0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

“SERİ MUHAKEME USULÜ”NÜN İZAHI (CMK 250)

Stj. Av. Yusuf ÖZPERÇİN*

ÖZET

“Seri muhakeme müessesesi”, ceza yargılama usulüne 7188 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile dâhil edilmiştir. Biz de burada seri muhakeme usulünün genel şartları ile uygulama süreci hakkında bilgilere yer vererek, bu usulün sistemimizdeki işlevselliği üzerine bir değerlendirmede bulunacağız. Özellikle de “Cumhuriyet savcısının -yazılı bir talepnameyle- şüpheli hakkında ceza yaptırımının türünü ve miktarını belirleyebilme yetkisi” ile “görevli mahkemenin (Asliye Ceza Mahkemesi) belirlenen bu yaptırımın hüküm ve denetimi aşamasında sınırlı olarak inceleme yetkisine sahip olması” üzerinde duracağız.

A. GENEL OLARAK

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi, “Seri Muhakeme Usulü” başlığı altında, 7188 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 23. maddesiyle yeniden düzenlenmiştir. Yapılan değişiklikle; ‘basit suçlarda, muhakeme sürecinin kısaltılması’, ‘ceza mahkemelerinin yoğun iş yükünün hafifletilmesi’ ve ‘uygulamada yaşanan çeşitli aksaklıklarının giderilmesi’, amaçlanmıştır. Ancak ulaşılmak istenen bu amaçlarda eksiklikler mevcuttur: bu durumu sonuç kısmında ayrıca değerlendireceğiz. CMK’nin 250. maddesinin uygulama şekli ise, Ceza Muhakemesinde Seri Muhakeme Yönetmeliği ile düzenlenmiştir.

Seri muhakeme usulü 7188 sayılı kanunun gerekçesinde; “şüphelinin daha az bir yaptırım beklentisi ile seri muhakeme usulünün uygulanmasını kabul etmesi üzerine, bir tarafta şüpheli diğer tarafta Savcılık ile hüküm ve denetim makamı olarak mahkemenin bulunduğu bir süreç” şeklinde tanımlanmıştır.

Bu usulün uygulanma süreci kısaca şu şekildedir:

CMK’nin 250. maddesinde belirtilen katalog suçlardan birinin işlenmesi ve şüpheli hakkında ‘kamu davasının açılmasının ertelenmesi’ kararı verilmemiş olması hallerinde, Cumhuriyet savcısı, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen ceza yaptırımı üzerinden -5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen esasları da dikkate alarak- ‘temel ceza’yı belirleyecek ve belirlediği cezanın yarısı oranında tespit ettiği ceza hakkında ‘yazılı bir talepname’ hazırlayacaktır. Cumhuriyet savcısı hazırladığı bu talepnameyi, derhal görevli mahkemeye (Asliye Ceza Mahkemesi) sunacaktır. Görevli mahkeme ise CMK.m.250 hükmünde belirtilen şartların varlığıyla sınırlı olarak, talepname üzerinde bir inceleme yapacaktır. Mahkeme yapacağı bu inceleme sonrasında, seri muhakeme usulünün uygulanabilmesi için gerekli olan şartların oluştuğunu tespit ederse, talepnamede belirtilen şekilde (yönde) hüküm kuracak; gerekli şartların oluşmadığını tespit ederse, Cumhuriyet Savcının talebini reddedip, genel hükümlere göre soruşturmanın yapılmasına karar verecektir.

B. SERİ MUHAKEME USULÜNÜN UYGULANABİLMESİ İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR

Seri muhakeme usulünün uygulanabilmesi; ‘şüphelinin CMK.m.250 hükmünde belirtilen suçlardan birini işlenmiş olması’, ‘Cumhuriyet savcısınca, kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararının verilmemiş olması’, ‘şüphelide yaş küçüklüğü (TCK.m.31) veya akıl hastalığı (TCK.m.32) ya da sağır ve dilsizlik (TCK.m.33) hallerinin mevcut olmaması’, ‘işlenen suçun ön ödeme (TCK.m.75) veya uzlaştırma (CMK.m.253) kapsamında bulunmaması’ ve ‘usulün uygulanmasının şüpheliye teklif edilmesi ve şüphelinin müdafii huzurunda bu usulün uygulanmasını kabul etmesi’, şeklindeki genel şartların mevcudiyetine bağlıdır.

I. Şüphelinin CMK.m.250 Hükmünde Belirtilen Suçlardan Birini İşlenmiş Olması

Cumhuriyet savcısının şüpheli hakkında seri muhakeme usulünü uygulayabilmesi, “şüphelinin CMK’nin 250. maddesinde sınırlı olarak sayılmış suçlardan birini işlemiş olması” şartının gerçekleşmesine bağlıdır.

Buna göre şüphelinin;

“1. TCK.da yer alan;

  • Hakkı olmayan yere tecavüz (madde 154, ikinci ve üçüncü fıkra),
  • Genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması (madde 170),
  • Trafik güvenliğini tehlikeye sokma (madde 179, ikinci ve üçüncü fıkra),
  • Gürültüye neden olma (madde 183),
  • Parada sahtecilik (madde 197, ikinci ve üçüncü fıkra),
  • Mühür bozma (madde 203),
  • Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (madde 206),
  • Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (madde 228, birinci fıkra),
  • Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması (madde 268),
    suçları ile,
  1. 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci, üçüncü ve beşinci fıkraları ile 15 inci maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında belirtilen suçları,

  2. 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 93. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen suçu,

  3. 13.12.1968 tarihli ve 1072 sayılı Rulet, Tilt, Langırt ve Benzeri Oyun Alet ve Makinaları Hakkında Kanunun 2. maddesinde belirtilen suçu,

  4. 24.4.1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun ek 2. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde belirtilen suçu”

işlemesi halinde, hakkında “Seri Muhakeme Usulü” uygulanabilecektir (CMK.m.250/1). Bu hükümde sayılmayan suçlar hakkında -daha hafif bir ceza öngörüldüğü düşünülse bile- seri muhakeme usulünün uygulanması mümkün değildir.

Kanun koyucu, seri muhakeme usulünün sadece kanun metninde sınırlı olarak belirtilen suçlar hakkında uygulanmasını öngörmesinin sebeplerini, maddenin gerekçesinde açıkça belirtmemiştir. Ancak madde gerekçesinde; “..Ağır iş yükü altında bulunan ceza adalet sistemlerinin bu tür vahamet arz etmeyen basit suçlarda..” denilmek suretiyle, basit suç kıstasını dikkate alarak katalog suçların belirlendiği anlaşılmaktadır. Zımnen belirlenmiş bu vahim gerekçeyi ‘sonuç ve değerlendirme’ başlığı altında ayrıca değerlendireceğiz. Belirttiğimiz üzere, seri muhakeme usulünün uygulanması, şüpheli tarafından katalog suçlardan birinin işlendiğinin anlaşılması halinde gündeme gelecektir. Yani, usulün uygulanması, Cumhuriyet savcısının yürüteceği etkin bir soruşturma faaliyeti sonunda şüphelinin bu suçlardan birini işlediği yönünde delil elde edilmesiyle mümkün olacaktır. Bir başka ifadeyle etkin bir soruşturma yapılmadan seri muhakeme usulü uygulanamayacaktır. Bu sebeple öncelikle “soruşturma” ve “soruşturma faaliyeti”nden ne anlaşılması gerektiğini açıklamakta fayda vardır:

Soruşturma, suçun ‘resen’, ‘ihbar’ veya ‘şikâyet’ (CMK.m.158) üzerine, soruşturma organlarınca -yani, Cumhuriyet Başsavcılığı ya da adli kolluk tarafından- öğrenilmesi/haberdar olunması ile başlayan, sonrasında iddianamenin kabulüyle -yani, CMK.m.174 hükmünde belirtilen şartları taşıyan iddianamenin görevli mahkemeye sunulması üzerine, mahkemece kovuşturmanın yürütülmesi aşamasına gelinmiş olmasıyla- sona eren evreyi ifade etmektedir.

Soruşturma faaliyeti, esas itibariyle Cumhuriyet savcısı ile niteliği gereği Cumhuriyet savcısının yardımcısı görevine sahip -yani, soruşturma organı niteliğindeki- kolluk tarafından yürütülür. Soruşturmanın yürütülmesi sürecinde, suçun işlendiği izlenimini veren bir durumun öğrenilmesi halinde ‘böyle bir suçun işlenip işlenmediği’ ve ‘kimin tarafından işlendiği’ ya da ‘iddia edilen şüpheli tarafından işlenip işlenmediğinin aydınlatılması’ bakımından işin gerçeği araştırılır (CMK.160). Burada, Cumhuriyet savcısı bir suç şüphesiyle karşılaştığında gerekli araştırmayı yapmak veya yaptırmakla yükümlüdür. Buna soruşturmanın mecburiliği -yani, kanuniliği- denilmektedir. Yüksek mahkeme de birçok kararında; “Cumhuriyet savcısının, soruşturmanın ‘kamusallığı’ ve kural olarak ‘mecburiliği’ ilkesi uyarınca, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimi veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere işin gerçeğini araştırmaya başlayacağını, CMK’nin 160/1. maddesine göre, savcının bu evredeki görevinin suçun işlendiği izlenimi veren bir hâli öğrenir öğrenmez işin gerçeğini araştırmak olduğunu” belirtmiştir.

Soruşturma aşamasında güdülen amaç, ‘kovuşturma mecburiyeti ilkesi’ne uygun olarak ortaya çıkan suç şüphesini aydınlatmak, delilleri arayıp bulmak, koruma altına almak ve bu faaliyet sonucunda yeterli delile ulaşıldığı takdirde ‘kamu davasının açılmasına’ ya da koşulların varlığı halinde ‘kamu davasının açılmasının ertelenmesine’ karar vermek; yeterli delile ulaşılamama halinde ise ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ kararı vererek soruşturma aşamasını sonlandırmaktır.

Buraya kadar belirtiğimiz bu hususlar dikkate alındığında, işlenen suçun seri muhakeme usulüne tabi olması, Cumhuriyet savcısınca, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını mümkün kılan delilleri araştırmasına engel değildir (bu tür bir incelemeyi yapmak zorundadır). Yani seri muhakeme usulü, Cumhuriyet savcısı tarafından yapılacak soruşturmanın sonunda uygulanabilir hale gelecektir. Zira CMK.m.250 hükmünde belirtilen suçlar hakkında kamu davasının açılabilmesi, ‘yeterli şüphe’ oluşturacak delil elde edilmesine bağlıdır. Yeterli şüphe üzerine, katalog suçlar hakkında Cumhuriyet savcısı tarafından ‘kamu davasının ertelenmesine’ karar verilmediği takdirde, seri muhakeme usulünün uygulanmasının şüpheliye teklif edilmesi zorunludur(CMK.m.250/1, CMSM.yön.m. 5/2 ve 8/4). Yürütülen soruşturmada, ‘yeterli delil elde edilememiş olması’ veya ‘kovuşturma imkanının bulunmaması’ hallerinde ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ kararı verileceğinden, artık seri muhakeme usulünün uygulanması da mümkün olmayacaktır (CMSM.yön.m.8/3).

Şüphelinin maddede belirtilen katalog suçlar dışındaki bir suçu, katalog suçlardan biriyle birlikte işlemesi halinde, katalog suç bakımından seri muhakeme usulü uygulanacakken, katalog suçlar arasından sayılmayan suçlar bakımından genel hükümlere göre soruşturmaya devam olunacaktır.

Doktrinde şüpheli ve/veya şüphelilerin işledikleri birden fazla suç CMK’nin 250. maddesinde sayılan katalog suçlar arasında yer almasına karşın, bu suçlardan biri hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilmesi, diğer suç yönünden “Seri Muhakeme Usulü”nün uygulanmasına engel teşkil etmeyeceğine ilişkin bir görüş mevcuttur.

II. Cumhuriyet Savcısınca, Kamu Davasının Açılmasının Ertelenmesi Kararının Verilmemiş Olması

Seri muhakeme usulünün uygulanabilmesi için aranan diğer bir şart ise; Cumhuriyet savcısının şüpheli hakkında “kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı” vermemiş olmasıdır. Öncelikle “kamu davasının açılmasının ertelenmesi” kurumunun ne olduğu, şartlarının neler olduğunu inceleyecek olursak:

“Kamu davasının açılmasının ertelenmesi” kurumu; Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiş olması ve şüpheli hakkında ‘dava açılmasını önlemesi’ itibariyle bir usul hukuku kurumu iken, şartların gerçekleşmesi dolayısıyla, şüpheli hakkında ‘kovuşturmaya yer olmadığı kararı’nın verilmesi -yani, şüpheli ile devlet arasındaki ilişkiyi sona erdirmesi- itibariyle de bir maddi ceza hukuku kurumudur. Bu sebeplerle “Kamu davasının açılmasının ertelenmesi” kurumu ‘karma nitelikte’ bir kurumdur.

Cumhuriyet savcısı şüpheli hakkında, -uzlaştırma (CMK.m.253) ve ön ödeme (TCK.m.75) kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere- kanuni tanımında öngörülen süreli hapis cezasının üst sınırının 3 (üç) yıl veya daha az cezayı gerektiren suçlardan dolayı, yeterli şüphe oluşmasına rağmen, -beş yıl süreyle- ‘kamu davasının açılmasının ertelenmesine’ karar verebilir (CMK.m.171/2).

Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı ihtiyari nitelikte, dolayısıyla Cumhuriyet savcısının takdirindedir.

Kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilebilmesi;

  • Şüphelinin daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olmamış bulunması,
  • Yapılan soruşturmanın, kamu davası açılmasının ertelenmesi halinde şüphelinin suç işlemekten çekineceği kanaatini vermesi,
  • Kamu davası açılmasının ertelenmesinin, şüpheli ve toplum açısından kamu davası açılmasından daha yararlı olması,
  • Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı ve Cumhuriyet savcısı tarafından tespit edilen zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

koşullarının birlikte gerçekleşmesine bağlıdır (CMK.m.171/3).

Erteleme süresi içinde kasıtlı bir suç işlenmediği takdirde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmektedir: kasıtlı bir suç işlenmesi halinde ise kamu davası açılmaktadır (CMK.m.171/4). Erteleme süresince zamanaşımı süreleri işlememektedir.

Kamu davasının açılmasının ertelenmesi müessesesi hakkında yaptığımız bu açıklamaları dikkate alarak, bu kurumu seri muhakeme kapsamında değerlendirmek gerekirse: Cumhuriyet savcısı, katalog suçlardan (CMK.m.250/1) birinin işlenmesi halinde, kamu davasının ertelenmesi şartlarının oluştuğu gerekçesiyle, şüpheli hakkında ‘kamu davasının açılmasının ertelenmesi’ kararı verir ise, artık seri muhakeme usulünün uygulanması mümkün olmayacaktır. Zira kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı, seri muhakeme usulünün uygulanması sonucunda verilecek karara göre daha lehedir. Cumhuriyet savcısı bu nedenle, öncelikle kamu davasının açılmasının ertelenmesi şartlarının oluşup oluşmadığını değerlendirecektir. Eğer şartların gerçekleştiğine kanaat getirmişse kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verecektir.

III. Ceza Sorumluluğunu Ortadan Kaldıran Sebeplerin Bulunması ya da Suçun Ödeme veya Uzlaştırma Kapsamında Kalması

Suç, seri muhakeme usulü kapsamında olsa bile Türk Ceza Kanunu’nda yer alan; yaş küçüklüğü (TCK.m.31), akıl hastalığı (TCK.m.32) veya sağır ve dilsizlik (TCK.m.33) hâllerinde bu usul uygulanmayacaktır (CMK.m.250/12, CMSM.yön.7/1).

Aynı zamanda işlenen suçun ön ödeme (TCK.m.75) veya uzlaştırma (CMK.m.253) kapsamında olmaması gerekmektedir.

IV. Seri Muhakeme Usulünün Uygulanmasının Şüpheliye Teklif Edilmiş Olması ve Bu Teklifin Kabul Edilmiş Olması

Şüpheli hakkında seri muhakeme usulünün uygulanabilmesi için gerekli olan bir diğer şart ise, Cumhuriyet savcısınca, bu usulün uygulanmasının şüpheliye teklif edilmiş olması, akabinde şüphelinin “müdafii” huzurunda bu teklifi kabul etmiş olmasıdır (CMK.m.250/3). Aynı zamanda şüpheli de iddianamenin düzenlenmesine kadar Cumhuriyet savcısına başvurarak seri muhakeme usulünün uygulanmasını talep edebilecektir (CMSM.yön.m.5/11).

Cumhuriyet savcısı, şüpheliye seri muhakeme usulünün uygulanmasını teklif etmek amacıyla -en kısa sürede- davet edecektir. Davet; telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi iletişim araçlarından yararlanmak suretiyle yapılabilecektir (CMSM. yön.m.9/1). Şüphelinin ‘mazeretsiz olarak davete icabet etmemesi’, ‘resmi mercilere beyan etmiş olup da soruşturma dosyasında yer alan adreste bulunmaması’ veya ‘yurt dışında olması’ ya da ‘başka bir nedenle şüpheliye ulaşılamaması’ halinde, -bu durum tutanağa bağlanarak- soruşturmaya genel hükümlere devam edilecektir (CMK.m.250/13, CMSM.yön.m.9/2).

Belirtmek gerekir ki; şüphelinin kabul beyanı iradesine dayanmalıdır. Bu yüzden seri muhakeme usulünün teklif edilmesi amacıyla şüpheli hakkında ‘zorla getirme kararı verilemez’ ve ‘yakalama emri düzenlenemez.’ İradesini etkileyecek nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. Teklif kapsamı dışında, kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.

Seri muhakeme usulünün şüpheliye teklif edilmesinden önce ‘Cumhuriyet savcısı’ veya ‘kolluk görevlileri’ bu usul hakkında şüpheliyi bilgilendirmesi gerekmektedir. Bilgilendirme;

  • İsnat edilen eylem, eylemin oluşturduğu suç ile bu suçun seri muhakeme usulü kapsamına girdiği,
  • Kamu davasının açılması için yeterli şüphenin bulunduğu,
  • Özgür iradesiyle ve müdafi huzurunda kabul ettiği takdirde bu usulün uygulanacağı ve belirlenecek temel cezanın yarı oranında indirileceği,
  • Mahkemenin Cumhuriyet savcısı tarafından talep edilen yaptırım doğrultusunda hüküm kuracağı, bu hükme karşı itiraz kanun yoluna başvurabileceği,
  • Teklifin kabulünün ancak müdafi huzurunda gerçekleştirilebileceği, seçtiği bir müdafi yoksa istemi aranmaksızın kendisine bir müdafi görevlendirileceği,
  • Mahkeme tarafından hüküm kuruluncaya kadar her aşamada seri muhakeme usulünden vazgeçebileceği,
  • Mahkemece verilen hükmün adli siciline kaydedileceği,
  • Bu usulün uygulanmasını kabul etmediği takdirde genel hükümlere göre hakkında iddianame düzenlenerek kamu davası açılacağı,
  • Genel hükümlerin uygulanmasına geçilmesi halinde, seri muhakeme usulünü kabul ettiğine ilişkin beyanları ile bu usulün uygulanmasına dair diğer belgelerin, soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde delil olarak kullanılamayacağı, hususlarını kapsayacaktır.

Önemle belirtmek gerekir ki; seri muhakeme usulünün uygulanması, şüphelinin, Cumhuriyet savcısının yaptığı teklifi müdafii huzurunda kabul etmesi halinde mümkün olacaktır. Bu usulün uygulanmasına ilişkin teklifin müdafi huzurunda yapılması kanundan kaynaklanan bir zorunluluktur. Seri muhakeme usulüne tabi olduğu soruşturma dosyasından anlaşılan suçlar hakkında, Cumhuriyet savcısınca bu usul uygulanmadan iddianame hazırlanmışsa, bu iddianame görevli mahkemece -seri muhakeme usulünü teklif edilmesi/uygulanması için- Cumhuriyet savcısına geri iade edilecektir. Bu noktada belirtmek gerekir ki; kanun metninde “Seri Muhakeme Usulü’nün uygulanması şüpheliye teklif edilir ve şüphelinin müdafii huzurunda teklifi kabul etmesi halinde bu usul uygulanır (CMK.m.250/3)” düzenlemesini ihtiva etmekle, sadece ‘kabulün’ müdafii huzurunda yapılmasını yeterli bulduğu anlaşılsa da, madde gerekçesinde; “Cumhuriyet savcısı tarafından müdafii huzurunda şüpheliye usulün uygulanması teklif edilecek ve şüpheli bu usulün uygulanmasını kabul ederse usul uygulanabilecektir” denilerek, hem teklifin hem de kabulün müdafi huzurunda yapılması gerektiği belirtilmiştir. Kanun metninden anlaşılmamakla birlikte hem teklifin hem de kabulün müdafi huzurunda gerçekleştirilmesi son derece önemli ve gereklidir.

Şüphelinin talep etmesi halinde ‘teklifi değerlendirmesi için’ kendisine 1 (bir) ayı aşmamak üzere makul bir süre verilecektir (CMSM.yön.10/3). Eğer şüpheli, “mazereti olmaksızın belirlenen süre içinde gelmez” veya “bu usulün uygulanmasını kabul etmediğini bildirmez” ise, Cumhuriyet savcısınca soruşturmaya genel hükümlere göre devam edilecektir (CMSM.yön.10/4).

Suçun ‘iştirak’ halinde işlendiği durumlarda, şüphelilerden birinin bu usulün uygulanması için Cumhuriyet savcısının yapacağı teklifi kabul etmemesi halinde, diğer şüpheliler teklifi kabul etse de “Seri Muhakeme Usulü”nün uygulanması mümkün değildir (CMK.m.250/3). Yani, bu usulün uygulanması, ancak bütün şüphelilerin yapılacak teklifi kabul etmesine bağlıdır.

Şüpheli, Cumhuriyet savcısı tarafından sunulan ‘talepname’ hakkında, mahkemenin kuracağı hüküm anına kadar bu usulün uygulanmasından vazgeçebilir (CMSM.yön.m.5/4). Şüphelinin, teklifin ve kabulün geçerliliği bakımından kendisini bir müdafi ile temsil ettirmesi gerekmektedir (zorunlu müdafilik). Eğer şüphelinin müdafii bulunmuyorsa, istemi aranmaksızın kendisine bir müdafi görevlendirilecektir (CMSM.yön.m.11).

C. TALEPNAMENİN HAZIRLANMASI

Cumhuriyet savcısı, seri muhakeme usulün uygulanması için yaptığı teklifin şüpheli tarafından kabul edilmesi sonrasında, ‘CMK’nin 250. maddesinin 4. fıkrasını uyarınca şüpheliye uygulanacak yaptırım miktarını belirleyecek’ ve ‘belirlediği yaptırımın uygulanmasını görevli mahkemeden -yazılı bir talepnameyle- isteyecek’tir.

I. Cumhuriyet Savcısının TCK’nin 61/1 Hükmünde Belirtilen Kıstasları Dikkate Alması

CMK’nin 250. maddesinin 4. fıkrası ile Cumhuriyet savcısının seri muhakeme usulü kapsamında TCK’nin 61. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen kıstasları dikkate alarak, şüpheli hakkında bir ceza yaptırımı tayin edebileceği öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle hâkimin sanık hakkında ‘temel ceza’yı belirlerken dikkate aldığı TCK’nin 61/1 hükmündeki kıstasların, Cumhuriyet savcısınca -seri muhakeme kapsamında- şüpheli hakkında ceza yaptırımını belirlerken de dikkate alınacağı öngörülmüştür. Bu sebeple öncelikle TCK’nin 61/1 hükmünün ‘hâkim tarafından uygulaması’ hususunu incelemekte yarar vardır:

Hâkim, ceza yargılaması sonunda yüklenen suçu işlediği sabit olan sanık hakkında “mahkûmiyet” kararı vermektedir. Mahkûmiyet kararı verirken de, öncelikle TCK’nin 61. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen kıstasları dikkate alarak ‘temel ceza’yı belirlenmekte, sonrasında ise 61. maddenin diğer fıkra hükümleri uyarınca nihai cezayı tayin etmektedir. Temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınan kıstaslar TCK.m.61/1 hükmünde sınırlı olarak sayılmıştır. Bu sebeple hâkim, temel cezayı belirlerken, ‘keyfi hareket edemediği’ gibi, bu kıstasları karşılamayan bir ‘takdir yetkisi’ni de kullanamamaktadır.

Yüksek mahkeme “hâkimin, temel cezayı belirlerken ‘keyfi hareket edemeyeceği’ne ve TCK.m.61/1 hükmünde belirtilen kıstasları karşılamayan bir ‘takdir yetkisi’ni de kullanamayacağı”na ilişkin birçok kararında;

“Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin hükmün, kasıtlı suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nin 61/1. maddesinde yer alan ölçütlerden olan failin kastı, suçun işleniş biçimi ile meydana gelen tehlikenin ağırlığı nazara alınmak suretiyle TCK’nin 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken; olay günü sanık idaresindeki bisiklet ile 3.11 promil alkollü olarak tek taraflı kaza yaptığı tespit edilen sanık hakkında, kastının yoğunluğu ve meydana gelen tehlikenin ağırlığı gözetilerek, temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi isabetli olmakla birlikte, hak ve nesafete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, benzer olaylar ile karşılaştırıldığında eylem ile ceza arasındaki dengeyi bozacak, adalet ve hakkaniyete uygun düşmeyecek biçimde yetersiz gerekçe ile alt sınırdan çok fazla uzaklaşılarak, teşdidin derecesinde yanılgıya düşülmek suretiyle sanık hakkında fazla ceza tayinin kanuna aykırı olduğunu”

“Hırsızlık suçundan kurulan hükümde; kanunun öngördüğü sınırlar arasında ceza tayini hâkimin takdir ve değerlendirme yetkisinde ise de; bu yetkinin kullanılmasında adalet ve nesafet kurallarına bağlı kalınması bu konudaki gerekçenin, suçun işleniş şekli, kanuna aykırılığın derecesi, suç sebepleri, sanığın kişiliği, kastın yoğunluğu gibi hususların dosya içeriğine uygun olması gerektiğini- Somut olayda, sanığın müştekinin hastane odasında bıraktığı cep telefonunu çalmak şeklindeki eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 142/1-a maddesinde tanımlanan suçu oluşturduğu, suç tarihi itibariyle anılan maddede belirtilen ceza miktarının 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası olduğu, mahkemece hükmün gerekçesinde herhangi bir teşdit gerekçesi belirtilmediği anlaşılmakla; sanık hakkında kurulan hükmün sadece hüküm fıkrasında yer alan ve “… suçun işleniş biçimi, suç sebep ve saikleri, suçun işlendiği zaman ve yer dikkate alınarak takdiren” şeklinde belirtilen gerekçe ile temel ceza 3 yıl olarak belirlenip bu şekilde teşdiden hüküm kurulmasının TCK’nin 61. maddesine aykırı olduğunu”

“5237 sayılı TCK’‘nun 61. maddesi uyarınca, alt ve üst sınırlar arasında temel ceza belirlenirken suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı ve failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı unsurlarının dikkate alınması gerekmekte olup; 166 paket gümrük kaçağı sigaranın ele geçirildiği olayda, dosya kapsamına göre fiil alt sınırdan uzaklaşarak teşdit uygulanmasını gerektirmediği halde hakkaniyet ölçüleri ile bağdaşmayacak biçimde sanık hakkında teşdiden hüküm kurulmasının kanuna aykırı olduğunu”

“Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklediği, hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçe, TCK’nin 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili, dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olması gerektiği, gerekçenin bu niteliği kararı aydınlatma, keyfiliği önleme ve tarafları tatmin etme özelliklerini taşımasının yanında, hâkimin, aşağı ve yukarı hadler arasında takdir yetkisini kullanırken TCK’nin 61. maddesinde düzenlenen kuralların dışına çıkıp çıkmadığının Yargıtayca denetleneceğini de gösterdiğini”

belirtmiştir. Bu kararlarla aynı zamanda hâkimin TCK’nin 61. maddesinin 1. fıkrasını uygularken, “takdir yetkisini hukuka ve somut duruma uygun kullanması gerektiği” de açıklığa kavuşturulmuştur.

Hâkim temel cezayı belirlerken, öncelikle sanığın eyleminin hangi kanun maddesinde düzenlenen hangi suç maddesini oluşturduğunu tespit etmektedir (soyut aşama). Bu belirlemeden sonra, ilgili suçun kanuni tanımında bir ceza çeşidi -yani, sadece adli para cezası veya sadece hapis cezası- öngörülmüşse, kanuni tanımda yer alan bu ceza üzerinden; birden fazla ceza çeşidi -yani, adli para cezası ve hapis cezası- birlikte öngörülmüşse, her iki ceza üzerinden temel cezayı belirlemektedir. Ancak hâkim suçun kanuni tanımında birden fazla ceza seçimlik olarak öngörülüşse, artık ‘cezanın çeşidi’ni belirlemekle suretiyle -yani, adli para cezası veya hapis cezasından birini seçerek- temel cezayı belirlemektedir.

Hâkim, suçun kanuni tanımında birden fazla ceza seçimlik olarak öngörülmüşse, “takdir yetkisi”ni kullanarak bu cezalardan birini seçmekte, seçtiği ceza çeşidi üzerinden temel cezayı belirlemektedir. Ancak, takdir yetkisini kullanarak yaptığı tercihini -vermiş olduğu kararında- gerekçelendirmek zorundadır. Yüksek mahkeme de çeşitli kararlarında;

“Hakaret suçunun seçenekli ceza içermesi karşısında, hangi hukuksal gerekçelerle hapis cezasının tercih edildiğinin Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde hükmün gerekçesinde gösterilmemesinin kanuna aykırı olduğunu”

“Birden fazla ceza türü seçenekli (alternatifli) olarak öngörülen, her iki ceza türü “veya” bağlacı ile bağlı olan hâkimin ceza türlerinden herhangi birini gerekçesini göstermek suretiyle tercih etme hakkının bulunduğunu”

belirtmiştir.

Hâkim, Suçun kanuni tanımda adli para cezası ile hapis cezasının birlikte öngörüldüğü hallerde, temel cezayı belirlerken, hapis cezasının alt sınırdan tayini halinde mutlak surette adli para cezasını da alt sınırdan tayin etmek yönünde bir zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak adli para cezasını, alt sınırdan uzaklaşarak belirlemesi halinde, bu durumun gerekçelerini belirtmek zorundandır. Yüksek mahkeme de bir kararında “yasa koyucunun ayrıca adli para cezası öngördüğü suçlarda, hapis cezasının alt sınırdan tayini halinde mutlak surette adli para cezasının da alt sınırdan tayini gerektiği yönünde bir zorunluluk bulunmamakta ise de, suçtan elde edilen menfaat miktarının 8.200 TL olduğu gözetilmeksizin yeterli ve yasal gerekçe gösterilmeksizin adli para cezasının 820 gün yerine alt sınırın üzerinde 900 gün olarak tayin edilmesinin yasaya aykırı olduğunu” belirterek duruma açıklık getirmiştir.

TCK’nin 61. maddesinin 1. fıkrası; “hâkim, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” düzenlemesini ihtiva etmektedir. Bu düzenlemeye göre, belirlenen temel cezanın, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırını aşamayacaktır. İşlenen suçun kanuni tanımında cezanın sadece alt sınırı veya sadece üst sınırı öngörülmüşse, bu durumda -TCK’nin 49. maddesi uyarınca- öngörülmeyen alt sınır için ‘bir ay’, üst sınır için ise ‘yirmi yıl’ dikkate alınacaktır. Buraya kadar açıkladığımız hâkimin TCK.m.61/1 hükmünü dikkate alarak temel cezayı belirleme yetkisi, seri muhakeme usulü kapsamında CMK’nin 250. maddesinde belirtilen katalog suçlarla ilgili olarak Cumhuriyet savcısına da verildiğini belirtmiştik. Yani, yukarıda açıklanan “hâkimin TCK.m.61/1 hükmünü uygularken dikkate alması gereken kıstaslar ile temel ilkeler”, Cumhuriyet savcısınca da seri muhakeme kapsamında sonuç ceza belirlenirken dikkate alınacaktır.

Cumhuriyet savcısı, TCK’nin 61. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen hususları göz önünde bulundurarak, suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında tespit edeceği temel cezadan ‘yarı oranında indirim uygulamak suretiyle’ cezayı ve/veya güvenlik tedbirini belirleyecektir (CMK.250/4, CMSM.yön.10/5). Cumhuriyet savcısınca, temel ceza belirlenirken, TCK’nin 61. maddesinin 1. fıkrası dışında kalan diğer fıkra hükümleri dikkate alınmayacaktır. Burada sadece maddenin ilk fıkrasında yer alan; “suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saik” hususlarını göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında kalmak şartıyla, temel cezayı belirledikten sonra, ortaya çıkan temel cezadan yarısı oranında indirim yaparak ‘sonuç ceza’ya ulaşacaktır. Cumhuriyet savcısınca, belirlenen ‘sonuç ceza’ dışında faile bir ceza önerisinde bulunması mümkün değildir. Bu ceza üzerinden başkaca bir indirim veya artırım yapması da söz konusu olmayacaktır.

Doktrinde, “Cumhuriyet savcısının, ‘sonuç ceza’dan herhangi bir indirim veya artırım yapamamasının -yani, TCK’nin 61. maddesinin 1. fıkrası dışında kalan diğer fıkra hükümlerinin uygulanması konusunda yetkilendirilmemiş olmasının- ceza adaleti bakımından orantısız uygulamalar ortaya çıkaracağı” görüşü mevcuttur. Gerçekten maddede belirtilen katalog suçlardan birinin “zincirleme suç hükümlerinin (TCK.m.43)” veya “haksız tahrik (TCK.m.29) hükümlerinin” ya da başkaca indirim ve artırım sebeplerinin uygulanmasını gerektirecek şekilde işlenmesi halinde, Cumhuriyet savcısınca seri muhakeme usulünün uygulanması mümkün olacak mıdır? Kanımca burada seri muhakeme usulünün uygulanmaması ve soruşturmanın genel hükümlere göre yürütülmesi daha doğru olacaktır. Zira kanun metni ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde, Cumhuriyet savcısının TCK’nin 61. maddesinin 1. fıkrası dışında, maddenin diğer fıkra hükümlerini dikkate alarak temel cezayı belirlemesi konusunda yetkilendirilmediği açıkça anlaşılacaktır. Bu durumda Cumhuriyet savcısının, işlenen suçta ‘indirim veya artırım sebeplerinin bulunduğunu’ gerekçe göstererek, suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt sınırından veya alt sınırından uzaklaşarak temel cezayı tayin etmesi -yani, kanunun kendisine verdiği yetkiyi aşarak bir ceza yaptırım belirlemesi- mümkün görünmemektedir.

II. Cumhuriyet Savcısının Ceza Tayini Sürecinde Diğer Bazı Yetkileri

Cumhuriyet savcısı, belirlediği sonuç cezayı TCK’nin 51. maddesi uyarınca erteleyebileceği gibi, TCK’nin 50. maddesi uyarınca seçenek yaptırımlara da çevirebilecektir. Aynı zamanda sanık hakkında CMK’nin 231. maddesi uyarınca “hükmün açıklamasının geriye bırakılmasına” da karar verebilecektir(CMK.m.250/5 ilâ 6. fıkrası). Cumhuriyet savcısı, seri muhakeme usulünün uygulanması dolayısıyla, öngörülen yaptırımın kanuni sonucu olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasının gerektiği hallerde, söz konusu güvenlik tedbirleri de uygulayabilecektir.

III. Talepnamenin İçeriği

Cumhuriyet savcısı, şüpheli hakkında yukarıda belirttiğimiz kıstaslar üzerinden bir yaptırımı belirledikten sonra, Ceza Muhakemesinde Seri Muhakeme Yönetmeliği’nde yer alan ekli talepnameyi dikkate alarak, -görevli mahkemeye sunulmak üzere- usulünce bir talepname hazırlayacaktır.

Mahkemeye hitaben düzenlenen talepnamede;

  • Şüphelinin kimliği ve müdafii,
  • Mağdur veya suçtan zarar görenlerin kimliği ile varsa vekili veya kanuni temsilcisi,
  • İsnat olunan suç ve ilgili kanun maddeleri,
  • İsnat olunan suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
  • Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri,
  • İsnat olunan suçu oluşturan olayların özeti,
  • Cumhuriyet savcısı tarafından bu usulün uygulanmasının şüpheliye teklif edildiği ve şüphelinin müdafii huzurunda teklifi kabul ettiği,
  • Belirlenen ceza ve/veya güvenlik tedbirleri ile uygulanmış ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hapis cezasına seçenek yaptırımlar veya hapis cezasının ertelenmesine ilişkin hususlar, yer alacaktır.(CMSM.yön.12/2)

D. TALEPNAMENİN İNCELEMESİ, HÜKÜM VE İTİRAZ

I. Talepnamenin İncelenmesi

Cumhuriyet savcısı, CMK’nin 250. maddesinin 8. fıkrasına uygun olarak hazırladığı yazılı talepnameyle şüpheli hakkında belirlediği yaptırımın uygulanmasını görevli mahkemeden (Asliye Ceza Mahkemesinden) isteyecektir (CMK.m.250/8, CMSM.yön.12/1). Görevli mahkeme ise, şüpheliyi huzurunda dinledikten sonra (mahkemece şüphelinin dinlenmesi SEGBİS veya istinabe yoluyla da dinlemesi mümkündür) eylemin seri muhakeme kapsamında olup olmadığı ve CMK.m.250 hükmünün 3. fıkrasında belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediği, yani, Cumhuriyet savcısının şüpheliye ‘seri muhakeme usulünün uygulanmasını teklif edip etmediği’ ve ‘şüphelinin müdafii huzurunda bu teklifi kabul edip etmediği’ konusunda -talepnamenin verildiği gün derhal- inceleme yapmaya başlayacaktır. Mahkeme yazılı talepname doğrultusunda hüküm kurabileceği gibi; yapılan talebi reddederek, soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı Cumhuriyet savcısına geri de gönderebilecektir (CMK.250/9).

Mahkeme; ‘talepnamenin Ceza Muhakemesinde Seri Muhakeme Yönetmeliği’nin 12. maddesinde belirtilen şartlara aykırı düzenlendiği’, ‘belirtilen yaptırımda maddi hata yapıldığı’, ‘yaptırım hakkında CMK’nin 231. maddesi veya TCK’nin 50. ya da 51. maddelerinin uygulanmasında “objektif koşulların” gerçekleşmediğinin anlaşıldığı’, teklif edilen yaptırımın mahiyetine uygun bir güvenlik tedbiri belirtilmediği’ şeklindeki hata ve eksikliklerin bulunması hallerinde, hazırlanan talepnameyi, -bu hata ve eksikliklerin giderilmesi amacıyla- Cumhuriyet savcısına geri gönderecektir. Cumhuriyet savcısı da eksiklikleri giderdikten sonra talepname yeniden düzleyerek, görevli mahkemeye gönderecektir (CMSM.yön.13/3).

Görevli mahkeme, şüphelinin dinlenmesi (beyanlarına başvurulması) amacıyla adına çıkardığı -ve mazeretsiz olarak mahkemeye gelmemesi halinde bu usulden vazgeçmiş sayılacağının açıkça yazıldığı- davetiyeye rağmen, şüphelinin mazeretsiz olarak mahkemeye gelememesi halinde -bu usulden vazgeçmiş sayılacağından- artık soruşturmaya genel hükümlere göre devam edilmesine karar verecektir.

Cumhuriyet savcısının seri muhakeme usulünün uygulanması için ‘yapacağı teklifin’ ve ‘yaptığı teklifin kabulünün’ müdafi huzurunda gerçekleştirilmesi zorunluluğu, şüphelinin mahkeme huzurunda dinlenmesi (beyanlarına başvurulması) sırasında da geçerli bir zorunluluktur. Bu halde talepnamenin değerlendirilmesi aşamasında da zorunlu müdafilik öngörülmüştür.

Mahkeme burada, “yapılan teklifin şüpheli tarafından kabul edilip edilmediği” (CMK.m.250/3) ve “fiilin seri muhakeme usulü kapsamında olup olmadığı”yla sınırlı olarak bir değerlendirme yetkisine sahiptir. Buna karşın mahkeme fiile ilişkin cezanın bireyselleştirilmesinde hata tespit etmesine rağmen, -fiil seri muhakeme kapsamında kaldığı sürece- talepnamede belirtilen yaptırım doğrultusunda hüküm kurmak zorundadır. Bu aşamada ‘dar yetki’lendirilen mahkemenin, CMK’nin 250. maddesinin 3. fıkrasında yer alan şartların tam olması üzerine; maddi gerçeğe ilişkin bir inceleme yapmadan -örneğin; delil toplanmadan, tanık dinlenmeden, keşif yapmadan- sadece işlenen fiilin maddenin 1. fıkrasında belirtilen suçlardan olup olmadığının incelenmesiyle yetinerek, karar vermesi gerekecektir.

Yukarıda belirtiğimiz gibi, Cumhuriyet savcısı şüpheli hakkında belirlemiş olduğu yaptırımı, seçenek yaptırımlara (TCK.m.50) çevirebilecek veya erteleyebilecektir (TCK.m.51). Aynı zaman da belirlediği yaptırım hakkında hükmüm açıklanmasının geriye bırakılması kararı da (CMK.m.231) verebilecektir. Bu halde şu soru gündeme gelmektedir: Cumhuriyet savcısının belirlemiş olduğu yaptırımı “seçenek yaptırımlara çevirerek veya erteleyerek ya da bu yaptırım hakkında hükmüm açıklanmasının geriye bırakılması kararı vererek” veya “bu hususların hiçbirini dikkate almayarak” talepnameyi hazırlar ve bu talepnameyi mahkemeye sunarsa, bu talepname hakkında mahkemenin nasıl bir değerlendirme yapması gerekecektir? Eğer mahkeme yaptırımın, seçenek yaptırımlara çevrilmesinin veya ertelemesinin ya da hükmüm açıklanmasının geriye bırakılması kararının verilmesinin mümkün olmadığını -yapacağı inceleme sonuncunda- anlarsa, doğrudan “talebin reddine” karar vermesi gerekecek midir? Aksine Cumhuriyet savcısınca yaptırım hakkında belirlenen seçenek yaptırımı veya cezanın ertelenmesini ya da hükmüm açıklanmasının geriye bırakılması kararını kaldırarak, sadece ceza yaptırımına hükmetmesi, yani, talepnameyi kısmen kabul etmesi mümkün müdür? Ya da Cumhuriyet savcısınca bu hususlar dikkate alınmadan bir yatırım belirlenmişse, mahkeme tarafından belirlenen yaptırımın seçenek yaptırımlara veya ertelenmesine ya da hükmüm açıklanmasının geriye bırakılmasına hükmedilmesi mümkün müdür? Kanımca mahkeme, talepnameyi ve seri muhakeme usulünün uygulanma sürecini denetlemekle -sınırı olarak- yetkilendirilmişse de, “sanık hakkında belirlenen seçenek yaptırımın veya cezanın ertelemesinin ya da hükmüm açıklanmasının geriye bırakılması kararının uygulanmasının mümkün olmadığı” veya “sanık hakkında seçenek yaptırım, cezanın ertelenmesi veya hükmüm açıklanmasının geriye bırakılması kararından birinin uygulanması gerektiği” kanaatindeyse, Cumhuriyet savcısınca belirlenen seçenek yaptırımı veya cezanın ertelemesini ya da hükmüm açıklanmasının geriye bırakılması kararını kaldırabileceği gibi, bu hususlar Cumhuriyet savcısınca belirlenmemişse, bunlardan birini belirleyerek hüküm kurmasında bir sakınca bulunmamaktadır. Mahkemenin bu şekilde inceleme yaparak hüküm kurabilmesinin temel gerekçesi, kanun koyucunun (kanunun gerekçesinden de anlaşıldığı üzere) katalog suçlar hakkında yargılama sürecini kısaltarak, daha hızlı sonuç elde edilmesini istemesinden ileri gelmektedir. Talepnamenin bu gerekçelerle reddedilmesi, -yargılama sürecinin uzamasına sebep olacağından- kanunun amacına aykırı olacaktır. Bir diğer sebep ise; CMK.m.250/9 hükmünde sadece ‘yaptırım’dan söz edildiğinden, hâkimin diğer hususlar (seçenek yaptırım veya cezanın ertelemesi ya da hükmüm açıklanmasının geriye bırakılması kararı) hakkında değişiklik yapma konusunda artık ‘takdir yetkisi’nin doğmuş olmasıdır.

II. Seri Muhakeme Kapsamında Elde Edilen Belge ve Beyanların Kullanımı

Seri muhakeme usulünün bir şekilde tamamlanamaması ya da soruşturmanın genel hükümlere göre yürütülmesi amacıyla dosyanın Cumhuriyet savcısına geri gönderilmesi hallerinde şüphelinin seri muhakeme usulünün uygulanmasını kabul ettiğine ilişkin beyanları ile bu usulün uygulanmasına ilişkin belgeler, takip eden soruşturma ve kovuşturma evraklarında delil olarak kullanılamaz (CMK.m.250/10).

III. Mahkemece Verilen Hükme Karşı İtiraz Kanun Yoluna Başvurulması

CMK’nin 250. maddesinin 14. fıkrası; “Cumhuriyet savcısının talebi doğrultusunda mahkemece kurulan ‘hükme’ itiraz edilebileğini” düzenlemesini ihdas etmektedir. Öncelikle itiraz kanun yolu (CMK.m.267 vd.), bir ‘hâkim kararı’ veya yasada açıkça gösterilen hallerde ‘mahkeme kararı’nın, bu karardan zarar gören ilgili kişinin başvurusu üzerine, kural olarak başka bir mercide yeniden incelenmesine olanak tanıyan bir hukuki yoldur. İtiraz, “kesinleşmemiş hâkim ve mahkeme kararlarına karşı gidilmesi nedeniyle bir olağan kanun yolu”, “maddi ve hukuki meselelere temas etmesi bakımından da asıl derece kanun yolu” olduğu söylenebilir. Bu kanun yoluna, son karardan gayrı kararlara -yani, davayı sonuçlandıran ve uyuşmazlığı çözen “hüküm” dışındaki kararlara- karşı gidilebilmektedir.

Kısıtlı bir kanun yolu olan itiraz, yargılama aşamasında çıkabilecek usuli sorunları çözme amacına dayanan bir müessesedir. Bu yüzden davanın esasını çözen kanun yollarından, ‘istinaf’ ve ‘temyiz’ kanun yolu ile aynı kapsamda değerlendirilmesi mümkün değildir.

Belirtiğimiz gibi, itiraz kanun yoluna başvurulabilmesi için mevcut kararın bir hâkim veya mahkeme tarafından verilmiş olması gerekmektedir. Burada itiraz kanun yoluna başvurulabilecek hâkim kararlarından maksat; ‘soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimliğinin verdiği kararlar’, ‘mahkeme naibi ve istinabe olunan mahkeme kararları’, ‘mahkeme başkanı sıfatıyla verilen kararlar’ anlaşılmaktadır.

İtiraz kanun yoluna başvurulabilecek mahkeme kararlarından mahksat; ‘tutuklama kararı (CMK.m.101/5)’, ‘görevsizlik kararları (CMK.m.5/2)’, ‘yetkisizlik kararları (CMK.m.18)’, ‘eski hale getirme talebinin reddine ilişkin kararlar (CMK.m.42)’ örnek olarak verilebilir. İlgilinin mahkemenin vermiş olduğu karara karşı itiraz kanun yoluna başvurulabilmesi, kanunda açıkça belirtilmiş olmasına bağlıdır.

Burada hâkim veya mahkeme kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurmaya yetkili olanlar -yani, Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık, katılan, katılma istemi karara bağlanmamış olan, katılma talebi reddedilmiş ve katılma sıfatını alabilecek derecede suçtan zarar görmüş bulunan, bunlara bağlı olarak avukatlar, yasal temsilci ve eş (CMK.m.260 vd.)- kanunun ayrıca hüküm koymadığı hallerde CMK’nin 35. maddesine göre hâkim veya mahkemenin kararını öğrenmelerinden itibaren -yani, kararın açıklanmasından veya tebliğinden sonra- 7 gün içinde ‘kararı veren mercie bir dilekçeyle’ ya da ‘tutanağa geçirilmek koşuluyla, zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle’ başvurabilmektedirler. Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme ise, verilen dilekçeyi inceledikten sonra ilgilinin itiraz sebeplerini yerinde görürse kararını düzeltmekte; yerinde görmezse dosyayı hemen ve nihayet üç gün içinde -CMK’nin 268/3 maddesinde ayrıntısıyla düzenlenmiş olan- incelemeye yetkili mercie göndermektedir (CMK.m.268/2).

Merci, yapılan itiraz hakkında -kanunda yazılı haller dışında- duruşma yapmaksızın karar verecektir. Ancak gerekli görmesi halinde cevap vermesi için itirazı sanık müdafiine tebliğ edilebileceği gibi, Cumhuriyet savcısı ve sonrasında müdafi ya da vekili dinleyebilecektir (CMK.m.271/1).

İtirazın incelenmesinde, itiraz olunan karar bakımından hem maddi hem de hukuki yönden bir değerlendirme yapılmaktadır. Buna göre; ‘bir karara konu teşkil eden maddi olgular ile bunu doğuran hukuki durum’ birlikte değerlendirilmektedir. İtiraz kabul edilirse; ‘itiraz edilen hâkim veya mahkeme kararın hukuka aykırı olduğu’ anlaşılmış olup, bu aşamada artık itiraz merciince itiraz konusu hakkında da ayrıca karar verilecektir (CMK.m.271/2). Mercii, ‘itiraz edilen konu hakkında’ karar verebilse de, davanın esası hakkında herhangi bir karar verememektedir. Yüksek mahkeme de kararlarında; “Kanun’un 271/2. maddesindeki düzenlemeye göre, merci, itirazı yerinde görürse itirazın kabulüyle birlikte “itiraz konusu” hakkında da karar vereceği, başka bir anlatımla merci, itirazı kabul ettiğinde, verilmesi ya da kaldırılması gereken bir karar varsa bunu kararı veren mahkemeye bırakmadan kendisinin vermesi ya da kaldırması gerektiği, örneğin görevsizlik kararına yönelik bir itirazı inceleyen merci, itirazı yerinde görürse aynı zamanda görevsizlik kararını da kendisinin kaldırmayacağı, dolayısıyla, kanunda yer alan ‘itiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir’ hükmü, itirazı kabul eden merciin sadece ‘itiraz konusu’ hakkında karar vermesi şeklinde anlaşılması gerektiği, buna karşın bu hüküm itiraz konusu dışında dosyanın esası hakkında da yargılamayı sonuçlandıracak (örneğin görevsizlik kararını kaldıran merciin dosyanın esası hakkında karar vermesi ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararı kaldıran merciin hükmü açıklaması gibi) bir karar vermesi gerektiği şeklinde yorumlanmayacağını” belirtmiştir.

Merciin ‘itiraz konusu hakkında’ verdiği karar kesin olup, artık hâkim veya mahkeme tarafından aynı kararın yeni bir değerlendirme yapılmadan verilmesi söz konusu olmayacaktır. Burada itiraz olunan kararın kaldırılmasına müteakip, yetkili ve görevli kılınan mahkemenin yargılama sonunda vereceği hüküm, yeni hüküm sayılacağından, bu hükme karşı itiraz veya istinaf ya da temyiz yolu açık olacaktır.

Belirttiğimiz bu esaslar çerçevesinde, CMK’nin 250. maddesinin 14. fıkrası; mahkemenin seri muhakeme kapsamında ve Cumhuriyet savcısının talebi doğrultusunda kuracağı ‘hükme’ karşı da ‘itiraz’ kanun yoluna başvurulması öngörülmüştür. Her şeyden önce yukarıda incelediğimiz ‘itiraz müessesesi’ne başvurunun en beliğin şartı, “hâkim veya mahkeme tarafından verilmiş ‘hüküm’ dışında bir karar”ın bulunmasıdır. Yani son karara (hükme) karşı itiraz kanun yoluna başvurulması, bu kanun yolunun amacına aykırıdır. Hükme karşı ancak istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurulabilmektedir. Unutmamak gerekir ki; mahkeme, seri muhakeme usulü uygulanmasında son aşamaya gelindiğinde -şekli/usuli de olsa- sanık hakkında bir hüküm tesis ederek süreci sonlandırmaktadır. Bu haliyle seri muhakeme usulü sonunda mahkemece kurulan hükme karşı artık itiraz kanun yoluna değil, istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurulması gerekecektir. Bu açıdan madde hükmünde itiraz yolunun öngörülmesi, bu müessesenin yapısına aykırıdır.

E. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME

I. Kanımca öncelikle tartışılması gereken noktanın, yeni düzenlemenin Anayasa’nın 9. maddesine uygun olup olmadığıdır. Peki, Anayasa’nın 9. maddesi bize neyi ifade etmektedir? Altını önemle çizerek belirtmek gerekir ki, Anayasanın 9. maddesi; “yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” hükmüyle, yargılama yetkisinin ancak mahkeme tarafından kullanılacağını belirtmiştir. Bu husus sadece bir anayasa hükmü değildir; aynı zamanda ‘genel bir hukuk’ ilkesidir. İşte yukarıda bahsettiğimiz üzere seri muhakeme usulü kapsamında getirilen düzenlemeyle dar yetkilendirilen mahkemenin, CMK’nin 250. maddesinin 3. fıkrasında yer alan şartların tam olması üzerine, maddi gerçeğe ilişkin bir inceleme yapmadan (örneğin; delil toplamadan, tanık dinlemeden, keşif yapmadan) sadece işlenen fiilin, maddenin 1.fıkrasında belirtilen suçlardan olup olmadığını incelemesiyle yetinmesi, Anayasa’nın 9. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Zira burada mahkemenin, Cumhuriyet savcısının sunduğu talepnameyi sadece şekli bir incelemeyle onaylaması veya reddetmesi, yargılama yetkisini Cumhuriyet savcısına bıraktığı sonucunu doğurmaktadır.

II. Kanun koyucunun bu yeni düzenlemeyi getiriş amacına yönelik olarak; “suç şüphesi altında bulunan kişiler, soruşturma sürecinde susma, herhangi bir açıklamada bulunmama hakkına sahip olduğu gibi sorumluluğu kabul hakkına sahip bulunmaktadır. İkinci seçeneğin söz konusu olduğu her durumda, suçun niteliği ve cezasının ağırlığına veya geleneksel muhakeme yollarının kullanılmasında hukuki ve sosyal bir yarar bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, bütün ceza davalarının mahkemeye taşınmasının adil ve hakkaniyetli olmadığı açıktır. Ağır iş yükü altında bulunan ceza adalet sistemlerinin bu tür vahamet arz etmeyen basit suçlarda muhakeme sürecini basitleştirecek adımlar atması Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tavsiye kararlarına da konu edilmiştir” ifadelerini kullanmaktadır. Kanun koyucunun buradaki amacı pek de ulaşılması zorunlu, önemli bir amaç değildir. Hatta tehlikeli bir amaçtır diyebiliriz.

Her şeyden önce bu değerlendirme hukuk mantığına uygun değildir. Zira mevzuat bir suç tanımlaması yapıyorsa, artık belirli suçlar hakkında “bütün ceza davalarının mahkemeye taşınmasının adil ve hakkaniyetli olmadığı” şeklinde bir hukuki değerlendirmede bulunmak mümkün değildir. Bir suçun mahkemeler nezdinde değerlendirilmesinin daha az önemli olduğunu söylemek, yargının yargılama yetkisinin üstesinden gelemediği anlamına gelmektedir.

Hiçbir suç önemsiz değildir, sadece bazı suçlar daha az cezayı öngörür veya toplumsal düzende daha az kınanır. Bu da “aynı kanuni düzenlemelere tabi olan suçlar içerisinde daha az önemsiz olduğu söylenen suçların yargılanmasında ve cezalandırılmasında ayrı bir usulün uygulanacağı” anlamına gelmemektedir.

Kanımca CMK m. 250 düzenlemesi yerine, ilk olarak (elbette ki herkesin bildiği gibi); mahkeme sayılarının artırılması ve daha fazla yargılama alanı oluşturulmasıdır. Ancak bu tür bir çözüm -her geçen gün artan dosya sayısı dikkate alındığında- kısa vadede etkili olsa da, uzun vadede etkili olamayabilir. İkinci olarak ve önemle üzerinde çalışılması gereken diğer bir çözüm yolu ise, bu tür suçları Türk Ceza Kanunu’nda düzenlemek ve CMK’da yer alan usullere tabi tutmak yerine, başka bir hukuki yaptırıma ve usule tabi tutarak (örneğin Kabahatler Kanunu’nda olduğu gibi) kapsamlı ve hukuk ilkelerine uygun bir inceleme süreci düşünülebilir.

III. Belirtmek gerekir ki ülkemizde yıllardan beri kanun yapma tekniğinde ciddi eksiklikler bulunmaktadır. Zira yeni getirilen müesseseler veya maddi kurallar; toplumun geneline uygulanabilmesi bakımından eksik olan, yer aldığı mevzuatın diğer hükümleriyle çelişen, pratiğe geçişte ciddi farklılıklar/eksiklikler oluşturan, normlar hiyerarşisinin tersten uygulanmasına sebep olan ve daha birçok aksaklık içeren sorunları karşımıza çıkarmaktadır. Kanun değişikliklerinde kullanılan teknikler, mahkemelerin yoğun iş yükünü azaltmak yerine, yeni ve daha derin sorunlar ortaya çıkarmaktadır. İnceleme konumuz olan seri muhakeme usulü üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak, şöyle bir sonuca ulaşıyoruz: Bu usul hükmü bir alternatif çözüm yöntemiymiş gibi (Uzlaştırma, arabuluculuk, Av. K. 35/a gibi) düzenlenmiştir. Zira şüphelinin rızasına başvurarak Cumhuriyet savcısınca tesis edilecek hükme” iradi katılma öngörülmüştür. Burada bir problem gözükmektedir. Zira bu yöntemle seri muhakeme usulünün getirilmiş olması yersizdir: kanunlaşmış bir uzlaştırma prosedürü dâhilinde ilgili katalog suçlar daha etkin çözüme kavuşturulabilmesi mümkündür. Yani, burada uzlaştırma hükümleri CMK hükümleri içerisinde değil de, kendi başına bir kanunla ve etkin bir şekilde düzenlenerek, aynı zamanda mahkemelerin yargı yetkisini bertaraf etmeden seri muhakemeye tabi suçları da bu kanuna dâhil edecek şekilde bir düzenleme getirilmesi daha uygun olacaktır.

IV. Görünen o ki, kamuoyunda tartışmaya açılmayan her düzenleme eksiklikleri de beraberinde getirecektir. Burada sınırlı olarak uygulama alanı bulan, yani katalog suçlarla sınırlı olarak uygulanacak olan bu yeni usul, amaçladığı gibi ceza mahkemelerin yoğun iş yükünün hafifletilmesi konusuna bir rahatlama getirip getirmeyeceği şimdilik belirsizdir.


*İzmir Barosu, Sic. N. 15641

KAYNAKÇA

● 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (R.G. 17.12.2004, sayı: 25673)

● 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (R.G. 12.10.2004, sayı: 25611)

● 7188 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (R.G. 24.10.2019, sayı: 30928)

● Ceza Muhakemesinde Seri Muhakeme Yönetmeliği (R.G. 29.12.2019, sayı: 30995)

● ALDEMİR Hüsnü Ceza Yargılamasında Seri Muhakeme ve Basit Yargılama Usulleri, 2019

● CENTEL Nur Başar/ZAFER Hamide Ceza Muhakemesi Hukuku, Eylül 2018, 15. Baskı

● HAKERİ Hakan Ceza Hukuku Genel Hükümler, Eylül 2017, 21.Baskı

● KUNTER Nurullah/YENİSEY Feridun/ NUHOĞLU Ayşe Muhakeme Hukuku, 15.Baskı, 2006

● ÖZBEK Veli Özer Ceza Muhakemesi Hukuku, 2006

● PARLAR Ali Ceza Muhakemesi Kanunu Şerhi, Ekim 2014

● UĞURLUBAY AYGÖRMEZ Gülsün Ayhan/HAYDAR Nuran/KORKMAZ Mehmet Seri Muhakeme Usulüne İlişkin Sorunlar (ASBÜ Huk. Fak. Der. 2019/2)

● YAŞAR Osman/GÖKCAN Hasan Tahsin/ARTUÇ Mustafa Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 2014, 2.Baskı, C:2

● SİNERJİ İÇTİHAT PROGRAMI

	(www.sinerjimevzuat.com.tr) 

● YARGITAY KARAR ARAMA

	(https://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIstemciWeb/)

Avukat Baran Doğan

UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS