0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İlgilinin (Mağdurun) Rızası Nedir? (TCK 26)

İlgilinin rızası, TCK m.26/2’de bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Madde metninde daha önce “mağdurun rızası” şeklinde yer alan ibare “ilgilinin rızası” veya “kişinin rızası” olarak değiştirilmiştir.

İlgilinin veya mağdurun rızası TCK m.26/2’de, “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” şeklinde ifade edilmiştir.

Özellikle mağdurun sonradan şikayetçi olması veya şikayetten vazgeçmesi hallerinde, mağdurun rızasının mahiyeti veya geçerliliği yargılamada en önemli tartışma konularından biri olmaktadır.

İlgilinin (Mağdurun) Rızasının Geçerlilik Şartları

İlgilinin rızası, 5237 sayılı TCK’nın “Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası” başlıklı 26/2. maddesinde; “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” şeklindeki düzenleme ile bir hukuka uygunluk nedeni olarak sayılmıştır. Sözü edilen hukuka uygunluk nedeninin doğabilmesi, rızanın kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakka ilişkin olmasına ve kişinin bu hakla ilgili olarak rıza açıklama ehliyetinin bulunmasına bağlıdır. Rıza beyanı, sarih veya zımni, yazılı veya sözlü olabilir. Eğer rıza gösterildiğini anlamaya yarayan başkaca emareler de varsa fiile karşı koymamak veya sessiz kalmak da rıza açıklaması olarak değerlendirilebilir. Fakat açıklama mutlaka suçtan önce veya suçun icra hareketlerinin devam ettiği sırada olmalıdır. Rızanın suçun işlendiği sırada geri alınması, geri alınma anından itibaren fiili hukuka aykırı hale getirir. Yine rızanın bir hukuka uygunluk nedeni olabilmesi için fiilin işlenmesinden önce ve en geç işlendiği sırada mevcut olması gerekir. Fiilin işlendiği sırada olmayıp sonradan ortaya çıkan rıza bir hukuka uygunluk nedeni değildir (CGK-2020/442).

İlgilinin (mağdurun) rızasının hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilebilmesi için şu şartların bir arada bulunması gerekir:

  • Rıza kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabileceği bir hakka ilişkin olmalı,

  • İlgili (mağdur) rıza açıklamaya ehil olmalı,

  • Rıza en geç fiilin işlenmesi anında açıklanmış olmalı.

1. Rıza, Kişinin Üzerinde Mutlak Surette Tasarrufta Bulunabileceği Bir Hakka İlişkin Olmalı

İlgilinin (mağdurun) rızasının geçerliliğinin, yani hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilebilmesinin ilk şartı; mağdurun rızasının kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabileceği bir hakka ilişkin olmasıdır. Rızayı açıklayan kişi, rızanın ilgili olduğu konuya dair özgür bir şekilde tasarrufta bulunma hakkına sahip olmalıdır. Mağdur, tasarruf yetkisine sahip olduğu bir hakkın zarar görmesine razı olabilir. Örneğin, insan ticareti suçunda, kanuni düzenleme ile mağdurun rızası geçersiz kılınmıştır (TCK m.80/2).

Mağdurun rızası geçerli bir şekilde açıklandıktan sonra, açıklanan rıza mağdur tarafından geri alınırsa; geri almadan önceki fiiller hukuka uygun olacak, geri almadan sonraki filler ise hukuka aykırı olacaktır.

2. İlgili Kişi (Mağdur) Rıza Açıklamaya Ehil Olmalı

İlgili kişi (mağdur), tasarrufta bulunduğu hakla ilgili olarak rıza açıklamaya ehil olmalıdır. Rıza gösteren mağdur, hakkın gerçek sahibi olmalıdır. Ceza hukukunda ehliyet konusu özel hukukdan farklı bir şekilde değerlendirilmektedir. Ehliyet açısından bazı suçlara dair kısıtlamalar vardır. Örneğin, TCK m.103 ve m.104’te düzenlenen cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda 15 yaşın altındaki mağdurun rızası geçerli kabul edilmemektedir. Mağdurun rızası olsa dahi, bu rıza geçerli olmadığından 15 yaşından küçük çocukla cinsel ilişkiye girmek suç teşkil edecektir.

3. İlgilinin (Mağdurun) Rızası En Geç Fiilin İşlenmesi Anında Açıklanmış Olmalı

Madde gerekçesine göre, ceza sorumluluğunu kaldıran bir sebep olarak rıza, suçun oluşumu açısından fiilin işlenmesinden önce ve en geç işlendiği sırada açıklanmalıdır. Bu durumda henüz herhangi bir mağduriyet söz konusu olmadığı için, kanunda “mağdur” yerine “ilgili” veya “kişi” kelimesi tercih edilmiştir.

Rıza açıklaması özgür iradeye dayanmalıdır. Özgür iradeyi ortadan kaldıran herhangi bir sebep varsa, rıza açıklaması hukuka aykırı olacaktır. Rıza açıklaması fiilin işlenmesinden önce veya en geç işlenmesi sırasında yapılmalıdır. Fiil işlendikten sonra açıklanan rıza, işlenen fiili hukuka uygun hale getirmez. Yani, rıza açıklaması geçmişe yönelik etki doğurmaz. Fiilin işlendiği sırada mevcut olmayıp sonradan ortaya çıkan rıza bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilemez.

İlgilinin (Mağdurun) Rızası Yargıtay Kararları


Yaşı Küçük Mağdurenin Rızasının Geçerliliği (TCK 26/2)

İlgilinin rızası TCK’nın 26/2. maddesinde, “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, suçla korunan hukuki yararın sahibinin ihlale rıza göstermesi durumunda, bu rıza failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracaktır.

Ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilmesi için rızanın, üzerinde serbestçe tasarruf edilebilir bir hukuki menfaate ilişkin olması, kişinin rıza açıklamasına ehil olması ve tasarrufun kanuna, adaba ve genel ahlaka aykırı şekilde yapılmamış olması gerekir. Bu noktada bir hakkın üzerinde serbestçe tasarruf edilip edilemeyeceği hukuk düzenine hâkim genel ilkelere göre belirlenecektir.

Kişinin rıza ehliyetinin varlığından söz edebilmek için o kişinin mutlaka reşit olması gerekmez. Ancak Kanunun özel olarak mağdurun yaşı konusunda belirlemeye gittiği durumlarda, mağdurun rızası failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin kişiler cinsel hakları üzerinde mutlak surette tasarruf hakkına sahip olsa da, Türk Ceza Kanunu 103 ve 104. maddelerinde çocukların bu konudaki rıza açıklamalarını kabul etmemiştir (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, s. 279).

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu düzenleyen TCK’nın 109. maddesinde ise mağdurun rıza açıklama ehliyetini belirleme noktasında bir yaş sınırı getirilmemiştir. Bu hâlde yaşı küçük mağdurun rızasının failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı, failin amacının toplumda kabul gören bir davranış ya da genel ahlak kurallarına uygun olup olmadığı nazara alınarak belirlenmelidir. Bu anlamda küçük yaştaki çocuğun gideceği yere bırakılması ya da çocuğun ailesini evde bulamadığı için komşularına gitmesi örneklerinde olduğu gibi kişinin meşru amaçla hareket ettiği durumlarda yaşı küçük çocuğun rızası geçerli olacak, kişinin haksızlık bilinciyle hareket ettiği ve küçüğün rızasının kanuna, adaba veya genel ahlak kurallarına aykırı olduğu hâllerde ise yaşı küçük çocuğun rızası geçerli olmayacaktır. Bu sebeple yaşı küçük mağdurun rızasının failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı her olayın özelliğine göre değerlendirilip belirlenmelidir.

Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış çok sayıda kararında da 15 yaşından küçük mağdurenin hukuken geçerli sayılan rızası bulunmadan gerçekleşen alıkoyma eyleminin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturduğu sonucuna varılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın mağdurenin babasıyla aynı mahallede oturduğu, uzun süredir mağdureyi ve ailesini tanıdığı, mağdurenin yerleştirildiği çocuk yetiştirme yurdundan ara sıra kaçtığı ve bu durumun sanık tarafından bilindiği, olay günü karşılaştığı mağdurenin inceleme dışı sanık…’ü görmek istemesi üzerine, …’ün orada olabileceği düşüncesiyle sanık … ve mağdurenin gece saat 01.00 sıralarında inceleme dışı sanık …’un evine gittikleri, eve girdikten sonra…’ün evde olmadığını görmelerine rağmen sabaha kadar burada kaldıkları, sanığın sabahleyin oy kullanmak amacıyla evden ayrıldığı, ardından mağdurenin kendi evine gittiği, Adli Tıp 6. İhtisas Kurulunun raporunda mağdurede orta derecede zekâ geriliğinin bulunduğunun ve bu durumun hekim olmayanlarca anlaşılabileceğinin belirtildiği olayda;

Sanığın 15 yaşından küçük olup hukuken rızası geçerli olmayan mağdureyi inceleme dışı sanık …’un evine götürüp bir gece alıkoyması eyleminde; 15 yaşından küçük olan mağdurenin kanuna, adaba ve genel ahlaka aykırı olan rızasının geçerli olmadığı, bu rızanın haksızlık bilinciyle hareket eden sanığın ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı açıktır. Kaldı ki on beş yaşından küçük olmasının yanında orta derecede zekâ geriliği nedeniyle de olayın hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan mağdurenin rıza gösterme ehliyetinin olmadığı konusunda da tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla yaşı küçük ve orta derecede zekâ geriliği olan mağdurenin hukuken geçerli sayılan rızası bulunmadan gerçekleşen eyleminin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir (YCGK-Karar : 2020/160).

Mağdure Rızasının Geçersizliği

Sanığın fuhuş yaptırdığı mağdurun 15 yaşından küçük olması halinde, fuhuş suçu ile birlikte işlenen cinsel istismar suçu arasında TCK’nın 44. maddesindeki koşullar oluşacağından, fail hakkında daha ağır ceza gerektiren cinsel istismar suçundan hüküm kurulması gerekecektir.

TCK’nın 6/1-a maddesinde, “henüz 18 yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlanan çocuk kavramının, yasakoyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, “on beş yaşını bitirmiş”, “on beş yaşını tamamlamamış” şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmekte olup, bu bölümde “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklar ile “on beş yaşını bitirmiş olup da on sekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCK’nın 103/1-a maddesinde, “onbeş yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken, aynı maddenin (b) bendinde ise, diğer çocuklar ifadesiyle “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Yasakoyucu bu maddede “on beş yaşını bitirmiş olup da on sekiz yaşını tamamlamamış”‘olan çocuklara karşı rızalarıyla yapılan cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken, “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. TCK’nın 104. maddesinde ise, cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikayete bağlı bir suç olarak düzenlemiştir.

Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı işlenen “cinsel istismar” suçunda, çocukların rızaları hukuken bir değer ifade etmeyecek, mağdurun rızası olsa dahi TCK’nın 26/2. maddesinde düzenlenen “ilgilinin rızası” biçimindeki hukuka uygunluk nedeninin uygulanması mümkün olmayacaktır.

Yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca somut olay değerlendirildiğinde, suç tarihinde 14 yaşındaki mağdurun, sanık … ‘ün kendisini diğer sanıklar … ile…‘nın yanına getirerek bu kişiler tarafından fuhuşa sürüklendiği yönündeki anlatımları dikkate alındığında, sanıklar …, … ile…‘nın, çocuk yaştaki mağdura karşı fuhuş eylemini sağlamaya yönelik davranışlarında, TCK’nın 80/3. maddesinde yazılı olan; “On sekiz yaşını doldurmamış olanların birinci fıkrada belirtilen maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları hâllerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile birinci fıkrada belirtilen cezalar verilir” biçimindeki düzenleme nedeniyle, TCK’nın 44. maddesindeki fikri ictimadan söz edilemeyeceği, bu durumda sanıkların eylemlerinin insan ticareti suçu dışında 15 yaşından küçük olan mağdura karşı “fuhuş ve cinsel istismar” suçlarını da oluşturabileceği, bu suçların insan ticareti suçunun bir unsuru olmaması nedeniyle, TCK’nın 44. maddesi uyarınca zincirleme biçimde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan eylemlerine uyan TCK.nın 103/2, 43. maddeleri uyarınca sanıklar …, … ile… hakkında dava zamanaşımı süresi içerisinde mahkemesince, suç duyurusunda bulunulabileceği değerlendirilerek, yapılan incelemede:

Sanıklara yükletilen insan ticareti eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerin ve bu eylemlerin sanıklar tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, anlaşıldığından hükmün onanmasına karar verilmiştir (Yargıtay 18. Ceza Dairesi - Karar : 2017/4650).

Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Bırakma Suçunda Mağdurenin Rızası

İlgilinin rızası TCK’nun 26/2. maddesinde, “kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, suçla korunan hukuki yararın sahibinin ihlale rıza göstermesi durumunda, bu rıza failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracaktır.

Ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilmesi için rızanın, üzerinde serbestçe tasarruf edilebilir bir hukuki menfaate ilişkin olması, kişinin rıza açıklamasına ehil olması ve tasarrufun kanuna, adaba ve genel ahlaka aykırı şekilde yapılmamış olması gerekir. Bu noktada bir hakkın üzerinde serbestçe tasarruf edilip edilemeyeceği hukuk düzenine hakim genel ilkelere göre belirlenecektir.

Kişinin rıza ehliyetinin varlığından söz edebilmek için o kişinin mutlaka reşit olması gerekmez. Ancak Kanunun özel olarak mağdurun yaşı konusunda belirlemeye gittiği durumlarda, mağdurun rızası failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin kişiler cinsel hakları üzerinde mutlak surette tasarruf hakkına sahip olsa da, Türk Ceza Kanunu 103 ve 104. maddelerinde çocukların bu konudaki rıza açıklamalarını kabul etmemiştir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, s. 279)

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu düzenleyen TCK’nun 109. maddesinde ise mağdurun rıza açıklama ehliyetini belirleme noktasında bir yaş sınırı getirilmemiştir. Bu halde yaşı küçük mağdurun rızasının failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı, failin amacının toplumda kabul gören bir davranış ya da genel ahlak kurallarına uygun olup olmadığı nazara alınarak belirlenmelidir. Bu anlamda küçük yaştaki çocuğun gideceği yere bırakılması ya da çocuğun ailesini evde bulamadığı için komşularına gitmesi örneklerinde olduğu gibi kişinin meşru amaçla hareket ettiği durumlarda yaşı küçük çocuğun rızası geçerli olacak, kişinin haksızlık bilinciyle hareket ettiği ve küçüğün rızasının kanuna, adaba veya genel ahlak kurallarına aykırı olduğu hallerde ise yaşı küçük çocuğun rızası geçerli olmayacaktır. Bu sebeple yaşı küçük mağdurun rızasının failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı her olayın özelliğine göre değerlendirilip belirlenmelidir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanığın yaşı küçük mağdureyi rızasıyla kendi ikametinde dört gün süre ile alıkoyduğu olayda; kanuna, adaba ve genel ahlaka aykırı olan mağdurenin rızası haksızlık bilinciyle hareket eden sanığın ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Dolayısıyla yaşı küçük mağdurenin hukuken geçerli sayılan rızası bulunmadan gerçekleşen bu eylem kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturmaktadır (Yargıtay CGK-Karar : 2017/181).

15 Yaşından Küçük Mağdurenin Rızası

Ceza Genel Kurulunun 10.06.2014 gün ve 551-311, 12.11.2013 gün ve 511-449 ile 11.03.2008 gün ve 253-52 sayılı kararlarında vurgulandığı üzere; 5237 sayılı TCK’nun 6/1-a maddesinde, “henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlanan çocuk kavramının, kanun koyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, “onbeş yaşını bitirmiş”, “onbeş yaşını tamamlamamış” şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmektedir. Buna göre bu bölümde “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklar ile “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCK’nun 103/1-a maddesinde “onbeş yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken, aynı maddenin (b) bendinde; diğer çocuklar ifadesiyle “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Böylece kanun koyucu bu maddede “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı rızalarıyla işlenen cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken, “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. Aynı kanunun 104. maddesinde de; cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı bir suç olarak hüküm altına alınmıştır.

Bu düzenlemeden hareketle çocuklara karşı işlenen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun da iki kategoride ele alınması gerekmektedir:

Birinci kategoride yer alan “onbeş yaşını tamamlamamış” olan çocukların kendi özgür iradeleri ile serbestçe hareket etme hakkı, niteliği itibariyle üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabilecekleri bir hak olmadığından, bu haklarının ihlaline yönelik olarak gerçekleştirilen eylemlerle ilgili gösterdikleri rıza, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu yönünden bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilemeyecektir.

Buna karşın ikinci kategoride yer alan “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı işlenen suçlarda ise mümeyyiz olmaları halinde rızaları hukuka uygunluk nedeni olabilecektir.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.06.2015 gün ve 368-266 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanığın onbeş yaşından küçük mağdureyi rızasıyla kaçırıp arkadaşının evine götürerek bir süre alıkoyduğu sabit bulunan somut olayda, mağdurenin rızası hukuken üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakka ilişkin olmadığından hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilemeyecektir. Dolayısıyla onbeş yaşından küçük mağdurenin rızasıyla gerçekleşmiş olsa bile bu eylem kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar : 2015/428).

Hırsızlık Suçunda Mağdurun Rızası

5237 sayılı TCK.’nın 26/2. maddesi uyarınca ‘ilgilinin rızası’ hukuka uygunluk nedenleri arasında sayılmış olup, şikayetçinin 11.10.2012 tarihli duruşmada ‘ben zarar verilmeden önce evimin yanındaki bahçede bulunan ağaçlarımdaki meyvelerden komşularımın faydalanmalarına müsaade etmiştim’ diye belirtmiş olması, suça sürüklenen çocuğun şikayetçinin konutunun eklentisi olan bahçesine kiraz yemek amacıyla gündüz saatlerinde girmesi fiilinde ilgilinin rızası hukuka uygunluk nedeninin somut olayda mevcut olması sebebiyle suça sürüklenen çocuğun 5271 sayılı CMK.’nın 223/2-d bendi gereğince atılı suçtan beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi, bozma nedenidir (Yargıtay 13. Ceza Dairesi - Karar : 2015/3661).

Molekül Genetik İncelemede Mağdurun Rızası

5237 sayılı TCK’nın 26/2. madde ve fıkrası uyarınca, ilgilinin (mağdurun )rızası hukuka uygunluk nedenidir.

5271 sayılı CMK’nın 76/2. madde ve fıkrası uyarınca, diğer kişilerin (mağdurun )beden muayenesi ve vücudundan kan veya benzeri biyolojik örnek alınması işleminde diğer kişinin (mağdurun )rızasının varlığı halinde hakim veya mahkemeden, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de Cumhuriyet Savcısından karar alınmasına gerek yoktur.

Ancak;

5271 sayılı CMK’nın 78. maddesi uyarınca, 75 ve 76. maddeye göre alınan örnekler üzerinde … elde edilen bulgunun şüpheli ya da mağdura ait olup olmadığının tespiti için … moleküler genetik inceleme yapılabilmesi için mutlaka hakimden karar alınması, 79/1. madde ve fıkrasının amir hükmüdür.

Somut olayda, mağdurun rızası olduğu için, beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması için hakim veya Cumhuriyet Savcısından karar alınmasına gerek yok ise de; 5271 sayılı CMK’nın 78 ve 79/1. maddeleri uyarınca, mağdurdan alınan kan örneği ile suç konusu araçtan elde edilen bulguların karşılaştırılması, diğer bir ifadeyle moleküler genetik inceleme işleminin yapılabilmesi için mutlaka hakim kararına gerek bulunmaktadır (Yargıtay 13. Ceza Dairesi - Karar : 2012/23123).


Avukat Baran Doğan

UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS