Suç Uydurma Suçu
TCK Madde 271
(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir.
## TCK Madde 271 Gerekçesi
Madde, suç uydurma hâlini cezalandırmaktadır. Bu suretle adlî makamları gereksiz olarak işgal etmek veya yanlış yollara yönlendirerek gereksiz yere uğraştırmak cezalandırılmış olmaktadır.
TCK 271 (Suç Uydurma Suçu) Emsal Yargıtay Kararları
Ceza Genel Kurulu - Karar : 2018/434
- TCK 271
- Yetkili makam olmayan 112 Acil servise yapılan suç ihbarı, suç uydurma suçuna vücut vermez.
Sanığa atılı suç uydurma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabının “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı dördüncü kısmının “Adliyeye Karşı Suçlar” başlıklı ikinci bölümünde yer alan 271. maddesinde;
“(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir” biçiminde düzenlenmiştir.
Suç uydurma suçu ile, adlî makamların gereksiz olarak işgal edilmesi veya yanlış yollara yönlendirilerek boşuna uğraştırılması eylemleri yaptırım altına alınmıştır. Böylece adlî makamların yıpratılıp itibar kaybına uğraması önlenmek istenmiştir.
Bu suç, belirli bir kimseye isnat yöneltilmeden, işlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi veya işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerinin soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurulması suretiyle işlenmektedir. Bu anlamda, söz konusu suç tipinde, uydurulan suçun ceza hukuku açısından suç olması gerekmektedir. Kabahat veya diğer hukuk dallarına ilişkin olan, örneğin bir idari soruşturma veya yaptırımı gerektiren eylemin uydurulması bu suça vücut vermeyecektir. Buna göre, suç uydurma suçunda yetkili makamlara bildirilen fiilin suç teşkil eden bir eylem olması gerekmektedir.
İhbar veya uydurma hareketlerinin gerçekleştirilmesi ile tamamlanan bu suçun iki tür işleniş biçimi bulunmakta olup fiilin, ihbar suretiyle işlenmesine şekli suç uydurma, delil veya emarelerini uydurmak suretiyle işlenmesine ise maddi suç uydurma denilmektedir. Söz konusu suçun unsurlarını; işlenmemiş bir suçun olması, suç duyurusunun kanuni tipte belirtilen makamlara yapılması ve uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesi olarak saymak mümkündür.
Suç uydurma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Neticesini bilerek ve isteyerek ihbarda bulunma ya da delil veya emare uydurma iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme nedeninin, maksadının veya saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır.
Gelinen bu aşamada suç uydurma suçunun maddi unsurları arasında yer alan “işlenmediği bilinen bir suçun, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi” fiilinin de irdelenmesi gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın “İhbar ve şikâyet” başlıklı 158. maddesi suç tarihi itibarıyla;
“(1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.
(2) Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(3) Yurt dışında işlenip ülkede takibi gereken suçlar hakkında Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına da ihbar veya şikâyette bulunulabilir.
(4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.
(6) Yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde; mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde, yargılamaya devam olunur” şeklinde düzenlenmiş olup bu maddede suç soruşturması bakımından ihbar ve şikâyetlerin yapılacağı yetkili makamlar genel olarak belirtilmiştir. Anılan maddenin ilk üç fıkrasına göre, suça ilişkin ihbar veya şikâyetin, öncelikle Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına, bunlar dışında ayrıca, mahkemeler, valilik veya kaymakamlığa, yurt dışında ise elçilik ve konsolosluklarına yapılmalıdır. Dolayısıyla suç uydurma suçuna konu ihbarın da 5271 sayılı CMK’nın 158. maddesinde gösterilen Cumhuriyet Başsavcılığına, kolluğa, valiliğe, kaymakamlığa, mahkemeye, yurtdışında ise elçiliğe veya konsolosluğa yapılması gerekmektedir.
Uyuşmazlık konusunun çözümüne ışık tutacak olan CMK’nın 158. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyetlerin, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu fıkrada “Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine” tabiri kullanıldığından, ilgili kamu kurum veya kuruluşun, yapılan tüm ihbarlar açısından değil, bu makama ancak kendi görev alanına giren bir suça ilişkin ihbar yapılması durumunda, ilgili makamın CMK’nın 158. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında yetkili makam olduğu kabul edilmelidir.
Öğretide de;
“Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar ve şikâyetler, gecikmeksizin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderileceğinden, bu makamlar görev alanına giren suçlarda yetkili makam olarak değerlendirilebilir.” (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler, 5. Cilt, Ankara, 2009, s. 5386);
“CMK’nın 158. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar ve şikâyetler gecikmeksizin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Dolayısıyla, görevle bağlantılı suçların kurum veya kuruluş idaresine ihbar edilmesi bu kapsamdadır.
TCK’nın 279. maddesinde ‘Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi’ suçunun düzenlenmiş olması nedeniyle, kamu görevlilerinin, görevleriyle bağlantılı olarak öğrendikleri suçu bildirme yükümlülüklerinden kaynaklı olarak, herhangi bir kamu görevlisine asılsız ihbarın yapılması hâlinde suç uydurma suçunun oluştuğu ileri sürülebilir ise de; kamu görevlilerinin bahse konu yükümlülüğe aykırı davranmaları halinde cezai sorumluluğa sahip olmaları, söz konusu kamu görevlilerinin yasal ihbar ve şikayet makamları arasında sayılmaları sonucunu doğurmayacaktır. Aksinin kabulü halinde TCK’nın 278. maddesinde ‘Suçu bildirmeme’ suçunun düzenlenmiş olması sebebiyle, bir suçun işlenmekte olduğunu öğrenen herkesin, bu suçu bildirmekle yükümlü olduğundan, yetkili makam sayılması gerektiği akla gelebilecektir. Bu bakımdan kanun gereği ihbar veya şikâyetin yapılması olanaklı görülen makamlar dışındaki kimselere yapılacak asılsız ihbarın, suç uydurma suçunu oluşturmayacağı kabul edilmelidir. Bu bağlamda, asılsız ihbarın yetkili makama yapılması zorunlu olduğundan, yetkili olmayan bir makama yapılan ihbar dolaylı olarak yetkili makama ulaşsa dahi, gerçeğe aykırı bu ihbar yetkili makamda tekrarlanmadığı takdirde suç oluşmayacaktır.” (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s.7830, 7919);
“CMK’nın 158. maddesinde belirtilen makamlar dışındaki merci veya makamlara yapılan ihbar, teknik anlamda bir ihbar sayılamayacağından suç uydurma suçu ihlâl edilmiş olmayacaktır. İhbarın, CMK’nın 158. maddesine uygun, özellikle de ilgili mercie doğrudan doğruya bildirilerek yapılması suç uydurma suçunda tipe uygun eylemin varlığı için gereklidir.” (Yener Ünver, TCK’da Düzenlenen Adliyeye Karşı Suçlar, 4. Baskı, Seçkin Hukuk, Ankara, 2016, s. 168, 169) Şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, CMK’nın 158. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince, bir kamu kurumu veya kuruluşunun görevinin yürütülmesi sırasında göreviyle ilgili olarak bir suçun işlendiğini haber alması hâlinde ilgili kurum ve kuruluş idaresinin de ihbar ve şikâyetleri gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirme zorunluluğu bulunduğundan, gerçekten işlenmediği hâlde ihbar edilen suçun bildirilmesi açısından da bu kurumların yetkili makam olarak kabulü gerekir. Ancak gerçekte işlenmeyen ve ihbara konu olan suç, kamu kurumu veya kuruluşunun görevinin yürütülmesiyle bağlantılı değilse, Cumhuriyet Başsavcılığına bildirim yükümlülüğü bulunmayan ilgili kurum ve kuruluş idaresinin yetkili makam olarak sayılması mümkün olmadığından, suç uydurma suçu oluşmayacaktır. İlgili kurum ve kuruluşun asılsız suç ihbarını, Cumhuriyet Başsavcılığına veya CMK’nın 158. maddesinin ilk üç fıkrasında sayılan diğer yetkili makamlardan birine iletmesi hâlinde de sonuç değişmeyecektir. Zira, ihbarın yetkili makamlara doğrudan yapılması aranmakta olup bu makamların dolaylı şekilde gerçeğe aykırı suç ihbarını öğrenmeleri hâlinde de suç uydurma suçunun oluşmadığı kabul edilmelidir.
Öte yandan, «112 Acil Çağrı Merkezine asılsız ihbarda bulunma» eylemiyle ilgili olarak suç tarihinden sonra yürürlüğe giren özel düzenlemelerin irdelenmesine gelince;
Acil çağrı merkezlerine ilişkin olarak, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un “Taşra Teşkilatı ve Bağlı Kuruluşlar” başlıklı üçüncü kısmında yer alan 28. maddesine, 06.12.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 33. maddesiyle;
“Tüm acil çağrıları karşılamak üzere büyükşehirlerde yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı bünyesinde, diğer illerde ise valilikler bünyesinde 112 acil çağrı merkezleri kurulur. Bu merkezlerin iş ve işlemleri İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” biçiminde dördüncü fıkra eklenmiş ve söz konusu fıkra, 27.02.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6525 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 15. maddesiyle;
“Tüm acil çağrıları karşılamak, sevk ve koordinasyonu sağlamak üzere büyükşehir belediyesi bulunan illerde yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı bünyesinde, diğer illerde ise valilikler bünyesinde 112 Acil Çağrı merkezleri kurulur. Acil çağrı hizmeti veren kurumların çağrı hizmetini yürütmekle görevli personeli buralarda görevlendirilir. Yeterli personel bulunmaması hâlinde valilik kadro, yer ve unvanlarına bakmaksızın uzman, sözleşmeli personel ve memurları bu merkezlerde görevlendirebilir. Bu merkezlerin iş ve işlemleri Sağlık Bakanlığının uygun görüşü alınarak İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. Çağrı merkezinde görevlendirilen personelin aylık, ödenek, her türlü zam ve tazminatları, ek ödemeleri ile diğer mali ve sosyal hak ve yardımları kendi kurumları tarafından karşılanır. Diğer kurumlar tarafından görevlendirilen personelin, kendi kurumunda sahip olduğu mali ve sosyal hakları herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın korunur.
112 Acil Çağrı Merkezini asılsız ihbarda bulunmak suretiyle meşgul ettikleri tespit edilen kişilere 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanun’una göre il valileri tarafından 250 Türk Lirası idari para cezası verilir. Tekerrür hâlinde bu ceza iki katı olarak uygulanır.” şeklinde değiştirilmişken, 09.07.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 18. maddesiyle 3152 sayılı Kanun’un 28. maddesi yürürlükten kaldırılmış, aynı KHK’nın 20. maddesiyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na eklenen 42/A maddesiyle;
“112 Acil Çağrı Merkezini asılsız ihbarda bulunmak suretiyle meşgul ettikleri tespit edilen kişilere bu Kanuna göre il valileri tarafından ikiyüzelli Türk Lirası idari para cezası verilir. Tekerrür halinde bu ceza iki katı olarak uygulanır.” biçiminde yeniden düzenleme yapılarak Acil Çağrı Merkezine asılsız ihbarda bulunma eylemi yine bir kabahat olarak öngörülmüştür.
Bununla birlikte, 5326 sayılı Kanun’un “İçtima” başlıklı 15. maddesinin üçüncü fıkrası; “Bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabilir. Ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hallerde kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanır” şeklinde tanzim edilmiştir. Bu düzenlemeye göre; bir eylemin hem kabahat hem de suç oluşturduğu hâllerde, ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan durumlarda kabahat dolayısıyla müeyyide uygulanabileceğinden, öncelikle söz konusu eylemin ilgili suç tanımına girip girmediği belirlenmeli, suç kapsamına girmediğinin belirlenmesi hâlinde ise kabahatle ilgili düzenlemenin suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın 112 Acil Çağrı Merkezini arayarak dört kişinin yaralandığı bir trafik kazası meydana geldiğine dair gerçeğe aykırı ihbarda bulunduğu ve gereğinin yapılması için çağrı merkezi görevlilerince ihbarın kolluğa bildirilmesi üzerine yapılan araştırmada asılsız olduğunun anlaşıldığı olayda; sanık işlenmediğini bildiği bir suçu işlenmiş gibi ihbar etmiş ise de, 112 Acil Çağrı Merkezinin CMK’nın 158. maddesinin ilk üç fıkrasında sayılan yetkili makamlardan olmadığı, çağrı hizmetlerine ilişkin kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantısı bulunmayan suça konu ihbar yönünden çağrı merkezinin aynı maddenin dördüncü fıkrası açısından da yetkili makam olarak değerlendirilemeyeceği ve ihbarın da doğrudan kolluğa yapılmayıp yetkili makama çağrı merkezince, başka bir ifadeyle dolaylı olarak bildirildiği anlaşıldığından; sanığa atılı suç uydurma suçunun unsurlarının oluşmadığının kabulü gerekmektedir.
Öte yandan, sanığın eyleminin 112 Acil Çağrı Merkezine asılsız ihbarda bulunma kabahatini oluşturduğu ileri sürülebilir ise de; söz konusu kabahatin 3152 sayılı Kanun’un eylem tarihinden sonra yürürlüğe giren 6525 sayılı Kanun’la değişik 28. maddesinin dördüncü fıkrasıyla düzenlendiği gözetildiğinde, Anayasa’nın 38 ile 5326 sayılı Kanun’un 4. maddelerinde de ifadesini bulan kanunilik ilkesi gereğince, olay tarihinden sonra kabahat hâline gelen bu eylemi nedeniyle sanık hakkında idari yaptırım da uygulanamayacaktır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanığa atılı suç uydurma suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Ceza Genel Kurulu - Karar : 2018/224
- TCK 271
- Sanık N.’nin gerçeğe aykırı beyanı üzerine 16.09.2010 ve 19.10.2010 tarihli ifade tutanaklarının tanzim edilmiş olması nedeniyle TCK’nın 271. maddesinde düzenlenen suç uydurma suçunun yanı sıra aynı Kanun’un 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinden yalan beyan suçunun oluştuğundan söz etmek mümkün ise de; TCK’nın 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, aynı Kanun’un 271. maddesinde ise daha özel biçimde bir suçun işlendiği konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı nazara alındığında; TCK’nın 271. maddesinin, aynı Kanun’un 206. maddesindeki düzenlemeye göre «özel norm» niteliğinde olup “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca sadece TCK’nın 271. maddesinin uygulanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan ve suç uydurma suçları üzerinde durulması gerekmektedir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümündeki 206. maddede; “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır” biçiminde düzenlenmiştir.
Maddenin gerekçesinde; “Madde, doktrinde ‘fikrî sahtecilik’ olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette ‘doğruyu söylemek’le yükümleyen İtalyan Ceza Kanunu’nun 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtayının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.
Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.
Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.
Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak saptanmıştır.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmi belge düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yapılmış olması gerekmektedir. Resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak kişinin gerçeği söyleme zorunluluğu vardır. Kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmi belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır. Bununla birlikte suçun oluşması için kişinin beyanda bulunması yeterli olmayıp bu beyan üzerine kamu görevlisi tarafından bir belgenin de düzenlenmesi gerekmektedir.
Yargısal kararlarda ve öğretide; kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmi belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olduğu, bir başka anlatımla beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmayıp TCK’nın 206. maddesindeki suçun oluştuğu durumlara;
1- Kişinin, İl Çevre Müdürlüğünce düzenlenen idari para cezasının tahsilini engellemek için düzenlenen idari para ceza tutanağında adresini gerçeğe aykırı şekilde beyan etmesi,
2- Borçlu kişinin, haciz tutanağında kendisine ait malları üçüncü kişiye ait gibi beyan etmesi,
3- Hakkında trafik ceza tutanağı düzenlenecek kişinin, kendisine benzeyen başka bir kimsenin fotoğrafı bulunan sürücü belgesini trafik polisine göstermesi, belgedeki fotoğrafın kişiye benzemesi nedeniyle bu beyanın doğruluğunu araştırma zorunluluğu bulunmayan trafik görevlisince sürücü belgesi sahibi adına trafik ceza tutanağı tanzim edilmesi,
Gibi durumlar örnek olarak sayılmıştır.
Öğretideki görüşlere ve konuya ilişkin yargısal kararlara göre, bu suçta temel alınan husus; kamu görevlisi tarafından delil aranmaksızın, başkaca herhangi bir araştırma, inceleme ve işlem yapılmaksızın, doğrudan doğruya hukuki sonuç doğuracak ve ispat aracı oluşturacak nitelikte resmi belgenin düzenlenmesine dayanak alınan beyanlardır. Yalan beyanın doğrudan hukuki sonuç doğurmadığı, delil aracı oluşturmadığı hallerde ya da kamu görevlisinin görevi gereği bu beyanın gerçeğe uygunluğunu araştırıp, doğruluğuna kanaat getirdiği takdirde hukuki sonuç doğuran resmi belgeyi düzenlemesi, aksi durumda beyanı reddetmesi gerekiyorsa anılan suç oluşmayacaktır.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun koruduğu hukuki yarar kamu güveni olup suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu genel norm niteliğinde olup eylem ayrıca yalan tanıklık, iftira gibi başka bir suçun unsurlarını oluşturmakta ise o suçtan mahkûmiyet hükmü tesis edilmelidir (Veli Özer Özbek-M. Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Baskı, Ankara 2015, s. 828; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Baskı, Ankara, 2015, s. 681).
Suç uydurma suçu ise; TCK’nın “Adliyeye karşı suçlar” bölümündeki 271. maddede;
“(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir” biçiminde düzenlenmiştir.
Suç uydurma suçu ile, adlî makamların gereksiz olarak işgal edilmesi veya yanlış yollara yönlendirilerek boşuna uğraştırılması eylemleri yaptırım altına alınmıştır. Böylece adlî makamların yıpratılıp itibar kaybına uğraması önlenmek istenmiştir.
Bu suç, belirli bir kimseye isnat yöneltilmeden, işlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi veya işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerinin soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurulması suretiyle işlenmektedir. Bu anlamda, söz konusu suç tipinde, uydurulan suçun ceza hukuku açısından suç olması gerekmektedir. Kabahat veya diğer hukuk dallarına ilişkin olan, örneğin bir idari soruşturma veya yaptırımı gerektiren eylemin uydurulması bu suça vücut vermeyecektir. Buna göre, suç uydurma suçunda yetkili makamlara bildirilen fiilin suç teşkil eden bir eylem olması gerekmektedir.
İhbar veya uydurma hareketlerinin gerçekleştirilmesi ile tamamlanan bu suçun iki tür işleniş biçimi bulunmakta olup fiilin, ihbar suretiyle işlenmesine şekli suç uydurma, delil veya emarelerini uydurmak suretiyle işlenmesine ise maddi suç uydurma denilmektedir. Söz konusu suçun unsurlarını; işlenmemiş bir suçun olması, suç duyurusunun kanuni tipte belirtilen makamlara yapılması ve uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesi olarak saymak mümkündür.
Suç uydurma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Neticesini bilerek, isteyerek ihbarda bulunma ya da delil veya emare uydurma iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme nedeninin, maksadının veya saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır.
Uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olarak, bir suçun gerçek işlenme biçiminden farklı olarak ihbar edilmesi durumunda, TCK’nın 271. maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin irdelenmesi gerekmektedir.
Doktrinde, örneğin hırsızlığın, yağma olarak ihbarında olduğu gibi gerçekte işlenmiş bir suçun fail tarafından niteliği değiştirilmek suretiyle ihbar edilmesi hâlinde suç uydurma suçu oluşacağı kabul edilmektedir (Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara-2009, Cilt: 5, s. 5470; Zeki Hafızoğulları-Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Millete ve Devlete Karşı Suçlar, 1. Baskı, Ankara, 2016, s. 152). Yine benzer şekilde, ihbar edilen suçun aydınlatılması bakımından, fiilen gerçekleşen suça ilişkin maddi gerçeğe ulaşılması için yapılacakların dışında başka işlemlerin de yapılmasının gerekmesi, başka bir deyişle fail tarafından eklenen gerçeğe aykırılık nedeniyle başka soruşturma işlemleri yapılmasının gerekli olması hâlinde, suçla korunan hukuki yarardan hareketle suç uydurma suçunun oluşacağı belirtilmektedir (Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Murat Önok, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 14. Baskı, Ankara 2017, s. 1165). Diğer taraftan, işlenen bir suçun mağduru, işlenme şekli, yeri, zamanı gibi hususların farklı bildirilmesi durumunda, esas itibarıyla gerçekte işlenmemiş yeni bir suç ihbar edilmektedir. Zira bu nitelikteki bir bildirimde konusu ve tarafları farklı olan bambaşka bir suç asılsız olarak ihbar edilmektedir. Şu hâlde somut olayın özelliklerine göre, ortada gerçekte işlenmiş bir suç olmakla birlikte, ihbarda bulunulurken söz konusu suçun işlenme biçiminin özünü farklı yansıtacak nitelikte değişiklikler ve eklemeler yapılması durumunda, ihbar ve şikâyet hakkının kötüye kullanılması, yapılan ihbarın yeni bir suça ilişkin olması ve yapılan bu asılsız ihbar nedeniyle ek soruşturma işlemlerinin yapılacak olması birlikte değerlendirildiğinde; suç uydurma suçunun oluştuğunun kabulü gerekmektedir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için “farklı neviden fikri içtima” ve “görünüşte içtima” kavramlarına da değinmekte fayda bulunmaktadır.
Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir. Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Görünüşte içtima ise, çeşitli normların aynı fiille ilgili görünmelerine rağmen, aslında bunlardan yalnız birinin uygulanabilmesidir (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 167). Görünüşte içtima kanunda düzenlenmemiştir, ancak ceza normlarının birbirleriyle olan ilişkisi ve bunların yorumundan aynı fiille ilgili görülen çeşitli normlardan sadece birinin uygulanabileceği sonucuna varmak mümkün olduğundan, kanun koyucunun görünüşte içtima şekillerine yer vermesi gerekmemektedir (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara Eylül 2015, 8. Bası, s. 519).
Görünüşte içtima hâlinde gerçekte sadece bir norm ihlal edilmekte olup diğer normların ihlâli sadece görünüştedir. Çünkü suç tiplerine ilişkin normların hepsi fiilin haksızlık muhtevasını tümü ile kapsamakla beraber gerçekte uygulanacak olan norm, haksızlık muhtevası itibarıyla diğer normları da tüketmekte, tüm normlar haksızlık ilişkisi bakımından tamamen örtüşmektedir. Dolayısıyla, normlardan sadece biri gerçekte uygulanma kabiliyetine sahiptir (Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 73-74). Görünüşte içtima hâllerinde hangi hükmün uygulanması gerektiği, “tüketen-tüketilen norm ilişkisi”, “yardımcı (tali) normun sonralığı” ve “özel normun önceliği” gibi ilkelere göre belirlenmektedir.
Bir ceza normu bir veya daha fazla başka ceza normlarını bünyesine almış ise “tüketen-tüketilen norm ilişkisinden” söz edilir. Bu durumda normları bünyesine alan ceza normu, diğer normları tüketmektedir. Bu takdirde fiile sadece tüketen norm uygulanabilecektir. TCK’nın 42. maddesinde tanımlanmış olan “bileşik suç” tüketen-tüketilen norm ilişkisinin tipik görünümlerinden birisidir. Örneğin; yağma suçu, hırsızlık ve cebir/tehdit suçlarını bünyesinde barındırmakta, başka bir anlatımla o suçları tüketmektedir. Yardımcı (tali) normlar da, asli normlarla benzer hukuki yararları koruyan normlardır. Bu tür normlar, asli normların tatbik edilemeyeceği durumlarda kanunda boşluk oluşmasını engellemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir. Asli-yardımcı norm ilişkisinin olduğu durumda fiile yardımcı norm değil asli norm uygulanacaktır. Bir normun yardımcı norm mu asli norm mu olduğunun, asli normun uygulanamadığı yerlerde başvurulan bir norm olmasından anlaşılması bir yana, düzenleme içinde, “fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde”,”kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında” ve “eylemin başka bir suç oluşturmaması halinde” gibi ifadelerin yer alıp almamasına göre de belirlenmekte, bu gibi ifadelerin yer aldığı normların yardımcı norm olduğu kabul edilmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 257 ve 261. maddelerinde de benzer ifadeler bulunduğundan bu maddelerle getirilen hükümlerin yardımcı norm niteliğinde oldukları kabul edilebilir.
Genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel norm uygulanacaktır. Suçun temel ve nitelikli halleri arasındaki ilişki, özgü suç ve genel suç arasındaki ilişki ile genel ve özel kanun arasındaki ilişki, özel-genel norm ilişkisi içinde değerlendirilmektedir (M. Emin Artuk-A. Gökçen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 636; Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, 2015, s. 612-613; Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2016, s. 685- 686; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, Ankara, 2015, s. 520). Örneğin, 5237 sayılı Kanun’da zimmet suçunu düzenleyen 247. madde hükmü genel norm niteliğinde iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde düzenlenmiş olan zimmet suçu özel norm niteliği taşıdığından, Bankacılık Kanunu kapsamındaki bir banka görevlisinin zimmet suçunu işlemesi durumunda özel normun önceliği ilkesi gereğince 5237 sayılı TCK’nın 247. maddesi değil Bankacılık Kanunu’nun ilgili hükmü uygulanmalıdır.
Fikri içtima ve görünüşte içtima ile ilgili bu açıklamalardan sonra işlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi gerçeğe aykırı olarak ihbar edilmesi durumunda resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan ve suç uydurma suçları arasındaki içtima meselesine gelince; İşlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi gerçeğe aykırı olarak ihbar edilmesi durumunda hem TCK’nın 271. maddesinde düzenlenen suç uydurma, hem de aynı Kanun’un 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarının oluşabileceğinden söz etmek mümkündür. Ancak fiilin belirtilen işleniş şekli bakımından her iki suç tipi arasında genel norm-özel norm ilişkisi bulunmaktadır. Gerçekten de TCK’nın 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, TCK’nın 271. maddesinde ise daha özel biçimde bir suçun işlendiği konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı görülmektedir. Bu nedenle yetkili makamlara bir suçun işlendiği konusunda gerçeğe aykırı olarak ihbarda bulunulması durumunda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca sadece TCK’nın 271. maddesi uygulanmalıdır. Aksi takdirde, suç uydurma (TCK m. 271), yalan tanıklık (TCK m. 272), yalan yere yemin (TCK m. 275) gibi bir resmi belgenin düzenlenmesi esnasında yalan beyana dayalı tüm suçlarda faillerin özel suç düzenlemeleri yerine resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan sorumlu tutulmaları gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır ki, bunun kabulü mümkün değildir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Tanık M.’nin 13.09.2010 tarihinde düğünde olduğu sırada cep telefonunun otomobilden çalınması olayını kendisine anlatması üzerine sanık N.’nin 17.09.2010 tarihinde kolluğa başvurarak, söz konusu telefonun kendisine ait olduğunu ve 16.09.2010 tarihinde çay bahçesinde bulunduğu esnada telefonun kaybolduğunu, durumu farketmesi üzerine çay bahçesine dönüp garsonlara sorduğu halde cep telefonunu bulamadığını ifade edip 5237 sayılı TCK’nın 160. maddesinde düzenlenen kaybolmuş veya hata sonucu ele geçirilmiş eşya üzerinde tasarruf etme suçu işlenmiş gibi ihbarda bulunduğu, bu başvuru üzerine yürütülen soruşturma sırasında savcılıkta alınan ifadesinde de telefonun çalınmış olabileceğini beyan ettiği olayda; sanık N.’nin, suça konu telefonun kendisine ait olduğunu ifade ederek olayın mağduru olduğunu belirtmesi ve suçun işlenme şekli, yeri ile zamanı gibi hususlarda olayı özünü değiştirecek nitelikte farklı anlatması karşısında, işlenmediğini bildiği yeni ve farklı bir suçu işlenmiş gibi ihbar ettiği, gerçeğe aykırı olarak yaptığı eklemeler nedeniyle başka soruşturma işlemlerinin yapıldığı, böylece adli makamların gereksiz yere işgal edildiği ve yanlış yollara yönlendirildiği anlaşıldığından; sanığın eyleminin suç uydurma suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.
Öte yandan, sanık N.’nin gerçeğe aykırı beyanı üzerine 16.09.2010 ve 19.10.2010 tarihli ifade tutanaklarının tanzim edilmiş olması nedeniyle TCK’nın 271. maddesinde düzenlenen suç uydurma suçunun yanı sıra aynı Kanun’un 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinden yalan beyan suçunun oluştuğundan söz etmek mümkün ise de; TCK’nın 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, aynı Kanun’un 271. maddesinde ise daha özel biçimde bir suçun işlendiği konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı nazara alındığında; TCK’nın 271. maddesinin, aynı Kanun’un 206. maddesindeki düzenlemeye göre «özel norm» niteliğinde olup “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca sadece TCK’nın 271. maddesinin uygulanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Ceza Genel Kurulu - Karar : 2018/146
- TCK 271
- Sanığın, şikâyetçiye rızasıyla verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir kişiyi hedef göstermeksizin yetkili makamlara başvurmaktan ibaret eyleminin iftira suçu değil, suç uydurma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, iftira ve suç uydurma suçları üzerinde durulması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nun “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “İftira” başlıklı 267. maddesinin uyuşmazlık konusuyla ilgili 1. fıkrası; “Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir. İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.
Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak, isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir. Başka bir deyişle, yetkili makamlara isnada muhatap kişinin açık kimlik bilgilerinin verilmesi şart olmayıp, kişinin kimliğini belirleyecek hususların verilmesi yeterlidir. Bununla birlikte, isnadın kime yönelik olduğunun yapılan açıklamalardan anlaşılabilir olması gerekmektedir. İsnadın kime yönelik olduğunun yapılan açıklamalardan dolaylı olarak dahi anlaşılamaması hâlinde ise, eylem iftira suçuna değil suç uydurma suçuna vücut verecektir.
İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
İftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir.
Suç uydurma suçu ise TCK’nun 271. maddesinin birinci fıkrasında;
“(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir” biçiminde düzenlenmiştir.
Suç uydurma suçu ile, adlî makamların gereksiz olarak işgal edilmesi veya yanlış yollara yönlendirilerek boşuna uğraştırılması eylemleri yaptırım altına alınmıştır. Böylece adlî makamların yıpratılıp itibar kaybına uğraması önlenmek istenmiştir.
Bu suç, belirli bir kimseye isnat yöneltilmeden, işlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi veya işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerinin soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurulması suretiyle işlenmektedir. Bu anlamda, söz konusu suç tipinde, uydurulan suçun ceza hukuku açısından suç olması gerekmektedir. Kabahat veya diğer hukuk dallarına ilişkin olan, örneğin bir idari soruşturma veya yaptırımı gerektiren eylemin uydurulması bu suça vücut vermeyecektir. Buna göre, suç uydurma suçunda yetkili makamlara bildirilen fiilin suç teşkil eden bir eylem olması gerekmektedir.
İhbar veya uydurma hareketlerinin gerçekleştirilmesi ile tamamlanan bu suçun iki tür işleniş biçimi bulunmakta olup fiilin, ihbar suretiyle işlenmesine şekli suç uydurma, delil veya emarelerini uydurmak suretiyle işlenmesine ise maddi suç uydurma denilmektedir. Söz konusu suçun unsurlarını; işlenmemiş bir suçun olması, suç duyurusunun kanuni tipte belirtilen makamlara yapılması ve uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesi olarak saymak mümkündür.
Suç uydurma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Neticesini bilerek ve isteyerek ihbarda bulunma ya da delil veya emare uydurma iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme nedeninin, maksadının veya saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır.
Uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olarak, suç uydurma ve iftira suçlarının arasındaki farkın ortaya konulması bakımından isnadın belirli veya belirlenebilir bir kimseye yöneltilmesinin gerekip gerekmediği hususu üzerinde durulması gerekmektedir.
Suç uydurma suçunda uydurulan suçun, belirli bir kimseye isnat edilmemesi gerekmektedir. Bu şekilde, belirli olmayan veya belirlenmesi de mümkün olmayan kimseye yönelik isnatlar suç uydurma, belirli veya belirlenebilir bir kimse hedefe konulmuşsa iftira suçu oluşmaktadır. Suç uydurma suçunda, uydurulan suçun belirli veya basit bir araştırmayla tespit edilmesi mümkün olan kişi ya da kişilere isnat edilmemiş olması aranmaktadır. Ayrıca uydurulan suçun, açık veya zımnen bilinmeyen kişiler veya hayali insanlara yöneltilmesi hâlinde de yine suç uydurma suçu oluşacaktır. Şu hâlde, muayyen veya tayin edilmesi mümkün bir kişi hedef alınarak suç isnadında bulunulmuş ise eylem, TCK’nun 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu, belirli bir kimse hedeflenmeden ve belli bir kimseden söz edilmeden gerçekleştirilen isnatlar, TCK’nun 271. maddesinde düzenlenen suç uydurma suçunu oluşturmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık …‘ın, şikâyetçi Sadi’ye olan borcundan dolayı önceden verdiği borç senedine konu bedeli ödememesi üzerine suça konu hamiline yazılı çeki verdiği, sanığın, şikâyetçi Sadi’nin borç senedine dayalı olarak icra takibi başlatması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına başvurup herhangi bir kişiden şüphelendiğine dair anlatımda bulunmadan, söz konusu çekin çalındığını belirterek şikâyetçi olmasından sonra, şikâyetçi Sadi’nin suça konu çeki bankaya ibraz ettiğinde çekte çalıntı kaydı bulunması nedeniyle hakkında hırsızlık suçundan soruşturma başlatıldığı olayda; sanık …‘ın, kendisinden aynı borca yönelik mükerrer tahsilat yapılmasını önlemek amacıyla başvuruda bulunması gözetildiğinde, sanığın şikâyetçi Sadi hakkında soruşturma başlatılmasına yönelik özel kastı bulunmaması ve para gibi tedavülü söz konusu olan hamiline yazılı çekin, şikâyetçi Sadi dışında üçüncü kişi tarafından bankaya ibraz edilebileceği nazara alındığında da, sanığın belirli bir kimseyi hedefe koymamış olması birlikte değerlendirildiğinde; somut olayda iftira suçunun oluşmayacağı, sanığın, şikâyetçiye rızasıyla verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir kişiyi hedef göstermeksizin yetkili makamlara başvurmaktan ibaret eyleminin suç uydurma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/2633 Karar: 2013/5628 Tarih: 09.04.2013
-
TCK 271. Madde
-
Suç Uydurma Suçu
1- TCK’nın 271. maddesinde tanımlanan suç uydurma suçunun oluşabilmesi için failin, yetkili makamlara, işlenmemiş olan bir suçu, işlenmiş gibi ihbar etmesi gerektiği; aynı Kanunun 270. maddesinde düzenlenen suç üstlenme suçunda ise failin, yetkili makamlara, işlenmiş ya da işlenmemiş bir suçun kendisi tarafından işlendiğini bildirmesi gerektiği,
Somut olayda, sanığın 156 jandarma ihbar numarasını arayarak kendisini O. T. olarak tanıttıktan sonra silah ile M. K. tarafından tehdit edildiğini iddia ve ihbar ederek, işlenmemiş olan bir suçun kendisi tarafından işlendiğini bildirmek suretiyle TCK’nın 270. maddesinde tanımlanan “Suç üstlenme” suçunu işlediği, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
Sonuç: 2- Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 09.04.2013 tarihinde oyçokluğu ile, karar verildi.
KARŞI OY
TCK’nın 270. maddesindeki suçun oluşması için failin gerçeğe aykırı olarak bir suç işlediğini veya bu suça katıldığını bildirmesi gerekir.
TCK’nın 271. maddesinde tanımlanan suç ise failin işlenmediğini bildiği bir suçu yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar etmesiyle oluşur.
Somut olayda sanık 156 jandarma imdat telefonunu arayarak Baklan ilçesi Konak köyünde kaleşnikof tüfekle tehdit olayı meydana geldiğini ihbar etmiş ve kendisinin O. T., tehdit edenin de M. K. olduğunu belirtmiştir.
Sanık TCK’nın 270. maddesi anlamında suç işlediğini belirtmemiş tam aksine başkasının kendine karşı bir suç işlediği iddiasıyla ve bu kasıtla hareket ederek adli makamları yanıltmaya yönelik harekette bulunmuştur.
Sanığın belirlenen kastı ve cezalandırılması gereken fiilinin suç üstlenmek değil ancak suç uydurmak suçunu oluşturup yerel mahkemenin suç vasfını tayininde bir isabetsizlik bulunmadığından hükmün TCK’nın 53/1-c maddesinde yer alan hak yoksunluğu yönünden düzeltilerek onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun suç vasfına yönelik bozma görüşüne katılmıyoruz. 09.04.2013
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2011/6089 Karar: 2012/19362 Tarih: 03.10.2012
-
TCK 271. Madde
-
Suç Uydurma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Sanığın, karakola başvurarak herhangi bir kişiye suç isnat etmeden, motosikletinin evinin önünden çalındığını bildirmesi eyleminin, 5237 sayılı TCK’nın 271 inci maddesinde düzenlenen suç uydurma suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin, yasal olmayan ve yetersiz gerekçeyle sanığın beraatine karar verilmesi,
Sonuç: Yasaya aykırı ve Üst Cumhuriyet Savcısı’nın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak hükmün BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 03.10.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2008/15541 Karar: 2010/13050 Tarih: 05.07.2010
-
TCK 271. Madde
-
Suç Uydurma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
765 sayılı TCK.nun 283. ve 5237 sayılı TCK.nun 271. maddesinde düzenlenen “suç uydurma” suçu soyut tehlike suçu niteliğinde olup fiilin herhangi bir zarara neden olması gerekmez. İşlenmemiş bir suçun işlenmiş gibi ihbar edilmesi üzerine soruşturmanın başlatılması zorunlu olmayıp, ihbarın objektif olarak soruşturma başlatmaya elverişli içerikte bulunması suçun oluşumu için yeterlidir.
Buna göre somut olayda, sanığın gerçeğe aykırı olarak cep telefonunun çalındığı yönünde 20.05.2004 tarihli dilekçe ile Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulunması eyleminde suçun oluştuğu gözetilerek hükümlülüğü yerine, aynı gün müşteki olarak alınan beyanında gerçeği söylediği biçimindeki, temel cezanın belirlenmesinde ve takdiri indirim uygulamasında ölçüt oluşturabilecek nitelikteki gerekçe ile suçun öğeleri itibariyle oluşmadığından söz edilerek beraat kararı verilmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve Üst Cumhuriyet Savcıasının temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 05.07.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/9283 Karar : 2018/5486 Tarih : 11.09.2018
-
TCK 271. Madde
-
Suç Uydurma Suçu
Sanığın, meçhul bir kişi ile birlikte canlı hayvan satacaklarından bahisle katılanı kandırdıkları ve parasını aldıkları, ayrıca soruşturmanın en başında katılanın sanık ile birlikte karakola gittiği ve sanığın kendisini de meçhul kişi tarafından kandırılmış gibi göstererek suç uydurduğu ve meçhul kişiden şikayetçi olduğu iddia edilen olayda;
1)Dolandırıcılık suçu açısından; Sanığa yüklenen dolandırıcılık suçu nedeniyle, hükümden sonra 02.12.2016 tarih ve 29906 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34.maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. ve 254. madde fıkraları gereğince uzlaştırma işlemleri için gereği yapılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini zorunluluğu,
2)Suç uydurma suçu açısından ise; Suç uydurma suçunun oluşabilmesi için, kişinin işlenmediğini bildiği bir suçu yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar etmesi ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurması gerektiği, somut olayda ise sanığın beyanının savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve suç uydurma suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı gözetilmeden atılı suçtan sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca sair hususlar incelenmeksizin hükmün BOZULMASINA, 11/09/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/7280 Karar : 2016/3175 Tarih : 22.04.2016
-
TCK 271. Madde
-
Suç Uydurma Suçu
I-Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde;
Adli emanetin 2013/2301 sırasında kayıtlı CD ile ilgili bir karar verilmemiş ise de infaz aşamasında karar verilebileceğinden bozma nedeni yapılmamıştır.
Adli sicil kaydına göre mükerrir olan sanık hakkında TCK’nın 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararının TCK’nın 53. maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,
II-Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde;
1-Sanık …’ın atfı cürüm niteliğinde olmayan beyanı ve bu beyanla uyumlu tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde sanık …’in eyleminin suç uydurma suçuna yardım kapsamında kaldığının gözetilmemesi,
2-Yargılamaya konu iddianamede sanığın eyleminin “suç uydurma suçuna yardım olarak” anlatılması ve sevk maddesinin de bu şekilde düzenlenmesine karşın 5271 sayılı CMK’nın 226. maddesine aykırı bir şekilde sanığa ek savunma hakkı tanınmadan TCK 271/1. maddesi gereğince yazılı şekilde hüküm kurularak savunma hakkının kısıtlanması,
3-Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulmasında zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 22.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/6612 Karar : 2014/718 Tarih : 21.01.2014
-
TCK 271. Madde
-
Suç Uydurma Suçu
Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı,veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
TCK’nın 271/1. maddesinde düzenlenen suçun oluşabilmesi için failin işlenmediğini bildiği bir suçu yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar etmesi ya da işlenmeyen bir suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurması gerektiği,
Somut olayda; sanığın, İskenderun gümrüğünden Irak’a götürülmek üzere katılan şirketten teslim aldığı 17.700 kg akaryakıtı yönetimindeki … plakalı aracına yükledikten sonra güzergahını değiştirerek Mardin’e gittiği, burada birkaç gün kaldıdiğı, bilahare Kızıltepe-Nusaybin karayolunda aracının durdurulup kendisine eter koklatılmak suretiyle bayıltıldığını ve aracın içindeki akaryakıtın gasp edildiğini beyan ederek Jandarmaya asılsız ihbarda bulunduğu, sanığın ihbarı üzerine yürütülen soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, böylelikle sanığın kendisine teslim edilen akaryakıtı yurt dışına götürmeden kaçağa sarf etmek suretiyle atılı suçları işlediğine yönelik mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA, 21.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.