0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Delillerin tartışılması

CMK Madde 216

(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.

(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.

(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir. (Ek cümle: 15/8/2017-KHK694/148 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/143 md.) Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez.


Makaleler:


CMK Madde 216 Gerekçesi

Delillerin ikamesi ve tartışılması bitince, maddî olayın ispatına ve niteliğine ilişkin iddia ve savunmaların bildirilmesi aşamasına ulaşılır. Bu konuda önce davaya katılana iddia ve isteklerini bildirmesi için olanak tanınır. Sonra Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki görüşünü bildirir. Bundan hemen sonra sanığa söz verilir. Varsa sanığın savunmasını avukatı da yapabilecektir.

Katılan terimine, suçtan zarar görenler ile malen sorumlu dahil olup, 249 uncu madde uyarınca katılan sıfatını kazananların tümü girmektedir. İddialar ve savunma nedeniyle Cumhuriyet savcısı sanığa, sanık ve avukatı Cumhuriyet savcısına cevap verebilirler; başkanın izniyle katılan da her ikisine cevap verebilir. Ancak son söz mutlaka sanığa aittir. Savunma sanık adına avukatınca yapılmış olsa da buna ekleyecek bir şey olup olmadığı sanığa sorulacaktır.

Katılan veya sanık sayısı birden fazla ise bunların iddialarını veya savunmalarını bildirme sıralarını başkan düzenleyecektir. Tasarının davanın bir veya birbirini izleyen duruşmalarda sonuçlandırılması amacına uygun olarak katılan, Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa avukatının duruşmaya hazırlıklı gelmeleri; duruşmanın ertelenmesi sonucunu doğuracak söz ve davranışlardan kaçınmaları gerekir. Duruşma gününün belirlenmesinde, başkanın, Cumhuriyet savcısı ve sanık avukatının görüşünü almasının nedeni, adı geçenlerin duruşmaya hazırlıklı gelmelerini sağlamaktır. Durumun gerektirdiği ve haklı istemlerin kabulü esas olmakla beraber, mahkeme başkanı veya hâkim davanın bir duruşmada bitirilmesini sağlayacak önlemleri elbette ki alacaktır.


CMK 216 (Delillerin Tartışılması) Emsal Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu 2023/278 E. , 2023/407 K.

  • CMK 216
  • Cumhuriyet savcısı mütalaa vermediği takdirde, ceza davasına bakan mahkeme başsavcıdan yeni bir savcı görevlendirilmesini iistemelidir. Hüküm kollektif bir faaliyet sonucunda iddia makamının mütalaasını açıklması ve savunma makamının savunmasını yapması neticesinde mahkeme tarafından verilmelidir.

Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan kanıtlara göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkûmiyete ilişkin ise mevzuatta yer alan yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.

Bu konuda öğretide; “İddia makamı, muhakeme boyunca, mütalaa mahiyetindeki hükümleri ile hâkime ışık tutacak, muhakemede tez ileri sürüp sentez elde edilmesine çalışacaktır… Savcılık son kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir… Tartışma sadece maddi meseleye taalluk etmez; muhakeme hukuki meseleyi de çözeceğinden, bu mesele hakkındaki görüşler de iddiada yer alacaktır.” (Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 9. bası, İstanbul, s.193, 936-937); “Ceza muhakemesi hükmünün kollektif olması gerekmesi sebebiyle, savcının son soruşturma safhasının sonuç çıkarma devresinde düşüncelerini bildirmesi yani esas hakkındaki mütalâasının serd etmesi, vazgeçilmez bir zarurettir. Diğer ilgililerin bir şey söylemeksizin işi mahkemenin kararına terk etmeleri mümkün görülebilmekle beraber, savcı bakımından böyle bir şey söz konusu olamaz; savcı her hâlde en son iddialarını söylemelidir. Bu itibarla, savcılık talep veya iddia durumunda olduğu konularda keyfiyeti hâkime (veya hâkimin takdirine) bıraktığını beyan ile yetinemez… Savcının esas hakkındaki mütalâasının alınması mecburî olmakla beraber, yargıcın bu ödevini yerine getirmekten kaçınan savcıyı zorlamak yetkisi bulunmadığından, bu gibi hâllerde son kararın esas hakkındaki mütalâa alınmadan verilebilmesi de kabul edilmektedir. Ancak böyle bir durum ceza muhakemesi hükmünün kollektif olmasına engel teşkil edeceğinden, yargıç veya mahkeme başkanı hiç olmazsa makamın başı olan savcıya müracaat edebilmeli ve esas hakkındaki mütalâasını vermeyi red eden yardımcı yerine bir başkasının duruşmaya çıkarılmasını talep edebilmelidir… Esas hakkındaki mütalaanın sadece sübuta yani maddi meseleye değil, hukuki meseleye de taalluk etmesi gerekir. Muhakemenin aynı zamanda hukuki meseleyi de halletmek zorunda olması, savcının bu konudaki düşüncelerini de bildirmesini gerektirmektedir.” (Selahattin Keyman, Ceza Muhakemesinde Savcılık, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s. 258-262) şeklinde görüşler bulunmaktadır.

Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının alınmasından sonra yine CMK’nın 216. maddesinde yer alan sıralama gözetilerek taraflara söz hakkı tanınacağından, Cumhuriyet savcısının, davanın esasına ilişkin görüşü alınmaksızın ve hazır bulunan sanığa esas hakkında savunma yapma imkânı tanınmaksızın hüküm kurulması, ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.


Ceza Genel Kurulu 2020/409 E. , 2021/64 K.

  • CMK 216/3
  • Zorunlu müdafi hazır bulunmadan karar verilmesi

CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesi;

“(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.

(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.

(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” biçiminde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya “Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez.” cümlesi eklenmiştir.

694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin madde gerekçesinde; “Madde ile, 5271 sayılı Kanunun 216 ncı maddesinde yapılan değişiklikle hüküm aşamasına ulaşılmış yargılamalardaki son söz aşamasına zorunlu müdafiin katılmaması durumunda da hüküm verilebileceği kuralı getirilmektedir. Böylece hüküm aşamasına ulaşmış yargılamalarda kanunen duruşmada bulunması zorunlu müdafilerin sebepli veya sebepsiz olarak duruşmadan çekilmesi, duruşmaya katılmaması, azli veya istifası gibi sebeplerle duruşmanın taliki veya yargılamaların uzatılması sonucunun önüne geçilmesi engellenmektedir. Yapılan düzenleme, sanığın esas hakkındaki sorgusu ve savunması zorunlu müdafiin hukuki yardımından yararlandırılarak alınmış ve bütün usul işlemlerinin tamamlandığı dosyalarda sadece hüküm aşamasında müdafiin yokluğu nedeniyle celselerin ertelenmesinin önüne geçeçektir.” açıklamasına yer verilmiştir (Osman Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, Seçkin, Ankara, 2018, C. 2, s. 2249).

CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca zorunlu müdafinin hazır bulunmadığı oturumda hükmün açıklanabilmesi için 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin madde gerekçesin de anlaşılacağı üzere sanığın esas hakkındaki sorgusunun ve savunmasının zorunlu müdafisinin hukuki yardımından yararlandırılarak alınmış ve bütün usuli işlemlerin tamamlanmış olması gerekmektedir.

CMK’nın hukuka kesin aykırılık hâllerini düzenleyen 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca, Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması durumunda hukuka kesin aykırılık hâli bulunduğu kabul edilmiştir. Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin yapılan değerlendirmede;

Yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği teşebbüs aşamasında kalmış yağma suçundan yapılan yargılamada, CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendindeki emredici hüküm uyarınca duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanık … müdafisinin mesleki mazereti nedeniyle duruşmaya katılamayacağına yönelik mazeret dilekçesi vermiş olmasına rağmen bu hususta bir karar verilmeden sanık müdafisinin yokluğunda, yeni bir müdafi görevlendirilmeden ya da müdafi temini için oturum ertelenmeden yargılamaya devam edilerek hükmün tesis ve tefhim edilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunduğu ve bu durumun CMK’nın 289/1-e maddesi uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden biri olduğu, bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkemece verilen hükmün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2021/21 E. , 2021/37 K.

  • CMK 216/3
  • Sanığın son söz hakkı

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin yağmaya teşebbüs suçunu mu yoksa kasten yaralama suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

İncelenen dosya kapsamından;

Yerel Mahkemece, Özel Dairenin bozma kararından sonra sanığın hazır bulunduğu 02.10.2018 tarihli oturumda bozma ilamına karşı sanık ve müdafisi ile mağdurun diyeceklerinin sorulmasının ardından hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.

Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur.” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir.” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.

Temyiz mercisince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “Kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.

Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484.); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149.) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.

Bu bilgiler ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yerel Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında 02.10.2018 tarihli oturumda, bozma ilamına karşı sanık ve müdafisi ile mağdurun görüşünün alınmasının ardından hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2018/455

  • CMK 216/1
  • Hükmün tefhim edildiği oturumda CMK’nın 216/1. maddesindeki düzenleme gereğince sözün sırasıyla; Cumhuriyet savcısına, son olarak da sanık müdafisine verilmesi gerekirken, Kanun’da öngörülen sıraya uyulmayarak, önce sanık müdafisinden, en son olarak da Cumhuriyet savcısından bozma ilamına karşı diyecekleri sorulduktan sonra yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216/1. maddesine aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

Bozmadan sonra yapılan ve sanık müdafisinin hazır bulunduğu 09.12.2014 tarihli oturumda; sanık müdafisine bozma ilamına karşı diyeceklerinin sorulduğu, ardından Cumhuriyet savcısının görüşü alındıktan sonra duruşmanın bitirildiği ve direnme hükmü kurulduğu anlaşılmaktadır. Direnme kararının şekil ve usul şartlarına ilişkin olarak her ne kadar Ceza Muhakemesi Kanunu’nda detaylı düzenleyici hükümler bulunmasa da; ceza muhakemesi kanunlarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usûl kanunlarının düzenlemediği alanlar, kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve kanun’un ruhuna uygun olmak şartıyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir.

Ceza muhakemesinin amacı olan somut gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma, yani tartışma safhası başlamaktadır. Böylece ortaya konulan delillerle ilgili taraflara 5271 sayılı CMK’nın 216/1. maddesinde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilecek ve tartışma imkânı sağlanacaktır.

Delillerin tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı, cevap haklarını nasıl kullanacakları ve duruşmanın en son kimin sözü ile bitirileceğine ilişkin CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin duruşma tarihinde yürürlükte olan hâli;

“1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.

2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.

3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” şeklindedir.

Buna göre; delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü gibi kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamını teşkil edenlerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafisinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafisi ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu, tez (yani iddia) ile antitezin (yani savunmanın) çatışmasıyla, sonuca (yani karara) ulaşılan bir süreç olan muhakeme sonucunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır.

Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;

Özel Daire bozma kararının suçun sübutuna ilişkin olup taraflara bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmasının, mahiyeti itibarıyla “delillerin tartışılması” aşamasındaki söz sırasına ilişkin kurallara tabi olması nedeniyle, bozma kararından sonra sanık müdafisinin katılımıyla gerçekleştirilen ve hükmün de tefhim edildiği oturumda CMK’nın 216/1. maddesindeki düzenleme gereğince sözün sırasıyla; Cumhuriyet savcısına, son olarak da sanık müdafisine verilmesi gerekirken, Kanun’da öngörülen sıraya uyulmayarak, önce sanık müdafisinden, en son olarak da Cumhuriyet savcısından bozma ilamına karşı diyecekleri sorulduktan sonra yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216/1. maddesine aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2016/282 E. , 2018/449 K.

  • CMK 216
  • Menfaat çatışması olduğu sanığın müdafiine söz hakkı tanındıktan sonra mutlaka sanığa tekrar son söz hakkı tanınmalıdır.

Sanıklar Ü., Ö. ve R. hakkında nitelikli hırsızlık suçuna teşebbüsten açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda Yerel Mahkemece 28.03.2011 tarihli oturumda sırasıyla sanık Ü. ve müdafisi ile sanıklar Ö. ve R. müdafilerine esasa ilişkin savunma hakkı verildikten sonra sanık Ü.’ye son sözünün sorulduğu, ardından, sanık Ü. ile aralarında menfaat çatışması da bulunan diğer sanıklar Ö. ve R. müdafilerine son sözleri sorularak hazır olan sanık Ü.’ye yeniden son söz hakkı verilmeden yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesinin, CMK’nın 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğu ve savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/104

  • CMK 216
  • Bozma ilamına karşı sanıklar ve sanıklar müdafisinin görüşü alınıp, katılan ile vekiline de söz verilmesinin ardından hazır bulunan sanıklara son söz hakkı tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216. maddeye aykırıdır.

Yerel Mahkemece, Özel Dairenin bozma kararından sonra sanıkların hazır bulundukları 01.12.2015 tarihli oturumda, bozma ilamına karşı sanıklar ve sanıklar müdafisine diyeceklerinin sorulduğu, daha sonra ise katılan ile vekiline söz verilerek hazır bulunan sanıklara son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.

5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup, bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.

Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.

Öğretide; «Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku,

  1. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.

Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;

Yerel Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında 01.12.2015 tarihli oturumda, bozma ilamına karşı sanıklar ve sanıklar müdafisinin görüşü alınıp, katılan ile vekiline de söz verilmesinin ardından hazır bulunan sanıklara son söz hakkı tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2018/695

  • CMK 216
  • Lehine olan hususları ileri sürmesinin güvence altına alınması amacıyla kendisine sağlanan son sözün sorulmasının, dosyadaki delil durumu ve bir sonraki uyuşmazlık konusuna ilişkin Ceza Genel Kurulunca verilen karar gözetildiğinde, sanığın daha lehine bir durum doğurmadığı gibi beraat kararına herhangi bir etkisinin de bulunmadığı gözetilerek, kendisine son söz hakkı tanınmadan beraat kararı verilmesinin, sanık M. hakkındaki hükmün sırf bu nedenle bozulmasını gerektirmediği ve anılan hükmün esastan incelenebileceği kabul edilmelidir.

CMK’nın 290. maddesinin gerekçesinde ise; “Cumhuriyet savcısı gerçeğin araştırılması amacına yönelik veya kamu yararına ilişkin olmayan, yalnızca sanık yararına kabul edilmiş hukuk kuralının uygulanmaması, eksik veya yanlış uygulanmış olması nedeniyle hükmün sanık aleyhine bozulması için temyiz yoluna başvuramaz.” denilmiştir. Bu düzenlemeler uyarınca Cumhuriyet savcısı, amacı yalnızca sanığın hak ve menfaatlerini korumak olan bir hukuk kuralının ihlal edilmiş bulunması durumunda sanığın lehine olan bu ihlali ileri sürerek, temyiz yoluna müracaat edip hükmün sanık aleyhine bozulmasını isteyemeyecektir.

Her iki hüküm de sanıkların haklarını korumak ve lehlerine doğmuş olan bir durumun, aleyhlerine olacak şekilde ortadan kaldırılmasını önlemek amacıyla kabul edilmiş olup, maddedeki “Sanık yararına” sözcüğünün; sanığa ek savunma hakkı verilmemesi, önceden kendisine tebliğ olunan iddianamenin sorgudan önce okunmaması örneklerinde olduğu gibi “Sadece sanık yararına konulmuş olan”; “Hukuki kaideler” ibaresinin ise “Usul hükümleri” olarak anlaşılması gerektiği öğreti ve uygulamada kabul edilmektedir. Sadece sanık yararına değil, aynı zamanda kamu düzenine veya yargılamanın işleyişine ilişkin usul kurallarının ihlali hâlinde bu hüküm uygulanmayacaktır. Yalnız sanık yararına kabul edilmiş usul kurallarına aykırılık hâlinde sanık aleyhine bir netice meydana gelmişse Cumhuriyet savcısının hükmü sanık lehine temyiz etmesinin önünde herhangi bir hukuki engel bulunmamaktadır.

CMK’nın 290. maddesinde her ne kadar sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılığın hükmün aleyhe bozulması için yalnızca Cumhuriyet savcısına bir hak vermeyeceği belirtilmiş ise de anılan usul hükmünün, özellikle kanuna aykırılığın sanığın lehine verilen esas kararı etkilemediği durumlarda kıyas yoluyla hükmü temyiz eden diğer kimseler bakımından da uygulanması gerektiği kabul edilmelidir. Zira söz konusu usul hükmünün kıyas yoluyla genişletilmesi konusunda hukuki bir engel yoktur.

Sanık lehine hukuka aykırılıkların hükmün bozulmasını gerektirip gerektirmediği konusunda, 20.05.1957 tarihli ve 5-13 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında;

“Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlakada kanuna muhalefet kâfi olmayıp kanuna vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye TCK’nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden olmadığı…”,

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29.06.2004 tarihli ve 124-155 sayılı kararında; “Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 308. maddesi dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından aykırılığın son karara etkisi olup olmadığının araştırılması gerekir. Hukuka aykırılığın son karara etki etmediği, kaldırılmasının da etkide bulunmayacağı muhakkak ise bu aykırılıkların bozma sebebi sayılması çoğu kez yargılamanın uzamasından başka bir işe yaramayacaktır.” sonucuna ulaşılmıştır. Ceza Genel Kurulunun 28.02.2012 tarihli ve 294-64 sayılı ile 19.02.2013 tarihli ve 1464-61 sayılı kararları da aynı doğrultudadır.

Öğretide de;

“Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun için aykırılığın karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır.” (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 529),

“Ceza muhakemesi normları iki çeşittir. Çoğunluğu oluşturan normların amacı hakikatin araştırılmasıdır. Azınlıkta olanlar, şüpheden yararlanması gereken sanığın lehine kabul edilmişlerdir. Hakikatin araştırılması için ve dolayısı ile sanık dâhil herkesin yani toplumun lehine kabul edilmiş norma aykırılık elbet bozma nedeni olacaktır. Fakat sadece sanık yararlansın diye konulmuş norma aykırı hareket edildi diye sanık aleyhine bozmanın amaca ters düşeceği açıktır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Onaltıncı Bası, Beta Yayınevi, İstanbul 2007, s. 1427),

“Sanık lehine olan kaidelere aykırılık, son kararın sanık aleyhine bozulması için hak vermez. Örneğin; sanık beraat etmişse karar sanığa son söz verilmedi diye bozulamaz. Son sözün sanığa verilmesinin sebebi, kendi lehine bulup çıkaracağı bir delil ile lehinde karar verebilmektir. Burada en lehe karar verildiğine göre, son söz verilmemiş olması daha lehe bir durum doğuracak değildir.” (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, Sulhi Garan Matbaası s. 209),

Şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.

Görüldüğü gibi öğretide genel olarak hükmün esasına etkisi bulunmayan ve hukuka kesin aykırılık hallerinden sayılmayan aykırılıkların bozma nedeni yapılmaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir. (Aynı yönde Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, s. 611; Feridun Yenisey, Duruşma ve Kanun Yolları, 2. Bası, s. 184; Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 4. Bası, s. 443; Baha Kantar, Ceza Muhakemesi Usulü, 4. Bası, s. 365; Recai Seçkin, Yargıtay Tarihçesi Kuruluş ve İşleyişi, Adalet Bakanlığı Yayınları, Ankara 1967, s. 82-83; Nur Centel-Hanife Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, s. 751; Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, 2.cilt s. 361; Veli Özer Özbek-M. Nihat Kanbur- Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Bası, s. 719).

Hükmün esasına etkisi bulunmayan yargılama hukukuna ilişkin aykırılıkların temyiz incelemesi aşamasında dosyanın esasına girilmeden önce tek başına bozma nedeni yapılması Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasındaki; “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” şeklindeki hükme ve usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına, yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinde yer alan; “Herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkemece davasının makul süre içerisinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir.” şeklindeki düzenlemenin ihlali anlamına gelecektir.

Bu bilgiler ışığında, sanık M.’nin beraatine karar verilmesi nedeniyle, CMK’nın 290. maddesi gözetilerek, hazır bulunan sanığa son sözünün sorulmaması hususunun bozma sebebi yapılıp yapılmayacağı ve bu bağlamda hükmün esasının incelenip incelenemeyeceği değerlendirildiğinde;

Yerel Mahkemece hükmün tefhim edildiği 29.06.2016 tarihli oturumda sanık M.’ye son sözü sorulduktan sonra, sırasıyla inceleme dışı Hatice müdafisinden ve sanık A.’den son sözlerinin sorulup, sanık M.’ye yeniden son söz hakkı tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi suretiyle CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı davranılmış ise de; Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bu dosyada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bir Yargıtay dairesi kararına yönelik itiraz veya bir Yargıtay daire kararına karşı verilen direnme kararı incelemesi değil temyiz incelemesi yapılması, sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılığın hükmün sanık aleyhine bozdurulması için Cumhuriyet savcısına hak vermeyeceğine ilişkin hükümler içeren CMUK’un 309. maddesi, her ne kadar inceleme konusu hüküm Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmemiş ise de anılan usul hükmünün kıyasen hükmün katılan veya diğer kimseler tarafından temyiz edildiği hâller bakımından da uygulanabilmesinin önünde hukuki bir engel olmaması, sanık M. ile kendisinden sonra son sözleri sorulan inceleme dışı sanık H. ve sanık A. arasında menfaat çatışmasının bulunmaması ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince sanığın beraatine karar verilmesi karşısında, lehine olan hususları ileri sürmesinin güvence altına alınması amacıyla kendisine sağlanan son sözün sorulmasının, dosyadaki delil durumu ve bir sonraki uyuşmazlık konusuna ilişkin Ceza Genel Kurulunca verilen karar gözetildiğinde, sanığın daha lehine bir durum doğurmadığı gibi beraat kararına herhangi bir etkisinin de bulunmadığı gözetilerek, kendisine son söz hakkı tanınmadan beraat kararı verilmesinin, sanık M. hakkındaki hükmün sırf bu nedenle bozulmasını gerektirmediği ve anılan hükmün esastan incelenebileceği kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2022/103 E. , 2022/407 K.

  • CMK 216
  • Hükümden önce tutanağa geçirilen başka bir işlem varsa sanığa yeniden son söz hakkı tanınmalıdır.

Yerel Mahkemece hükmün tefhim edildiği oturumda, önce sanıklardan ardından da sanıklar müdafilerinden Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı diyeceklerinin sorulduğu, sonra “Tercüman bilirkişiye 200,00 TL ücret takdirine, sarf kararı yazılmasına karar verildi. Tefhimle açık yargılamaya devam olundu.” şeklinde ara karar kurulduğu anlaşılan dosyada; sanıklara yeniden zorunlu hâle gelen son söz hakkı tanınmadan yargılama bitirilerek hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216. maddesinin 3. fıkrasına açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle, Yerel Mahkemece sanıklar hakkında katılan … ve şikâyetçi …‘ye yönelik nitelikli yağma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/1198 Karar : 2018/7245 Tarih : 4.06.2018

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

1-Sanıklar … ve … hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde;

5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında değerlendirilmesi mümkün görülmüştür.

Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükümlerin istem gibi ONANMASINA,

2-Sanık … hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında değerlendirilmesi mümkün görülmüş; dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1- 5271 sayılı CMK’nın 216/3. maddesine aykırı olarak, hükmün verildiği 10/07/2014 tarihli duruşmada hazır olan sanıktan son sözü sorulmadan yazılı şekilde karar verilmesi,

2-Sanığın, 10/07/2014 tarihli duruşmadaki lehe hükümlerin uygulanması isteğinin, 5237 sayılı TCK’nın 50. maddesi uyarınca tayin olunan kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi talebini de içerdiği halde, bu konuda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 04/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/13299 Karar : 2018/4438 Tarih : 12.04.2018

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Dairemizce de kabul edilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.10.2013 gün ve 2012/3-1391 esas 2013/407 karar sayılı kararı da dikkate alınarak, hükmün kurulduğu son oturumda sanığın hazır olmadığı durumlarda münhasıran sanığa tanınmış olan ve CMK’nın 216/3 maddesinde düzenlenen son söz hakkından bahsedilemeyeceğinden suça sürüklenen çocuk müdafiine son sözün sorulmamasına ilişkin tebliğnamedeki 1 nolu bozma düşüncesine iştirak edilmemiş, dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

Şikayetçinin BİM market önüne kilitleyerek bıraktığı bisikletinin çalınma anını BİM markette çalışan tanığın kamerada görmesi ile dışarı çıkarak marketin arkasında boş arazide suça sürüklenen çocuğu bisikletin üzerinde giderken yakaladığını belirttiğinin anlaşılması karşısında; tanıktan suça sürüklenen çocuğu olay yerinden kaçarken görüp görmediğinin, kesintisiz bir takip ile yakalanıp yakalanmadığının sorularak suça sürüklenen çocuğun eylemin teşebbüs aşamasında kalıp kalmadığının belirlenip sonucuna göre hırsızlık suçundan suça sürüklenen çocuk hakkında 5237 sayılı TCK’nın 35/2.maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışılmaması,

Bozmayı gerektirmiş suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 12/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/7070 Karar : 2018/1255 Tarih : 20.02.2018

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Sanık … hakkında, mağdur …`a yönelik yağmaya yardım suçundan kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karara karşı itiraz yolu açık olup, sanık savunmanının bu konudaki istemi üzerine, Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 05.06.2013 tarih 2013/248 Değişik İş sayılı kararı ile “itirazın reddine” karar verildiği ve itiraz üzerine verilen kararların 5271 sayılı CMK’nın 271/4.maddesi gereğince kesin olduğu anlaşıldığından; sanık … savunmanının bu yöndeki temyiz istemi inceleme dışı bırakılarak yapılan incelemede;

I-Sanık … hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma; sanık … hakkında tehdit ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma; sanık … hakkında yağmaya teşebbüs ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerinin incelenmesinde;

Anayasa Mahkemesinin 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08/10/2015 tarihli, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararının TCK’nın 53.maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüş;

Sanık … hakkında, mağdur …‘a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan 5237 sayılı TCK`nın 109/2, 109/3-b ./.. maddelerinden 4 yıl 12 ay hapis cezasının tayin edildiği, 62. madde uyarınca 1/6 indirim yapılıp sonuç ceza belirlenirken “4 yıl 2 ay ” yerine “3 yıl 14 ay” hapis cezası olarak belirlenerek eksik ceza tayini karşı temyiz olmadığından; bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, suçların sanıklar tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

TC. Anayasa’sının 90. maddesinin son fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesi ışığında, 5271 sayılı CMK`nın 150, 234 ve 239. maddeleri ile 5320 sayılı Yasanın 13. maddesine dayanılarak hazırlanan, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 8. maddesi gereğince, sanıklar için baro tarafından görevlendirilen zorunlu savunmanın ücretlerinin sanıklardan alınmasına hükmedilemeyeceği, bu ücretlerin Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten karşılanacağı gözetilmeden, yazılı şekilde zorunlu savunman ücretinin sanıklardan alınmasına hükmedilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanıklar …, …, … savunmanlarının ve sanık …’ın temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, hüküm fıkrasının yargılama giderleri ile ilgili kısmından savunman ücretlerine ilişkin bölümün çıkartılması suretiyle, eleştiri dışında diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

II-… hakkında yağmaya kalkışma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerinin incelenmesinde;

Ceza yargılamasının amacı somut gerçeği ortaya çıkarmaktır, sanık yargılamanın her aşamasında savunma yapar, kanıtların toplanmasından sonra sonuç çıkarma (tartışma devresi) başlar. Cumhuriyet Savcısı hükmün nasıl olması gerektiğine dair görüş (esas hakkında mütalaa) bildirir. Cumhuriyet Savcısı suç işlendiği kanısında ise sanık hakkında mahkumiyet yoksa beraat hükmü kurulması isteminde bulunur. Cumhuriyet Savcısının mütalasında sanığın cezalandırılmasını isteme zorunluluğu yoktur. Cumhuriyet Savcısının kanuni sorumluluk gerektirecek aksi bir açıklaması olmadıkça Cumhuriyet Savcısına esas hakkında görüş bildirme imkanı verilmelidir. Sanık ve/veya savunmanı dar manada savunmalarını Cumhuriyet Savcısının esas hakkında görüş bildirmesinden sonra yapar.

Mahkemeye ışık tutmak üzere hükmün nasıl olması gerektiği yönünde taraflara görüş bildirme olanağı verilirken duruşmalara hazırlıkla gelinmesi yönünde mahkeme hakimi bu yönde önlemini alacaktır. Cumhuriyet Savcısının, şikayetçinin görüşüne karşı sanık ve/veya savunmanının cevap verme hakkı saklıdır.

Hal böyle olunca, sanık … hakkında yağmaya kalkışma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu bakımından herhangi bir görüş bildirmeyen Cumhuriyet Savcısının, bu suçlarla ilgili esas hakkında görüşü alınmadan ve/veya bu yönde usulü eksiklikler giderilmeden yargılamaya devamla 5271 sayılı CMK’nun 216/1.maddesine aykırı davranılmak suretiyle, savunma hakkının kısıtlanması

Bozmayı gerektirmiş, sanık … savunmanının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeyen hükmün bu kısmının açıklanan nedenlerle tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, 20.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/3434 Karar : 2018/150 Tarih : 16.01.2018

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

1-Yapılan UYAP sorgulamasında, sanık hakkında Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/817 sayılı dosyasında suç tarihi 12.12.2015 olan silahlı terör örgütüne üye olma suçundan halen açık gözüken soruşturma dosyası ve Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/347 esas, 2015/245 karar sayılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan temyiz edilmeden kesinleşen beraat kararına konu dosyasının bulunduğunun anlaşılması karşısında; silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olması da nazara alınarak, sanık hakkında açılan tüm dava ve soruşturma dosyalarının … veya onaylı örneklerinin Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde getirtilip incelenmesi, anılan soruşturma dosyası kapsamında dava açılmış ise birleştirme hususunun değerlendirilmesi; sanığın, ailesinin kayıp başvurusunda bulunduğu tarihlerde cep telefonu kullanıp kullanmadığının araştırılması, kullandığının tespit edilmesi halinde baz istasyonlarını da içerir şekilde HTS raporlarının getirtilmesi ile sanığın savunmalarında bahsettiği kişilerle bir irtibatının olup olmadığını ve bulunduğu yerlerin araştırılması ve sonucuna göre tüm delillerin bir bütün halinde değerlendirilerek hukuki durumunun takdir veya tayini gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

2-Kabul ve uygulamaya göre de;

a-İddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan kanıtlara göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkumiyete ilişkin ise oluşan suçu mevzuatta yer alan kanun ve maddeleri ile göstermek suretiyle açıklamak zorunda olduğu, oluşan suç ve kanun maddeleri belirtilmeksizin açıklanmasının esas hakkında mütalaa olarak geçerli ve yeterli kabul edilmesi olanağı bulunmadığının anlaşılması karşısında, Cumhuriyet savcısının usulüne uygun şekilde esas hakkındaki görüşü alınmadan hüküm kurularak CMK’nın 216. maddesine aykırı davranılması, suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

b-Sanıktan ele geçirilen ve adli emanette kayıt altına alınan delil niteliğindeki emanet eşyalarının dosyada saklanmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar kesinleştiğinde sanığa iadesine karar verilmesi,

Kanuna aykırı, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 16.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/2598 Karar : 2017/27471 Tarih : 11.12.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

1-Hakaret suçuna ilişkin kararda öngörülen cezanın nitelik ve niceliğine göre, verildiği tarih itibariyle hükmün temyiz edilemez olduğu anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca sanık İhsan Kanber’in tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE,

2-Tehdit suçundan kurulan hükmün temyizine gelince;

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

a-Hükümden önce son sözün duruşmada hazır bulunan sanığa verilmemesi suretiyle CMK’nın 216/3. maddesine aykırı davranılması,

b-02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık …‘in temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin HÜKMÜN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 11/12/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/11659 Karar : 2017/21275 Tarih : 3.10.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

1-Hakaret eyleminden kurulan kararda öngörülen cezanın nitelik ve niceliğine göre, verildiği tarih itibariyle hükmün temyiz edilemez olduğu anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca katılan … vekilinin tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE,

2- Tehdit eyleminden kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyize gelince,

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

a-Sanığın aşamalarda “Katılan bana facebook üzerinden hakaret içeren mesajlar gönderdi. Onun yazdıklarına karşılık ben de söz konusu mesajları yazdım.” şeklindeki savunması ve dosya kapsamına göre de katılanın sanığa karşı hakaret olarak değerlendirilebilecek mesajların bulunması karşısında, olayın çıkış nedeni ve gelişmesi değerlendirilerek sonucuna göre TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması,

b-Sonradan açılan katılanın bilmediği celsede sanığın savunmasının alınmasını müteakip savunmaya karşı katılanın beyanları sorulmadan yargılama sonlandırılmak suretiyle CMK nun 216. maddesine aykırı davranılması,

c- Kabule göre de;

02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, katılan … vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin HÜKMÜN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 03/10/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2498 Karar : 2017/2624 Tarih : 11.07.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …‘nın maktul …‘e yönelik kasten öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, cezayı azaltıcı takdiri indirim sebebinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, sanık savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, duruşmalı olarak incelenen dosyaya göre bozma üzerine verilen hükümde bozma nedeni dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafinin; müvekkilinin suça iştirakinin ve yardımının bulunmadığına yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle;

1- Bozma üzerine yapılan yargılamada, Cumhuriyet Savcısının esas hakkında mütalaasını bildirmesinden ve katılan vekilinin beyanının alınmasından sonra duruşma bitirilip hüküm kurularak, hükümden önce son sözün duruşmada hazır bulunan sanığa verilmemesi suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 216/3. maddesine aykırı şekilde savunma hakkının kısıtlanması,

2- 24.11.2015 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümlerinin nazara alınması zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün tebliğnamedeki düşünceden farklı gerekçelerle BOZULMASINA, hükmolunan ceza miktarı ve temyiz incelemesi dışında

tutuklulukta geçen süre gözetilerek sanık … müdafinin tahliye talebinin REDDİNE, 11/07/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

11/07/2017 gününde verilen işbu karar Yargıtay Cumhuriyet Savcısı …‘un huzurunda ve duruşmada savunmasını yapmış bulunan sanık … müdafii Avukat …‘ün yokluğunda 13/07/2017 gününde usulen ve açık olarak anlatıldı.


YARGITAY 17. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/1699 Karar : 2017/8360 Tarih : 21.06.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

1-Hükümden sonra 02/12/2016 tarihinde 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’u ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine eklenen alt bendler arasında yer alan ve 5237 sayılı TCK’nın 141. maddesinde tanımı yapılan hırsızlık suçu da uzlaşma kapsamına alındığının anlaşılması karşısında; 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesi uyarınca, “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” hükmü de gözetilerek 6763 sayılı Kanun’un 35. maddesi ile değişik CMK’nın 254. maddesi uyarınca aynı Kanun’un 253. maddesinde belirtilen esas ve usullere göre uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra sonucuna göre, suça sürüklenen çocuğun hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

2-Duruşmada hazır bulunan suça sürüklenen çocuk …‘ın son söz hakkı verilmeden duruşmanın bitirilmesi suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 216/3. maddesine aykırı davranılması,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz nedenleri bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeyen hükmün açıklanan nedenlerle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 21.06.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/1381 Karar : 2017/5085 Tarih : 13.06.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Taksirle yaralama suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

1- Mahkemece, olayın hemen akabinde, kusur durumunun tespiti bakımından keşif yapılmamış olması, delillerin kaybolması nedeniyle “trafik kazası tespit tutanağı”nın düzenlenmemiş olması, olayı birebir gören bir tanığın belirlenerek ifadesinin alınmamış olması, kısaca hazırlık sırasında etkin soruşturma yapılmaması birlikte değerlendirildiğinde, mağdur ve yanındaki çocukların bir aracın arkasında oyun oynadıklarına dair beyanı nazara alınarak, trafik akışının olduğu güzergahta çocukların araçların aralarında oyun oynamaları neticesinde bu tür kazalar ile karşılaşılabileceğini ailelerinin öngörmesi gerektiği, mağdur çocuğun oyun oynadığı sırada yola aniden fırlamış olması ihtimali karşısında sürücünün ne kadar yavaş gitse de çocuğa çarpmasının kaçınılmaz oluşu, delillerin kaybolmuş olması nedeniyle kusur durumunun tespit edilememesi bu nedenle, yargılama sırasında yapılacak keşfin de sonuca götürmeyeceği, olayın birebir görgü tanığının bulunmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın atılı suçu işlediğine ilişkin soyut iddia dışında mahkumiyetine yeter başka hiçbir kesin, inandırıcı ve her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanığın beraatine karar verilmiş ise de, sanık, mağdur çocuk ve tanık … eşliğinde mahallinde keşif icra edilip, aracın ve mağdurun olay sırasındaki konumu tespit edildikten sonra dosyanın Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesine gönderilerek tarafların kusur oranına ilişkin rapor aldırılıp tüm deliller değerlendirildikten sonra sanığın hukuki durumunun tayini ve tespiti gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

2- Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki görüşü alınmadan hüküm kurulması suretiyle CMK’nın 216/1. maddesine aykırı davranılması

Kanuna aykırı olup, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 13/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/951 Karar : 2017/4128 Tarih : 23.05.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;

Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Hükmolunan cezanın süresine göre şartları bulunmadığından suça sürüklenen çocuk müdafiinin duruşmalı inceleme isteminin CMK’nın 299/1. maddesi uyarınca REDDİNE,

Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;

1-Ayrıntıları Dairemizin 23.02.2017 tarih ve 2016/6920 Esas sayılı kararında belirtildiği üzere;

… sözde yürütme konseyinin öz yönetimden başka seçenek kalmadığına yönelik çağrısı üzerine, terör örgütünün amaca ulaşmak için gerçekleştirdiği stratejik hamlelerin en önemlilerinden birisi olan, yoğun olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve Ülkemizin değişik yörelerinde hakimiyet alanları oluşturmak için güvenlik güçlerine ve kamu binalarına topluca saldırı girişiminde bulunmak kararı kapsamında, … terör örgütünün şehirlerdeki milisleri ve kırsal alandaki örgüt mensuplarının silahları ile şehir merkezlerine gizlice girerek halkın arasına karıştıkları, zaman zaman bir kısım belediyelerin araç ve gereçlerini de kullanmak suretiyle insanların yoğun olarak yaşadıkları sokaklara, mahallelere hendekler kazarak el yapımı bomba ve düzenekleri yerleştirdikleri, umumun kullandığı kara yollarına mayın döşeyerek patlamaya hazır hale getirdikleri, tonlarca patlayıcı yüklü kamyonlar, iş makineleri ve diğer araçlarla canlı bomba saldırıları hedefledikleri, güvenlik güçlerinin kamu düzenini ve bu yörede yaşayan vatandaşların güvenliğini sağlamak için operasyon yapma zorunluluğu sonucunda, örgüt mensuplarıyla güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalar sırasında daha önce yerleştirilen patlayıcıların infilak ettirilmesi ve bireysel ya da araçlarla gerçekleştirilen canlı bomba saldırılarıyla çok sayıda sivil vatandaş, kamu görevlisi ve güvenlik güçlerinin ölüm ve yaralanmasına sebebiyet verdikleri, bu süreçte yöre halkının oturduğu evleri terk etmelerini cebren engelleyerek canlı kalkan yaptıkları, yerleşim alanlarının teröristlerden ve patlayıcılardan temizlenmesi için sürdürülen operasyonların haftalarca sürdüğü, çok sayıda özel konut ve iş yeri, okul, hastane gibi kamu konutları ve şehrin alt yapı tesislerinin ağır hasar görerek kullanılamaz duruma geldiği, bölge halkının büyük bir çoğunluğunun terör örgütünün yasalara ve devlet otoritesine itaatsizlik çağrısına itibar etmemesiyle, silahlı çatışmaya giren birçok örgüt mensubunun etkisiz hale getirilerek, yerleşim alanlarının, örgütün işgalinden ve patlayıcılardan temizlenerek, kamu düzeninin sağlandığı bilinen bir gerçektir.

Oluş ve mahkeme kabulüne göre; suça sürüklenen çocuğun bu bölgede hendek ve barikat inşa edilmesi, içerisine patlayıcı madde yerleştirilmesi, silahla nöbet tutulması, güvenlik güçlerine yönelik silahlı ve patlayıcı maddelerle saldırıda bulunulması gibi amaç suç yönünden elverişli/vahim olduğunda kuşku bulunmayan eylemlere katılması şeklindeki sübuta eren eyleminin, mensubu olduğu silahlı terör örgütünün amaç suçunun gerçekleştirilmesine yönelik nitelikte vahamet oluşturması karşısında, örgüte üye olma suçunun TCK’nın 302/1. maddesinde düzenlenen suç ile geçitli olduğu da nazara alınıp TCK’nın 302. maddesinde düzenlenen Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

2-Hükmün tefhim edildiği 07.10.2016 tarihli oturumda SEGBİS vasıtasıyla hazır olduğu anlaşılan suça sürüklenen çocuk …‘nin mütalaaya karşı esas hakkında savunmasının sorulmaması suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 216/3. maddesine muhalefet edilmesi,

3-18 yaşını doldurmayan suça sürüklenen çocuk hakkındaki 23.06.2016 ve 07.10.2016 tarihlerindeki duruşmaların 5271 sayılı CMK’nın 185. maddesi gereğince kapalı yapılması gerekirken açık yapılması,

4-Kabul ve uygulamaya göre ise;

Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin “11.01.2016” yerine “05.01.2016” olarak yazılması,

Kanuna aykırı, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, bu sebeplerden dolayı hükmün CMK’nın 302/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, CMK’nın 307/4. maddesi uyarınca Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan hükmolunan sonuç ceza miktarı bakımından suça sürüklenen çocuğun kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, suça sürüklenen çocuk ve müdafiinin tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına, 23.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/29839 Karar : 2017/6082 Tarih : 17.05.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, hükümde mağdur …‘ın sanık olarak gösterilmesinin mahallinde düzeltilebilir maddi hata olduğu gözetilerek, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Organize suçların toplum için yarattığı yıkıcı tehlike ve gelişen teknolojik gelişmeler karşısında örgütlü olarak işlenen terör ve çıkar amaçlı suçlarla mücadele için ceza muhakemesinde yeni koruma tedbirlerine başvurulması zorunluluğu son 50 yılda zorunluluk haline gelmiş bu kapsamda yer alan koruma tedbirlerinden biri olan gizli soruşturmacı tedbiri pozitif hukukumuza ilk kez 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu ile girmiştir. Daha sonra yürürlüğe giren CMK ile bu koruma tedbiri 139. maddede yeniden düzenlenmiştir.

CMK’nın 139. maddesi uyarınca gizli soruşturmacı tedbirine ancak CMK’nın 139. maddesinde sayılan katalog içerisinde yer alan suçları işleyen örgüt ve örgüt mensubu suçlu aleyhine başvurulabilir. Örgüt faaliyeti kapsamında işlenmeyen suçlar yönünden gizli soruşturmacı görevlendirilemez.

Ancak parada sahtecilik, uyuşturucu madde ticareti ile fuhuş gibi suçlarda faile ulaşmak ve delil elde etmek amacıyla kolluk görevlisinin kimliğini gizleyerek delil toplanmasının hukuka uygun olup olmadığı ile bunun hangi hallerde hukuka uygun sayılacağının tespiti gerekir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 12.05.2015 tarih, 2014/10-454 esas, 2015/156 sayılı kararında CMK’nın 139. maddesi dışındaki suçlar yönünden de kolluk görevlilerinin CMK’nın 160 ve devamı maddeleri uyarınca Cumhuriyet Savcısının emri doğrultusunda ve genel yetkileri ile görevleri kapsamında, suç ve failini belirlemek ve suçla ilgili delilleri toplamak amacıyla alıcı rolüne girerek suça azmettirmeden ve teşvik etmeden şüpheliden uyuşturucu madde satın almasını mümkün görmüştür. Aynı kararda bu durumda görev yapan görevlinin gizli soruşturmacı değil “gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi” olduğunu, gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisinin suça teşvik etmeden veya azmettirmeden elde ettiği delillerin hukuka uygun olacağına hükmetmiştir.

AİHM verdiği kararlarda, gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi yöntemine başvuru halinde, yapılan başvuruları AİHM’nin 6. maddesi kapsamında ele almaktadır. Aşağıda AİHM kararlarında kabul edilen ilkelere yer verilecektir.

Öğretide “gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisinin “CMK’nın 160 ve devamı maddeleri uyarınca görevlendirilmesi yeterli görülürken, V. Özer ÖZBEK uygulamada sıkça başvurulan ve muhakemede tanık olarak dinlenebilen gizli soruşturma yapan polis tedbirinin kapsam ve sınırlarının belirsizliği bakımından bunun hukuk devleti bakımından ciddi sorunlar yarattığı düşüncesindedir. (Prof. Dr. Veli Özer ÖZBEK) (CHKD. Cilt 2. sayı 1-2-2014 s. 142.)

Dairemizce YCGK kararları, AİHM kararları ve CMK’daki düzenleme bir arada değerlendirildiğinde CMK’nın 139. maddesi dışında kalan suçlar yönünden adli kolluk görevlisinin kimliğini gizlemesi halinde rolü “gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi” olarak kabul edilmektedir. Bu kişinin elde ettiği delillerin hukuka uygun kabul edilebilmesi için aşağıda belirtilen koşulların varlığı aranmaktadır.

1- Gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi hiç bir zaman kışkırtıcı ajan gibi hareket edemez. Önceden failde bulunmayan suç işleme kastı yaratılarak, fail suç işlemeye azmettirilmemelidir.

Her ne kadar organize suçlardaki artış uygun önlemler alınmasını gerektirse de adil yargılamadan vazgeçilmemeli bu nedenle amaca ulaşmak uğruna adil yargılama hakkı feda edilerek polisin kışkırtması sonucu elde edilen delil meşru kabul edilmemelidir. (Teixeria de Cortro Peri (36)/ Portekiz davası Başvuru No:44/1997/828/1034)

Gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi soruşturma sırasında pasif bir davranışta bulunmanın ötesine geçmemeli, suçun işlenmesine teşvik eder bir tarzda etki uygulamamalıdır. (Costro/Portekiz per. 38)

Somut olayda polis memurlarının faili suça kışkırtması ve mücadelesi olmadan suçun işlendiğine ilişkin delil elde edilemiyorsa, polis memurunun kışkırtıcı ajan rolüne geçtiğinin ve adil yargılama hakkının ihlal edildiğinin kabulü gerekir. (Aynı yönde Costro-Portekiz per.39)

Mahkemelerce sadece gizli görevlinin tutanaklarına dayanarak değerlendirme yapılmamalıdır, tutanaklar başka sonuca götürecek unsurlarla teyit edilmelidir. (a Contrario, Burak-Hun-Türkiye davası) (Hun-Türkiye davası başvuru no:17570/04)

Sanık suç işleme potansiyeline sahip bir kişi olsa bile somut olayda görevlinin müdahalesinden önce failin suç işleme hazırlığında olduğunun başka delillerle desteklenmesi gerekir. Yani failin müdahale olmadan suçu işleyeceğinin başka delillerle kanıtlanması gerekir. (Hun-Türkiye davası)

2- CMK’nın 160 ve devamı maddeleri uyarınca Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılan bir görevlendirmenin bulunması gerekir.

CMK’nın 160 ve 161. maddeleri uyarınca Cumhuriyet Savcısının gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi görevini, yazılı veya acele hallerde sözlü olarak vermesi gerekir. Cumhuriyet Savcısının yazılı veya sözlü emri olmadan yine CMK’nın 161/2. maddesi uyarınca adli kolluk görevlisinin Cumhuriyet Savcısına bilgi vermeden kimliğini gizleyerek adli işlem yapması hukuka aykırı olup elde ettiği delil de hukuka aykırı olduğundan, bu şekilde elde edilen CMK’nın 216/3. maddesi gereği hükme esas alınamaz. Kimliğin gizlenerek adli işlem ifası olağan bir işlem olmayıp ikincil bir tedbirdir. Bu tedbirin gerekliliği ve orantılılığının mutlaka Cumhuriyet Savcısı tarafından denetlenmesi gerekir.

AİHM Hun-Türkiye davasında bu konuya şöyle temas etmiştir. “AİHS sınırları belirlendiğinde ve güvence altına alındığında gizli ajanla müdahaleye tölerans gösterebilir.”

AİHM İsviçre-Lüdi kararında İsviçre makamlarının Alman polisi tarafından haberdar edilmesi, olayın soruşturma hakiminin bilgisi dahilinde yürütülmesi nedeniyle 6. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir. (Lüdi-İsviçre kararı başvuru No:12433/86)

3- Kolluk görevlisinin tutanağı delil olarak kabul edildiğinde diğer delillerle birlikte tutanağa da dayanılıyorsa mutlaka tutanak düzenleyiciler dinlenilmeli, sanığa, tutanak ve düzenleyicilerinin anlatımlarına karşı savunma yapma imkanı sağlanmalıdır.

AİHM Calabro-İtalya kararında “Gizli ajanın ifadeleri, başvuranın mahkumiyetinde belirleyici faktör olmamıştır. Buna ek olarak başvurana yargılama aşamasında, soruşturmada görev alan polis memurlarını sorgulama, polis operasyonunun niteliği ve kullanılan usulleri netleştirme fırsatı vermiştir. Bu nedenle adil yargılama hakkı ihlal edilmemiştir” sonucuna ulaşmıştır. (Başvuru No:58895/0011 Mart 2002)

Somut olayda yukarıda sözü edilen yasal düzenlemelere aykırı şekilde kolluk görevlilerinin kendi yaptığı çalışmalar üzerine, Cumhuriyet savcısının CMK’nın 160 vd. maddelerine göre yaptığı yazılı veya sözlü bir görevlendirme bulunmaksızın, ihbar üzerine sanığa ait olduğu söylenen numaranın polis memuru tarafından aranıp anlaşma sağlandığı ve verilen adrese gidildiğinde kapıyı açan sanığa önceden seri numarası alınmış 60 TL verildiği,sanığın 10 TL’yi gömleğinin cebine koyup 50 TL’yi mağdur …‘a verdiği, sanık odadan çıkacağı esnada kolluk görevlisinin polis kimliğini açıkladığı, sanık, mağdur …, ev sahibi olduğunu söyleyen …, misafir olarak evde bulunduğunu beyan eden … ve …‘nun kimlik tespitleri yapılıp Asayiş Büro Amirliğine getirildikten sonra konu ile ilgili Cumhuriyet savcısına bilgi verilerek, sanığın kullandığı 5377200149 numaralı sim karta ve takılı olduğu telefona ve üzerinden çıkan fuhşa aracılık yapmaktan elde edildiği düşünülen paranın muhafaza altına alınarak elkoyma ve onama kararının alınması, sanığın ve ev sahibi …‘ın ifadelerinin alınarak mevcutlu olarak hazır edilmesi, …‘ın şüpheli olarak ifadesinin alınıp salıverilmesi, misafir olarak bulunan … ve…‘nun bilgi sahibi olarak ifadelerinin alınması talimatı alındığı anlaşılmıştır. Yine mağdur ve bilgi edinilenlerin kolluk ifadelerine de yukarıda sözü edilen açıklamalar nazara alındığında, Cumhuriyet savcısının CMK’nın 160 vd. maddelerine göre yaptığı yazılı veya sözlü bir görevlendirme bulunmaksızın yapılan işlemler sonucu ulaşıldığından, bu ifadelere de itibar edilemeyeceği,dolayısıyla sanığın üzerine atılı fuhuş suçunu işlediğine ilişkin, hukuka uygun yöntemlerle elde edilmiş delil bulunmadığının anlaşılması karşısında, sanığın beraati yerine mahkumiyetlerine karar verilmesi,

Kabule göre ise;

a) TCK’nın 53/1-b maddesinde yer alan hak yoksunluğunun uygulanmasına ilişkin hükmün, Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarihli ve 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle uygulanma olanağının ortadan kalkmış olması,

b) Sanık hakkında hükmedilen adli para cezasının günlüğü 20 TL’den hesaplanırken, CMK’nın 232/6. maddesine aykırı olarak uygulama maddesinin gösterilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık …‘in temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 17/05/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 17. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/12795 Karar : 2017/5001 Tarih : 27.04.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Yerel mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararların niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.1.2013 tarih, 2013/19 Karar sayılı kararında vurgulandığı üzere, 5271 sayılı CMK’nın 216/3. maddesinde, “hükümden önce son sözün, hazır bulunan sanığa verileceğinin” düzenlendiği, son sözün sanığa sorulmasının yasa tarafından sanığa tanınmış bir hak olup, bu hakkın bizzat sanık tarafından kullanılması gerektiği değerlendirilmekle, sanık …‘ün hazır olmadığı karar oturumunda son sözün sanık yerine geçmek üzere müdafisinden sorulmaması nedeniyle bozma talep eden tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir.

Sanığın eyleminin TCK’nın 142/2-d maddesine uyduğu gözetilmeden, sanık hakkında TCK’nın 142/2-h maddesi uyarınca hüküm kurulması sonuca etkili olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre, sanık … müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin tebliğnameye uygun olarak ONANMASINA, 27.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/7362 Karar : 2018/5920 Tarih : 9.05.2018

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

1-Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141, CMK’nın 34/1, 230. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde açık ve gerekçeli olması ve Yargıtay’ın bu işlevini yerine getirmesi için gerekçe bölümünde iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin belirtilmesi, mevcut delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin açıkça gösterilmesi ve ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesinin belirtilmesi, delillerle sonuç arasında bağ kurulması gerektiği gözetilmeden, suça sürüklenen çocuk hakkında açıklanması geri bırakılan hükmün neden açıklandığına ilişkin gerekçeyle yetinilip yazılı şekilde gerekçesiz hüküm kurulması,

2- Nüfus kaydına göre, 17/09/1994 doğumlu olan ve 18 yaşını tamamlamış olan suça sürüklenen çocuk hakkında bozmadan sonra yapılan 17/10/2014 tarihli duruşmada, açık yargılamaya başlandığı ve kısa kararın açıklanmasından önce de açık yargılamaya son verildiği belirtilmesine karşın, yasa yolu bildiriminden sonra kararın hüküm fıkrasının kapalı duruşmada okunduğu belirtilerek çelişkiye neden olunması ve bu şekilde CMK’nın 185/1. maddesine aykırı davranılması,

3- Suça sürüklenen çocuk için 5271 sayılı CMK’nın 150/2. maddesi uyarınca zorunlu olarak görevlendirilen müdafii, hükmün esasını oluşturan kısa kararın açıklandığı son oturumda hazır bulundurulmadan hüküm kurularak aynı Kanun’un 188/1. maddesine aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeyen hükümlerin bu sebeplerden dolayı istem gibi BOZULMASINA, 09/05/2018 gününde 1. ve 2. bend için oybirliğiyle 3. bend için oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Erzurum Çocuk Mahkemesinin 17.10.2014 tarihli 2014/372 esas ve 2014/603 karar sayılı kararıyla 05.03.2012 tarihinde işlenen hırsızlık ve iş yeri dokunulmazlığını bozma suçlarından dolayı 17.09.1994 doğumlu suça sürüklenen çocuk …’ın mahkumiyetine karar verilmiştir.

17.10.2014 tarihli karar duruşmasına suça sürüklenen çocuk … ve kendisine suç tarihinden sonra CMK’nın 190/2. maddesi gereğince atanan müdafi Av….’a tebliğ edilmiş ve suça sürüklenen çocuk müdafii Av…. kararı 14.11.2014 tarihinde temyiz etmiştir. Yargıtay Başsavcılığı’nın bozma talepli tebliğnamesi 16.06.2016 tarihinde suça sürüklenen çocuğa bizzat tebliğ edilmiş ve kararı da suça sürüklenen çocuk müdafii temyiz ettiğinden dolayı, dairemizce temyiz incelemesi yapılmıştır.

Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık ve işyeri dokunulmazlığını ihlal suçlarından dolayı Erzurum Çocuk Mahkemesinin 27.09.2012 tarih ve 2012/127 E-2012/444 sayılı kararı ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, kararın 31.10.2012 tarihinde kesinleştiği, sonrasında Erzurum 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 04.03.2014 tarih ve 2013/37 E, 2014/137 K sayılı ilamı ile Hırsızlık suçundan mahkumiyetine karar verildiği ve suça sürüklenen çocuğun denetim süresinde suç işlediğinden bahisle Erzurum Çocuk Mahkemesinin 2014/372 E sayılı dosyasına CMK’nın 231/11. maddesi kapsamında bildirimde bulunulmuş olup, suça sürüklenen çocuk duruşma gün ve saatini bildirir davetiyeye rağmen kararın verildiği 17.10.2014 tarihli duruşmaya mazeretsiz olarak katılmamış ve mahkemece yokluğunda hüküm kurmuştur.

Sayın çoğunluk ile aramızdaki ihtilaf, bu durumun CMK’nın 188. maddesi anlamında savunma hakkının kısıtlanması sayılıp sayılmayacağı noktasındadır. Suç tarihinde 17 yaşında olan suça sürüklenen çocuk … tüm savunmalarını CMK’nın 150/2. maddesi gereğince atanan müdafi Av….huzurunda yapmıştır. Son duruşmadan haberi olup da mazeretsiz olarak suça sürüklenen çocuğun oturuma katılmaması keyfi bir davranış olup yargılamanın uzaması sonucunu doğurmaktadır. Karar duruşmasında 18 yaşını çok önceden bitirilmiş olması ve suça öngörülen cezanın asgari haddinin 5 yıldan az olması nedeniyle zorunlu müdafilik durumu da ortadan kalkmıştır. Sadece önceden atama yapılıp, sonradan vazgeçme vb. durumlar olmadığı için müdafilik görevi devam etmektedir. 694 sayılı KHK ile CMK’nın 216/3. fıkrasına ekleme yapılarak, zorunlu olarak atanan müdafinin gelmediği durumlarda, hazır olan sanığa son söz verilerek duruşmanın bitirileceği hükme bağlanmış ve 696 sayılı KHK ile CMK’nın 188. maddesine ilave yapılarak, yine zorunlu müdafinin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi halinde kararın verilebileceği dile getirilmiştir. Bu iki değişiklikle zorunlu müdafilik için bile, keyfi olarak yargılamanın uzatılmasının önüne geçilmek istenmiştir. Dosyamızda yukarıda açıklandığı gibi, karar duruşması için zorunlu değil ihtiyari müdafilik durumu söz konusudur.

Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 2015/18476 sayılı kararında; “Ceza muhakemesinde geçerli derhal uygulama ilkesi gereğince, suça sürüklenen çocuğun fiili işlediği esnada 15-18 yaş grubunda olmasına rağmen iddianamenin düzenlendiği, kamu davasının açıldığı ve savunmasının alındığı tarihler itibariyle 18 yaşını doldurduğu ve kovuşturma aşamasında yapılan işlemlerde artık zorunlu müdafiliğin uygulanmasına gerek bulunmadığına” karar verilmiştir.

Keza yine, 13. Ceza Dairesinin 2017/7686 sayılı kararında; “Suça sürüklenen çocuğun bozma sonrası beyanının alındığı 17.12.2015 tarihli duruşmada müdafii ile birlikte savunma yapmaya hazır olduğunu beyan etmesine rağmen, 18 yaşını doldurduğu ve müdafii olmaksızın savunmasını da yaptığı anlaşıldığından, tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir.” şeklinde ibareler mevcuttur.

Somut dosyamızda da, sanığın 18 yaşını ikmal etmesinden sonra, Erzurum 2.Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/37 esas sayılı dosyasından yapılan CMK’nın 231/11.maddesi kapsamındaki ihbarına karşı kendisine meşruhatlı davetiye tebliğ edilip mazeretsiz olarak katılmamasından sonra, mahkemenin gıyapta karar vermesi; keyfiliği ve yargılamayı uzatmayı engeleyici davanın zamanaşımına uğramasını önleyici mahiyette görülüp, bu durum tarafımızca savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde görülmediğinden, sayın çoğunluğun Dairemiz kararının sadece 3. bendi yönündeki bozma görüşüne katılmıyoruz.


YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/15912 Karar : 2018/73 Tarih : 8.01.2018

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

1)Cumhuriyet Savcısının temyiz talebinin incelenmesinde;

5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 310. maddesi hükmüne göre, Asliye Ceza Mahkemesi kararlarını “bir hafta” içinde temyiz etmesi gerektiği halde, 17.09.2014 tarihinde tefhim edilen hükmü, Cumhuriyet savcısının bu süre geçtikten sonra 20.10.2014 tarihinde temyiz ettiği anlaşıldığından, temyiz isteminin aynı Yasanın 317. maddesi gereğince REDDİNE,

2)Sanık müdafiinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

a)17.09.2014 tarihli hükmün verildiği oturuma gelen sanığa Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütaalasına karşı diyeceklerinin sorulduğu, ancak duruşmanın biteceği hatırlatılarak esas hakkındaki savunması sorulmayarak 5271 sayılı CMK’nın 216/3. maddesine aykırı davranılması suretiyle sanığın savunma hakkının kısıtlanması,

b)Kabule göre de;

aa)Sanığın, süzme bal destekleme parası almak amacıyla … tarafından sahte olarak düzenlenip verilen 02.10.2006 tarihli müstahsil makbuzunu İlçe Tarım Müdürlüğüne ibraz ederek kullandığının iddia ve kabul olunduğu somut olayda, suça konu makbuzun herhangi bir vergisel işlemde kullanılmadığının anlaşılması karşısında, eylemin 5237 sayılı TCK’nın 207/1 maddesinde tanımlanan özel belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi,

bb)Suça konu müstahsil makbuzunun bir adet olmasına, normal bal üretim kapasitesi ile makbuzda belirtilen satış miktarı arasında fahiş bir fark bulunmamasına rağmen yetersiz gerekçe ile sanık hakkında üst sınırdan teşditli ceza tayin edilmesi,

cc)5237 sayılı TCK’nın 53. maddesine ilişkin uygulamanın Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 Tarih 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararı ile birlikte yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 08.01.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4488 Karar : 2017/6639 Tarih : 12.09.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

İleri sürülen başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmediği gibi hükmü etkileyecek oranda hukuka aykırılığa da rastlanmamıştır.

Ancak,

1)Hükmün kurulup açıklandığı oturumda sanıklar hazır bulunmasına rağmen son sözün sanık yerine katılan vekiline verilmesi suretiyle CMK`nın 216/3. maddesine aykırı davranılması,

2)Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde vekalet ücreti, maktu ve nisbi olmak üzere belirlenmiştir.

Maktu vekalet ücreti, davanın konusunun para olmadığı veya para ile ölçülemediği hallerde belirlenen ücret, nisbi vekalet ücret ise davanın konusunun para olması veya para ile ölçülebilir olması halinde bu değer üzerinden belirlenen ücrettir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 365/2. maddesinin aksine ceza davalarında şahsi hak talebi halinde mahkemece bu hususta da karar verilmesi gerektiği yolunda bir düzenleme bulunmaması ve 6831 sayılı Orman Kanunu`nun 112, 113 ve 114. maddeleri hükümleri karşısında; davada kendisini vekille temsil ettiren katılan İdare lehine hüküm tarihinde yürürlükte olan avukatlık asgari ücret tarifesine göre maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken ayrıca müsaderesine karar verilen tesis değeri üzerinden nisbi vekalet ücretine de hükmedilmesi,

Kanuna aykırı ve sanıkların temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nın 321. maddesi uyarınca tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 12/09/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/32964 Karar : 2017/1963 Tarih : 22.02.2017

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü.

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:

1-Sanıkların, onsekiz yaşından büyük olması ve CMK’nın 182/2. maddesindeki koşulların bulunmaması karşısında, duruşmanın herkese açık olması ilkesine riayet edilmeyerek, CMK’nın 182/1. maddesine aykırı olacak şekilde, sanıklar …, …, …, …, …, … ile …‘un savunmalarının alındığı 05.08.2009 tarihli ilk celsenin kapalı yapılması,

2-İddianamede anlatılan olayların geçtiği yerlerdeki savcılık ve mahkemelerden ilgili soruşturma ve kovuşturmalara yönelik iddianame, gerekçeli karar ile duruşma zabıtları temin edilmiş ise de, bu dava veya soruşturma dosyalarının asıl veya tasdikli birer suretleri dosya arasına alınmadan, duruşmada okunup iddianamede ayrıntıları açıklanan olaylarla örtüşüp örtüşmediği yönünde bir delil değerlendirilmesi yapılmadan karar verilmek suretiyle CMK’nın 206 ve 216. maddelerine aykırı davranılması,

3-İletişimin tespiti suretiyle elde edilen telefon görüşme kayıtlarının sanıklarca inkar edilerek, bu görüşmelerin kendileri tarafından yapılmadığının savunulması, yargılama aşamasında ses analizine dair alınan bilirkişi raporunun da teknik yeterlilikten ve bilimsellikten uzak olması nedeniyle bu konuda alanında uzman kuruluşlardan teknik ve açıklayıcı yeni bir rapor alınması gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 22/02/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/15974 Karar : 2016/795 Tarih : 16.02.2016

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdani kanının dosya içerisindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipinin aşağıda belirtilenler dışında doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- CMK`nın 216/3. maddesi gereğince hükümden önce son sözün sanığa verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kabule göre:

2- Uyuşturucu ticaretinden elde edildiğine dair kesin delillerin bulunmadığı gözetilmeden sanığın üzerinden çıkan 580 TL paranın sanığa iadesi yerine, müsaderesine karar verilmesi,

3- Ankara Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı`nca suç konusu maddelerden alınan şahit numunenin de müsaderesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

4- 5271 sayılı CMK’nın 324. maddesinin 4. fıkrasına, 6352 sayılı Kanun’un 100. maddesi ile eklenen ek cümle uyarınca, Devlete ait yargılama giderlerinin 21/07/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 106. maddesindeki terkin edilmesi gereken tutarlardan az olması halinde, bu giderin Devlet Hazinesi`ne yüklenmesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/5884 Karar : 2015/6463 Tarih : 11.11.2015

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanık ile katılanın T.. ilçesinde bulunan D.. Petrol ve Dinlenme Tesisleri San. Tic. Ltd. Şti`nin ortakları olduğu, 2008 yılının sonlarında ortaklığa son verdikleri, ortaklık sürecinde katılan ile sanığın sadece kendi aralarında bağlayıcı olan ve sattıkları akaryakıt miktarı ile bedelini gösterdikleri defterler tuttukları, sanığın bu deftere 2002 - 2008 tarihleri arasında satılmış olan akaryakıt bedelinin gerçekte satılandan daha düşük kayıt ederek haksız kazanç sağladığı ve böylece hizmet sebebiyle görevi kötüye kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği somut olayda;

1)22/02/2012 tarihli hükmün tefhim edildiği oturumda katılan vekilinin esasa ilişkin açıklamalarına karşı, hazır bulunan sanık müdafiine cevap verme hakkı ve son söz tanınmamak suretiyle duruşmaya son verilerek 5271 Sayılı CMK. nun 216/1 maddesine aykırı davranılması,

2)22/02/2012 tarihli duruşma zaptındaki kısa karara ait hüküm fıkrasında; sanığa hapis cezası olarak neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası verildiği halde TCK 51/1 maddesi uygulanırken 1 yıl 6 ay hapis cezasının ertelenmesine karar verilmek suretiyle kısa karardaki hüküm fıkrasının karıştırılmış olması ve 22/02/2012 tarihli duruşma zaptındaki kısa karara ait hüküm fıkrasında avukatlık ücretine hükmedilmemiş olduğu halde gerekçeli karara ait hüküm fıkrasında avukatlık ücretine hükmedilmek suretiyle CMK`nun 232. maddesine aykırı olarak kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulması,

Bozmayı gerektirmiş,sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün sair yönleri incelenmeksizin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanun`un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verild


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2018/117 Karar : 2018/247 Tarih : 29.05.2018

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Dolandırıcılık suçundan sanık …`nın beraatine ilişkin Bursa 12. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 22.03.2012 gün ve 603-227 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 11.04.2016 gün ve 28035-3265 sayı ile;

“Olayda kullanılan 0506 980…. numaralı hattın Meryem A… adına kayıtlı olması, alınan HTS kayıtlarında görüşme yaptığı tespit edilen … ve …’nın suça konu numaranın kime ait olduğunu bilmediklerini ancak sanığı tanıdıklarını ifade etmeleri, tanık İsmail’in sanığın eniştesi olduğunu kendisine suça konu Leke markalı gömlek ve tişört benzeri kıyafetler getirdiğini ifade etmesi karşısında; dolandırıcılık suçundan sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 22.06.2016 gün ve 434-590 sayı ile önceki hükümde direnilmesine karar vermiştir.

Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 18.12.2016 gün ve 318963 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle dosya kararına direnilen daireye gönderilmiş, 6763 sayılı Kanunun 38. maddesiyle 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 21.02.2018 gün ve 134-1215 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı dolandırıcılık suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden direnme hükmü kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

İncelenen dosya kapsamından;

Yerel mahkemece, Özel Dairenin bozma kararından sonra sanık …`nın hazır bulunduğu 22.06.2016 tarihli oturumda, bozma ilamına karşı önce sanıktan, sonra katılan vekilinden diyeceklerinin sorulduğu, ardından hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK`nun “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup, bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.

Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK`nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.

Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.

Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;

Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında sanık ile katılan vekilinin bozma ilamına ilişkin görüşü alındıktan sonra, hazır bulunan sanığa son sözleri sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK`nun 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkemenin direnme kararına konu hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Bursa 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 22.06.2016 gün ve 434-590 sayılı direnme kararına konu hükmünün, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.05.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2017/873 Karar : 2018/53 Tarih : 20.02.2018

  • CMK 216. Madde

  • Delillerin Tartışılması

Görevi kötüye kullanma ve özel belgede sahtecilik suçlarından sanık …‘ın beraatine ilişkin Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 28.06.2012 gün ve 45-270 sayılı hükümlerin, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 05.06.2014 gün ve 1780-6196 sayı ile;

“Ankara Barosuna kayıtlı avukat olan sanığın, Alanya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/393 esas sayılı dosyasında katılanların vekilliğini üstlendiği, vekalet ilişkisine istinaden düzenlenen 26.06.2002 tarihli avukatlık ücret sözleşmesine eklemeler yaparak sözleşme ücretini arttırdığı ve bu sözleşmeye dayanarak Ankara 32. İcra Müdürlüğünün 2008/659 esas sayılı dosyası kapsamında katılanlar aleyhine icra takibi yürütmek suretiyle özel belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçlarını işlediği iddiası ile açılan kamu davasında; sanığın, atılı suçlamaları kabul etmeyerek eklemelerin katılanların rızaları dahilinde yapıldığı savunmasında bulunduğu, ancak katılanlarca bu iddianın doğrulanmadığı ve yapılan eklemeler için okuma yazma bilmedikleri iddia edilen katılanların imza veya parmak izlerinin alınmadığı, dosya arasında aslı mevcut iki sözleşmenin bulunduğu, sözleşmelerde 35.000 İsviçre Frangı ödeme yapılacağına ilişkin elle yazılan ibareler ile tarafların isim ve imzalarının yazıldığı, yazıların aynı nitelikte kalemle yazılmış olmakla birlikte eklemelerin farklı kalemle yazıldığının gözlemlendiği anlaşılmakla, eklemelerin farklı bir kalemle değişik bir zamanda yapılıp yapılmadığı konusunda grafolojik rapor aldırılmasından, katılan tarafın İsviçre Adli Yardım Kurumundan haksız yere ödeme yapılmasını sağlamak amacıyla söz konusu sözleşmenin düzenlendiği iddiası ve sanık tarafından söz konusu birime yazıldığı iddia edilen bila tarihli yazı içeriğinde sözleşme için talep edilen ücretin 35.000 İsviçre Frangı olduğu şeklindeki ibare nazara alınarak ilgili kuruluştan yardım talebine ilişkin tüm evrak asıllarının temininden, sanık müdafinin 01.11.2010 havale tarihli dilekçesinde dinlenmesini talep ettiği tanıkların beyanlarının tespitinden sonra hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararları verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 04.11.2014 gün ve 337-348 sayı ile ilk hükmünde direnerek sanığın beraatine karar vermiştir.

Bu hükümlerin de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.04.2016 gün ve 412919 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 gün ve 627-1603 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 01.06.2017 gün ve 137-2474 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı görevi kötüye kullanma ve özel belgede sahtecilik suçlarından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden direnme hükmü kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

İncelenen dosya kapsamından;

Özel Dairenin bozma kararından sonra sanık …’ın hazır bulunduğu 04.11.2014 tarihli oturumda, yerel mahkemece sırasıyla katılan vekili ile sanık ve müdafiden bozma ilamına karşı diyeceklerinin sorulduğu, ardından Cumhuriyet savcısının görüşünün alındığı ve hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme hükmü kurulduğu anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nun “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup, bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.

Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hali, gerek “savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.

Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.

Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;

Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında katılan vekili, sanık ve müdafii ile Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ilişkin görüşü alındıktan sonra, hazır bulunan sanığa son sözleri sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nun 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 04.11.2014 gün ve 337-348 sayılı direnme hükmünün, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.02.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS