Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi Nedir? (TBK m.611 vd)
Genel olarak ölünceye kadar bakma sözleşmeleri kişilerin maddi olanakları bulunmasına karşın, kendilerini tam olarak güvende hissetmemeleri, özellikle hastalık, yaşlılık dönemlerinde kendilerine bakıp gözetecek, yakın ilgi gösterecek kimselere ihtiyaç duymaları, sıcak bir aile ortamına kavuşmak istemeleri gibi nedenlerle yaptıkları sözleşmelerdir (HGK-K.2014/145).
(HGK-K.2021/1189)
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, ,TBK’nın 611 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Türk Borçlar Kanunu’nun 611. maddesinde ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere ölünceye kadar bakma sözleşmesi, taraflara karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Taraflardan her birinin üstlendiği edim, diğer tarafın üstlendiği edimin sebep ve karşılığını oluşturduğundan bu sözleşmeler tam iki tarafa borç yükleyen ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da almış olduğu malın değerine ve bakım alacaklısının daha önce sahip olduğu sosyal durumuna göre hakkaniyetin gerektirdiği edimleri, bakım alacaklısına ifa etme yükümlülüğünü üstlenmektedir. Bakım borçlusu, bakım alacaklısına özellikle uygun gıda ve konut sağlamak, hastalığında gerekli özenle bakmak ve onu tedavi ettirmek zorundadır (TBK m. 614/2).
Özellikle belirtmek gerekir ki, ölünceye kadar bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin (taşınmazın temliki) geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bir bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da bu sözleşmede tarafların hak ve borçları bakım alacaklısının ömrüyle sınırlı olduğundan bakım alacaklısının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş olması da sözleşmenin geçerliliğine etkili değildir.
Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Şekli
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, mirasçı atanmasını içermese bile, miras sözleşmesi şeklinde yapılmadıkça geçerli olmaz. Miras sözleşmesi ve dolayısıyla ölünceye kadar bakma akdi, resmi vasiyet şeklinde resmi memur önünde düzenlenmesi gerekir (TMK m.545). Bu nedenle ölünceye kadar bakma sözleşmesi, sulh hakimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki verilmiş diğer bir görevli (örneğin konsolosluk görevlisi) tarafından düzenlenmelidir. Sözleşmenin düzenlenmesi esnasında iki tanığın da hazır bulunması gerekir (TMK m.532/2). Uygulamada ölünceye kadar bakma sözleşmesi, genellikle noterler tarafından resmi şekilde düzenlenmektedir.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, Devletçe tanınmış bir bakım kurumu tarafından yetkili makamların belirlediği koşullara uyularak yapılmışsa, geçerliliği için yazılı şekil yeterlidir (TBK m.612).
Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi ve Mal Kaçırma İradesi
(HGK-K.2019/549)
Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 611. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 511.) maddesinde düzenlenmiş ve bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere ölünceye kadar bakma sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Diğer bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da almış olduğu malların değerine ve bakım alacaklısının daha önce sahip olduğu sosyal durumuna göre hakkaniyetin gerektirdiği edimleri, bakım alacaklısına ifa etmekle yükümlüdür. Bakım borçlusu, bakım alacaklısına özellikle uygun gıda ve konut sağlamak, hastalığında gerekli özenle bakmak ve onu tedavi ettirmek zorundadır (TBK. m. 614).
Diğer yandan ölünceye kadar bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Ne var ki, muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Bu nedenle bu tür uyuşmazlıkların çözümünde bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın gerçek irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; eldeki davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı ve çekişme konusu taşınmazların yukarıda değinildiği gibi TBK’nın 611 (mülga 818 sayılı BK’nın 511) ve devamı maddelerinde düzenlenen ölünceye kadar bakma sözleşmeleri ile davalıya temlik edildiği hususlarında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Dosya kapsamından murisin uzun yıllar cezaevinde kalması nedeniyle fiziksel ve psikolojik durumunun olumsuz yönde etkilendiği ve kendisine daha çok cezaevinden çıktıktan sonra evlendiği davalı eşinin destek olduğu anlaşılmakta ise de tanık beyanlarına göre miras bırakanın işlediği suçtan sonra ilk eşinden dünyaya gelen davacı kızı ile ölünceye kadar hiç görüşmediği de sabittir. Bu durumda murisin gerçek irade ve amacının belirlenmesinde ölünceye kadar bakma akitleriyle temlik ettiği taşınmazların tüm mamelekine oranı ve bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekmektedir. Yerel mahkemece murisin temlik ettiği taşınmazların tüm mamelekine oranının makul karşılanabilecek sınırda kaldığı belirtilmiş ise de dosyada mevcut tapu kayıtları incelendiğinde murisin dört parça taşınmazda malik iken bunlardan en değerli olanlarını davalı eşine temlik ettiği, geride kalan taşınmazların değerine göre ölünceye kadar bakma akdine konu taşınmazların tüm malvarlığının dörtte üçüne yakın miktarda olduğu gibi geride kalan taşınmazlarda murisin tam malik olmayıp dava dışı şahıslarla paydaş olduğu görülmektedir. Murisin özellikle bir parça taşınmazını devretmek suretiyle bakımını sağlayabileceği yerde, ilk temlikten on gün sonra başka bir taşınmazdaki payını da davalıya temlik ettiği ve bunların sahip olduğu en değerli taşınmazları olduğu gözetildiğinde temlikteki asıl irade ve amacının bakım sağlamak değil mirasçıdan mal kaçırmak olduğu, böyle olunca da yapılan temlikin muvazaa ile illetli olup iptali gerektiği sonucuna varılmıştır.
Ölünceye Kadar Bakma Akdinin Usulüne Uygun Olması
(HGK-K.2021/1189)
Somut olaya gelindiğinde, mirasbırakan… 1938 doğumlu olup, 14.06.2011 tarihinde vefat etmiştir. Geride sağ eşi … ile kendisinden önce vefat eden oğlu …’in çocukları ve davacı oğlu ile davalı kızı mirasçı olarak kalmıştır. Mirasbırakan mesken niteliğindeki dava konusu taşınmazını 12.05.2010 tarihinde ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle davalı kızına devretmiş, davacı oğlu tarafından gerçek amacın bağış olduğu, mirastan mal kaçırma amacıyla, muvazaalı olarak temlikin yapıldığı ileri sürülerek eldeki dava açılmıştır.
Ancak dosyadaki deliller incelendiğinde, Çorum’da ikamet eden mirasbırakanın ölmeden önceki son yedi yılını kanser hastası olarak geçirdiği, Ankara’ya gelip gitmek suretiyle tedavi gördüğü, bu sırada Ankara’da oturan davalı kızının kendisi ile ilgilendiği, zaman zaman Çorum’a da gidip gelerek hem hastanede hem de evde kalarak babasına baktığı, bu sırada kalp ameliyatı olan annesine de bakıp ilgilendiği anlaşılmakta olup, mirasbırakan tarafından kızının sağladığı bu bakım ve ileride de kendisine bakıp gözetmesi amacıyla dava konusu taşınmazın devredildiği açıktır. Nitekim ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapıldıktan sonra davalı Çorum’a babasının yanına taşınmış, yaşlı ve hasta olan murise ölümüne kadar bakarak sözleşmeyle üstlendiği edimini ifa etmiştir.
Maddi durumu iyi olan murisin dava konusu taşınmaz dışında Ankara ve Çorum’da konut niteliğinde dört ayrı bağımsız bölüm ile 300 dönüm kadar arazi sahibi olduğu dosya kapsamından anlaşılmakta olup, mal kaçırma amacı taşıması hâlinde murisin başka taşınmazlarını da devredebilecekken bunu yapmadığı da açıktır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, ölünceye kadar bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bir bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da bu sözleşmede tarafların hak ve borçları bakım alacaklısının ömrüyle sınırlı olduğundan bakım alacaklısının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş olması da sözleşmenin geçerliliğine etkili değildir.
Tüm bu olgular karşısında, murisin taşınmazını sadece bir görünüş yaratmak için değil de samimi olarak bakım temini için ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle devrettiği, diğer mirasçılarından mal kaçırma amacını taşımadığı, bakım borçlusu olan davalının da babasına bakarak karşı edimini ifa ettiği anlaşılmakta olup, gerçek bakım karşılığı yapılan sözleşmenin muris muvazaası nedeniyle geçersiz olduğundan söz edilemez.
Bakım ve Destek Karşılığında Ölünceye Kadar Bakma Akdi
(HGK-K.2020/47)
1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır.Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi de davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davaya konu taşınmaz 1933 doğumlu muris … adına kayıtlı iken 08.07.2003 tarihinde ve 7.600.000.000TL bedelle muris tarafından davalı oğlu Hayrettin’e satış suretiyle temlik edilmiştir. Eldeki dava ise murisin diğer oğulları Nurettin, Abdurrahim ve Yücel tarafından açılmıştır.
Dosyada dinlenen tanık beyanlarından; davalının evlendikten sonra anne ve babası ile birlikte yaşamaya devam ettiği, akciğer kanseri olması nedeniyle tedavi gören ve yine beş yıl boyunca cezaevinde kalan babasının bakım ve ihtiyaçları ile ilgilendiği gibi bu süreçte yatağa bağımlı olan annesine de baktığı anlaşılmaktadır.
Tarafların kardeşi olan tanık Hamiyet Yıldız’ın beyanına göre mirasbırakan ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçirmiş olup, ölünceye kadar anne ve babası ile birlikte oturan ve onların her türlü ihtiyaçları ile ilgilenen davalının, yaşlarının ilerleyip hasta ve bakıma muhtaç oldukları zor dönemlerinde de anne ve babasını yalnız bırakmayarak bakım ve ihtiyaçlarını temin ettiği, davacı çocuklarının ise gerekli ilgiyi göstermedikleri, ziyarete dahi gelmedikleri anlaşılmaktadır.
Olayların bu gelişimi; kanser tedavisi gören, beş yıl boyunca cezaevinde kalan ve ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçiren murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla değil de davalı oğlunun gerek kendisi gerekse eşine o güne kadar sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu ve yine ileride de bakacağı düşüncesiyle temlikte bulunduğunu göstermektedir. Nitekim, temlik tarihinden sonra da muris ve eşine davalının baktığı dosya kapsamı ile sabittir.
Mirasbırakanın Malvarlığının Yarısı Ölünceye Kadar Bakma Akdiyle Devretmesi Makul Değildir
(HGK-K. 2019/377)
Eldeki davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı ve çekişme konusu taşınmazların yukarıda değinildiği gibi TBK’nın 611 ve devamı maddelerinde düzenlenen ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile davalıya temlik edildiği açıktır. Miras bırakanın oldukça ileri yaşta olması nedeniyle temlik tarihi itibariyle bakım ihtiyacı içerisinde bulunmakta ise de kendisine tüm çocukları tarafından sırasıyla bakıldığı hususu da dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Böyle olunca, miras bırakanın elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı ve bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekmektedir. Yerel mahkemece murisin dokuz parça taşınmazından sadece üçünü temlik ettiği ve bunun makul sayılabilecek sınırda kaldığı belirtilmiş ise de dosyada mevcut tapu kayıtları incelendiğinde murisin beş parça taşınmazda tam malik iken bunlardan özellikle kargir ev vasfında bulunan ve diğer taşınmazlarına göre oldukça değerli olan 1532 parselle birlikte üç parça taşınmazını ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile temlik ettiği, 334 ve 245 parsel sayılı taşınmazlarda sadece 17/80 payının bulunduğu, 318 ve 383 parsel sayılı taşınmazların ise kendisinden önce ölen eşi adına kayıtlı olduğu görülmektedir. Murisin özellikle bir parça taşınmazını devretmek suretiyle bakımını sağlayabileceği yerde, tüm mal varlığının yarısına yakın olan değerli üç parça taşınmazını davalıya temlik ettiği gözetildiğinde devirdeki asıl amacın bakım sağlamak değil mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, böyle olunca da yapılan temlikin muvazaa ile illetli olduğundan iptali gerektiği sonucuna varılmıştır.
Oğluna Daha Değerli Gayrimenkulün Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesiyle Devredilmesi
(HGK-K.2015/2834)
Uyuşmazlık; miras bırakan tarafından davalıya ölünceye kadar bakım akdi uyarınca yapılan temlikin, mirasçılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak yapılıp yapılmadığı, varılacak sonuca göre davalının bakım yükümlülüğünü yerine getirip getirmediği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiş olup buna göre; “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır”( Benzer hüküm yeni 6098 sayılı TBK’nın 19. maddesinde düzenlenmiştir).
Uygulama ve öğretide muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. “Muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür. Muris muvazaasında miras bırakan, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekte bağışladığı taşınmazını, görünüşteki sözleşmede satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstererek temlik etmektedir (01.04.1974 gün,1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
Bu noktada; görünürdeki ölünceye kadar bakım sözleşmesi tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtilmelidir ki; burada bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Diğer taraftan; evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de, görev sınırının aşıldığı, ana babanın normal bakım ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın hizmetin karşılığında bir şey istemesi hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğu kabul edilmelidir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; dava konusu taşınmazın miras bırakanın tek taşınmazı olmadığı, davacılar ile birlikte hastalanıncaya kadar oturdukları, kendisi tarafından yapılan evin bulunduğu taşınmazını davalı gelinine temlik etmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, asıl iradesinin, oğlu Rıdvan ve eşi olan davalıyı diğer mirasçılardan üstün tutmak amacıyla bağışlamak olduğu, dava konusu taşınmazların davalıya temlikinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya uygun bulunduğu ileri sürülmüş ise de bu düşünce kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca; somut olayda, yukarıda da değinildiği üzere Borçlar Kanunu’nun 511. ve takip eden maddelerinde öngörülen ölünceye kadar bakma akdi mevcuttur. Bu tür akitlerde, bakım alacaklısının mutlaka akit tarihinde bakıma muhtaç olması şart değildir. Diğer taraftan bakım borçlusunun temlik edenin oğlu olmasının, kendisine bakım koşuluyla temlik yapılmasına mani olmadığı gibi, aksine yasal bir düzenleme de bulunmamaktadır. Ayrıca, miras bırakanın ölümünden önceki son iki yılını felçli ve yatalak halde geçirdiği, davalı Enver’in gerek hastalık dönemi, gerekse sair zamanlarda bakım alacaklısının tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini karşıladığı, miras bırakanın da sağlığında bakım koşulunun yerine getirilmediğine dair bir ihtaratı veya açtığı bir davanın bulunmadığı dosya kapsamıyla sabittir. Bu durumda murise davalı tarafından bakıldığının bir bakıma kabulü gerekir.
Diğer taraftan; kural olarak, tüm mal varlığının veya buna yakınının temlikinde muvazaadan söz edilebilir ise de, bakım alacaklısının kendisiyle ilgilenilmesi, ihtiyaçlarının kısmen ya da tamamen karşılanmasını teminen verilebileceği taşınmazları gözetildiğinde, davaya konu taşınmazı devretmesindeki amacının; bakılmak değil, muvazaa olduğu şeklindeki görüş, tek taşınmazı olan veya taşınmazları arasında devre uygun bulunan taşınmazın diğer taşınmazlarından değerli olan kişilerin ölünceye kadar bakım akdi yapamayacakları sonucunu doğurur ki, bunun yasanın teminatı altındaki akit yapma serbestîsi ile bağdaşabileceği söylenemez. Kaldı ki, somut olayda murisin davacılardan mal kaçırmasını gerektiren bir olgunun ve sebebin varlığı da kanıtlanmış değildir.
Öte yandan ölünceye kadar bakım sözleşmeleri ivazlı akitlerden olup bu tür temliklerde tenkis hükümlerinin de uygulanamayacağı kuşkusuzdur. Tüm bu olgular ve ilkeler doğrultusunda değerlendirme yapıldığında; temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil; ölünceye kadar bakıp gözetme olduğu, muvazaa ile illetli bulunmadığı kabul etmek gerekir. Bu bakımdan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Şekli ve Tapu İptal ve Tescil Davası
(Y14HD-K.2016/5115)
Ölünceye kadar bakım sözleşmeleri taraflara hak ve borçlar yükleyen sözleşmelerden olup, bakım borcuna karşılık bir taşınmazın devri kararlaştırıldığında, bakım alacaklısının ölümünden sonra onun mirasçıları mülkiyeti geçirme borcu ile yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde, sözleşmeye dayanılarak tapu iptali ve tescil istemi ile dava açılabilir.
Kaynağını Borçlar Kanununun 611. ve devamı maddelerinden alan ölünceye kadar bakım sözleşmeleri, anılan kanunun 612. ve Türk Medeni Kanununun 545. maddesi gereğince resmi şekilde düzenlenmelidir. Resmi şekilde düzenlenmeyen ölünceye kadar bakım sözleşmelerine değer verilerek tapu iptali ve tescil hükmü kurulması mümkün değildir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6.2.2008 tarihli ve 2008/14-70 2008/104 sayılı Kararı)
Ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin Borçlar Kanununun 612. maddesi gereğince miras sözleşmesi şeklinde düzenlenmesi öngörülmüş olup Türk Medeni Kanununun 545. maddesi ile de miras sözleşmelerinin geçerliliği resmi vasiyetname şeklinde düzenlenmesi şartına bağlanmıştır. Türk Medeni Kanununun 532. maddesinde resmi vasiyetnamenin sulh hakimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki verilmiş diğer bir görevli tarafından düzenleneceği hükmü getirilmiştir.
Somut olaya gelince; burada öncelikle irdelenmesi gereken husus, tescil isteğinin dayanağı olan ölünceye kadar bakma sözleşmesinin geçerli sayılıp sayılmayacağıdır. Davacıların tescil taleplerinin dayanağı olan ölünceye kadar bakma akti 02.04.1968 tarihinde …. Noterliğinde düzenlenmiştir. 05.05.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1512 sayılı Noterlik Kanunu’nun 84. maddesi, düzenleme şeklinde yapılan işlemlerin “işleme katılanların imzalarını ve noterin imza ve mührünü” taşıması gerektiğini, Noterlik Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğinin 132. maddesi ise “düzenleme veya onaylama şeklinde yapılan noterlik işlemlerinin birden fazla sayfayı kapsaması halinde, kanunen ilgili tarafından imzalanması zorunlu asıl veya örneklerin her sayfasının ilgili ve noter tarafından imzalanması” gerektiğini düzenlemektedir. Ne var ki, 15.06.1938 tarihinde yürürlüğe giren 3456 sayılı Noterlik Kanununda böyle bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu durumda mahkemece, davacıların dayandığı ölünceye kadar bakma aktinin şekil yönünden geçerli olduğu kabul edilip işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.