Esas Hakkında Savunma Nedir? (CMK 216)
Esas hakkında savunma, savcılığın esas hakkında mütalaasına karşı savunma tarafının beyan ve görüşlerini yargılamayı yapan mahkemeye bildirmesidir. Diğer bir deyişle, esas hakkında savunma, ceza mahkemesinde yapılan yargılamada mahkemenin son kararının nasıl olması gerektiği konusunda yapılan son savunmadır.
Esas hakkında savunma, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen “çelişmeli yargılama” ilkesinin zorunlu bir unsurudur. İddia makamı esas hakkında mütalaa, savunma makamı ise esas hakkında savunma ile ceza davasına ilişkin son görüşlerini bildirir. Böylece çelişmeli yargılama gerçekleşir, adil yargılanma hakkı temin edilir.
Esas hakkında savunma, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 216. maddesinde düzenlenmiştir.
Esas Hakında Savunma Ne Zaman Yapılır?
Ceza davasının açıldığı mahkeme, dava ile ilgili soruşturma aşamasında toplanmayan tüm delilleri de toplar. Toplanan deliller duruşmada ortaya konulur; ortaya konulan deliller hakkında müdahil veya vekili, savcılık, sanık veya avukatı beyanda bulunur (TCK 215). Delillerin ortaya konulması safhası bittikten sonra duruşmadan sonuç çıkarma evresi, yani mahkemenin son kararını verdiği evre başlar. Sonuç çıkarma evresi, “delillerin tartışılması” ile “duruşmanın bitmesi ve hüküm” olmak üzere iki ana bölüme ayrılabilir. Delillerin tartışılması evresi, duruşmada sonuç çıkarma evresinin ilk bölümüdür. Esas hakkında savunma, yargılamada son aşama olan duruşmada sonuç çıkarma evresinin “delillerin tartışılması” bölümünde yapılır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 216. maddesine göre, sonuç çıkarma evresinin “delillerin tartışılması” bölümünde tarafların son söz hakkına ilişkin sıra şu şekildedir:
-
Bireysel iddia makamını temsil eden müdahil (katılan) ve avukatı, herkesten önce davanın esası hakkındaki son sözünü söyler.
-
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, müdahil ve vekilinden hemen sonra esas hakkındaki görüşünü, yani esas hakkındaki mütalaasını açıklar.
-
İddia tarafı son sözlerini söyledikten sonra savunma tarafı son sözlerini söyler. Sanık ve avukatına veya sanığın kanunî temsilcisine, esas hakkında savunma yapmak üzere söz hakkı verilir.
-
Sanık duruşmada hazırsa, esas hakkında savunma yaptıktan sonra sanığa yargılamanın bitirileceği hatırlatılır ve ayrıca bir kez daha “son sözü” sorulur. Esas hakkında beyandan sonra sanığa ayrıca son söz hakkı verilmemesi savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup mutlak bozma nedenidir. Çünkü, hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması kesin bozma nedenleri arasındadır (CMK m.289/1-h).
Mütalaaya Karşı Savunma Nasıl Yapılır?
Esas hakkında savunma, sadece savcılık mütalaasına karşı yapılmaz. Savcılık mütalaasının değinmediği, ancak iddianamede yer alan veya yargılamanın önceki aşamalarında ek savunma hakkı verilerek tartışma konusu yapılan hususlara da esas hakkında savunmada yer verilmelidir. Ceza mahkemesi, savcılığın iddianame yoluyla yaptığı suç nitelendirmesiyle bağlı olmadığı gibi mütalaadaki suç vasfıyla da bağlı değildir. Bu nedenle esas hakkında savunmanın tüm dosyayı kapsayacak bir şekilde yapılması gerekir. Esas hakkındaki savunmada şu hususlara özellikle dikkat edilmelidir:
-
Delillerin Tartışılması: Delillerin tartışılması, esas ilişkin savunmanın en önemli yapılma biçimidir. Hukuka aykırı deliller tespit edilerek mutlaka mahkemenin dikkati çekilmelidir. Çünkü, hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması kesin hukuka aykırılık halleri arasında olup hükmün bozulması nedenidir (CMK m.289/1-h). Delil tartışmasında, deliller ile ispat arasında bir korelasyon kurulmalı, hangi delilin ispat açısından diğerine üstün tutulması gerektiği gerekçeleriyle açıklanmalıdır. Her delil kendine özgü özellikleri bağlamında tartışılmalıdır. Örneğin, telefon görüşmeleri “belirti”, telefon görüşmesi içeriğinin tape haline getirilerek yazılması “belge”, telefon görüşmesi içeriğini duyan birinin tanıklık etmesi “beyan” delili olarak değerlendirilir. Türleri farklı olan bu delillerin elde edilmesi, muhafazası, ileri sürülmesi ve tartışılması sırasında yapılan uygulamalar kendine özgü hukuka aykırılıklar ortaya çıkarabilir. Ceza muhakemesinde “kesin delil” kavramı yoktur. Tüm deliller mahkeme tarafından vicdani kanaat ile değerlendirilmelidir.
-
Suç Vasfının Tartışılması: Suç vasfının belirlenmesi, ceza yargılamasında uyuşmazlığın “hukuki mesele” boyutunun çözülmesi açısından önemlidir. Esasa ilişkin savunma yapılırken savcılığın mütalaada olay anlatımı veya savunmanın bakış açısına göre olay anlatımı dikkate alınarak suç vasfının ne olduğu tartışılmalıdır. Mahkumiyet kararı verilmesi halinde, sanığın cezası suç vasfına göre belirlenecektir. Örneğin, nitelikli dolandırıcılık suçu (TCK 158) teşkil ettiği savcılıkca mütalaa edilen bir eylemin, taraflar arasındaki hizmet ilişkisi nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu (TCK m.155) olduğu savunulduğunda, suçun vasfı ve ceza miktarında önemli bir değişikliğe yol açabilecek bir savunma görüşü ileri sürülmüş olur.
-
Usule İlişkin Tartışmalar: Talep edilmesine ve esasa etkili olmasına rağmen mahkeme tarafından toplanmayan deliller, eksik veya yanlış yapılan işlemler, mahkemenin uygulama hataları da (Örneğin, tanık dinlenirken taraf avukatına söz hakkı verilmemesi) esas hakkında savunma ile değerlendirilmelidir.
-
Sübutun Tartışılması: Esasa ilişkin yapılan bu tartışmada suçun sanık tarafından işlenip işlenmediği tartışılmalıdır.
Esas Hakkında Savunma İçin Süre Verilmesi
Savcılık tarafından esas hakkında mütalaa açıklandıktan sonra, sanık ve avukatının esasa ilişkin savunma yapmak üzere süre isteme hakkı vardır. Esas hakkında beyanda bulunmak üzere “makul bir süre” talep edilebilir. Makul süre, her davanın özelliğine göre (sanık sayısı, davanın karmaşıklığı, suçlamanın mahiyeti vs.) belirlenir. Yargısal uygulamada mahkemeler esas hakkında savunma hazırlamak üzere sanık ve avukatına genellikle bir duruşma aralığı kadar (2-3 ay) süre vermektedir. İstisnai durumlarda ilk verilen süreye ek olarak bir süre daha istenebilir.
Savcılık esas hakkında mütalaasını bildirdikten sonra, sanık veya avukatı savunma için makul bir süre istemek yerine tevsii tahkikat talebinde bulunabilir. Tevsii tahkikat, diğer bir deyişle kovuşturmanın genişletilmesi; daha önce araştırılmamış, incelenip tartışılmamış veya taraflarca ileri sürülmemiş yeni delillerin mahkeme aracılığıyla duruşmaya getirtilmek suretiyle yargılamaya dahil edilmesini ifade eder. Mütalaanın açıklanması ile birlikte sanık ve avukatı, mütalaa ile oluşan hukuki duruma göre mütalaaya itirazlarını bildirir, yeni deliller toplanmasını ve deliller toplandıktan sonra savcılığın yeni mütalaası üzerine savunma yapabilir. Özellikle vurgulayalım ki tevsii tahkikat talebi reddedilen sanık ve avukatına savunma yapmak üzere yeniden makul bir süre verilmelidir.
Sanığın vekaletnameli müdafilerinin hükmün verildiği duruşmaya mazeretsiz olarak katılmadığı, duruşmaya ilk defa iştirak eden ve sanığın müdafii olarak kabul ettiği avukatının, dosyanın evveliyatını bilmemesi nedeniyle esas hakkındaki savunma yapabilmek için süre talep ettiği, mahkemece söz konusu talebin duruşmayı uzatmaya matuf ve hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilip ret edildiği anlaşılmış ise de CMK’nın 150. maddesi uyarınca sanığın kendisi için müdafi seçme hakkının bulunduğu, müdafilik görevinin vekaletname ibraz etmeksizin icra edilebileceği gözetilerek duruşmaya ilk defa iştirak eden müdafiiye, esas hakkındaki savunma hazırlanması için dosya kapsamına uygun bir sürenin verilerek, süre sonunda mazeretsiz olarak savunma yapmaması sonuçlarının da hatırlatılmak suretiyle karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle savunma hakkını kısıtlayıcı biçimde uygulama yapılması, bozma nedenidir (Y16CD-2019/3061).
Esas Hakkında Savunmadan Sonra Son Söz Sanığa Aittir
Esas hakkında savunma yapıldıktan sonra mahkeme hüküm vermeden önce son sözü sanığa verir. “Son söz sanığa aittir” kuralı CMK m.216/3’te açık bir şekilde düzenlenmiştir.
İlk defa hüküm kurulurken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “Kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir. Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” ; “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir (YCGK - K.2020/224).
Ceza Davası Esas Hakkında (Son) Savunma/Beyan Dilekçesi Örneği
Somut bir ceza davasının savunma dilekçesi örneği aşağıdadır.
İSTANBUL 14. AĞIR CEZA MAHKEMESİNE
DOSYA NO : 2020/… Es.
SANIK : Medeni Çelik
MÜDAFİİ : Av. Baran Doğan
KONUSU : Esas hakkında savunmamızın sunulmasıdır.
AÇIKLAMALAR :
1-) Kolluk tarafından şirket merkezinde uygulanan arama işlemi hukuka aykırı olup elde edilen maddi bulgular hukuka aykırı delil mahiyetindedir.
Cumhuriyet Savcısı arama mahalinde hazır olmadığı halde komşulardan veya ihtiyar heyetinden iki kişi arama yapılırken hazır bulundurulmamıştır.
CMK 119/4 maddesi “Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.” hükmünü amirdir.
Polis, Cumhuriyet savcısı yerine kanunen arama mahalinde hazır bulundurulması gereken iki kişiyi hazır bulundurmadan arama işlemini yapmıştır. Arama mahalinde kural olarak Cumhuriyet savcısının hazır bulunmasının nedeni, Cumhuriyet savcısının soruşturma işlemlerini yaparken tarafsız işlem yapacağının kabul edilmesidir. Cumhuriyet savcısı hazır olamadığında ise CMK 119/4 gereği tarafsız iki gözlemcinin bu fonksiyonu yerine getirmesi sağlanmak istenmiştir.
Arama işlemi neticesinde elde edildiği iddia edilen maddi bulgular ile müvekkiller arasında doğrudan bir ilişki kurulamamıştır. Arama mahalinde cumhuriyet savcısı yerine tarafsız iki hazirun bulundurulmadan yapılan arama işlemi hukuka aykırı olup, elde edilen deliller hukuka aykırı delil niteliğinde olduğundan hükme esas alınamaz.
2-) Aranan şirketin sahibi veya eşyanın zilyedi arama işlemi sırasında hazır bulunma hakkına sahiptir. Söz konusu kişiler hazır değilse kanunen bu kişilerin yerine de arama işlemi sırasında başka kişilerin hazır bulunması mümkündür. CMK 120/1’e göre “Aranacak yerlerin sahibi veya eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir; kendisi bulunmazsa temsilcisi veya ayırt etme gücüne sahip hısımlarından biri veya kendisiyle birlikte oturmakta olan bir kişi veya komşusu hazır bulundurulur…” Kolluk şirket merkezinde arama yaparken hiç kimsenin şirkete girişine izin vermemiştir.
Arama işlemine dair tüm bu kurallar, konut ve işyeri dokunulmazlığını ihlal eden bir koruma tedbiri olan aramanın tarafsız yapılmasını sağlamaya dönüktür. CMK 120/1 maddesinde düzenlenen usule uyulmadığı içinde elde edildiği iddia edilen maddi bulguların delil değeri yoktur. Suçlamanın arama esnasında el edilen maddi bulgulara dayandığından, hukuka aykırı deliller de hükme esas alınamayacağından müvekkil hakkında beraat kararı verilmesi talep olunur.
3-) Beraat kararı verilmediği takdirde, suç vasfı savcılığın esas hakkında mütalaasında belirttiği gibi nitelikli dolandırıcılık suçu (TCK m.158) değil, basit dolandırıcılık (TCK m.157) suçu olarak değerlendirilebilir. Savcılık mütalaasında, müvekkilin nitelikli dolandırıcılık suçu (TCK m.158/1-d) nedeniyle cezalandırılmasına istemiştir. Mütalaa incelendiğinde açıkça görüleceği üzere, savcılık olayın neden basit dolandırıcılık değil de nitelikli dolandırıcılık olduğu hususunu gerekçeli bir şekilde açıklayamamıştır. İddianame ve mütalaadaki olay anlatımına göre, suç vasfının TCK m.158/1-d olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
a-) 5237 sayılı TCK’nın 158/1-d maddesinde yer alan suçun işlenebilmesi için, kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması gerekir. Bu kurum veya kuruluşların araç olarak kullanılması, isimlerinin kullanılması şeklinde değil, bu kuruluş veya kurumlara ait basılı kağıt, evrak, tanıtım kartı, kıyafetlerin kullanılması vb. şeklinde mümkündür. TCK 158/1-d fıkrasındaki suç, ancak söz konusu kurumların yukarıda sayılan “maddi varlıkları” kullanılarak işlenebilir. Mevcut dosyada bulunan TOKİ antetli evrakların TOKİ’ye ait olmadığı, TOKİ’nin böyle bir maddi varlığı olmadığı, mahkemenin yazmış olduğu müzekerreye cevaben TOKİ tarafından bildirilmiştir. Suçta kullanıldığı iddia edilen bu belgeler bir kamu kurumunun maddi varlığı olmadığına göre fiilin ne şekilde TCK m.158/1-d fıkrasında yer alan suçu oluşturduğu mütalaada açıklanmamıştır.Yerleşik tüm Yargıtay içtihatları, TCK m.158/1-d fıkrasındaki suçun, ancak kamu kurum veya kuruluşlarının maddi varlıkları kullanılarak işlenebileceğini kabul etmektedir:
Sanıkların dolandırıcılık eylemini nüfus müdürlüğünün maddi varlığı olan sahte nüfus cüzdanı ve tapu müdürlüğünün maddi varlığı olan tapu belgesini kullanarak gerçekleştirmeleri karşısında, sanıkların eyleminin 158/1-d maddesinde öngörülen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı madde ile hüküm kurulması (Yargıtay 14. Ceza Dairesi - Esas: 2013/4016 - Karar: 2014/15973).
b-) Suç vasfı belirlenirken icra hareketlerinin tamamlandığı ana kadar yapılan hareketler dikkat alınır. Mahkemenin gerekçeli kararına göre, mağdurların parayı teslim etmesiyle suç tamamlanmıştır. Dolandırıcılık suçunda mağdurun zarara uğraması ile suç tüm unsurlarıyla vücut bulur. Mevcut dosyamızdaki deliller incelendiğinde görüleceği üzere, zararın gerçekleştiği ana kadar icra edildiği iddia edilen hareketler basit dolandırıcılık suçu olarak nitelenebilir. Hatta, diğer sanık açısında hizmet ilişkisi nedeniyle “hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu” söz konusu olabilir. Savcılık bile mütalaasında bazı mağdurların parayı verdikten belli bir süre sonra kendilerine bazı evraklar geldiğini kabul etmiştir. Esasen mağdurların olay anlatımına göre, parayı verdikten sonra bazı mağdurlar kendilerine TOKİ antetli kağıt verildiğini, bazı mağdurlar ise hiçbir belge almadıklarını ifade etmişlerdir.
Olayda TOKİ’nin maddi varlığı olan belgeler kullanılmamış, kullanıldığı iddia edilen adi belgelerin ise olay içinde ne şekilde, nasıl ve ne zaman kullanıldığı suç vasfı belirlenirken esas hakkında mütalaada tartışılmamıştır. Halbuki Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, belgenin haksız menfaatin temininden önce mi sonra mı kullanıldığı suç vasfının belirlenmesinde dikkate alınır:
Katılanın ibraz ettiği ve sanık tarafından kendisine verildiğini beyan ettiği PTT Genel Müdürlüğü antetli, katılanın işe alındığını bildiren, genel müdür ve genel müdür yardımcılarının imzalarının bulunduğu belgenin, haksız menfaatin temininden önce mi sonra mı verildiği tespit edildikten sonra, eylemin 158/1-d maddesinde belirtilen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının karar yerinde tartışılmaması, (Yargıtay 15. Ceza Dairesi - Esas: 2012/19013 Karar: 2014/12351)
SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda arz ve izah edildiği üzere;
1-) Aramadan elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınamayacağından müvekkil hakkında beraat kararı verilmesi,
2-) Beraat kararı verilmediği takdirde, suç vasfına basit dolandırıcılık suçu olarak (TCK m.157) hükmedilmesini,
talep ederiz.
Esas Hakkında Mütalaa ve Savunma Yargıtay Kararları
Esas Hakkında Mütalaa Açık ve Anlaşılır Olmalıdır
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, esas hakkındaki görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve uygulanması talep edilen yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorunda olduğundan, incelemeye konu dosyada 07.09.2021 tarihli oturumda Cumhuriyet savcısı tarafından beyan edilen ve CMK’nın 216. maddesinin 1. fıkrası uyarınca duruşmada ortaya konulan delille yönelik olan “Yargıtayın usul ve yasaya, dosya içeriğine, dosyadaki tüm delillere aykırı kararına karşı direnme kararı verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur” şeklindeki sözlerin esas hakkında mütalaa olarak geçerli ve yeterli kabul edilmesi olanağı bulunmamaktadır. Ayrıca duruşmada hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan Cumhuriyet savcısının bozmaya uyulmasına yönelik talebinden sonra, bu talebe yönelik sanık ve müdafisine söz verildikten sonra yargılama bitirilerek hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216. maddesinin 3. fıkrasına açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Dolayısıyla Yerel Mahkemece Cumhuriyet savcısının esasa ilişkin görüşü alınmadan, hazır bulunan sanık ve müdafisine esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan ve sanığa son söz hakkı verilmeden direnme kararına konu hükmün kurulması suretiyle sanığın savunma hakkı kısıtlanmıştır (Ceza Genel Kurulu 2022/246 E. , 2022/371 K.).
Esas Hakkında Mütalaaya Karşı Savunma Yapmak İçin Süre Verilmemesi Hak İhlalidir
Anayasa Mahkemesi savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkına ilişkin ilkeleri Ufuk Rifat Çobanoğlu kararında belirlemiştir. Buna göre suç isnadı altındaki kişiye savunma için yeterli zamanın yargılamayı adil olmaktan çıkarmayacak şekilde tanınması, yargılamanın makul bir sürede sonuçlandırılmasını olumsuz etkilememelidir. Diğer bir ifadeyle yargılama, savunma için gerekli zamana sahip olma hakkını zedeleyecek şekilde aceleye getirilmemeli; anılan hakkın gerçek anlamda kullanılmasını mümkün kılacak bir süratle sonuçlandırılmalıdır. Bunların yanında yargılama sürecindeki esaslı işlemlere karşı süre verilmemesi, başvurucunun savunmasını hazırlayıp mahkeme önünde dile getirebilmesi ve böylece yargılamaların sonucunu etkileyebilmesi noktasında iddia makamına nazaran dezavantajlı bir duruma düşmesine sebebiyet verebilir.Yargılama sürecinde ortaya çıkan ve mahkemenin kararını esaslı bir şekilde değiştirebilecek nitelikteki yeni durumlarda suç isnadı altındaki kişiye gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanması icap eder (Ufuk Rifat Çobanoğlu, §§ 35-49).
Somut olayda başvurucunun cezalandırılması talebini içerir esas hakkındaki mütalaanın sunulduğu celsede Mahkeme “sanık müdafiinin talebinin yargılamanın sürüncemede kalmasına yönelik olduğu” gerekçesiyle başvurucunun savunma için ek süre talebini reddetmiştir. Söz konusu ret gerekçesinin somut olaya uygun olduğu söylenemez. Keza iddianamenin düzenlendiği 3/7/2017 tarihinden başvurucu müdafiinin esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak için süre talebinde bulunduğu 27/4/2018 tarihine kadar 9 ay 24 günlük bir süre geçtiği ve yargılamanın da dört celsede tamamlandığı nazara alındığında başvurucu müdafiine savunmasını hazırlaması için uygun bir süre verilmesinde yargılamanın makul sürede tamamlanmasını engelleyecek bir durum söz konusu değildir.
Esas hakkındaki mütalaanın sunulmasının başvuruya konu yargılama sürecinde ortaya çıkan ve mahkemenin kararını esaslı bir şekilde değiştirebilecek nitelikteki bir işlem olduğu tartışmasızdır. Yargılama bir bütün olarak değerlendirildiğinde -somut olayın özel koşullarında- esaslı bir işleme karşı savunma yapmak için süre talebinin Mahkemece reddedilmesinin savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır. Başvurucunun gerekçeli karardan sonra esas hakkındaki mütalaaya karşı -üst yargılama aşamasında- yazılı olarak iddia ve itirazlarını dile getirmesi de mahkûmiyet kararını veren hâkim önünde savunma yapma noktasındaki dezavantajlı durumunu telafi etmemiştir (Anayasa Mahkemesi - Başvuru No: 2019/24514).
Esas Hakkında Savunma Yapmak Üzere Makul Süre Verilmemesi Hukuka Aykırıdır
06.04.2018 tarihli 2 nci celsede Cumhuriyet savcısı tarafından sunulan esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak için süre isteyen sanık müdafiinin talebinin, “İddianamede sanığın silahlı terör örgütü üyesi olması suçundan cezalandırılmasının talep edildiği, esas hakkındaki mütalada da aynı sevk maddesine göre cezalandırılmasının istenildiği, iddianameden bu tarafa sanık hakkında aleyhe bir delilin dosyaya gelmediği, sanığın müdafiinin vekaletnamesinin 08.11.2017 tarihli olduğu, mahkememiz dosyasının 2 nci celsesinin yapıldığı ve CMK’nın 190 ıncı maddesine göre duruşmanın kesintisiz yapılmasının gerektiği anlaşıldığından, süre talebinin reddine” karar verilmesi nedeniyle, savunma hakkının kısıtlanmasına yol açacak ve bu hakkın kullanılmasını etkisiz kılacak şekilde makul süre verilmeyerek 5271 sayılı Kanun’un 176 ncı maddesinin dördüncü ve 190 ıncı maddesinin ikinci fıkraları ile 216 ncı maddelerine muhalefet edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması, nedeniyle, sanık hakkında kurulan hüküm hukuka aykırı bulunmuş ve bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 3. Ceza Dairesi 2021/19270 E. , 2023/5728 K.).
Avukat Baran Doğan
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.