Menfi Tespit Davası Nedir?
(Yargıtay HGK-K.2021/105)
Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir.
Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukukî ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır (HGK-K.2021/866).
Menfi Tespit Davası Nasıl Açılır?
Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233). Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, B: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.
Menfi Tespit Davasında İspat Yükü
Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki İlişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı HMK m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372). HMK’nın 201. maddesinde “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.” hükmü düzenlenmiştir. Senede karşı ileri sürülen hukuki işlemlerin senetle ispatı zorunludur (HMK m. 200). Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, ispat sınırından az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir.
Ancak, HMK’nın 203. maddesinde hangi hâllerde tanık dinlenebileceği açıklanmış olup,
“a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.
b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.
c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkansızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hallerde yapılan işlemler.
ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.
e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hali.” şeklinde düzenlenmiştir.
Muvazaalı borç senedi düzenlemesi hususunu açıklamak gerekirse, miras bırakanın aslında borçlu olmadığı hâlde lehine yarar sağlamak istediği mirasçısı veya bir üçüncü kişi lehine adi veya ticari borç senedi düzenlemesi mutlak muvazaa niteliğinde olup, mirasçılar ödemekle yükümlü oldukları bu senedin iptalini muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı açacakları dava ile isteyemezler (Arslantürk, M.: Muris Muvazaası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2019, s. 90).
Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği borç ilişkisinden bağımsızdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.04.2015 tarihli ve 2013/19-1622 E., 2015/1238 K. sayılı kararı). Bu nedenle miras bırakanın düzenlemiş olduğu muvazaalı adi veya ticari borç senedi gerekli şartları haizse geçerlidir (Eviz, E.: Muris Muvazaası, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2015, s.122). Bu hâlde mirasçılar, miras bırakanın düzenlemiş olduğu borç senedinin muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğünü ispatla yükümlüdürler. Mirasçılar, miras bırakanın yapmış oldukları hukuki işlemlerde kural olarak halef sıfatıyla taraf sayılırlar. Bunun sonucu olarak, mirasçılar ancak miras bırakanın sahip olduğu ispat imkânlarından faydalanabilirler. Ancak, miras bırakanın muvazaalı borç senedi düzenlemesi, mirasçılar aleyhine bir işlem olup, mirasçılar ile miras bırakanın hukuki menfaatleri çatışmaktadır. Bu nedenle, mirasçılar, muvazaalı borç senedinin hükümsüzlüğü talebiyle açacaklar davayı üçüncü kişi sıfatıyla her türlü delille ispatlayabilirler (Arslantürk, s. 91). Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.04.1978, 1976/13-3608 E., 1978/338 K.; 12.04.1985 tarihli ve 1983/4-558 E., 1985/317 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.
İstirdat Davası Nedir?
(HGK-K.2021/230)
Kendisine karşı ilamsız icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşmiş olsa dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
İİK’nın 72. maddesinin 5. fıkrası gereğince borçlunun açmış olduğu menfi tespit davasında ihtiyati tedbir kararı almamış veya verilmiş olan ihtiyati tedbir kararının herhangi bir sebeple kaldırılmış olması nedeniyle dava konusu borcu alacaklıya ödemiş olursa açılmış olan menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (İİK m. 72/6). Bu durumda borçlunun menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştürülerek devam edilmesi için bir talepte bulunmasına gerek yoktur. Borcun ödenmiş olduğunu öğrenen mahkemenin yukarıda yazılı yasa hükmü gereğince davaya kendiliğinden istirdat davası olarak devam etmesi gerekir (Çavdar, S.: İtirazın İptali, Borçtan Kurtulma, Menfi Tespit ve İstirdat Davaları, Ankara 2007, s. 803).
Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüşmesi üzerine, mahkemenin davanın kabulüne karar vermesi hâlinde, bu kararın icra takibinde ödenmiş olan paranın borçluya geri verilmesine ilişkin bölümü için, borçlunun ayrı bir ilamlı takip yapmasına olanak ve gerek yoktur. Borçlunun, m. 72/5, c.2 hükmüne göre icranın eski hâle getirilmesini istemesi gerekli ve yeterlidir. Bu hâlde de icranın eski hâle getirilebilmesi için istirdat davasının kabulü kararının kesinleşmesi gerekir (m. 72/5, c.2). Borçlu, İİK’nın 72. maddesinin 6. fıkrasına göre menfi tespit davasından dönüşen istirdat davasının kabulü kararının faiz, tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin bölümü için ilâmlı icra yoluna başvurabilir; fakat, bunun için de, istirdat davasının kabulü kararının kesinleşmesi gerekir (Kuru, s. 390-391). Nitekim bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2020 tarihli ve 2018/8-55 E., 2020/130 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
Borçlu, menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine geri verilmesi için alacaklıya karşı İİK’nın 72. maddesinin 7. fıkrasına göre istirdat davası açabilir. Borçlu, istirdat davası sonucunda (lehine) almış olduğu ilamı hemen icraya koyabilir (m. 32). Bunun için, ilamın kesinleşmesi şart değildir; çünkü, ilamın konusu bir para alacağıdır (HUMK m. 443/1; İİK m. 36). Fakat, İİK’nın 72/6. maddesi gereğince istirdat davasına dönüşen menfî tespit davasının (yeni hâli ile istirdat davasının) kabulüne ilişkin ilamda yer alan alacak, ilam kesinleşmeden takip konusu yapılamaz (Kuru, s. 399). Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2020 tarihli ve 2018/8-55 E., 2020/130 K. sayılı kararında da bu ilkeler vurgulanmıştır.
Menfi Tespit Davası/İstirdat Davası Zamanaşımı Süresi veya Hak Düşürücü Süre
Menfi tespit davasına özgü bir zamanaşımı süresi veya hak düşürücü süre yoktur. Dava konusu hukuki ilişkinin tabi olduğu zamanaşımı süresi ne ise, menfi tespit davasının zamanaşımı süresi de odur. Aynı şekilde menfi tespit davasından dönüşen istirdat davasında da ayrı bir zamanaşımı süresi veya hak düşürücü süre mevcut değildir. Ancak, borclu menfi tespit davası açmadan cebri icra tehdidi altında borcu ödedikten sonra ödediği tarihten itibaren bir sene içinde istirdat davası açabilir. Bilindiği üzere 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun (İİK) 72/7.maddesi uyarınca takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir. Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere istirdat davası bir yıllık süre içerisinde açılabilir. Bu bir yıllık süre zamanaşımı süresi değil, hak düşürücü süredir. Bu nedenle, davanın süresinde açılıp açılmadığı, mahkemece doğrudan doğruya araştırılır (Uyar, Talih: İcra ve İflas Kanunu Şerhi 2.Baskı, İzmir 2004, s.6762-6763) (HGK-K.2016/961).
Menfi tespit davası, İİK 72. maddesinde düzenlenmiş olup davanın açılması için herhangi bir hak düşürücü süre öngörülmemiştir. Dava, genel zamanaşımı süresine tabi olup istek konusu alacak avansın iadesi talebine ilişkin olmakla 5 yıllık zamanaşımına tabi olup işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken hak düşürücü süreden söz edilerek davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir (Yargıtay 9HD-K.2020/6858).
Mahkemece, taraflar arasında sözleşme benzeri ilişki kurulduğu, bu nedenle BK m. 125 gereğince zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu ve borcun tahakkuk tarihi dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; Hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, kaçak tespit tutanağına konu trafonun kendisine ait olmadığını ileri sürerek kaçak kullanıma ilişkin borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesini talep etmektedir. Menfi tespit davasında, istirdat davası hükümleri ayrık olmak üzere zamanaşımı için herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Bu nedenle, Mahkemece işin esası incelenerek bir karar vermek gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın zamanaşımına uğradığından bahisle reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. (Yargıtay 3HD-K.2020/2014).
Davacı, davalı ile dava dışı … arasında imzalanan sözleşmeyi kefil sıfatı ile imzaladığını, kefalet geçersiz olduğunu ileri sürerek davalı tarafından başlatılan icra takibi nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüştür. Mahkemece, davalı ile dava dışı … arasında sözleşmenin 25.5.2004 tarihli olduğu, 6.4.2005 tarihinde başlatılan icra takibi sonucu düzenlenen ödeme emrinin 18.4.2005 tarihinde tebliğ edildiği, dava ise 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 18.8.2015 tarihinde açıldığı gerekçesiyle zamanaşımından davanın reddine karar verilmiştir. Dava, davacı aleyhine başlatılan icra takibi nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine yönelik olarak açılan menfi tespit davası olup, icra takip dosyası derdest olduğundan zamanaşımı söz konusu değildir (Yargıtay 13HD-K.2018/5490).
Dava konusu edilen ödeme emrine konu prim borcunun ait olduğu dönem itibariyle yürürlükte olan yasa gereğince Kurum prim alacaklarının 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, zamanaşımı süresi içerisinde, ödeme emirlerinin tebliğ edildiği 13/10/2015 tarihine kadar davacı yönünden herhangi bir işlem gerçekleştirilmediği ve bu haliyle borcun zamanaşımına uğradığı anlaşılmakla; pay devri sonrası döneme ilişkin borç yönünden, öncelikle zamanaşımı def’i gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm fıkrası oluşturulmuştur.” ibaresinin silinerek yerine, “ Menfi tespit davasına konusu edilen ödeme emrine konu prim borcunun ait olduğu dönem itibariyle yürürlükte olan yasa gereğince Kurum prim alacaklarının 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, zamanaşımı süresi içerisinde, ödeme emirlerinin tebliğ edildiği 13/10/2015 tarihine kadar davacı yönünden herhangi bir işlem gerçekleştirilmediği ve bu haliyle borcun zamanaşımına uğradığı anlaşılmakla; pay devri sonrası döneme ilişkin borç yönünden, öncelikle zamanaşımı def’i gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir (Yargıtay 10HD-K.2018/3801).
Menfi Tespit Davasında Hukuki Yarar ve İstirdat Davası Açılması
(Yargıtay 3HD-K.2019/4067)
Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır. Menfi tespit davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. İcra takibinden önce açılan menfi tespit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir. İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında ise ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir. Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukuki ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitidir. Başka bir deyişle hukuki bir yarar bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır. Dayanılan hukuki ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi, icra takibinden sonra da ileri sürülebilir.
Borçlunun icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde hukuki yararının bulunması şarttır. Buna rağmen borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması halinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir. Bunun dışında icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür. Borçlu belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi dayanaksız kalır ve borcu ödemekten kurtulur. Ancak borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamaz. Bu halde borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki, bu da istirdat davasıdır.
Menfi Tespit Davasında Kötüniyet Tazminatı
(HGK-K.2022/386)
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesi uyarınca yukarıda açıklanan şekilde menfi tespit davası açan borçlunun tazminat isteme hakkı vardır. Anılan maddenin 5. fıkrası aynen “Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz” hükmünü içermektedir.
Madde metninden de açıkça anlaşıldığı üzere menfi tespit davası açmak zorunda bırakılan borçlunun tazminat talep edebilmesi için gerekli koşullar; bu yönde bir talep olması, borçluya karşı icra takibi yapılmış bulunması ile takibin haksız ve kötüniyetli olmasıdır (Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku, 2006, s. 334, 335).
Başka bir ifadeyle; İİK’nın 72. maddesinin beşinci fıkrası hükmüne göre, menfi tespit davasının davacı lehine sonuçlanması üzerine, alacak likit olsun veya olmasın, böyle bir alacağa dayalı takibin, haksız ve kötüniyetli olması hâlinde, istem varsa, davacı lehine kötüniyet tazminatına hükmedilmesi gereklidir. Takibin haksız olması tek başına yetmemekte, ayrıca kötüniyetli olması da gerekmekte olup, ispat yükü; takibin kötüniyetli olduğunu iddia eden davacının üzerindedir. Alacağının bulunmadığını bildiği veya bilmesi gereken bir durumda olduğu hâlde, icra takibine girişen alacaklı, kötüniyetli kabul edilir. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.11.2021 tarihli ve 2018/(6)3-44 E., 2021/1382 K. sayılı kararında da yer verilmiştir.
Somut olayda; davacı tarafından borçlu olunmadığının tespitiyle birlikte davalıdan kötüniyet tazminatı istenildiği anlaşılmakla, davalının ancak yargılamayla tespit olabilecek kira alacağını takibe koyduğu değerlendirildiğinden kötüniyetli kabul edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
İcra Takibinde Zamanaşımı İtirazı ve Menfi Tespit Davası
Kural olarak alacaklıya karşı herhangi bir nedenle borçlu olmadığı bildirilerek menfi tespit davası açılabilir. Ancak, alacaklıya karşı haiz olduğu zamanaşımı def’ini takip ya da dava sırasında ileri sürmeyen borçlunun sonradan böyle bir nedene dayanarak menfi tespit davası açması olanaklı değildir. Çünkü borçlunun bu hakkını yetkili merciinde kullanmamış olması, bundan vazgeçtiği anlamına gelir. Diğer bir deyişle, ödeme emrine itiraz etmeyen veya itirazında zamanaşımı def’inde bulunmayan borçlu zamanaşımına dayanarak menfi tespit davası açamaz (Yargıtay 4HD-K.2018/7930).
Menfi Tespit Davasının Sonuçlanması ve İcra Takibinden Dolayı Tazminat
(HGK-K.2018/943)
Menfi tespit davası sonucunda mahkeme, davanın haklı olduğu kanısına varırsa davanın kabulüne, yani davacının borçlu bulunmadığının tespitine karar verir. Bu kararın kesinleşmesi ile alacaklının iddia ettiği veya takip konusu yaptığı alacağın mevcut olmadığı maddi hukuk bakımından tespit edilmiş ve uyuşmazlık kesin olarak çözüme bağlanmış olur. Davanın borçlu lehine sonuçlanması (kabulü ) hâlinde, dava konusu icra takibinin akıbeti ve İİK’nın 72/5. maddesinde düzenlenen ve borçlu lehine hükmedilmesi gereken tazminat hususu gündeme gelir.
Hükmün verilmesiyle (kesinleşmesine gerek kalmadan) icra takibi derhal durur, kesinleşmesi ile de icra takibi iptal edilir ve davacı borcu ödemekten kurtulur. İİK’nın 72/5. maddesinde borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan icra takibinin haksız ve kötü niyetle yapılmış olması durumunda istem üzerine takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere borçlunun dava nedeniyle uğradığı zararın alacaklıdan tahsiline karar verileceği öngörülmüştür.
Ancak, menfi tespit davasını kazanan borçlu lehine tazminata karar verilebilmesinin bazı şartları vardır. Öncelikle, alacaklının yapmış olduğu icra takibi ile borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlamış olması gerektiğinden, borçlu aleyhine yapılmış bir icra takibinin bulunması gerekmektedir. Bu bakımından borçlu aleyhine yapılmış bir icra takibi yoksa tazminatta söz konusu olmayacaktır. Ayrıca, borçlunun menfi tespit davası sırasında bu konuda istemde bulunması yanında borçluyu dava açmaya zorlayan icra takibinde alacaklının haksız ve kötü niyetli olması gerekmektedir. Önemle belirtmek gerekir ki burada alacaklının icra takibinde sadece haksız olması yeterli olmayıp, yasa maddesindeki açık düzenleme uyarınca aynı zamanda takibin kötü niyetle yapılmış olması da zorunludur.
Takibin haksızlığı, alacaklının hiç ya da talep ettiği miktarda bir alacağı bulunmadığı hâlde icra takibine girişmesi hâlinde söz konusu olur. Madde metninde yer alan kötü niyet ise alacaklının haksız olduğunu bildiği hâlde sırf borçluyu zarara uğratmak amacıyla takibe girişmesi hâlinde gerçekleşir.
Menfi Tespit Davasından Dönüşen veya Doğrudan Açılan İstirdat Davası Farkı
(HGK-K.2021/230)
Kendisine karşı ilamsız icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşmiş olsa dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
İİK’nın 72. maddesinin 5. fıkrası gereğince borçlunun açmış olduğu menfi tespit davasında ihtiyati tedbir kararı almamış veya verilmiş olan ihtiyati tedbir kararının herhangi bir sebeple kaldırılmış olması nedeniyle dava konusu borcu alacaklıya ödemiş olursa açılmış olan menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (İİK m. 72/6). Bu durumda borçlunun menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştürülerek devam edilmesi için bir talepte bulunmasına gerek yoktur. Borcun ödenmiş olduğunu öğrenen mahkemenin yukarıda yazılı yasa hükmü gereğince davaya kendiliğinden istirdat davası olarak devam etmesi gerekir (Çavdar, S.: İtirazın İptali, Borçtan Kurtulma, Menfi Tespit ve İstirdat Davaları, Ankara 2007, s. 803).
Kesinleşmeden icraya konulamayacak istisnai düzenlemelerden biri de İİK’nın 72. maddesinin 4 ve 5. fıkralarında yer alan menfi tespit davasına ilişkindir.
Menfi tespit davasının reddi hâlinde ilam (İİK m. 36 ve HUMK m. 443/1 anlamında) eda hükmünü içeren bir ilam değildir. İİK’nın 72. maddesinin 4. fıkrasının 2. cümlesinde açıkça belirtildiği gibi alacaklının, lehine hükmedilen tazminatı borçlunun gösterdiği teminattan alabilmesi için menfî tespit davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmiş olması gerekir. Ayrıca ilam bir bütün olup, ilamda yer alan eklentiler de aynı kurala tabidir (Hukuk Genel Kurulunun 07.11.1990 tarihli ve 1990/12-446 E., 1990/564 K. sayılı, 05.10.2005 tarihli ve 2005/12-534 E., 2005/554 K. sayılı kararları).
Mahkemece menfi tespit davasının kabulüne karar verilmesi ve kararının kesinleşmesi üzerine, davanın kabulü kararının içeriğine göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan, icra dairesi tarafından, icra kısmen veya tamamen eski hâle iade edilir (m. 72/5, c.2). Buna göre mahkeme, borçlunun hiç borçlu olmadığına karar vermişse, icra dairesi tarafından, icra tamamen eski hâle iade edilir; mahkeme borçlunun kısmen borçlu olmadığına karar vermişse, icra dairesi tarafından, icra kısmen eski hâle iade edilir. İİK’nın 72/5. maddesinde açıkça yazılı olduğu gibi icra dairesi tarafından icranın eski hâle iadesi için ayrıca dava açılmasına ve mahkeme hükmüne gerek yoktur. Menfi tespit davası borçlu lehine sonuçlanmadan önce, ihtiyati tedbir kararı (m. 72/3,c.2) istenmediği veya verilmediği için, satış bedeli veya borçlunun icra dairesine ödemiş olduğu para (kısaca, icra veznesindeki para) alacaklıya ödenmiş durumda ise, menfi tespit davasının kabulü kararının kesinleşmesi (ve borçlunun talebi) üzerine icra dairesi, (ayrıca mahkeme hükmüne gerek kalmadan) alacaklıya ödemiş olduğu parayı alacaklıdan zorla geri alarak borçluya öder ve böylece icrayı eski hâline iade eder (Kuru, B.: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara 2013, s. 382-383).
Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüşmesi üzerine, mahkemenin davanın kabulüne karar vermesi hâlinde, bu kararın icra takibinde ödenmiş olan paranın borçluya geri verilmesine ilişkin bölümü için, borçlunun ayrı bir ilamlı takip yapmasına olanak ve gerek yoktur. Borçlunun, m. 72/5, c.2 hükmüne göre icranın eski hâle getirilmesini istemesi gerekli ve yeterlidir. Bu hâlde de icranın eski hâle getirilebilmesi için istirdat davasının kabulü kararının kesinleşmesi gerekir (m. 72/5, c.2). Borçlu, İİK’nın 72. maddesinin 6. fıkrasına göre menfi tespit davasından dönüşen istirdat davasının kabulü kararının faiz, tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin bölümü için ilâmlı icra yoluna başvurabilir; fakat, bunun için de, istirdat davasının kabulü kararının kesinleşmesi gerekir (Kuru, s. 390-391). Nitekim bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2020 tarihli ve 2018/8-55 E., 2020/130 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
Borçlu, menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine geri verilmesi için alacaklıya karşı İİK’nın 72. maddesinin 7. fıkrasına göre istirdat davası açabilir. Borçlu, istirdat davası sonucunda (lehine) almış olduğu ilamı hemen icraya koyabilir (m. 32). Bunun için, ilamın kesinleşmesi şart değildir; çünkü, ilamın konusu bir para alacağıdır (HUMK m. 443/1; İİK m. 36). Fakat, İİK’nın 72/6. maddesi gereğince istirdat davasına dönüşen menfî tespit davasının (yeni hâli ile istirdat davasının) kabulüne ilişkin ilamda yer alan alacak, ilam kesinleşmeden takip konusu yapılamaz (Kuru, s. 399). Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2020 tarihli ve 2018/8-55 E., 2020/130 K. sayılı kararında da bu ilkeler vurgulanmıştır.
Menfi Tespit Davası Zorunlu Arabuluculuğa Tabi midir?
(Yargıtay 11. HD-K.2021/3198)
Bir ticari davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olabilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre; (a) Öncelikle konusu, bir miktar paranın ödenmesi olmalı, (b) Sonra dava konusu olan bir miktar paranın ödenmesi için yapılan talep, bir alacak veya tazminat talebi olarak ileri sürülmelidir. Bu koşulların bulunması halinde dava açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olacaktır. Bu koşulların gerçekleşmediği ticari davalarda davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olarak kabul edilmeyecektir.
Kanun maddesinin metni ve gerekçesi bu kadar açık ve net olup zorlamayla da olsa genişletici bir yorum yapılmasına elverişli değildir. Zaten ileri ve özgürlükçü hukuk düzenlerinde zorunlu ve emredici kuralların dar yorumlanması esastır. Menfi tespit davalarının ticari bir dava olduğu için TTK’nun 5/A maddesi kapsamına alınması ve böyle bir davayı açmak isteyen kişinin önce arabulucuya başvurmaya zorlanması, kanuna aykırı olduğu gibi sayısız hukuki sakıncalara da neden olacaktır. Bu itibarla kanun hükmünde öngörülen açık ifadelere rağmen dava şartı arabuluculuğun uygulama alanının genişletilmesi doğru değildir.
HMK’nın 106. maddesinde düzenlenen tespit davasının özel bir şekli olan menfi tespit davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davası olarak nitelendirilemez. Bu dava sonucunda, borçlunun borçlu olmadığının anlaşılması halinde borçlu olunmayan kısım belirtilmek suretiyle olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştüğü hâllerde dahi olumsuz tespit hükmü kurulması gerekmektedir. Başka bir deyişle, menfi tespit davasının niteliği gereği verilen kararlarda, yalnızca davacının borçlu olup olmadığı belirlenmekte, borçlu olmadığı kısma ilişkin olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Bu hüküm, herhangi bir alacağın tahsilini gerektirir nitelikte bir ilam olmadığından esasa yönelik olarak İİK’nın 32. maddesi uyarınca doğrudan ilamların icrası yolu ile takibe konulamaz. Oysa arabuluculuk sonucu verilen kararlar ilam hükmünde olup, cebri icra yoluna başvurulabilecek niteliktedir. Ancak menfi tespit davaları sonucunda verilen hükümler esasa yönelik olarak cebri icraya konu edilip infaz edilemeyeceğinden, ticari davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan Yasa Koyucu’nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece arabulucuya başvurulmadığından davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Avukat Baran Doğan
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.