı oranının bulunması, bulunan bu oranın dava konusu mal varlığının mal ayrılığı rejimine tabi bölümü bakımından belirlenecek dava tarihindeki değeri ile çarpılarak varsa katkı payı alacağının tespit edilmesi, gerektiğinde hakkaniyet ilkeleri ve fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesinin göz önünde tutulması ve davacının katkı payı alacağı konusunda bir karar verilmesi gerekir.
Katılma Alacağına Ne Zaman Faiz İşlemeye Başlar?
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/4777
Davacı lehine hükmedilen 22.168-TL alacak TMK’nun, uyarınca katılma alacağı niteliğindedir. Bu tür davalarda, 239/2. maddesi uyarınca karar tarihinden geçerli olarak faiz yürütülmesi gerekirken, yasaya aykırı biçimde dava ve ıslah tarihinden geçerli olarak hükmedilmesi doğru olmamıştır. Ne var ki, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür ( m. 370/2).
Mal Ayrılığı Rejiminde Katkı Payı Alacağı Nedir? Nasıl Hesaplanır?
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2021/4054
Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM mad.186/1). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM mad.189). Kadın veya kocanın, mal rejiminin devamı sırasında diğerinin edindiği mal varlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteğinde bulunabilmesi için mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir.
Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde satın alınan tasfiyeye konu mala çalışma karşılığı elde edilen gelirlerle (maaş, gündelik, kar payı vb.) katkıda bulunulduğunun ileri sürüldüğü durumlarda; çalışarak, düzenli ve sürekli gelire sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça, yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtay’ın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir.
Bu açıklamalar doğrultusunda; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışmanın sabit olmasına rağmen, bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup öğrenilerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı belirlenmelidir. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 Sayılı TKM’nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama, eşlerin kendi gelirlerinden düşülerek, gerçekleştirebilecekleri tasarruf miktarları ayrı ayrı tespit edilmeli, daha sonra her eşin tasarruf miktarının, birlikte yaptıkları toplam tasarruf miktarı içindeki oranı belirlenmelidir. Her bir eşin bulunan bu tasarruf oranı, çalışmaları karşılığı elde ettikleri gelirleriyle malın alımına yaptıkları katkı oranı olarak kabul edilerek, tasfiyeye konu malın dava tarihi itibariyle belirlenecek sürüm (rayiç) değeri ile çarpılmak suretiyle katkı payı alacağı miktarları hesaplanmalıdır.
Sözü edilen değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır.
Değer Artış Payı Alacağına Ne Zaman Faiz İşlemeye Başlar?
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2014/13288
Dava; edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan değer artış payı (01.01.2002’den önceki Katkı Payı) ve katılma alacağı isteğine ilişkin olup bu tür davalarda, 239/2. maddesi uyarınca karar tarihinden geçerli olarak faize hükmedilmesi gerekmektedir.
Katkı Payı Alacağına Ne Zaman Faiz İşlemeye Başlar?
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2009/4941
Dava konusu taşınmaz 1.1.2002 tarihinden önce, yani mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilmiştir. Dava katkı payı alacağına (01.01.2002’den önceki katkı payı) ilişkin olup, katılma alacağının ödenmesine ilişkin değildir. Bu nedenle faiz isteği TMK.239/son maddesine göre değil, Borçlar Kanunu genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Her dava açıldığı tarihteki hükümlere tabidir. Bu açıklamalar karşısında davalı daha önce temerrüde düşürülmediğinden yasal faize, istek konusu 6.000 YTL bakımından dava tarihinden, ıslah ile artırılan 29.000,00 YTL için ise ıslah tarihinden itibaren karar verilmesi gerekir.
Yargıtay 8. HD - Karar: 2016/6147
Davacı lehine hükmedilen 25.000,00 TL alacak katkı payı alacağı niteliğindedir. Bu tür davalarda, dava tarihinden geçerli olarak faiz yürütülmesi gerekirken, yasaya aykırı biçimde karar tarihinden geçerli olarak hükmedilmesi doğru olmamıştır.
Yargıtay 8. HD - Karar: 2014/13918
Taraflar, 1994 yılında arsalar ve 2001 yılında bir dükkan satın alarak davalı eş adına tapuya kaydetmişlerdir. Edinme tarihleri itibarıyla davacının talebi katkı payı alacağına ilişkindir. Katkı payı alacağı davalarında yasal faize dava dilekçesindeki miktar yönünden dava, ıslah edilen miktar yönünden ise ıslah tarihinden geçerli olarak hükmedilmesi gerekir.
Katılma, Katkı Payı, Değer Artış Payı Alacağı Zamanaşımı Süresi
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu - Karar: 2013/520
01.01.2002 Tarihinde yürürlüğe giren 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nda, yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminde, katılma alacağına uygulanacak zamanaşımı süresi konusunda Türk Medeni Kanunu’nda ayrı bir hüküm bulunmadığına ve niteliği itibariyle hakkın bir alacak hakkı olduğunun açık olmasına göre, olayda uygulanması gereken hükümler, TMK. m. 5 yollaması ile TBK. m. 146 uyarınca belirlenecektir. Anılan hükümde; “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir” ( 6098 Sayılı TBK. m. 146) düzenlemesi yer almaktadır. Şu halde, katılma alacağında zamanaşımı süresi BK m. 146 uyarınca on ( 10 ) yıl olarak uygulanmalıdır. Eldeki olayda; tarafların 20.9.1990 tarihinde evlendikleri, uyuşmazlığın 01.01. 2002 tarihinden sonra edinilen taşınmaz yönünden katılma alacağına ( MK m. 231 vd. ) ilişkin bulunduğu, 12.12.2005 tarihinde açılan boşanma davasının kabulle sonuçlandığı ve boşanma hükmünün 13.10.2008 tarihinde kesinleşmiş bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, ıslah tarihi olan 11.10.2011 tarihi itibariyle Kanunda öngörülen ( BK m. 146) on yıllık zamanaşımı süresinin geçmediği kabul edilmelidir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi Karar: 2014/9070
743 sayılı TKM’nin 170. maddesi uyarınca eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen mallardan kaynaklanan katkı payı alacağı TMK’nun 5. maddesi yoluyla TBK’nun 146 (eski BK.m.125). maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımına tabi bulunmaktadır. Dairenin ilk kararlarında 01.01.2002 tarihinden sonra eşler arasında geçerli bulunan edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli olduğu dönemde edinilen mallardan kaynaklanan katılma alacağı yönünden TMK’nun 178. maddesinde yer alan bir yıllık zamanaşımı süresi uygulanmakta idi. Ne var ki, HGK’nun 17.04.2013 tarih ve 2013/8- 375 Esas, 2013/520 Karar sayılı kararı ile edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan katılma ve değer artış payı yönünden de 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı kabul edilmiş ve Daire de Hukuk Genel Kurulu’nun bu görüşünü benimsemiştir. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulu Kararı’nın verildiği 17.04.2013 tarihinden itibaren edinilmiş mallara katılma rejimi bakımından 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanmaktadır. Yine TMK’nun 5. maddesi yoluyla Türk Borçlar Kanunun’un 146. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresi esas alınmaktadır. Şu halde somut olayda HGK kararı ve Daire uygulaması gözönünde bulundurulduğunda ister katkı payı alacağından veya isterse katılma alacağından kaynaklanan alacak isteği olsun her ikisi bakımından da 10 yıllık zamanaşımı süresi söz konusu olduğundan yerel mahkemenin TMK’nun 178. maddesinden kaynaklanan bir yıllık zamanaşımı süresinden davanın reddine karar verilmesi açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiştir.
Mal Paylaşımı Davasında Katılma Alacağı Nasıl Hesaplanır?
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/605
Mal rejiminin devamı süresince, bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacağı; eklenecek değerlerden ( 229.m) ve denkleştirmeden ( 230.m) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, eşin edinilmiş mallarının( 219.m) toplam değerinden, bu mallara dair borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin ( 231.m) yarısı üzerindeki diğer eşin alacak hakkıdır ( 236/1.m). Katılma alacağı Yasa’dan kaynaklanan bir hak olup, bu hakkı talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine ya da korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur. Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihteki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm(rayiç) değerleri esas alınır ( 227/1, 235/1. m). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir. Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir ( 222. m). Yukarıdaki değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır.
Boşanma Mal Paylaşımında Değer Artış Payı Nedir?
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu - Karar: 2008/444
743 sayılı Türk Kanunu Medenisine göre; kadının eve bakması ve ev işlerini yapması yasal ödevidir. 743 sayılı yasada, eşlerden birinin edindiği mala, diğer eş katkı yapmış ise, sağladığı bu katkı karşılığını isteyebileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığından, Yargıtay kararları ile; katkıyı sağlayan eşin, diğerinden katkısı karşılığı genel hükümlere göre bir tazminat talep edebileceği kabul edilmiştir. Şayet, eşlerden birinin edindiği mala, diğer eşin doğrudan maddi bir katkısı yoksa, bu talep kabul edilemez. Başka bir ifade ile kadının, ev işlerini yapması ve çocuklara bakmış olması, diğer eşin edindiği mala katkı sayılamaz. Sonuç olarak; 1.1.2002 tarihinden önce, eşler arasında yasal mal ayrılığının geçerli olduğu dönemde, kadın veya kocanın diğerinden katkı payı karşılığı bir tazminat isteyebilmesi için mutlaka, parasal veya para ile ölçülebilen maddi bir değer koymak suretiyle bir katkısının olması gerekir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, getirdiği düzenleme ile, bundan önceki yasadaki boşluğu doldurmuştur. Evvelce Yargıtay kararlarıyla doldurulan boşluk, açık hüküm konularak yasal hale getirilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 227’nci maddesi gereğince; “eşlerden biri, diğerine ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç yada uygun karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında, bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur ve bu alacak, o malın tasfiye sırasındaki değerine göre hesaplanır.; bir değer kaybı söz konusu olduğunda katkının başlangıçtaki değeri esas alınır. Böyle bir malın daha önce elden çıkarılmış olması halinde hakim, diğer eşe ödenecek alacağı hakkaniyete uygun olarak belirler. Eşler yazılı bir anlaşma ile değer artışından pay almaktan vazgeçebilecekleri gibi, pay oranını da değiştirebilirler.” Kuşkusuz, sözü edilen hüküm gereği değer artışı nedeniyle alacak talep edebilmek için de, talepte bulunan eşin, diğer eşe ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına parasal veya para ile ölçülebilen maddi bir katkı sağlamış olması gerekir. Çalışmayan ve herhangi bir kazancı ve geliri bulunmayan kadının, ev işlerinde harcadığı emeği, bu maddeye göre yine katkı sayılmaz ve kadın bu emeğine dayanarak yine değer artışı için alacak talep edemez.
Katkı Payı (Değer Artış Payı) Alacağı Nasıl Hesaplanır?
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2015/6541
Değer artış payı alacağı (01.01.2002 tarihinden sonraki katkı payı alacağı); eşlerden birinin diğerine ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun karşılık almaksızın esaslı katkıda bulunması durumunda, tasfiye sırasında bu malda meydana gelebilecek değer artışı için katkısı oranında sahip olduğu alacak hakkıdır ( 227/1. m). Denkleştirme ( 230. m) hariç, tasfiyeye konu mal varlığında katkı tarihine göre değer kaybı söz konusu ise, katkının başlangıçtaki değeri esas alınır ( 227/1. m). Böyle bir malın daha önceden elden çıkarılmış olması halinde hakim, diğer eşe ödenecek alacağı hakkaniyete uygun olarak belirler ( 227/2. m). Değer artış payı alacağı talep edebilmek için, parasal ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet katkısında bulunulmalıdır. Artık değere katılma veya değer artış payı (katkı payı alacağı) alacak miktarları hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihdeki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri esas alınır. ( 227/1, 235/1 m.). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir ( 222/son).
Değer Artış Payı Alacağının Hesaplanması İlkeleri
Değer artış payı alacağı; eşlerden birinin diğerine ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun karşılık almaksızın esaslı katkıda bulunması durumunda, tasfiye sırasında bu malda meydana gelebilecek değer artışı için katkısı oranında sahip olduğu alacak hakkıdır (4721 sayılı TMK m. 227). Denkleştirme (TMK m. 230) hariç, tasfiyeye konu malvarlığında katkı tarihine göre değer kaybı söz konusu ise, katkının başlangıçtaki değeri esas alınır (TMK m. 227/1). Böyle bir malın daha önceden elden çıkarılmış olması halinde hakim, diğer eşe ödenecek alacak miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler (TMK m. 227/2). Değer artış payı alacağı talep edebilmek için, parasal ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunulmalıdır.
Değer artış payı alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malın, bu tarihteki durumuna göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm (rayiç) değeri esas alınır (TMK m. 227/1, 228/1,232 ve 235/1). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir.
Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK m. 222).
Yukarıdaki değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır.
Somut olaya gelince; eşler, 30.03.2005 tarihinde evlenmiş, 10.11.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK m. 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın m. 10, TMK m. 202/1) Tasfiyeye konu taşınmaz, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 18.07.2007 tarihinde satın alınarak, davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK m. 179).
Yukarda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;
Tüm dosya kapsamı birlikte incelendiğinde, mahkemenin ilk kararına yönelik Dairemiz’in 26.12.2013 tarihi, 2013/5339-20003 Esas ve Karar sayılı bozma ilamında, evin peşinatı olarak ödenen 22.000,00 TL’nin 19.000,00 TL’sinin davacının kişisel malı (ziynet) olduğunun kabul edilerek değer artış payı hesaplanmasında dikkate alınması gerektiği belirtildiği anlaşılmıştır. Mahkemece, yukarda açıklanan Dairemizin ilke ve yasal düzenlemelere göre, 19.000,00 TL kişisel mal değerinin tasfiyeye konu taşınmazın alındığı tarihteki değerine oranı bulunarak, bu oranın taşınmazın tasfiye tarihindeki değeri ile çarpılmak suretiyle değer artış payı alacağının hesaplanarak alacağa hükmedilmesi gerekirken, bozma ilamının yanlış yorumlanarak hazırlanan hesap raporu hükme esas alınarak yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olduğundan bozmayı gerektirmiştir.
Anlaşmalı Boşanma Protokolünde Mal Paylaşımı veya Feragat
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2014/4769
Aynı Mahkemenin 2012/307 Esas sayılı dosyasında görülüp sonuçlandırılan anlaşmalı boşanma davasına konu müşterek imzalı dava dilekçesinde “…Boşanmamızın doğuracağı mali sonuçları belirtir anlaşma-protokol imzaladık, dilekçe ekinde sunuyoruz…” biçiminde işaret edilen 02.07.2012 tarihli protokol metninde “…Evlilik birliğinde edinmiş olduğumuz eşyaları rızaen paylaştık, sonradan her iki taraf da bir talepte bulunmayacaktır…” cümlesi ile mutabık kalmalarına, 13.07.2012 günlü ilk oturuma gelen tarafların serbest iradeleri ile protokolü tekrarla “…Aramızda mal paylaşımına ilişkin anlaşmazlık bulunmamaktadır…” sözleri ile bu durumu kabullendiklerini açıkça bildirmelerine, emsal nitelikteki YHGK.’nın 27.11.2013 gün ve 2013/8-185 Esas, 2013/1601 Karar sayılı içtihadına nazaran tarafların aralarındaki mal rejimini tasfiye ettiklerinin kabulü gerekir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/4701
Mahkemece, davacının anlaşmalı boşanma davasında düzenlenen protokolde boşanmanın ferileri olan velayet, nafaka, şahsi münasebet dışında kadının erkek adına tapuda kayıtlı Bornova/Yeşilova adresindeki evde ikinci bir evlilik yapıncaya kadar oturmaya devam edeceğinin, bu evdeki eşyaların kadına bırakıldığının ve tarafların yukarıdaki şartlarda anlaştıkları, birbirlerinden başkaca maddi Manevi tazminat talepleri ile masraf ve vekalet ücreti talep etmeyeceklerinin düzenlendiği, 05.02.2013 tarihli duruşmadaki beyanlarında da bu hususları tekrarla bundan başka maddi manevi tazminat talepleri olmadığının da bildirilerek boşanmanın ferileri dışında da anlaşma sağlandığı görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de; ulaşılan sonuç isabetli değildir. Davacı Nazan’ın boşanma protokolündeki ve protokolü doğruladığı 05.02.2013 tarihli oturumdaki boşanma dava dosyasındaki beyanı, boşanmanın fer’i niteliğindeki mali konulara yönelik olup, mal rejiminin tasfiyesi dolayısı ile eldeki dava konusu yapılan malvarlığına ilişkin bir açıklama içermemektedir. Mal rejiminin tasfiyesi boşanma davasının eki niteliğinde olmadığından; boşanmayla birlikte karara bağlanması zorunluluğu bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, mahkemece iddia ve savunma çerçevesinde taraf delilleri toplanarak tartışılması ve tüm deliller değerlendirildikten sonra talebin esası hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, protokolden ve mahkeme içi ikrardan hareketle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır.
Eşin Ölümü Halinde Katkı Payı Alacağı Nasıl Hesaplanır?
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/9582
Katkı payı alacağı davalarında edinilen malvarlığının edinme tarihindeki katkı oranının malvarlığı unsurunun dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeriyle çarpımı sonucu katkı payı alacağına hükmedilmesi gerekir. Mahkemece bu gereklilik göz ardı edilerek belirlenen katkı payı oranlarının tasfiyeye konu taşınmazların ölen eşin ölüm tarihindeki rayiç değerlerine uygulanması suretiyle katkı payı alacağının hesaplanması doğru olmamıştır. Davacı dava dilekçesinde katkı payı oranı için talebini yarı yarıya ( %50 ) olduğunu belirtmek suretiyle sınırlandırdığı halde mahkemece 26 .maddesine aykırı olarak katkı payı oranı %50 oranından fazla bir oran kabul edilerek hesaplama yapılması doğru olmamıştır. Diğer yandan evlilik ve mal rejimi ölüm sebebiyle sona ermiştir. Katkı payı borcu ölen eşin terekesinin borcudur. Davacı da davalılarla birlikte ölen eşin 1/2 payı oranında yasal mirasçısı olarak tereke borcundan yasal miras payı oranında sorumludur. Bir başka anlatımla hesaplanan katkı payı alacağının 1/2 oranındaki bölümü için davacı aynı zamanda borçludur. Davacı da bir bölüm alacak için alacaklı ve borçlu sıfatı birleşmiştir. Terekenin aktifinin alacak taleplerine konu edilen malvarlığı unsurlarından oluştuğu, pasifinin ise sadece davaya konu katkı payı alacağı olduğu ve terekenin başka borcu iddia ve ispat edilmediğine göre tereke borcundan davacının yasal miras payına isabet eden bölümün düşümü suretiyle alacağa hükmedilmesi gerekirken katkı payı alacağının tamamına hükmedilmesi doğru olmamıştır.
Evlilik İçinde Alınan Taşınmazın Diğer Eş Üzerine Kaydedilmesi
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/6513
Mahkemece, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş şekline göre taşınmazın davalı adına tescil işleminin m. 285 ve devamı maddeleri gereğince gizli bağış kabul edilmiş ise de; mal rejiminin tasfyesine konu taşınmazın bedelinin tamamının ya da önemli bir kısmının eşlerden biri tarafından karşılanmak suretiyle satın alınarak davalı eş adına tescil edilmesinin o eşe yapılan bağış olarak kabul edilemez. Duraksamaya yer vermeyecek şekilde, bağış iradesinin ortaya koyacak beyan ve davranış yoksa, salt satın alınan malın bedelinin karşılanıp, diğer eş adına tescil edilmesinin tek başına bağış olarak kabul edilmesi için yeterli değildir. Bu itibarla, dava dilekçesindeki beyanların bağış iradesini gösterir nitelik taşımadığı, esasen davacının güvene dayanarak satın aldığı taşınmazı davalı adına tescil ettirdiği anlaşıldığından taşınmazın edinilmiş mal niteliğinde olduğu kabul edilerek talebin değerlendirilmesi gerekir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu - Karar: 2016/633
Davacı vekilinin 97 numaralı bağımsız bölüme dair karar düzeltme istemine gelince; davaya konu taşınmazın parasının tamamının müvekkili tarafından ödendiğini, davalının hiç katkısının olmadığını, ancak davalı adına tescil edildiğini ileri sürerek istekte bulunmuştur. Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği eşlerden birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edinilmeleri mümkündür. Bunda bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak oldukça güçtür. Dava konusu 14993 ada 1 parsel üzerindeki 97 numaralı daire, 3.kişiden satın alınarak 17.05.2002 tarihinde davalı Fatma adına tapuya tescil edilmiştir. Az yukarda açıklandığı üzere, taşınmaz 3.kişiden alınarak davalı adına tapuya tescil edilmiştir. Diğer yandan; davacının bağış iradesini ortaya koyduğu kabul edilebilecek herhangi bir ifade veya açıklama dosya arasında bulunmadığı gibi bunun ifade edilmiş olması taraflar aleyhine sonuç doğurmamalıdır. Alım tarihinden boşanma dava tarihine kadar evlilik içinde davacının davalıdan taşınmazı istememiş olması da davacı aleyhine yorumlanamaz. Evlilik içerisinde 01.01.2002 tarihinden önce tarafların katkıları ile satın alınan malların, ya da 01.01.2002 tarihinden sonra edinilen malların, eşlerden biri adına tescil edilmiş olması halinde diğer eşin katkısı oranında katkı payı-değer artış payı- katılma alacağı isteme imkânı bulunmakta olup, alacak isteğinde bulunan eşin bağış iradesinin olmaması halinde belirtilen isteklerin ileri sürülmesine engel bulunmamaktadır. Bu sebeple mahkemece taşınmazın davalıya bağışlanmış olduğunun kabul edilmesi hukuka aykırıdır.
Evlilik İçinde Yakın Akrabaya Taşınmaz Devri ve Katılma Alacağı
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/6145
Tüm dosya kapsamı, toplanan deliller ve bozma sonrası dosya arasına alınan tapu kaydından davaya konu edilen ( 9 ) numaralı meskenin eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 14.10.2004 tarihinde satış yolu ile edinilip tapuda davalı adına tescil edildiği anlaşılmaktadır. Yine tapu kayıtlarının incelenmesinden, bu meskenin taraflar arasındaki 18.02.2005 tarihinde açılan 08.02.2007 tarihinde verilen ret kararının kesinleştiği boşanma davasından kısa süre önce 08.02.2005 tarihinde davalı tarafından teyzesine satılarak elden çıkarılmış olduğu görülmektedir. Tarafların ilk boşanma davasından sonra bir daha biraraya gelmedikleri, sonradan 03.07.2009 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne dair hükmün 25.02.2011 tarihinde kesinleşmesi ile boşanmış oldukları da sabittir. Alacak talebine konu taşınmaz redle sonuçlanan ilk boşanma davasından çok kısa süre önce elden çıkarılmış olmasına ve tarafların bu davadan sonra bir daha bir araya gelmediklerinden, hayatın olağan akışına göre; bu devrin 229/2. maddesi uyarınca diğer eşin katılma alacağını azaltmak kasdıyla yapıldığının kabulü gerekir. Diğer yandan 229/2. maddesinde düzenlenen duruma uygun düşen şekilde yapılan devirlerde; devir sonucu elde edilen karşılığın ( satış bedelinin ), mal rejiminin sona erdiği tarihte mevcut olmaması; artık değere katılma alacağının talep edilmesine engel değildir. O halde 229/2. maddesi uyarınca devredilen bu taşınmaz malın “eklenecek değer” olarak kabul edilip, 232 ve gözetilerek gerektiğinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak, davacının hesaplanacak, artık değere katılma alacağının hükmedilmesi gerekirken; yazılı şekilde talebin reddine karar verilmesi isabetsiz olmuş; hükmün bu sebeple bozulması gerekmiştir.
Katılma Alacağını Azaltma Kastıyla Gayrimenkul Devri
(Y8HD-Karar:2021/3357)
Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinde, artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken “eklenecek değerler” göz önünde bulundurulur. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 229. maddesine göre; eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar ile mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler mal rejiminin sona erdiği anda mevcutmuş gibi tasfiyeye dahil edilir.
Bu tür uyuşmazlıklarda; öncelikle, davalı eş tarafından 229. madde sayılan amaç ve doğrultuda kazandırma veya devrin yapılıp yapılmadığı araştırılıp belirlenmelidir. Mahkemece, karşılıksız kazandırma veya devrin yapıldığının anlaşılması durumunda, söz konusu mal mevcut kabul edilerek yapılan hesaplamada davacı tarafın katılma alacak hakkının olup olmadığı, varsa miktarı saptanarak davalı eşten tahsili yönünde hüküm kurulmalıdır. Tasfiyede devredilen malvarlığının devir tarihindeki niteliği gözönünde bulundurularak tasfiye (karar) tarihindeki sürüm değeri esas alınır (TMK mad. 235/2).
Somut olaya gelince; eşler, 03.06.2008 tarihinde evlenmiş, 19.12.2016 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK mad. 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı Yasa mad. 10, TMK mad. 202/1). Tasfiyeye konu 2537 ada 11 parselde 3 nolu bağımsız bölüm, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 04.10.2010 tarihinde satın alınarak davalı eş adına tescil edildiği anlaşılmıştır. Davalı eş taşınmazı 11.11.2014 tarihinde 3. kişiye satmış, boşanma davasından sonra 10.04.2018 tarihinde yeniden davalı adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK mad. 179).
Yukarda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;
Tüm dava dosyası kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesi ve Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davalının taşınmazı 2014 yılındaki 3.kişiye devrinin katılma alacağını azaltma kastıyla yapılmadığı kabul edilerek, davacı tarafın katılma alacağı talebi reddedilmiş ise de, boşanma dava dosyasında dinlenen tanık beyanlarına göre, tarafların Ekim 2014 yılında meydana gelen tartışma sonrası ayrıldıkları, bu tartışmadan sonra yeniden bir araya geldikleri, 2015 yılının sonuna doğru yeniden anlaşmazlığa düştükleri ve ayrıldıkları, bu anlaşmazlık sonrası açılan boşanma davası sonrasında boşandıkları, davalının davacıyla Ekim ayındaki tartışmaları sonrasında, 11.11.2014 tarihinde taşınmazı 3.kişiye devrettiği, daha sonra boşanma davasından sonra 2018 yılında yeniden taşınmazı devraldığı dikkate alındığında, davalının davaya konu taşınmazı davacının katılma alacağını azaltma kastıyla devrettiğinin kabulü gerekir. Buna göre, dosyadaki toplanmış veya toplanacak deliller hep birlikte değerlendirilmek suretiyle, davacının artık değere katılma alacağı talebi hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirmeyle davacının katılma alacağının reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Edinilmiş Mal/Kişisel Mal ve Katılma Alacağı Davası
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/6157
17.10.2002 tarihinde satın alınan evin bedelinin bir kısmının ölen eşin kişisel malı niteliğindeki emeklilik ikramiyesi ile kalanının ise tarafların birikimleri ile karşılandığı anlaşılmıştır. Dava konusu ev, edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 17.10.2002 tarihinde satın alınarak ölen eş adına tescil edilmiştir. 222/1 ve 3. maddesine göre bir eşin bütün malları aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal sayıldığından davalı tarafça da emekli ikramiyesi ile karşılanan bölüm dışındaki kısmın ölen eşin kişisel malları ile karşılandığı kanıtlanamadığından emekli ikramiyesi dışındaki bölümün anılan kanun maddesi uyarınca edinilmiş mallardan karşılandığının kabulü gerekir. Aynı Kanunun 219/5.maddesi uyarınca edinilmiş malın yerine geçen değerler de edinilmiş mal sayılacağından davacının artık değere katılma alacağı mevcuttur. Bu açıklamalara göre belirlenecek katılma alacağına mahsuben, davacının talepleri konusunda bir karar verilmesi gerekir.
Eşin Ölümü ve Mirasçıların Miras Payı Oranında Katılma Alacağından Sorumluluğu
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/5782
İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, sağ eş tarafından, diğer mirasçıya karşı açılan artık değere katılma alacak isteğine ilişkindir. Mal rejiminin tasfiyesi sonucunda belirlenecek katılma alacağı, terekeye ait borç olup, mirasçıların miras paylaşımından önce ödenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Terekeye ait borç ödendikten sonra kalan miktar, mirasçılar arasında miras payları oranında paylaşılır. Tereke borçlarından bu sıfatını kaybetmemiş tüm mirasçılar, kişisel olarak ( 4721 s.lı 599 /2 m ) ve müteselsilen ( 641 m ) sorumludurlar. Her ne kadar, davacı temyize konu davayı terekenin alacaklısı sıfatıyla açmış ise de; davacı da dahil davanın tarafları, ortak mirasbırakan Mustafa’nın mirasçısıdırlar ve tereke borçlarından yukarıda açıklanan kanuni düzenlemeler çerçevesinde hepsi de sorumludurlar. Başka bir anlatımla, mirasçılık sıfatına sahip olduğundan ( m. 499 ), alacaklı ve borçlu sıfatı davacı sağ eş de birleşmiştir.
Taraflarca, mirasçılardan her hangi birinin mirasçılık sıfatını yitirdiği ( 4721 s.lı 511 vd, 578 vd, 605 vd m.leri ) iddia edilip kanıtlanmamıştır. Tüm bu açıklamalar nedeniyle, davacı mirasçı sağ eşin mal rejiminin tasfiyesi nedeniyle talep ettiği ve terekeye ait borç sayılan alacak miktarından, davanın mirasçılar arasında görülmesi nedeniyle, davacıda dahil bütün mirasçılar miras payları oranında sorumludurlar. Buna göre, hüküm altına alınan tereke borcundan davacının da miras payı oranında sorumlu olduğunun ilamın infazı aşamasında gözetilmesine karar verilmesi gerekirken, bu husus göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamışsa da bu eksiklik yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, “davacının da hüküm altına alınan alacak miktarından miras payı oranında sorumlu olduğunun ilamın infazı aşamasında gözetilmesine” tümcesinin eklenmesi ve kararın düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Katılma Alacağı / Tereke ve Mirasçıların Miras Payı
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2014/11919
Katılma alacağı ve terekeden kaynaklanan haklar arasındaki farklılıklar kabaca şöyle sıralanabilir; katılma alacağı bakımından; 1-Katılma alacağı şahsi hak niteliğinde bir nisbi alacak hakkıdır. 2-Katılma alacağı kanundan kaynaklanmaktadır, 3-Ölümle sona eren edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi ölen eşin terekesinin paylaşılmasının bir ön koşulu olarak ortaya çıkmaktadır, 4-Katılma alacağı terekenin öncelikle ve peşin ödenmesi gereken borçları arasında yer almaktadır, 5-Katılma alacağı, miras bırakanın borcudur, 6-Miras bırakanın ölümü ile borçlu olma sıfatı mirasçılarına geçer ve mirasçılar 641. maddesine göre borçlardan müteselsilen sorumludurlar, 7-Davacı sağ eş, hem katılma alacağı nedeniyle tereke alacaklısı ve hem de tereke borcundan dolayı mirasçı sıfatıyla tereke borçlusudur. Bu nedenle alacaklı ve borçlu sıfatı davacı sağ eşte birleşmiş durumdadır, 8-Katılma alacağı alacaklısı miras payı oranında tereke borçlarından sorumludur, 9-Sağ eş katılma alacağını aldıktan sonra borca batık mirası (terekeyi) reddetme hakkı vardır, 10-Edinilmiş malların sürüm değerleri tasfiye anındaki yani karar tarihine en yakın tarihteki değerleri hesaplamaya esas alınır (TMK.m.235/1), bu sebeple davanın sürecine göre ölüm tarihi ile karar tarihi arasında uzun süre geçmiş olabilir (3-5 yıl, hatta daha fazla olabilir), 11-Sağ eşin aldığı katılma alacağı, ölenin evlilik süresince edindiği mallara katkısının bir karşılığıdır, 12-Mal rejiminin tasfiyesinde yetkili ve görevli mahkeme Aile Mahkemesidir, 13-Katılma alacağı oranı kanun gereği ½ (yarısı) olup, sabit bir oran olarak belirlenmiştir (TMK.236/1), 14-Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesine konu mallar kural olarak edinilmiş mallardır. Miras (tereke) hakları bakımından ise; 1-Terekeden doğan hak şahsi hak niteliğinde bir nisbi alacak hakkı olmayıp, miras hukukundan kaynaklanan bir ayni hak, yani bir ayni paylaşımdır. 2-Mirasçılar tereke borçlarından müteselsilen sorumludur. (TMK.m.641/1), 3-Terekenin tasfiyesine konu mallar murisin hem kişisel malları ve hem de edinilmiş mallarıdır. 4-Terekenin net miktarının (net terekenin) bulunması için öncelikle tasfiyede sağ kalan eşin katılma alacağının çıkarılması gerekmektedir. Böylece terekenin tasfiyesinden düşecek paydan önce, eş mal rejiminin tasfiyesinden düşecek paya sahip olacaktır. 5-Miras, miras bırakanın ölümü ile açılır. Miras bırakanın sağlığında yapmış olduğu mirasla ilgili kazandırmalar ve paylaştırmalar terekenin ölüm anındaki durumuna göre değerlendirilir (TMK.m.575), yani terekedeki tüm kişisel ve edinilmiş malların sürüm değeri ölüm anındaki (tarihindeki) durumuna göre saptanır, 6-Katılma alacağı alacaklısının miras hakkı, ölenin mirasçısı olması nedeniyle aldığı bir karşılıktır, 7- Terekenin tasfiyesi ile ilgili tüm davalarda yetkili ve görevli mahkeme miras bırakanın yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesi’dir (TMK.m.658). 8- Sağ eşin yasal miras payı birinci zümre ile 1/4, ikinci zümre ile 1/2, üçüncü zümre ile 3/4 ve hiç mirasçı kalmamış ise tamamıdır (TMK.m.499), yani miras payı açıklandığı gibi değişkendir, 9- Sağ kalan eşin mirasçılık sıfatı sona ermiş olsa da (mirastan feragat, mirası ret, mirastan çıkartma, mirastan yoksunluk gibi) yasal mal rejimi tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağını mirasçılardan isteyebilir, mirastan feragat ve mirasın reddi, katılma alacağı bakımından feragat anlamına gelmez, 10-Terekenin (mirasın) paylaşımı için kanunda herhangi bir süre yer almamaktadır. 642. maddesine göre, mirasçılardan her biri, sözleşmeye veya kanun gereğince ortaklığı sürdürmekle yükümlü olmadıkça, her zaman mirasın paylaşılmasını isteyebilir (TMK.m.639, istihkak davası için zamanaşımı söz konusudur). Belirtildiği gibi açıklanan farklılıklar nedeniyle katılma rejiminin tasfiyesi ile terekenin tasfiyesi birlikte yapılamaz. Farklı tasfiye kurallarına bağlı bulunan her iki hakkın aynı anda ve birlikte tasfiyesi halinde ileride beklenmeyecek ve kestirilemeyecek sorunlarla veya sonuçlarla karşılaşılması mümkün olabilir. Bu konuda isteğin olup olmaması da sonuca etkili değildir. Katılma alacağının, terekenin borcu olduğu konusunda uyuşmazlık yoktur. Ancak bu alacak hakkı terekeden öncelikle ödenmesi gereken bir alacak hakkıdır. Davacı, terekeden alacaklı olduğu gibi, aynı zamanda az önce açıklanan 641. maddesi uyarınca da terekenin borçlusu durumundadır. Yani somut olayda, alacaklı ve borçlu sıfatı davacıda birleşmiş durumdadır.
Tüm bunlar gözönünde bulundurulduğunda, katılma alacağı ile terekenin birlikte tasfiyeye tabi tutulmasının doğuracağı sakıncaların ve ortaya çıkabilecek çözümsüzlüklerin şimdiden kestirilmesi oldukça güçtür. Bu bakımdan istek olsun ya da olmasın sağ kalan davacı eşe ait miras payının katılma alacağından düşürülmesi; katılma alacağına hakim olan ilkeler ile miras hukukuna hakim olan ilkelere aykırı düşer. Şu halde öncelikle davacının katılma alacağının terekenin öncelikli borcu olarak terekeden ödenmesi, ondan sonra mirasçıların kalan net terekeyi aralarında miras payları oranında paylaşmaları gerekecektir. Davacının terekeye olan borcu ancak, terekenin tasfiyesi sırasında gözönünde bulundurulmalı ve terekeye olan borcu miras payından düşürüldükten sonra kalan miras payı varsa kendisine ödenmelidir. Öte yandan, mirasçıların birbirlerine karşı rücu davasını açarak alacaklarını tahsil etmeleri de mümkündür. Saptanan bu durum karşısında katılma alacağının tasfiyesi ile terekesinin tasfiyesinin birlikte yapılması olanağı görülmemektedir. O halde; davacının katılma alacağı ile davalının taşınmaz üzerindeki mirastan kaynaklanan ve özgülemeye esas alacağı usulüne uygun olarak saptandığına göre, mahkemece belirlenecek uygun bir süre içinde davacı tarafa davalının özgülemeden kaynaklanan alacağını mahkeme veznesine depo etmesi için süre ve imkan verilmesi, davacı tarafça bu bedel mahkeme veznesine depo edildikten sonra özgüleme hakkında bir karar verilmesi gerekirken, bu yönler gözetilmeden yazılı şekilde ödeme koşuluna bağlı olarak iptal kararı da verilmeden salt taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Anlaşmalı Boşanma Protokolünün Belirsizliği ve Katılma Alacağı Davası
Yargıtay 8. Ceza Dairesi - Karar: 2013/12778
Taraflar arasında görülen Ankara 4. Aile Mahkemesi’nin 2007/573-550 Esas ve Karar sayılı boşanma dosyasına sunulan protokolün 2. maddesinde; “tarafların evlilik birliğinin devamı esnasında alınan mallar ile ev eşyalarını aralarında paylaştıkları için bu konuda herhangi bir anlaşmazlıkları bulunmadığını” beyan ettikleri protokol içeriğinin mahkemece tasdik edilmediği ve hüküm fıkrasında da protokole yer verilmediği görülmektedir. Boşanma dosyasında az yukarda yazılı protokolde, genel ifadeler kullanılmak suretiyle evlilik süresince edinilen mallardan bahsedilmiş, protokole konu mallar ayrıca ve açıkça yazılmadığı gibi boşanma dosyasındaki tutanağa da geçirilmemiştir. Kaldı ki, protokolde malvarlığının paylaşıldığı belirtilmesine rağmen davacı kadına hangi malların isabet ettiği de belirtilmemiştir. Yargıtay H.G.K.’nun 27.5.2009 gün 2009/2-158 Esas - 2009/217 Karar sayılı ilamında da belirtildiği gibi boşanmanın mali sonuçları üzerindeki 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesinde düzenlenen boşanma sebebiyle maddi ve manevi tazminat, 175. maddesinde düzenlenen yoksulluk nafakası, şahsi eşyalarla ilgili anlaşmaya, kısaca boşanmanın ferilerine dair olup, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma ve değer artış payı alacağına konu yukarda özgülenen taşınmazlar bu beyanlar içinde değildir. Başka bir anlatımla, somut olayda boşanma dosyası içeriğindeki protokol ve beyanlarla tarafların aralarındaki mal rejimini tasfiye ettikleri kabul edilemez.
Kural olarak, boşanma davalarıyla birlikte mal rejimine dair açıklamaların ve eşler arasında varılan sonuçların anlaşma protokolünde yer almalarında herhangi bir sakınca bulunmayıp, bunu engelleyen bir kanun hükmü de yoktur. Yine ilke olarak, dar kapsamlı olarak ifade edilen ibarelerin boşanmanın feri niteliğinde bulunan nafaka, maddi-manevi tazminat gibi istekleri kapsadığı kabul edilebilir. Mal rejiminden kaynaklanan istekler boşanmanın eki niteliğinde istekler olmadığından anlaşma ya da protokol, mal rejimlerini de kapsıyor ise, bu takdirde taşınır ve taşınmaz mal niteliğinde bulunan katkı payı ya da artık değere konu olan bu tür eşyaların açık bir biçimde tek tek, bentler halinde protokolde yer alması gerekir. Somut olayda, herhangi bir açık ibare bulunmamaktadır. Sadece, “tarafların evlilik birliğinin devamı esnasında alınan mallar ile ev eşyalarını aralarında paylaştıkları için bu konuda herhangi bir anlaşmazlıkları bulunmadığını” ibaresi yer almaktadır. Mal tabirinin tüm taşınır ve taşınmazları kapsadığını kabul etmek mal rejimi davalarının mantığına ve hakkın özüne aykırı düşer. Mal tabiri oldukça dar bir kavramdır. Bu sebeple bu tabirin katkı payı ya da edinilmiş mallardan kaynaklanan taşınmaz ya da taşınır niteliğindeki eşyaları da kapsadığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden evlilik birliği içerisinde edinilen 3 parça arsanın davalı üzerinde kayıtlı bulunduğu görülmektedir. Başka bir anlatımla; protokolde tasfiyenin ne şekilde yapıldığı ayrıca ve açıkça belirtilmemiştir. O halde; genel ifadeler kullanılarak anlaşmalı boşanma dosyasına verilen, duruşma tutanağına geçirilmediği gibi tasdik edildiği hüküm fıkrasından anlaşılmayan dayanak protokolün düzenlediği zaman ve koşullar dikkate alındığında geniş yorumlanmak suretiyle evlilik birliği içerisindeki mal varlığının tamamını kapsadığı şeklinde yorumlanması denkleştirici adalet ve hakkaniyet ilkesine de uygun bulunmamaktadır. Hal böyle olunca; Mahkemece evlilik süresinde davacı adına tescil edilen malvarlığı bulunup bulunmadığının araştırılması, protokol içeriği dikkate alınarak mal paylaşımı yapılmış ise davacıya hangi mallar ve değerlerin düştüğü üzerinde durulması, dosya kapsamındaki tüm deliller birlikte değerlendirilerek karar verilmelidir.
Zina (Aldatma) Nedeniyle Katılma Alacağının Azaltılması
Yargıtay 8.Hukuk Dairesi - Karar:2017/367
Mahkemece, yapılan keşif sonucu ibraz edilen bilirkişi raporuna göre davalı adına kayıtlı 374 parsel numaralı taşınmazdaki hissenin değerinin 64.240,00 TL olarak tespit edildiği,… plakalı aracın değerinin ise 19.500,00 TL olarak tespit edildiği, her iki bilirkişi raporunun mahkemece oluş ve usüle uygun bulunduğu, buna göre davacı tarafın normalde davalıdan talep edebileceği katılma alacağı miktarı 41.870,00 TL (64.240,00 TL + 19.500,00 TL = 83.740,00 TL / 2 = 41.870,00 TL) olduğu, ancak taraflar arasındaki boşanmanın davacının zinası nedeniyle gerçekleştiği anlaşıldığından TMK 236/2 maddesi gereğince hakkaniyet ilkesi dikkate alınarak katılma alacağının 17.500,00 TL olarak belirlenmesine ve bu miktarın davalıdan tahsiline, fazla istemin reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde reddedilen kısım yönünden davacı vekili, kabul yönünden davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece, tasfiyeye konu edilen taşınmaz ve araç yönünden davacı lehine toplam tespit edilen alacak miktarı üzerinden yazılı gerekçe ile indirim yapılmış ise de, dosyadaki kayıtların incelenmesinden tasfiyeye konu 347 parselin 584/2344 hissesinin 31.05.2001 tarihinde,… plakalı aracın ise 05.01.2010 tarihinde davalı adına edinildiği anlaşılmaktadır.
Söz konusu taşınmaz eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde satın alınarak davalı adına tescil edilmiştir. Karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 4721 sayılı TMK 179. maddesine göre mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır. Bu bağlamda tasfiyeye konu taşınmazın satın alındığı tarihte yürürlükte bulunan 743 sayılı TMK’de, 01.01.2002 tarihinde yürülüğe giren 4721 sayılı yasanın 236/2 maddesinin karşılığı bulunmadığından boşanma sebebinin zina olmasına dayanarak davacının katkı payı alacağında indirim yapılması doğru değildir.
Araç yönünden ise, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğinden davalının edinilmiş malı olduğunun ve boşanma nedeni zina olmasına dayanılarak TMK 236/2 maddesi uygulananacağına ilişkin kabul yerinde ise de Mahkemece, davacının katılma alacağı ayrıca belirlenmeden katkı payı alacağı birlikte toplam oluşan değer üzerinden indirim uygulanması da hatalı olmuştur.
Mal Paylaşımı Davası - Katkı Payı Alacağı İspat Yükü
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu - Karar: 2013/879
743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi’nde katkı payı alacağı konusunda bir düzenleme bulunmamakta ise de, gerek Yargıtay uygulamasında ( ( H.G.K. 03.02.1999 gün ve 1999/2-56 E. - 40 K.; 07/06/2000 gün ve 2000/2-959 E. - 972 K. ) gerekse de öğretide anılan dönem için bir eşin diğer eşe ait malın edinilmesine katkı yaptığının kanıtlanması halinde, bu katkıyı isteyebileceği kabul edilmektedir. Nitekim bu husus 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 S. Türk Medeni Kanunu ile kabul edilmiş ve “Değer Artış Payı” başlığı ile m. 227’de yer almıştır. Düzenleme; “eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur” şeklinde ifade edilmiştir. Eldeki olayda; davacı-davalı kadın, kendisine ait kooperatif hissesini satmak suretiyle koca adına kayıtlı 18 nolu bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunduğunu iddia etmiş, koca ise kadının katkısı olmadığını savunarak iddiaya karşı çıkmıştır. Uyuşmazlığın sübuta ilişkin bulunmasına göre; eşler arasında ispat sorunu gündeme gelecektir.
Konu eşler arasında cereyan etmiş olmakla, davacı-davalı kadın katkısı her türlü delille kanıtlanabilecektir ( m. 203/1-a ). Buna göre, kadın iddiasını tanıkla ispatlayabilir. Ne var ki, olayların eşler arasında ve çoğu zaman dört duvar arasında olup bittiği göz önüne alındığında tanıkların yakın akrabalar olacağı, hatta tanıkla ispatın dahi güç hale geleceği açıktır. Bu halde olağan hayat deneyimleri, ülke gerçeklerinin de sübutun kabulünde gözden ırak tutulmaması gerekir. Davacı-davalı tanıklarından S., davacı- davalı kadının kardeşi olup, kadının kooperatif hissesinin satılarak bedelinin kocaya aktarıldığını belirtmiştir. Hatta bu aktarımların, kocanın iş yerine katkı olsun diye yapıldığını da aynı tanık ifade etmiştir.
Kadına ait kooperatif hissesinin satış tarihini ve yeniden kocanın taşınmazları edinme tarihlerini hatırlatmak gerekirse; kooperatif kayıtlarına göre, kadın kendisine ait kooperatif payını 20.11.1986 tarihinde üçüncü kişiye satmıştır. 18 nolu bağımsız bölümler 29.4.1986 tarihli harici satış sözleşmesiyle alınmıştır. Bedeli taksitler halinde 15.7.1986 ilâ 15.5.1987 tarihleri arasında ödenmiştir.
Her ne kadar tapu, kat mülkiyetinin kurulması ile 06.11.1992 tarihinde koca adına oluşmuş ise de, taşınmazın edinme sürecini, harici satın alma ve taksitlerin ödenme tarihleri olarak kabul etmek gerekir. Şu hale göre; kadının kooperatif hissesini satma ve kocanın davaya konu bağımsız bölümleri edinme tarihleri örtüşmektedir. Eş söyleyişle, kadının katkı iddiası tarih olarak doğrulanmaktadır. Kadına ait kooperatif hissesinin satışının, kocaya ait taşınmazların edinme tarihinin başında ya da öncesinde olmaması da sonuca etkili değildir. Zira, kooperatif hissesinin satışı tarihinde edinilen taşınmazlara ait taksit ödemeleri devam etmiştir. Bu açıklamalardan sonra, davacı-davalı kadının kooperatif hissesini salt katkı amacıyla satıp satmadığı noktasında ispat külfetinin kimde olduğu konusunun irdelenmesi gerekecektir. Öğreti ve Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşer (HGK., T.17.02.2010, E. K. 2010/75 ).
Somut olayda; yukarıdaki satış ve edinme tarihleri ile kadının iddiası göz önüne alındığında, olağan hayat deneyimlerine göre kadının kooperatif hissesinin satışından elde ettiği geliriyle koca adına alınan bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Zira, bu dönemde evin bakımı eş ve çocukların iaşe yükümlülüğü kocaya aittir ( 743 S. Türk Kanunu Medenisi m. 152 ). Davalı-davacı kocanın bu olağan durumun aksine, kadının kooperatif hissesinin satışından elde edilen gelirin başka bir şekilde kullanıldığını ileri sürüp ispatlaması gerekir ki, kocanın böyle bir iddiası da esasen olmamıştır. Açıklanan bu nedenlerle, davacı-davalı kadının kooperatif hissesinin satışından elde ettiği gelir ile koca adına kayıtlı bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunulduğu kabul edilmelidir.
Yabancı Mahkeme Kararı Tenfiz / Tanıma ve Katkı Payı Alacağı Zamanaşımı Başlangıcı
Yargıtay 8. HD - Karar: 2014/11554
Her ne kadar tanıma kararı 03.06.2004 tarihinde kesinleşmiş ise de, yabancı mahkemenin boşanmaya ilişkin ilamı 16.01.2002 tarihinde kesinleştiğinden hukuki sonuçlarını bu tarih itibariyle doğurduğu, anılan madde hükmü gereğidir. Dava mal ayrılığı rejimi döneminde edinilen taşınmazlarla ilgili katkı payı alacağı isteğine ilişkin olduğuna göre olayda, Borçlar Kanunu’nun başka türlü hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava için öngördüğü 10 yıllık zamanaşımı süresini öngören 5.maddesi yollamasıyla 146. maddesindeki düzenlemenin uygulanması gerektiği hususunda duraksama da yoktur. Yabancı Mahkemeden verilen boşanma kararının kesinleştiği 16.01.2002 tarihinden eldeki davanın açıldığı 15.02.2012 tarihine kadar 146. maddesindeki 10 yıllık zaman aşımı süresi geçtiğinden mahkemece, zaman aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde usul ve Kanun’a aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Mal Ayrılığı Rejimi ve Katkı Payı Alacağı Davası
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar: 2016/5975
Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir ( TKM m. 186/1 ). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır ( TKM m. 189 ). Kadın veya kocanın, mal rejiminin devamı sırasında diğerinin edindiği malvarlığına katkısı sebebiyle katkı payı alacağı isteğinde bulunabilmesi için mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir. Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde satın alınan tasfiyeye konu mala, düzenli gelir dışındaki diğer malvarlığı ( ziynet, miras, bağış vs gibi ) ile toplu katkıda bulunulduğu iddia edildiğinde; katkıda kullanılan malvarlığı değerinin, tasfiyeye konu malın satın alma tarihindeki bedelinin tamamı karşısındaki oranı saptanarak, bulunan bu katkı oranının, tasfiyeye konu malın dava tarihindeki sürüm ( rayiç ) değeri ile çarpılmak suretiyle, davacı eşin katkı payı alacak miktarı belirlenir. Bu açıklamalar doğrultusunda hesaplama yapılabilmesi için, öncelikle katkıda kullanılan malvarlığının ( ziynet, miras, bağış vs ) katkı tarihindeki parasal değeri ile tasfiyesi istenen malın hem satın alma bedeli hem de dava tarihindeki sürüm ( rayiç ) değerleri ayrı ayrı tespit edilmelidir.
Sözü edilen değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için, gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 285. maddesine6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 285. maddesine göre bağış ( hibe ), bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak kazandırma yapması olarak tanımlanmıştır. Öğretide ise, bağışlayanın bir karşılık ( ivaz ) almaksızın, bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak, zenginleştirmek amacıyla malvarlığından belirli değerleri ona vermesi olarak tarif edilmiştir. Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkça ortaya konulabileceği gibi gizli ( örtülü ) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması sebebiyle bağışlama olarak nitelendirilemez. Ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz ( m. 285/3 ). Evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancının hakim olduğu düşünceyle, ortak yaşamı ve geleceği güvence altına almak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun olarak eşlerin birlikte yatırım yapmaları bağış olarak değerlendirilemez. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Gelecekte aile üyelerinin yararlanacakları beklentisiyle birlikte malvarlığı edinme çabaları, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır. Bu açıklamalar nedeniyle, devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir. Bağışlamanın yukarıda açıklanan öğeleri gözetildiğinde, bir eşin diğer eşe ait bir malvarlığına yaptığı her katkının ya da kazandırmanın bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir.
Somut olaya gelince; eşler, 20.10.1995 tarihinde evlenmiş, 18.05.2009 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne dair hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir ( m. 225 /son ). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 Sayılı yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı ( 743 Sayılı TKM m. 170 ), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir ( 4722 Sayılı Kanun’un m. 10, m. 202/1 ). Tasfiyeye konu 4827 ada 33 parsel 4 numaralı bağımsız bölüm, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 26.04.1999 tarihinde satın alınarak, davalı/karşı davacı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime dair hükümler uygulanır ( m. 179 ).
Yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;
Tüm dava dosyası kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davaya konu … parsel 4 numaralı bağımsız bölüm üçüncü kişiden satın alınarak davalı/karşı davacı eş adına tapuya tescil edilmiş ise de; yukarıda açıklanan Dairemiz uygulama ve ilkeleri gereğince, davacı/karşı davalının davalı/karşı davacıya gizli bağışı şeklinde bir işlem mevcut değildir. Toplanan delillerden öncelikle evin geçimine katkının büyük ölçüde davacı/karşı davalının sağladığı, davalı/karşı davacının da sürekli olmamakla birlikte zaman zaman çalışarak geçime katkı sağladığı; taşınmazın edinilmesinde asıl katkı davacı/karşı davalı da olmakla birlikte davaşı/karşı davacının da diğer eşe göre daha az katkısının bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, iddia, savunma ve deliller bu çerçevede değerlendirilerek yukarıda açıklanan Dairemiz, ilke ve uygulamaları gözönünde tutularak davacı/karşı davalının katkı oranı tespit edilerek davaya konu taşınmazın dava tarihi itibariyle tespit edilecek sürüm ( rayiç ) değeri ile çarpılması suretiyle davacının katkı payı alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuş; bozmayı gerektirmiştir.
Mal Rejiminin Tasfiye Anı Kesinleşen Boşanma Kararına Dair Davanın Açıldığı Tarihtir
Yargıtay 8.HD - Karar:2017/366
Davacı … vekili, boşanma dava dilekçesi ile birlikte fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak evlilik birliği içinde edinilen ve davalı adına kayıtlanan bir adet araç ile taşınmazın paylaşımını talep etmiştir. Tefrik edilen mal rejimine yönelik bu talepleri yönünden 16.12.2014 tarihli dilekçe ile 28.281,77 TL üzerinden dava harcı tamamlayarak araç ve taşınmazdan taraflarına düşecek payın parasal değerini talep ettiklerini açıklamıştır.
Davalı … vekili, davacının ev hanımı olduğunu ve malvarlığının edinilmesinde hiçbir katkısının bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulü ile 28.281,77 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mal rejiminin devamı süresince bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihteki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri esas alınır. (TMK 227/1, 228/1, 232 ve 235/1. m)
Somut uyuşmazlık incelendiğinde, taraflar, 07.12.1995 tarihinde evlenmiş; 18.01.2010 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, 11.02.2013 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir. (TMK 225/son), Tasfiyeye konu edilen araç ise mal rejimi sona erdikten sonraki bir tarih olan 22.06.2010 tarihinde davalı eş adına satın alınmıştır. Edinme tarihi itibariyle mal rejimi sona ermiştir.
Mahkemece, talebin Aile Hukuku’ndan kaynaklanan uyuşmazlık olarak nitelendirilip kabulüne karar verilmesi hatalıdır. Talep, genel hükümlere dayalı olarak alacak niteliğinde olup mal rejiminin tasfiyesine ilişkin bulunmadığından, anılan istek bakımından 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4. maddesi uyarınca Aile Mahkemesi görevli bulunmamaktadır. Uyuşmazlık 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından üçüncü kısım hariç olmak üzere aile hukukundan (TMK.nun m.118-395) kaynaklanmadığından görev hususunun kamu düzenine ilişkin olup mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Mahkemece, dava dilekçesinin bu istekle ilgili olarak görev yönünden reddine, görevli ve yetkili genel mahkemeye gönderilmesine (tefrik edilerek yeni esas ile) karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek hüküm kurulması doğru değildir.
Katkı Payı ve Katılma Alacağının Islahı Halinde Faiz Başlangıç Tarihi
Yargıtay 8.Hukuk Dairesi - Karar : 2017/4507
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m.33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, katkı payı alacağı ve artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 239/3.maddesi hükmüne göre; aksine anlaşma yoksa, tasfiyenin sona ermesinden başlayarak katılma alacağına faiz yürütülür. Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi buna ilişkin mahkeme kararının verildiği tarihtir. Katkı payı alacağına da dava ve ıslah tarihinden geçerli olarak faiz yürütülmesi gerekir.
Mahkemece, mal rejiminin tasfiyesi ile davacı lehine hüküm altına alınan katılma alacağı ve katkı payı alacağının toplam miktarına göre dava ve ıslah tarihinden itibaren faiz hükmedildiği, alacağın 22.929,72 TL katkı payı alacağı, kalan 48.934,23 TL’sinin de katılma alacağı olduğu anlaşılmaktadır. Dava dilekçesinde talep edilen 10.000,00 TL’nin hangi kalem için ne kadar olduğu açıklanmamamış ve Mahkemece davacının talepleri açık olmadığı halde açıklatma da yapılmamıştır. Bu durumda her bir kalem için eşit alacak talebinde bulunulduğunun kabulü gerekir. O halde, katılma alacağı olan 48.934,23 TL’ye kararın verildiği 10.12.2014 tarihinden geçerli olmak üzere faiz uygulanmasına karar verilmesi gerekirken, yanlışa düşülerek dava dilekçesinde talep edilen miktar yönünden dava tarihinden, ıslah edilen miktar yönünden ıslah tarihi olan 28.01.20144 tarihinden itibaren faiz uygulanması yasal düzenlemeye ve Yargıtay uygulamalarına aykırıdır. Ne var ki, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür (HUMK m. 438/7, HMK 370/2).
SONUÇ: Temyiz olunan hükmün (2.) bentte açıklanan sebeple hüküm fıkrasının (1) nolu bendi ikinci, üçüncü ve dördüncü satırındaki “Toplam 71.863,95 TL katkı alacağının, 10.000,00 TL’sinin dava tarihinden, 61.863,95 TL’sinin de ıslah tarihi olan 28/01/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp, davacıya verilmesine” ibaresinin tamamen çıkarılarak yerine “22.929,72 TL katkı payı alacağının, 5.000,00 TL sine dava tarihinden, 17.929,72 TL sine ıslah tarihi olan 28/01/2014 tarihinden; 48.934,23 TL katılma alacağının karar tarihi 10.12.2014 tarihinden itiberen işleyecek yasal faizi ile birlikte toplam 71.863,95 TL davalıdan alınıp, davacıya verilmesine” sözlerinin yazılarak eklenmesine, HMK’nun 370/2. (HUMK’nun 438/7) maddesi uyarınca hükmün bu bölümünün düzeltilmiş bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA karar verilmiştir.
Şirket Hisseleri ve Hisses Gelirleri Üzerinde Katılma Alacağı Nasıl Hesaplanır?
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar No: 2016/13500
Somut olaya gelince; eşler, 07.05.2000 tarihinde evlenmiş, 22.05.2009 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK m. 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TM’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 sayılı m. TKM 170), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın m. 10, TMK m. 202). Tasfiyeye konu … Limited Şirketi ise, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 08.06.1998 tarihinde kurulmuştur ve kişisel maldır. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK m. 179). Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan malvarlığı değerleri, o eşin kişisel malıdır (4721 s.lı TMK’nun m. 220/2) Aksi mal rejimi sözleşmesiyle kararlaştırılmamışsa kişisel malların gelirleri edinilmiş maldır (TMK’nun m. 219/4 ve 221/2). Mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut edinilmiş mallar tasfiye edilir (4721 s.lı TMK’nun m. 235/1). Malvarlıkları, mal rejiminin sonra ermesi anındaki durumlarına (nitelik, seviye, aşama vs.) göre değerlendirilir (TMK’nun m. 228/1). Bu malların, kural olarak tasfiye anındaki (TMK’nun m. 227/1 ve 235/1), sürüm (rayiç) değerleri (TMK’nun m. 232, 239/1) hesaba katılır. Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir. Mahkemece, tasfiye konusu malın karara en yakın tarihteki sürüm değeri belirlenmelidir. Kişisel mal niteliğindeki şirket üzerinde davacı eşin mal rejiminin tasfiyesi sonucu oluşacak alacak hakkı bulunmamaktadır. Ne var ki; aksi kararlaştırılmadığından şirket geliri edinilmiş mal olduğundan, mevcut ise tasfiye davasının konusu olabilir. Mahkemece yapılacak iş; öncelikle yukarıda açıklanan yasal düzenleme, ilke ve esaslar çerçevesinde, 4721 sayılı TMK’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden mal rejiminin sona erdiği 22.05.2009 tarihine kadar, dava konusu şirketin kar edip etmediğinin, kar etmişse davalı eşe şirket kar payı (temettü=kazanç) ödenip ödenmediğinin, ödenmişse mevcut olup olmadığının ya da her hangi bir yatırıma dönüştürülüp dönüştürülmediğinin, kar payı ödemesi yapılmamışsa karın şirkete yatırım olarak kullanılıp kullanılmadığının araştırılıp belirlenmesidir. Kar payı ödemesi yapılmış veya karın şirkete yatırım olarak kullanılması durumunda, bu miktarların mal rejiminin sona erdiği tarih itibarıyla ulaştığı reel değer belirlenerek mal rejiminin tasfiyesinde göz önünde bulundurulmalıdır.
Tapu İptal Davası ile Katılma Alacağı Davasında Görev
Dava dilekçesindeki açıklamalar ve dosya kapsamına göre davanın, ilk açılan davada davalı eş … adına olan taşınmazın diğer davalılar adına yapılan satışının muvazaalı olduğu iddiası ile iptali ve davalı eşe dönecek tapu kaydının eşler arasındaki mal rejimi gereğince tasfiye edilerek yarı paya ait tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili olduğu anlaşılmaktadır. Davacının …’e geçen taşınmaza ait tapu kaydının iptali ile açılacak edinilmiş mallara katılma alacağının tahsili sağlanmış olacaktır. Davacının istekleri arasında yer alan taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejimi gereği yarı paya ait tapu kaydının iptali ve tescili; isteği bakımından bu davaların çözüm yeri 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4.maddesi gereğince Aile Mahkemeleri olup Aile Mahkemesi kurulmayan yerlerde ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemelerinde davanın Aile Mahkemesi sıfatı ile görülüp karar bağlanması gerekir. Davacının diğer isteği ise TBK’nun 19.maddesine dayalı şahsi hakka ilişkin muvazaa nedeniyle tapu iptali ve davacı eş adına tescili olup bu istek bakımından uyuşmazlığın çözüm yeri HMK’nun 1 ve devamı maddeleri uyarınca belirlenecek genel mahkemelerdir. Görev kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında kendiliğinden göz önünde bulundurulur. Mahkemece verilen ilk kararın Yargıtay 4.Hukuk Dairesi tarafından görev yönünden bozulmuş olması, taraflar yönünden kazanılmış bir hak oluşturmaz.
Mahkemece yapılması gereken iş, temyize konu taşınmaz bakımından mal rejiminin tasfiyesine dayalı tapu iptali ve tescil davasının tefriki ile ayrı bir esasa kaydedilmesi daha sonra da tefrik edilen dosyanın görevli Aile Mahkemesine gönderilmesi, dava konusu taşınmazla ilgili 16.08.2007 ve 29.09.2009 tarihli tasarruflar yönünden ise, aile mahkemesi kararının bekletici mesele yapılarak, davacının bir alacağının olduğunun tesbiti halinde TBK’nun 19 maddesi gereğince iptale tabi olup olmadığının mevcut delillere göre değerlendirilmesi, iptale tabi olması halinde davacı yararına hükmedilecek katkı payı alacağı ve fer’ileriyle sınırlı olarak İİK’nun 283/1 maddesinin kıyasen uygulanarak davacıya haciz ve satış yetkisi verilmesinden ibarettir. Aksi durumda yani davacının katkı payının olmadığının saptanması halinde ise her iki dava yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir (Yargıtay 17.Hukuk Dairesi - Karar:2017/9185).
Boşanma Davası Kesinleştikten Sonra Tapu İptal Davası ile Edinilen Mal Üzerinde Katılma Alacağı
Mal rejiminin devamı süresince, bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacağı; eklenecek değerlerden (TMK 229.m) ve denkleştirmeden (TMK 230.m) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, eşin edinilmiş mallarının (TMK 219.m) toplam değerinden, bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin (TMK 231.m) yarısı üzerindeki diğer eşin alacak hakkıdır (TMK 236/1.m). Katılma alacağı Yasa’dan kaynaklanan bir hak olup, bu hakkı talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine ya da korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur.
Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihteki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri esas alınır (TMK 227/1, 228/1, 232 ve 235/1. m). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir.
Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK 222. m).
Yukarıdaki değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır.
Somut olayda eşler, 09.10.1996 tarihinde evlenmiş, 21.01.2011 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir(TMK 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı(743 sayılı TKM 170.m), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir(4722 sayılı yasanın 10, TMK 202/1.m). Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır(TMK 179.m).
Mahkemece, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmişse de; bu karara katılma olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki; her ne kadar 117 ada 24 parsel sayılı taşınmaz mahkeme kararı ile satış (şufa gibi) yoluyla 13.11.2013 tarihinde davalı eş adına tescil edilmişse de, eksikten getirtilen tedavüllü tapu kayıtları ile resmi senetlerin incelenmesi neticesinde; 117 ada 24 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesinin 09.02.1993 tarihinde kadastro yoluyla davalı eş adına tescil edildiği, tasfiyeye konu diğer 1/2 hissesinin, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 03.09.2004 tarihinde davalı eş tarafından diğer hissedar olan kızkardeşinden satın alındığı ve 1/2 kadim hissesi ile tevhit edilerek taşınmazın tam mülkiyet şeklinde davalı eş adına tescil edildiği, sonra 12.10.2010 tarihinde satış yoluyla…. adına, daha sonra 12.11.2010 tarihinde satış yoluyla davacı eş …. adına tescil edildiği, davalı eş tarafından 03.12.2010 tarihinde davacı eş aleyhine hile sebebiyle tapu iptal tescil davası açıldığı, yapılan yargılama neticesinde …5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.10.2012 tarih, 2010/651 esas-2012/707 karar sayılı kararı ile, davanın kabulüne, dava konusu 117 ada 24 nolu parselin davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verildiği ve kararın 10.09.2013 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. Her ne kadar 117 ada 24 parsel en son mahkeme kararı ile satış (şufa gibi) yoluyla 13.11.2013 tarihinde davalı eş adına tescil edilmişse de; mahkemece, sonradan verilen tapu iptal ve tescile ilişkin karar yenilik doğurucu(inşai) nitelikte olmayıp, önceden doğmuş mülkiyet hakkının belirlenmesi niteliğinde olduğundan ve taşınmazın tasfiyeye konu 1/2 hissesi davalı eş tarafından 03.09.2004 tarihinde satış yoluyla edinildiğinden mülkiyetin bu tarihte kazanıldığı kabul edilmelidir. Bu nedenle mahkemece iddia ve savunma doğrultusunda taraf delilleri toplanarak yukarıda belirtilen ilke ve esaslara göre davacının katılma alacağının hesaplanması gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi - Karar : 2017/9893).
Avukat Baran Doğan
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.