Temyiz Nedir?
Temyiz, istinaf mahkemesinin bozma kararı dışında kalan hükümlerinin hukuki yönden yeniden incelenmesi için bir ceza davasının taraflarına tanınan olağan bir kanun yoludur. Esasen temyiz, üst mahkemede açılan yeni bir tür davadır. Taraflar, temyiz başvurusu ile istinaf mahkemesi kararının değiştirilmesini veya bozulmasını talep ederler. İstinaf ceza dairelerinin kararlarının temyiz incelemesi bir üst mahkeme tarafından, yani bir temyiz mahkemesi olan Yargıtay tarafından yapılır.
İstinaf sonrası temyiz incelemesi “sebebe bağlı” olup “hukuksal denetimle” sınırlıdır. Temyizde kural olarak maddi vaka denetimi, diğer bir ifadeyle sübut denetimi yapılamaz. İlk derece mahkemesi ve son tahlilde istinaf mahkemesinin maddi vaka konusundaki kabulü akla, mantığa, ilme ve fenne aykırı ise bu durumda istisnaen maddi vaka yani sübut konusuna da girilebilir. Bir örnekle açıklamak gerekirse; ilk derece mahkemesi ve istinaf, sanığın mağdurun kendisine “hödük” demesine kızarak ona karşı kasten yaralama suçunu işlediğini kabul etmiş, bu sebeple sanık hakkında haksız tahrik altında kasten nitelikli yaralama suçundan verilen cezada indirim yapılmış ve katılan da “Ben … hödük demedim. O nedenle haksız tahrik indirimi yapılmamalıydı” biçiminde bir gerekçeyle hükmü temyiz etmiş olsun. İlk derece ve istinaf mahkemesince hödük denildiğinin kabul edilmesi konusunun irdelenmesi bir maddi vaka denetimi yani sübut denetimi olup, kural olarak temyiz denetiminde bu konuya girilmemelidir. Ancak; “hödük” kelimesinin ne manaya geldiği, bu sözün haksız fiil teşkil edip etmediği, somut olayda tahrik hükümlerinin nasıl yorumlanıp, uygulandığı hususlarının denetlenmesi ise; hukuksal denetimdir ve temyizde yapılması gereken de budur. Mağdur temyiz dilekçesinde, “ … doğuştan sağır dilsizim, bu sebeple hödük demem mümkün değil deyip, dilekçe ekinde de de buna dair sağlık kurulu raporu ibraz etmiş ise, bu kabul; akla, mantığa, ilme ve fenne aykırı olacağından artık vaka denetimi yapılabilir (Y6CD-K.2021/9993).
Hukuk Davası Temyiz Kanun Yolu Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (hmk), bu yazımızın konusu olan ceza davası temyiz kanun yolu ise Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (cmk) düzenlenmiştir.
Temyiz Süresi Ne Kadardır?
Temyiz süresi, istinaf mahkemesi kararının hükmün gerekçesiyle birlikte tebliğ edildiği tarihten itibaren iki haftadır (CMK 291/1). Temyiz süresinin başlayabilmesi için mahkemenin gerekçeli kararının taraflara tebliğ edilmiş olması gerekir.
Kimler Temyiz Hakkına Sahiptir?
İstinaf mahkemesi kararını temyiz edebilmek için davanın tarafı olmak gerekir. Bir davanın sanığı, yani yargılanan kişi, davanın tarafı olduğu için temyiz hakkına sahiptir. Davanın sanığı temyiz hakkını temyiz süresi içinde bizzat kullanabileceği gibi yasal temsilcileri (vasi, anne-baba vs.), avukatı veya eşi de sanık adına temyiz başvurusu yapabilir.
Davaya müdahil olan kişiler (şikayetçiler, mağdurlar, suçtan zarar gören üçüncü kişiler) de davanın tarafı olduklarından yerel mahkeme kararını temyiz hakkına sahiptir. Herhangi bir davaya müdahale talebinde bulunup da bu talebi yerel mahkeme tarafından reddedilenler ile katılan olabilecek şekilde suçtan zarar görenler temyiz hakkına sahiptir (CMK md. 260).
Cumhuriyet savcısı sanığın lehine veya aleyhine temyiz başvurusu yapabilir (CMK md. 260/3). Ancak cumhuriyet savcısı, sanığın yararına yanlış uygulanan “hukuk kurallarına aykırılık” olduğu gerekçesiyle hükmün bozulması amacıyla temyiz hakkına sahip değildir (CMK md. 290).
Temyiz Başvurusu Nasıl Yapılır?
Temyiz başvurusu, hükmü veren istinaf mahkemesi ceza dairesine bir Temyiz Dilekçesi verilerek yapılır. Temyiz dilekçesinde temyiz nedenlerine yer verilmelidir. Sanığın mahkum olduğu ceza miktarı ne olursa olsun kendiliğinden temyize tabi mahkeme kararları yoktur. Mevcut kanunda (CMK m.272/1-2.cümle) istinaf incelemesi açısından 15 yıl veya daha fazla hapis cezaları için resen istinaf düzenlenmiş, ancak eski CMUK döneminde düzenlenen resen temyiz kurumuna mevcut kanunda yer verilmemiştir.
Sanık, cezaevinde tutuklu veya hükümlü olarak tutuluyorsa temyiz başvurusunu bulunduğu cezaevi müdürlüğüne temyiz dilekçesi vererek kullanabilir.
Temyiz Dilekçesinde Temyiz Sebebi Göstermek Zorunlu mudur?
Temyiz başvurusu yapan kişi, temyiz sebebini bildirmekle yükümlüdür. İstinaf başvurusunda istinaf sebebi bildirilmese bile, istinaf mahkemesi istinaf incelemesini yapacaktır. Ancak, aynı durum temyiz başvurusu için sözkonusu değildir. Temyiz başvurusunda temyiz sebeplerini bildirme zorunluluğu vardır. Ceza temyiz dilekçelerinde sebep bildirilmediği takdirde temyiz istemi Yargıtay tarafından reddedilmektedir. Temyiz dilekçesinde somut bir temyiz sebebi bulunmadığı taktirde, usulüne uygun bir temyiz davası açılmadığı kabul edilmektedir. Usulüne uygun bir temyiz davasının açılmadığı hallerde temyiz incelemesi yapılmamakta veya sınırlı bir inceleme yapılmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, “karar hukuka aykırıdır, karar kanuna aykırıdır” şeklindeki beyanları temyiz sebebi olarak kabul etmiş ve hükmün 5271 sayılı CMK’nın 288.maddesi kapsamında temyiz incelemesinin yapılması gerektiğine hükmetmiştir (CGK-K.2020/194, K.2020/197).
İstinaf Mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucunun, hem maddi olay hem de hukuki denetim yapacak olan istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken (5271 sy.CMK madde 273/4), incelemesi hukuki denetimle sınırlı (CMK madde 294/2) olan temyiz yolunda; mülga 1412 sayılı CMUK’tan (madde 305.) da farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde/layihasında temyiz edenin hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini/temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu (CMK madde 294/1) şart koşmuş ve temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermemesi durumunda;tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkı bulunmaması hallerinde olduğu gibi usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden temyiz isteminin reddedilmesini (CMK madde 298) emretmiş olmasına, anılan kanunun 289. maddesinin, usulüne uygun açılmış bir temyiz davasının “sınırlı inceleme ilkesinin” bir istisnasını teşkil etmesine, şartları ve usulü açık bir şekilde ortaya konulmak şartıyla (AİHM Galstyan/Ermenistan Başvuru no; 26986/03 15.01.2007 t.) öngörülen usul şartlarına uyulmaması sebebiyle kanun yolu başvurusunun reddedilmesinin bu hakkın ihlali sonucunu doğurmayacağının (AİHM Sjöö/İsveç Başvuru no; 37604/97) da istikrar kazanmış yargısal kararlarla kabul edilmesine nazaran; sanığın 30.10.2017 tarihli temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediği anlaşılmakla; temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir (Y16CD-K.2018/1169).
Sanık müdafii tarafından süre tutum dilekçesinin gerekçeyi içermemesi, tebliğ edilen gerekçeli karardan sonra da gerekçeli temyiz dilekçesi verilmemesi, karşısında 5271 sayılı CMK. nun 288, 294, 295/1. maddeleri dikkate alınarak sanık müdafinin temyiz talebinin CMK. nun 298/1. maddesi uyarınca REDDİNE karar verildi (Y8CD-K.2018/11675).
Temyiz sebebi bildirilmeden, sadece gerekçesiz süre tutum dilekçesi ile yapılan temyiz başvuruları reddedileceği gibi usulüne uygun bir temyiz davası olmadığı için CMK m.289’da yer alan kesin hukuka aykırılık halleri dahi resen incelenemeyecektir. (Y16CD-K.2018/1765).
Temyiz nedeni gösterilmeden yapılan temyiz başvurusu Yargıtay tarafından usulden reddedilecektir:
5271 sayılı CMK’nın 294/1. maddesinde yer alan “Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.” şeklindeki düzenleme de gözetilerek yapılan değerlendirmede, katılan Bakanlık vekilinin temyiz dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebi göstermediği anlaşıldığından, vaki temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298/1. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir (Y14CD-K.2018/5527).
Temyiz dilekçesinde hangi temyiz sebepleri gösterilmişse Yargıtay temyiz incelemesini o sebeplere hasrederek yapacaktır. Temyiz başvurusunda gösterilen temyiz nedenleri dışındaki hukuka aykırılıklar, kesin hukuka aykırılık olsa bile, inceleme konusu yapılamayacaktır:
Sanık müdafiinin temyiz dilekçesi içeriğinde gösterdiği sebepler arasında sanık hakkında tekerür hükümlerinin uygulanamayacağı bulunmadığından 5271 sayılı CMK’nın 294. maddesi de gözetilerek sanığın mükerrir olup olmadığı konusunda inceleme yapılamamıştır. Ancak; Tekerrüre esas alınan ilama konu suçu işlediği tarihte 18 yaşını doldurmamış olduğu anlaşılan ve kayıt içeriğine göre başkaca tekerrüre esas mahkumiyeti bulunmayan sanık hakkında hükmolunan cezanın, mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve denetimli serbestlik tedbirine karar verilmesi suretiyle 5237 sayılı TCK’nın 58/5. maddesine aykırı davranılması hususu hukuka açık aykırılık teşkil ettiğinden ve sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde sebep olarak gösterilmediğinden Dairemizce inceleme konusu yapılamayan bu hususta kanun yararına bozma yoluna gidilmesi mümkün görülmüştür. 5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ‘‘Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.’’, aynı Kanunun 294. maddesinin ‘‘Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.’’ ve aynı Kanunun 301. maddesinin ‘‘Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.’’ şeklinde düzenlendiği de gözetilerek sanık müdafiinin temyiz isteminin katılanın zararının bulunmadığı, sanığın hırsızlık kastının olmadığı ve alt sınırdan uzaklaşılarak uygulama yapılması ile TCK’nın 43. maddesinin uygulanmasının hatalı olduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede; Oluş ve dosya içeriğine göre, sanığın diğer sanık … ile birlikte katılana ait inşaatın şantiye alanından bir gün ara ile inşaat demirlerini alması şeklinde gerçekleşen olayda, katılanın toplam zararının 20.000 TL olduğuna ve zararının giderilmediğine ilişkin beyanı da gözetilerek sanık hakkında alt sınırdan uzaklaşılarak hüküm kurulmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı gibi koşulları oluşmadığından sanık hakkında kurulan hükümde TCK’nın 168. maddesi uyarınca indirim yapılmasının mümkün olmadığı anlaşılmakla, Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf isteminin esastan reddine dair kararı hukuka uygun bulunduğundan, sanık … müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, 5271 sayılı CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan bölge adliye mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ ile HÜKMÜN ONANMASINA karar verilmiştir.(Y13CD-K.2018/5609).
Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir (CMK m.294/1).
Temyiz Başvurusu Usulünde Yanılma
Temyiz başvurusu yapan kişi, temyiz dilekçesini hangi mahkeme veya birime vereceği konusunda yanılabilir. Yanlış mahkemeye veya birime verilen temyiz dilekçesi, başvuranın temyiz hakkının kaybolmasına yol açmaz. Yanlış merciiye verilen temyiz dilekçesi, temyiz süresi içinde verilmişse geçerli kabul edilir. Yetkili olmadığı halde temyiz dilekçesini alan mercii, dilekçeyi derhal görevli ve yetkili mahkemeye göndermek zorundadır (CMK md. 264).
Temyiz Edilemeyen İstinaf Mahkemesi Kararları
İstinaf mahkemeleri bozma kararı dışında kalan tüm kararları için temyiz başvurusu yapılabilir (CMK md. 286). Ancak, hükmedilen cezanın miktarı dikkate alınarak bazı istinaf mahkemesi kararları aleyhine temyiz kanun yolu kapatılmıştır. Yani, bazı hallerde ilk derece mahkemesinin verdiği karar istinaf incelemesi neticesinde kesinleşir. İstinaf mahkemesinin aşağıdaki kararları aleyhine temyiz başvurusu yapılamaz:
-
Miktarı ne olursa olsun adli para cezasına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine dair istinaf mahkemesi kararları temyiz edilemez (CMK md. 286/2-a).
-
5 yıl (dahil) veya daha az hapis cezalarına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine dair istinaf mahkemesi kararları temyiz edilemez (CMK md. 286/2-a). Ancak, yerel mahkeme 5 yıldan az ceza vermesine rağmen, istinaf başvurusu üzerine istinaf mahkemesi yerel mahkemenin verdiği cezayı arttırırsa, bu karara karşı temyiz başvurusu yapılabilir (CMK 286/2-b). Örneğin, herhangi bir bilişim suçu nedeniyle yerel mahkeme tarafından 3 yıl hapis cezası verilen bir kişinin cezası istinaf mahkemesi tarafından arttırılarak 4 yıla çıkartılırsa, ceza miktarı 5 yılın altında olmasına rağmen bu karara karşı temyiz başvurusu yapılabilir.
-
İlk defa istinaf mahkemesince verilen ve 272 nci maddenin üçüncü fıkrası kapsamı dışında kalan mahkûmiyet kararları hariç olmak üzere, ilk derece mahkemelerinin görevine giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adlî para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları aleyhine temyiz kanun yoluna gidilemez (CMK md.286/2-d).
-
Aynı hükümde yer alan hapis cezalarının toplamı 5 yılı geçse dahi, istinaf mahkemesinin bu kararlarına karşı da temyiz kanun yoluna başvurulamaz (CMK md. 286/2-h). Örneğin, aynı istinaf mahkemesi hükmünde dolandırıcılık suçu nedeniyle 2 yıl 6 ay hapis cezası, resmi evrakta sahtecilik suçu nedeniyle 3 yıl 4 ay hapis cezası alan bir kişinin toplam ceza miktarı 5 yıl 10 ay olmasına rağmen temyiz kanun yoluna başvurma hakkı yoktur.
-
On yıl veya daha az hapis cezasını veya adlî para cezasını gerektiren suçlardan, ilk derece mahkemesince verilen beraat kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin istinaf mahkemesi kararları aleyhine temyiz kanun yoluna gidilemez(CMK md. 286/2-f).
-
Eşya veya kazanç müsaderesine veya bunlara yer olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine dair istinaf mahkemesi kararları aleyhine temyiz kanun yoluna gidilemez (CMK md. 286/2-e).
-
Davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak istinaf mahkemesince verilen bu tür kararlar veya istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar aleyhine temyiz kanun yoluna gidilemez (CMK md. 286/2-g).
Özellikle belirtelim ki, İstinaf mahkemesinin ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararını kaldırarak sanığın beraatine karar verdiği hallerde, İstinaf mahkemesinin beraat kararı temyize tabidir (Y13CD-K.2018/14896).
Aşağıdaki suçlar nedeniyle verilen hükümler ceza miktarına bakılmaksızın temyiz edilebilir (CMK m.286/3-a):
-
Hakaret (madde 125, üçüncü fıkra),
-
Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit (madde 213),
-
Suç işlemeye tahrik (madde 214),
-
Suçu ve suçluyu övme (madde 215),
-
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (madde 216),
-
Kanunlara uymamaya tahrik (madde 217),
-
Cumhurbaşkanına hakaret (madde 299),
-
Devletin egemenlik alametlerini aşağılama (madde 300),
-
Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama (madde 301),
-
Silâhlı örgüt (madde 314), (Örgüt adına suç işleme-TCK m.220/6 ve örgüte yardım etme-TCK m.220/7 suçları da temyize tabidir.)
-
Halkı askerlikten soğutma (madde 318),
-
Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası ile 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar,
-
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrası, 31 inci maddesi ve 32 nci maddesinde yer alan suçlar.
-
Avukatların, avukatlık görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar (1136 sayılı kanun m.59).
Cumhuriyet Savcısı ve Sanığın Kararı Temyizi Halinde Olası Sonuçlar
Cumhuriyet savcısı, yargılanan kişinin lehine veya aleyhine temyiz başvurusu yapabilir (CMK md. 260/3). Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesi verirken kararı sanığın lehine mi aleyhine mi temyiz ettiğini belirtmek zorundadır . Cumhuriyet savcısı sanık lehine başvuru yaptıktan sonra sanığın rızası olmadan temyiz başvurusundan vazgeçemez (CMK md. 266)
Cumhuriyet savcısının sanığın aleyhine temyiz başvurusu yapması halinde, sanık temyiz hakkını kullanmamış olsa bile, hüküm sanık lehine Yargıtay tarafından değiştirilebilir veya bozulabilir. Aynı şekilde müdahil tarafın aleyhe temyizi de kararın sanık lehine bozulmasını sağlayabilir ( Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2010/87 karar).
Cumhuriyet savcısı sanık lehine temyiz başvurusu yaptığında, karar sanık aleyhine bozulsa dahi verilecek yeni hükümdeki ceza miktarı eski hükümdeki ceza miktarından fazla olamaz (CMK md. 265).
Sanık yerel mahkeme kararını temyiz edebilir veya hakkında temyiz dilekçesi verdiği kararı dilediği zaman temyiz etmekten vazgeçebilir. Sanığın yerel mahkeme kararını temyiz etmesi halinde, aleyhe temyiz yoksa ceza miktarı yönünden kararın aleyhe bozulması mümkün değildir. Ancak suç vasfı yönünden karar aleyhe bozulabilir. Bu halde Yargıtay’ın bozma kararı üzerine, yerel mahkeme sanığa eski cezayı vererek sadece suç vasfını değiştirebilecektir. Örneğin, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yargılanan bir sanık yağma suçundan değil, hırsızlık suçundan 3 yıl ceza almıştır. Sanığın bizzat kendisinin temyizi üzerine Yargıtay suç vasfının hırsızlık değil, gasp olduğuna karar vermiştir. Sanığın temyizi dışında aleyhe temyiz de yoktur. Bu durumda bozma üzerine davayı yeniden el alacak olan yerel mahkeme, suç vasfının yağma olduğuna karar verecek, ancak yağmanın cezası yüksek olduğu ve aleyhe temyiz olmadığı için sanığa yalnızca 3 yıl ceza verecektir. Hemen şunu belirtmek gerekir ki, suç vasfı ceza miktarı yönünden olmasa da infaz hukuku açısından hükümlünün bazı hak, olanak ve statülerinde değişiklik yarattığından bu şekildeki uygulama ister istemez sanığın aleyhine olmaktadır. Bu nedenle, bu düzenleme hak arama özgürlüğüne zarar veren bir düzenlemedir.
Temyiz konusunda sanık ile avukatının iradesi çelişirse, örneğin sanığın hükmü temyiz etmek istememesine rağmen avukatı temyiz başvurusu yaparsa, kural olarak asilin iradesine üstünlük tanınır. Ancak, onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olan sanığın iradesi ile avukatının iradesi çelişirse avukatının iradesine üstünlük tanınır (CMK md. 266/3)
Temyiz Başvurusu ve Etkisi
Süresinde yapılan temyiz başvurusu hükmün kesinleşmesini engeller. Yani, istinaf mahkemesi tarafından verilen hüküm aleyhine yapılan temyiz başvurusu bir yargıtay kararı ile neticeleninceye kadar hüküm infaza verilemez. Temyizin sanığın lehine veya aleyhine olmasının hiçbir önemi yoktur. Her iki halde de istinaf mahkemesi kararının temyiz edilmesi hükmün kesinleşmesini engeller.
Temyiz ve Duruşma
Temyiz incelemesi, kural olarak dosya üzerinden yapılır. Ancak, 10 yıl veya daha fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerde, Yargıtay, incelemelerini uygun görmesi halinde duruşma yoluyla yapabilir. Sanık, müdahil veya cumhuriyet savcısının talebi üzerine veya Yargıtay tarafından kendiliğinden hükmün temyiz incelemesi takdiren duruşmalı yapılabilir.
Sanık tutuksuz yargılanmakta ise temyiz duruşmasında kendi hazır bulunabileceği gibi avukatı da hazır bulunabilir. Ancak sanık tutuklu ise temyiz duruşmasında hazır bulunma hakkı yoktur (CMK 299/2).
Temyiz Başvurusunun “Esastan Reddine” (Onama) veya Düzelterek Onama
Yargıtay, yapacağı temyiz incelemesi sonucu istinaf mahkemesi kararı aleyhine yapılan temyiz başvurusunun “esastan reddine” karar verebilir. Yargıtay’ın esastan red kararı, istinaf mahkemesi hükmünün hukuka uygun bulunduğu anlamına gelir. Yargıtay’ın bu şekilde verdiği kararına “onama kararı” da denilmektedir. Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonucu hükmü onaması halinde istinaf mahkemesi tarafından verilen hüküm kesinleşir. Sanık bu aşamadan sonra olağan kanun yollarını tüketmiş olduğundan hüküm infaza verilebilir. İstinaf mahkemesi (bölge adliye mahkemesi) hükmünün temyiz incelemesi neticesinde onanması halinde; sanığın, kararın düzeltilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuru yapma hakkı vardır.
Düzelterek onama, istinaf mahkemesi tarafından verilen hükümde yer alan basit hataların temyiz incelemesi sırasında düzeltilerek hükmün onanmasıdır. Düzelterek onama kararı verilebilmesi için yerel mahkemenin yaptığı hatanın yeniden yargılama yapmayı gerektirmeyecek ölçüde basit bir hata olması gerekir. Örneğin, TCK md. 53 hükümlerinin uygulanmaması, yargılama giderlerine yanlış hükmedilmesi, ceza hesaplanırken matematiksel hata yapılması vb. gibi hatalar, yeniden yargılamayı gerektirmeyen basit hatalar olduğundan “düzelterek onama” yolu ile hükümde yer alan yanlışlıklar düzeltilebilir.
Temyiz İncelemesinden Sonra “Kararın Düzeltilmesi” Başvurusu (CMK md. 308)
Yargıtay’ın onama kararından (temyiz isteminin esastan reddine) sonra olağanüstü bir kanun yolu olan “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na kararın düzeltilmesi” için başvurulabilir. Kararın düzeltilmesi kanun yolu, hakkındaki hüküm temyiz incelemesinden sonra kesinleşen sanık tarafından talep edilebileceği gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca kendiliğinden de işletilebilir. Kararın düzeltilmesi yolu, özellikle savcılık tebliğnamesine (savcılık görüşü) aykırı verilen daire kararlarına karşı etkin bir yoldur. Örneğin, savcılık yerel mahkeme hükmünün bozulmasını talep etmiş, Yargıtay Ceza Dairesi ise onama kararı vermişse kararın düzeltilmesi yoluna başvurulması gerekir.
Kararın düzeltilmesi yolu, olağanüstü bir yargı yoludur. Bu nedenle, kararın düzeltilmesi talebinde bulunulması hükmün infazını durdurmaz.
Temyiz İncelemesi ve Hükmün Bozulması
Yargıtay Ceza Dairesi, temyiz incelemesi sonucu hükmü bozarsa hüküm yine kesinleşmez. Temyiz incelemesi sonucu ilk derece mahkemesi veya istinaf mahkemesinin kararının Yargıtay tarafından bozulması halinde dosya yeniden istinaf mahkemesine veya ilk derece mahkemesine gönderilir. Dosya kendisine gönderilen mahkeme, tarafları davet ederek eski hükümde direnme kararı verebilir veya bozma çerçevesinde yeniden bir yargılama yapabilir.
Bozma sonrası yapılacak yeni yargılamada, sanığın bozma öncesi kazanılmış hakları varsa, yargılama neticesinde verilecek yeni hükümde bu kazanılmış haklara riayet edilmelidir. Örneğin, adam yaralama suçu nedeniyle 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılan sanık aleyhine temyiz yoksa; hüküm, Yargıtay tarafından başka nedenlerle birlikte suçun adam öldürmeye teşebbüs suçu olduğu gerekçesiyle bozulmuşsa, yapılacak yeni yargılamada artık sanığa 3 yıldan fazla ceza verilemez. Çünkü, sanık aleyhine temyiz olmadığı için “usuli kazanılmış hak” kurumu devreye girer.
Yargıtaydan verilen bozma kararına uyulması hâlinde ilk derece mahkemesi tarafından verilen karara karşı, istinaf veya temyiz sınırlarına bakılmaksızın sadece temyiz yoluna başvurulabilir (CMK m.307/3).
Bozmaya Karşı Direnme Kararı (CMK m.307/4)
Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır.
Direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir. Daire, mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir. Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez.
Yapılacak yeni yargılamada verilen hüküm de taraflarca istinaf ve temyize konu edilebilir. Yukarıda anlatılan tüm prosedür, bozma sonrası yapılacak yeni yargılamada da geçerlidir.
“Temyiz Kanun Yolu Başvurusu” Seminer Videosu
Avukatlara yönelik düzenlenen kanun yolu seminerinin “temyiz kanun yolu” bölümüne ilişkin VİDEO kaydı aşağıdadır:
Ceza Temyiz Kanun Yolu Yargıtay Kararları
İstinaf Kanun Yoluna Başvurmayan Tarafın da Temyiz Hakkı Vardır
Temyiz kanun yoluna ilişkin özel düzenlemelerin yer aldığı CMK’nın 286 ila 307. maddeleri arasında temyiz yoluna başvurabilecek kişilere ilişkin bir düzenleme bulunmamakta ise de kanun yollarına ilişkin genel hükümlere göre başvurma hakkına sahip olanların olağan kanun yollarından olan temyize de başvurabileceği, temyiz kanun yoluna başvurma hakkı bulunanların CMK’nın 260. maddesinde, istinaf üzerine bölge adliye mahkemesi ceza dairelerince verilen hükümlerden hangilerine karşı temyiz kanun yoluna başvurulamayacağı hususunun ise CMK’nın 286. maddesinde açıkça düzenlendiği, istinaf kanun yoluna başvurmayan tarafın, Bölge Adliye Mahkemesi hükmünü temyiz etmeye hakkı bulunmadığına ilişkin bir sınırlamaya gerek temyize hakkı olan kişiler bakımından gerek de temyiz edilemez hükümler bakımından Kanun’da yer verilmediği, kanun yoluna başvurma hakkı olanlara temyize ilişkin Kanun’la sınırlama getirilmediği için yoruma açık olmayan bir konuda herhangi bir sınırlayıcı hüküm içermeyen kanuni düzenlemelerin, bir temel hak ve özgürlük olan mahkemeye erişim hakkını daraltıcı şekilde yorumlanıp içtihatlarla sınırlandırılamayacağı, aksinin kabulünün Anayasamızın temel hak ve hürriyetler arasında yer verdiği Hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı ile AİHS’nin 6. maddesinde yer bulan adil yargılanma hakkının ihlaline yol açabileceği, sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılığın, sanık aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet savcısına bir hak vermeyeceği yönündeki düzenleme dışında temyize hakkı bulunanlar bakımından CMK’da bir sınırlama getirilmediği, öte yandan resen istinafın kabul edilmesine rağmen resen temyizin kabul edilmediği anlaşılan CMK’daki temyiz yoluna ilişkin hükümler değerlendirilirken istinaf kanun yoluna başvurmayan tarafın, temyize hakkı bulunmadığı yönünde bir değerlendirme de yapılamayacağı, temyiz edenin buna hakkı olup olmadığı ile hükmün temyiz edilemez olmasının birbirinden farklı kavramlar olması sebebiyle temyiz eden tarafın temyize hakkı olup olmadığına ilişkin değerlendirme yapılırken, ilk derece mahkemesi hükmünün Bölge Adliye Mahkemesince (lehe/aleyhe) değiştirilip değiştirilmediğinin dikkate alınamayacağı, istinaf üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın niteliğinin CMK’nın 286. maddesine göre ele alınıp temyiz edilebilir kararlardan olup olmadığının da ayrıca değerlendirilmesi gerektiği, henüz doğmamış bir haktan feragat edilemeyeceği gibi istinaf kanun yoluna başvurulmamasının temyiz kanun yolundan feragat edildiği anlamına da gelmeyeceği, sonuç olarak temyiz kanun yoluna başvurmak için istinaf kanun yoluna başvurmuş olmak şeklinde Kanun’da bir şart aranmadığı anlaşıldığından, ilk derece mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda kurulan hükme yönelik ilk derece mahkemesinde görev yapan Cumhuriyet savcısının istinaf kanun yoluna başvurmamasının, (aleyhe ya da lehe herhangi bir başvuruda bulunmamasının) bir önemi bulunmadığı, bu durumda dahi Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısının temyiz talebinde bulunma hakkı olduğu için CMK’nın 298. maddesince temyiz talebinin reddedilemeyeceği, CMK’nın 307/5. maddesinde yer alan ‘‘ceza miktarı bakımından kazanılmış hak’’ hususunun ise temyiz incelemesi sırasında ayrıca gözetilmesi gerektiği kabul edilmelidir (Ceza Genel Kurulu 2023/246 E. , 2023/582 K.).
Temyiz Nedenleri ve Temyiz İncelemesi
5271 sayılı CMK’nın “Temyiz başvurusunun içeriği” başlığını taşıyan 294. maddesi ise;
“1- Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
2- Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’dan farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür.
Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir. 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca temyiz dilekçesinin, örneğin; “Hükmü temyiz ediyorum.” şeklindeki dilekçelerde olduğu gibi herhangi bir temyiz sebebi içermemesi durumunda tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkının bulunmaması hâllerinde olduğu üzere usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden temyiz isteminin reddi gerekir.
…Temyiz nedeninin, maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması hâlinde ise maddi hukuka aykırılık nedeniyle hükmün temyiz edilmesi yeterli olup cezaî yaptırımların kişiler üzerindeki telafisi mümkün olmayan ağır sonuçları da gözetilerek somut olayda adaleti gerçekleştirme ve doğru bir hüküm oluşturma ile yükümlü olan Yargıtayca dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar tespit edilip temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılması gerekecektir.
Nitekim, 5271 sayılı CMKnın 301. maddesinin Hükümet Tasarısı
ndaki Gerekçesinde; “Yargıtay, yalnız temyiz dilekçesi veya beyanında maddi hukuk kurallarına aykırılık nedeniyle ileri sürülen hususlarla, temyiz istemi yargılama hukukuna ilişkin kuralların uygulanmaması veya eksik veya yanlış uygulanmasından dolayı yapılmışsa bu olgular hakkında inceleme yapar.” açıklamalarına yer verilerek temyiz sebebinin hangi hukuka aykırılık iddiasına dayandırıldığının gösterilmesi; muhakeme hukukuna aykırılık iddiasına ilişkin temyiz taleplerinde hiç uygulanmayan, eksik veya yanlış uygulanan usul kuralları ile buna dayanan maddi olguların ileri sürülmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Öğretide de temyiz sebeplerinin muhakeme hukukuna ve maddi hukuka ilişkin olarak ileri sürülmesi bakımından; “Maddi hukuk normlarına ilişkin temyiz başvurularında sebep gösterilmesi zorunluluğunun Yargıtay incelemesinde önemli bir sınırlama içermediği, muhakeme hukukuna aykırılık nedeniyle hüküm temyiz ediliyorsa hükmü temyiz edenin, bu aykırılığa temel oluşturan maddi olguları göstermek zorunda iken maddi hukuka aykırılıkta, maddi hukuka aykırılıktan dolayı hükmün temyiz edildiğinin belirtilmesinin yeterli olduğu, Yargıtayın maddi hukuk normlarının tümünü göz önünde tutup inceleme yapması gerektiği” (Serap Keskin Kiziroğlu, Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda Temyiz Yasa Yoluna İlişkin Değişikliklere Bakış, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Kasım-Aralık, 2017, s; 182 vd.), “5271 sayılı CMK’nın 288. maddesi uyarınca temyiz sebebi olarak belirtilenler dışında kalan muhakeme hukukuna ilişkin diğer hukuka aykırılıklar bakımından Yargıtayın karar vermesine olanak bulunmadığı, buna karşılık, kararın hukuka aykırı olduğu ve bozulması gerektiği yönünde bir irade ortaya konulduğu sürece incelemenin maddi hukuka ilişkin tüm hukuka aykırılıklar yönünden yapılabileceği, bu bağlamda, Yargıtayın olayda meşru savunma koşullarının gerçekleştiği gerekçesiyle yapılan bir temyiz istemi karşısında bu istemi yerinde bulmasa bile haksız tahrikin koşullarının gerçekleştiği ve bu nedenle de cezanın indirilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozabileceği” (Mustafa Ruhan Erdem, Cihan Kavlak, Ceza Muhakemesinde Temyiz İncelemesinin Kapsamı ve Sınırları, Yargıtay Dergisi, Ekim, 2018, Sayı; 4, s; 1434; 1472.), “Muhakeme hukukuna ilişkin aykırılıklardan farklı olarak, maddi hukuka ilişkin denetimin, hükmün tüm yönleriyle incelenmesini gerektirdiği, maddi hukukun yanlış uygulandığına ilişkin genel bir ifade içeren temyiz dilekçesinde açıkça ileri sürülmemiş olsa dahi, dosyaya yansıyan delillere göre suçun unsurlarının oluşmaması, sanığın suçu işlediğinin sabit olmaması, suçun vasfının yanlış belirlenmesi, suçun nitelikli hâllerinde yapılan hata sonucu cezanın yanlış belirlenmesi veya teşebbüs, iştirak, içtima, haksız tahrik ve şahsi cezasızlık sebepleri gibi maddi hukuka ilişkin hükümlerin yanlış uygulanması sonucu sanığın ceza alması veya almaması ya da hak ettiğinden az veya çok ceza alması durumlarında Yargıtayın bu hukuka aykırılığı bozma nedeni yapabileceği” şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Öte yandan, 5271 sayılı CMK’nın 302. maddesi uyarınca hüküm, temyiz dilekçesinde gösterilen sebeplerle bozulduğunda dilekçede açıklanmış olmasa bile saptanan ve hükme etki edecek nitelikte bulunan diğer hukuka aykırılıklar da bozma nedeni olarak ayrı ayrı gösterilecek; hükme etki edecek nitelikte bulunmayan hukuka aykırılıkların ise hükmün bozulmasında neden dikkate alınmadıkları açıklanmak suretiyle belirtilmesiyle yetinilecektir. Bu kapsamda, temyiz dilekçesinde maddi hukuka aykırılık iddiasının ileri sürüldüğü hâllerde, Yargıtayın ilgili Ceza Dairesi tarafından hüküm, dilekçede gösterilen maddi hukuka aykırılık nedeniyle bozulduğunda dilekçede açıklanmış olmasa bile temyiz incelemesi sırasında saptanacak olan tüm maddi hukuka aykırılıklar temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni olarak ayrı ayrı gösterilecektir. Temyiz dilekçesinde muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının ileri sürüldüğü hâllerde ise, temyiz nedeni olarak gösterilen muhakeme hukukuna aykırılığın hükme etki edecek nitelikte bulunması durumunda, hüküm bu nedenle ve varsa mutlak hukuka aykırılıklar nedeniyle bozulacak; temyiz nedeni olarak gösterilen muhakeme hukukuna aykırılığın hükme etki edecek nitelikte bulunmaması ya da temyiz nedeni olarak ileri sürülmemekle birlikte inceleme sırasında saptanan ve mutlak hukuka aykırılıklar dışında kalan muhakeme kurallarına aykırılık bulunması durumunda ise bu hususun bozma nedeni yapılmayarak ilamda gösterilmesiyle yetinilecek, varsa inceleme sırasında tespit edilen veya dilekçede gösterilen 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yazılı hukuka kesin aykırılıklar nedeniyle kararın bozulması yoluna gidilecektir. Diğer taraftan, bozmaya neden olan maddi veya usul hukukuna aykırılık hükmün dayandırıldığı işlemlerden kaynaklanmışsa aynı zamanda bu işlemler de bozulacaktır.
Mutlak temyiz nedenleri ise, sanığa hak tanıyan kurallar olmalarının yanı sıra aynı zamanda adil bir yargılamanın yapılabilmesi için öngörülmüş, kamusal menfaatleri gözeten kurallardır. Bu hâllerin varlığı durumunda hükmün bundan mutlak olarak etkilendiği kabul edilmiştir. Kanun bu noktada hukuka aykırılığa ilişkin nedensellik bağını kendisi kurduğundan hâkime takdir yetkisi bırakmamıştır (Nur Centel, Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Baskı, İstanbul, 2016, s; 834 vd.).
…Burada ifade etmek gerekir ki; ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin uyguladığı maddi ceza normlarının hukuka uygun olması, maddi olayın doğru ve eksiksiz bir şekilde tespit edilerek bu tespite uygun olan maddi hukuk normlarının uygulanmasına bağlıdır. Başka bir ifadeyle, maddi sorun ile maddi hukuk normlarının bu ayrılmaz niteliğinden dolayı uygulanan maddi hukuk normlarının hatalı olduğu iddiasıyla yapılan temyiz başvurularında hükmün hukuki yönden denetiminin maddi sorundan ayrılması mümkün değildir. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması sonucunda maddi sorunun da hatalı şekilde belirlendiği hâllerde dosyaya yansıyan tüm delillerle birlikte maddi sorun irdelenmeksizin hükmün hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi söz konusu olamayacaktır. Kaldı ki, Kanun’da Yargıtayın temyiz denetimi sırasında maddi sorunu inceleyemeyeceğine ilişkin bir hüküm de mevcut değildir. 5271 sayılı CMK’nın “Yargıtayca davanın esasına hükmedilecek hâller, hukuka aykırılığın düzeltilmesi” başlıklı 303. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, olayın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraate veya davanın düşmesine ya da alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunmasının gerektiği durumlarda, Yargıtayın, davanın esasına hükmedebileceği belirtilmiş olup bu düzenlemeye göre ilk derece veya bölge adliye mahkemelerinin tespitlerinin hukuki denetim yapılmasına olanak vermeyecek ölçüde yetersiz olması hâlinde maddi sorunun tespiti ve buna bağlı olarak maddi ceza normunun doğru tatbik edilmesi bakımından Yargıtayın eksik araştırma nedeniyle bozma kararı verebilecek olması, hukuki denetimin, o ana kadar yapılan tespitlerin, normun olaya uygulanması için yeterli dayanak oluşturup oluşturmadığı hususunu da içerdiği sonucunu doğurmaktadır.
Yargıtay, temyiz kanun yoluyla ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı ve aynı biçimde uygulanmasını yani içtihat birliğini sağlar. 5271 sayılı CMK, ilk derece yargılaması ile temyiz yargılaması arasına istinafı yerleştirerek, hem Yargıtayın içtihat mahkemesi konumunu güçlendirmeyi hem de mahkemelerin son kararlarının yalnızca hukuki sorun değil, maddi sorun açısından da sağlıklı bir şekilde denetlenmesinin yolunu açmayı öngörmüştür. Bununla birlikte ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Anayasanın 138. maddesi de tüm hâkimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vereceklerini hükme bağlamıştır. Bu nedenle ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinde yapılmakta olan yargılama sonucunda ulaşılma imkânı bulunan bütün deliller ele alınıp değerlendirilmeden karar verilmesi, maddi sorunun doğru olarak tespit edilmemesi, dosyada mevcut delillerle maddi soruna ilişkin tespitlerin uyumlu olmaması gibi nedenlerle yazılı hukuka, evrensel hukuki değerlere, akla, bilime ve tecrübe kurallarına aykırı olacak şekilde maddi olay değerlendirmesinin hatalı olarak belirlendiği hâllerde adaletin tam olarak gerçekleşmesi amacı da gözetilerek Yargıtayın, hükmün hukuki yönüne ilişkin olan ve hükme etki eden maddi olay değerlendirmesindeki hukuka aykırılıkları da temyiz yoluyla incelemesi gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır (Yargıtay CGK-Karar : 2020/155).
Temyize Tabi Bir Hükmün Yanlış Yorumla İtiraz Kanun Yoluna Tabi Tutulması
Suçun alt bileşenlerinin hatalı bir biçimde ayrı ayrı değerlendirilip bileşen suçlardan herhangi birisi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi hâlinde, bu karar itirazı kabildir, düşüncesiyle temyiz denetimi dışında bırakılmamalıdır. Nitekim Dairemiz, yağma suçunda tehdit, yaralama ve/veya konut dokunulmazlığını bozma suçları ile hırsızlık suçu birlikte yağma suçunu oluşturduğu hâlde yanlış nitelendirmeyle, hırsızlıktan temyizi kâbil bir mahkûmiyet hükmü kurup, diğer suçlardan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını kaldırmak suretiyle fiilin bütünü ve bunlarla ilgili olarak verilen bütün hükümleri kapsar biçimde temyiz incelemesi yapmaktadır. (Örn; Y. 13. CD’nin 03.07.2019 günlü, 1381-11817 esas ve sayılı kararında olduğu gibi …) (Yargıtay 6. Ceza Dairesi - Karar : 2021/19405).
Temyiz Aşamasında Yargıtay’da Etkin Pişmanlık
Sanığın temyiz aşamasında 20.01.2020 tarihli dilekçesinde etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini, devletine yardımcı olmak istediğini bildirmesi ve bu kapsamda FETÖ/PDY ile irtibatlı yahut iltisaklı olduğunu belirttiği pek çok kişinin ismini belirterek bilgiler vermesi karşısında, duruşmada hazır edilerek etraflıca beyanları alınıp, verdiği bilgilerin örgüt içerisindeki kaldığı süre, örgütsel faaliyet ve konumuna uygun faydalı bilgiler olup olmadığı, eldeki bilgilerle örtüşüp örtüşmediği ilgili birimlerden sorulup değerlendirilerek sonucuna göre hakkında 5237 sayılı TCK’nın 221/4-2. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmasında zorunluluk bulunması, bozma nedenidir (Yargıtay 16. Ceza Dairesi - Karar:2020/313).
Temyiz Sebebi İçermeyen Temyiz Başvurusu Reddedilmelidir
İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucunun, hem maddi olay hem de hukuki denetim yapacak olan istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken (5271 sy. CMK madde 273/4), incelemesi hukuki denetimle sınırlı (CMK madde 294/2) olan temyiz yolunda; mülga 1412 sayılı CMUK’tan madde 305.) da farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde/layihasında temyiz edenin hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini/temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu (CMK madde 294/1) şart koşmuş ve temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermemesi durumunda; tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkı bulunmaması hallerinde olduğu gibi usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden temyiz isteminin reddedilmesini (CMK madde 298) emretmiş olmasına, anılan Kanunun 289. Maddesinin, usulüne uygun açılmış bir temyiz davasının “sınırlı inceleme ilkesinin” bir istisnasını teşkil etmesine, şartları ve usulü açık bir şekilde ortaya konulmak şartıyla (AİHM Galstyan/Ermenistan Başvuru No ; 26986/03 15.01.2017 t.) öngörülen usul şartlarına uyulmaması sebebiyle kanun yolu başvurusunun reddedilmesini bu hakkın ihlali sonucunu doğurmayacağını (AİHM Sjöö/İsveç Başvuru No; 37604/97) da istikrar kazanmış yargısal kararlarla kabul edilmesine nazaran; sanık müdafinin 15.11.2017 tarihli temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediği anlaşılmakla; temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir (Yargıtay 16. Ceza Dairesi - Karar No:2018/1765 - Tarih:31.05.2018).
Yaş Küçüklüğü, Velayet Hakkı ve Avukatın Temyiz Yetkisi
5237 sayılı TCK’nın 234/1. maddesinde düzenlenen çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunda on sekiz yaşını bitirmeyen çocuğun annesi ile babasının çocuk üzerinde sahip oldukları velayet haklarının koruma altına alınması nedeniyle atılı suçun mağdurunun anne ile baba olması ve çocuk Pelin’in velayet hakkına sahip annesi Sevda’nın, kovuşturma evresinde alınan mahkeme ifadesinde sanıktan şikayetçi olup davaya katılmasının ardından yokluğunda verilip usulüne uygun şekilde tebliğ edilen mahkumiyet hükmünü temyiz etmemesi karşısında, Pelin’e yaş küçüklüğü nedeniyle tayin edilen vekilin davaya katılma ve hükmü temyize hakkı bulunmadığı gibi mahkemece verilen katılma kararı da bu hakkı vermeyeceğinden, vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, 10.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi (Yargıtay 14. Ceza Dairesi - Karar: 2018/174).
Beraat Kararlarında Kesinlik Sınırı ve Temyiz Nedeni Gösterme Zorunluluğu
Sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan gerçekleştirilen yargılama sonucunda atılı suçtan beraatine dair ilk derece mahkemesince verilen kararla ilgili yapılan başvuru üzerine istinaf incelemesini yapan Bölge Adliye Mahkemesince anılan hükme yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine dair kurulan hüküm katılan Bakanlık vekili tarafından temyiz edilmiş ise de, müsnet suçu düzenleyen 5237 sayılı TCK’nın 109/2. maddesinde yer alan hapis cezasının üst sınırının on yıldan az olması ve 5271 sayılı CMK’nın 286/2-f. maddesine göre üst sınırı on yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarla ilgili ilk derece mahkemesince verilen beraat kararlarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen hükümlerin kesin olup temyiz edilememesi karşısında, vaki temyiz isteminin ve nitelikli cinsel saldırı suçundan kurulan hüküm yönünden de; 5271 sayılı CMK’nın 294/1. maddesinde yer alan “Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.” şeklindeki düzenleme de gözetilerek yapılan değerlendirmede, katılan Bakanlık vekilinin temyiz dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebi göstermediği anlaşıldığından, vaki temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298/1. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir (Yargıtay 14. Ceza Dairesi - Karar : 2018/5556).
Kararda Temyiz Merciinin Gösterilmemesi ve Temyiz Süresi
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir. Bunlardan ilki istek, ikincisi ise süre şartıdır.
Uyuşmazlık konusu olayda istek şartının gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmadığından süre şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.
CMUK’nun 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi 310. maddenin 3. fıkras 3. fıkrasındaki farklı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
5271 sayılı CMK’nun 34/2,, 231/2, 232/6. maddelerinde5271 sayılı CMK’nun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu, başvurunun yapılacağı merci, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık anılan kanunun 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç tarafların başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
5271 sayılı CMK’nun 264. maddesinde5271 sayılı CMK’nun 264. maddesinde ise kabul edilebilir bir kanun yolu başvurusunda kanun yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merciince, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz talebi süresinde verilen dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak, süresinde olması şartıyla dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde C.Savcılığına ya da bir başka merciye talepte bulunulması temyiz talebini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide hata kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya talebin yapıldığı mercii tarafından talep veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanlış gösterilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Hükmün 10.06.2009 tarihli duruşmada sanığın yüzüne karşı tefhim edilmesine karşın, 24.10.2014 günü temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 310. maddesi uyarınca, yüze karşı verilmiş olan karara yönelik temyiz talebinin hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık 10.06.2009 günü tefhim olunan karara karşı bir haftalık süreden sonra 24.10.2014 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda, başvuru şeklinin belirtilmemiş olması nedeniyle kanun yolu bildiriminin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, sadece başvuru şeklinin gösterilmemiş olması “kanun yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemeyecek, bu durumda, başvuru şekli gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işleyecek ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilmeyecektir.
Zira belirtilen sürede yanlış mercie yanlış şekilde bir başvuruda bulunulması halinde, bu yanılma 5271 sayılı CMK’nun 264. maddesi kapsamında değerlendirileceğinden başvuranın hakları ortadan kalkmayacaktır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar: 2015/357).
Kanun Yolunun Hiç Gösterilmemiş Olması Temyiz Süresini Durdurmaz
Tarafların yokluğunda verilen ve yasa yolu bildiriminde başvuru şekline dair bir açıklama bulunmayan hükmün sanığa 30.04.2007 tarihinde tebliğ edilmesine karşın. 11.05.2007 günü temyiz edildiği anlaşılmaktadır. 1412 Sayılı CYUY’nın 5320 Sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 310. maddesi uyarınca, yoklukta verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tebliğden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık 30.04.2007 günü tebliğ olunan karara karşı bir haftalık süreden sonra 11.05.2007 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda, başvuru şeklinin belirtilmemiş olması sebebiyle yasa yolu bildiriminin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulüyle temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, sadece başvuru şeklinin gösterilmemiş olması “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemeyecek, bu durumda, başvuru şekli gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işleyecek ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilmeyecektir. Zira, belirtilen sürede yanlış mercie yanlış şekilde bir başvuruda bulunulması halinde, bu yanılma 5271 Sayılı C.M.K.nın 264. maddesi kapsamında değerlendirileceğinden başvuranın hakları ortadan kalkmayacaktır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar: 2012/146).
Mahkemenin Temyiz Süresi Konusunda Sanığı Yanıltması
20/07/2017 tarihli ve 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik uyarınca 5271 sayılı CMK’nın 291/1. maddesinde yedi gün olarak belirtilen temyiz süresinin on beş gün olarak değiştirildiği, ancak Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20/07/2016 tarihinden önce verilen ve Yargıtay’dan geçen dosyalar hakkında 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca hüküm kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın 305-326. maddeleri uygulanmakta olduğundan, daha önce Yargıtay incelemesinden geçmiş dosyada temyiz süresine ilişkin bir değişiklik yapılmadığı dikkate alındığında; 28/02/2018 tarihli kararda temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren 15 gün olduğu belirtilerek yanıltmaya neden olunduğunun anlaşılması karşısında, 28/02/2018 tarihinde yokluğunda verilen 11/07/2018 tarihinde tebliğ edilen kararı 23/07/2018 tarihli temyiz dilekçesi ile temyiz eden suça sürüklenen çocuğun temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilmiştir (Yargıtay 2. Ceza Dairesi - Karar: 2019/1012).
Kanun Yolunun Yanlış Gösterilmesi Temyiz Süresinin İşleyişini Durdurmaz
Tarafların yokluğunda verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildirimin “sanık ve müdafii ile müdahil ve vekilinin yokluklarında tebliğden itibaren, … 7 gün içinde Yargıtay’a temyizi mümkün olmak üzere” şeklinde yapıldığı, kararın yakınan vekiline 1.4.2008 tarihinde tebliğ edildiği, yakınan vekilince de 9.4.2008 günü temyiz edildiği anlaşılmaktadır. 5320 Sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 Sayılı CYUY’nın 310. maddesi uyarınca, yoklukta verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tebliğden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, yakınan vekili 1.4.2008 günü tebliğ olunan karara karşı bir haftalık süreden sonra 9.4.2008 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak kanun yollarına ilişkin bildirimde başvuru şeklinin belirtilmemiş olması sebebiyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulüyle temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, sadece başvuru şeklinin gösterilmemiş olması “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemez. Bu durumda, başvuru şekli gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işler ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilemez. Zira, belirtilen sürede yanlış mercie, yanlış şekilde bir başvuruda bulunulması halinde bu yanılma, 5271 Sayılı CYY’nın 264. maddesi kapsamında değerlendirileceğinden başvuranın hakları ortadan kalkmayacaktır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar: 2010/188).
Yüze Karşı Verilen Kararda Temyiz Başvuru Süresi Başlangıcının Kararda Gösterilmemesi
Gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda başvurulacak yasa yolunun süresinin, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur. 5271 sayılı CYY’nın 40. maddesinin 1. fıkrasında kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı açıkça belirtilmiştir. Anılan hükümlerden, hak sahibi olanlar bakımından hüküm ve kararlar da yasa yolu bildiriminin; yasa yolu, mercii, şekli ve süresini de kapsayacak şekilde açıkça anlaşılabilir ve her türlü yanıltıcı ifadeden uzak olması gerektiği hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın ortaya çıkmaktadır. Yerel mahkeme tarafından yapılan yasa yolu bildirimi, süre ve şekil yönünden eksik olup başvuru şekli hiç gösterilmemiş, süre ise yokluğunda karar verilen sanık açısından eksik ve yanılgıya yol açacak bir biçimde “7 günlük yasal süre içerisinde” şeklinde belirtilmiştir. Hazır bulunmayanlar için yasa yoluna başvuru süresi “tebliğ” ile başladığından, sürenin başlangıcının gösterilmemesi, yanılgıya yol açacak niteliktedir. CYY’nın 40. maddesinin 1. fıkrasındaki, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği ve 2. fıkrasındaki yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı hükümleri karşısında, somut olayda, başvuru süresi ve şeklinin gösterilmemiş olmasının yukarıda açıklanan yasal düzenlemelere açıkça aykırılık oluşturduğu ve eski hale getirme isteminde bulunma koşullarının varlığını koruduğu görülmektedir. Bu nedenle, sanık müdafii tarafından verilen 15.05.2006 havale tarihli, yargılanmanın yenilenmesi talebini içeren dilekçenin öğrenme üzerine süresinde verilen temyiz dilekçesi olarak kabulü ile temyiz incelemesi yapılmasında zorunluluk bulunmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar: 2009/98).
Yoklukta Verilen Kararda İtiraz Kanun Yolu Süresi Başlangıcının Gösterilmemesi
Adana 1. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 24.06.2008 gün ve 23-659 Sayılı karar ile; sanığın tedavi altına alınmasına ve denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulmasına karar verildiği, sanığın yokluğunda verilen kararın kanun yolu bildiriminin “Dair, sanığın yokluğunda 268. madde gereğince 7 gün içinde itiraz yolu açık olmak üzere karar verildi” şeklinde olduğu, sanığın 10.09.2008 tarihinde tebliğ edilen karara yönelik itiraz başvurusunda bulunmaması üzerine mahkemece 18.09.2008 tarihli kesinleşme tutanağının düzenlendiği,
CMK’nun 264. maddesinde de, kabul edilebilir bir kanun yolu başvurusunda, kanun yolu veya mercide hatanın, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu durumda başvurunun yapıldığı merci tarafından, başvurunun derhâl görevli ve yetkili bulunan mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir. Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak itiraz istemi, süresinde verilen dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla kararı veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak, süresinde olması koşuluyla dilekçenin kararı veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde Cumhuriyet savcılığına ya da bir başka merciye istemde bulunulması itiraz talebini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı mercii tarafından istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin itiraz yerine temyiz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemece sanığın yokluğunda verilen ve 10.09.2008 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edilen tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine dair karardaki kanun yolu bildiriminde yedi gün içinde itiraz kanun yoluna başvuruda bulunulabileceğinin gösterildiği, her ne kadar sürenin başlangıcının gösterilmemesi sebebiyle bildirimin eksik ve yanıltıcı olduğu ileri sürülebilirse de, yoklukta verilen karara dair olarak sürenin, sanığın bu hükmü usulüne uygun olarak öğrenmesi yani tebliğle işlemeye başlayacağının açık olduğu, kanun yolu bildiriminde sanığı yanıltacak ya da tereddüde düşürecek bir ibarenin olmadığı, dolayısıyla tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine dair 24.06.2008 tarihli kararın itiraz edilmeksizin kesinleştiği, bu sebeple sanığın temyiz talebinin tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri kararına değil, bu karardan sonra dosyanın yeniden ele alınması üzerine kurulan mahkûmiyet hükmüne yönelik olduğu kabul edilmelidir.Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Dairenin iade kararının kaldırılmasına, hükmün esasının incelemesi için dosyanın Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar: 2016/260).
Temyiz Süresinin Başlangıcı Gösterilmese Bile Avukat ve Savcı Bu Süreyi Bilen Kişilerdir
Ceza Genel Kurulunun 27.12.2011 gün ve 377-301 Sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere; mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukat olan, katılanı ceza muhakemesinde temsil eden ve bu bağlamda yasa yollarına başvurma açısından yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan vekilin, temyiz süresinin kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını ve temyiz başvurusunun hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçeyle veya zabıt katibine yapılacak beyanla olacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, yasa yolu bildirimindeki bu eksiklikler müdafii açısından bir yanılgı ve bu kapsamda hakkın kullanılması yönünden bir engel oluşturmayacaktır (Yargıtay CGK - Karar: 2012/105).
22.04.2009 tarihli oturumda sanığın ve savunmanının yüzlerine karşı açıklanan kısa kararda, temyiz süresinin başlangıcı gösterilmemiş ise de; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.12.2011 gün ve 377-301 ile 01.02.2011 gün ve 244-14 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararı doğrultusunda, mesleği avukatlık olan sanık savunmanının temyiz süresinin başlangıç tarihini bilecek konumda olduğu ve bu nedenle yasa yolu açıklamasının T.C.Anayasası’nın 5271 sayılı CMK’nın öngörülen biçim ve yönteme uygun yapıldığı kabul edildiğinden; kaldı ki, dosya içerisinde sanık ya da savunmanının kararı temyiz ettiklerine dair bilgi ve belge bulunmadığı gibi aynı şekilde, Cumhuriyet Savcısının da süresi içerisinde hükmü temyiz etmediği anlaşıldığından, Sonuç: Sanık hakkında kurulan 22/04/2009 tarihli hükme yönelik Cumhuriyet Savcısının temyiz mahiyetinde olduğu kabul edilen itirazının, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca isteme uygun olarak REDDİNE, bu konuda “kanun yararına bozma” başvurusunda bulunulabileceğinden dosyanın gereği yapılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na İADESİNE karar verilmiştir (Yargıtay 6. Ceza Dairesi - Karar: 2014/8076).
Kanun Yolu Süresinin, Şeklinin ve Başvuru Mercinin Gösterilmemesi vb. Tüm İhtimalleri Değerlendiren Yargıtay Kararı
5271 sayılı Yasanın 35. ve devamı maddelerinde kararların açıklanması ve tebliğinden bahsedildikten sonra, 39. ve devamı maddelerde sürelerin hesaplanması usulü belirtilmiştir. 40. madde ise; eski hale getirme talebi ile ilgilidir. Yasanın 40. maddesine göre; “ ( 1 ) Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir. ( 2 ) Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır.”
Ceza Usul Yasasının 264. maddesinde ise; yasa yolunun belirlenmesinde yanılma halinde ne yapılacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre; “ (1) Kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz. (2) Bu halde başvurunun yapıldığı merci, başvuruyu derhal görevli ve yetkili olan mercie gönderir.”
Yasal düzenlemelere bakıldığında; gerek yüze karşı verilen kararlarda, gerekse gıyapta verilen hükümlerde yasa yolunun, süresinin, merciin ve şeklinin belirtilmesi ve bu hususların karara yazılması zorunludur.
Sorun; bu zorunluluğa uyulmadığında ne yapılması gerektiği konusunda ortaya çıkmaktadır.
Bununla ilgili olarak öncelikle problemin hangi hallerde ve ne şekilde karşımıza çıkabileceğini öngörmek ve ona göre çözüm üretmek yararlı olacaktır. Bu kapsamda karşılaşabileceğimiz sorunları ve bu olasılıkların her birisine özgü çözümleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Yasa yolu ve merciin yanlış gösterildiği, fakat süre ve şeklin doğru gösterildiği ahvalde, süresi içerisinde veya süresinden sonra yanlış yada doğru yasa yoluna başvurulmuş olması halinde;
Bu durumda; yasanın bildirilmesini ve kararda yazılmasını zorunlu tuttuğu dört unsurdan ikisinin eksik olduğu görülmektedir. Bu nedenle, yapılan uygulamanın hukuka aykırı olduğu tartışmasızdır. Dikkat edilmesi gereken bir hususta; burada iki hususun eksikliğinden bahsedilmesine rağmen; aslında, bu iki hususun birbirine sıkı sıkıya bağlı olmalarıdır. Zira, yasa yolu yanlış gösterildiğinde; örneğin, itiraz olan yasa yolunun temyiz olarak gösterilmesinde, aynı zamanda merci de yanlış gösterilmiş gibi olacaktır, çünkü karara açıkça “Yargıtay’a itiraz edilebileceği” şeklinde yanlış bir ifade yazılsa bile; Yargıtay’a itiraz değil, temyiz yasa yolu ile gidilebileceği bilindiği için yasa yolunun yanlış gösterilmesi ile merciin de yanlış gösterilmiş olacağı veya merciin hangisi olduğunun anlaşılmasında karışıklığa neden olunacağı açıktır. Bu nedenle, yasa yolu ve merciin yanlış gösterilmesi birlikte ele alınmalıdır.
Özellikle, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren büyük çaplı yasa değişikliklerinin ardından yapılan uyarlama yargılamaları nedeniyle gündeme gelen; yasa yolunun kararda yanlış gösterilmesi nedeniyle yanlış yasa yoluna başvurulduğunda ne yapılacağı ile ilgili problem, Yargıtay Özel Dairelerinin tamamınca; yanlış yasa yoluna süresinde yapılan başvurunun, doğru yasa yoluna usulüne uygun olarak yapılmış bir başvuru gibi kabul edilmesi şeklinde çözümlenmiştir. Aslında; 5271 sayılı Yasanın 264. maddesindeki düzenleme de buna açıkça olanak vermektedir. Düzenlemeye göre; kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacaktır. Aksine, başvurunun yapıldığı merci, başvuruyu derhal görevli ve yetkili olan mercie gönderecektir. Bu kuralın tamamlayıcı bir norm olduğunda ve yasa yolu ile merciin yanlış gösterilmesinden ziyade, herhangi bir nedenle yanlış yasa yoluna veya mercie başvurulması halinde başvuranın haklarını korumaya yönelik olarak yasada yer aldığında kuşku yoktur; ancak, bu amaç dahi, aynı yasal düzenlemenin yasa yolunun yanlış gösterilmesi halinde tamamlayıcı norm olarak devreye girmesine engel değildir.
Sonuç olarak; aslında temyiz olan yasa yolunun itiraz olarak gösterilmesi halinde, 7 günlük temyiz süresi içerisinde itiraz yoluna yapılan başvuru, usulüne uygun şekilde yapılmış bir temyiz başvurusu olarak kabul edilmelidir. Yargıtay Özel Dairelerinin yerleşik uygulamaları da bu doğrultudadır.
Bunun yanında, eski Usul Yasamızda, itiraz ve temyiz yasa yolları çeşitli ve farklı sürelere bağlanmışken, 5271 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesiyle oluşan yeni durumda, 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte olan 310. maddesinin 3. fıkras 3. fıkrasındaki hal dışında itiraz ile temyizin süreleri arasında fark kalmamıştır, temyiz yasa yoluna başvurma süresi bir hafta iken itiraz yasa yoluna başvurma süresi 7 gündür. Bu nedenle, süresinde fakat yanlış yasa yoluna ve mercie başvuru halinde, yapılan başvuru doğru yasa yoluna ve merciine yapılmış başvuru gibi işlem göreceği için, süreden sonra yapılacak başvurunun da kabul edilmemesi gerekir.
Özetlenecek olursa; sadece yasa yolu ve merciinin yanlış gösterilmiş olması “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemez. Bu durumda, yasa yolu yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işler ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilemez.
2- Yasa yolu ve merciin doğru yada yanlış gösterildiği, süre ve şeklin ise hiç gösterilmediği veya yanlış gösterildiği ahvalde, süresi içinde veya süresinden sonra yasa yoluna başvuru olması halinde;
Temyiz süresi; 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte olan 310. maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddenin üçüncü fıkrasındaki istisnai durum hariç olmak üzere bir haftadır. Bir haftalık sure, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar için bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise kararın bunlara tebliğ edildiği tarihte başlar. İtiraz yasa yolunun süresi ise 5271 sayılı Yasanın 268/2. maddesinde belirtilmiş olup, 7 gündür. Sürelerin ne zaman işlemeye başlayacağı konusunda, temyiz ile itiraz arasında fark bulunmamaktadır.
Temyizin şekli; bir başka deyişle temyiz yasa yoluna nasıl başvurulacağı; 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte olan 310/1. maddesinde bununla ilgili olarak; “Temyiz talebi hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak bir beyanla olur, beyan tutanağa geçirilir ve hakime tastik ettirilir.” şeklinde bir düzenleme bulunmaktadır. İtiraz yasa yoluna ne şekilde başvurulabileceği de 5271 sayılı Yasanın 268/1. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “Hakim veya mahkeme kararlarına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hallerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hakim onaylar. 263. madde hükmü saklıdır.” Açıkça görüldüğü gibi, temyize başvuru şekli ile itiraza başvuru şekli arasında fark yoktur. Yeni Usul Yasamız tutuklunun kanun yollarına başvurması ile ilgili olarak her iki yasa yolu için de geçerli olan ek imkanlar getirmiştir. 5271 sayılı Yasanın 263. maddesindeki bu düzenlemede; “ ( 1 ) Tutuklu bulunan şüpheli veya sanık, zabıt katibine veya tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürüne beyanda bulunmak suretiyle veya bu hususta bir dilekçe vererek kanun yollarına başvurabilir. ( 2 )Zabıt katibine başvuru halinde, kanun yollarına başvuru beyanı veya dilekçesi ilgili deftere kaydedildikten sonra bu hususları belirten bir tutanak düzenlenerek tutuklu bulunan şüpheli veya sanığa bir örneği verilir. ( 3 ) Kurum müdürüne başvuru halinde ikinci fıkra hükmüne göre işlem yapılarak, tutanak ve dilekçe derhal ilgili mahkemeye gönderilir. Zabıt katibi başvuruyu ilgili deftere kaydeder. ( 4 ) Zabıt katibi veya kurum müdürü tarafından ikinci fıkra hükmüne göre işlem yapıldığı zaman kanun yolları için bu Kanunda belirlenen süreler kesilmiş sayılır.”
Yasa yollarına başvurunun süresi ve şekli ile ilgili yasal düzenlemeler bu şekilde belirtildikten sonra, sorumuzun yanıtına geçecek olursak; kararda sure ve şeklin gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olması halinde; yukarıda metinleri yer alan Anayasa’nın 40/2. maddesindeki düzenleme ile 5271 sayılı Yasanın 34/2., 231/2, 232/6. maddelerindeki hükümlere aykırı davranılmış olacağından, bu durumun 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni teşkil ettiği açıktır.
Bu durumda; yasa yolu süresinin işlemeye başlayacağından söz edilemeyeceği için, tefhim veya tebliğ tarihi esas alınarak süresinde veya süresinden sonra yapılmış olan yasa yolu başvurusunun bir nev’i eski hale getirme talebi olarak kabul edilmesi ve bu nedenle de incelenmesi gerekecektir.
3- Yasa yolu, merci, süre ve şekilden biri veya birkaçının hiç gösterilmediği yada yanlış gösterildiği ahvalde; herhangi bir temyiz yasa yoluna başvurulmamış olması halinde;
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesindeki düzenleme nedeniyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 305. maddesi uyarınca, maddede kesin olarak belirtilen hükümler ile re’sen temyize tabi bulunan hükümlere ilişkin istisnalar hariç, olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 310 uncu maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre koşuludur. Yukarıda da açıklandığı gibi, 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte olan 310 uncu maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre; hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir. Temyiz süresi aynı maddenin 3. fıkrasındaki ayrıksı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci koşul ise istek koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan “Davasız yargılama olmaz.” ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte bulunan 305 inci maddesinin 1 inci fıkras 1 inci fıkrası ile bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkumiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden ( re’sen ) yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin hükümler dışında kalan kararlarda, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay’ca incelenmesi olanaksızdır.
Bu itibarla; yasa yolu, mercii, süre ve şekilden birisinin veya birkaçının hiç gösterilmemesi veya yanlış gösterilmesi halinde, 5271 sayılı Yasanın 40. maddesinde düzenleme uyarınca eski hale getirme nedeninin varlığı kabul edilmekle birlikte, bu hal, anılan normlar gereği Yerel Mahkemenin eksikliği gidermeye yeterli meşruhatlı duyuru ile tarafları bilgilendirmesi ve tarafların da eski hale getirme talebinde bulunarak yasa yoluna başvurması durumunda gözetilebilecek niteliktedir. Olağan yolla veya eski hale getirme yöntemiyle açılmış bir temyiz davası olmadığından, saptanan usuli eksikliğe bu evrede ancak işaret edilmekle yetinilebilecektir.
4- Yasa yolu, merci, süre ve şekilden biri veya birkaçının hiç gösterilmediği yada yanlış gösterildiği ahvalde; ilk aşamada yasa yoluna başvurulmaması, fakat nisbeten uzun bir süre geçtikten sonra yasa yoluna başvurulması halinde;
Bu durumda da ( 3 ) sorunun çözümünde ulaşılan sonuca varmak mümkündür. O halde; 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca, bu talebin eski hale getirme talebi olarak ele alınması ve o şartlarda değerlendirilmesi gerekir.
Ancak, burada Yeni Usul Yasasının 41/1. maddesindeki; “ ( 1 ) Eski hale getirme dilekçesi, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde süreye uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verilir.” hükmü gözetilmek suretiyle, önceki durumdan farklı olarak, 5271 sayılı Yasanın 41. maddesinde düzenlenen; başvurunun, mazeretin ortadan kalkmasından itibaren 7 gün içinde yapılması şeklindeki süre koşuluna uyulup uyulmadığı araştırılarak, hakkın kötüye kullanılması anlamına gelecek başvuruların da önüne geçilmesi gerekir.
Somut olayda; daha önce kesinleşen hükmün 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yasal düzenlemeler karşısında lehe yasa yönünden değerlendirilmesi amacıyla uyarlama yargılaması yapılmış ve duruşmasız yapılan inceleme sonunda karar verilirken; yerleşik kararlara göre “temyiz” olması gereken yasa yolu “itiraz” olarak gösterilmiş; yasa yoluna başvurulabilecek mercii, yasa yoluna başvuru süresi ve şekli ise hiç gösterilmemiştir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; hükümlü Ayhan Toraman hakkında üç kişiyi kasten yaralama suçundan kurulan hükümlerin 02.05.2005 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesince onanarak kesinleşmesinin ardından; 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiş olan yasal düzenlemeler karşısında, lehe yasanın belirlenmesi amacıyla duruşma açılmadan yapılan uyarlama yargılaması sonunda verilen ve yasa yoluna başvurulacak mercii ile yasa yolu süresi ve şeklinin belirtilmediği, yasa yolunun ise temyiz yerine itiraz olarak yanlış gösterildiği hükmün 07.10.2005 tarihinde hükümlüye tebliğ edildiği, hükümlünün de 7 günlük temyiz süresinin geçmesinden sonra 17.10.2005 tarihinde verdiği dilekçe ile itiraz yasa yoluna başvurduğu görülmektedir. İtiraz mercii olan Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesince anılan karara karşı itiraz değil, temyiz yasa yoluna başvurulması gerektiği gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.
Bu itibarla; her ne kadar temyiz olan yasa yolunan itiraz olarak gösterilip, merciin de hiç gösterilmemesi; itiraz başvurusu üzerine dahi Yargıtayca temyiz incelemesi yapılabileceği kabul edildiğinden sonuca etkili görülmemiş ise de; yasa yoluna başvuru süresi ve şeklinin gösterilmemiş olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil Yargılanma Hakkını” düzenleyen 6. maddesi ile bu hakkın kapsamına yeni bir yorum getiren Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolün 2. maddesine, 2709 sayılı T.C. Anayasası’nın 40/2. maddesine, 5271 sayılı Yasanın 34/2,, 231/2., 232/6. maddelerine açıkça aykırılık oluşturmakla, belirtilen durumun 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni sayılması gerektiğinde tereddüt yoktur.
Belirtilen sebeple, eski hale getirme yöntemiyle açılmış bir temyiz davasının varlığı kabul edilerek, hükmün incelenmesi ve bir karar verilmesi gerekirken, Özel Dairece temyiz isteminin süreden reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden itiraz değişik gerekçe ile kabul edilmelidir (Yargıtay CGK - Karar: 2007/18).
Temyiz Edilebilen/Edilemeyen İstinaf Mahkemesi Kararları
Uyuşmazlık konusunu oluşturan, CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinde “İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan bölge adliye mahkemesi kararları”nın temyiz edilemeyeceği belirtilmiştir.
Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerince verilen kararların, CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi kapsamında değerlendirilebilmesi için birinci koşul; ilk derece mahkemesinden verilen bir “mahkûmiyet” hükmünün bulunması ve bu hükmün de “beş yıl veya daha az hapis cezalarına” ilişkin olmasıdır. İkinci koşul ise; bölge adliye mahkemesi ceza dairesince verilen, ilk derece mahkemelerince hükmolunan beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan bir kararın varlığıdır.
Birinci koşul yönünden uygulamada tereddüde yol açacak bir durum görülmemekle beraber, ikinci koşul olan bölge adliye mahkemesi ceza dairesince verilen ve “hapis cezalarını artırmayan” kararın niteliğinin belirlenmesi yönünden, kanun koyucunun düzenlemeyi yapmaktaki amacı, kanunun sistematiği, kıyas ve yorumun mümkün olup olmadığının değerlendirmesi gerekmektedir.
Bir karar veya hükme ilişkin kanun yolunun belirlenmesi sırasında öncelikle kanunun sistematiği ve normları dikkate alınacak, bu belirleme yapılırken kıyas ve yorum yoluna başvurulabilecektir.
Ceza muhakemesinde kıyas ve her türlü yorum mümkün olmakla birlikte, temel hak ve özgürlükleri daraltan normlar ile istisnai normlarda kıyas yasağı mevcuttur. Kanun koyucunun düzenlediğinin aksine sonuçlara ulaşmaya izin verecek şekilde, kıyas veya yorum yoluyla temel hak ve özgürlüklere ilişkin normları daraltıcı, istisnai normları genişletici şekilde hareket etmek mümkün değildir.
CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin hem uluslararası sözleşmeler ve Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü”ne ilişkin temel hak ve özgürlükler kapsamında kalması, hem de istisnai bir norm olma özelliği taşıması karşısında, bir bölge adliye mahkemesi kararının bu bent kapsamında kalıp kalmadığına ilişkin yorum yapılırken, hak arama özgürlüğünü daraltıcı nitelikte kıyas yapılamayacağı gibi bu düzenlemenin istisnai nitelikte olması nedeniyle kapsamını genişletici şekilde yorum da yapılamayacağı gözetilmelidir.
Bu noktadan hareketle; CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinde geçen “hapis cezalarını artırmayan” ibaresinden anlaşılması gerekenin; “cezayı aynı tutan” ya da “cezayı eksilten” kararlar olduğunun, bölge adliye mahkemesi ceza dairesince verilecek olan kararın da yine bir “hapis cezası” olacağının, ancak bu kararın ilk derece mahkemesince verilen hapis cezasını artırmamakla birlikte, aynı miktarda veya daha az bir ceza olması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Dolayısıyla bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından verilecek “hapis cezasını artırmayan” kararın, yine hapis cezasına ilişkin bir “mahkûmiyet” kararı olması gerekmektedir.
İlk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi ceza dairesi arasında “mahkûmiyet” hükmü yönüyle bir uyuşmazlık bulunmaması ve ilk derece mahkemesince verilen beş yıl veya daha az hapis cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünün bölge adliye mahkemesi ceza dairesince artırılmaması durumunda bu kararın “temyiz edilemez” nitelikte bir karar olmasını amaçlayan kanun koyucunun, bu düzenleme ile usul ekonomisini de gözettiğini söylemek yanlış bir yorum olmayacaktır.
Buna karşın, “beraat”, “düşme”, “ret” ve “ceza verilmesine yer olmadığına” gibi kararlar bu bent kapsamında değerlendirilemeyeceklerdir.
Bölge adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından verilen mahkûmiyet kararı dışındaki “beraat”, “düşme”, “ret” ve “ceza verilmesine yer olmadığına” ilişkin kararların “ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan” kararlar kapsamında oldukları, bu nedenle CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi kapsamında kalmaları nedeniyle temyiz edilemeyecekleri kabul edildiği takdirde, temel hak ve özgürlüklerden biri olan “hak arama özgürlüğü”nü daraltıcı, istisnai nitelikteki bir normu ise genişletici şekilde bir yorum yapmış olunur ki, bu durum ceza muhakemesi ilkelerine aykırılık teşkil edecektir.
…Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Özel belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, ilk derece mahkemesince 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilen sanıkların, istinaf kanun yolu incelemesi sonucunda beraatlarına karar verilmesi karşısında;
Söz konusu beraat kararının CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (b) ve diğer bentlerinde sınırlı şekilde sayılan “temyiz edilemez” nitelikteki kararlardan olmaması, Sanıklara atılı suçun CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendi kapsamında kalmaması, Uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir uzantısı olarak hüküm ve kararlara karşı başvurulabilecek bir kanun yolunun açık olmasının kural, kapalı olmasının ise istisna olması hususları birlikte değerlendirildiğinde;
Sanıklar hakkında özel belgede sahtecilik suçundan ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, davayı beraatla sonuçlandıran bölge adliye mahkemesi ceza dairesi kararına karşı temyiz kanun yolunun açık olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar : 2018/113).
Temyiz İncelemesi Aşamasında Delil Sunulması ve Yeniden İnceleme
Katılanın keşideci olduğu, ancak çek koçanını kaybettiğine dair ihbarda bulunduğu, çekin ikinci cirantası olan sanığın, kendisine çeki soyadını bilmediği Levent adlı kişiyle olan ticari ilişkisine karşılık verildiğini beyan ettiği, ancak mahkemeye bu kişinin kimlik ve adres bilgilerini vermediği anlaşıldığından dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarını işlediği iddia ve kabul olunan somut olayda;
Sanığın yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Sanığın, savunmasında suça konu çeki kendisine veren Levent adlı kişiye dair hükümden sonra araştırma yapması ve ulaştığı kargo gönderim belgesi ve faturaları temyiz dilekçesi ile beraber sunması karşısında; gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından; öncelikle çeki kargoyla gönderen A.L.O.’ın duruşmaya çağrılarak beyanına başvurulması ve çekin iğfal kaabiliyetine, çek üzerindeki yazılara ve imzalara dair bilirkişi incelemesi yapılarak toplanan tüm delillerin sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerektiği gözetilmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 23.Ceza Dairesi - Karar: 2016/5741).
Temyiz Kanun Yolundan Sonra Kazanılmış Hak Kuralının İhlali
31.07.2007 tarihli kararda sanık hakkında tayin edilen hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verildiği ve aleyhe temyiz bulunmadığı halde, bozmadan sonra kurulan hükümde hapis cezasının paraya çevrilmemesi suretiyle kazanılmış hak kuralının ihlal edilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 8. Ceza Dairesi - Karar: 2013/16787).
İstinaf Mahkemesi Kararına İlişkin Temyiz İncelemesinin Sınırları
5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinde belirtildiği üzere, temyiz ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır.
İstinaf kararı sonrasında temyiz incelemesi yapacak olan Yargıtay sadece hukuka aykırılıkları incelemekle yetkilidir. Yargıtay temyiz incelemesi yaparken temyiz edilen dosyadaki maddi olguları inceleyemez, maddi vakıaların denetimini yapamaz ve kararı veren mahkemenin takdirinin yerinde olup olmadığını inceleyemez. Somut olayda, ilk derece mahkemesi olan … Mahkemesi’nin müştekinin soruşturma aşamasında alınan beyanında, olayın saat 20.30-22.30 arasında gerçekleştiğine yönelik beyanına itibar ederek eylemin gece vakti işlendiğini kabul edip kararın istinaf kanun yolu incelemesini yapan …‘nin de oy çokluğu ile müştekinin soruşturma aşamasındaki beyanını gözeterek sanık hakkında TCK’nın 143. maddesi ile yapılan uygulamayı yeterli kabul ettiğinin anlaşılması karşısında;
Dairemizce istinaf kararı sonrası sanık hakkında TCK’nın 143. maddesinin uygulanıp uygulanamayacağına yönelik yapılan temyiz istemi ile; İncelemenin, sanık hakkında ilk derece mahkemesi ve …‘nce kabul edilen 24/11/2015 günü eylemin işlendiği saat dilimi olan 20.30-22.30 saatlerinin 5237 sayılı TCK’nın 6/1-e. Maddesinde düzenlenen geceden sayılan zaman dilimine girip girmediği ve sanık hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde TCK’nın 143. maddesi ile yapılan arttırımın kanunda öngörülen oranda doğru yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olduğu gözetilerek:
İlk derece mahkemesi ve Bölge Adliye Mahkemesi tarafından kabul edilen eylemin işlendiği zaman diliminin olay günü gece vaktine denk geldiği ve sanık hakkında gece vakti sebebiyle yapılan arttırımın doğru uygulandığı anlaşılmakla, hükümden sonra 02/12/2016 tarihinde 29906 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine eklenen alt bendler arasında yer alan ve 5237 sayılı TCK’nın 141. maddesinde tanımı yapılan hırsızlık suçunun uzlaşma kapsamına alındığı, gece vakti müştekiye ait eve girerek hırsızlık yapan sanığın eyleminin TCK’nın 142/2-h, 143. maddelerine uyduğu ve uzlaşma kapsamı dışında kalması sebebiyle sanık hakkında uzlaşma hükümleri uygulanamayacağı, sanığın müştekinin evinden çaldığı suça konu televizyonun değerinin de az olmaması sebebiyle sanık hakkında TCK’nın 145. maddesi uyarınca indirim yapılması mümkün olmadığı ve hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı da gözetilerek;
istinaf isteminin esastan reddine dair karar hukuka uygun bulunduğundan, sanık ve avukatının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, 5271 sayılı CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan bölge adliye mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ ile HÜKMÜN ONANMASINA karar verilmiştir (Yargıtay 13. Ceza Dairesi - Karar : 2017/2313).
Avukatın (Müdafiin) Temyiz Hakkının Sınırı
5237 sayılı TCK’nın 234/3. maddesinde5237 sayılı TCK’nın 234/3. maddesinde düzenlenen çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunda onsekiz yaşını bitirmeyen çocuğun annesi ile babasının çocuk üzerinde sahip oldukları velayet haklarının koruma altına alınması nedeniyle atılı suçun mağdurunun anne ile baba olması ve yaşı küçük Esra’nın annesi Hülya’nın, sanıktan şikayetçi olup davaya katılmasının ardından yokluğunda verilip usulüne uygun şekilde tebliğ edilen beraat hükmünü temyiz etmemesi karşısında, Esra’ya tayin edilen vekilin anılan kararı temyize hakkı bulunmadığından, vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir (Yargıtay 14. Ceza Dairesi - Karar: 2018/138).
Bozmanın Sirayeti İlkesi Nasıl Uygulanır?
Sanıklar …, … ve … hakkında yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından cezalandırılmalarına ilişkin Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nin 16.09.2005 günlü kararı, sanıklar … ve … savunmanlarının temyizi üzerine Dairemizin 06.11.2012 tarihli kararı ile sanıklar … ve … yararına bozulmuş, yerel Mahkeme bozmaya uyup yargılamaya devam etmiş ve kararı temyiz etmeyen … yönünden bozmanın sirayetine karar vererek cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkemenin bu hükmü sanık … savunmanı tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz davasının açılabilmesi için bu konuda bir isteğin bulunması gerekir. Sanıklardan birinin temyiz istemi, diğerinin de istemi yerine geçmez. Kanun yoluna başvuru talebi yoksa verilen karar kesinleşerek, kesin olmanın hukuki sonuçlarını doğurur. Temyiz etmeyen sanıkların, hükmü temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılması adalete aykırı olduğundan, yasa koyucu, adli yanılgıları önleme ve adaleti sağlamak için genel kurallardan ayrılmış; temyiz isteminde bulunulmuş gibi inceleme yapılmasında yarar görmüş ve “bozmanın sirayeti” müessesesini kabul etmiştir. Sirayetin söz konusu olduğu durumlarda, bozma ilamı üzerine verilen uyma kararı ile temyiz etmemiş sanıklar duruşmaya çağrılarak (lehe bozmalarda tebligat yapılarak) haklarında kesin hüküm kaldırılıp yeniden hüküm kurulması gerekmektedir. 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesine göre, sanık bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır. Ancak, temyiz etmişcesine faydalanmanın kabul edilmesi, bu kimsenin bozmadan sonra yeniden verilecek yeni ve son kararı da temyiz edebilmesine olanak tanımamaktadır. Çünkü, sirayet, yasa gereği kabul edilmiş bir haldir. Bu bağlamda sanık sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi - Karar : 2018/2394).
Aynı Konuda HAGB veya Farklı Hüküm Verilmesi Halinde Temyiz İncelemesi
Sanık hakkında pencere demirini kırarak ve kozmetik ürünleri yakarak mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Gerçek içtimanın istisnalarından biri olan zincirleme suçta münferit olarak değerlendirildiğinde birden fazla suç söz konusudur. Ancak, suç ve ceza siyaseti açısından zincirleme suçun varlığı hâlinde bir cezanın verilmesi ve bu cezanın belli bir oranda artırılması suretiyle suç ve cezada orantılılık ile hakkaniyet ilkelerinin hayata geçirilmesi amaçlanmıştır.
Zincirleme suçu oluşturan fiillerin hatalı olarak ayrı ayrı değerlendirilip, bir kısmı hakkında temyizi kâbil bir mahkûmiyet hükmü kurup, diğer kısmı hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği ve bu hüküm temyiz edildiği taktirde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını kaldırmak suretiyle fiilin bütünü ve bunlarla ilgili olarak verilen bütün hükümleri kapsar biçimde temyiz incelemesi yapmak gerekir. ( Y. 13. CD’nin 14.01.2020 günlü, 9193-629 Esas ve sayılı kararında olduğu gibi…)
Aynı şekilde gerçek içtimanın diğer bir istisnası olan bileşik suçta; suçun alt bileşenlerinin hatalı bir biçimde ayrı ayrı değerlendirilip bileşen suçlardan herhangi birisi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi hâlinde, bu karar itirazı kabildir, düşüncesiyle temyiz denetimi dışında bırakılmamalıdır. Nitekim Dairemiz, yağma suçunda tehdit, yaralama ve/veya konut dokunulmazlığını bozma suçları ile hırsızlık suçu birlikte yağma suçunu oluşturduğu hâlde yanlış nitelendirmeyle, hırsızlıktan temyizi kâbil bir mahkûmiyet hükmü kurup, diğer suçlardan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını kaldırmak suretiyle fiilin bütünü ve bunlarla ilgili olarak verilen bütün hükümleri kapsar biçimde temyiz incelemesi yapmaktadır. (Örn; Y. 13. CD’nin 03.07.2019 günlü, 1381-11817 esas ve sayılı kararında olduğu gibi…)
Somut olayda, sanığın katılana karşı aynı zamanda gerçekleştirdiği ikamete girmek için pencere demirine zarar verme ve kozmetik ürünlerini sobada yakmak suretiyle işlediği mala zarar verme eylemlerinin, tek bir mala zarar verme suçunu oluşturacağı, sanığın pencere demirini kırarak mala zarar verme eyleminde, sanık hakkında nitelikli mala zarar verme suçundan temyizi kâbil bir cezayla mahkûmiyetine ilaveten kesin olarak adli para cezası da verilmiş ise de; kesin olarak verilen bu karar kaldırılıp temyiz incelemesi kapsamına alınarak yapılan incelemede;
Mala zarar verme suçunun nitelikli hâllerinin düzenlendiği TCK’nın 152. maddenin 2. fıkrasının a) bendine göre, fiilin “yakarak, yakıcı veya patlayıcı madde kullanarak” işlenmesi hâlinde, … verilecek ceza bir kat artırılır ve re’sen takibat yapılır.
Ancak; hükmün gerekçesinde de “Bu nitelikli hâllerin kabulünde, mala zarar verme suçunun işleniş şeklinin ortaya çıkardığı tehlikeli durum gözönünde bulundurulmuştur.” denilerek yakma suretiyle işlenen mala zarar suçunun nitelikli hâl oluşturduğunun kabul edilebilmesi için bu fiilin işlenmesi dolayısıyla kamu güvenliği bakımından somut bir tehlikenin ortaya çıkması gerekir. Diğer bir ifadeyle salt yakma fiilinin nitelikli hâl olarak kabulü mümkün değildir. Sanığın müştekiye ait eve girmek için pencere demirine zarar verdiği ve içeride bulunan müştekiye ait kozmetik ürünlerini sobaya atmak suretiyle yaktığı olayda, kamu güvenliği açısından somut bir tehlikenin ortaya çıkmaması nedeniyle mala zarar verme fiillerinin bir bütün hâlinde TCK’nın 151/1. maddesi kapsamında tek bir mala zarar verme suçunu oluşturduğunun kabulü gerekir.
Sanık hakkında TCK’nın 151/1. maddesi kapsamında mala zarar verme suçundan bir kez ceza tayini ve aynı Kanun’un 61. maddesindeki, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı kriterleri gözetilerek temel ceza belirlenirken alt sınırdan ayrılınması ile yetinilmesi gerekirken, sanık hakkında yazılı şekilde ayrı ayrı mahkûmiyet hükümleri kurulması, bozma nedenidir (Yargıtay 13. Ceza Dairesi - Karar:2020/2726).
(7) Günlük Temyiz Nedenlerini Bildirir Ek Dilekçe Süresinin Hesaplanması ve Önemi
Bu aşamada uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için (7) günlük temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe süresinin nasıl hesaplanması gerektiği üzerinde durulmalıdır.
I- Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yüzüne karşı açıklanmışsa;
a- On beş (15) günlük temyiz süresi içerisinde temyiz başvurusunda bulunan taraf, bu süre içerisinde temyiz nedeni bildirmemiş ise gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi (7) gün içerisinde temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe vermelidir.
b- On beş (15) günlük temyiz süresi içerisinde temyiz başvurusunda bulunan taraf, bu süre içerisinde temyiz nedeni bildirmiş olsa dahi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi (7) gün içerisinde temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe verebilir.
II- Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa;
a- Gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on beş (15) günlük temyiz süresi içerisinde temyiz başvurusunda bulunan taraf, bu süre içerisinde temyiz nedeni bildirmemiş ise temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden itibaren yedi (7) gün içerisinde temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe vermelidir.
b- Gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on beş (15) günlük temyiz süresi içerisinde temyiz başvurusunda bulunan taraf, bu süre içerisinde temyiz nedeni bildirmiş olsa dahi temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden itibaren yedi (7) gün içerisinde temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe verebilir.
III- Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yüzüne karşı açıklanmış ancak gerekçeli kararın tebliği on beş (15) günlük temyiz süresi içerisine rastlamışsa;
a- Temyiz süresi içerisinde temyiz başvurusunda bulunan taraf, temyiz nedeni bildirmemişse, temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçeyi, temyiz başvurusu için belirlenen süre içerisinde yahut bu sürenin bitmesinden itibaren yedi (7) gün içerisinde vermelidir.
b- Temyiz süresi içerisinde temyiz başvurusunda bulunan taraf, temyiz nedeni bildirmişse, temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçeyi, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden itibaren yedi (7) gün içerisinde de verebilir (Ceza Genel Kurulu 2022/264 E. , 2022/530 K.).
Gerekçeli Karar Tebliğ Mazbatasında Meşruhat Şartına Uyulmaması
Anayasanın 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrası, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 Sayılı Kanun) 34 üncü maddesinin ikinci fıkrası ve 232 nci maddesinin altıncı fıkrası gereğince, kararlar ve hükümlere karşı başvurulabilecek yasa yolları, süreleri, sürelerin ne zaman başlayacağı, başvuru mercii, şekli ve sonuçlarının, kuşkuya yer vermeyecek şekilde ilgililere açıkça bildirilmesinin gerekmesi, anılan Kanun’un 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında “Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.” şeklinde, aynı Kanun’un 295 incii maddesinin birinci fıkrasında “Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir” biçiminde düzenlemeler bulunması, sanık …‘ın 31.08.2021 tarihli yasal süresinde vermiş olduğu temyiz dilekçesinin hükmün hukuki yönüne ilişkin bir sebep içermemesi, kararın son bölümünde veya gerekçeli karar tebligat mazbatasında, temyiz başvurusunda hükmün neden dolayı bozulmasının istendiğine dair temyiz sebebi gösterilmesinin zorunlu olduğuna, gösterilmemesi halinde ise temyiz isteminin reddedileceğine dair bildirimi içeren ihtaratın yer almadığının anlaşılması karşısında; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.03.2021 tarihli ve 2019/9.MD-554 Esas, 2021/117 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere, hak kaybının önlenmesi bakımından sanık … ve müdafiine yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yapılacak meşruhatlı tebligatla, tebliğden itibaren yedi günlük süre içerisinde, yasal düzenlemeye uygun şekilde temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe verebileceği, aksi halde sebep yokluğundan temyiz isteminin reddedileceği hususunda ihtar yapılmasının gerektiği anlaşılmıştır (Yargıtay 10. Ceza Dairesi 2023/2630 E. , 2023/4097 K.).
Temyiz İncelemesinin Kapsamı Nasıl Olmalıdır?
Türk Ceza Muhakemesine istinaf kanun yolunun getirilmiş olması, temyiz mahkemesinin önceden olduğu gibi somut temyiz denetiminin elverdiği ölçüde maddi soruna girmesine engel oluşturmayacak, temyiz kanun yolunda somut dava üzerinden içtihatlarla birliği sağlayacak olan Yargıtay, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir etme yetkilerini de dikkate alarak bu delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görebileceği ve inceleyebileceği maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıklar üzerinden bozma kararı verebilecektir.
Burada ifade etmek gerekir ki; ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin uyguladığı maddi ceza normlarının hukuka uygun olması, maddi olayın doğru ve eksiksiz bir şekilde tespit edilerek bu tespite uygun olan maddi hukuk normlarının uygulanmasına bağlıdır. Başka bir ifadeyle, maddi sorun ile maddi hukuk normlarının bu ayrılmaz niteliğinden dolayı uygulanan maddi hukuk normlarının hatalı olduğu iddiasıyla yapılan temyiz başvurularında hükmün hukuki yönden denetiminin maddi sorundan ayrılması mümkün değildir. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması sonucunda maddi sorunun da hatalı şekilde belirlendiği hâllerde dosyaya yansıyan tüm delillerle birlikte maddi sorun irdelenmeksizin hükmün hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi söz konusu olamayacaktır. Kaldı ki, Kanun’da Yargıtayın temyiz denetimi sırasında maddi sorunu inceleyemeyeceğine ilişkin bir hüküm de mevcut değildir. 5271 sayılı CMK’nın “Yargıtayca davanın esasına hükmedilecek hâller, hukuka aykırılığın düzeltilmesi” başlıklı 303. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, olayın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraate veya davanın düşmesine ya da alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunmasının gerektiği durumlarda, Yargıtayın, davanın esasına hükmedebileceği belirtilmiş olup bu düzenlemeye göre ilk derece veya bölge adliye mahkemelerinin tespitlerinin hukuki denetim yapılmasına olanak vermeyecek ölçüde yetersiz olması hâlinde maddi sorunun tespiti ve buna bağlı olarak maddi ceza normunun doğru tatbik edilmesi bakımından Yargıtayın eksik araştırma nedeniyle bozma kararı verebilecek olması, hukuki denetimin, o ana kadar yapılan tespitlerin, normun olaya uygulanması için yeterli dayanak oluşturup oluşturmadığı hususunu da içerdiği sonucunu doğurmaktadır.
Yargıtay, temyiz kanun yoluyla ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı ve aynı biçimde uygulanmasını yani içtihat birliğini sağlar. 5271 sayılı CMK, ilk derece yargılaması ile temyiz yargılaması arasına istinafı yerleştirerek, hem Yargıtayın içtihat mahkemesi konumunu güçlendirmeyi hem de mahkemelerin son kararlarının yalnızca hukuki sorun değil, maddi sorun açısından da sağlıklı bir şekilde denetlenmesinin yolunu açmayı öngörmüştür. Bununla birlikte ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Anayasanın 138. maddesi de tüm hâkimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vereceklerini hükme bağlamıştır. Bu nedenle ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinde yapılmakta olan yargılama sonucunda ulaşılma imkânı bulunan bütün deliller ele alınıp değerlendirilmeden karar verilmesi, maddi sorunun doğru olarak tespit edilmemesi, dosyada mevcut delillerle maddi soruna ilişkin tespitlerin uyumlu olmaması gibi nedenlerle yazılı hukuka, evrensel hukuki değerlere, akla, bilime ve tecrübe kurallarına aykırı olacak şekilde maddi olay değerlendirmesinin hatalı olarak belirlendiği hâllerde adaletin tam olarak gerçekleşmesi amacı da gözetilerek Yargıtayın, hükmün hukuki yönüne ilişkin olan ve hükme etki eden maddi olay değerlendirmesindeki hukuka aykırılıkları da temyiz yoluyla incelemesi gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır (Ceza Genel Kurulu 2021/56 E. , 2022/5 K.).
Avukat Baran Doğan
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.