0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Av. Kasım Balcı - Av. Baran Doğan

Anlaşmalı Boşanma Davası Nedir?

4721 sayılı Medeni Kanuna göre boşanma davası iki şekilde açılabilir:

Anlaşmalı boşanma davası, makalemizde ayrıntılarıyla açıklanacağı üzere, her iki tarafın boşanmanın tüm sonuçları hakkında özgür iradeleriyle anlaşarak evlilik birliğini sona erdirmek üzere açtığı boşanma davasıdır..

Çekişmeli boşanma davası ise, taraflar arasında boşanmada hangi tarafın kusurlu olduğu, maddi ve manevi tazminat, nafaka, velayet, ev eşyalarının paylaşımı vb. gibi konularda çekişmenin yaşandığı bir dava türüdür. Çekişmeli boşanma davası, genel veya özel boşanma sebepleri olmak üzere iki kategorik sebebe dayanılarak açılabilir.

Anlaşmalı Boşanma Davası Nasıl Açılır? (TMK 166/3)

Anlaşmalı boşanma davası, en az 1 yıl süren evliliklerde, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin açtığı davayı kabul etmesi hâlinde söz konusu olur. Kanun, bu hallerde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, taraflar da boşanmada anlaşmışsa evliliğin sürdürülmesinin manasız olduğu kabul edilir. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz (TMK 166/3).

Anlaşmalı boşanma davası açılabilmesi için Medeni Kanun’un aradığı şartlar şunlardır:

1. Evlilik ilişkisi en az 1 yıl sürmelidir.

Anlaşmalı boşanma davası açılabilmesi için evlilik ilişkisinin en az 1 yıl sürmesi gerekir. Evlilik ilişkisinden kasıt, taraflar arasında yapılan resmi nikahtan itibaren en az bir yıllık bir sürenin geçmiş olmasıdır. Taraflar arasında imam nikahı, nişanlılık ya da birlikte yaşama gibi hallerde geçen süre 1 yıllık süreye dahil edilemez.

2. Eşlerin mahkemeye beraber başvurmalı ya da bir eşin açtığı boşanma davasını diğer eş kabul etmelidir.

Taraflar ortak bir dilekçe ile başvurmaları sonucu anlaşmalı boşanma gerçekleşebileceği gibi eşlerden birinin usulüne uygun olarak açmış olduğu boşanma davasındaki tüm talepleri diğer tarafın kabul etmesi ile de anlaşmalı boşanma gerçekleşebilir. Ayrıca boşanma davası çekişmeli olarak açılmış ve devam etmekte iken tarafların anlaşmalı boşanma iradelerini açıklayan protokolü mahkemeye sunmaları ya da duruşma esnasında anlaşma şartlarını duruşma zaptına geçirmeleri ile de anlaşmalı boşanma gerçekleşebilir.

3. Taraflar hakim huzurunda boşanma iradelerini açıklamalıdır.

Kanun, tarafların iradelerini hakim huzurunda özgürce açıklayabilmeleri için anlaşmalı boşanma için bu şartı getirmiştir. Hakim tarafların iradelerinin herhangi bir nedenle fesada uğradığını tespit ederse boşanma talebini ret edecektir. Tarafların boşanma iradelerini hakim huzurunda bizzat açıklamaları gerekmektedir. Boşanma, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğu için boşanma avukatının tarafların yerine geçerek boşanma iradesini açıklaması mümkün değildir.

4. Hakim, boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu ile ilgili düzenlemeyi uygun bulmalıdır.

Tarafların, hakime sunmuş oldukları anlaşma şartlarındaki maddi-manevi tazminat, nafaka (İştirak ve yoksulluk nafaksı), çocukların velayeti, çocuklar ile kişisel münasebet gibi hususların hakim tarafından uygun bulunması gerekir. Hakim gerek görürse bu şartlarda değişikliğe gidebilir. Ancak hakimin yapmış olduğu bu değişiklikler taraflarca kabul edilmesi durumunda anlaşmalı boşanma gerçekleşebilir. Aksi durumda dava çekişmeli boşanma davasına döner. Ancak uygulamada hakimler genelde tarafların anlaşma sağladıkları şartları kabul ettiklerinden bu durum ile pek karşılaşılmaz.

Bilindiği üzere, TMK’nın 166. maddesinin 3. fıkrasında; “Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz” düzenlemesi yer almaktadır. Uygulamada anlaşmalı boşanma olarak adlandırılan bu madde hükmüne göre en az bir yıldan fazla bir süreden beri evli olan tarafların mahkeme huzurunda boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkında yaptıkları düzenlemeler hakkında serbest iradelerinin uyuşması ve hakimin bu düzenlemeyi onaylaması halinde mahkemece boşanma kararı verilebilmektedir.

Madde metninde geçen “boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hakkındaki düzenlemelere” ilişkin olarak taraflar mahkemeye bir protokol sunabilecekleri gibi, belirtilen tüm bu hususlarda mahkemeye sözlü olarak da beyanda bulunabilirler. Ancak ikinci durumda sözlü beyanın zapta geçirilmesi ve taraflarca imzalanması gerekir (Akıntürk T: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s.271).

Yukarıda belirtildiği gibi anlaşmalı boşanmanın koşullarından biri olan bu anlaşmanın yapılabilmesi için hem eşler hem de boşanma kararı verecek hakim bakımından bazı koşulların yerine getirilmiş olması gerekmektedir. Bu nedenle eşler arasında yapılan anlaşmanın boşanmanın feri sonuçlarına ilişkin taraflarca düzenlenen ve hakimin onay şartına bağlı, kendine özgü bir sözleşme olduğu söylenebilir.

Taraflar kural olarak, bir sözleşmenin içeriğini, kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 26). Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konu imkansız olan sözleşmeler ise kesin olarak hükümsüzdür. Borçlar Kanunu`nda yer alan sözleşme özgürlüğüne getirilen genel nitelikteki bu sınırlamalar, boşanma anlaşmaları için de evliviyetle geçerlidir.

Belirtilmelidir ki, sözleşme hukukuna hakim olan asıl ilke sözleşmeye bağlılık ilkesi olup bu ilke hukuksal güvenlik, doğruluk ve dürüstlük kuralının gereği olarak sözleşme hukukunun temelini oluşturur. Anılan ilkeye göre sözleşme yapıldığı andaki gibi uygulanır (YHGK-K.2019/630).

Anlaşmalı Boşanma Davası Yargıtay Kararları


Mahkeme Kararından Sonra Yeni Boşanma Protokolü Sunulması

05.09.2013 tarihli protokole göre , 1.000 TL iştirak nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine, her yıl kararın kesinleştiği ayı takip eden ayda %10 artırılmasına ve 05.09.2013 tarihli protokolün onaylanmasına karar verilmiş, verilen ikinci hükümden sonra davacı kadın tarafından hüküm temyiz edilerek 08.06.2016 tarihli anlaşma protokolü ibraz edilmiş ve bu protokole göre hükmün bozulmasına karar verilmesi istenmiştir.

08.06.2016 tarihli anlaşma protokolü ile, 08.09.2015 tarihli boşanma kararında düzenlenen taşınmazın ve tapuda …., 17322 parsel, 12 pafta da bulunan gayrimenkulun, tarafların çocuğu …e devredilerek tapuda üzerine kayıt ve tescil yapılacağı, gayrimenkullerin ortak çocuk adına kayıt ve tescil tarihine kadar davacı kadın tarafından bedelsiz kullanılacağı, ortak çocuk için davalı erkek tarafından ödenen 1000 TL iştirak nafakasının 1200 TL olarak ödeneceği kabul ve taahhüt edilmiştir.

Gerçekleşen duruma göre, karar tarihinden sonra düzenlenen 08.06.2016 tarihli anlaşma protokolü dikkate alınmak suretiyle yeniden karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir (Yargıtay 2. HD - Esas : 2016/21325, Karar : 2017/1208).

Anlaşmalı Boşanma Davasında Boşanma İradesi

Davacı erkek tarafından açılan davanın yapılan yargılaması sonucunda 30.11.2015 tarihinde tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verilmiş, mahkemenin gerekçeli kararı, aradan iki yılı aşkın bir süre geçtikten sonra tebliğe çıkartılmış, 13.03.2018 tarihinde davalı kadına tebliğ edilmesi üzerine, davalı süresi içerisinde kararı temyiz etmiştir. Davalı temyiz dilekçesinde boşanmaktan vazgeçerek evlililiklerini devam ettirme kararı aldıklarını ileri sürmüştür. Kararın iki yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra tebliğe çıkarılması, tarafların evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı olgusunun gerçekleşmediğini gösterdiği gibi bu durum ayrıca, Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralına aykırı ve “Hakkın kötüye kullanılması” niteliğindedir. Türk Medeni Kanunu’nun 2/2. maddesinde belirtildiği gibi bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Gerçekleşen bu durum karşısında, boşanma iradesinin samimi olmadığı anlaşıldığından, davanın reddine karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar: 2018/14800).

Davacı erkek tarafından açılan davanın yapılan yargılaması sonucunda 09.11.2010 tarihli kararla tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verilmiş, mahkemenin gerekçeli kararı, aradan sekiz yıl geçtikten sonra tebliğe çıkartılmış, 19.04.2018 tarihinde davalı kadına tebliğ edilmesi üzerine, davalı kadın süresi içerisinde kararı temyiz etmiştir. Davalı temyiz dilekçesi ile “aralarında anlaşarak gerekçeli kararı tebliğ almadıklarını, herkesin kendilerini evli bildiğini, Nisan 2018 tarihine kadar çocukları ile birlikte aynı konutta yaşadıklarını ve birliğin devam ettiğini, boşanmak istemediğini ve hükmün bozulmasını istediğini” ileri sürmüştür. Kararın sekiz yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra tebliğe çıkarılması, Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralına aykırı ve “Hakkın kötüye kullanılması” niteliğindedir. Türk Medeni Kanunu’nun 2/2. maddesinde belirtildiği gibi bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Gerçekleşen bu durum karşısında, boşanma iradesinin samimi olmadığı anlaşıldığından, davanın reddine karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir. (Yargıtay 2. HD - 2018/15333 K.).

Anlaşmalı Boşanma Davası Nasıl Çekişmeli Boşanma Davasına Döner?

Taraflar Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca boşanmışlar, hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilmiştir. Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçları, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır. Bu halde anlaşmalı boşanma davasının “Çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi gerekir. Açıklanan sebeple mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar: 2018/14961).

Davacı kadın, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi uyarınca boşanma davası açmış, dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşaması tamamlandıktan sonra ön incelemenin duruşmalı olarak yapılmasına karar verilmiş, ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra, tahkikat duruşmasında tarafların beyanlarıyla çekişmeli boşanma davası anlaşmalı boşanma davasına çevrilmiş, mahkemece de tarafların beyanı doğrultusunda anlaşmalı boşanmalarına karar verilmiş ise de; davalı erkek temyiz dilekçesiyle anlaşmalı boşanmaya ilişkin irade beyanından dönmüştür. Gerçekleşen bu durum karşısında, taraflar arasında görülen davanın, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1 maddesi uyarınca çekişmeli boşanma davası olarak ele alınması gereği hasıl olmuştur. O halde, mahkemece mevcut dosya kapsamı dikkate alınarak Türk Medeni Kanunu’nun 166/1.maddesi çerçevesinde yargılamaya devamla usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak, gerçekleşecek sonucu uyarınca bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir (Yargıtay 2. HD – Karar: 2018/12445).

Çekişmeli Boşanmanın Anlaşmalı Boşanma Davasına Dönüşmesi

Davacı erkek, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi uyarınca 28.08.2015 tarihinde boşanma davası açmış, 01.03.2016 tarihinde taraflarca dava dosyasına protokol düzenlenilerek, çekişmeli boşanma davası, anlaşmalı boşanma davasına çevrilmiştir. Mahkemece TMK 166/3 maddesi gerekçe gösterilerek, anlaşmalı boşanma kararı verilmiş ise de, boşanma ve ferileri yönünden, taraflarca tam olarak anlaşma sağlanılmadığı halde, mahkemece irade uyuşumu sağlandı kabul edilerek yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru olmadığı gibi, davacı erkeğin temyizi ile mevcut anlaşma da bozulmuştur. Gerçekleşen bu durum karşısında, taraflar arasında görülen davanın, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi uyarınca çekişmeli boşanma davası olarak tekrardan ele alınması gereği hasıl olmuştur. O halde, mahkemece mevcut dosya kapsamı dikkate alınarak Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi çerçevesinde yargılamaya devamla usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak, gerçekleşecek sonucu uyarınca bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar:2018/15024).

Tarafların Anlaşmalı Boşanma Protokolüne Dair Beyanları Alınmalıdır

Taraflar arasında görülen boşanma davasında verilen hüküm, davalı erkek tarafından temyiz edilmiş, Dairemizin 2016/21742-2018/2462 esas ve karar sayılı ilamıyla “Mahkemece tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi uyarınca verilen boşanma kararı davalı tarafından temyiz ise de, temyiz incelemesinden önce Yargıtay’a hitaben yazılan 01.02.2018 havale tarihli dilekçeden tarafların boşanma, mali sonuçları ve ortak çocuğun durumu hususunda protokol düzenlendikleri anlaşılmış, bu protokol dikkate alınarak, tarafların bizzat beyanları alındıktan sonra sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde, anlaşmalı boşanma protokül dikkate alınarak tarafların bizzat beyanları alınmamıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında mahkemece uyulan bozma ilamının gereği yerine getirilmemiştir. Öyleyse, mahkemece Türk Medeni Kanununun 166/3 maddesi ve bozma ilamı uyarınca anlaşmalı boşanmaya dair protokol uyarınca tarafların bizzat beyanlarının alınması gerekirken, taraf vekillerinin mazeretlerinin kabulü ile davacı ve davalının bizzat beyanları alınmadan anlaşmalı boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar:2018/14612).

Anlaşmalı Boşanma Protokolü Hükme Eklenmelidir

Davacı kadın, Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca boşanma davası açmış, mahkemece de tarafların beyanı doğrultusunda TMK 166/3. maddesine göre anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verilmiş, gerekçeli karar ile tarafların boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin anlaşmaları onaylanmıştır. Karara bağlı olarak kesinleştiği anlaşılan protokolde; taraflar arasında müşterek çocuk … iştirak nafakası hususunda anlaşma sağlandığı görülmekle “iştirak nafakasının hükme eklenmesi yönündeki” tavzih kararının kabulü yerine, reddine karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar:2018/13031).

Anlaşmalı Boşanma Davasının Çekişmeliye Dönüşmesi Halinde Yeni Delil Gösterme

Evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine (TMK m. 166/1) dayalı olarak açılan boşanma davasında yapılan yargılama sonunda, mahkemece, davacı kadının, verilen kesin süre içerisinde tanık isimlerini bildirmediği, boşanma sebebi olarak yeterli delil bulunmadığından davanın reddine karar verilmiş, verilen karar davacı kadın tarafından istinaf edilmekle bölge adliye mahkemesince; davacı kadının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, karar davacı kadın tarafından temyiz edilmiştir. Somut olayda, davacı kadın dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış ve mahkemece yapılan 07.06.2018 tarihli celsede, taraflara tanık listelerini sunmak üzere iki haftalık kesin süre verilmiş, verilen kesin süre içerisinde taraflarca imzalanarak oluşturulmuş ve TMK m. 166/3 uyarınca anlaşmalı olarak boşanmak istediklerine dair protokol ile birlikte duruşmanın 22.06.2018 tarihine çekilmesi istemine dair dilekçe mahkemeye sunulmuş, anlaşmalı boşanma iradesini içerir protokol gereği davacı kadın tarafından tanık listesi mahkemeye sunulmamış ve mahkemece yapılan 14.09.2018 tarihli celsede davalı erkek, eşinden boşanmak istemediğini, anlaşmalı boşanma protokolünü kabul etmediğini beyan etmiş ve mahkemece aynı celse kurulan ara kararla, tanık listesi konusunda taraflara kesin süre verildiği ve aynı konuda ikinci kez kesin süre verilemeyeceği bu nedenle tanık listesi konusunda kesin süre verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Her ne kadar mahalli mahkeme 14.09.2018 tarihli celse verilen ara karar ve davanın reddine dair karar gerekçesinde, verilen kesin süre içerisinde davacı kadın tarafından tanık listesinin sunulmadığı belirtilmişse de mahkemece verilen kesin süre içerisinde davalı erkeğin de imzasının bulunduğu anlaşmalı boşanmaya dair protokolün mahkemeye sunulduğu, boşanma konusunda anlaşılmaya varılması nedeniyle (TMK m. 166/3) davacı kadının tanık listesini sunmadığı, davalının sonradan anlaşmalı boşanmadan vazgeçmesinin davacı kadının aleyhine kullanılamayacağı bu nedenle daha önce verilen kesin süre hükümsüz hale geldiğinden, mahalli mahkemece davacı kadına tanık listesini sunmak üzere yeniden HMK m. 94 uyarınca kesin süre verilmesi, davacı kadın tarafından tanık listesinin sunulması halinde, davacı tarafın gösterdiği tanıkların çağrılıp dinlenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken “Hukuki Dinlenilme Hakkı” (HMK m. 27) ve Anayasanın “Hak Arama Özgürlüğüne” ilişkin düzenlemelere açıkça aykırı olacak şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2021/1385 E. , 2021/4214 K.).

Anlaşmalı Boşanma Davasından Feragat Halinde Yeni Boşanma Davası Açılması

Feragat edilen dava münhasıran TMK’nın 166/3. maddesine dayalı olarak açılmışsa, anlaşmalı boşanma davasından feragat, dava tarihinden önceki olayların affedildiği sonucunu doğurmaz. O halde, taraflardan biri feragatle sonuçlanan anlaşmalı boşanma davasının dava tarihinden önceki vakıalara dayanarak herhangi bir boşanma sebebine dayalı olarak boşanma davası açabilir. Açılan davada anlaşmalı boşanma davasının dava tarihinden önceki vakıaların da kusur belirlemesinde dikkate alınması gerekir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/548 E. , 2020/1743 K.)

Anlaşmalı Boşanma Davası ve Mal Paylaşımı

TMK’nın 166. maddesinin 3. fıkrasında eşlerin anlaşmalı olarak boşanma ve esasları düzenlenmiştir. Buna göre evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz. Maddede değinildiği üzere anlaşmalı boşanmanın sağlanması için boşanmanın fer’î niteliğindeki taleplerde taraflar arasında uzlaşma gerçekleşmelidir. Bu talepler kanun koyucu tarafından “boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu” olarak ifade edilmiştir. Maddede geçen “boşanmanın mali sonuçları” kavramı mal rejiminin tasfiyesini kapsamaz. Boşanmanın mali sonuçları ile anlaşılması gereken TMK’nın 174. maddesinde düzenlenen boşanma nedeniyle maddi-manevi tazminat, 174. maddesinde düzenlenen yoksulluk nafakası ile 182. maddesinde düzenlenen iştirak nafakasıdır. Bununla birlikte, boşanma davasında tarafların mal rejiminin tasfiyesi hakkında anlaşma yapmasını engelleyen yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.

Mal rejiminin tasfiyesi boşanmanın fer’îsi niteliğinde olmayıp; eşler, tasfiyeyi anlaşmalı boşanma ile birlikte yapabilecekleri gibi bu yöndeki haklarını zamanaşımı süresi içerisinde daha sonra da kullanmak isteyebilirler. Bu konuda anlaşma sağlanamaması anlaşmalı boşanma davasının reddi sonucunu doğurmaz ve anlaşmalı boşanmaya bir etkisi olamaz. Anlaşmada ayrıca yer verilmemişse, tarafların sırf anlaşmalı olarak boşanmış olmaları aralarındaki mal rejimini de tasfiye ettikleri anlamında kabul edilemez.

Eşler, anlaşmalı boşanmada mal rejiminin tasfiyesine karar verdikleri takdirde bu durum doğmamış bir hakkın kullanımı anlamına gelmeyecektir. Zira boşanma ile sona eren evlilikler yönünden mal rejiminin tasfiyesi davasının görülebilirlik koşulu olarak boşanmanın gerçekleşmesi aranmakta ise de eşler arasındaki mal rejiminin sona erdiği tarih kabulle sonuçlanan boşanma davasının dava tarihi olup (TMK m. 225/2), mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı dava tarihi itibariyle doğmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, mal rejiminden kaynaklı hakkın dava yolu ile kullanılabilmesi, diğer bir ifadeyle mal rejiminin tasfiyesine karar verilebilmesi için eşlerin boşanmalarına ilişkin kararın kesinleşmesi gerektiğidir. Anlaşmalı boşanmada ise eşler boşanma davası açmakla doğmuş hakları olan mal rejiminin tasfiyesine yönelik tasarrufta bulunabilirler. Uygulamada eşler boşanma davası ile eş zamanlı mal rejimin tasfiyesi davası açmaktadırlar. Bu şekilde boşanma davası ile birlikte açılıp tefrik edilen yahut bağımsız ancak boşanma sonuçlanmadan açılan tasfiye davaları yönünden Yargıtay’ın istikrarlı kararlarında, usul ekonomisi gereği davanın görülebilirlik şartı oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmemesi, boşanmanın sonucunun bekletici mesele yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiğine işaret edilmektedir.

Gerçekten de eşler; zorunlu olmamakla birlikte, anlaşmalı boşanma davasında mal rejiminin tasfiyesi konusunda da anlaşma yapabilirler. Anlaşma, mal rejiminin tasfiyesini de içermekte ise ayrı bir geçerlilik şartı aranmaz. Anlaşmalı boşanmada, taraflar edindikleri malvarlığını paylaşarak veya tasfiyeye yönelik haklarından feragat ederek mal rejiminin tasfiyesini gerçekleştirebilirler. Usulüne uygun şekilde yapılan anlaşma ile boşanma davası neticelenmiş ve karar kesinlemiş ise tarafların tekrar mal rejimi tasfiyesi talep etmeleri mümkün olmayacaktır.

Diğer yandan mal rejiminin tasfiyesi davası, boşanma davasının fer’î niteliğinde olmadığından, boşanma davasında tarafların anlaşmış olmaları kural olarak boşanma davasının fer’î niteliğindeki tazminat, nafaka ve velâyet konularını kapsadığı kabul edilmelidir. Şayet eşler, boşanma davasında mal rejiminin tasfiyesi hususunda da anlaşma yapmak istiyorlarsa, bu hususun hiçbir duraksamaya yer vermeyecek açıklıkta olması çok önemlidir. Soyut, muğlâk, her anlama gelebilen, farklı şekilde yorumlanmaya açık, müphem kelime ve cümleler kullanılan anlaşma metinleri sonradan açılan davanın görülmesine engel teşkil etmez (Hukuk Genel Kurulu 2019/335 E. , 2022/850 K.).

İstinaf Aşamasında Anlaşmalı Boşanma Protokolü İbraz Edilmesi

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacı kadın vekili ile davalı erkek vekili tarafından ibraz edilen 05.10.2022 tarihli dilekçeler ile istinaf başvurularından feragat ettiklerini bildirdikleri, davalı erkek vekilinin istinaftan feragat dilekçesi ekinde tarafların 04.10.2022 tarihinde boşanma ve fer’ileri hususunda anlaştıklarına dair anlaşmalı boşanma protokolü sunduğu, tarafların sunduğu anlaşmalı boşanma protokolü gereğince dava başlangıçta çekişmeli boşanma olarak açılmış olsa da anlaşmalı boşanma olarak görülmesi gerektiği gerekçesi ile tarafların istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın 4721 sayılı Kanun’un 166 ncı maddesinin üçüncü fıkrası gereğince anlaşmalı boşanma davası olarak görülmesi için tarafların bizzat dinlenerek anlaşmalı boşanma hususunda karar verilmek üzere dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Karar usul ve yasaya uygundur. (Yargıtay 2. HD - Esas : 2023/451, Karar : 2023/3740).

Anlaşmalı Boşanma Davasında Hakim İkrar ve Kabul İle Bağlı Değildir

Uygulamada anlaşmalı boşanma kararı verilebilmesi için;

İlk koşul; evlilik birliğinin en az bir yıl sürmesidir. Aksi takdirde hakim diğer şartları incelemeden boşanma davasını reddetmelidir.

İkinci koşul, eşlerin mahkemeye birlikte başvurması veya bir eşin diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmesidir. Burada önemli olan tarafların boşanma iradelerini aynı anda ve duruşmada hakime beyan etmesidir.

Üçüncü koşul, eşlerin iradelerini hakime bizzat açıklamalarıdır. Hakimin eşleri dinleyerek serbest iradelerinin oluşup oluşmadığına karar vermesi gerekir. Madde hükmü, duruşmada tarafların her türlü baskı ve tehditten uzak olarak özgür iradeleri ile beyanda bulunduklarının denetlenmesini amaçladığından hakimin bu hususta her türlü özeni göstermesi gerekmektedir (Kılıçoğlu A: Aile Hukuku, Ocak 2019, s.113).

Son koşul ise; anlaşmalı olarak boşanmak isteyen eşlerin boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda da anlaşmış olmaları ve buna ilişkin düzenlemeyi hakimin onayına sunmaları gerekir. Taraflar bu hususta mahkemeye bir protokol sunabilecekleri gibi, belirtilen tüm bu hususlarda mahkemeye sözlü olarak da beyanda bulunabilirler. Ancak ikinci durumda sözlü beyanın zapta geçirilmesi ve taraflarca imzalanması gerekir (Akıntürk T: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s.271).

“Boşanmanın mali sonuçları” ile kastedilen maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası talepleridir (TMK m. 174/1-2; m. 175). “Çocukların durumu” ile kastedilen ise, ortak çocukların velayetinin kime verileceği, velayet verilmeyen eş ile çocuklar arasında kurulacak kişisel ilişki ve çocuklar için ödenecek iştirak nafakası ile ilgili düzenlemelerdir.

Madde metninden anlaşıldığı üzere, boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkındaki düzenlemeler hakkında tarafların serbest iradelerinin uyuşması gerekmekte ise de, aynı zamanda hakimin bu anlaşmayı onaylaması gerekmektedir. Görüldüğü üzere, taraflar anlaşma konusunda tamamen özgür bırakılmamıştır. Bu nedenle, hakim tarafından onaylanmayan anlaşmalar hukuki sonuçlarını doğurmayacağı gibi, tarafların da kendilerine önerilen değişikliği kabul etmesi halinde anlaşma geçerli olacak ve boşanma kararı verilebilecektir.

Önemle belirtilmelidir ki, taraflarca yapılan ve hakim tarafından onaylanan anlaşma hükümleri infazda sıkıntı doğurmaması için hüküm fıkrasında aynen yer almalıdır.

Anlaşmalı boşanmanın koşulları bu şekilde ana hatlarıyla belirtildikten sonra uyuşmazlığın çözümü bakımından “ikrar” ve “kabul” kavramlarının irdelenmesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere, 4721 sayılı TMK`da, boşanma davaları için özel yargılama kurallarına yer verilmiştir. Şöyle ki, 184. maddesinin birinci fıkrasının (1) nolu bendinde hakimin, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamayacağı ve (3) numaralı bendinde ise tarafların bu konudaki her türlü ikrarlarının hakimi bağlamayacağı belirtilmiştir.

İkrar, bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğunu bildirmesidir. İkrarın konusu ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. İkrar, tek tek vakıalar hakkında olup, talep sonucuna ilişkin değildir. Bir tarafın talep sonucunun diğer tarafça kabul edilmesi, davayı sona erdiren bir taraf işlemi olup davayı (kabul) ismini alır. Kabulde, karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalara değil, onlardan çıkardığı talep sonucuna rıza gösterilmektedir (Kuru, B./Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2013, s.366).

Kural olarak, boşanma davalarında hakim ikrarla bağlı olmadığı gibi kabulle de bağlı değildir. Bu durum, Türk Medeni Kanununda "irade ilkesine" dayanan bir boşanma sisteminin olmayışından kaynaklanır. Çünkü irade ilkesine göre tarafların karşılıklı rızaları boşanma kararı verilmesi için yeterlidir. TMKda ise kusur ilkesi, irade ilkesi ve evlilik birliğinin sarsılması ilkeleri gibi tek tipten oluşmayan karma bir sisteme yer verildiği görülmektedir (Gençcan, Ö.U: Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Ankara 2017, s.118).

Uyuşmazlığın temelini teşkil eden anlaşmalı boşanma davaları kısmen irade ilkesinin uygulandığı davalardır. Bu durum, maddede yer alan “Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz” cümlesinden de anlaşılmaktadır. Evlilik birliğinin kurulması sırasında karşılıklı iradelerine önem verilen tarafların boşanma konusunda da istek ve beyanlarının dikkate alınması anlaşmalı boşanmanın gereğidir. Ne var ki, TMK`nın 166/3. maddesinde sayılan diğer koşulların hepsinin gerçekleşmediği bir durumda davalının boşanma davasını kabul etmesinin hiçbir anlamı yoktur.

Bu nedenledir ki, TMKnın 166/3. maddesi uyarınca davanın kabulü, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 308. maddesinde düzenlenen “kabul” kavramından ayrılmaktadır. HMK`nın 308. maddesi uyarınca davayı kabul, davalının mahkemeye yönelik olarak yapacağı tek taraflı bir irade beyanı ile olmakta ve dava konusu uyuşmazlık esastan sona ermektedir. Kabulün geçerliliği davacı veya mahkemenin kabulüne bağlı değildir. Oysa anlaşmalı boşanma davalarında kabul, tek başına davayı sona erdirmediği gibi, TMK 166. maddenin 3. fıkrası; hakimin boşanma isteğinin serbest iradeye dayanıp dayanmadığını saptamasını ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hakkında düzenlemeleri uygun bulmasını ve uygun bulmadığı takdirde bu düzenlemelere açık müdahalesini aramaktadır.

Öte yandan, usul hukuku anlamında kabul, kesin hükmün sonuçlarını doğurur ve ancak irade bozukluğu hallerinde kabulün iptali istenebilir (HMK m.311). Diğer bir anlatımla davalı irade fesadı halleri dışında kabulden dönemez. Yukarıda belirtildiği üzere anlaşmalı boşanma davalarında ise “kabulün” doğurduğu tek sonuç evlilik birliğinin sarsıldığı olgusunun ispatlandığıdır, diğer bir anlatımla mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmasına gerek yoktur ancak “yalın kabul” boşanma kararı vermeye yetmemektedir. Bu nedenle, TMK`nın 166/3. maddelerinin uygulandığı bir davada davanın kabulü şekli ve maddi hukuk anlamında hükmün kesinleşmesi sonucunu doğurmadığından hükmün kesinleşmesine kadar davalının kabul beyanından dönmesi mümkündür. Çünkü bu durumda anlaşmalı boşanma koşullarının gerçekleştiğinden söz edilemez (Özdemir, N: Türk Hukukunda Anlaşmalı Boşanma, Doktora Tezi, s.176-177; Gençcan, s.780). Taraflardan birinin anlaşmadan dönme iradesi davanın samimi bir iradenin mahsülü olmadığına, hakimin anlaşmalı boşanma şartlarının oluşup oluşmadığı konusunda gerekli her türlü araştırmayı yapmadığına işaret eder.

Esasen yapılan bu değerlendirmeler, Türk toplumunun temeli olan ve eşler arasında eşitliğe dayanan aile kurumunun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 41. maddesi ile özel olarak güvence altına alınmasından kaynaklanmaktadır. Devlet ailenin korunması için gerekli her türlü tedbiri alır ve boşanma davalarının toplumu ilgilendiren yapısı nedeniyle de üzerine düşen yükümlülükleri mahkemeler/hakimler vasıtasıyla yerine getirir. Bu nedenle, TMKnın 166/3. maddesine dayalı davalarda da hakim, bir yandan tarafların ikrarı ile bağlıyken, aynı zamanda bir denetim yetkisine sahiptir. Buradan hareketle, genel hükümlere dayalı bir alacak davasında olduğu gibi davayı sona erdiren “kabul” beyanının, toplumun temeli olan aile kurumu için de boşanma kararı verme zorunluluğu getirdiği ve tarafların da kararın kesinleşmediği sürece bu kabul beyanlarıyla bağlı olduğu söylenemeyecektir.

Diğer yandan anlaşmalı boşanma davasında feragat hakkı bulunan davacıya bir nevi anlaşmayı bozma hakkı verilirken anlaşmanın diğer tarafı olan eşin bu anlaşmayla sonuna kadar bağlı olması silahların eşitliği ilkesine de aykırılık teşkil ettiğinden anlaşmayı bozma hakkının davalıya da verilmesi gerekmektedir.

Bu açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde;

Tarafların 04.06.2004 tarihinde evlendiği, bu evlilikten 12.03.2007 doğumlu müşterek çocuklarının bulunduğu, davacı kadının anlaşmalı boşanma isteğiyle mahkemeye başvurduğu ve dilekçe ekinde iki tarafın imzaladığı 23.06.2014 tarihli protokolde boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkında düzenlemelerin yer aldığı, 27.06.2014 tarihli duruşmada tarafların protokol içeriğine göre boşanmak istediklerini bildirdikleri ve bu beyanlarını imzaladıkları, mahkemece de TMK 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanma kararı verdiği görülmektedir.

Davalı ise aralarındaki protokol şartları ve boşanmaya sebep olan hadiselerin farklılığı sebebiyle anlaşamadıklarını, anlaşmalı boşanmanın irade fesadı hallerinin varlığı altında gerçekleştiğini, davadan feragat ettiğini beyanla hükmü süresinde temyiz etmiştir.

Anlaşmanın diğer tarafı olan eşin hüküm kesinleşinceye kadar anlaşma iradesinden dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmadığından, taraflara iddia ve savunmalarını bildirmesi ve delillerini sunması için imkan verilerek davaya “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak davaya devam edilmesi gerekir (YHGK -Esas : 2017/1941 Karar : 2019/475).

Anlaşmalı Boşanma Protokolü Gereği Araç Kullanma Hakkı

Anlaşmalı boşanmaya dayanak olan ve mahkemece tasdik edilen 28.02.2012 tarihli protokolün 5. maddesi uyarınca davalı adına kayıtlı olan … plakalı aracın kullanım hakkının davacı kadında olacağı protokol ile kararlaştırılmış ve bu husus gerekçeli kararda aynen yer almıştır. Davaya konu araç davalı tarafından kesinleşen boşanma kararından sonra 25.07.2012 tarihinde üçüncü bir şahsa satılmıştır.

Davacı kadın eş tarafından, aracın satılarak kullanım hakkının engellendiği ve bu nedenle de zararının oluştuğu iddia edilmektedir.

Anlaşmalı protokolde aracın davacı kadın eş tarafından ne şekilde ve hangi tarih aralığında kullanılacağına dair bir ibare bulunmamaktadır. Türk Medeni Kanunu`nun 683. maddesinde de yer aldığı üzere mülkiyet hakkı öncelikli olup, malikine sahip olduğu şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma hakkı tanır. Açıklanan sebeplerle, davalı adına kayıtlı olan dava konusu araçla ilgili dilediği şekilde tasarrufta bulunabilme hakkına sahip olduğundan ve protokolde de buna dair engelleyici bir hükme yer verilmediğinden, boşanma kararının kesinleştiği 15.03.2012 tarihi ile dava konusu aracın üçüncü bir şahsa satıldığı 25.07.2012 tarihi aralığında aracı kullanamamaktan dolayı oluşan zararın tespit edilerek sonucu uyarınca bir karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. HD - Esas : 2014/16506, Karar : 2015/4449).

Anlaşmalı Boşanma Protokolüne Dayalı Tapu İptal ve Tescil Davası Maktu Harca Tabidir

Tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına ilişkin boşanma dava dosyasında yer alan 10.07.2015 tarihli protokole ve davalının söz konusu boşanma dava dosyasının 10.07.2015 tarihli duruşmasında verdiği mahkeme içi ikrar niteliğindeki beyanına ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 716 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukuki sebebe dayanılarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimsenin, malikin kaçınması halinde hakimden mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebileceğine göre davanın kabulüne karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı belirtilerek başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Somut olayda, dava anlaşmalı boşanma protokolüne dayalı tapu iptali ve tescili istemine ilişkin olup maktu harca tabidir. Mahkemece, maktu harca tabi davanın kabulü sebebiyle davacı lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince maktu vekâlet ücreti takdiri gerekirken yazılı şekilde nispî vekâlet ücretine hükmedilmesi, usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2. HD -Esas : 2023/2280, Karar : 2023/2404).

Boşanma Protokolündeki Mali Yükümlülüklere İlişkin Dava Nispi Harca Tabidir

Davacı erkek, dava dilekçesinde boşanma protokolünün mali yükümlülüklerinin uyarlanması(iştirak nafakasının sabit kura bağlanması veya TL’ye çevrilerek azaltılması ile “kira ve aidat ödemesine nakit destek” adı altında kararlaştırılan aylık ödemenin kaldırılması) talebinde bulunmuş olup, davacının bu talebi nispi harca tâbidir. Dosyanın tetkikinden, davacıdan başvurma harcı alınmakla birlikte nispi peşin harcın yatırılmadığı anlaşılmıştır. Harca tâbi davalarda nispi peşin harç tamamlanmadan izleyen yargılama işlemleri yapılamaz. Mahkemece, davacı erkeğe dava dilekçesinde yer alan bu istekleri ile ilgili olarak nispi peşin harcın tamamlanması için süre verilmesi(Harçlar Kanunu m. 30-32) ve harç eksikliği tamamlandığı takdirde işin esasının incelenmesi; tamamlanmadığı takdirde Harçlar Kanunu m.30 uyarınca işlem yapılması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 2.HD - Esas : 2022/2531, Karar : 2022/5132).


Avukat Baran Doğan

UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS