0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Meşru Müdafaa (Savunma) ve Zorunluluk Hali Nedir? (TCK 25)

Meşru müdafaa, diğer bir deyişle meşru savunma, kendisine veya başkasına yönelmiş haksız bir saldırıya karşı o anki durum ve imkanlarla saldırı ile orantılı bir şekilde saldırıyı engellemek için işlenen fiildir. Ceza hukukunda meşru savunma, bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmektedir (TCK m.25). Saldırıyı defetmek için orantılı karşı güç kullanan kimse, meşru müdafaa hükümleri gereği cezalandırılmaktan kurtulur. Maruz kaldığı haksız saldırının etkisi altında, “heyecan, korku ve paniğe” kapılarak meşru müdafaa sınırlarının aşılması halinde dahi faile ceza verilmez (TCK m.27).

Zorunluluk hali; kendisinin veya başkasının bir hakkına yönelik ağır ve muhakkak bir tehlikeye karşı başka suretle korunma olanağı bulunmaması şartıyla tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu altında işlenen fiilleri ifade eder (TCK m.25/2). Örneğin, sokakta bir kimseye silahla ard arda ateş edildiğini gören üçüncü bir kişinin silahla ateş eden kişiyi durdurmak amacıyla, arabasıyla çarparak ölümüne neden olması halinde, arabayla çarpan kişi zorunluluk hali içerisinde fiili işlediğinden cezalandırılamaz. Ceza hukukunda zorunluluk hali, “ıztırar hali” olarak da ifade edilmektedir.

Meşru Müdafaanın (Savunma) Şartları (TCK 25)

Meşru müdafaa, belli şartların bir arada bulunması halinde gerçekleşir. Ayrı ayrı hem saldırıya ilişkin hem de savunmaya ilişkin şartların bir bulunması gerekir. TCK md. 25 çerçevesinde meşru savunma şartları şunlardır:

Meşru Müdafaada Saldırıya Dair Şartlar

Saldırıya dair şartlar, tamamen karşı taraftan kaynaklanan ve saldırının ağırlığını bu çerçevede yapılacak savunmanın sınırlarını çizen şartlardır. Bu şartlar şunlardır:

Meşru Savunma Hali İçin Bir Saldırı Bulunmalıdır

Meşru savunmanın ilk koşulu bir saldırı bulunmasıdır. Saldırı kavramını geniş anlamak gerekir. Başladığı takdirde savunma yapma imkanını ortadan kaldıracak veya savunma yapmayı güçleştirecek bir saldırı başlamış bir saldırı olarak değerlendirilmektedir. Yine, bittiği halde tekrarlanmasından endişe duyulan bir saldırı da henüz sona ermemiş bir saldırı olarak kabul edilmektedir. Bu ihtimallerin tamamında saldırı vardır ve meşru savunma hakkının kullanılabilmesi için ilk koşul gerçekleşmiştir.

Meşru Müdafaa İçin Haksız Bir Saldırı Bulunmalıdır

Faile veya başkasına yönelen saldırı, haksız nitelikte bir saldırı olmalıdır. Saldırının meşru bir gerekçesi varsa, failin meşru müdafaa hükümlerinden yararlanması mümkün değildir. Örneğin, intihar etmek isteyen bir kimseye müdahale ederken güç kullanılması halinde, intihar eden şahsın kendisini engellemeye çalışan kişiye karşı savunma yaparak darp etmesi halinde, darp fiili için meşru müdafaa hükümleri uygulanamaz.

Saldırı Meşru Müdafaa İle Korunabilecek Bir Hakka Yönelmeli

Meşru müdafaanın amacı bir hakkı korumak olmalıdır. Bu nedenle saldırının meşru müdafaa ile korunabilecek bir hakka yönelik olması gerekir. Failin, meşru savunma ile korunması mümkün olmayan bir hakkı koruması halinde meşru savunma hükümlerinden yararlanması mümkün değildir. Örneğin, komşusunun arazisinde sahip olduğu geçit hakkının kapatılmasına karşı komşusunu darp eden fail meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz. Çünkü saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yapılmamıştır.

Meşru savunma ile korunmak istenen hakkın faile veya bir başkasına ait olmasının hiçbir önemi yoktur.

Meşru Müdafaada Saldırı ile Savunma Eşzamanlı Olmalı

Meşru müdafaa, faile yapılan saldırıyla aynı zamanda yapılmalıdır. Savunma ile saldırı aynı zamanda gerçekleşmemişse meşru savunma hükümleri uygulanamaz. Saldırı başlamadığı veya başlama ihtimalinin düşük olduğu hallerde veya saldırının bittiği hallerde meşru savunma hakkı kullanılamaz.

Meşru Müdafaada Savunmaya Dair Şartlar

Meşru müdafaa, hem saldırı açısından hem de müdafaa açısından uygulama yapılırken her fiil için ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken bir kurumdur. Savunmaya ilişkin koşullar, saldırıya ilişkin şartlarla aynı anda vücut bulmalıdır. Bu şartlar şunlardır:

Meşru Müdafaa İçin Savunma Zorunlu Olmalıdır

Saldırıdan savunma yapmadan başka bir şekilde kurtulmak mümkünse, fail meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz. Failin içinde bulunduğu durum ve şartlarda, savunma yapmak saldırıdan kurtulmak için gerekli olmalıdır.

Meşru Savunma Saldırana Karşı Yapılmalıdır

Fail, saldırıyı yapan kişiye karşı meşru savunmada bulunabilir. Saldırıyla ilgisi olmayan üçüncü kişilere karşı yapılan eylem, meşru savunma eylemi olarak kabul edilemez. Örneğin, A ve B adında iki kardeş yolda yürürken, A yolda karşılaştığı C kişisiyle tartışarak C’ye saldırmış ve darp etmiştir. B kavgaya karışmamasına rağmen C de B’yi darp etmiştir. C şahsı burda meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz. Çünkü meşru savunma fiilini saldırana değil, saldıranın kardeşi olan B’ye yapmıştır.

Meşru Müdafaada Saldırı ile Savunma Orantılı Olmalıdır

Ceza hukukunun uygulamada en tartışma yaratan konularından biri savunma ile saldırı arasında orantılılık ilkesine uyulup uyulmadığı hususudur. Saldırı ile savunma orantılı olmadığı takdirde meşru müdafaa hükümleri uygulanmaz. Savunmada aşırıya kaçılması halinde fail ya haksız tahrik hükümlerinden ya da meşru savunmada sınırın aşılması hükümlerinden yararlanabilir. Örneğin, kendisine yumruk atan birini silahla vurup öldüren kişi meşru müdafaa şartları gerçekleşmediği için yalnızca haksız tahrik indiriminden yararlanabilir.

Meşru Müdafaa ve Haksız Tahrikte Cezalandırma

Failin eylemi meşru müdafaa şartları içinde gerçekleşmişse, fail cezalandırılamaz. Ancak failin eylemi meşru savunma sınırlarını aşmakla birlikte haksız bir tahrikin neden olduğu hiddet ve elemin etkisi altında vuku bulmuşsa, bu durumda haksız tahrik hükümleri gereği failin cezasından ceza indirimi yapılır.

Haksız tahrik, işlenen fiili meşru müdafaa gibi hukuka uygun hale getirmez, sadece ceza indirimi hakkı sağlar.

Meşru Savunmada (Meşru Müdafaada) Sınırın Aşılması

Savunma meşru müdafaa şartları bulunduğu sırada başladığı halde, orantılılık ilkesinin ihlali nedeniyle fiilin meşru savunma olarak kabul edilmediği hallerde “meşru savunmada sınırın aşılması” söz konusu olur. Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise fail cezalandırılmaz. Meşru savunmada sınırın aşılması halinde ceza verilmemesi için gereken şartlar şunlardır:

  • Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
  • Meşru savunma yapabilmek için zorunlu olan saldırıya ilişkin şartların tümünün mevcut olması,
  • Meşru savunmaya ilişkin koşullardan “ölçülülük ya da orantılılık” koşulunun, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,
  • Meşru müdafaa sınırının aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.

Kişi saldırıya uğraması nedeniyle bir korku, telaş ve endişenin içine düşmektedir. Böylece failin davranışlarını yönlendirme yeteneğinde bir azalma meydana gelmektedir. Failin içinde bulunduğu psikolojik ortam meşru savunmada sınırın aşılıp aşılmadığının tespitinde önem kazanır. Eğer fail, korku ve telaşla değil de bir kin ve intikam duygusuyla saldırıya cevap verirse meşru savunmada sınırın aşılmasından değil haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasından bahsedilebilir.

Meşru müdafaada sınırın aşılması şartlarının tümünün bir arada gerçekleşmesi halinde faile ceza verilmez. Özellikle kasten adam öldürme suçu işleyen failin meşru savunma sınırları içinde hareket edip etmediği ceza avukatı tarafından titizlikle değerlendirilmelidir.

Ceza Hukukunda Zorunluluk Hali (TCK 25/2)

Meşru müdafaada failin kendisine veya başkasına yöneltilmiş bir “haksız saldırı” , zorunluluk halinde ise failin kendisine veya başkasına yöneltilmiş “ağır ve muhakkak bir tehlike” söz konusudur. Fail, tehlikeden kurtulma veya başkasını kurtarma zorunluluğu altında hareket etmektedir. Örneğin, çocuğu ağır hastalanan ve mali durumu kötü olduğu için sağlık giderini karşılayamayacak bir annenin başkasına ait sağlık karnesini kullanarak çocuğunu tedavi ettirmesi halinde, annenin fiili zorunluluk halinden kaynaklandığından kendisine ceza verilmez.

Yerleşik Yargıtay kararlarında zorunluluk halinin varlığının kabul edilebilmesi için “tehlikeye ve korunmaya ilişkin” şu şartların birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır:

  • Zorunluluk hali” kapsamında tehlikeye ilişkin şartlar şunlardır;

    • a) Devam eden ağır ve muhakkak bir tehlike olmalıdır.

    • b) Tehlike bir hakka yönelik olmalıdır.

    • c) Tehlikeye bilerek neden olunmamalıdır.

  • Zorunluk hali” kapsamında korunmaya ilişkin şartlar şunlardır;

    • a) Tehlikeden başka türlü kurtulma imkanı bulunmamalıdır.

    • b) Tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmalıdır.

    • c) Failin tehlikeye karşı koyma görevi bulunmamalıdır.

5237 sayılı TCK’da zorunluluk hali bir hukuka uygunluk sebebi şeklinde değil, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak düzenlenmiştir. Yani, zorunluluk hali kapsamından işlenen fiil kasten işlendiğinden suç meydana gelir, ancak fail kusurlu kabul edilmediği için kendisine ceza verilmez.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 223/3-b maddesine göre, zorunluluk hali altında suç işleyen fail hakkında “beraat” değil, TCK’nun 25/2 maddesi gereğince “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilmelidir.

Meşru Müdafaa (Savunma) ve Zorunluluk Hali Yargıtay Kararları


Meşru Savunmada Sınırın Aşılması Koşulları

Meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1- Saldırıya ilişkin şartlar:

a) Bir saldırı bulunmalıdır. Saldırının var olmasını geniş olarak anlamak, başlayacağı muhakkak olan ve başladığı takdirde savunmayı imkânsız kılacak veya güç hale getirecek bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak zorunludur.

b) Bu saldırı haksız olmalıdır.

c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.

d) Saldırı ile savunma eşzamanlı bulunmalıdır.

2- Savunmaya ilişkin şartlar:

a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.

b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.

c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, “sınırın aşılması” söz konusu olabilmektedir. Sınırın aşılmasını 765 sayılı TCK’na göre oldukça farklı şekilde düzenleyen 5237 sayılı TCK’nun 27. maddesinde; “(1)Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” denilmektedir. Kanun maddesi ve gerekçedeki anlatımın aksine öğretide kabul edilen görüşe göre, “Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması” ibaresini “Hukuka uygunluk hallerinde sınırın aşılması” olarak anlamak gerekir. Nitekim 5271 sayılı CMK’nun hüküm çeşitlerini düzenleyen 223. maddesinin sistematiği de bu anlayışı desteklemektedir.

5237 sayılı TCK’nda dört hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiştir: meşru savunma, hakkın kullanılması, kanunun emrini ifa ve ilgilinin rızasıdır. Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın, “sınırın aşılması” bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp, TCK’nun 27. maddenin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddenin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden bir tanesidir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde “beraat” kararı değil, anılan maddenin 1. fıkrasına göre indirimli ceza veya 2. fıkrasına göre CMK’nun 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilecektir.

TCK’nun 27. maddesinin 1. fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de, bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır. Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır.

5237 sayılı TCK’nun 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması, 2- Saldırıya ilişkin şartların var olması, 3- Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük ya da orantılılık” şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması, 4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nun 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, “heyecan, korku veya telaşa” kapılarak meşru savunmanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alınıp değerlendirildiğinde;

Aynı yaşta olup, aynı köyde yaşamakta olan mağdur ve sanık arasında olaydan bir yıl kadar öncesine dayanan husumetin olduğu, olay günü hayvanlarını sulamak amacıyla yoldan geçmekte olan sanığa köy kahvehanesinde oturan mağdurun ters ters baktığı, sanığın hayvanlarını suladıktan sonra dönüşü sırasında mağdurun bu kez önüne geçerek; “geçen sene yediğin dayaktan akıllanmadın herhalde” dediği, sanığın üzerine saldırarak onu yere yatırdığı ve yerde üzerine çıkarak vurmaya ve boğazını sıkmaya başladığı, bu sırada mağdurun kardeşi Burak’ın da mağdura yardım ederek sanığın ayaklarını tuttuğu, sanığın tüm çabasına rağmen saldırıdan kurtulmayı başaramadığı, sanığın üzerinde bulunan mağdurun, boğazını sıkmak ve vurmak suretiyle saldırısını devam ettirdiği, sanığın devam eden saldırıdan kurtulmak amacıyla köy hayatında yanında bulundurmasının mutad olduğu 8 cm. uzunluğundaki çakı bıçağını sağ cebinden tek eliyle çıkarıp açtığı ve üzerinde bulunan mağdura rastgele sallaması sonucunda mağdur Barış’ın sol koltuk altı bölgesinden yaralandığı, mağdurun üzerinden kalkmasını sağlamak için sanığın çakı bıçağını bu kez mağdurun bacağına doğru salladığı, mağdurun dizinde çizik oluşturacak şekilde yaralanma meydana geldiği, sanığın bu şekilde yaralanan mağdur Barış’ın altından kurtulduğu, yaralanması nedeniyle saldırısını sona erdiren mağdur Barış’a karşı sanığın engel bir neden olmamasına rağmen eylemini devam ettirmediği ve olay yerinden uzaklaştığı, mağdurun sol arka taraftaki göğüs boşluğuna nafiz ve akciğer yaralanması nedeniyle hayati tehlike geçirecek, sol diz bölgesindeki çizik şeklindeki yaralanması nedeniyle de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı, sanığın olaydan beş gün sonra kendiliğinden gelerek teslim olmasından sonra alınan adli raporunda; boyun bölgesinde yaygın iyileşmiş sıyrık izleri, sağ kulak arkasında şişlik, sol omuzda ekomotik alanlar, bel bölgesinde iyileşmeye başlamış ekimozlar, başın arka kısmında ağrı ve hassasiyet tespit edildiği anlaşılmaktadır.

Bu şekilde meydana gelen olayda, sanığın hukuka uygunluk nedenlerinde sınırı aşıp aşmadığının belirlenebilmesi için öncelikle meşru savunma şartlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gereklidir. Mağdur Barış’ın sanığı yere yatırdıktan sonra ona vurması, boğazını sıkmaya başlaması ve mağdurun kardeşi Burak’ın sanığın mukavemet etmesini engelleyecek şekilde ayaklarından tutması karşısında, sanığın bu haksız saldırı nedeniyle kendisini savunma hakkı doğmuştur. Ancak sanığın cebinden çıkardığı çakı bıçağı ile, kendisine saldıran mağduru yaralamaya yönelik olarak hayati bölgeleri dışında, örneğin bacaklarına doğru vurarak saldırıyı defetmesi mümkün iken mağdurun göğüs bölgesine doğru rastgele çakı bıçağını sallaması sonucu mağduru göğüs boşluğuna nafiz ve akciğer yaralanması oluşturacak şekilde yaralaması eyleminde, saldırı ve savunmaya ilişkin diğer şartların bulunduğunda şüphe bulunmamakta ise de, “gerçekleştirilen savunmanın, maruz kalınan tecavüzü defedecek ölçüde olması” yani “saldırı ile savunma arasında oran bulunması” şartı gerçekleşmediğinden, meşru savunmanın şartlarının oluştuğundan sözedilemez. Başka bir anlatımla, savunma ile saldırı arasındaki denge savunma lehine bozulmuş, dolayısıyla da ölçülülük ya da orantılılık ilkesi ihlal edilmiştir.

Savunmanın, meşru savunma şartlarında başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilemeyeceğine göre bu durumda, TCK’nun 27. maddesinde düzenlenen “sınırın aşılması”nın söz konusu olup olamayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir. Sanığın, mağdurun göğüs bölgesine doğru çakı bıçağını rastgele salladığı ve sınırın kastla aşıldığı sabit olduğuna göre, maddenin 1. fıkrasının olayda uygulanma şartlarının bulunmadığı açıktır.

Kanun koyucu tarafından sadece meşru savunmaya ilişkin olarak kabul edilen ve anılan maddenin 2. fıkrasında düzenlenen mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelen nedenlerle sınırın aşılmasının olayda uygulanmasının söz konusu olup olamayacağına gelince; sanığın aralarında geçmişe dayalı husumet bulunan mağdurun kendisine saldırarak yere yatırması, vurmaya ve boğazını sıkmaya başlaması, mağdurun kardeşi Burak’ın da ayaklarından tutması nedeniyle tüm çabasına rağmen ellerinden kurtulamaması göz önüne alındığında, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aşıldığının kabulü zorunludur. Sanığın, maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durum olup, somut olayda TCK’nun 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir. Bu nedenle, TCK’nun 27/2 ve CMK’nun 223/3-c maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, yerel mahkemece sanığın tahrik altında kasten öldürme suçuna teşebbüsten yazılı şekilde cezalandırılmasına karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar: 2013/264 ).

Kendisini ve Köpeğini Koruma “Zorunluluk Hali” Nedeniyle Havaya Ateş Açma

07.08.2006 tarihinde saat 22.20 sıralarında bir şahsın Yıldızeli Karşıyaka Mahallesi Tokat yolu kavşağında av tüfeği ile havaya ateş ettiğinin polis haber merkezine ihbar edilmesi üzerine olay yerine giden polis memurlarınca sanığın saat 22.40’da ihbarda belirtilen yerde suçta kullandığı tüfek ile birlikte yakalandığı, yapılan adli muayenesinde alkollü olmadığının tespit edildiği, olay yerinde anayol üzerinde 3 adet boş kovanın bulunduğu, sanığın aşamalarda özetle; evinin önünde kendi köpeği ile sokak köpeklerinin boğuştuğunu ve köpeğinin yaralandığını, ayırmak isteyince köpeklerin üzerine geldiğini, bu nedenle kendisini ve köpeğini korumak amacıyla evden ağabeyi H. Kızgın’a ait tüfeği alarak havaya doğru 3 el ateş ettiğini savunduğu anlaşılmıştır. (Sanık kasten genel güvenliğin tehlikeye düşürülmesi suçu nedeniyle cezalandırılmıştır.)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.02.2004 gün ve 26-39 sayılı kararında “kendisine saldıran başıboş köpeğe zaruretten dolayı bir el ateş eden”, 24.10.1977 gün ve 332-375 sayılı kararında ise “rastladığı bir kavgayı ve husulü mümkün vahim olayları önlemek ve polisi davet maksadıyla meskun mahalde havaya ateş eden” sanıkların zaruret hali nedeniyle meskun mahalde nedensiz ateş etmek suçundan cezalandırılamayacakları kabul edilmiştir.

İlçe dışında, nispeten yerleşimin az olduğu bir mahallede oturduğu anlaşılan sanığın geceleyin evinin önünde köpeğine saldırıp yaralayan sokak köpeklerini uzaklaştırmak için tüfekle havaya doğru 3 el ateş etmesinden ibaret eyleminde TCK’nun 25/2. maddesi kapsamında bir zorunluluk hali mevcut olup faile ceza verilmesi mümkün değildir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar : 2013/64).

Polisin Meşru Savunma Sınırını Kast Olmaksızın Aşması

Hırsızlık yaptıkları anlaşılan ve haklarında hırsızlık suçundan da yargılanan katılan ve arkadaşı …‘in olay sırasında görevli polis memurlarının dur ihtarına uymayarak kaçtıkları, silah kullanma konusunda eğitim almış bulunan sanığın kaçan failleri yakalamak amacıyla içinde oldukları aracı durdurmak için tekerlerine ateş etme imkanı bulunmasına rağmen, kendisinin de yaralanması sebebiyle heyecanlanarak meşru savunma sınırını kasıt olmaksızın aşarak aracın içine doğru ateş ettiği ve katılanı yaraladığı anlaşıldığından, 27/1. maddesi delaletiyle 89/1-3, 62. maddelerine göre cezalandırılması yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, olası kasıtla yaralama suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 3. Ceza Dairesi - Karar: 2016/19864).

Saldırıyı Defetmek Amacıyla Yapılan Tehdit Meşru Savunma Olarak Değerlendirilmelidir

Eşi bir suçtan yargılanan şikayetçinin, duruşma sonunda karşı taraf vekili olan avukat C.. M..’a arkadan vurması ve devamında tekrar vurmaya kalkışması üzerine, sanık avukatın, katılanın bir elinden tutup diğer elini havaya kaldırarak “senin dişlerini kırarım, seni gebertirim” demesi biçiminde meydana gelen olayda; sanığın, kendisine karşı gerçekleştirilen ve tekrar gerçekleşmesi muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde def etmek amacıyla işlediği fiillerin TCK’nın 25/1. maddesine uyup uymadığının tartışılması gerektiği gözetilmeden, sanık hakkında haksız tahrik hükümleri uygulanmak suretiyle mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 4. Ceza Dairesi - Karar: 2015/38353).

Hastalığın Tedavisi “Zorunluluk Hali” Nedeniyle Soybağının Değiştirilmesi

Buna göre somut olayda; çocuğun ciddi bir hastalığının bulunduğunun farkedilmesi, halen devam etmekte olan, yaşam hakkıyla ilgili ağır bir tehlikenin varlığını göstermekte olup çocuğun hastalığının farkında olmadan onu yasa dışı yoldan evlat edinmeye kalkışan sanıkların sonradan ortaya çıkan bu duruma bilerek neden oldukları söylenemeyeceği gibi, ortada göğüs germe yükümlülüğü içerisinde değerlendirilebilecek bir hal de mevcut değildir; bununla birlikte, hastalığın acilen tedavi edilme zarureti, tedavi maliyeti, tedavinin ikamet edinilen şehirde yaptırılamıyor olması ve gerçek anneye ulaşılamaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, ortaya çıkan tehlikeyi başka türlü bertaraf etme olanağının bulunmadığının da kabulü gerekir, tehlikenin yaşam hakkına ilişkin olması itibarıyla korunma hareketiyle (sahte kayıt eylemiyle), tehlike arasında bir orantının bulunduğunda ise kuşku yoktur.

Açıklanan nedenlerle; sanıklar hakkında, unsurları oluşan “soybağını değiştirme” suçuyla ilgili olarak, koşulları bulunan “zorunluluk hali” nedeniyle, TCK’nın 25/2 ve CMK’nın 223/3-b maddeleri uyarınca “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde suç kastı bulunmadığından bahisle beraate hükmedilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 21. Ceza Dairesi - Karar : 2016/4500).

Zorunluluk Hali Nedeniyle Başkasına Ait Kimlik Bilgilerini Kullanma

Sanık ve suça sürüklenen çocuğun, sanık Dudu’nun ve doğacak çocuğunun sağlığını muhakkak ve acil bir tehlikeden kurtarma zorunluluklarının bulunduğunun anlaşılması karşısında, hayati önemi haiz nitelikte bir tehlikeyi önlemek amacıyla, başkasına ait kimliğin kullanması şeklinde gerçekleşen eylemin, TCK’nın 25/2. maddesinde tanımlanan zorunluluk hali kapsamında kaldığı gerekçesiyle CMK’nın 223/3-b maddesi gereğince sanık ve suça sürüklenen çocuk hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiştir (Yargıtay 23. Ceza Dairesi - Karar : 2015/6736).

Süren Saldırıyı Defetmek Amacıyla Meşru Müdafaa

Maktul ile fail arasında tarla konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Maktul, fail tarlada çalışırken silahını ve 28 adet fişeğini alarak tarlaya gitmiş, bunu haber alan fail jandarmaya bilgi vermiş ve içinde 4 fişek bulunan silahıyla kendisini maktulün geldiği yerin ters yönünde konumlandırmıştır. Maktul gelir gelmez silahını ateşlemiş, fail kolundan yaralanmış ve traktörlerinin camı da kırılmıştır. Fail maktulün bir daha silahına fişek doldurduğu sırada ateş ederek maktulü öldürmüştür. Fail hakkında meşru müdafaa nedeniyle kasten adam öldürme suçundan beraat kararı verilmelidir (Yargıtay 1. Ceza Dairesi – Esas No: 2013/2321, Karar No: 2014/5460, Tarih: 24.11.2014).

Kendisine Silah Doğrultulan Kişinin Meşru Savunma Hakkı

Maktul ile sanık akrabadır. Maktul olaydan önce sanığa “ortalıktan kaybolma bu gece senin mezarını kazacağım, seni öldüreceğim” şeklinde beyanda bulunmuş, olay günü de silahla failin lokantasının önüne gelerek faile silah doğrultmuştur. Fail ise silahını çekerek maktulü öldürmüştür. Sanık, kendisine karşı gerçekleşmesi muhakkak olan haksız saldırıyı o andaki durum ve şartlara göre saldırı ile orantılı biçimde defettiğinden, meşru müdafaa hükümleri gereği sanığın kasten adam öldürme suçundan beraatine karar verilmelidir (Yargıtay 1. Ceza Dairesi – Esas No: 2014/2272, Karar No: 2014/3418, Tarih: 09.06.2014).

Özürlü Çocuğu Olan Kişinin Zorunluluktan Kaçak Elektrik Kullanması

Somut olayda, katılan kurumun yazılarında da belirtildiği üzere sanık hakkında 14/11/2012 tarihinde sayaçsız kaçak elektrik kullandığına dair tutanak tutulduğu ve atılı suçun unsurlarının oluştuğu ancak sanığın savunmalarında ısrarla, özürlü çocuğu olduğunu, bu sebeple kesilen elektriği bağlayarak kaçak kullanmak zorunda kaldığını savunması karşısında, 5237 sayılı TCK’nın 25. maddesinde düzenlenen “zorunluluk haline ulaşan ağır ve acil bir ihtiyacı karşılama zorunluluğunun” bulunup bulunmadığı araştırılmadan eksik kovuşturma ile yazılı şekilde karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 2. Ceza Dairesi - Karar : 2017/2342).

Meşru Savunma ve Haksız Tahrik Şartları

Sanık Bülent, müşteki Ceyhan’ın eşiyle ilişkiye girmek için gündüz vakti polis kıyafetiyle ve silahıyla Ceyhan’ın evine girmiştir. Evde Ceyhan’nın küçük çocuğunun da bulunduğu, müşteki Ceyhan’ınn eve döndüğünde sanık Bülent’e saldırarak yaraladığı, sanık Bülent’in olayın oluşumunu önceden göze alıp sonuçlarını kabullendiği anlaşıldığından haksız eylemin Bülent’nin davranışından kaynaklandığı, bu nedenle sanık Bülent’e yönelen saldırının haksız olmadığı, sonuç olarak sanık Bülent’in Ceyhan’a karşı işlediği kasten adam yaralama suçunda meşru müdafaa şartlarının oluşmadığı kabul edilmelidir. Sanık Bülent, şartları varsa haksız tahrik indiriminden yararlanabilir (Yargıtay 3. Ceza Dairesi – Esas No: 2010/13738, Karar No: 2012/30870, Tarih: 20.09.2012).

Hırsızlık Suçunu Engelleme ve Meşru Savunma

Maktul ve arkadaşları, sanığa ait işyerinden mallarını çalmaya çalışmış, malları arabaya yüklemiş, bunu gören sanık da çalınan malları kurtarmak amacıyla maktule ateş etmiş ve maktulü öldürmüştür. Olayda mallarının çalınmasını önlemek için hareket eden ve kasten adam öldürme suçu işleyen sanık meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmalıdır (Yargıtay 1. Ceza Dairesi – Esas No: 2013/2791, Karar No: 2013/5664, Tarih: 10.10.2013).

Panik, Korku ve Heyecan Nedeniyle Meşru Müdafaada Sınırın Aşılması

Sanık ile mağdur arasında geçmişe dayalı husumet vardır. Mağdur sanığı yolda görüp önüne çıkmış, yere yatırıp vurmuş ve boğazını sıkmaya başlamış, mağdurun kardeşi de bu sırada hareket etmesini engellemek için sanığın ayaklarını tutmuştur. Sanık tüm çabasına rağmen kurtulamayınca cebindeki çakıyı çıkararak mağduru göğüs bölgesinden yaralamıştır. Meşru müdafaada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aşıldığı anlaşılmaktadır. Sanığın, maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durumdur. Somut olayda TCK’nun 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir. Sanığın meşru müdafaada sınırın aşılması nedeniyle kasten adam öldürmeye teşebbüs suçundan beraatine karar verilmelidir (Yargıtay Ceza Genel Kurul Kararı – Esas No: 2012/1-1286, Karar No: 2012/1-1286, Tarih: 28.05.2013).

Meşru Savunmada (Müdafaada) Sınırın Aşılması ve Haksız Tahrik Arasındaki Fark

5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunmada sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1- Meşru müdafaa ile korunabilecek bir hakkın bulunması, 2- Saldırıya ilişkin şartların var olması, 3- Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük” şartının, savunma lehine ihlal edilmek suretiyle sınırın aşılması, 4- “Sınırın aşılması”nın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi,

Gerekmekte olup, tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru müdafaada sınırı aşan faile CMK’nun 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda; kişinin maruz kaldığı saldırı nedeniyle içerisine düştüğü korku, telaş ve şaşkınlık dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru müdafaada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılamayacağı kabul edilir. Dolayısıyla burada belirleyici olan, maruz kalınan saldırının kişiyi içerisine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi, sırf maruz kaldığı saldırının etkisi altında, “heyecan, korku ve paniğe” kapılarak meşru müdafaa sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşın; sırf saldırının etkisiyle değil de, saldırıdan kaynaklanmış olsa dahi öfke ve gazap gibi nedenlerle sınırı aştığında ise aynı korumadan faydalanamayacaktır. Başka bir deyişle, sınırın aşılması konusunda failin o anda içerisinde bulunduğu ruh halini adil bir tarzda göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Yani failin niyeti, fiilin icra tarzına ve ruh haline göre ciddi bir saldırının defedilmesinden ziyade, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru müdafaanın sınırlarını aşma değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 10.12.2013 gün ve 60-603; 05.10.2010 gün ve 175-182 ile 31.03.2009 gün ve 201-81 sayılı kararlarda da aynı hususlara vurgu yapılmıştır.

Özü itibariyle meşru müdafaa, kendisi veya başkasının bir hakkına yönelmiş olan ve devam eden bir saldırının derhal def edilebilmesi için, failin gerçekleştirdiği fiillerden ötürü cezalandırılmamasını ifade eder. Meşru müdafaa halinde, mutlaka bir saldırı bulunması ve bu saldırının da kişinin hukuken korunmaya değer bir hakkına yönelmesi gerektiği göz önünde bulundurulduğunda, meşru müdafaa müessesesinin, “haksız tahrik” halini de kapsadığı ileri sürülebilir. Başka bir deyişle, haksız tahrikte yer alan “haksızlık unsuru” meşru müdafaanın şartlarından olan “saldırı”da da vardır. Buna karşılık, meşru müdafaada bulunan kişinin eylemi, saldırgan açısından haksız tahrik olarak değerlendirilemez. Zira hukuk düzenini ilk ihlal eden saldırganın kendisidir.

Meşru müdafaanın şartları kalktıktan sonra işlenen bir fiil söz konusu olduğunda ise; örneğin, saldırganın elindeki silahı atıp olay yerinden uzaklaştığı sırada, failin saldırganı yaralaması halinde, ortada devam eden bir saldırı söz konusu olmadığı için meşru müdafaa sözkonusu olmaz; bu halde sonlandırılmış olan ilk saldırıda bulunan kişinin bu hareketi nedeniyle ancak haksız tahrik hükümleri uygulanabilir. Böyle bir durumda fail, kendisini korumak için değil, sona ermiş olan saldırıdan duyduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisiyle hareket etmiş ve bir tepki neticesinde suçu işlemiştir.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.1984 gün ve 305-61 sayılı kararında bu husus; “yasal savunma koşulları kalktıktan sonra suç işleyen sanık hakkında TCY’nın 50 değil, 51/1. maddesinin uygulanması gerekir” şeklinde vurgulanmıştır. Bu durumda hâkim, sona ermiş bulunan saldırının niteliğini değerlendirerek olayda haksız tahrik indirimi yapabilecektir.

Daha önce yaşadıkları kavgaların etkisi ile maktulün gece vakti elindeki döner bıçağı ile saldırarak bir süre sanığı kovaladığı, maktulün ayağının takılarak yere düşmesi üzerine sanığın bundan yararlanarak durup ruhsatsız tabancasını çıkararak korkutmak için bir kez havaya bir kez de duvara doğru ateş ettiği, maktulün gizlendiği duvarın arkasından çıkarak tekrar sanığın üzerine gelmeye devam ettiği, bu kez sanığın 1-2 metre mesafeden tabanca ile bir kez ateş etmesi üzerine maktulün sol kaşı üzerinden isabet aldığı, bu aşamadan sonra sanığın bir kez de yakın mesafeden ateş ederek maktulün sırt bölgesinden yaralanmasına neden olduğu olayda;

Maktulün başına isabet eden atışın uzak atış olup karşı istikametten yapılmış olması, diğer atışın ise yakın atış mesafesinden sırtına doğru yapılması gözönüne alındığında sanığın üçüncü ve dördüncü atışları peş peşe yapmadığı, oluşa uygun bulunan bir kısım tanıkların da beyanlarında belirttiği üzere sanığın son atışını, maktul sağ kolu üzerine yere düştükten sonra yakın mesafeden sırtına doğru yaptığı kabul edilmelidir.

Buna göre, meşru savunma ya da meşru savunma sınırının aşılması düşünülebilir ise de, maktulün başına isabet eden atışla yere düştüğü ve etkisiz hale geldiği, döner bıçağının da elinden düşmesi nedeni ile saldırıyı etkisiz hale getirmiş olan sanığın gerekmediği halde yerde yatmakta olan maktulün hayati bölgesi olan sırtına yakın mesafeden bir el daha ateş ederek onu sırtından da vurması ve eylemin ölümle sonuçlanması dikkate alındığında sanığın saldırının etkisiyle değil, saldırıdan kaynaklanmış olsa da daha önceki ve olay esnasındaki saldırılara karşı duyduğu öfke ve gazap nedeniyle hareket ettiği, başka bir ifadeyle sanığın niyetinin kin duygusunu tatmine yönelik olduğu anlaşıldığından eylemin (meşru müdafaada sınrın aşılması değil) haksız tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar : 2015/314)

Cinsel Taciz Niteliğindeki Davranışlara Karşı 11 Bıçak Darbesi Vurulması

Kişinin, maruz kaldığı saldırı nedeniyle içerisine düştüğü şaşkınlık, korku ve telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru müdafaada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla belirleyici olan, maruz kalınan saldırının kişiyi içerisine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi, sırf maruz kaldığı saldırının etkisi altında, “heyecan, korku ve paniğe” kapılarak meşru savunma sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşın; sırf saldırının etkisiyle değil de, (saldırıdan kaynaklanmış olsa dahi) öfke ve gazap gibi nedenlerle sınırı aştığında ise aynı korumadan faydalanamayacaktır. Başka bir deyişle, sınırın aşılması konusunda failin o anda içerisinde bulunduğu ruh halini adil bir tarzda göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Yani failin niyeti, fiilin icra tarzına ve ruh haline göre ciddi bir saldırının defedilmesinden ziyade, kin duygusunu tatmine yönelik ise “meşru savunmanın” sınırlarını aşma değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanık, kendisinden otuz yaş büyük olan ve daha önceden çalıştığı iş yerinin müşterisi olması nedeniyle tanıştığı mağdurla birlikte mağdurun kullandığı otomobile binerek gece geç saatlerde şehrin kalabalık olmayan bir bölgesine gezmeye gitmiş, burada mağdurun kendisine yönelik sözlü cinsel davranışları üzerine onu, üçü yaşamsal tehlike geçirtecek nitelikte olan onbir bıçak darbesi vurmak suretiyle yaralamıştır. Bu durum karşısında sanığın eylemini, kendisine yönelen cinsel davranışlar dolayısıyla ruhsal dünyasında oluşan tepki nedeniyle gerçekleştirdiği hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

O halde, sanığın eyleminin meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması kapsamında kabul edilip edilemeyeceği, bu bağlamda eksik araştırma sonucu hüküm kurulup kurulmadığı ve meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması hükümlerinden birinin uygulanması açısından mahkemece olay yerinde keşif yapılmasının gerekip gerekmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Görgü tanığı bulunmayan olay, sanığın aksi kanıtlanamayan savunmasına göre ışıkları yanmakta olan bir okulun ve evlerin yakınında ve yol üzerinde meydana gelmiştir. Olay yerinin özellikleri de göz önüne alındığında, sanığın üzerinde taşıdığı bıçağı göstermesi ya da bir veya birkaç bıçak darbesi ile kurtulma olanağını değerlendirip, bu yollardan birisine başvurması gerekirken, kolunu tuttuğu sırada pantolonu ayaklarına düşmüş vaziyette bulunan, yürüyemeyen, geriye doğru gitmekte olan ve başka bir saldırıda da bulunmayan mağdura, üçü yaşamsal tehlikeye neden olacak ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte yaralanmayla sonuçlanan onbir bıçak darbesi vurması karşısında, eylemlerini haksız tahrik altında gerçekleştirdiği ve eylemin saldırı ve savunmaya ilişkin diğer koşulları taşımasına karşın, sanığın gece yarısı, kendisinden otuz yaş büyük olan, fiziksel olarak güçlü olduğunu ve aralarında herhangi bir dostluk bulunmadığını beyan ettiği mağdurla, herhangi bir korku veya endişeye kapılmadan dışarı çıkması ve şehrin tenha bir bölgesine gitmesi ile kendisine yönelen, yalnızca sözde kalan ve devam etmeyen bir saldırı karşısındaki eylemlerinde; “gerçekleştirilen savunma hareketinin, maruz kalınan saldırıyı defedecek ölçüde olması” diğer bir anlatımla “saldırı ile savunma arasında oran bulunması” ve “sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi” koşulları gerçekleşmediğinden, meşru savunma ya da meşru savunmada sınırın aşılması şartlarının oluştuğundan söz edilemez. Zira mağdurun, ırza yönelik olan, yalnızca sözde kalan ve devam da etmeyen saldırısı karşısında, sanığın savunma hakkının doğduğunun kabul edilmesi gerekmekte ise de; sanığın, vücudunun ölümcül bölgelerine vurmak suretiyle mağduru yaşamsal tehlike oluşturacak şekilde yaralaması eyleminde “savunma ile saldırı arasındaki dengenin savunma lehine bozulmuş ve dolayısıyla ölçülülük ilkesinin ihlal edilmiş olması” nedeniyle meşru savunma ve meşru savunmada sınırın aşılması koşulları bulunmamaktadır. Bu durumda sanık savunmaları doğrultusunda olayın nasıl bir yerde meydana geldiği hususu da yeterince aydınlığa kavuşturulmuş bulunduğundan, anılan hükümlerin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması amacıyla olay yerinde keşif yapılmasına gerek bulunmadığı kabul edilmelidir. Bu itibarla, sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğine ilişkin Özel Daire bozma ilamı isabetlidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar : 2012/190).

Sarhoş Olan Saldırgana Karşı Meşru Müdafaada Sınırın Aşılması

Tarafsız görgü tanığı bulunmayan olayda, sanığın duruşmaların belli bir evresinden sonra ve psikolojik nedenlere dayalı olarak kendisini cezadan kurtarmak amacıyla suçu inkar etmesi dışında, bu evreye kadar devam eden ve Hatice Arıoğlu ile Satı Arıoğlu’nun ifadeleriyle de tam bir uyum gösteren savunması ile tanıklar Ömer Arıoğlu ve Mehmet Tığlı’nın savunmayı büyük ölçüde doğrulayan beyanları, maktulün arkadaşı olduğu anlaşılan Ramazan Küçükşahin ve Ersan Ünal’ın ifadeleriyle birlikte değerlendirilip, maddi delillerle karşılaştırıldığında savunmaya itibar edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Bu nedenle; gece saat 24.00 sıralarında, kadınlardan ve küçük çocuklardan başka kimsenin bulunmadığı eve tahtadan yapılmış olan tuvalet penceresini kullanarak girecek kadar gözünü karartmış ve makul hareket edemeyecek ölçüde sarhoş olan maktulün, evin içerisinde sanık Aliye Yılmaz’a, sanığın annesi Hatice Arıoğlu’na ve yengesi Satı Arıoğlu’na yönelik olarak cinsel ilişkiye girme istediğini de açıkça ortaya koyan saldırgan hareketlerde bulunup, bahsedilen üç kadının tüm uğraşlarına rağmen saldırılarına son vermeyerek onları zor durumda bırakması ve kadınların güç kullanarak ta saldırılara son vermeye muktedir olamamaları sonunda; tamamen saldırıdan kurtulma gayesine yönelik olarak eline aldığı tüfeğe bir fişek koyup, maktule rastgele ateş ederek ölümüne neden olan sanığın, meşru savunmanın sınırını olay sırasında kapıldığı mazur görülebilir korku, panik ve şaşkınlıkla aştığını kabul etmek gerekir.

Bu anlamda, evin içerisindeki cesedi gömleğin etekleri pantolonun dışına çıkmış vaziyette bulunan ve bu haliyle belinde silah olup olmadığı net olarak anlaşılamayan maktulün, olay sırasında gerçekten silahlı olup olmaması, sanığın içinde bulunduğu heyecan ve korku göz önünde bulundurulduğunda çok ta önemli değildir. Dolayısıyla sanık 5237 sayılı Yasanın 27/2. maddesine (meşru savunmada sınırın aşılması) uyan eylemi nedeniyle kusursuz sayılmalı ve kendisine ceza verilmemelidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar : 2008/37).

Zorunluluk Hali Nedeniyle Mühür Bozma Suçu

Panodan duman sızıntısı ve koku gelmesi sebebiyle yangın çıkma ihtimali gözetilerek tehlikeyi önlemek amacıyla kırılıp müdahalede bulunulduğu, böylece eylemin zorunluluk hali etkisi ile işlendiği anlaşılmakla, sanıklar hakkında TCK’nun 25/2. maddesi gereğince eylemlerini zorunluluk hali içinde işlemiş oldukları, bu nedenle CMK’nun 223/3-b maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi gerekİR (Yargıtay 11. Ceza Dairesi - Karar : 2015/278).

Kalacak Yeri Olmayan Kadının “Zorunluluk Hali” Nedeniyle Bir İşyerinde Gece Kalması

Bekar ve bayan olan sanığın, ailesiyle kavga ettikten sonra kalacak yeri olmadığı için suça konu işyerine gidip, gece orada kaldığına ilişkin savunmasının doğruluğu araştırılıp, sanık hakkında TCK’nın 25/2. maddesinde düzenlenen zorunluluk haline ilişkin hukuka uygunluk nedeni koşullarının var olup olmadığının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi bozma nedenidir (Yargıtay 18. Ceza Dairesi - Karar : 2016/7294).

Zorunluluk Hali Altında İşlenen Dolandırıcılık Suçu

Sanık …‘in, sanık …‘ya ait yeşil karttaki fotoğraf ve kimlik bilgileri üzerinde herhangi bir tahrifat yapmadan hastaneye müracaat ederek belgeyi görevlilere ibraz ettiği, muayene için gelen kişilerin ibraz ettiği belgedeki kişi olup olmadığını denetleme görevi bulunan hastane görevlilerinin muayene edilen hastanın kimlik sahibi olmadığını basit bir inceleme sonunda anlayabilecek durumda oldukları, sanıkların bu durumun denetlenmesi imkanını ortadan kaldırıcı bir davranışlarının bulunmadığı ayrıca hamile olan sanık …‘in, doğmak üzere olan bebeğini muhakkak bir tehlikeden kurtarma zorunluluğunun bulunduğu, hayati önemi haiz nitelikte bir tehlikeden korunmak, bu nedenle doğumunu gerçekleştirmek amacıyla başkasına ait yeşil kartın kullanılması şeklinde gerçekleştirildiği sabit görülen eylemlerin, 5237 sayılı TCK’nın 25/2. maddesinde tanımlanan zorunluluk hali kapsamında kaldığı anlaşılmakla; sanıklar hakkında dolandırıcılık suçunun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı gerekçesiyle verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. Ceza Dairesi - Karar : 2017/6250).

Zorunluluk Hali Sebebiyle Mala Zarar Verme

Sanığın, müştekinin ikamet ettiği evinin balkonuna müştekinin rızası olmadan girerek balkonun zemin fayanslarını kırmak suretiyle zarar verdiğinin iddia edildiği olayda,

Sanığın, yağmur nedeniyle üst katta balkonda su biriktiğini, evinin zarar gördüğünü, komşusunun evde olmadığını, bu nedenle üst kattaki balkona çıkıp suyu tahliye etmek için fayansları kırdığını savunması ve müştekinin de çatıdan sanığın balkonuna yağmur sularının aktığını, yağmur oluğu yapmak için balkonuna girdiğini ve fayanslara bu nedenle zarar verdiğini ifade etmesi karşısında, eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 25/2. maddesinde öngörülen zorunluluk hali kapsamında olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından, olay tarihinde, sanığın evinde meydana gelen zararı başka bir şekilde önleme imkanının bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılıp gerektiğinde mahallinde uzman bilirkişiler marifetiyle keşif yapılmak suretiyle elde edilecek sonuçlar birlikte değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 15. Ceza Dairesi - Karar : 2014/16025).

Kaçınılmaz Hata ve Meşru Savunma İlişkisi

….marka tabancanın 6136 sayılı Yasa kapsamında bulunmadığının, ancak, ebat, görünüm ve mekanik yapısı ile ateşli bir silah görünümünde olduğunun, silahı tanıyan birinin dahi eline alıp incelemeden ilk bakışta ateşli bir silahtan ayırt etmesinin zor olduğu ve iğfal kabiliyeti bulunduğunun tespit edildiği anlaşılmakla; elinde kurusıkı tabanca bulunan kişiye tabanca ile ateş etmek suretiyle öldürmek biçiminde gelişen eylemde, meşru savunmanın “orantı” koşulunun oluştuğu söylenemezse de, 5237 sayılı TCK.nın 30/3. Maddesi uyarınca, ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerden olan “hukuka uygunluk nedenlerinden olan meşru savunma koşullarının varlığı” hususunda kaçınılmaz bir hataya düştüğü anlaşılan sanık …‘nın, bu hatasından yararlanması gerekeceğinden, sanık hakkında 5237 sayılı TCK.nın 30/3. maddesi yollamasıyla TCK.nın 25/1 ve CMK’nın 223/3-c maddesi gereğince beraatına karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin doğrudan TCK.nun 25/1. maddesi uyarınca hüküm kurulmuş olması sonuç karar doğru bulunduğundan bozma nedeni yapılmamıştır (Yargıtay 1. Ceza Dairesi - Karar : 2014/2676).

Defalarca Bıçakla Saldıran Kişiye Tabancayla Ateş Etmek Meşru Savunmadır

TCK’nın 25. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1- Saldırıya ilişkin şartlar:

a) Bir saldırı bulunmalıdır.
b) Bu saldırı haksız olmalıdır.
c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.
d) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.

2- Savunmaya ilişkin şartlar:

a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.
b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.
c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, “Sınırın aşılması” söz konusu olabilmektedir

Aşırı derecede alkollü olan maktul …‘ın, eşi olan katılan …‘ın üzerine yürüyüp evden ayrılmasına neden olduktan sonra, bu duruma daha da sinirlenerek eline aldığı bıçak ile sanık …‘nin üzerine giderek kavga etmesi, maktulün sanığı merdivenlerden aşağıya doğru sürüklemesi nedeniyle sanığın ayakkabısını dahi giyme fırsatı bulmadan kendisini sokakta bulması ve maktulün sokakta da sanığa bıçakla vurmaya devam etmesi, civarda bulunan kişilere polisi aramalarını söyleyen sanığın, son ana kadar bekleyip boyun ve çenesine doğru bıçakla saldırı olması üzerine tabancasını eline alması, adli rapor bulgularıyla tespit edilen sanıktaki yaraların yeri ve özelliğine göre maktul tarafından saldırı aracı olan bıçağın kullanılma şekli göz önüne alındığında, saldırıyla sanığın savunma amacıyla tabanca kullanmasında orantısızlık bulunmaması karşısında; olay esnasındaki maktul tarafından yaralanacağı veya öldürüleceği korkusu içerisinde olan sanık …‘nin devam eden saldırıyı başka türlü def etme imkânı olmadığı, saldırı ile orantılı bir şekilde karşılık verdiği anlaşıldığından, meşru savunma koşullarının oluştuğu ve hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği kabul edilmelidir (Ceza Genel Kurulu 2017/1181 E. , 2021/595 K.).

Meşru müdafaa (savunma) ve zorunluluk hali, uygulanma koşulları oldukça kritik eşiklere bağlı olan ceza hukuku kurumlarıdır. Bu nedenle bir Ceza avukatı aracılığıyla savunma yapılması hakkın etkin kullanılmasını sağlayacaktır.


Avukat Baran Doğan

UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS