Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
CMK Madde 206
(1) Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. (Ek cümleler: 25/5/2005 - 5353/29 md.) Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir.
(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:
a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa.
c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa.
(3) Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.
(4) (Mülga: 25/5/2005 - 5353/29 md.)
Makaleler:
CMK Madde 206 Gerekçesi
Delil, ceza yargılama usulünün bütün dallarının en çok ve en karmaşık kısmıdır. Bir yazarın doğru olarak açıkladığı gibi delil iki karşılıklı, belki de birbirine zıt mantığın kesişme noktasında bulunmaktadır. Bir tarafta bireyin hakları diğer yanda ise toplumun hakları söz konusudur.
Delillerin türleri, koşulları, elde edilme usulleri Tasarının geçen kısımlarında ve özellikle Birinci Kitapta, Üçüncü Kitabın Dördüncü Bölümünde ise delillerin ikamesi hususundaki kurallar 213 ilâ 227 nci maddelerde yer almış bulunmaktadır.
Madde, birinci fıkrasında delillerin ikamesi kavramını tanımlamaktadır: İkame, tanıkların ve bilirkişinin dinlenmesi ve diğer ispat araçlarının ortaya konulmasıdır yani delillerin açıklanması, ortaya konulması ve tartışılırlığının sağlanması, delilin ikamesi kapsamındadır.
Asıl olan bütün delillerin, ispat araçlarının soruşturma ve duruşma hazırlığı evre ve aşamalarında bir araya getirilmesi ve böylece davanın bir duruşmada bitirilmesidir.
Maddenin birinci fıkrasında sanığın sorgusunun bitirilmesinden sonra delillerin ikamesine yani incelemesine ve irdelenmesine geçileceği belirtiliyor. Delillerin ikamesine sanığın sorgusundan sonra geçilmesi kural olmakla birlikte, çeşitli nedenlerle sanığın sorgusu yapılamamış ise bu keyfiyet delillerin ikamesine engel olmayacaktır.
İkinci fıkranın (a) ilâ (c) bentlerinde, ret olunacak deliller teker teker gösterilmiştir. İstemde bulunan iyi niyetle hareket etmiş olsa da, mahkemenin takdirine göre gerçeğin ortaya çıkmasına yardımı olmaksızın yargılamanın ertelenmesini gerektirecek nitelikte ise, istem ret olunabilecektir.
Üçüncü fıkra, bir tanığın, bilirkişinin veya başka herhangi bir delilin ikamesinden vazgeçilebilmesini Cumhuriyet savcısı, katılan, sanık veya avukatının birlikte açıklayacakları rızalarına bağlamış bulunmaktadır. Son fıkraya göre katılan, yalnız kişisel haklarını ispat için gösterdiği delilden her zaman vazgeçebilecektir.
CMK 206 (Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi) Emsal Yargıtay Kararları
Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/441
- CMK 206
- Suç konusu uyuşturucu maddeler ile yakalanması sonrasında polis merkezine getirilen sanığın çalmakta olan telefonunun, görevlilerce rızasına aykırı şekilde sanığa açtırılması ve tanık B. ile gerçekleştireceği görüşmenin sesinin de hoparlöre verilmesi sağlanarak delil elde edilmeye çalışılması hukuka aykırıdır. Sanığın cüzdanında ele geçirilen suç konusu uyuşturucu madde ile polis merkezinde bulunduğu sırada tanık B. ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinin hükme esas alınamayacağı, ancak hukuka uygun olarak elde edildiği kabul edilen sanığın teslim ettiği ve üzerinde yapılan yoklamada ele geçirilen uyuşturucu maddelerin hükme esas alınabileceği anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Bu aşamada ceza muhakemesi hukukunun en önemli ilkelerinden birisi olan “delillerin serbestliği” ve “hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillerin kullanılması” konuları üzerinde de durulması gerekmektedir. İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve öğretide de ifade edildiği üzere, ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğe ulaşılmasında kullanılan araç delillerdir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasındaki; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki hükümle, ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş ve “delillerin serbestliği” ilkesine de vurgu yapılmıştır. Buna göre bütün deliller hukuka uygun olarak elde edilmeli ve değerlendirilmelidir.
Ceza muhakemesinde bir hususun hangi delille ispat olunacağı konusunda sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilen delilleri kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine delilleri de araştırıp değerlendirerek, her türlü şüpheden arınmış bir neticeye ulaşmalıdır. Dolayısıyla yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilmiştir. Ancak maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun değil, hukuk kuralları içerisinde, şüpheli ve sanığın hakları korunarak araştırılmalıdır. Öğretide; “Ceza muhakemesinde delilleri elde etmek amacıyla kullanılan soruşturma işlemlerinin ve yöntemlerinin çoğunluğuyla, koruma tedbirlerinin tamamı, kişilerin temel hak ve özgürlüğüne müdahaleyi gerektirir. Ceza muhakemesi toplumun suçun aydınlatılmasındaki menfaati ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerine dokunulmasındaki çıkarının dengelenmesi esasına dayanır. Özellikle soruşturma aşamasında maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla delil elde edilmeye çalışılırken, insan onuru ve insan hakları ile hukukun ve ceza muhakemesinin temel ilkelerinden ödün verilemez” denilmektedir. (Murat Volkan Dülger, Ceza Muhakemesi Hukukunda Dışlama Kuralı ve Hukuka Aykırı Delillerin Uzak Etkisi, Seçkin Yayınları, Ankara 2014, s. 38)
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 206. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmesi hâlinde reddolunacağı belirtilmiş, 217. maddesinin ikinci fıkrasında ise, “Yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği” hüküm altına alınmıştır. Madde metninden anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, ceza yargılama sistemimizde ispat aracı olarak kullanılamayacaktır. CMK’nın 230. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, hükmün gerekçesinde delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan veya reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi zorunludur.
Ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğe ulaşabilmek için, delil elde edilmesi aşamasında şahsi ve toplumsal değerlerin korunması da gereklidir. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğreti ve uygulamada “delil yasakları” olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir.
Delil yasakları; “delil elde etme” ve “değerlendirme” yasakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara “delil elde etme yasakları” hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunsa bile bir delilin yargı mercilerince ortaya konulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise “delil değerlendirme yasakları” denilmektedir.
İfade alma ve sorgunun yasak usullerle gerçekleştirilmesi, tanıklıktan çekinme hakkı olanlara bu hakkın hatırlatılmaması, aramanın herhangi bir karara dayanmadan yapılması, ses veya görüntülerin montajlanması delil elde etme yasağına; tanıklıktan çekinen şahidin önceki ifadelerinin okunamaması, iletişimin denetlenmesi sırasında tesadüfen elde edilen delillerin CMK’nın 135. maddesinde sayılanlar dışındaki bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılamaması ise delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek olarak gösterilebilir.
Kanuna aykırılıktan daha geniş bir içeriğe sahip olan hukuka aykırılık kavramının kapsam ve çerçevesi belirlenirken, gerek pozitif hukuk metinlerine, gerekse kişilerin temel hak ve hürriyetlerine ilişkin evrensel hukuk ilkelerine aykırılık bulunup bulunmadığı gözetilmeli ve aykırılığın varlığı durumunda, “hukuka aykırılığın mevcudiyeti” kabul edilmelidir. Bu kavram Anayasa Mahkemesinin 22.06.2001 tarihli ve 2-2 sayılı kararında benzer şekilde tanımlanmıştır. Söz konusu kararda; “İki kişi arasında yapıldığı ileri sürülen telefon konuşmasının kimliği açıklanmayan birisi tarafından hukuka aykırı bir şekilde elde edilerek sunulması halinde, bu kayıtların delil olarak kullanılması aşağıdaki nedenlerle olanaklı değildir.
1) Soruşturma ya da kovuşturma organı tarafından elde edilmese de insan haklarını çiğneyerek elde edilen delillerin mahkemeler tarafından dikkate alınması, mümkün değildir. Somut olayda özel konuşmaları kaydedilen kişilerin en temel insan hakları ihlal edilmiştir. …Bu çerçevede ele geçen bantların delil olarak kabulü olanaklı değildir. Böyle bir ihlal özel kişiler tarafından yapılsa dahi sonuç değişmeyecektir. Bu yol açılacak olursa hukuk devletinin temel kurallarından biri olan delil yasaklarına ilişkin varlığını ‘hukuk devleti’ ilkesinden alan kanun maddesi tüm etkisini yitirecektir.
2) Usul hukukumuzun dürüst işlem ilkesi bu şekilde elde edilen delilin kullanılmasına olanak vermez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde hüküm altına alınan ‘adil yargılanma hakkı’ kişilerin hukuk devleti kuralları içinde yargılanmasını öngörür. Bir hukuk devletinde, devletin tüm organlarının işlemleri, mevcut hukuk kuralları çerçevesinde gerçekleştirilir. Bu kurala aykırılık, işlemin adil olmasını ve dolayısıyla dürüst işlem ilkesini ihlal edecektir.
3) Böyle bir delilin kabul edilmesi hukukun genel ilkelerine aykırılık oluşturur. Özel kişilerin başkalarının konuşmalarını kaydetmesi ve devlet organlarının da bu kayıtlara itibar etmesi kamu güvenliğini tehdit eden bir yöne sahiptir. Usul hukuku kuralları, soruşturma ve kovuşturma organlarına karşı kamuyu koruyan kurallardır. Olayı aydınlatmak için yaptıkları araştırmalar ne kadar kamu yararına ise, kamunun aynı faaliyetlerden zarar görmemesi eşit derecede kamu yararınadır. Dolayısıyla her iki ihtiyaç arasında makul bir denge kurulması gerekir. Bu denge hiçbir zaman tam bir matematiksel kesinlikte kurulamaz. Ancak eğer temel bir hak ihlal edilmişse dengenin kamu aleyhine bozulduğu kesindir.
4) Nihayet, bu şekilde elde edilen bir delil, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile de bağdaşmaz. Anayasa hukukumuzda, ‘demokratik toplum düzeninin gerekleri’ bir hak ve özgürlüğün sınırlandırılabilmesinin sınırlarını belirlemek amacıyla kullanılan ölçüdür. Hak ve özgürlükler ancak yasayla gösterilen nedenlerle sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlandırma hiçbir zaman demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz. Bir temel hakkın ihlali pahasına delil elde edilmesi, basit bir hukuka aykırılık değildir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklere aykırı şekilde delil toplanması kanunla gerçekleşse dahi bu kanun’un ‘demokratik toplum düzeninin gerekleri’ ölçütü karşısında hukuki koruma elde etmesi beklenemez. Kaldı ki söz konusu delilin elde ediliş biçimi bizzat kanun tarafından delil yasakları kapsamına dahil edilmiştir. Bu nedenlerle, delil olduğu iddiasıyla sunulan bu band kaydının hükme esas alınması Anayasaya, hukukun genel ilkelerine, yasalara aykırıdır ve davada delil olarak kullanılamaz” denilmektedir.
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 14.02.2011 tarihli ve 30, 17.02.2011 tarihli ve 34 ile 24.02.2011 tarihli ve 38 sayılı kararlarında da; özel görüşmelerin ortam dinlemesi yoluyla kayda alındığı, konuşmaların kayda alınması hususunda önceden verilmiş karar bulunmadığı, dolayısıyla dinleme ve kayda almanın hukuka aykırı olduğu, bu nedenle gerek hukuka aykırı olarak elde edilen ses kayıtları, gerekse ses kayıtlarının yorumu niteliğindeki yazıların delil olarak kullanılmasının mümkün olmadığı, aynı nedenlerle hukuka aykırı olarak elde edilen ses kaydındaki konuşma ile konuşmaların yorumu niteliğindeki yazı içeriğinin irdelenmesine ve değerlendirilmesine gerek bulunmadığı, sonuç olarak hukuka aykırı elde edilen delillerin kullanılamayacağı belirtilmektedir.
Askeri Yargıtayın 12.01.2011 tarihli ve 21-18 sayılı kararında ise; “sanığa ait ses kaydı iradesine aykırı biçimde ve gizlice kaydedildiği için, hukuka aykırı bir delildir ve suçun ispatı amacıyla delil olarak kullanılamaz” sonucuna ulaşılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, özel hayatın gizliliğini temel haklar arasında saymıştır. Nitekim Anayasanın özel hayatın gizliliği başlıklı 20. maddesinde; “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz”, haberleşme hürriyeti başlıklı 22. maddesinde ise “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır. Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar. İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.” denilmektedir. AİHS’nin 8. maddesi ile de herkesin özel ve aile hayatı, konutu ve haberleşmesi koruma altına alınmıştır. Ceza muhakemesinde maddi gerçek araştırılırken de bu ilkeler nazara alınarak konulan hukuk kurallarına uygun davranılacaktır. Dolayısıyla ceza muhakemesinde temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kurallar ihlal edilerek toplanan deliller hukuka aykırı sayılacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararlarında istikrarlı bir biçimde; dürüst ve adil bir yargılamadan söz edilebilmesi için, delillerin elde edilme yol ve yöntemi dahil olmak üzere yargılamanın bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Ç. İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli ekiplerin görevlerini ifa ettikleri sırasında, 30.11.2014 tarihinde saat 20.00 sıralarında Merkez Mahallesi, Erenler Caddesi üzerinde durumundan şüphelendikleri sanık B.’yi durdurdukları, kaba üst aramasının yapılmak istendiği sırada adı geçenin montunun sağ cebinden çıkartığı naylon poşet içerisindeki esrarı görevlilere teslim ettiği, görevlilerce yapılan kaba üst aramasında ise sanığın montunun sağ ve sol ceplerinden (9) adet naylon poşetler içerisinde esrar ele geçirildiği, Ç. Polis Merkezine getirilen sanığın burada yapılan üst aramasında da cüzdanı içeresinde, alüminyum folyoya sarılı plaka hâlinde esrar bulunduğu, saat 22.00 sıralarında Ç. Asayiş Büro Amirliğine teslim edilen adı geçen ve ele geçirilen maddeler hakkında araştırmaların devam ettiği sırada sanığa ait telefonunun “B.” olarak kayıtlı 0534 896 .. .. numaralı telefondan sürekli olarak arandığının görevlilerce görüldüğü, telefon B.Ö.’ye açtırılıp görüşme sesi hoparlöre verildiğinde, “B.” olarak kayıtlı şahsın “A. oğlum neredesin, sabahtan beri seni Doğa Kolejinin altında bekliyorum, bana 100’lük menfez lazım, muhakkak, boş gelme” şeklinde konuşması üzerine görevlilerin görüşmede geçen yere gidip tanık B.’yi yakaladıkları, adı geçenin Asayiş Büro Amirliğine getirilmesinden sonra saat 22.08 sıralarında Cumhuriyet savcısına bilgi verilerek talimatlarının alındığı olayda;
Kolluk görevlilerinin durumundan şüphelenerek durdurup kaba üst aramasını yapmak istedikleri sanığın montunun sağ cebinden çıkartığı naylon poşet içerisindeki esrarı görevlilere teslim etmesi sonucu ele geçirilen suç konusu uyuşturucu maddenin hukuka uygun olarak elde edildiği hususunda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında uyuşmazlık ve bu kabulde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. 2559 sayılı PVSK’nın Ek 4. maddesi uyarınca, bir suçla karşılaştığında hizmet branşına bağlı olmaksızın suça el koymak ve delilleri tespit edip, muhafaza altına almak ile görevli ve yetkili olan kolluk görevlilerinin, icra etmekte oldukları devriye görevi sırasında durumundan şüphelendikleri sanığı görmeleri üzerine mesleki tecrübelerine ve içinde bulundukları durumdan çıkardıkları izlenimden kaynaklanan makul sebebe dayalı olarak sanığı durdurma ve sanığa müdahalede bulunma hak ve gerekliliğinin ortaya çıktığı, bu kapsamda durdurulan ve üzerinde yoklama suretiyle kontrol yapılmak istenilen sanığın montunun cebinden çıkardığı suç konusu uyuşturucu maddelerin bir kısmını görevlilere teslim etmesinin ardından, sanığın üzerinde başkaca suç unsuru olabileceğini değerlendiren görevlilerin PVSK’nın 4/A maddesinin verdiği yetkiye dayalı olarak alınması gereken tedbirler kapsamında, kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önlemek ve silah ya da tehlike oluşturan diğer bir eşyadan arındırmak amacıyla yoklama biçiminde kontrol yaptıklarında, sanığın montunun sağ ve sol ceplerinden (9) adet naylon poşetler içerisinde esrar ele geçirildiği, belirtilen sakıncaların önlenmesi için yakalanan sanığın kontrol edilmesinin zorunlu olması nedeniyle görevliler tarafından gerçekleştirilen yoklamanın ele geçirilen suç konusu uyuşturucu maddenin miktarı dikkate alındığında arama işlemi olarak değerlendirilemeyeceği, ayrıca bu yoklama işleminin arama boyutuna varmaması nedeniyle ölçülü olduğu, önceden alınmış hiç bir istihbari bilgi ya da ihbar olmaksızın asayiş uygulaması gerçekleştiren görevlilerin, işlenmekte olan bir suçla, diğer bir anlatımla “suçüstü” hâli ile karşılaşması nedeniyle CMK’nın 90/4. maddesi ile PVSK’nın 13/1-A ve Ek 6.maddelerinin verdiği yetkiye dayanarak, suç delillerinin kaybolmaması için derhâl gerekli tedbirleri alıp uyuşturucu maddeler ile diğer materyalleri muhafaza altına aldıktan sonra, uyguladıkları tedbirler ile somut olay hakkında Cumhuriyet savcısına bilgi verdikleri, müteakiben alınan emirler doğrultusunda soruşturma işlemlerinin sürdürüldüğü, yine PVSK’nın Ek 6. maddesini açıklayıcı nitelikte olan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 8. maddesinin (f) bendindeki düzenlemeye göre de; suçüstü halinde ayrıca bir arama emri ya da karar alınmasına gerek bulunmadığı, dolayısıyla suçun delili ve konusunu oluşturan uyuşturucu maddelerin ele geçirilip muhafaza altına alınmasının hukuka uygun olduğu ve hukuka aykırı bir delilden söz edilemeyeceği kabul edilmelidir.
Öte yandan, görevlilerce yakalanan ve hakkında gerekli işlemlerin yapılabilmesi amacıyla Ç. Polis Merkezine götürülen sanığın burada yapılan üst aramasında cüzdanı içerisinde alüminyum folyoya sarılı şekilde uyuşturucu madde ele geçirildiği, ardından konu hakkında Cumhuriyet savcısına saat 22.08’de bilgi verildiğinde, sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan işlem yapılması ve 01.12.2014 tarihinde mevcutlu olarak adliyeye getirilmesi talimatlarının alındığı, dosyada bulunan gözaltına alma kararında ise sanığın 01.12.2014 tarihinde saat 00.45’te gözaltına alındığının belirtildiği, gerek olayın Cumhuriyet savcısına bildirildiği zaman gerekse gözaltına alındığı saat dikkate alındığında, sanığın yakalanması sonrası Ç. Polis Merkezine getirilerek üst aramasının yapıldığı an itibarıyla sanık hakkında verilen bir gözaltı kararı bulunmadığı, bu nedenle Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin karar alınmadan yapılacak arama işlemlerini düzenleyen 8. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinin uygulanma şartlarının oluşmadığı, üstünde suç unsurları ele geçirilen sanığın karakola getirilmesi sonrasında üzerindeki cüzdanı içerisinde yapılan aramanın PVSK’nın 4/A maddesi kapsamında bir yoklama işlemi olarak da değerlendirilemeyeceği, bu nedenle sanığın cüzdanı içerisinde yapılacak arama işlemi için hâkimden karar ya da Cumhuriyet savcısından veya kolluk amirinden yazılı arama emri alınmasının gerekli olduğu, dosya kapsamında böyle bir karar veya yazılı emir bulunmadığı anlaşıldığından, hukuka aykırı olarak elde edilen bu delilin Anayasanın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca hükme esas alınamayacağının kabulü gerekmektedir.
Diğer taraftan, sanığın Ç. Asayiş Büro Amirliğinde bulunduğu sırada telefonunun “B.” olarak kayıtlı 0534 896 .. .. numaralı sürekli olarak arandığının görevlilerce görülmesi üzerine, telefonun sanığa açtırılıp görüşme sesinin hoparlöre verilmesi sağlanmak suretiyle, sanığın tanık B. ile yaptığı telefon görüşmesinin görevlilerce dinlenildiği ve bu görüşmenin olay tutanağı içeriğinde kayıt altına alındığı anlaşılmakla, bu şekilde elde edilen delilin hükme esas alınıp alınamayacağına gelince;
Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda başvurulabilecek bir koruma tedbiri olan ve CMK’nın 135. maddesinde düzenlenen iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına ilişkin koruma tedbirinin, iletişimin dinlenmesi bakımından görüşmenin gerçekleştiği sırada iletimin yapıldığı hat, sistem veya ortama girilmek suretiyle söylenen sözlerin uygun bir araç vasıtasıyla işitilmesi şeklinde anlaşılması gerektiği, kişilerin telekomünikasyon araçları ile yapmış oldukları iletişimin herhangi bir araç kullanılmadan çıplak kulakla işitilmesi ve dinlenmesinin CMK’nın 135. maddesi anlamında bir dinleme olarak değerlendirilemeyeceği, sanığın suç konusu uyuşturucu maddeler ile yakalanıp polis merkezine getirilmesi nedeniyle de olayda suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmadığından da söz edilemeyeceği, dolayısıyla şüpheli veya sanığın dinlenilebilmesini düzenleyen CMK’nın 135. maddesindeki şartlar oluşmadığı gibi bu konuda verilmiş bir karar da bulunmadığı, devletin tüm organlarının işlemlerinin hukuk kuralları çerçevesinde gerçekleştirilmesinin hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu, aksinin kabulünün işlemlerin adil olmasını ve dolayısıyla dürüst işlem ilkesini ihlal edeceği, bir temel hakkın ihlali pahasına delil elde edilmesinin, basit bir hukuka aykırılık olarak değerlendirilemeyeceği, bu bağlamda suç konusu uyuşturucu maddeler ile yakalanması sonrasında polis merkezine getirilen sanığın çalmakta olan telefonunun, görevlilerce rızasına aykırı şekilde sanığa açtırılması ve tanık B. ile gerçekleştireceği görüşmenin sesinin de hoparlöre verilmesi sağlanarak delil elde edilmeye çalışılmasının, Anayasa’nın 20 ve 22. maddeleri ile AİHS’nin 8. maddesinde koruma altına alınan özel hayatın gizliliği ve yine gizliliği esas olan haberleşme özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğu, dolayısıyla söz konusu görüşmenin kayıt altına alınması suretiyle delil olarak kullanılması hukuka aykırı olup Anayasanın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca hükme esas alınamayacağının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Sonuç olarak; sanığın cüzdanında ele geçirilen suç konusu uyuşturucu madde ile polis merkezinde bulunduğu sırada tanık B. ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinin hükme esas alınamayacağı, ancak hukuka uygun olarak elde edildiği kabul edilen sanığın teslim ettiği ve üzerinde yapılan yoklamada ele geçirilen uyuşturucu maddelerin hükme esas alınabileceği anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Ceza Genel Kurulu - Karar:2017/420
- CMK 206
- Sanık müdafiinin soruşturmanın genişletilmesi kapsamında ortaya konulmasını istediği tanık deliline ilişkin 08.12.2015 tarihli dilekçesi ile dinlenmesini istediği tanıklar T.Ö., S.E. ve C.Y. ile G. Jandarma Komutanının dinlenmek üzere çağrılıp çağrılmayacağı hususunda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiği, yine tanık A. Ç.’nin dinlenmesine karar verildiği halde, bu tanık dinlenmeden ya da CMK’nın 206/3. maddesine uygun şekilde dinlenmesinden vazgeçilmeden hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğu kabul edilmelidir.
CMK’nın 206. maddesinin ikinci fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin reddolunacağı hâller gösterilmiş, 207. maddesinde ise, delilin ortaya konulması isteminin geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
Uygulamada, iddianamede yer verilmeyen yeni delillerin duruşma evresinde araştırılması ve tartışılmasına soruşturmanın genişletilmesi (tevsii tahkikat) denilmektedir. Taraflar da mahkemeden soruştumanın genişletilmesi talebinde bulunabilirler.Soruşturmanın genişletilmesi kavramı, yargılamada bir geriye dönüşü ortadan kaldırmak, taraflara delil ileri sürme olanağını tanımak amacına yönelik bir ilkedir. Soruşturmanın genişletilmesi imkânından yararlanılarak bir delilin ortaya konulması istemi, mahkemenin süzgecinden geçmek durumundadır. Mahkeme bu istemi serbestçe değerlendirecek, ret gerekçelerini dikkate alarak talebin kabulü ya da reddi biçiminde bir karar verecektir. Mahkemece soruşturmanın genişletilmesi kapsamı içinde bir delilin toplanması ve tartışılması yerinde görüldüğünde, bunun için gerekli işlem yapılacaktır. Söz gelimi bu bir tanık olduğunda, tanık duruşmaya çağrılacak ve dinlenecektir. (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2008, s.607; Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 10. Bası, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul, 2004, s.537-538)
Anayasa Mahkemesinin başta 26.02.2015 gün ve … başvuru numaralı kararı olmak üzere süregelen kararlarında, yargılama sırasında tanık dinletme hakkının adil yargılanma hakkının unsurlarından olan “silahların eşitliği ilkesi” kapsamında olduğu, silahların eşitliği ilkesinin davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına geldiği, genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerektiği, AİHS’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendinin ilk olarak sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkını, ikinci olarak da sanığın, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı koşullar altında” davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkını güvence altına aldığı, ancak sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmediği, gösterilen tanıkların dinlenmek üzere çağrılmasının uygun olup olmadığının değerlendirilmesinin kural olarak yargılamayı yapan mahkemenin takdir yetkisi dahilinde olduğu, mahkemenin maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebileceği kabul edilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.04.1973 gün ve 114-377 sayılı kararında, soruşturmayı genişletmeye götürecek istekler ve yeni tanıklara ilişkin dilekler konusunda, kabul veya ret niteliğinde açık bir karar verilmesinin zorunlu olduğu, 02.02.1981 gün ve … sayılı kararında ise, çağrılmalarına karar verilen ve adlarına davetiye çıkarılan tanıklar dinlenmeden veya usulüne uygun şekilde dinlenmelerinden vazgeçilmesi hususunda bir karar verilmeden hüküm kurulmasının yasaya aykırı olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.
Bütün kararlarda olduğu gibi, tanıkların çağrılması isteminin reddine ilişkin kararlar da gerekçeli olmalıdır. Gösterilen gerekçelerin hukuka, yasaya ve dosya kapsamına uygunluğunun da kanun yolu mercilerinin denetimine tâbi olacağında şüphe bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Ceza yargılamasının amacının, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olduğundan hareketle, adil bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendi ile güvence altına alınan, sanığın savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkını gözetmek bakımından, sanık müdafiinin soruşturmanın genişletilmesi kapsamında ortaya konulmasını istediği tanık deliline ilişkin 08.12.2015 tarihli dilekçesi ile dinlenmesini istediği tanıklar T.Ö., S.E. ve C.Y. ile G. Jandarma Komutanının dinlenmek üzere çağrılıp çağrılmayacağı hususunda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiği, yine tanık A. Ç.’nin dinlenmesine karar verildiği halde, bu tanık dinlenmeden ya da CMK’nın 206/3. maddesine uygun şekilde dinlenmesinden vazgeçilmeden hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Ceza Genel Kurulu 2020/231 E. , 2022/140 K.
- CMK 206
- Ceza muhakemesinde usulüne uygun yapılmayan arama neticesinde elde edilen delil hukuka aykırı olup CMK m.217 gereği hükme esas alınamaz.
Ceza muhakemesinde bir hususun hangi delille ispat olunacağı konusunda sınırlama bulunmayıp yargılamayı yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilen delilleri kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine delilleri de araştırıp değerlendirerek, her türlü şüpheden arınmış bir neticeye ulaşmalıdır. Dolayısıyla yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilmiştir. Ancak maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun değil, hukuk kuralları içerisinde, şüpheli ve sanığın hakları korunarak araştırılmalıdır. Öğretide, delilleri elde etmek amacıyla yürütülen soruşturma işlem ve yöntemlerinin çoğunluğuyla, koruma tedbirlerinin tamamı, kişilerin temel hak ve özgürlüğüne müdahaleyi gerektirdiği, ceza muhakemesinin, toplumun suçun aydınlatılmasındaki menfaati ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerine müdahaledeki çıkarının dengelenmesi esasına dayandığı, maddi gerçeğe ulaşma gayesiyle delil elde edilmeye çalışılırken, insan onuru ve hakları ile hukukun ve ceza muhakemesinin temel ilkelerinden ödün verilemeyeceği belirtilmektedir (… Volkan Dülger, Ceza Muhakemesi Hukukunda Dışlama Kuralı ve Hukuka Aykırı Delillerin Uzak Etkisi, Seçkin Yayınları, …, 2014, s. 38).
CMK’nın 206. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmesi hâlinde reddolunacağı belirtilmiş, 217. maddesinin ikinci fıkrasında ise yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği hüküm altına alınmıştır. Madde metninden anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, ceza yargılama sistemimizde ispat aracı olarak kullanılamayacaktır. CMK’nın 230. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, hükmün gerekçesinde delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan veya reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi zorunludur.
Ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğe ulaşabilmek için, delil elde edilmesi aşamasında şahsi ve toplumsal değerlerin korunması da gereklidir. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğreti ve uygulamada “delil yasakları” olarak adlandırılan birtakım sınırlamalar getirmiştir. Delil yasakları; “delil elde etme” ve “değerlendirme” yasakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara “delil elde etme yasakları” hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunsa bile bir delilin yargı mercilerince ortaya konulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise “delil değerlendirme yasakları” denilmektedir.
İfade alma ve sorgunun yasak usullerle gerçekleştirilmesi, tanıklıktan çekinme hakkı olanlara bu hakkın hatırlatılmaması, aramanın herhangi bir karara dayanmadan yapılması, ses veya görüntülerin montajlanması delil elde etme yasağına; tanıklıktan çekinen şahidin önceki ifadelerinin okunamaması, iletişimin denetlenmesi sırasında tesadüfen elde edilen delillerin CMK’nın 135. maddesinin altıncı fıkrasında sayılanlar dışındaki bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılamaması ise delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek olarak gösterilebilir.
Kanuna aykırılıktan daha geniş bir içeriğe sahip olan hukuka aykırılık kavramının kapsam ve çerçevesi belirlenirken gerek pozitif hukuk metinlerine gerekse kişilerin temel hak ve hürriyetlerine ilişkin evrensel hukuk ilkelerine aykırılık bulunup bulunmadığı gözetilmelidir.
Ceza muhakemesinde temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kurallar ihlal edilerek toplanan deliller hukuka aykırı sayılacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de kararlarında istikrarlı bir biçimde; dürüst ve adil bir yargılamadan söz edilebilmesi için, delillerin elde edilme yol ve yöntemi dahil olmak üzere yargılamanın bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
20.06.2012 tarihinde sanığa ait “… Tütüncülük” adlı … yerinde vergi dairesi görevlilerince yapılan denetimde, masa çekmecesinde farklı markalarda 43 paket kaçak sigaranın ele geçirildiği olayda; denetim memurlarının yetkilerinin yalnızca … yerinde açıkta bulunan tütün mamülleri üzerinde bandrol denetimiyle sınırlı olduğu, bu denetim yetkisinin gizlenmiş ya da saklanmış yerleri açtırma ve kontrol etmeyi kapsamadığı, direnme kararına konu sigaraların çekmece içerisinde bulunması hâlinde ise kolluk görevlileri durumdan haberdar edildikten sonra Cumhuriyet Savcısı tarafından verilmiş bir yazılı arama izni, Cumhuriyet Savcısına ulaşılamaması hâlindeyse kolluk amirince verilmiş yazılı arama emri alındıktan sonra dava konusu sigaralara el konulabileceği, idari denetimle sınırlı yetkisi olan memurlara sanığın kendi rızası ile masa çekmecesinde bulunan kaçak ve bandrolsüz sigaraları teslim etmesinin de ele geçen eşyanın yasak delil niteliğinde olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği, bu hâliyle CMK’nın 217. maddesine aykırı olan bu delilin hükme esas alınamayacağı kabul edilmelidir.
YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/409 Karar : 2017/4021 Tarih : 21.06.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
06.03.2015 tarihinde kolluk görevlilerinin mavi motosikletli bir şahsın eroin pazarladığı yönünde aldıkları duyum üzerine yapılan araştırma sırasında gördükleri mavi motosikleti süren sanığın kaçmaya çalışırken yakalandığı, yapılan kaba üst aramasında eşofmanının sağ cebinden beyaz poşet içerisinde suç konusu uyuşturucu maddelerin ele geçirildiğinin anlaşılması karşısında yakalanma anına kadar sanığın açık kimlik bilgilerinin belli olmadığı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.10.2016 tarih, 2016/57 Esas ve 2016/374 Karar sayılı Kararında belirtildiği üzere kolluk görevlilerince yapılan aramanın hukuka uygun olduğu, bu nedenle somut olayda dosya kapsamında önleme araması ya da adli arama kararı bulunmadığı ve ele geçirilen uyuşturucu maddenin hukuka aykırı delil olduğundan bahisle hükme esas alınamayacağı gerekçesiyle sanığın mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan üyeler … ve …’ün karşı oyu ve oy çokluğu ile hükmün BOZULMASINA, 21.06.2017 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ:
06.03.2015 günü Yüreğir Suç Önleme ve Soruşturma Büro Amirliği araştırma ekiplerinin, uyuşturucu madde ile ilgili yaptığı araştırmalarda, Ulubatlı Hasan mahallesinde bir şahsın mavi motosiklet ile sürekli eroin maddesi getirip pazarladığı duyumları alınması üzerine, Ulubatlı Hasan Mahallesi ara sokaklarında mavi motosikletli şahıslar üzerinde ./..
araştırmaya başlanmış, 11.30 sıralarında 01 CGV 52 plakalı motosikletin 3019 sokak içinde seyir halindeyken görülmesi ile şüpheli hareketleri nedeniyle görevlilerce önüne geçilerek durdurulmaya çalışılınca kaçmak isterken motosikletli şahıs düşmüş, yerden kalkarak kaçmaya çalıştığında yakalanmış, şahsın yapılan üst aramasında eşofmanın sağ cebinde net 7,4 gram gelen eroin ele geçirilmiş, yapılan kimlik kontrolünde … olduğu anlaşılmıştır.
Somut olayda CMK’nın 2/e, 161. maddesinin 2. fıkrası ve PVSK’nın Ek 6. maddeleri uyarınca edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan kolluğun, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için gerekli acele tedbirleri aldıktan sonra durumu derhal Cumhuriyet savcısına bildirmesi ve Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda gerekli soruşturma işlemlerini yapması gereklidir.
Görevlilerce mavi motosikletli bir şahsın sürekli eroin maddesi getirip pazarladığı duyumları alınması üzerine, Ulubatlı Hasan mahallesi 3019 sokak içinde seyir halinde görülen mavi motosikletli şahıstan şüphelenip önüne geçerek durdurulmaya çalışınca kaçmak isterken şahsın düşmesi üzerine yakalandığında, yapılan üst aramasında uyuşturucu madde ele geçirildiği ve Cumhuriyet savcısına haber verilmeden soruşturmaya başlanıp bir koruma tedbiri olan ARAMA işlemi yapıldığı sabittir.
Arama, amacına göre “adli arama” ve “önleme araması” olarak ikiye ayrılmaktadır. Arama şüpheli veya sanığı ya da bir delili elde etme amacıyla yapılabileceği gibi, bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla da yapılabilir. Bir delili elde etme amacıyla arama yapılacak ise “adli arama” kararı, bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla yapılacaksa “önleme araması” kararı gereklidir.
2559 sayılı PVSK’nın 9. maddesine göre “önleme araması”, suç işlenmesinin veya bir tehlikenin önlenmesi için yapılan aramadır. Önleme aramasının muhatapları somut suç şüphesi altında olmayan kişilerdir.
CMK’nın 116 ve 119. maddelerine göre “adli arama” ise, şüphelinin veya sanığın yakalanması ya da suç delillerinin elde edilmesi için yapılan aramadır. Somut bir suçun işlendiği şüphesi varsa önleme araması değil ancak adli arama yapılabilir.
Dosya içerisinde 2559 sayılı PVSK’nın 9. maddesine göre suç işlenmesinin veya bir tehlikenin önlenmesi için yapılacak aramaya ilişkin olay yeri ve tarihini kapsayacak mahiyette “önleme araması” kararı ya da CMK’nın 116 ve 119. maddelerine göre verilmiş ‘‘adli arama kararı’’ veya yazılı adli arama emri bulunmamaktadır.
Olayda CMK’nın 2 - j maddesinde belirtildiği üzere bir suç üstü hali de yoktur.
Bu nedenle hiçbir arama kararı olmadan yapılan arama hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan deliller ya da suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi ve 289. maddesinin 1. fıkrasının (i) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Açıkladığımız bu nedenlerle, mahkemece verilen beraat kararı yerinde olduğundan onanması yerine, sayın çoğunluğun sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği yönündeki bozma görüşüne katılmıyoruz.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/40694 Karar : 2017/17761 Tarih : 14.06.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Birden fazla sabıka kaydı bulunan sanığın, hangi hükümlülük kararının ve hangi cezasının tekerrüre esas teşkil ettiğinin Yargıtay denetimine olanak sağlayacak şekilde hükümde gösterilmemiş ise de, en ağır olanın infaz aşamasında tekerrüre esas alınması mümkün görülmüş, cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi ise aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Ancak;
1-Sanığa ek savunma hakkı tanınmadan TCK’nın 58/6. maddesindeki tekerrür hükümleri uygulanarak, 5271 sayılı CMK’nın 226. maddesine aykırı davranılması,
2-Katılan …‘ın temyiz aşamasında, 12/04/2013 tarihli dilekçe ile şikayetinden vazgeçmesi karşısında, söz konusu dilekçede kimlik tespiti yapılmaması nedeniyle, katılanın da duruşmaya çağrılarak dilekçe altındaki imzanın kendisine ait olup olmadığı, şikayetten vazgeçme iradesinin bulunup bulunmadığı sorularak, şikayetten vazgeçme iradesinin tespiti halinde TCK’nın 73/4. maddesi uyarınca sanığın şikayetten vazgeçmeyi kabul edip etmediği saptanarak sonucuna göre hukuki durumunun değerlendirilmesi zorunluluğu,
3-03/07/2012 tarihli oturumda dinlenilmesine karar verilen tanık … dinlenilmeden veya gerekçesi gösterip dinlenmesinden vazgeçildiğine dair karar da verilmeden hüküm kurularak CMK’nın 206/3. maddesine muhalefet edilmesi,
4-Kabule göre de;
02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu, hakaret suçu yönünden ise uzlaşma önerisinin yapıldığı tarihte CMK’nın 253/3 maddesinde engel bulunduğu gözetilerek, yeni düzenleme karşısında bu suç yönünden de uzlaşma önerisinde bulunulması gerektiği anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık …‘ın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin HÜKÜMLERİN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 14/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2967 Karar : 2017/3654 Tarih : 6.06.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Ceza Genel Kurulunun kararlılık gösteren içtihatlarına göre, bozma kararı doğrultusunda uygulama yapmak, bozmadan sonra yapılan inceleme, araştırma ve yeni kanıtlara dayanarak hüküm kurmak, bozma nedeni veya nedenlerini tartışmak, ilk kararda yer almayan yeni ve değişik gerekçelere dayanmak, hükümde değişiklik yapmak niteliği itibariyle direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucu verilen yeni bir karardır.
Mahkeme; Dairemizin 14/12/2015 tarihli ve 2015/16196 esas, 2016/5119 karar sayılı bozma ilamından sonra direnme kararında bozma nedenini tartışmış, bu doğrultuda yeni gerekçe yazmış ve farklı bir mahkûmiyet kararı vermiştir. Karar, şeklen direnme gibi görünse de özde ilk karar niteliğinde olduğundan, direnme kararının bozmaya eylemli uyma olarak kabulü ile temyizen inceleme görevi Dairemize ait olduğu belirlenerek yapılan incelemede;
Ayırıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18/10/2016 gün, 2016/10 - 57 esas, 2016/374 karar sayılı kararında açıklandığı üzere; temadi eden satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma eylemini gerçekleştirdiği şüphesiyle yakalanması nedeniyle suçüstü halinin söz konusu olması ve CMK’nun 90/4, 2559 sayılı PVSK’nun Ek 6 ile Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 8. maddesinin (f) bendindeki “suçüstü” halinde karar alınmadan arama yapılabileceğine dair düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, suçüstü halinin bulunduğu somut olayda kolluk kuvvetince yapılan işlemin hukuka uygun olduğu değerlendirilmiştir.
Dosya kapsamı ve oluşa göre; devriye görevi yapan polisin sanığın sürekli etrafı gözetlediğini fark etmesi ve sanığın şüpheli hareketleri nedeniyle sanığı izlemeye başladığı, sanığın yanına gelen bir kişiye 20 Lira karşılığında cebinden çıkardığı beyaz bir şeyi uzattığı, daha sonra sanığın bulunduğu yere arabayla gelen bir kişinin de 20 lira karşılığında sanıktan bir şey aldığının görüldüğü, bu kişilerin yakalanmadığı ancak yakalanan sanığın kaba üst aramasında üzerinde 23 ayrı pakette eroin ve 6 - MAM içeren maddenin ele geçirildiği anlaşıldığından sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin ve Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün BOZULMASINA, CMUK’nın 326/son maddesi gereğince sonuç ceza miktarı itibariyle sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 06/06/2017 tarihinde üye …‘in değişik gerekçesi ile oybirliğiyle karar verildi.
DEĞİŞİK GEREKÇE, KARŞI OY
Dosya kapsamına göre; 15.01.2015 tarihinde … İlçe Emniyet Müdürlüğü Devriye Ekipler Amirliğinde görev yapan polis memurları ….., bölgelerinde uyuşturucu madde konuları ile ilgili olarak sivil kıyafetle çalışma yaptığı saat 16.00 sıralarında, daha önceden karıştığı uyuşturucu ve diğer suçlara ilişkin hakkında işlem yapmış olmaları nedeniyle tanıdıkları sanık …‘i cadde üzerinde görmeleri nedeniyle şahsı gözlemeye başladıkları, bu sırada sanık …‘un yanına gelen bir kişiye bir şey verip 20 TL aldığının kolluk görevlisi …. tarafından görülmesi üzerine, ….’nın telefonla çevre de tertibat alan ekip arkadaşlarını arayıp şahsın yakalanması için eşgal bilgisi verdiği ancak şahsın yakalanamadığı, daha sonra sanığın yanına plakası silik olduğu görevli … tarafından beyan edilen gri bir araçla gelen kişininde 20 TL vererek bir şey aldığı görülüp yakalanamaması üzerine, sanık …‘u yakalayarak üst araması yaptıkları ve sanığın montunun sağ cebinden 23 adet küçük paket halinde 8,5 gram eroin ele geçirildiği anlaşılmaktadır.
Somut olayda görevlilerce daha önceden karıştığı uyuşturucu ve diğer suçlar nedeniyle kimliği bilinen sanık …‘un bir suç işlediği konusunda şüphe somutlaştığı halde görevlilerce Cumhuriyet savcısına haber verilmeden soruşturmaya başlanıp bir koruma tedbiri olan ARAMA işlemi yapıldığı sabit olduğu gibi, dosya içerisinde 2559 sayılı PVSK’nın 9. maddesine göre suç işlenmesinin veya bir tehlikenin önlenmesi için yapılacak aramaya ilişkin bir “önleme araması” kararı da yoktur.
CMK’nın 2/e, 161. maddesinin 2. fıkrası ve PVSK’nın Ek 6. maddeleri uyarınca edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan kolluğun, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için gerekli acele tedbirleri aldıktan sonra durumu derhal Cumhuriyet savcısına bildirmesi ve Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda gerekli soruşturma işlemlerini yapması gereklidir.
Arama, amacına göre “adli arama” ve “önleme araması” olarak ikiye ayrılmaktadır. Arama şüpheli veya sanığı yada bir delili elde etme amacıyla yapılabileceği gibi, bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla da yapılabilir. Bir delili elde etme amacıyla arama yapılacak ise “adli arama” kararı , bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla yapılacaksa “önleme araması” kararı gereklidir.
2559 sayılı PVSK’nın 9. maddesine göre “önleme araması”, suç işlenmesinin veya bir tehlikenin önlenmesi için yapılan aramadır. Önleme aramasının muhatapları somut suç şüphesi altında olmayan kişilerdir.
CMK’nın 116 ve 119. maddelerine göre “adli arama” ise, şüphelinin veya sanığın yakalanması ya da suç delillerinin elde edilmesi için yapılan aramadır. Somut bir suçun işlendiği şüphesi varsa önleme araması değil ancak adli arama yapılabilir.
Adli arama kararı gerektiren bir olayda önleme araması kararına dayanılarak ya da koşullarına uygun olmayan arama kararı üzerine yapılan arama da hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan deliller ya da suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi ve 289. maddesinin 1. fıkrasının (i) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Başlangıçta suç işlenmesinin önlenmesi düşüncesi olsa bile, niteliği ve faili belli olan suç şüphesi ortaya çıktığı andan itibaren yapılacak arama adli bir nitelik taşıyacaktır. Adli aramanın amacı şüpheli veya sanığın yakalanması veya suç delillerinin ele geçirilmesidir.
Suç şüphesinin ortaya çıkmasından sonra 5271 sayılı CMK kuralları uygulanması gerektiğinden, arama işleminin önceden alınmış bulunan önleme araması kararına göre değil CMK’ nın 116. - 119.maddelerindeki düzenlemeler uyarınca verilmiş adli arama kararına ya da yazılı arama emrine göre icra edilmesi gerekmekte iken dosya içerisinde olay yeri ve tarihini kapsar şekilde verilmiş bir önleme arama kararı da olmadığı halde arama yapılmıştır.
Açıkladığım bu nedenlerle, sanığa isnat olunan suçun maddi konusu olan uyuşturucu maddelerin hukuka aykırı yöntemle elde edilmesi nedeniyle suçun maddi konusu bulunmadığı ve hükme esas alınamayacağı; buna bağlı olarak suçun unsuru oluşmadığından, sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken; kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün, sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan hüküm kurulması gerektiği nedeniyle bozulması yönündeki sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/14662 Karar : 2017/5322 Tarih : 5.06.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’na muhalefet suçundan sanık …‘ın mahkumiyetine dair Bakırköy 53. Asliye Ceza Mahkemesinin 11/02/2015 tarihli ve 2014/858 esas, 2015/93 sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı’nın 01/11/2016 gün ve 9105 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21/11/2016 gün ve KYB. 2016 / 388979 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;
Dosya kapsamına göre, adı geçen sanığın müştekinin bilgisi dışında nüfus cüzdanı fotokopisi ve kimlik bilgilerini kullanıp müşteki adına imza atarak sahte cep telefonu aboneliği sözleşmesi düzenlediğinden bahisle mahkumiyetine karar verilmişse de, söz konusu abonelik sözleşmesi suretinin incelenmesinde … İletişim isimli bir işyerine ait kaşe ve bir imza bulunduğu, bununla birlikte soruşturma esnasında ilgili Gsm şirketinden gelen yazı cevabına göre, abonelik sözleşmesini düzenlediği bildirilen bayi yetkilisi olan sanığın ifadesine başvurulduğu, ancak sanığın suça konu abonelik sözleşmesi örneğini beyanının alındığı sırada inceleyemediğinden bu konuya ilişkin olarak ifade verememekle birlikte söz konusu işyerinde çalışan … ve … isimli şahısların başkaları adına hat satışı yaptıklarını belirterek üzerine atılı suçlamayı reddetmesi ve müştekinin de bahse konu sözleşmeden haberdar olmadığını beyan etmesi karşısında, söz konusu hatta ilişkin abonelik sözleşmesi aslının dosyaya temin edilerek sanık, müşteki ve ilgili işyerinde çalıştığı bildirilen kişilerin imza ve yazı örnekleri temin edilerek bilirkişi incelemesi yaptırılmadan, yargılama aşamasında da sanık aleyhine bir delil elde edilemeden, gerekçeli kararda atılı suçu adı geçen sanığın işlemiş olduğuna dair hiçbir delil ve gerekçeye yer verilmeden, yalnızca sanığa ön ödeme teklif edilip ödeme yapılmaması üzerine sanığın eyleminin sabit olduğundan bahisle mahkumiyet kararı verildiği cihetle, somut hiçbir delile dayanmadan ve gerekçe gösterilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuruya konu dava dosyası incelendiğinde; sanığın müşteki adına bir adet faturalı cep telefonu abonelik sözleşmesi hazırlayan bayinin yetkilisi olduğu, müştekinin hattın 5 aylık borcundan dolayı kendisine takibe girişen operatörün haber vermesi üzerine şikayetçi olduğu, ilgili operatörden alınan bilgiye göre soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü ve ön ödeme bildiriminin usulüne uygun yapıldığı, ancak ilgili abonelik sözleşmesinin aslının dosyaya celbedilmediği gibi müştekinin eli ürünü olup olmadığına dair imza incelemesi de yapılmadan, üzerine atılı suçu kabul etmeyen ve ön ödemeye uymayan sanık hakkında 5809 sayılı kanunun 56/4 maddesinden cezalandırılması için kamu davası açıldığı, mahkemece sanığa gönderilen duruşma günü tebligatının ve gerekçeli karar tebliğinin, ön ödemenin tebliğ edildiği adresten farklı bir adrese TK 35. maddesine göre yapıldığı, neticeten sanığın yokluğunda yargılamanın bitirilerek, dosyada mevcut fotokopi belgeye istinaden mahkumiyet hüküm verildiği anlaşılmıştır.
5271 sayılı CMK’nın “Delillerin ortaya konulması ve reddi” başlıklı 206. maddesi; “…(1) Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir…”,
“Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223/5 maddesi; “… (5) Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, sanık hakkında mahkumiyet kararı verilir…”,
“Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı 230. maddesi; “…(1) Mahkumiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62 nci maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkumiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar…” hükümlerini amirdir.
Yukarıda izah edilen hükümler ve sanığın soruşturma aşamasında sözleşmenin kendi bayisinden yapıldığını kabul etmemesi karşısında; sanığın üzerine atılı suçun sabit olduğuna karar verilebilmesi için, suça konu abonelik sözleşmesi aslı dosyaya getirtilerek, belge üzerinde en azından müştekinin eli ürünü olup olmadığına dair bir imza incelemesi yapılması, sanığın usulüne uygun biçimde duruşmaya çağrılması ve delillerini sunma imkanı tanınması gerekirken, sadece adı geçen bayiinin temsilcisi olduğu gerekçesiyle mahkumiyetine karar verildiği anlaşıldığından,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, Bakırköy 53. Asliye Ceza Mahkemesinin 11/02/2015 tarihli ve 2014/858 esas, 2015/93 sayılı kararının, CMK’nın 309/4-b maddesi gereği kanun yararına BOZULMASINA, kararı veren mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre, sanık hakkında önceki hükümde verilen cezadan ağır olmamak kaydıyla yeniden yapılacak yargılama sonucu bir hüküm verilmesine, 05.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/34956 Karar : 2017/6794 Tarih : 31.05.2017
-
CMK 206.Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ile suç tarihine göre, dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Katılanın, sanıklar tarafından kendisine hakaret edildiği yönündeki tutarlı beyanları ve bu beyanlarının gelini olan tanık …’un anlatımlarıyla tamamen, oğlu olan tanık …’un anlatımlarıyla kısmen doğrulanması karşısında, CMK’nın 217/2. maddesi gereğince sanığa yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispatının mümkün olduğu ceza yargılamasında, bir delilin reddedilmesi için CMK’nın 206/2. maddesinde sayılan durumların dışında delilin, akla, mantığa, bilimsel verilere, fizik kurallarına, herkesçe bilinen somut duruma, hayatın olağan akışı içinde gündelik yaşamdan edinilen karine niteliğindeki bilgilere aykırı olması ya da tanığın yalan söylediğinin ortaya çıkması gibi reddi için haklı, makul ve kabul edilebilir hukuki gerekçelerin gösterilmesinin zorunlu olduğu, tanıkların; sanığın akrabası, işçisi, eşi, çocuğu, arkadaşı olmasının anlatımlarının reddedilmesinin tek haklı ve kanuni gerekçesi olamayacağı gözetilmeden, bu tanıkların beyanları yöntemince irdelenip, itibar edilmeme nedenleri makul gerekçelerle açıklanmadan ve sanığın olay günü yanında olduğunu söylediği …’ın tanık olarak bilgisine başvurulmadan eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle karar verilmesi,
Kanuna aykırı ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 31/05/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/11706 Karar : 2017/3244 Tarih : 22.05.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
1)Sanık hakkında 03.05.2012 tarihli eylemi nedeniyle açılan Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/239 esas sayılı dosyasının aslı veya onaylı suretinin dosya içerisinde bulundurulmaması,
2)Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin “03.05.2012” yerine “13.12.2011” yazılması,
3)Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan dolayı tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine sanığın uymadığının bildirilmesi üzerine, Mahkemece duruşma açılarak sanığa, “tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uymadığının iddia edilmesi nedeniyle, duruşmaya gelip bu konuda beyanda bulunması veya diyeceklerini duruşma gününe kadar yazılı olarak bildirmesi gerektiği, mazeretsiz olarak duruşmaya gelmediği ve diyeceklerini yazılı olarak bildirmediği takdirde tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uymadığı kabul edilerek hakkında hüküm kurulacağı” uyarısını içeren davetiye tebliğ edilmesi gerektiği halde ‘‘mazeretiniz olmadığı halde, duruşmaya gelmediğinizde CMK 176/2 maddesi uyarınca zorla getirileceğiniz, CMK 206/1 madde uyarınca delillerin ortaya konulmasına başlanacağı, CMK 98/3 maddesi gereğince hakkınızda yakalama emri düzenlenebileceği’’ şeklinde ihtar içeren davetiye tebliği ile yetinilerek, yukarıda belirtilen nitelikle davetiye tebliğ edilmeden veya sanık dinlenmeden sanığın yokluğunda ve savunma hakkı kısıtlanarak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uymadığından bahisle hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması,
4)Sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma suçundan dolayı başka dava olup olmadığı, varsa sanığın bu suçu diğer davaya konu olan suç nedeniyle verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işleyip işlemediği belirlendikten sonra;
a)Sanık hakkında aynı suçtan açılmış başka dava yoksa veya sanık bu suçu daha önce işlediği suçtan dolayı verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş değilse, bu suç nedeniyle tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbiri uygulanmamış olan sanık hakkında, hükümden sonra 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesi ve aynı Kanun’un 85. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 7. maddenin 2. fıkrası uyarınca, 191. madde hükümleri çerçevesinde “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına”,
b) Sanık bu suçu, daha önce işlediği suçtan dolayı yapılan kovuşturma aşamasında hükmolunan tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş ise, 6545 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen “Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlâl nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz” hükmü uyarınca, ikinci suçtan açılan bu davanın kovuşturma şartının ortadan kalkması nedeniyle, CMK’nın 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca “davanın düşmesine”
Karar verilmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin hükmün BOZULMASINA, 22.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/7026 Karar : 2017/3341 Tarih : 21.03.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Temyizin reddi nedenleri bulunmadığı anlaşıldığından işin esasına geçildi. Sanıklar ve müdafileri tarafından, yargılama sürecinde ve temyiz duruşmasında ileri sürülen temyiz nedenleri özet olarak;
1- Esas hakkında mütalaaya karşı süre verilmeyerek savunma hakkının ihlal edildiği, 2- Sanıklar müdafilerine son söz hakkının verilmediği, 3-Gizli tanığın duruşmada dinlenilmemesinin savunma hakkının ve dolayısıyla da adil yargılanma hakkının ihlali olduğu, hükmün gizli tanık ifadesine dayandırıldığı, 4-İletişim kayıtlarının tercüme edilmesi için tarafsız bilirkişi görevlendirilmemiş olduğu, 5- Savunma tanıklarının dinlenilmediği, 6- Sanıklar … ve … hakkında yapılan arama ve elkoyma işlemlerinin hukuka aykırı olduğu, 7- Anayasaya aykırılık def’i 8- Sanık … hakkında isnat olunan silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle görülmekte olan davaların birleştirmesinin gerekip gerekmediği, 9- Sanıkların fiillerinin yüklenen suçu oluşturmadığı, siyasi faaliyet olduğu ve hükümlerin gerekçesiz oluşu, 10-Cezanın belirlenmesinde isabetsizlik bulunduğu, Nedenlerine dayanmaktadır. İleri sürülen temyiz nedenleri ve res`en inceleme sonucunda; 1- Savunma Hakkının İhlal Edildiği İddiası: Dava dosyasındaki duruşma tutanaklarına göre;
Sanıklar, iddianame okunmasından sonra suçlama ile ilgili savunma yapmayacaklarını beyan etmişlerdir.
Yargılamaya devam edilip deliller tartışıldıktan sonra 29.03.2013 tarihli oturumda, iddia makamı esas hakkındaki görüşünü bildirmiştir. Sanıklar ve müdafileri son savunma yapmak ya da kovuşturmanın genişletilmesi talepleri var ise bildirmek üzere süre talep etmişlerdir. Mahkemece bu talep yerinde görülerek savunma hazırlanması için sanıklara süre verilerek duruşma 02.07.2013 tarihine ertelenmiştir. Bu oturumda sanıklar ve müdafilerince savunma yapılmayarak tekrar süre istenmesi üzerine duruşma önce 03.10.2013 tarihine, daha sonra 19.12.2013 tarihine ertelenmiştir. Bu celsede sanıklar … ve …’in müdafilerinin talebi ile hazır edilen tanık mahkemece dinlenilmiştir. Öncekilerde olduğu şekilde savunma için süre verilerek duruşma 29.04.2014 tarihine ertelenmiş olup, savunma yapılmaması nedeniyle duruşmaların 24.09.2014, 15.12.2014, 11.03.2015 ve 24.06.2015 tarihlerine ertelendiği, bu celsede sanık müdafiler tarafından anayasaya aykırılık iddialarının olduğu beyan edilerek tekrar süre talep edildiği, bu talep yerinde görülerek duruşmanın 12.10.2015 tarihine bırakıldığı, bu oturumda Cumhuriyet savcısı esas hakkında mütalaa vereceğini beyan etmesi üzerine, mahkemece mütalaanın yazılı olarak bildirilmesine, bir örneğinin mahkeme kalemince sanıklar müdafiine tebliğine karar verilerek duruşma 04.01.2016 tarihine ertelenmiştir. Bu oturumda bir kısım sanıklar ve müdafileri mütalaanın kendilerine tebliğ edilmediği, gerekçesiyle tekrar savunma için süre talebinde bulunmuşlardır. Mahkemece süre talebinin davanın uzatılmasına yönelik olduğu gerekçesi ile yerinde görülmediğinden reddedilerek, duruşmaya son verilerek esas hakkında hüküm kurulmuştur.
Savunma hakkı ile ilgili yasal düzenleme, tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve yerleşik yargısal uygulamalara bakıldığında; CMK’nın 176. maddesinde, iddianamenin sanığa tebliği ve duruşmaya çağrılmasına yer verilmiş olup, “çağrının tebliği ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir.” Şeklinde, sanıklara savunma için en az bir haftalık süre öngörülmüştür. Bu süreye riayet edilmemesi halinde CMK 190/2 maddesi uyarınca sanığa ve müdafiine “duruşmaya ara verilmesini” isteme hakkının olduğu bildirilecektir. Sanığın mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya geçerli bir nedene dayalı olmaksızın sorgusunun yapılamaması halinde, delillerin ortaya konulmasına engel teşkil etmeyecektir.( CMK 206/1 m)
“Deliller ortaya konulduktan sonra tartışmada söz, sırası ile katılana, vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa, müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir. Hükümden önce son söz sanığa aittir.” ( CMK 216. m) Bu düzenleme ile delillerin ne şekilde tartışılacağı ve söz alma sırası gösterilmiştir. Anayasanın 36/1 maddesinde, “herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek, savunma hakkı vurgulanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise: “Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir: a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek; b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek…” şeklinde adil yargılama ilkelerine yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarına göre adil yargılama ilkelerine ilişkin kriterler aşağıdaki başlıklar halinde toplanabilir. a)Yargılamanın makul süre içinde sonuçlandırılabilmesi ve kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkının tanınması, b)Yargılamanın istisnalar hariç aleni olarak yapılması, c) Hakkaniyete uygun yargılama yapılması, d)Suçsuzluk karinesine riayet edilmesi, e)İsnadı öğrenme hakkının sağlanması, f)Savunmayı hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı, bu hakkın kullanımının sağlanmasında dosyanın hacmine ve delillerin çeşitliliğine bağlı olarak makul bir sürenin verilmesini gerektirmektedir. Savunmayı hazırlamak için gerekli kolaylıklara sahip olma dava dosyasının içeriğinde yer alan delillere erişebilme imkanını içermektedir. Bu hak sadece müdafiiye değil sanığa da tanınmalıdır. g)Kendi kendine savunma veya bir müdafiinin hukuki yardımından yararlanma hakkı, h)Duruşma sırasında tanıklara soru sorabilme ve delilleri Cumhuriyet savcısı ile eşit koşullarda tartışabilme imkanının sağlanmasıdır. Bu hakkın kullanılmasında sınırlandırılmalar sözkonusu olabilmektedir. Sanığın duruşma salonunda bulunmasının sakıncalı olması (CMK. 200. md.), önceden dinlenen tanığın duruşma sırasında tekrar dinlenememesi (CMK. 211. md.), gizli belge incelenmesi (CMK. 125. md.), açık olarak dinlenilmeleri kendileri ve Devlet açısından tehlike oluşturan tanıkların gizli olarak dinlenmeleri (CMK. 47, 58. md.) sayılabilir.
Adil yargılama ilkelerinden tartışma konusu olan savunma hakkının üzerinde durmak gerekecektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasanın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, Ludi/İsviçre ve Artico/İtalya davalarında verilen kararlarda da belirtilmiş olduğu üzere, hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “hakkaniyete uygun yargılama” kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer alan “suç isnat edilmiş kişi”nin asgari haklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Hakkında bir suç isnadı olan kişiye tanınmış anılan fıkradaki haklar, numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılama ilkesinin somut görünümleridir. Fakat hakkaniyete uygun yargılama çerçevesindeki haklar ve ilkeler, (3) numaralı fıkradaki kapsamlı olmayan listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Asadbeyli ve Diğerleri/Azerbaycan kararında belirtilmiş olduğu üzere, (3) numaralı fıkrada yer alan asgari şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan özel güvencelerin, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Pélissier ve Sassi/Fransa kararında da belirtildiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri de dikkate alınmalıdır. Bu nedenle yalnızca (3) numaralı fıkrada sayılan haklara uygun olarak yapılan bir ceza yargılamasının, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmeden, hakkaniyete uygun ve dolayısıyla adil olduğu söylenemez.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden ayrıntılı olarak haberdar edilmek” hakkı, kişinin savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında güvence altına alınmış olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ışığında, (3) numaralı fıkranın (a) bendi, cezai konularda hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasının temel ön koşulu olarak şüpheli veya sanığa detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı bildirme” konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli ve detaylı olmalıdır. Ceza kovuşturmasında esaslı bir yeri olan iddianamenin tebliğ edilmesiyle, sanığın, yazılı bir biçimde, suçlamaların maddi ve hukuki temelinden resmi olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir.
Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (a) bendi ile hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak” hakkına yer verilen (b) bentlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu; suçlamanın nedeni ve niteliği hakkında bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasanın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollardan yararlanmak” kavramının kapsamındadır. Bu hak gereğince sanığa ve müdafiine savunma için gerekli hazırlıkları yapabilecekleri zamanın verilmesi gerekmektedir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; yargılamanın başlangıcından itibaren savunma yapmama konusunda irade açıklamasında bulunan sanıklar ve müdafilerinin mütalaanın verilmiş olduğu 29.03.2013 tarihinden 04.01.2016 tarihine kadar 3 yıla yakın süre değişik gerekçelerle savunma yapmaktan kaçındıkları, bu süreçte değişik nedenlere dayalı olarak kovuşturmanın genişletilmesi talebinde bulundukları, 29.03.2013 celsede verilen mütalaa ile 12.10.2015 tarihli celseden sonra yazılı olarak sunulan mütalaanın aynı mahiyette olduğu, T.C. Anayasasının 14. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 17. maddesinde “hakların kötüye kullanımının” yasaklandığı, davaların makul sürede sonuçlandırılmasının da tarafların yükümlülüklerini hakkaniyete uygun yerine getirilmesiyle mümkün olacağı, tutuklu olmayan bulunduğu çevrede etkin konumda bulunan sanıkların ve müdafilerinin dosyadaki delillere erişemeyecekleri savunmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi dosya içeriğinden de bu durumun anlaşılması karşısında savunma hakkının kısıtlandığı sonucuna varılmayacak ise de, mahkemenin gerekli olmadığı halde 12.12.2015 tarihli celsede mütalaanın sanıklara tebliğine dair ara karar verdiği ancak, bir kısım sanıklar ve müdafilere tebligatın yapılamadığı gibi bir kısmına da duruşmaya 7 günden az süre kala tebliğ yapılmış olduğu, son oturumda sözlü olarak ifade edilmesi ve duruşma tutanağına geçirilmesi gereken mütalaanın hazır olan sanıklar ve müdafileri huzurunda okunmamasının usul hükümlerine aykırılık teşkil ettiği sonucuna varılmıştır.
2- Son Söz Hakkının Verilmediği İddiası 5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesi: “(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir. (2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. (3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir”. Hükmünü içermektedir. 5271 sayılı CMK`nın 216. maddesinin birinci fıkrasındaki delillerin tartışılmasındaki söz sırasına ilişkin kural ile üçüncü fıkrasındaki hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa ait olduğu kuralı nitelikleri ve kurala aykırılığın hukuki sonuçları itibari ile birbirinden farklıdır. Delillerin tartışılmasındaki söz sırasına ilişkin kural gerek son oturumda gerekse ara oturumlarda uygulanması gereken genel bir kural iken, son sözün hazır bulunan sanığa ait olduğu kuralı delillerin tartışılması aşamasının tamamlanmasından sonra son oturumda sanığa tanınan bir haktır. Sanığın son söz hakkını kullanmasından sonra tekrar duruşmaya geri dönülmez ve artık hüküm kurulur.
Delillerin tartışılması sırasında sanık ister duruşmada hazır bulunsun isterse bulunmasın son sözün sanık müdafiine verilmesi gereklidir. Kanun koyucu söz sırasında sanık müdafiini sanıktan sonra saymıştır. Hükümden önce son söz hakkı ise Kanunun açık ifadesinden de anlaşıldığı üzere sadece hazır bulunan sanığa aittir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.10.2013 tarihli 2012/3-1391 E. 2013/407 K. sayılı kararında da belirtilmiş olduğu üzere, sanığın hükümden önceki son söz hakkı tıpkı ifade ve sorgu gibi şahsi bir haktır ve sanığın bizzat kendisi tarafından kullanılmalıdır. Sanık müdafii için nasıl ki temsilcisi denilerek sanığın yerine sorgulanamaz ve ifadesi alınamaz ise, sanığın hazır olduğu oturumda da son söz hakkını kullanamaz. Eldeki davada mahkemece, CMK’nın 215. maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısına, sanıkların müdafilerine diyecekleri ile beyan ve belgeler üzerindeki değerlendirilmeleri sorulmuş ve bu şekilde delillerin maddi olaylara ve hukuka uygun olup olmadıklarının belirlendikten sonra sırasıyla Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaası alınıp devamında yine CMK’nın 216. maddesi uyarınca sanıklara ve müdafilerine esas hakkındaki savunmaları sorulmuştur. Son oturumda duruşmada sanıklar hazır bulunmadıklarından sanıklara son sözleri sorulamamıştır. Bu haliyle, mahkemece yapılan yargılamada CMK`nın 215 ve 216. maddelerine aykırı davranıldığı söylenemeyeceğinden, sanıklar müdafilerinin sanıklara son söz hakkı tanınmadığı yönündeki temyiz itirazları yerinde görülmeyerek bu husus bozma nedeni olarak kabul edilmemiştir.
3-Gizli Tanığın Duruşmada Dinlenilmemesinin Savunma Hakkının ve Dolayısıyla da Adil Yargılanma Hakkının İhlali Olduğu İddiası ile Hükmün Gizli Tanık İfadesine Dayandırıldığı İddiası
İlk derece mahkemesi tarafından, soruşturma aşamasında dinlenen gizli tanık sanık ve müdafilerinin bulunmadığı bir ortamda, günü ve saati savunma tarafına bildirilmeyen bir tarihte, oturum arasında tespit edilmiştir. Tanığın neden bu şekilde dinlendiği hususu mahkemece gerekçeli olarak açıklanmış olduğu gibi sanıklar ve müdafilerine de gizli tanığa sormak istedikleri hususları bildirmeleri için süre verilmiş olmasına rağmen sanıklar ve müdafilerince gizli tanığa sorulmasını istedikleri hususlar bildirilmeyerek, gizli tanığın hazır bulundukları duruşmada dinlenilmesi talep edilmiştir. Kısaca; mahkeme tarafından sanıklara ve müdafilerine gizli tanığa sorulmasını istedikleri hususları bildirmeleri için yeterli süre tanınmış, gizli tanığın beyanları alınmış, tanığın kimliğinin gizlenmesi ve duruşmada sanıkların ve müdafilerinin hazır bulundukları sırada dinlenilmemesi hususunda gerekçe gösterilmiş ve karara dayanak olabilecek hukuki ve fiili nedenlere yer verilmiş, tespit olunan gizli tanık beyanları duruşmada okunarak sanıklara ve müdafilerine bildirilmiş, sanıklar ve müdafileri gizli tanık beyanlarını kabul etmediklerini bildirmişlerdir.
5271 sayılı CMK’nın 58. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“(2) Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır. Kimliği saklı tutulan tanık, tanıklık ettiği olayları hangi sebep ve vesile ile öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlüdür. Kimliğinin saklı tutulması için, tanığa ait kişisel bilgiler, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından muhafaza edilir.
(3) Hazır bulunanların huzurunda dinlenmesi, tanık için ağır bir tehlike teşkil edecek ve bu tehlike başka türlü önlenemeyecekse ya da maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacaksa; hâkim, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan da tanığı dinleyebilir. Tanığın dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır. Soru sorma hakkı saklıdır.”
5726 sayılı Tanık Koruma Kanununun “Haklarında koruma tedbiri kararı alınan tanıkların dinlenmelerinde uygulanacak usuller” kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(1) Bu Kanun hükümlerine göre, haklarında tedbir kararı alınan tanıkların duruşmada dinlenmesi sırasında Ceza Muhakemesi Kanununun 58’inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları uygulanır.
(2) Ceza Muhakemesi Kanununun 58’inci maddesinin üçüncü fıkrasının uygulanmasına mahkemece karar verilmesi hâlinde, dinleme sırasında tanığın görüntü veya sesi değiştirilerek tanınması engellenebilir.
(3) Tanığın, duruşma salonunda fiziksel görünümünü engelleyecek tarzda mahkemece tayin ve tespit edilecek bir usule göre, dinlenmesine de karar verilebilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre, duruşmada hazır bulunma hakkına sahip olanlar bulunmadan tanığın dinlenmesi hâlinde, tanık tarafından verilen beyanlar, hâkim tarafından Ceza Muhakemesi Kanununun 58’inci maddesinde belirtilen sınırlamalara uymak koşuluyla, duruşmada hazır bulunma hakkına sahip olanlara açıklanır.
(5) Tanığın üçüncü fıkra hükmüne göre dinlenmesi hâlinde, Ceza Muhakemesi Kanununun 201’inci maddesinin uygulanmasında, tanığa sorulacak soruların bu Kanun kapsamında tanık hakkında uygulanan tedbirlerle orantılı ve amaca uygun olması gerekir. Bu amaçla, hâkim, sorulan soruların tanığa sorulmamasına karar verebilir veya tanığı dinlerken dolaylı dahi olsa tanığın kimliğini ortaya çıkaracak soruların sorulmasına izin vermez.
(6) Bu madde hükümlerinin naip olunan hâkim veya istinabe suretiyle uygulanmasına görevli ve yetkili mahkemece karar verilebilir.
(7) Bu madde hükmüne göre alınan tanık ifadeleri, Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre duruşma sırasında hazır bulunanlar huzurunda verilmiş ifade hükmündedir.
(8) Bu Kanunun 5’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre, hakkında tedbir uygulanan tanığın beyanı tek başına hükme esas teşkil etmez.
(9) Haklarında tedbir kararı alınan tanıkların, keşifte dinlenmeleri sırasında da bu madde hükümleri uygulanır.
(10) Bu madde hükümleri, savunma hakkını kısıtlayacak şekilde uygulanamaz.”
Aynı Kanunun 4. maddesi ise şöyledir:
“(1) Bu Kanun hükümlerine göre haklarında tanık koruma tedbiri uygulanabilecek kişiler şunlardır:
a) Ceza muhakemesinde tanık olarak dinlenenler ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 236`ncı maddesine göre tanık olarak dinlenen suç mağdurları.
b) (a) bendi hükümlerine göre dinlenenlerin nişanlısı, evlilik bağı kalmasa bile eşi, kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu, ikinci derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları ve evlatlık bağı bulunanlar ile yakın ilişki içerisinde olduğu kişiler.
(2) Tanık koruma tedbirleri, birinci fıkrada sayılanların kendilerinin veya bu Kanunda belirtilen yakınlarının hayatı, beden bütünlüğü veya mal varlığı ağır ve ciddi bir tehlike içinde bulunması ve korunmalarının zorunlu olması halinde uygulanabilir.”
Aynı Kanunun 5/1-b maddesi şöyledir: “(1) Bu Kanun kapsamında bulunanlar hakkında uygulanabilecek tanık koruma tedbirleri şunlardır:… b) Duruşmada hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan dinlenmesi ya da ses veya görüntüsünün değiştirilerek özel ortamda dinlenmesi…”
Nihayet, aynı Kanunun 6/4 maddesi de şöyledir: “Bu madde hükümlerine göre; a) Tanık koruma kararının alınmasında; korunan kişi veya yakınlarının karşı karşıya kaldığı tehlikenin ağırlığı ve ciddiliği, soruşturma ve kovuşturma konusu suçun önemi, tanığın yapacağı açıklamalar, alınacak tedbirin yaklaşık maliyeti, tanığın psikolojik durumu ve benzer mahiyetteki diğer özellikler de göz önünde bulundurulur. b) Yapılacak istemlerde, mutlaka gerekçe gösterilir ve karara dayanak olabilecek hukukî ve fiilî nedenlere de yer verilir.”
Sanıklar müdafileri, sanıklara isnat edilen suçun tek delilinin gizli tanık ifadeleri olduğunu ve bu gizli tanığı sorgulama imkanının tanınmadığını iddia etmişlerdir.
Hakkaniyete uygun bir yargılamada “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanmasının gerektiği şüphesizdir. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere, delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Yukarıda da ifade edilmiş olduğu üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-d maddesi şöyledir: “(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:..d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek… “ Söz konusu hüküm hakkında suç isnadı olan kişiye
aleyhine olan tanıkları çapraz sorgulama, yani iddia tanıklarını aleni duruşmada çelişmeli bir biçimde sorgulama hakkını tanımaktadır.
Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirli ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları Avrupa İnsan Haklar Sözleşmesinin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Delta/Fransa kararında da belirtilmiş olduğu üzere, olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez. Bazı olaylarda, tanığın kim olduğunun sanıklar tarafından bilinmesi, tanığın kendisi veya yakınları için tehlike doğurabilir. Özellikle örgütlü suçla mücadelede tanığın kimliğinin gizli tutulması önem arz eder. Örgütlü suçlardaki artış, bazı tedbirlerin alınmasını gerektirebilir. Bu nedenle bir tanığın kimliği saklı tutulmuşsa, savunma tarafının ceza yargılamalarında normal koşullarda bulunmayan zorluklarla karşı karşıya kalabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
5271 sayılı CMK’nın 58. maddesinde, tanığın kimliğinin gizli tutulması ve tanığın hâkim tarafından hazır bulunma hakkına sahip kişiler olmaksızın dinlenmesi olmak üzere iki tür tanık koruma tedbiri öngörülmüştür. 5726 sayılı Tanık Koruma Kanununun 5. maddesinde ise, tanığın, kimlik ve adres bilgilerinin kayda alınarak gizli tutulması ve kendisine yapılacak tebligata ilişkin ayrı bir adres tespit edilmesi, duruşmada hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan dinlenmesi ya da ses veya görüntüsünün değiştirilerek özel ortamda dinlenmesi vb. gibi tedbirler de düzenlenmiştir. 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu uyarınca tanık koruma tedbirlerine başvurulabilmesi için kanunda belirtilen suçlardan birisi hakkında soruşturma veya kovuşturma bulunması, tedbir uygulanacak kişinin tanık veya yakınlarından biri olması, kişinin hayatı, beden bütünlüğü ve malvarlığı için ağır ve ciddi bir tehlike bulunması, tedbirin ölçülü olması, yetkili mercilerin kararının bulunması gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Ellis, Simms ve Martin/Birleşik Krallık kararında, duruşma salonunda bulunmayan tanıkların durumu ile gizli tanıkların durumunun benzer olduğunu kabul etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık kararında da belirtilmiş olduğu üzere, gizli tanıkların yer aldığı davalarda, tanıkların kimliklerinin açıklanmasını istememelerinin nedeni olarak sanıkların kendilerinden intikam alacağı korkusunu geçerli bir neden olarak kabul etmiştir. Ancak, Marcus Ellis, Rodrigo Simms ve Nathan Antonio Martin/İngiltere kararında belirtilmiş olduğu üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, öznel bir korku yeterli değildir ve yargılamayı yapan mahkeme tarafından söz konusu korkunun nesnel dayanaklarının olup olmadığına dair gerekli araştırmanın yürütülmesi gerekir.
5726 sayılı Tanık Koruma Kanununun 9. maddesinin dördüncü fıkrasında, kimliği gizli tutulan tanık tarafından verilen beyanların, hakim tarafından 5271 sayılı CMK’nın 58. maddesinde belirtilen sınırlamalara uymak koşuluyla, duruşmada hazır bulunma hakkına sahip olanlara açıklanacağı; sekizinci fıkrasında Kanunun 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre, hakkında tedbir uygulanan tanığın beyanının tek başına hükme esas teşkil edemeyeceği; onuncu fıkrasında madde hükümlerinin savunma hakkını kısıtlayacak şekilde uygulanamayacağı; 5271 sayılı CMK’nın 58. maddesinin ikinci fıkrasında kimliği gizli tutulan tanığın, tanıklık ettiği olayları hangi sebep ve vesile ile öğrendiğini açıklamakla yükümlü olduğu, üçüncü fıkrasında ise sanık ve müdafiinin soru sorma hakkının saklı olduğu kural altına alınmıştır. Buna göre, belirtilen kurallara uygun olarak alınmış tanık ifadeleri 5271 sayılı CMK hükümlerine göre duruşma sırasında hazır bulunanlar huzurunda verilmiş ifade hükmünde olacaktır. Dolayısıyla, sanık lehine kabul edilmiş anılan teminatlar gözetildiğinde, tanığın kendisinin veya tanıklığı nedeniyle yakınlarının ya da mallarının korunmasını isteme hakkı ile sanığın adil yargılanma ölçütleri içerisinde yer alan haklarının adil bir şekilde dengelendiği görülmektedir.
Somut olayda, mahkemece tanığın kimliğinin neden gizlendiği hususunda gerekçe yer almakta olup; gizli tanığın beyanları soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı tarafından, kovuşturma aşamasında ise mahkeme tarafından alınmıştır. Gizli tanık, oturum arasında sanıklara ve müdafilerine haber verilmeksizin mahkemece dinlenilmiştir. Bununla birlikte, ilk derece mahkemesi, dinlemeden önce sanıklara ve müdafilerine gizli tanığa sormak istedikleri hususları bildirmeleri için uygun süre vermiş, ayrıca daha sonra mahkemece tespit olunan gizli tanık beyanlarını da duruşmada okumuştur. Sanıklar ve müdafileri gizli tanık beyanlarını kabul etmemişler ve gizli tanığın kendilerinin bulunduğu duruşmada kimliği gizlenerek dinlenilmesi yönündeki taleplerinde ısrar etmişlerdir.
Eldeki davada verilen hükümlerde, gizli tanık beyanlarının belirleyici delil olmadığı anlaşılmaktadır. Sanıklara isnat edilen eylemlerin gizli tanık beyanı dışında delillere dayandığı sabittir. Hükümlerin dayanağı olan maddi vakıalar ile sanıklar arasındaki bağlantı, gizli tanık beyanı ile sağlanmamıştır. Mahkeme, sanıkların ve müdafilerinin savunma haklarını korumak amacıyla sanıklara ve müdafilerine gizli tanığa sormak istedikleri hususları bildirmeleri için yedi günden az olmayan yeterli bir süre vermiş ve daha sonra da tespit ettiği gizli tanık beyanlarını duruşmada okumuştur. Tanık, mahkeme tarafından dinlenildiğinden, tanığın reaksiyonları mahkeme tarafından gözlemlenebilmiştir. Mahkeme, tanığın kimliğinin neden gizlendiği hususunda, yeterli ve ikna edici bir gerekçeye yer vermiş, tanığın menfaatleri ile sanıkların adil yargılanma ölçütleri içerisinde yer alan haklarını adil bir şekilde dengelemiş olup, hükümlerini de belirleyici ölçüde gizli tanık ifadesine dayandırmamıştır. Bu nedenler ile sanıklar müdafilerinin mahkemece sanıkların ve kendilerinin hazır bulunmadığı duruşmada gizli tanık beyanlarını tespit etmiş olması hukuka aykırı görülmemiştir.
4-İletişim Kayıtlarının Tercüme Edilmesi İçin Tarafsız Bilirkişi Görevlendirilmemiş Olduğu İddiası Sanıklar müdafileri tarafından kayda alınmış olan iletişimlerin çözümü için bilirkişi incelemesi yapılması talep edilmiş ise de; dava dosyasında bulunan kayıt ve belgeler ile toplanan deliller, sanıklara isnat olunan eylemlerle dosya içeriğinde bulunan iletişim çözümleri ile birlikte bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda, sanıklar müdafilerinin bu yöndeki taleplerinin soyut olup, somut bir duruma ilişkin olmadığı ve hangi sebeple hangi hususlara ilişkin bilirkişi talebinde bulunulduğuna dair bilgi ya da kanıt sunulmamış olduğu anlaşıldığından, sanıklar müdafilerinin bu yöndeki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
5-Savunma Tanıklarının Dinlenilmediği İddiası Duruşma tutanaklarından ve dosyadaki dilekçelerden, sanıklar müdafilerince genel olarak, iletişim kayıtlarında adı geçen kişilerin tanık olarak dinlenilmesinin talep edildiği, mahkemece bu taleplerin gerekçeli olarak reddedilmiş olduğu anlaşılmıştır.
Duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre dosya kapsamına ve delil durumuna göre sanıklar müdafilerinin sanıkların iletişim kayıtlarına göre görüştükleri tespit edilen kişilerin dinlenilmemesi esasa ve sonuca etkili bulunmamıştır. Kaldı ki mahkemece, esas hakkında savunma için süre verilen sanık müdafilerinin esasa ve sonuca etkili olmamasına rağmen duruşmada hazır ettikleri tanık dinlenilmek suretiyle CMK’nın 178. maddesinin uygulanmasına özen gösterilmiştir.
Açıklanan nedenler ile sanıklar müdafilerinin savunma tanıklarının dinlenilmediği yönündeki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
6-Sanıklar … ve … hakkında Yapılan Arama ve Elkoyma İşlemlerinin Hukuka Aykırı Olduğu İddiası Sanıklardan …’nın ve …’in müdafileri tarafından avukat olmaları nedeniyle adı geçen sanıklar hakkında yapılan arama ve elkoyma işlemlerinin hukuka aykırı oldukları ileri sürülmüştür.
5271 sayılı CMK ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, avukatın bürosunda ve ikametinde elkoyma ile ilgili işlemleri genel hükümlerden ayrıksı ve istisnai olarak düzenlemiştir. Zira, avukatın sır saklama yükümlülüğünün korunması, savunma hakkının önemli bir uzantısıdır.
Avukatlık Kanununun 36. maddesinde, “Avukatların, kendilerine tevdi edilen veya gerek avukatlık görevi, gerekse Türkiye Barolar Birliği ve barolar organlarındaki görevleri dolayısıyla öğrendikleri hususları açığa vurmaları yasaktır” denilmiş, ikinci fıkrada ise avukatların öğrendikleri hakkında ancak müvekkillerinin izin vermesi durumunda tanıklık edebileceği, ancak bu halde de tanıklıktan çekinme hakkına sahip oldukları belirtilmiştir. Avukatlar hakkındaki arama ve elkoyma koruma tedbirleri de özel olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucunda avukatın mesleği gereği elinde bulunan, savunmaya dair olan ve müvekkili ile ilgili belgelerin genel kurallara göre yapılacak aramada ve el koymada açığa çıkmasının önüne geçilmiş, avukatın sır saklama yükümlülüğüne uygun kurallar getirilmiştir.
CMK’nın 130. maddesine göre; “(1) Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir. Baro başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur. (2) Arama sonucu elkonulmasına karar verilen şeyler bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda, bu şey ayrı bir zarf veya paket içerisine konularak hazır bulunanlarca mühürlenir ve bu konuda gerekli kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu saptadığında, elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan işlemi belirten tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, yirmidört saat içinde verilir. (3) Postada elkoyma durumunda bürosunda arama yapılan avukat veya baro başkanı veya onu temsil eden avukatın karşı koyması üzerine ikinci fıkrada belirtilen usuller uygulanır.” Avukatlık Kanununun 58. maddesine göre; “(1) Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.
(2) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanununun duruşmanın inzibatına ilişkin hükümleri saklıdır. Şu kadar ki, bu hükümlere göre avukatlar tutuklanamayacağı gibi, haklarında disiplin hapsi veya para cezası da verilemez.” Avukat bürolarında arama, mutlaka bir mahkeme kararına istinaden, Cumhuriyet savcısının denetiminde ve baro temsilcisi arama tanığı sıfatıyla hazır bulunduğu halde yapılabilecektir. Bu esnada, genel arama bölümünde aramanın ne şekilde yapılacağına dair belirtilen kurallara riayet edilmelidir. CMK’nın 130/2. maddesine göre, avukat bürosunda yapılan arama sonucu elde edilen delillerin, avukat-müvekkil arasındaki mesleki ilişkiye dair olduğu hususundaki itiraz, bürosu aranan avukat veya aramada hazır bulunan baro temsilcisince yapılabilir. Bu durumda, itiraza konu delil, okunmaksızın ve incelenmeksizin ayrı bir delil torbası içerisine konularak mühürlenir ve itirazı karara bağlaması için hakime teslim edilir. Hakim, elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki mesleki ilişkiye dair olduğuna karar verirse, mezkur delil avukata iade edilir. Aksine karar verildiğinde ise bu delil artık soruşturma kapsamında, soruşturma makamlarınca incelenip değerlendirilir. Bu kararlar yirmi dört saat içinde verilir. Avukat konutları ile ilgili düzenleme, Avukatlık Kanununun 58. maddesinde olup, aramaya dair istisnai kurallar yalnızca avukatların görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri iddia edilen suçlarla sınırlıdır. Yani soruşturma konusu suç, şüphelinin avukatlık mesleği ile ilgili değilse, arama CMK’daki genel arama usullerine göre yapılır. Açıklanan bilgiler ışığı altında, sanıklardan …’nın arama ve elkoyma işlemlerinin yapıldığı tarihte avukatlık yapmayıp, Belediye Başkanı olduğu; sanık … hakkında arama işlemlerinin yapıldığı yerin belediye binası ve sanığın konutu olduğu; sanık …’in BDP İl Başkanı olduğu ve aramanın yapıldığı yerin BDP İl binası ile sanığın konutu olduğu anlaşıldığından, yapılan arama ve elkoyma işlemlerinin hukuka aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7-Anayasaya Aykırılık Def’i Sanıklar müdafilerince, 6526 sayılı Kanunun 1. maddesi uyarınca yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10’uncu maddesi kapsamında görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinde derdest olan dosyaların, bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredilerek incelenmesine devam edilmesinin kanuni hakim güvencesinin ihlali niteliğinde olduğu ileri sürülerek, Anayasaya aykırılık def’inde bulunulmuştur. 6526 sayılı Kanunun 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “6352 sayılı Kanunun Geçici 2’nci maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemelerinde ve bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10’uncu maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinde derdest bulunan dosyalar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredilir…” Anayasanın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37. maddesinde: “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.” Hükmüne yer verilmiştir. “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”(Anayasa 142. md) Anayasa Mahkemesinin 05.05.2004 tarihli 2002/170 E. - 2004/54 K.;20.11.2008 tarihli 2005/8 E. – 2008/166 K.; 04.07.2013 tarihli 2012/100 E.-2013/84 K. ; 14.01.2015 tarihli 2014/164 E. – 2015/12 K. sayılı ve 20.03.2014 tarihli 2013/1780 Başvuru no. lu kararlarında özetle belirtmiş olduğu üzere; kanuni hakim güvencesi, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesidir. Kanuni hâkim güvencesi, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra bu suçlara veya sanıklara özel olarak kurulmasını engeller. Bu güvence sayesinde, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulü kanunla düzenlenir ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenir. Böylece, kişiler hangi mahkemede hangi usullerle yargılanacaklarını önceden bilirler. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak, yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından söz edilerek, kanuni hakim güvencesine adil yargılanma hakkı kapsamında vurgu yapılmıştır. 6526 sayılı Kanunun 1. maddesinin uyuşmazlık konusu olan ilgili kısmıyla, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından sonra davayı görecek yargı yeri kurularak bu yargı yerine özel hakim atanmamıştır. Zira genel yetkili ağır ceza mahkemeleri önceden beri var olan mahkemelerdir. Yargı organları arasındaki yetki ve göreve ilişkin iş bölümünün doğal sonucu olarak, dosyaların ilgili mahkemelere gönderilmesi de kanuni hakim güvencesine aykırı değildir. Keza, yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, dosya ilgili mahkemeye gönderilmeden önce yargılama yapan mahkemede kanunla kurulmuş olup, söz konusu mahkemece yapılan yargılama da kanuni hakim güvencesine aykırı değildir. Açıklanan nedenler ile 6526 sayılı Kanunun 1. maddesinin uyuşmazlık konusu olan ilgili kısmıyla, suçun işlenmesinden sonra yargı yeri belirlenmemiştir. Bu nedenle bu kuralın ve yapılan uygulamanın “kanuni hakim güvencesi” ile çelişen bir yönünün bulunmadığı sonucuna varılarak, Anayasaya aykırılık iddiaları ciddi bulunmadığına dair yerel mahkemenin kararında isabetsizlik görülmediği gibi bu konuda değerlendirme yapmak Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olduğu, mahkemece verilecek iptal kararının usul hükümleri çerçevesinde uygulama olanağının bulunduğu da gözetilmelidir. 8-Sanık … Hakkında İsnat Olunan Silahı Terör Örgütüne Üye Olma Suçu Nedeniyle Görülmekte Olan Davaların Birleştirmesinin Gerekip Gerekmediği Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başka mahkemelerde de dava açıldığı, söz konusu bu davaların birleştirilmesi gerektiği ileri sürülmüş; mahkemece, sanık … hakkında görülen söz konusu dava dosyaları incelenmiş ve davaların birleştirilmesi talebinin reddine karar verilmiştir. Sanığa yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçu, temadi eden suçlardan olup, hukuki ve fiili kesinti gerçekleşmemesi halinde tek suç olarak kabul edilir. Gerek dava dosyası içeriğinde bulunan kayıt ve bilgiler gerekse Dairemizce UYAP sistemi üzerinde yapılan incelemeler sonucu elde edilen kayıtlar göz önünde bulundurulduğunda, sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan eldeki dava dışında yargılandığı davanın dayanağı olan iddianamenin 03.10.2007 tarihinde düzenlenmiş olduğu ve anılan iddianamede sanığa atılı eylem ve faaliyetlerin eldeki dava dosyasında sanığa isnat edilmiş olan eylem ve faaliyetler ile aynı olmadığı, yani sanık hakkında isnat olunan eylem ve faaliyetler nedeniyle mükerrer yargılama yapılmadığı, sanık hakkında eldeki davada isnat olunan aynı suçtan daha önce düzenlenen iddianame tarihi itibariyle hukuki ve fiili kesintinin oluştuğunun anlaşılması karşısında; sanık müdafilerinin, sanık hakkında isnat olunan silahlı terör örgütüne üye olma suçları nedeniyle görülmekte olan davaların birleştirilmesinde zorunluluk bulunmamaktadır. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini oluşturan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda sanıklar ve müdafilerinin sair temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine, ancak; 1-Celse arasında yazılı olarak sunulan iddia makamının esas hakkındaki mütalaasının bir kısım sanıklar müdafiisine CMK’nın 176/4 maddesinde öngörülen süreden daha az zaman kala tebliğ edilmesine, bir kısmına ise tebligat yapılamamasına rağmen karar oturumunda iddia makamının esas hakkındaki görüşünün hazır bulunan sanıklar ve müdafileri yüzüne karşı okunmaması ve duruşma tutanağına geçirilmemesi suretiyle CMK’nın 176/4, 190/2 ve 216. maddesine muhalefet edilerek savunma hakkının kısıtlanması, 2-Kabul ve uygulamaya göre de, a)Terör örgütü yöneticilerinin talimatı veya KCK sözleşmesi doğrultusunda gerçekleştirilen eylem ve faaliyetlerin siyasi parti çalışması olarak kabulü mümkün değil ise de; bir kısım il ve ilçelerde belediye başkanı veya BDP yöneticisi olan sanıkların siyasi parti faaliyeti olarak değerlendirilebilecek basın açıklamaları, Anayasa referandumunu boykot amacıyla miting düzenleme, BDP tarafından organize edilen iki dilli yaşam yürüyüşü ve basın açıklaması, Nevruz Bayramı kutlamaları, Kürt Dili Bayramı, Dünya Kadınlar Günü mitingi, BDP aday tanıtım mitingi, Dünya Barış Günü vesilesiyle miting, terör örgütü propagandasına dönüştürülmeyen insani mülahazalarla gerçekleştirilen taziye ziyaretleri, Van festivali adıyla yapılan etkinlik gibi eylemlerin silahlı terör örgütü faaliyeti kapsamında kabul edilerek bu eylemlerin örgüt üyeliği suçundan suçun unsurları ve cezanın belirlenmesinde hükme esas alınması, b) Yasanın öngördüğü cezanın alt ve üst sınır arasında temel ceza belirlenirken suçun işleniş biçimi, sanıkların kasta dayalı kusurlarının yoğunluğu, maddede öngörülen cezaların alt sınırı da nazara alınmak suretiyle, bir kısım sanıkların eylemlerinin niteliği, tehlike ve zararın ağırlığı, dosya kapsamı, TCK`nın 61. maddesinde belirtilen ölçütler ve aynı Kanunun 3. maddesinde yazılı orantılılık ilkesi ile hak ve nesafet kuralları da gözetilerek uygun bir cezaya hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, sanıkların haklarında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan üst sınır ve üst sınıra yakın, fiillerinin ağırlığıyla orantılı olmayacak şekilde asgari haddin çok üzerinde temel ceza tayin edilerek teşdidin derecesinde yanılgıya düşülmek suretiyle fazla ceza tayini, Kanuna aykırı, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 21.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2055 Karar : 2017/504 Tarih : 19.01.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 20. ve 22. maddelerinde, kişilerin özel yaşamlarının ve haberleşmenin gizliliği ilkeleri güvence altına alınmış, 38/6. maddesinde, kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiş, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 119/2. maddesinde arama karar veya emrinde; aramanın nedenini oluşturan fiil, aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerlerin adresi ya da eşya, karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresinin açıkça gösterilmesi gerektiği belirtilmiş, aynı Yasanın 206/2-a ve 217/2. maddelerinde de yasa ve hukuka aykırı delillerin hükme esas alınamayacağı açıklanmıştır.
Somut olayda Cumhuriyet Savcılığınca uyuşturucu ticareti yapmak suçundan sanık ile kendisiyle aynı ismi taşıyan ve farklı konutta oturan babası … hakkında iki ayrı adreste arama yapılmasına karar verilmesi talep edilmesine karşın, mahkumiyet kararında esas alınan Bandırma Sulh Ceza Mahkemesi’nin 24.07.2014 gün ve 2014/50 D.iş sayılı arama kararında, sanık ve babasının üzerinde ve sanığın babasının “… Mahallesi … Caddesi No:83” sayılı ikamet adresinde arama yapılmasına karar verildiği, sanığın babasına ait bu adreste yapılan arama sonucu suç unsuruna rastlanılmadığı; suça konu silahın bulunduğu sanığa ait … Mahallesi … Sokak No:14 sayılı yerde ise arama yapılabileceğine ilişkin usulüne uygun bir arama kararının bulunmadığı halde, anılan yerde yapılan arama ve elkoyma işlemlerinin hukuka aykırı olduğu, ele geçirilen suç eşyasının hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş delil olmasından dolayı hükme esas alınamayacağı gözetilmeden, sanık hakkında atılı suçtan yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
Yasaya aykırı, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.01.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/16362 Karar : 2016/1335 Tarih : 7.03.2016
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Olay tutanağının içeriğine göre, hakkında daha önceden işlem yapılması nedeniyle tanınan sanığın görülmesi üzerine takip edildiği soruşturma aşamasında hakkında ayırma kararı verilen…`ye ait araca binip bir süre sonra park halinde bulunan aracın yanına gidildiğinde araç içerisinde suça konu maddelerin ele geçirildiği anlaşılmaktadır.
CMK`nın 116 ve 119. maddelerine göre “adli arama”, şüphelinin veya sanığın yakalanması ya da suç delillerinin elde edilmesi için yapılan aramadır. Somut bir suçun işlendiği şüphesi varsa adli arama yapılabilir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu`nun 2013/610, 2014/512, 2013/841, 2014/513 ve 2014/166-514 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere;
adli arama kararı gerektiren olayda arama kararı alınmadan arama yapılması hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan deliller ya da suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK`nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi ve 289. maddesinin 1. fıkrasının (i) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Somut olayda sanık hakkında daha önce işlem yapılması ve uyuşturucunun bulunduğu umulan paketin görülmesi nedeniyle, faili belli olan bir suçun işlendiği konusunda şüphe oluşmuştur. CMK`nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde “adli arama kararı” alınmadan, sanığın da içerisinde bulunduğu tanık …ye ait araçta arama yapılması hukuka aykırıdır. Bu arama sonucu bulunan uyuşturucu maddelerin ise hem “suçun maddi konusu” hem de “suçun delili” olup “hukuka aykırı yöntemle elde edildiğinden hükme esas alınamaz.”
Sanık açısından hukuka uygun olarak elde edilmiş bir uyuşturucu veya uyarıcı madde olmadığından, suçun maddi konusunun da bulunmadığı kabul edilmelidir. Bu durumlara bağlı olarak, dosyada bulunan diğer deliller birlikte değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Kabule göre :
2-Mahkemenin gerekçesinin oluş ve kabulüne göre araç içerisinde hukuka aykırı yöntemle ele geçirildiği belirlenen uyuşturucu madde dışında sanık tarafından aracın dışına 1 adet fişek halinde uyuşturucu maddenin atıldığı kabul edilmekle, aracın dışında olduğu kabul edilen maddenin ele geçip geçmediğinin belirlenmesi, ele geçmiş ise madde üzerinde uzmanlık raporu alınarak sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği halde eksik kovuşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
3- Ankara adli emanetinin 2015/7545 sırasında kayıtlı paranın 20 TL’sinin suçtan elde edildiği belirtilerek müsaderesine karar verilmiş ise de olay tutanağının içeriğine göre 20 TL’nin …‘nün elinde olduğunun yazıldığı, emanet makbuzunda da diğer sanık …dan zaptedildiğinin yazılmış olması, …hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan evrakın tefrik edildiğinin anlaşılması karşısında sözü edilen 20 TL paranın sanık…`tan müsadere edilemeyeceğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık ve müdafinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 21. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/4992 Karar : 2016/3116 Tarih : 5.04.2016
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
1- Sanık hakkında, özürlülük derecesi düşük olan değişik şahıslara malullük maaşı bağlanmasını sağlamak, 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanunda öngörülen imkanlardan istifade ettirmek ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nda belirlenen vergi muafiyetlerinden yararlandırmak maksadıyla değişik şahıslara özürlülük derecelerini yüksek gösteren sahte sağlık kurulu raporlarını menfaat karşılığı temin ettirdiğine yönelik istihbari bilgilerin alınması üzerine soruşturmaya başlanıldığı, bu kapsamda …. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 25.12.2007 gün ve 2007/1438 Değişik İş sayılı kararı ile sanığın “rüşvet, evrakta sahtecilik ve suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçlarını işlemekte olduğuna ilişkin kuvvetli şüphenin bulunduğu ve başka suretle delil elde etme imkânının bulunmadığı kabul edilerek … ve … numaralı cep telefonlarının 3 ay süre ile iletişimin tespit ve dinlenilmesi kararı verildiği, daha sonra… Sulh Ceza Mahkemesi’nin 24.03.2008 gün ve 2008/360 Değişik İş sayılı kararı ile de anılan numaralara ilişkin verilen kararın 3 ay süreyle daha uzatılmasına dair ek karar verildiği, 29.04.2008 günü kolluk tarafından sanığın ve haklarından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen temyiz dışı sanıkların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda …, …, … ve … haklarında sahte olarak düzenlettirildiği iddia olunan sağlık kurulu raporlarının sanık ile bağlantısına ilişkin herhangi bir delil elde edilemediği gibi yargılama sırasında diğer sanık savunmaları ve dinlenen tanık beyanları ile de bu konuda her hangi bir tespit ve bulgu elde edilememesine rağmen mahkemece yargılama sonucunda anılan iletişimin tespiti ve dinlenmesine dair kararları uyarınca elde edilen kayıtlar sübut delili olarak kabulü ile hükme dayanak yapılarak sanığın resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyetine karar verilmiş ise de; sübuta dair tüm deliller gibi iletişimin tespiti neticesinde elde edilen görüşmelere ilişkin tutanakların da delil olarak kullanılabilmesi için CMK’nun 206/2-a ve 217/2. maddeleri gereğince hukuka uygun olarak elde edilmiş olması gerektiği cihetle; suç tarihinden yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK’nun 135/6 maddesindeki “Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir” şeklindeki düzenleme ile hangi suçlar yönünden iletişimin tespiti kararı verilebileceğinin tek tek sayıldığı ve uygulamada bu suçların katalog suç kavramı ile tanımlandığı, 6. fıkranın (a) bendinde sayılmayan başka bir ifade ile katalog kapsamına girmeyen suçlar yönünden iletişimin tespiti, dinlemesi ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesinin yapılamayacağı ancak buna rağmen katalog kapsamına girmeyen suçlar yönünden alınan iletişimin tespitine yönelik kararların uygulanması sonucu elde edilen kayıtlarının ayrıntısı Yargıtay Ceza Genel Kurulu`nun, 13.6.2006 gün ve 2006/4 MD-122-162
sayılı kararında da açıklandığı üzere hukuka aykırı elde edilen delil olduğunun kabulü gerekeceği, buna göre somut olayda; iletişimin tespitine yönelik kayıtlara dayanılarak mahkumiyet kararı verilen “resmi belgede sahtecilik” suçunun 5271 sayılı CMK’nun 135/6 maddesinde sayılan katalog suçlardan olmadığı, anılan maddede sayılan suçlardan birine dönüşme olanağının da bulunmadığı, her ne kadar iletişimin tespiti kararları anılan maddede sayılan “rüşvet ve suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçlarından alınmış ise de, soruşturma sonucunda “rüşvet” suçundan herhangi bir kamu davasının açılmadığı, “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçundan açılan davada ise delil yetersizliğinden beraat kararı verildiğinden, anılan iletişimin tespitine ilişkin kayıtların CMK`nun 135/6-a bendindeki katalog kapsamında bulunmayan “resmi belgede sahtecilik” suçu yönünden hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil olduğu, hukuka aykırı biçimde elde edilen delillerin, Türk Ceza Yargılaması Hukuku sisteminde hükme esas alınamayacağı dolayısıyla dosya kapsamında hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen bu kayıtlar dışında bulunan diğer delillerin değerlendirilmesi sonucu sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden hukuka aykırı delil niteliğindeki kayıtların esas alınması suretiyle yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması,
2 - Kabule göre de;
a- Ayrıntısı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.04.2014 gün, 2013/11-397 Esas, 2014/202 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, belgelerde sahtecilik suçunun hukuki konusunun “kamu güveni” olduğu cihetle, sanığın, haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen …, … ve …`ya aldırdığı sahte raporların tarihleri ve aralarındaki zaman farkı birlikte dikkate alındığında, eylemlerinin bir suç işleme kararının yerine getirilmesi amacıyla kanunun aynı hükmünü, kısa zaman aralıkları içerisinde, birkaç kez ihlal etmek suretiyle zincirleme resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu, ancak sanığın güttüğü amaç ve saik, suç konusunun önemi kastın yoğunluğu ve sahte belge çeşitliliği dikkate alınarak temel cezanın alt sınırdan uzaklaşarak tayin ve tespitinin gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde anılan üç rapor yönüyle ayrı ayrı mahkumiyet hükmü tesis edilmesi,
b- 5271 sayılı CMK`nun 5728 sayılı Yasa ile değişik 231/5. maddesi uyarınca 2 yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına ilişkin mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmamış bulunması, mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması ve suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekmektedir. Buna göre adli sicil kaydı bulunmayan sanığın hukuksal durumunun belirtilen yasal ölçütlere göre değerlendirilmesi yerine “sanık … hakkında koşulları oluşmadığından CMK 231/5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına,” denilmek suretiyle yasal olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi,
c- Adli emanete kayıtlı bulunan suça konu belgelerin akıbeti hakkında bir karar verilmemesi, yasaya aykırı,
d- T.C. Anayasa Mahkemesi`nin, TCK’nın 53. maddesine ilişkin olan, 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı iptal kararının 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış olmasından kaynaklanan zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 05.04.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
İletişimin tespiti, dinlenilmesi ve kayda alınmasına ilişkin kayıtların, hükme esas alınarak mahkumiyet kararı verilebilmesi için CMK`nun 206/2-a ve 217/2. maddeleri gereği hukuka uygun olarak elde edilmiş olmaları gerekir.
Somut olayımızda; Sanık … hakkında, rüşvet, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve evrakta sahtecilik suçlarından yapılan soruşturma sırasında; …. Sulh Ceza Mahkemesinden usulüne uygun alınan kararda, sanığın …, numaralı telefonlarının 3 ay süre ile iletişiminin tespiti, dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verildiği, aynı yer 2. Sulh Ceza Mahkemesinin kararı ile bu sürenin 3 ay uzatılmasına karar verildiği, anılan kararlarda usul ve yasaya aykırı bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, elde edilen iletişimin tespitine ait kayıtların yasal olmadığı, hukuka aykırı olduğu söylenemez.
Burada çözülmesi gereken ilk sorun, CMK 135/8. maddesi kapsamında sayılan katalog suçlardan olan “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçunun soruşturması esnasında mahkemeden usulüne uygun olarak alınan karara dayanılarak ve hukuka uygun olarak elde edilen iletişimin tespitine ilişkin kayıtlara istinaden açılan dava neticesinde, anılan maddede sayılan bu katalog suçlarla ilgili mahkumiyet kararı verilmemesi halinde, bu delillerin hukuka aykırı hale gelip gelmeyeceğine ilişkindir. İkinci sorun ise; iletişimin tespitine esas olan katalog suç hakkında beraat karar verilmesi durumunda, dosyadaki diğer deliller ile mahkumiyet hükmü kurulup kurulamayacağına dairdir.
Ceza ve Usul Yasalarımızda, hukuka uygun olarak elde edilen iletişimin tespitine ilişkin kayıtların mahkumiyete yeterli olmamaları durumunda hukuka aykırı hale geleceklerine ve katalog suç hakkında beraat kararı verilmesi üzerine de iletişimin tespiti dışındaki diğer delillerin değerlendirme dışı kalacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.
…. Asliye Ceza Mahkemesinin dava dosyası ve ekleri incelendiğinde; sanık … … savunmasında, “ben polikliniklerin yerini bildiğim ve bazı hastaların işlerini kanuni prosedürü bildiğim için bu kişilere yardımcı oluyordum. Bu kişilerden 100-200 TL almışımdır.” diyerek bazı hastalardan para aldığım kabul ettiği,
Sanık … Yaylanın, “yeğenim MY`ye rapor almak İçin komşumuz … aracılığıyla … İle İrtibata geçtik. Amacımız hak kaybını gidermekti. … … ile telefonla görüşmüş, … yol göstermek için bir miktar para istemiş, bunun için biz de bu alışverişten vazgeçtik. Zira bizim hastamızın zaten sakatlığı vardı, dolayısıyla yeniden para ödemek istemedik.” dediği,
Tanık İ. …nın ifadesinde, “babası olan MD adına özürlü aracı alıp ÖTV ödememek için %90 özürlülük raporu gerektiğini, bu raporu almak için … ile görüştüğünü, sanığın 2.000 TL istediğini, en son olarak 1.750 TL para talep ettiğini” beyan etmiştir.
… ve diğer bir kısım tanıklar benzer şekilde beyanlarda bulunarak, sanık …`in kendisini hastanede çalışan biri olarak tanıttığı ve özürlü raporu almak isteyen kişilere rapor temin ettiği ve bu raporlar karşılığında da menfaat sağladığı belirlenmiştir.
Sanık … … yardımı ile alındığı kabul edilen …, …, … ve …`ın raporlarının, içerik itibarıyla gerçeğe aykırı ve sahte olduğu, soruşturma sırasında hakem hastaneden alınan raporlarla suça konu raporlar arasında bariz farklar bulunduğu tespit edilmiştir.
Sanık …`in, hastaneye gelip muayene ve rapor almak isteyenlere yardımcı olduğuna ve bu kişilerden para aldığına ilişkin ikrarı, sanığın yardımcı olduğu kişilerden para istediğini belirten tanık-sanık beyanları, suça konu raporların içerik itibarıyla sahte olarak düzenlendiğine dair hakem hastaneden alınan raporlar gibi delillerin mahkemece değerlendirilmesi ve bunlara dayanılarak mahkumiyet hükmü kurulmasını engelleyen bir yasa metni bulunmamaktadır. Bu nedenle, çoğunluğun, dosyadaki delillerin, “resmi belgede sahtecilik suçu yönünden hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiğine ve Türk Ceza Yargılaması Hukuku sisteminde hükme esas alınamayacağına” ilişkin (1) nolu bozma gerekçesinin yasal olmadığı kanaatindeyiz.
Açıklanan nedenlerle; … .. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/442 E. 2012/437 K. sayılı kararının bozulmasına ilişkin çoğunluğun (1) nolu gerekçesine katılmamaktayız.
YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas: 2016/2625 Karar: 2017/744 Tarih: 26.01.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın , kişilerin özel yaşamlarının ve haberleşmenin gizliliği ilkeleri güvence altına alınmış, kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiş, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 119/1. maddesinde Hakim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının, Cumhuriyet Savcısına ulaşılamayan hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlilerinin arama yapabileceği, ancak; konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının yazılı emri ile arama yapmanın mümkün olacağı düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 206/2-a ve 217/2. maddelerinde de yasa ve hukuka aykırı delillerin hükme esas alınamayacağı öngörülmüştür.
Somut olayda; 12.10.2012 günü saat 04:35 sıralarında ilçe haber merkezinin Devlet Karayolu 21 sokak No:50 Sayılı yerde kumar oynandığının bildirilmesi üzerine olay yerine intikal eden kolluk görevlilerinin sanığın, abisinin bekar evi olduğunu söylediği konuta girerek suça konu kumar malzemelerini ele geçirdiği, yetkili merciilerce usülüne uygun verilmiş bir arama kararı bulunmadan hukuka aykırı olarak ele geçen deliller dışında sanığın atılı suçu işlediğine dair hukuka uygun olarak elde edilmiş, mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil elde edilemediğinden sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı, Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 26.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/14678 Karar : 2016/809 Tarih : 16.02.2016
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Gereği görüşülüp düşünüldü :
1- Sanık İ.. Y.. hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçu yönünden verilen hükmün incelenmesinde;
1-Olay tutanaklarının içeriklerine göre, 06/08/2010 tarihinde kolluk görevlilerince, sanığın yolcu olarak bulunduğu 09 M …plakalı minibüsün durdurulup önleme arama kararına istinaden yapılan aramada sanığın çantasında 820 gram esrar ele geçirildiği anlaşılmaktadır.
CMK`nın 116 ve 119. maddelerine göre “adli arama”, şüphelinin veya sanığın yakalanması ya da suç delillerinin elde edilmesi için yapılan aramadır. Somut bir suçun işlendiği şüphesi varsa adli arama yapılabilir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/610, 2014/512, 2013/841, 2014/513 ve 2014/166-514 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; adli arama kararı alınmasını gerektiren olayda arama kararı alınmadan arama yapılması hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan ve suçun maddi konusunu oluşturan deliller ya da suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, ikrar bulunsa bile Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK`nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Somut olayda, sanık hakkında istihbari bilgi bulunması nedeniyle failleri belli olan bir suçun işlendiği konusunda şüphe oluşmuştur. CMK`nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde “adli arama kararı” alınmadan, arama yapılması hukuka aykırıdır. Bu arama sonucu bulunan uyuşturucu madde ise hem “suçun maddi konusu” hem de “suçun delili” olup “hukuka aykırı yöntemle elde edildiğinden hükme esas alınamaz.”
Sanık açısından hukuka uygun olarak elde edilmiş bir uyuşturucu veya uyarıcı madde olmadığından, isnat olunan suçun maddi konusu olan uyuşturucu maddenin hukuka aykırı yöntemle elde edilmesi nedeniyle hükme esas alınamayacağı ve buna bağlı olarak suçun unsurunun oluşmayacağı gözetilerek, sanık hakkında arama yapılmadan önce alınmış adli arama kararının ya da yazılı arama emrinin olup olmadığı araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
2-Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih ve E.2014/140; K.2015/85 kararının Resmi Gazetenin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması nedeniyle TCK`nın 53. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün ( BOZULMASINA ), 2- Sanık T.. G.. hakkında verilen hükmün incelenmesinde;
1-Olay tutanaklarının içeriklerine göre, 21/08/2010 tarihinde kolluk görevlilerince, sanığın yolcu olarak bulunduğu otobüsün durdurulup önleme arama kararına istinaden yapılan aramada sanığın çandasında ve yanındaki arkadaşı olan hakkında uyuşturucu ticareti suçundan tefrik kararı verilen …elindeki siyah poşetten toplamda 4,233 kilo gram esrar ele geçirildiği anlaşılmaktadır.
CMK`nın 116 ve 119. maddelerine göre “adli arama”, şüphelinin veya sanığın yakalanması ya da suç delillerinin elde edilmesi için yapılan aramadır. Somut bir suçun işlendiği şüphesi varsa adli arama yapılabilir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/610, 2014/512, 2013/841, 2014/513 ve 2014/166-514 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; adli arama kararı alınmasını gerektiren olayda arama kararı alınmadan arama yapılması hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan ve suçun maddi konusunu oluşturan deliller ya da suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, ikrar bulunsa bile Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK`nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Somut olayda, sanık ve yanındaki arkadaşı …hakkında istihbari bilgi bulunması nedeniyle failleri belli olan bir suçun işlendiği konusunda şüphe oluşmuştur. CMK`nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde “adli arama kararı” alınmadan, arama yapılması hukuka aykırıdır. Bu arama sonucu bulunan uyuşturucu madde ise hem “suçun maddi konusu” hem de “suçun delili” olup “hukuka aykırı yöntemle elde edildiğinden hükme esas alınamaz.”
Sanık açısından hukuka uygun olarak elde edilmiş bir uyuşturucu veya uyarıcı madde olmadığından, isnat olunan suçun maddi konusu olan uyuşturucu maddenin hukuka aykırı yöntemle elde edilmesi nedeniyle hükme esas alınamayacağı ve buna bağlı olarak suçun unsurunun oluşmayacağı gözetilerek, sanık hakkında arama yapılmadan önce alınmış adli arama kararının ya da yazılı arama emrinin olup olmadığı araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
2-Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih ve E.2014/140; K.2015/85 sayılı kararının Resmi Gazetenin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması nedeniyle TCK`nın 53. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün ( BOZULMASINA ), 3- Sanık …hakkında verilen hükmün incelenmesinde;
1-Sanığın eşi ….evinde esrar bulundurduğu ve bu esrarı sattığı yönünde edinilen bilgi çerçevesinde sanığın evinde 04/09/2010 tarihinde arama yapıldığı, evde yapılan aramada, ele geçirilen toplam net miktarı 112,72 gramdan ibaret esrarı, satma veya başkasına verme hatta kullanmak için bulundurduğuna ilişkin her türlü şüpheden uzak kesin inandırıcı delil elde edilemediği, sanığın beraatine karar verilmesi gerekir ekin, yazılı şekilde hüküm kurulması,
2-Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih ve E.2014/140; K.2015/85 sayılı kararının Resmi Gazetenin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması nedeniyle TCK`nın 53. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 23. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/12208 Karar : 2015/6214 Tarih : 5.11.2015
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca; gerekçeli kararın sanık M.. İ..`in talimatla savunmasını yaptığı 04/12/2013 tarihli duruşmada beyan ettiği adrese tebliğ edilmesi gerekirken, doğrudan mernis adresine tebliğ edilmesi geçersiz ve öğrenme üzerine 05/06/2014 havale tarihli dilekçe ile yapılan temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü ile temyiz isteminin reddine dair 30/04/2014 tarihli ek kararının kaldırırak yapılan incelemede;
Sanıkların, hakkındaki hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet kararı onanarak kesinleşen M. A. İ.`ın, şikayetçilerden Isparta Gümrük Müdürlüğüne teslim edilmek üzere teslim aldığı 180.000 USD bedelli 70 balya el dokuması halıyı uhdesine geçirmesi eylemine yardımcı olmak suretiyle hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediklerinin iddia olunduğu olayda;
Suç tarihinden sonra; Ağrı Sulh Ceza Mahkemesinin 23/09/2010 tarihli kararıyla sanık M.. İ.. ile M. A. İ.’ın TCK’nın 188. maddesindeki uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan CMK’nın 135. maddesine göre iletişimlerinin tespitine karar verildiği, dinleme kararı verilen sanık M.. İ.. ile haklarında iletişimin tespitine karar verilmeyip de tesadüfen dinlemeye takılan diğer sanıklar M.. İ.. ve B.. İ..’a isnat edilen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunun CMK’nın 135. maddesinde sayılan katalog suçlardan olmaması nedeniyle yapılan dinlemelerin yasak delil kapsamında olacağından CMK`nın 206. maddesi gereğince hükme esas alınamayacağı ve sanıkların suçu işlediklerine yönelik maddi bir delilin de olmadığı ve salt HTS kayıtlarının ise mahkumiyete yeterli delil vasfında olamayacağı nazara alındığında,
Mehmet Aşki İ…`ın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçuna iştirak ettiklerine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından beraatleri yerine dosya içeriğine uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle mahkumiyetlerine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş,sanıkların temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ),oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/7341 Karar : 2015/18560 Tarih : 7.09.2015
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;
Olay günü sanık İ.’ in işlettiği, diğer sanık M.’nın ise işçi olarak çalıştığı kahvehanede kaçak sigara bulunduğu yönünde yapılan ihbar üzerine Bakırköy 1.Sulh Ceza Mahkemesinin 10/04/2008 tarih ve 2008/704 d.iş sayılı arama-önleme kararına istinaden işyerinde yapılan aramada, işyerinin ocak kısmının altında 45 paket kaçak sigara ele geçirilmiştir. Sanık İ. aşamalarda, yakalanan sigaraların M.’ya ait olduğunu, sigaralarla ilgisinin olmadığını, sanık M. ise yine tüm aşamalarda, sigaraları içmek amacıyla bulundurduğunu beyan etmiştir. Mahkemece sanıkların 5607 sayılı Yasa`nın 3/5. maddesi gereği cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
Somut olayda önleme kararına istinaden arama yapılmış ise de;
Önleme aramasının kanuni dayanağını oluşturan 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu`nun 5681 sayılı Yasa ile değişik 9. maddesi, “Polis, tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla usulüne göre verilmiş sulh ceza hakiminin kararı veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde mülki amirin vereceği yazılı emirle; kişilerin üstlerini, araçlarını, özel kağıtlarını ve eşyasını arar; alınması gereken tedbirleri alır, suç delillerini koruma altına alarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre gerekli işlemleri yapar. Arama talep yazısında, arama için makul sebeplerin oluştuğunun gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir.
Arama kararında veya emrinde; a) Aramanın sebebi, b) Aramanın konusu ve kapsamı, c) Aramanın yapılacağı yer, ç) Aramanın yapılacağı zaman ve geçerli olacağı süre, belirtilir. Önleme araması aşağıdaki yerlerde yapılabilir: a) 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına giren toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapıldığı yerde veya yakın çevresinde. b) Özel hukuk tüzel kişileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları veya sendikaların genel kurul toplantılarının yapıldığı yerin yakın çevresinde. c) Halkın topluca bulunduğu veya toplanabileceği yerlerde. ç) Eğitim ve öğretim özgürlüğünün sağlanması için her derecede eğitim ve öğretim kurumlarının idarecilerinin talebiyle ve 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (A) bendindeki koşula uygun olarak girilecek yüksek öğretim kurumlarının içinde, bunların yakın çevreleri ile giriş ve çıkışlarında. d) Umumi veya umuma açık yerlerde. e) Her türlü toplu taşıma araçlarında, seyreden taşıtlarda. Spor karşılaşması, miting, konser, festival, toplantı ve gösteri yürüyüşünün düzenlendiği veya aniden toplulukların oluştuğu hallerde gecikmesinde sakınca bulunan hal var sayılır.
Konutta, yerleşim yerinde ve kamuya açık olmayan işlerinde ve eklentilerinde önleme araması yapılamaz.
Polis, tehlikenin önlenmesi veya bertaraf edilmesi amacıyla güvenliğini sağladığı bina ve tesislere gelenlerin; herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın, üstünü, aracını ve eşyasını teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile kontrol etmeye ve aramaya yetkilidir. Bu yerlere girmek isteyenler kimliklerini sorulmaksızın ibraz etmek zorundadırlar. Milletlerarası anlaşmalar hükümleri saklıdır.
Önleme aramasının sonucu, arama kararı veya emri veren merci veya makama bir tutanakla bildirilir.” hükmünü öngörmüştür. Önleme aramasına ilişkin ilkeler Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/9-610 esas, 2014/512 karar ve 25/11/2014 tarihli kararı ile yine aynı günlü 2013/9-841 esas 2014/513 sayılı kararlarında, “1- Makul bir sebep yokken belirli periyotlarla yenilenerek birbirini takip edecek şekilde süreklilik gösterecek ve genel arama izlenimi verecek arama kararı verilmesi hukuka aykırıdır. 2- Suç şüphesinin ortaya çıkmasından sonra 5271 sayılı CMK kuralları uygulanması gerektiğinden, arama işleminin önceden alınmış bulunan önleme araması kararına göre değil CMK. kurallarına göre icra edilmesi gerekmektedir. 3- Önleme araması mahiyeti gereği en kısa zamanda tamamlanmalıdır” şeklinde belirtilmiştir. Bu doğrultuda sanık İ.` in işlettiği kahvehanede ihbar üzerine kaçak sigara bulunduğu bilgisinin elde edildiği, Cumhuriyet savcısına haber verilmeden ihbarda belirtilen suçun delillerinin elde edilmesi amacıyla Bakırköy 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10/04/2008 tarih ve 2008/704 d. iş sayılı Önleme Araması kararına istinaden işyerinin arandığı ve gümrük kaçağı sigaraların ele geçirildiği, hakim, Cumhuriyet savcısı veya kolluk amiri tarafından verilmiş bir adli arama kararının bulunmadığı olayda;
5271 sayılı CMK’nın 2/e, 161 ve 2559 sayılı PVSK`nun Ek 6. maddeleri uyarınca bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenen kolluğunun derhal Cumhuriyet savcısına olayı haber verip emri doğrultusunda soruşturma işlemlerine başlaması gerekmekte iken usulüne uygun adli arama emri veya kararı almadan delil elde etmek amacıyla mevcut önleme araması kararı uyarınca yapılan arama işlemi açıkça hukuka aykırı olup bu arama sonucunda elde edilen delillerin hükme esas alınması mümkün değildir.
Hukuka aykırı arama sonucu ele geçen eşyanın yasak delil niteliğinde olması, bu eşyanın kaçak olmasının durumu değiştirmeyeceği, sanıkların sigaraları ticari amaçla aldığına dair herhangi bir ikrarı da bulunmadığı gözetilmeden Anayasa’nın 38/2, 5271 sayılı CMK’nun 206/2-a, 217/2, 230/1. madde ve fıkralarına göre hukuka aykırı surette elde edilen delillere dayanılarak yazılı şekilde 5607 sayılı Yasa`nın 3/5. maddesi gereği hüküm tesisi,
Sonuç:
Yasaya aykırı, sanıkların temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK`nın 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 07.09.2015 günü oybirliği ile, karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2010/1192 Karar : 2012/11385 Tarih : 14.11.2012
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Sanıklar hakkında rüşvet almak ve rüşvet vermek suçlarından kamu davası açıldığı, 3628 sayılı Yasanın 17 ve 18. maddelerine göre Hazinenin bu suçun zarar göreni olması sebebiyle davaya katılma ve Ceza Muhakemesi Kanununun mağdur ve katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağına sahip bulunduğu gözetilerek; CMK`nın 237/2. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının söz konusu suçlarla sınırlı olmak üzere davaya müdahil olarak kabulüne,
sanıkların üzerlerine atılı suç işlemek amacıyla örgüt kurmak suçundan doğrudan zarar görmeyen, bu nedenle davaya müdahil olarak katılma hakkı olmayan Maliye Bakanlığının bu suçtan kurulan hükmü temyiz hakkı bulunmadığından, vekilinin bu suça yönelik vaki temyiz istemi ile sanıklar … müdafiin yüzüne karşı verilen hüküm, sanıklar müdafii tarafından CMUK’nın 310. maddesinde öngörülen bir haftalık süreden sonra 17/02/2009 tarihinde temyiz edildiğinden, süresinde yapılmayan temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 317. maddesi gereğince REDDİNE, incelemenin sanık Gürsel Biçer müdafiin bu sanık hakkında görevi kötüye kullanma suçundan ve katılan Hazine vekilinin rüşvet almak ve vermek suçlarından kurulan hükümlere ilişkin temyiz itirazları ile sınırlı olarak yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
Sanık … hakkında verilen …Sulh Ceza Mahkemesinin 08/08/2006 tarih ve 2006/171-164 Değişik İş sayılı iletişimin tespiti kararının dosya arasında bulunmadığının anlaşılması üzerine, dosya kapsamından soruşturma aşamasında bu dosyadan tefrik edildiği anlaşılan …Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/16 Esas sayılı dosyasının UYAP ortamından yapılan sorgulamasında, Dairemizin 2010/9187 esasında kayıtlı olduğunun tespiti üzerine iş bu dosya içerisinde bulunan …Sulh Ceza Mahkemesinin 08/08/2006 tarih ve 2006/171-164 Değişik İş sayılı kararından bir suret alınarak dosya arasına konulduktan sonra yapılan incelemede;
Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12/06/2007 gün ve 2006/5.MD-154/145 sayılı Kararında belirtildiği üzere; rüşvet suçu 5271 sayılı CMK’nın 135/6. fıkrasında yer aldığından, bu suç ve nitelik değiştirmesi olanağı bulunan suçlar yönünden de iletişimin tespiti suretiyle elde edilen delillerin CMK’nın 138/2. maddesi uyarınca hakkında iletişimin tespiti kararı bulunmayan kişiler için de yasal delil olarak kabul edileceğinden sanık … hakkında …Sulh Ceza Mahkemesinin 08/08/2006 tarih ve 2006/171-164 Değişik İş sayılı iletişimin tespiti kararı kapsamında diğer sanıklar hakkında CMK`nın 138/2. maddesine göre elde edilen delillerin yasal delil niteliğinde bulunduğu kabul edilmekle;
Sanıklar Hasan Ş…, Adem Y… ve Kenan G… hakkında kurulan hükümlere ilişkin yapılan incelemede,
Sanıkların savunmaları, iletişimin tespitine ilişkin kayıtlar ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle atılı suçtan verilen beraet hükümleri usul ve kanuna uygun olduğundan katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,
Sanıklar … hakkında kurulan hükümlere ilişkin yapılan incelemeye gelince,
Her ne kadar mahkemece sanık …dışındaki sanıklar hakkında usulüne uygun iletişimin tespiti kararı bulunmadığı, sanık …’in iletişiminin tespiti ve kayda alınması sırasında diğer sanıkların …ile konuşmalarının kayıt altına alındığı bu nedenle usulüne uygun olmayan telefon kayıtlarının CMK’nın 206/2-a, 217. maddeleri gereğince hükme esas alınamayacağı gerekçesiyle sanıkların beraetlerine karar verilmiş ise de; yukarıda bahsedilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı dikkate alındığında, sanık …hakkındaki …Sulh Ceza Mahkemesinin 08/08/2006 tarih ve 2006/171-164 Değişik İş sayılı iletişimin tespiti kararı kapsamında diğer sanıklar hakkında CMK`nın 138/2. maddesine göre elde edilen delillerin yasal delil niteliğinde bulunduğu gözetilmeden yazılı gerekçelerle hüküm kurulması,
Kabule göre de;
Sanık …. açısından, Suçun 5237 sayılı TCK`nın 53/1-a maddesindeki yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesine rağmen sanık hakkında aynı Yasanın 53/5. madde ve fıkrası gereğince cezanın infazından sonra başlamak üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Hükümden sonra 19/12/2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Kanunun 1. maddesi ile TCK’nın 257/1-2. madde-fıkralarında yer alan “kazanç” sözcüğünün “menfaat” olarak değiştirilmesi ve bu fıkralarda öngörülen cezaların alt ve üst sınırlarının da indirilmesi; Yine hükümden sonra 08/02/2008 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesinin 1. fıkrası ile değişik CMK’nın 231/5. maddesinde hapis cezası için öngörülen sınırın 2 yıla çıkarılması ve anılan maddenin 2. fıkrası ile de 231/14. maddesindeki soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı suç olma koşulunun kaldırılması; Bu maddenin 6. fıkrasına 25/07/2010 tarihinde yürürlüğe giren 6008 sayılı Yasanın 7. maddesi ile eklenen cümle de gözetildiğinde, TCK`nın 7/2. madde-fıkrasındaki “suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur” hükmü karşısında sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafii ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2017/16-956 Karar: 2017/370 Tarih: 26.09.2017
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Sanıklar M. Ö. ve M. B.’in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2 ve 3713 s. Kanunun 5/1 inci maddeleri uyarınca 9 yıl hapis; görevi kötüye kullanma suçundan TCK’nın 257/1 inci maddesi uyarınca 1 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, her iki suç yönünden TCK’nın 53,, 58/9, 63 üncü maddeleri uyarınca hak yoksunluklarına, mahsuba ve cezalarının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince verilen 24.04.2017 gün ve 3-3 sayılı hükümlere yönelik sanıklar ve müdafileri tarafından kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 14.07.2017 gün ve 5 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanıklar M. Ö. ve M. B. hakkında “hükümete karşı suç” ve “gizliliğin ihlali” suçlarından kurulan beraat hükümleri temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup inceleme, her iki sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve görevi kötüye kullanma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümleriyle sınırlı olarak yapılmıştır.
25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ( AİHS ) Ek 7 nolu Protokolünün 2 nci maddesinde; ilgili kişinin hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğunun belirtilmesi, CMK’nın 304 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının; ilk derece mahkemesi tarafından verilen ve doğrudan temyiz yolu açık bulunan hükümlere ilişkin usul kurallarını ihtiva etmesi ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 41 inci maddesinin ikinci fıkrasıyla aynı Kanunun 15 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, ilk derece mahkemesi olarak Özel dairelerce verilen hükümlerin Ceza Genel Kurulunca temyiz yoluyla inceleneceğinin belirtilmesi karşısında; sanıklar hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerinin “temyiz” kanun yoluna tabi olduğu ve inceleme konusu olayda Bölge Adliye Mahkemesi denetiminden geçen bir hüküm bulunmaması da gözetildiğinde; temyiz incelemesinin hukuki denetimle sınırlı olmadığı kabul edilmiştir.
Hükmolunan ceza süreleri yönünden yasal şartları oluşmadığından sanıklar ve müdafilerinin duruşmalı inceleme istemlerinin CMK’nın 299 uncu maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar M. Ö. ve M. B. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve görevi kötüye kullanma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay tarihinde sanık M. Ö.’in İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinde, sanık M. B.’in ise İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinde hakim olarak görev yaptıkları,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan ve kamuoyunda “22 Temmuz”, “Casusluk”, “Yasa Dışı Dinleme”, “17-25 Aralık Kumpas”, “Selam Tevhid’de Kumpas”, “Tahşiye Grubuna Kumpas” ve “Emniyetteki Paralel Yapı Soruşturmaları” olarak bilinen yedi ayrı soruşturma dosyasında, tutuklu bulunan biri gazeteci diğerleri emniyet görevlisi altmış üç şüphelinin tahliyelerine karar verildiği olayda, uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle tahliye kararları verilmesine kadar gelişen sürecin irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.
Sulh ceza mahkemeleri yerine sulh ceza hakimlikleri ihdas edilmesine ilişkin 5235 s. Kanunun 6545 s. Kanunun 48 inci maddesiyle değiştirilen 10. maddesi ile, bu hakimliklerin kararlarına karşı yapılan itirazların yine bir sulh ceza hakimliği tarafından incelenmesini öngören 5271 s. Kanunun 268 inci maddesinin üçüncü fıkrasının 6545 s. Kanunun 74 üncü maddesiyle değiştirilen ( a ) ve ( b ) bentlerinin iptali için açılan davada Anayasa Mahkemesince 14.01.2015 gün ve 164-12 sayı ile; sulh ceza hakimliklerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına uygun olarak teşkilatlandırıldıkları ve bu hakimliklerin kararlarına karşı yapılacak itirazların da uzmanlaşma ve yeknesaklığın sağlanması amacıyla aynı hakimliklerce incelenmesini öngören kuralların hukuk devleti ilkesi ve adil yargılanma hakkını zedelemediği gerekçesiyle iptal isteminin reddine karar verildiği, söz konusu kararın 22.05.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlandığı,
İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M. B.’in, 04.03.2015 tarih ve 2015/56 değişik iş sayı ile; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/41637 sayılı soruşturma dosyasında şüpheli olan Y. A. müdafiinin, tutuklama ve tutukluluğun gözden geçirilmesi kararlarını veren sulh ceza hakimlerinin reddi talebini, hakimlerin heyet olarak ve topluca reddedilmesinin mümkün olmadığı, hangi somut işe bakacak olan hakimin reddinin istendiğinin açıkça belirtilmediği gerekçesiyle reddettiği,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda bahsi geçen soruşturma dosyalarında tutuklu bulunan altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmadığı, tutuklama kararı veren sulh ceza hakimliklerinin doğal hakim ilkesine aykırı olduğu, bağımsız ve tarafsız olmadıkları, soruşturma dosyalarına erişim haklarının engellendiği hususlarında yaptıkları bireysel başvuru üzerine Anayasa Mahkemesince 08.04.2015 gün ve 14061 sayı ile; başvurucuların iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunduğuna karar verildiği, söz konusu kararın 08.07.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlandığı,
Anlaşılmaktadır.
Bu aşamada; somut olaya ilişkin bilgi ve belgelerin ayrıntılı olarak açıklanması gerekmektedir.
FETÖ/PDY ( Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması ) silahlı terör örgütü mensuplarının, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakma, itibarsızlaştırma ve hükümetin El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokma amacıyla örgüt faaliyeti kapsamında gerçekleştirdikleri iddia edilen çeşitli eylemleriyle ilgili olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, silahlı terör örgütüne üye olma gibi çok sayıda suçtan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan 2014/40810-41637-69722-86706-115949-118651-133596 sayılı beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında, biri gazeteci diğerleri emniyet görevlisi altmış üç şüphelinin tutuklu bulunduğu,
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in 19.04.2015 pazar günü, “www.h..org” isimli internet sitesinde yayınlanan “Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları” başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasında;
“… şayet en mübarek insanlar hırpalanmışlarsa, preslerden geçmişlerse, dibeklerde adeta dövülmüşlerse şayet siz vareste iseniz bundan ne ölçüde vareste bazılarınız çeker bazılarınız onların çektiğini paylaşır vareste değil bunlar onların ıstıraplarını o da ruhunda duyar. O mevzuda yapılması gerekli olan şeyler mevzuunda bir küheylan gibi şahlanır, bir üveyik gibi kanatlanır Allah’ın izni inayetiyle paylaşıyor demektir bu da. Evet birileri içeride medrese-i yusufiye yaşarlar berikiler de dışarıda oturur kalkar onlara dualar ederler. Allah’ım onları en çabuk zamanda çok rahatlıkla salıver Allah’ım, salıver onlarla beraber bir sürü aileyi kırk bin tane aileyi elli bin tane aileyi yüz bin tane aileyi belki on milyon aile de mi on milyon, on milyon aileyi sevindir Allah’ım. Bu on milyon ailenin sevinmesi meleği alanın sakinlerinin de sevinmesi demektir. Ha bu arada..niye bu böyle oldu diye üzülecekler. İnşallah iman ediyorlarsa Allah’a o üzülmede onların günahlarının kefareti olur. Biz onu da düşünürüz. Evet dedikleri olmadığından dolayı bağışlayın onlarda tuh derler keşke daha başka sistemler kullansaydık. Bunlar..salıverilmeseydi, biz de böyle onlardan intikam aldığımız mülahazasıyla oturup kalkıp oh oldu falan deseydik. Üzüntü duydukları zaman inşallah o üzüntü onların o Kaf dağından ağır günahlarına kefaret olur. Allah onların da günahlarını kefaret olabilecek şeyleri onları hidayet eylesin. Genel ahlakımız bu. Bir kısım densizler özür dilerim densiz mi çıktı ağzımdan. Bazen..efendim mantığa aykırı dil beyanda bulunuyor mantığın önüne geçiyor dil diyebilirler burada. Bir mülaneyi efendim bir mübahaleyi belki bir yönüyle muhaveleyi karşılıklı hangimiz haksızsak onu Allah’a havale ediyoruz demek muhavele. Bunu beddua kabul edip de böyle bir meseleden dolayı ne çekirdeği? Kabak çekirdeği mi? İncir çekirdeği, en küçüğü o. İncir çekirdeği nevi’nden meseleleri dava mevzu yapıp acaba bununla bunlara bir örgüt diyebilir miyiz? Beddua değil bir örgüt diyebilir miyiz? Bence böyle insanlar varsa bu yaptıkları mesaviden dolayı bize düşen şey Allah’ım bunları hidayet eyle demek ve bir de sabredemezsek belki sabredemediğimiz takdirde Allah, Allah cinnetin bu seviyesi de varmış demek falan ama ben bu mülahazaya da girmenizi de istemem şahsen haddim değil didaktik şeylerden de hoşlanmam ama böyle bir mülahazaya da girmeyelim yani Allah Allah cinnet kokuyor bu mesele çünkü hiçbir mantıki yanı yok..” şeklinde talimat verdiği,
20.04.2015 pazartesi günü İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin bir gün süreyle muhabere nöbetçisi olduğu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda belirtilen yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu bulunan altmış üç şüphelinin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesine, İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimlerinin ( 1,, 2,, 3,, 4,, 5,, 6,, 7,, 8,, 9 ve 10. ) reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi taleplerini içerir elli bir adet dilekçenin tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeden ve mahkeme kalemine teslim edilmeden doğrudan mahkeme hakimi sanık M. Ö.’e verildiği, sanık M. Ö.’in de aynı gün havale ettiği dilekçeleri uhdesinde tuttuğu, muhabere nöbetinin bitmesinden bir gün sonra 21.04.2015 salı günü zabıt katibi Ömer A.’a mesai bitimini müteakiben söz konusu dilekçelerin tamamını birleştirerek kaydetmesi talimatını verip söz konusu dilekçelerin 2015/92 değişik iş sayı ile tek numara üzerinden UYAP’a saat 18.08’de kaydedilmesini sağladığı,
HSYK Başmüfettişliğince tanzim edilen inceleme tutanaklarında; toplam beş yüz doksan dört adet klasörden oluşan ve tarafların dosya inceleme ve örnek alma yetkileri yönünden kısıtlama kararı bulunan söz konusu yedi soruşturma dosyasındaki tüm bilgi ve belgelerin, şüpheli müdafileri tarafından verilen dilekçeler ekinde yer almadığının belirlendiği,
İstanbul Adli Yargı İlk Derece Adalet Komisyonu Başkanlığınca, HSYK Başmüfettişliğine hitaben yazılan yazıya göre; asliye ceza mahkemeleri ve hakimlerine ilişkin nisan ayı nöbet listesinde, muhabere, yakalama ve tevziye ilişkin nöbet ayrımı yapılmadığı, ancak bu nöbet listesindeki sıraya göre, mahkemelerin mesai günlerinde kendi aralarında muhabere nöbeti tuttuğu, buna dair Komisyon Başkanlığınca düzenlenmiş herhangi bir yazılı bildirim bulunmadığı, tevzi nöbetinin ise mahkemelerce kendi aralarında iki haftalık sürelerle tutulduğu, bu konuyla ilgili Komisyon Başkanlığının herhangi bir yazılı bildiriminin bulunmadığı,
Sanık M. Ö.’in, 21.04.2015 tarihinde resmi yazıyla reddi hakim talepleri konusunda sulh ceza hakimliklerinden görüş bildirmelerini istemesi üzerine;
a. İstanbul 1,, 2,, 3 ve 6. Sulh Ceza Hakimliklerince; reddi hakim taleplerinin, reddi istenilen hakimin görev yaptığı hakimlik yerine doğrudan İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesine yapılmasının CMK’nın 26 ncı maddesine aykırılık teşkil ettiği,
b. İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliğince; sulh ceza hakimliklerinin iş ve işlemlerine yönelik itirazın 6545 s. Kanunla değişik CMK’nın 268 inci maddesinde düzenlendiği, bu düzenlemeye göre de reddi hakim taleplerini incelemeye ve bu konuda karar vermeye sulh ceza hakimliğinin yetkili olduğu, itirazı değerlendirmeye yetkili mercinin ise takip eden numaradan sonra gelen numaraya sahip sulh ceza hakimliği olduğu, nitekim Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünce de bu yönde görüş bildirildiği, öte yandan reddi hakim sebepleri mevcut olsa dahi bu hususun öncelikle ilgili mahkeme ve hakimliğe yapılması gerektiği, ret talebinde bulunulan hakimlik veya mahkemece değerlendirme yapıldıktan sonra itiraz merciine gönderileceği, talebin doğrudan başka bir mahkemeye veya hakimliğe yapılamayacağı,
c. İstanbul 7 ve 8. Sulh Ceza Hakimliklerince; sulh ceza hakimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı, aksinin kabulü halinde önce asliye ceza hakimlerinin, sonra ağır ceza hakimlerinin, nihayetinde de adliyedeki tüm hakimlerin reddi gibi sonuçlar doğabileceği, soruşturma makamı olarak öngörülen tüm sulh ceza hakimlerinin reddedilip dosyanın soruşturma yetkisi bulunmayan hakim ya da mahkemeler önüne götürülerek sonuç alınmaya çalışılmasının kanunsuz olduğu, görüş talep eden ve aynı zamanda mercii yetkisi bulunmayan asliye ceza mahkemesinin hakim görevlendirme yetkisinin söz konusu olmayacağı,
Belirtilerek reddi hakim talebiyle ilgili olarak görüş bildirilmediği,
d. İstanbul 9 ve 10. Sulh Ceza Hakimliklerince; soruşturma aşamasında sulh ceza hakimi dışında başka bir mahkeme veya hakimin tutuklamayla ilgili karar vermesinin Ceza Muhakemesi Kanuna aykırı olduğu, ayrıca reddi hakim istemli dilekçelerdeki iddiaların hukuki dayanaktan yoksun olduğu, sulh ceza hakimliklerinin tümünün reddinin Anayasa ve kanunlara aykırı olduğu, bu nedenlerle şüpheliler ve müdafilerinin reddi hakim taleplerinin usul ve kanuna uygun bulunmadığı,
Belirtilerek reddi hakim talebinin reddine karar verilmesi şeklinde görüş bildirildiği, İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliğince ise bu hususta bir cevap verilmediği,
Öte yandan, sanık M. Ö.’in, 21.04.2015 tarihinde resmi yazıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından tahliye talepleri hakkındaki görüşüyle birlikte soruşturma dosyalarının gönderilmesini istediği,
a. 2014/40810-69722-86706-118651-133596 sayılı soruşturmaları yürüten Cumhuriyet savcıları tarafından 22.04.2015 tarihinde, 2014/41637 sayılı soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı tarafından da 24.04.2015 tarihinde; yasal düzenlemelere göre asliye ceza mahkemelerinin, sulh ceza hakimliklerinin bu nevi kararlarına yönelik itiraz incelemesi yapma ve tahliye hususunda karar verme yetkisinin bulunmadığı,
b. 2014/115949 sayılı soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Başsavcı vekili tarafından gönderilen 22.04.2015 tarihli yazıda ise; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 06.02.2015 tarihli görüş yazısı uyarınca reddi hakim taleplerinin, reddi istenilen hakimin görev yaptığı hakimliğe yapılması gerektiği, Ceza Genel Kurulunun 22.05.1978 gün ve 165-117 sayılı kararında da, Yargıtay Dairelerinin bütün üyelerinin toplu olarak reddedilemeyeceğinin belirtildiği göz önüne alındığında, soruşturma aşamasında sulh ceza hakimi dışında başka bir mahkeme veya hakimin tutuklamayla ilgili karar vermesinin Ceza Muhakemesi Kanununa aykırı olduğu, bu nedenle İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin talebinin usul ve kanuna aykırı bulunduğu,
Belirtilerek soruşturma dosyalarının gönderilmediği,
Sanık M. Ö.’in, cuma gününe denk gelen 24.04.2015 tarihinde 2015/92 değişik iş sayı ile; şüphelilerin müdafilerinin dilekçe ve ekleriyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve sulh ceza hakimliklerinden gelen yazı cevapları üzerinden inceleme yaptığını belirterek;
“Anayasa Mahkemesinin, sulh ceza hakimliklerinin kuruluşunu öngören 18.06.2014 tarihli ve 6545 s. Kanunun 48, 74 üncü maddelerinin Anayasaya aykırılık talebini reddetse de yetki itirazı, kapalı devre yargı sistemi oluşturduğu yönündeki iptal talebi konusunda henüz bir karar vermediği..
-Yürütme organlarının, sulh ceza hakimlikleri kurulmadan önce ve sonra sulh ceza hakimlikleri konusunda basına yansıyan söylemleri,
-Sulh ceza hakimliklerindeki sorgu aşamasında basına da yansıyan bir kısım iddialar,
-Sulh ceza hakimliklerine atanan hakimlerden bir kısmının görevi kabulden imtina etmeleri, tutuklama kararı vermeyen ya da tahliye kararı veren sulh ceza hakimlerinin yetkilerinin değişmesi,
-Sulh ceza hakimlikleri kurulduktan sonra çeşitli soruşturmalardaki kolluk operasyonundan önce ve operasyon sırasında tutuklanacak kişilerin sosyal medya hesaplarından önceden ilan edilmesi,
-Tutukluluğun devamına ilişkin tüm hakimlerin benzer şablon kararlar vermesi, hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüpheliler müdafilerinin hakimlerin tarafsız olmadığı yönündeki iddialarının AİHM’ce çerçevesi çizilen objektif tarafsızlık kriterlerinden haklı sayılabilir yeterli somut nedenin bulunduğu..” şeklindeki gerekçeyle, İstanbul Adliyesinde görevli tüm sulh ceza hakimlerine yönelik reddi hakim taleplerinin kabulüne ve tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24.04.2015 tarihinde muhabere nöbetçisi olan İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi sanık M. B.’in görevlendirilmesine karar verdiği,
İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin şüphelilerin reddi hakim taleplerini kabul ederek tahliye taleplerini değerlendirmek üzere İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesini görevlendirdiğine dair basında çıkan haberler ve avukat Mehmet D.’in şikayeti üzerine İstanbul Adliyesinde denetim yapmakta olan HSYK müfettişleri tarafından bu konu hakkında soruşturmaya başlanıldığı,
UYAP uzman kullanıcısı tarafından UYAP evrak işlem kütüğünün incelenmesinde;
a. 2015/92 değişik iş sayılı kararın; 24.04.2015 tarihinde saat 17.11’de zabıt katibi Ömer A. tarafından oluşturulduğu, aynı zabıt katibi tarafından saat 17.14’de dokümanın imzalanarak sanık M. Ö.’in onayına sunulduğu, sanık M. Ö.’in de saat 17.16’da kararı imzaladığı,
b. 2015/92 değişik iş sayılı kararın İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine ilişkin müzekkerenin; 24.04.2015 tarihinde saat 17.20’de zabıt katibi Ömer A. tarafından oluşturulduğu, aynı zabıt katibi tarafından saat 17.27’de imzalanarak sanık M. Ö.’in onayına sunulduğu, sanık M. Ö.’in de saat 17.28’de imzalamasıyla müzekkerenin elektronik ortamda İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine ulaştığı, evrakın ilk olarak İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Arzu Tuna tarafından 25.04.2015 tarihinde saat 18.39’da okunduğu,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 24.04.2015 tarihinde, 2015/92 değişik iş sayılı kararın iptaline ve bu kararda yer alan, “İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin tahliye taleplerine bakmakla görevlendirilmesi”ne ilişkin bölümün yok hükmünde sayılmasına karar verilmesi talebinde bulunulması üzerine, nöbetçi İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliğince 25.04.2015 gün ve 2015/836-837-839-840-841-845-846 değişik iş sayıları ile; CMK’nın 26 ncı maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlenme de nazara alındığında, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin reddi hakim ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemlerine ilişkin herhangi bir inceleme yapma görev ve yetkisinin bulunmadığı, bu nedenle vermiş olduğu kararın usul ve esas yönünden açıkça hukuka aykırı ve yok hükmünde olduğu gerekçesiyle; şüphelilerin müdafilerinin, reddi hakim ve tahliye istemli dilekçelerinin incelenmek üzere İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine gönderilmesine karar verildiği,
İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliğinin, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine gönderdiği 25.04.2015 tarih ve 2015/113 muhabere sayılı yazı ile; uyarınca tahliye talepleri konusunda karar vermek üzere sulh ceza hakimliklerinin görevlendirildiği ve nöbetçi olması sebebiyle tahliye istemli dilekçelerin ivedi olarak hakimliğine gönderilmesini istediği, UYAP evrak işlem kütüğüne göre bu yazının, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Arzu Tuna tarafından 25.04.2015 tarihinde saat 20.57’de okunduğu,
İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M. B.’in cumartesi gününe denk gelen 25.04.2015 tarihinde 2015/143-144-145-146-147-148-149 değişik iş sayıları ile;
“Evrak incelendiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir olgu ve delillere rastlanılmadığı gibi hatta CMK’nın 170. maddesinde ifadesini bulan iddianame düzenlenmesi için suçun işlendiğini gösterir ‘yeterli şüphe’ boyutunda dahi delil ve olguya rastlanılmamıştır. Nitekim tutuklamayı yapan sulh ceza hakimi tutuklama gerekçesinde bu olguların neler olduğunu ayrı ayrı yazmamıştır.
-
Dosyamız şüphelilerinin emniyet görevlisi olan meslekleri, ikametgahları, bir çoğunun kendiliğinden gelip teslim olmaları vb. durumları nedenleriyle kaçma şüphesi içerisinde olmadıkları evraklardan açıkça anlaşılmaktadır.
-
Klasörler incelendiğinde AİHM kararındaki kriterler tartışılsa idi şüphelilerin bu kriterler ışığında tutuklama tedbirinden önce adli kontrol tedbirine dahi gerek olmadığı evrakların incelenmesinden anlaşılmıştır.
Sulh ceza yargıçlarının ayrı ayrı verdikleri tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarının tümü … AYM ve AİHM kararlarında belirtilen gerekçeye uygun olmadığı,
- Dosya, klasörler ve CD’ler incelendiğinde Ceza Usul Yasası ile AYM ve AİHM içtihatları doğrultusunda tutukluluğu gerektirir olgu ve delillere rastlanmadığı gibi, şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamını gösterir yeni olgu ve delillere ulaşılamadığı ayrıca şüphelilerin meslekleri, sosyal durumları, karakterleri ve ahlaki durumları, sabıkasızlık geçmişleri, ikametgahları, mal varlıkları, aile bağları, tutukluluğa karşı gösterdikleri tepki, kendiliklerinden gelip teslim olmaları gibi unsurlardan dolayı tutukluluğun devamını gerektirir nedenler görülmemiştir.” şeklindeki gerekçeyle, anılan soruşturma dosyaları kapsamında tutuklu altmış üç şüphelinin tahliyelerine karar verdiği,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 25.04.2015 tarihinde, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/143-144-145-146-147-148-149 değişik iş sayılı kararların iptali isteminde bulunulması üzerine, İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliğince 25.04.2015 gün ve 2015/847 değişik iş sayı ile; şüphelilerin tahliyelerine ilişkin kararların “yok hükmünde olduğunun” tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına karar verildiği,
Sanık M. B.’in, 26.04.2015 tarihli tahliye müzekkerelerini aynı gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndererek gereğinin yapılmasını istediği, ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 26.04.2015 gün ve 2015/1152 muhabere sayılı yazı ile; İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliğinin 25.04.2015 gün ve 2015/847 değişik iş sayılı kararına atıf yapılarak, şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkerelerinin bila infaz İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine iade edildiği,
Tahliye müzekkerelerinin iade edilmesi üzerine sanık M. B.’in, tahliye müzekkerelerinin gereğinin yerine getirilmesi için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 27.04.2015 tarihinde ikinci kez gönderdiği, ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 27.04.2015 gün ve “usulsüz tahliyeler” konulu 2015/1158 muhabere sayılı yazı ile; tahliye müzekkerelerinin İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine ikinci kez iade edildiği,
Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine sanık M. B.’in, 27.04.2015 gün ve 2015/188 değişik iş sayı ile; tahliye müzekkerelerini ceza infaz kurumuna göndermeyen yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasına, nöbetçi Cumhuriyet savcılarına ilişkin olarak da HSYK’ya bildirim yapılmasına karar verdiği,
Diğer taraftan, sanık M. Ö.’in re’sen yaptığı değerlendirme sonucunda 27.04.2015 gün ve 2015/94-95 değişik iş sayılı ek kararları ile; mahkemesince verilen kararı değerlendirme ve kaldırma hususunda İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliğinin yetkisinin bulunmadığını belirterek, bu hakimlik tarafından verilen 2015/836-837-839-840-841-845- 846-847 değişik iş sayılı kararların “yok hükmünde olduğunun” tespitiyle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasına ve HSYK’ya bildirim yapılmasına karar verdiği,
HSYK Üçüncü Dairesince 28.04.2015 gün ve 3988-3711 sayı ile; sanıklar M. Ö. ve M. B. hakkında “soruşturmaya devam edilmesine”, yürütülen soruşturma sonucunda da HSYK İkinci Dairesince 07.07.2015 gün ve 100-377 sayı ile, sanıkların eylemleri nedeniyle kovuşturma yapılması gerekli görülerek “düzenlenecek iddianameyle birlikte Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine verilmek üzere soruşturma evrakının Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine”, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince de 18.11.2015 tarih ve 301-207 sayı ile; sanıklar hakkında son soruşturmanın açılmasına ve ilk derece yargılaması yapılması için dosyanın Yargıtay 16. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verildiği,
Sanıklar hakkında kovuşturma devam ederken, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensupları tarafından kullanıldığı tespit edilen kapalı devre iletişim programı ByLock ile ilgili bilgileri içeren harddisk ve flash belleğin Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 09.12.2016 gün ve 2016/104109 sayılı soruşturma dosyasında, söz konusu dijital materyallerle ilgili CMK’nın 134 üncü maddesi uyarınca gerekli işlemlerin yapılması için talepte bulunması üzerine Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliğince 09.12.2016 gün ve 2016/6774 değişik iş sayı ile; dijital materyaller üzerinde CMK’nın 134 üncü maddesi gereğince inceleme yapılabilmesi için iki adet kopya çıkartılmasına, kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak metin haline getirilmesi için bir kopyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verildiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 2016/180056 sayılı soruşturma dosyasında Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığına ( EGM-KOM ) gönderilen 16.12.2016 tarihli yazıya göre; Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliğince CMK’nın 134 üncü maddesi gereğince verilen inceleme, kopyalama ve çözümleme kararına istinaden ByLock verilerinin tamamını içeren harddisk ve abonelik listesinin bulunduğu flash belleğin imajını içerir harddiskin gönderildiği, ByLock ile ilgili yazışmaların Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/180056 sayılı soruşturma dosyası üzerinden sağlanması, talimat doğrultusunda bir komisyon aracılığıyla gerekli araştırma ve soruşturma işlemlerinin yapılmasıyla ulaşılan tespitleri içerir rapor düzenlenmesi talimatı verildiği,
Yargıtay 16. Ceza Dairesince 16.01.2017 tarihli müzekkere ile EGM-KOM Daire Başkanlığından Bylock ile ilgili teknik özelliklerin yanı sıra sanıkların bu sisteme girip girmedikleri, sistem aracılığıyla görüşme yapıp yapmadıkları, yapmışlar ise hangi tarihler arasında yaptıklarına dair bilgi istenmesi üzerine EGM-KOM Daire Başkanlığının 18.02.2017 tarihli raporla birlikte Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumunca ( BTİK ) düzenlenen 17.02.2017 tarihli raporu da gönderdiği,
EGM-KOM Daire Başkanlığınca düzenlenen 18.02.2017 tarihli raporda; incelenmek üzere gönderilen, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca örgütsel iletişim için belirli bir süre kullanılan kriptolu haberleşme uygulaması ByLock ile ilgili olarak, 474 koli içerisinde kullanıcı şahısların iletişimlerine ilişkin çıktıları ihtiva eden ciltlerdeki belge ve 1 adet harici depolama aygıtı için EGM-KOM Daire Başkanlığı bünyesinde uzman bir ekip görevlendirildiği, bu uzman ekip aracılığıyla ByLock veri tabanı incelenmesi işlemlerine başlandığı belirtilip yapılan incelemeye istinaden ByLock iletişim sisteminin mahiyeti ve diğer özellikleri hakkında ayrıntılı bilgiler verildikten sonra söz konusu uygulamada; 215.092 User ID ( kullanıcı kimliği ), 31.886 arkadaş grubu, 17.169.045 mesaj içeriği, 3.158.388 e-posta içeriği şeklinde veri ve mesaj bulunduğunun tespit edildiği, sanıklar M. B. ve M. Ö.’in ByLock abone listelerinde isimlerinin bulunduğu, ancak mesaj içeriklerinin rapor tarihi itibarıyla tespit edilemediği ve çalışmaların devam ettiği hususlarına yer verildiği,
BTİK tarafından düzenlenmiş olan 17.02.2017 tarihli rapora göre; ByLock iletişim sistemine sanık M. B.’in, 01342300210850 İMEİ numaralı telefonda kullandığı 0505..44 numaralı GSM hattıyla uygulamaya ilk girdiği 21.09.2014 ile son kez girdiği 20.11.2014 tarihleri arasında 19 farklı günde 459 sefer; sanık M. Ö.’in ise 01342900933349 İMEİ numaralı telefonda kullandığı 0505..90 numaralı GSM hattıyla uygulamaya ilk girdiği 17.08.2014 ile son kez girdiği 20.02.2015 tarihleri arasında 21 farklı günde 405 sefer giriş yaptıklarının tespit edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık E.’e HSYK müfettişliğinde ve savcılıkta; olay tarihinde sanık M. Ö.’in hakimi olduğu İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinde yazı işleri müdür vekili olarak görev yaptığını, mahkemelerinin iki türlü nöbeti olduğunu, bunlardan birinin tevzi, diğerinin ise muhabere nöbeti olduğunu, asliye ceza mahkemelerinin kendi aralarında sırayla bir gün olmak üzere muhabere nöbeti tuttuklarını, tevzi nöbetinin de on beş günde bir değiştiğini, o tarihte tevzi nöbetinin İstanbul 54. Asliye Ceza Mahkemesinde olduğunu, normalde sulh ceza hakimlerinin baktıkları tutuklama işlemlerine yapılan itirazların bir sonraki numaralı sulh ceza hakimliği tarafından değerlendirildiğini, bu nedenle mahkemelerine bu tip bir evrak gelmediğini, zaten mahkemelerine evrak geldiğinde öncelikle taradıklarını, sisteme kaydedip numara aldıktan sonra evrakın tekrar kendilerine geldiğini ve havalelerinden sonra hakime gittiğini, bu evrakın ise belirttiği aşamalardan geçmediğini, doğrudan hakim beye verilmiş olabileceğini, muhabere nöbetinde iken böyle bir evrakın mahkemelerince kabul edilmemesi, sehven kabulü halinde ise mercine iade edilmesi gerektiğini, pazartesi günü mahkemelerinin muhabere nöbetçisi olduğunu, söz konusu evrakın 24.04.2015 günü itibarıyla İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine gönderildiğini, kendisinin olaydan haberinin olmadığını, 24.04.2015 günü itibarıyla savcılıklardan ve sulh ceza hakimliklerinden gelen cevapları kaydedip aldığı çıktıları hakim beye teslim ettiğini, saat 17.00 civarında hakim beyin izin vermesi üzerine adliyeden ayrıldığını, ayrıldığı saate kadar hakim beyin kendisine karardan bahsetmediği gibi yazılmış herhangi bir kararın da olmadığını,
Kovuşturmada; 22.04.2015 tarihinde mesai başlangıcında UYAP ekranını kontrol ederken söz konusu dosyayı fark ettiğini, o ana kadar dosyadan haberdar olmadığını, dosyanın işlemlerini hakim bey ile birlikte zabıt katibi Ömer’in yaptığını, 24.04.2015 cuma günü mesai bitiminde yapılacak herhangi bir iş olup olmadığını hakim beye sorduğunu, hakim beyin “Ömer Bey ile karar yazacağız, başka bir iş yok” demesi üzerine adliyeden ayrıldığını,
Tanık Ö. savcılıkta; İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinde zabıt katibi olarak çalıştığını, pazartesi günü mahkemelerinin muhabere nöbetçisi olduğunu, bu nöbet kapsamında taşraya gidecek evrakların havalesini yapıp, şehir dışındaki mahkemelerce çıkartılan yakalama emirlerini aldıklarını, sabah saatlerinde hakim beyin kaleme uğrayıp “havale gelirse bana gönderin, ben bizzat görmek istiyorum” dediğini, normal zamanlarda önemli bir şey olmadığı sürece evrak havalesini yazı işleri müdürünün yaptığını, o gün mesai bitimine kadar bahse konu evrakın gelmediği gibi şüpheliler müdafilerinin de kaleme uğramadığını, pazartesi veya salı günü saat 17.00’dan sonra hakim beyin kendisini odasına çağırıp “şu evrakları tara ve kaydet” dediğini, hatırladığı kadarıyla elli bir adet dilekçeyi tek tek taradığını ve o gün sulh ceza hakimliklerine ve savcılığa müzekkere yazmaya başladıklarını, UYAP’ta sorun çıkınca yazışmaları bitiremediklerini, çarşamba günü hakim beyin kendisini yine çağırarak müzekkerelerin tamamlamasını istediğini, hukuk fakültesi öğrencisi olduğu için reddi hakim talebinin ilgili mahkemeye yapılması gerektiğini bildiğinden “bunu biz mi değerlendireceğiz” diye sorması üzerine hakim beyin “gelmiş dilekçeyi reddetme şansım yok, gelmiş dilekçeye numara almamız ve bu numarayla reddetmemiz lazım” şeklinde cevap verdiğini, çarşamba günü müzekkereleri ilgili birimlere iletip hakim bey ile birlikte dilekçeleri özetlemeye başladıklarını, 23 Nisan tatili olan perşembe günü adliyede nöbetçi olduğu için çalıştığını, adliyeye gelen hakim bey ile kararı yazmaya devam ettiklerini, cuma günü aynı kararı yazmaya devam ettiklerini, saat 17.00’a kadar kararı yetiştirmeye çalışmalarına rağmen yetiştiremediklerini, kararın gerekçeli kısmını flash bellekle hakim beyin kendisine verdiğini, saat 17.15 gibi kararı onayladıklarını, hakim beyin “şaibe olmasın diye de 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi M. B.’ın görevlendirilmesini karara yazıyoruz” diyerek klasörleri İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine götürmesini istediğini, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi M. B.’in cuma günü saat 17.00’a kadar muhabere nöbetçisi olduğunu, saat 17.00’dan sonra 32. Asliye Ceza Mahkemesinin nöbeti devam etmesine rağmen hakimin değişeceğini, ancak mahkemeye gittiğinde personelin bulunmadığını ve kalem kapısının kilitli olduğunu, odasında bulunan hakim M. B.’e klasörleri teslim ettiğini, onun da “hep benim nöbetime denk geliyor” diye serzenişte bulunduğunu,
HSYK müfettişliğinde ve kovuşturmada; 21.04.2015 salı günü hakim M. Ö.’in dilekçelerin taranıp UYAP’a aktarılmasını istemesi üzerine söz konusu dilekçelerden haberdar olduğunu, reddi hakim istemli dilekçelerin yedi ayrı soruşturma dosyasına ilişkin olması sebebiyle “yedi farklı numara vereyim mi” diye sorduğu hakim beyin “şimdilik tek numaraya kaydet, sonra gerekirse ayırırız” şeklinde cevap verdiğini, tarama işlemlerini aynı gün saat 19.00-20.00 sularında tamamladıktan sonra yine hakim beyin Cumhuriyet savcılığına ve sulh ceza hakimliklerine görüş ve dosyaların gönderilmesi istemli müzekkere yazmasını istediğini, UYAP’ta kesinti olana kadar müzekkerelerin bir kısmını yazdığını, ertesi gün yani çarşamba sabahı tamamladığı ve hakim beyin UYAP’tan onayladığı müzekkerelerin ilgili yerlere ulaştığını, aynı gün sulh ceza hakimlikleri ve Cumhuriyet savcılığının yanıtlarının UYAP ekranlarına gelmeye başladığını, akşama doğru hakim beyin odasında kararı yazmaya başladıklarını ancak bitiremediklerini, 23 Nisan günü nöbetçi katip olduğunu, nöbetçi olduğunu bilen hakim beyin kendisini arayarak nöbetten sonra müsait olursa kararı yazmaya devam edip edemeyeceğini sorduğunu, olumlu yanıt vermesi üzerine hakim beyin saat 17.00’ye doğru adliyeye geldiğini, bir kaç saat karar yazdıklarını, ertesi gün yani 24.04.2015 cuma günü hakim beyin odasında kararı yazmaya devam ederek saat 17.00 civarında bitirdiklerini, daha sonra hakim beyin isteği üzerine dosyaların taşıyabileceği kadarını İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine götürdüğünü, hakim M. B.’in odasının açık ve hakim beyin makamında olduğunu görünce tekrar hakim Metin beyin yanına dönüp “kalem personeli çıkmış, ancak hakim Mustafa bey yerinde” dediğini, onun da “dosyaları hakim Mustafa beye götür, alırsa ona ver” dediğini, dosyaları götürdüğü hakim Mustafa beyin “bunlar ne” diyerek kararı gözden geçirdiğini, canı sıkkın bir şekilde “hep benim nöbetime denk geliyor, niye bu saatte getiriyorsunuz, niye beni görevlendiriyorsunuz” diye sitem ettiğini, daha sonra kendisine “tamam sen dosyaları bırak git” demesi üzerine kalan dosyaları da teslim edip hakim Metin bey ile adliyeden ayrıldıklarını, savcılık ifadesinde kararın gerekçeli kısmının hakim Metin bey tarafından kendisine flash bellekle verildiği yazılmışsa da, hakim beyin flash bellekle verdiği kısmın en fazla bir iki sayfa olduğunu, on dokuz sayfalık kararın geri kalan kısmını hakim beyin bizzat söylemesiyle kendisinin yazdığını,
Tanık R. soruşturmada; 16.02.2015 tarihinden itibaren İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinde zabıt katibi olarak çalıştığını, 20.04.2015 tarihinde mahkemelerinin muhabere nöbetçisi olduğunu, bu nöbet kapsamında taşraya gidecek evrakları alıp numara vererek mahalline gönderdiklerini ve şehir dışındaki mahkemelerce çıkartılan yakalama emirlerini aldıklarını, 20.04.2015 tarihinde mesai bitimine kadar kalemde olduğunu, sulh ceza hakimlerinin reddine ilişkin dilekçelerin gelmediğini, ancak sonraki günlerde zabıt katibi Ömer A.’ın “ortalık çarşı pazar karışacak” tarzında sözler söylediğini, nedenini sorduğunda da “ileride öğrenirsin” diyerek geçiştirdiğini, 27.04.2015 günü mesaiye geldiğinde olayları öğrendiğini, tarama bürosunca tarama işlemi yapılmadan dilekçeleri almadıklarını, numara verebilmeleri için evrakın taranması gerektiğini, ancak bu dilekçeler bakımından bu prosedürün uygulanmadığını ve hakim beyin dilekçeleri avukatlardan bizzat aldığını, ayrıca bu tip bir evrakın tevzi nöbetçisi olan mahkemeye gitmesi gerektiğini, hakim beyin reddi hakim evrakını kendilerinden gizlediğini,
Kovuşturmada; yazılan müzekkerelere ilişkin sulh ceza hakimliklerinin gönderdiği cevabi yazıların çıktılarını alıp bilgileri olmaması nedeniyle hakim beye götürdüklerini,
Tanık A. aşamalarda; İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinde mübaşir olarak çalıştığını, olay tarihinde oğlunun düğünü nedeniyle izne ayrıldığı için olayla ilgili herhangi bir bilgi ve görgüsünün bulunmadığını, söz konusu olayları televizyondan öğrendiğini, normalde mesai saatleri içerisinde dilekçeyi getiren kişiyi tarama bürosuna yönlendirip evrakı taratmasını istediklerini, bu işlemden sonra ise havaleyi yazı işleri müdürü, yok ise yerine bakan zabıt katibinin yaptığını,
Tanık A.soruşturmada; İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinde zabıt katibi olarak görev yaptığını, cumartesi günü saat 16.32’de mahkemelerinin yazı işleri müdürü Ayşe Ö.’ın telefonla arayarak “adliyeden komisyondan aradılar, birisinin gitmesi gerekiyormuş, Ahmet Z. Bakırköy’deymiş, adliyeye sen gidiver” dediğini, saat 17.00 gibi Adalet Komisyonu kalemine gidip “bizi çağırıyormuşsunuz” dediğini, oradakilerin de “bekleyin, kaleme gitmeyin” demeleri üzerine savcılık yazı işleri müdürü olan babasının yanına gittiğini, bu sırada mahkemelerinin diğer zabıt katibi olan A.’ın da geldiğini, komisyondan haber bekledikleri sırada saat 17.18’de hakim M. B.’in telefonla arayarak nerede olduklarını sorduğunu, komisyondan çağırıldığı için adliyede olduğunu söylemesi üzerine, niye çağırdıklarını soran hakim beye “bilmiyorum, bekleyin dediler” şeklinde cevap verdiğini, hakim beyin “ben de geliyorum, ben gelmeden bir şey yapmayın” diyerek telefonu kapattığını, daha sonra hakim beyin tekrar arayarak “ne oldu, bir gelişme var mı? Odamın anahtarını sorarlarsa yok deyin” dediğini, hakim beye İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin internete düşen kararından bahsetmesi üzerine, “benim böyle bir şeyden haberim yok. Metrobüsle geliyorum” dediğini, daha sonra yanındaki zabıt katibi Ahmet Z.’ı arayan hakim beyin, ne olduğunu ona da sorduğunu, Ahmet’in de “Arzu ablayla beraber adliyedeyiz” diyerek telefonu uzattığını, hakim beyin telefonda kendisine “mübaşir Ahmet K.’la zabıt katibi Abdül Samet D.’ı da çağır, onlar da şahit olsunlar” dediğini, hakim beyin “şahit olsunlar” sözünden bir şey anlamadığını, arkadaşlarını telefonla çağırdıklarını, yine telefonla arayan hakim beyin “ben geldim, gelin” dediğini, mahkemelerinin bulunduğu katta hakim beyin odasının kapısının açık olduğunu, “duruşma salonunun kapısını açın” dediğini, odasından klasörleri çıkaran hakim beyin zabıt katibi Ahmet’ten klasörleri duruşma salonuna koymasını istediğini, kendisine de “karar yazacağız UYAP’ı aç” demesi üzerine “şimdi mi yazacağız” diye sorduğunu, hakim beyin ise “ben pazartesi yazdıracaktım, ama yazdırmayacaklar, o yüzden şimdi yazacağız” dediğini, UYAP ekranına düşen bir tane talep olduğunu, hakim beyin isteği üzerine bu evraka her soruşturma için ayrı ayrı değişik iş numarası verdiğini, ayrıca hakim beyin “işimiz uzun sürecek, eşini ara beklemesin” dediğini, sonra yanından çıkardığı notlara bakarak kararı yazdırmaya başladığını, o sırada hakim beyin diğer katipler A. ile A.S.’a da tutuklama müzekkerelerinin bilgilerini not aldırdığını, karar yazmaya başladıktan sonra telefonla kendisini arayan kişinin nerede olduğunu sorup “başsavcı bey seni çağırıyor” dediğini, telefonu isteyerek konuşmaya başlayan hakim beyin “illa Arzu mu olacak, Ahmet’i göndersem olmuyor mu” diyerek telefonu kapattığını, zabıt katibi Ahmet’e “sen git, karar yazmıyoruz, bekliyoruz dersin” dediğini, zabıt katibi Ahmet’in de “yanlış olmaz mı hakim bey” demesi üzerine hakim beyin “o zaman ben gidiyorum, ben görüşeceğim” diyerek yanlarından ayrıldığını ancak çok kısa bir süre sonra geri geldiğini, komisyondan tekrar aramaları üzerine telefonu isteyen hakim beyin konuştuğunu, hakim beye “beni başsavcı bey çağırıyormuş, gitmek zorunda değil miyim” diye sorduğunda “sizin amiriniz benim, ben izin vermiyorum, kimse buradan çıkmasın” dediğini, bu sırada eşi tarafından aranan zabıt katibi Ahmet’in gitmek istediğini, ancak hakim beyin izin vermediğini, üç veya dördüncü değişik iş kararı yazılırken UYAP’ın kesildiğini, bunun üzerine hakim beyin talimatıyla kalan kararları UYAP harici yazdıklarını, kararları yazarken bir kaç avukatın gelerek “internete bir haber düşmüş, böyle bir şey var mı” diye sorduklarını, hakim beyin de “yok böyle bir şey” diye cevap verip mübaşirden kapıyı kilitlemesini istemesi üzerine mübaşirin duruşma salonunun vatandaş giriş kapısını kilitlediğini, hakim beyin mübaşirle zabıt katibi A.’a “kaleme geçmeyin, koridorun ışıklarını yakmayın” dediğini, saat 22.00-22.30 sularında karar yazımını bitirdiklerini, karar yazımını bitirmek üzereyken yazı işleri müdürünün geldiğini, hakim beyin müdür hanıma “sen yukarıya çık, toplantı varmış, bir bak” dediğini, kendilerinin kaleme geçtiğini, hakim beyin kalemde diğer arkadaşlardan tahliye müzekkerelerini yazmaya başlamalarını istemesi üzerine kendisinin de evrakı düzenlediğini, bu sırada koridordaki avukatları gören hakim beyin mübaşirden avukatları çağırmasını isteyip gelen avukatlara “karar yazıldı, tebliğ alın, UYAP’ta kesildi ne hikmetse” dediğini, avukatlara kararları tebliğ ettiklerini, o sırada müdür hanımın müfettişlerin dosyayı istediklerine dair yazıyı getirerek hakim beye verdiğini, hakim beyin de müdür hanıma muhabere üzerinden cevabi yazı yazdırdığını, bu sırada müdür hanımın “biz muhabere nöbetçisi iken hiç tahliye kararı yazmadık, bunu yazmak zorunda mıyız” diye sorduğunda hakim beyin “sen benim söylediğimi yaz, en fazla benim yerimi değiştirirler, size bir şey olmaz” dediğini, müfettiş beyin müdür hanıma “sizlik bir şey yok, siz işinize bakın, katipler teker teker işi aksatmadan yanıma gelsin” dediğini öğrenmeleri üzerine tedirgin olduklarını, “biz usulsüz bir şey mi yapıyoruz müfettişlere soralım” dediklerini, mübaşiri kalemde bırakarak birlikte müfettişlerin olduğu kata çıktıklarını, orada komisyondaki zabıt katibini gördüğünü, onun da “niye kaleme geçtiniz, ben senin iyiliğin için söyledim abla” dediğini, yanlış bir şey yaptığı korkusu ve açlığın da etkisiyle bayılması üzerine ambulansla hastaneye kaldırıldığını, pazartesi sabahı mesaiye geldiğinde hakim beyin tahliye müzekkerelerini kabul etmeyenler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, ayrıca her yazdığı suretten kendisine bir örnek aldığını, müdür hanımın kalemde hakim beye “biz muhabere nöbetçisiydik, muhabere nöbetçisi sadece evrak gönderir, tahliye kararı vermez” demesi üzerine hakim beyin “bu merci tayiniyle bana gelen dosya, muhabereyle alakası yok, ben karar vermek zorundaydım, takdirimi bu yönde kullandım, içim rahat, ucuz kahramanlık yapmak gibi bir niyetim yok” dediğini, hakim beyin tahliye kararlarını İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinden gönderilen evrak üzerinden verdiğini, savcılıktan soruşturma dosyalarını istemediklerini,
Kovuşturmada; hafta sonu neden karar yazdıklarını sorduğu hakim beyin “bu kararı pazartesiye yazacaktım ama yazdırmayacaklar, o yüzden bugün yazdırıyorum” dediğini, hakim bey odasını açtığında bir sürü dosya olduğunu, böyle bir dosyadan haberleri olmadığı için zabıt katibi Ahmet’le birlikte dosyaları görünce şaşırdıklarını, duruşma salonunda karar yazarken hakim beyin diğer zabıt katiplerinden dosyaları incelemelerini istediğini, bu sırada Cumhuriyet Başsavcılığından arayan kişinin kendisini çağırdığını, ancak hakim beyin kendisi yerine zabıt katibi Ahmet’i göndermek istediğini ve Ahmet’e “git karar yazmıyoruz de” dediğini, zabıt katibi Ahmet’in “yanlış olmaz mı” demesi üzerine hakim beyin “ben gidiyorum” diyerek yanlarından ayrılıp üç dakika sonra geri geldiğini ve “ben hallettim” dediğini,
Tanık Ahmet Z. soruşturmada; İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinde zabıt katibi olduğunu, 2015/92 değişik iş sayılı kararın 24.04.2015 günü mesai saatleri içinde kaleme gelmediğini, UYAP ekranına da herhangi bir evrak düşmediğini, 25.04.2015 cumartesi günü yazı işleri müdürünün telefonla arayarak kalemden birisinin Adalet Komisyonuna gitmesi gerektiğini söylemesi üzerine adliyeye uzak mesafede olduğundan diğer katip arkadaşı Arzu T.’nın aranmasını istediğini, akşam üzeri arayan hakim beyin ise “bizim mahkemeyle alakalı internete bir haber düşmüş, bilgin var mı?” diye sorduğunda bilgisinin olmadığını, ayrıca Adalet Komisyonundan yazı işleri müdürünün arandığını, Arzu’nun muhtemelen adliyede olduğunu, kendisinin de adliyeye uğrayacağını söyleyip adliyeye gittiğini, adliyede Arzuyla beklerken hakim beyin Arzu’yu aradığını, Arzu’nun müracat kaleminde beklediklerini söylemesi üzerine “benim odama girmeyin, odamın anahtarını kimseye vermeyin, diğer arkadaşları da çağırın” dediğini, akabinde mübaşir Ahmet K.’la katip Abdül Samet’i aradıklarını, on beş yirmi dakika sonra hakim beyin Arzu’yu arayarak “Ben geliyorum, bir şey yapmayın, bekleyin” dediğini, bir süre sonra tekrar arayan hakim beyin “ben odamdayım, gelin” dediğini, odasının önüne gittiklerinde hakim beyin bu sefer “kaleme girmeden direkt odama gelin” diyerek odasındaki dosyaları kendilerine verdiğini, Arzu’dan ışığı açmadan kalemdeki anahtarı alarak duruşma salonunu açmasını istediğini, dosyaları duruşma salonuna taşıdıktan sonra hakim beyin yanından çıkardığı notlara bakarak Arzu’ya karar yazdırmaya başladığını, sonra mübaşir Ahmet K. ve zabıt katibi Abdül Samet’in geldiğini, üçünün karar yazılırken duruşma salonunda beklediklerini, hakim beyin dışarı çıkmalarına izin vermediğini, eşinin rahatsızlandığını ve gitmek istediğini söylemesi üzerine hakim beyin “İstanbul’da annen, baban, eşin dostun yok mu onlar gidip baksın, ortada bir cenaze var, cenazeyi kaldırmamız lazım” diyerek gitmesine müsaade etmediğini, notlarını vererek kendilerinden tutuklayan mahkemenin adı, tutuklama tarihi, karar numarası gibi bilgileri yazmalarını istediğini, UYAP’ın kesilmesi üzerine hakim beyin “yazımı biten kararları kopyalayarak dışarıdan yazmaya devam edelim” dediğini, kendisinin ekranın kilitlendiğini ve kopyalanamayacağını söylediğinde, hakim beyin Arzu’ya “tekrar uğraş, önceki kararları kopyalamaya çalış, diğer kararlarda da aynı şeyleri yazacağız, aksi halde tek tek yeniden yazmak zorunda kalırız, iki, üç saat sürer” dediğini, Arzu’nun önceden yazılan kararları kopyalayıp bilgisayara kaydettiğini, hakim beyin kopyalanan bu kararlar üzerinde değişiklik yaptırarak UYAP dışından diğer kararları yazdırdığını, UYAP’ı ilk açtıklarında İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinden gelen evrakın 24.04.2015 günü mesai sonrası saat 17.28’de ekrana düştüğünü gördüklerini, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinden gelen evrakı kendilerinin değil hakim beyin teslim aldığını, kararları yazarken komisyondan bir görevlinin Arzu’yu arayarak nerede olduğunu sorması üzerine Arzu’nun duruşma salonunda olduğu cevabını verdiğini, aynı kişinin iki üç kez daha Arzu’yu arayarak başsavcının çağırdığını söylemesi üzerine “ver ben konuşayım” diyerek telefonu alan hakim beyin konuşmasını bitirip telefonu kapattıktan sonra “Ahmet sen git beklediğimizi söyle, karar yazdığımızı söyleme” dediğini, kendisinin de yalan söylemekten çekindiği için “hakim bey yanlış olmaz mı” dediğini, bu sırada Arzu “hakim bey, başsavcı bey beni çağırıyormuş, o da amirim gitmem gerekmiyor mu” diye sorduğunda “senin amirin benim, gitmene izin vermiyorum” şeklinde cevap veren hakim beyin yanlarından ayrıldığını, bir süre sonra geri gelen hakim beyin kararları yazdırmaya devam ettiğini, bu sırada iki üç avukatın duruşma salonuna girerek “internetten bir haber okuduk, onunla alakalı mı buradasınız” diye sorduklarında hakim beyin “yok öyle bir şey” diye cevap vermesi üzerine avukatların çıktıklarını, mübaşirin kapıyı kilitlediğini, kararlar bittikten sonra hep beraber kaleme geçtiklerini, hakim beyin isteği üzerine kararları dışarıda bekleyen avukatlara tebliğ ettiklerini, yazı işleri müdürünün de kalemde olduğunu, müfettişin mahkemeye hitaben yazmış olduğu yazıyı hakim beye verdiğini, eli ayağı titreyerek “hakim bey ben yirmi, yirmi beş yıllık memurum, muhabere nöbetinde hiç böyle bir olayla karşılaşmadım, takdir sizin ama muhabere nöbetinde biz böyle bir karar vermek zorunda mıyız” dediğini, hakim beyin de kanunlardan bahsederek “29. Asliye Ceza Mahkemesi bizi görevlendirmiş, ya tahliye ya da red kararı vereceğiz, kararı ben veriyorum, bir şey olursa bana olur, size bir şey olmaz” şeklinde cevap verdiğini, yazı işleri müdürüne “katipler işlerini aksatmadan teker teker gelsinler” biçiminde talimat veren müfettiş beyin yanına diğer katiplerle birlikte gittiklerini, bu sırada müfettiş beyin odasının önünde çok sayıda avukatın olduğunu, o esnada bayılan Arzu’yu hastaneye gönderdiklerini, müfettişin yazı işleri müdürleriyle görüşmesinden sonra kendilerinin kaleme geçip tahliye müzekkerelerini yazmaya başladıklarını, sulh ceza hakimliğinden gelen evrakı okumadan yazı işleri müdürüne gönderdiğini, hakim beyin de yanında olduğunu, sonradan öğrendiğine göre evrakı mübaşirin teslim aldığını, hakim beyin de evrakın üzerine geliş tarihi ve saatini yazdığını, hakim beyin isteği üzerine yan kalemde çalışmakta olan İstanbul 31. Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Muhammed Zeyd K.’ın da kendilerine yardımcı olduğunu, saat 03.30 gibi tahliye müzekkerelerini bitirdiklerini, pazartesi günü tahliye müzekkerelerinin savcılık tarafından iade edilmesi üzerine avukatların hakim beyin yanına gelip gittiklerini, hakim beyin tahliye müzekkerelerinin gereğini yapmayanlarla UYAP’ı kesenler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, hakim beyin tahliye kararlarını İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinden gönderilen dosyalar üzerinden verdiğini, savcılıktan soruşturma dosyalarını istemediklerini,
Kovuşturmada; hakim bey, zabıt katibi Arzu’ya kararları yazdırırken olayın farkına varmaya başladıklarını, telaşa kapılarak “biz muhabere miyiz neyiz, hafta sonundayız” dediklerini, komisyondan çağrılan Arzu’yu hakim beyin göndermeyip “biz karar yazıyoruz, şu anda müsait değiliz” diyerek kendisinden komisyona gitmesini istediğini, kendisinin ise “ben giderim, hani bu şekilde yaptığımızı söylerim” şeklinde cevap verdiğini, hakim beyin de “o zaman otur” dediğini, sonrasında mübaşirin yazdıkları tahliye müzekkerelerini savcılığa teslim etmek için götürdüğünü ancak kabul edilmediğini, yapılan şeyin yasal olmadığını fark ettiklerini, normalde muhabere nöbetinde taşraya evrak gönderip UYAP’taki işlemleri yaptıktan sonra postaya verdiklerini, İstanbul dışından gelen evrakta asker şahısların ifadelerini de aldıklarını, başka hiç bir işlerinin olmadığını, cumartesi ya da pazar günü gece vakti karar yazmak için adliyeye gelmediklerini, muhabere nöbetinde ilk defa böyle bir olay yaşandığını, yazı işleri müdüründen mübaşirine kadar bir şey yapamadıklarını, hakim beyin gitmelerine izin vermediğini, “ortada bir cenaze var, cenazeyi kaldırmamız lazım” dediğini,
Tanık E. aşamalarda; İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinde mübaşir olarak görev yaptığını, 24.04.2015 cuma günü mesai saatleri içinde mahkemelerinin muhabere nöbetçisi olduğunu, görevlerinin taşraya gidecek evrakı teslim alıp postayla mahalline göndermek olduğunu, 25.04.2015 cumartesi günü çağrılması üzerine saat 18.30 sularında adliyeye geldiğini, mahkeme kaleminin ışıklarının kapalı, duruşma salonunun ise açık olduğunu gördüğünü, duruşma salonunda hakim M. B.’in Arzu hanıma karar yazdırdığını, bilgisayar ekranında medyadan tutuklu olduğunu bildiği birkaç polis ismi gördüğünü, ne olup bittiğini kağıda yazarak zabıt katibi Ahmet’e sorduğunu, onun da hakim beyin büyük ihtimalle bu kişilerle ilgili tahliye kararı vereceğini söylediğini, zaten internete de bu yönde haber düştüğünü, hakim beyin “çok işimiz var, eve geç gideceksiniz” dediğini, Adalet Komisyonundan zabıt katibi Arzu T.’yı aradıklarını, hakim beyin telefonu Arzu’dan alarak arayan kişiyle konuştuğunu, karşısındaki kişiye “neredesiniz, ben geleceğim” dediğini, telefonu kapattıktan sonra zabıt katibi Ahmet’e “sen git” dediğini, zabıt katibi Ahmet’in de hakim beye “ben gidemem, beni çağırmamışlar” dediğini, bunun üzerine yanlarından ayrılan hakim beyin bir süre sonra duruşma salonuna gelip, telefonla arayan kişiyi bulamadığını söylediğini, o sırada Arzu T.’nın hakim beye “komisyondan arayan yetkili benim amirim, gitmem gerekmiyor mu” diye sorduğunu, hakim beyin de “ben göndermedikçe gidemezsin” diyerek gitmesine izin vermediğini, bir ara hakim beyin odasına doğru giderek telefon görüşmesi yaptığını, bu sırada kendi aralarında olayın sonunu iyi görmediklerini, ne yapmaları gerektiğini konuştuklarını, hatta zabıt katibi Ahmet’in kendisine elektrik şartelini indirmesini söylediğini, kararların bitmesine yakın hakim beyin zabıt katipleri Ahmet’le Abdül Samet’i kaleme göndererek tahliye müzekkerelerini yazmalarını istediğini, tahliye müzekkerelerinin yazımının saat 03.00 sıralarında bittiğini, tahliye müzekkerelerini zimmet defteriyle birlikte nöbetçi savcılığa götürdüğünü, ancak kimseyi bulamadığını, nöbetçi savcılığın telefon numarasını bularak aradıklarını, hakim beyin görüştüğü zabıt katibinin tahliye işlerine bakmadıklarını söylediğini, hakim beyin “almazsanız tutanak tutmak zorunda kalacağım” dediğini, telefonla görüşülen kişinin bulunduğu yere gittiğini, ardından şüpheli avukatlarının da buraya geldiğini, ancak bu yerin de kapısının kilitli olduğunu, bunun üzerine hakim beyin Silivri Cezaevine faks çekmek istediğini, fakat faks cihazı bulamadıklarını, sonrasında hakim beyin odasına geçtiğini, kendisinin eve gitmek istediğini söyleyince “sabahleyin nöbetçi savcı gelinceye kadar bekleyeceğiz” dediğini, avukatlardan birisi adliyedeki polis merkezinde faks cihazının olabileceğini söylediğinde, kendisinin de hakim beye savcı görüldüsü olmadan faks çekmenin bir faydası olmayacağını belirttiğini, hakim bey ile birlikte adliye karakoluna gittiklerini, oradaki görevlinin faks cihazının olduğunu, ancak amirinden kullanmak için izin alması gerektiğini söylemesi üzerine nöbetçi savcıların olduğu bölüme hakim beyle gittiğini, orada da kimseyi bulamadıklarını, sonrasında kaleme geçtiklerini, sabah nöbetçi savcılıkta görevli memura tahliye müzekkerelerini zimmetle teslim ettiğini, 27.04.2015 pazartesi günü tahliye müzekkerelerinin mahkemelerine iade edildiğini, hakim beyin bunların tekrar savcılığa gönderilmesiyle ilgili yazı yazdırdığını, tahliye müzekkerelerini bu defa infaz savcılığına götürdüğünü, oradaki görevlinin almayarak üst yazı göndereceklerini söylediğini, durumu hakim beye anlattığını, hakim beyin de tahliye müzekkerelerini kabul etmeyen ve UYAP’ı kesen ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunduğunu,
Tanık A. aşamalarda; cumartesi günü zabıt katibi Arzu’nun çağırması üzerine saat 19.30 gibi adliyeye geldiğini, internetten söz konusu haberleri gördüğünü, adliyeye gelene kadar böyle bir evrakın olmadığına dair tutanak tutulacağını düşündüğünü, çünkü hakim beyin böyle bir evrakı mesai saatinden sonra kendisinin alabileceğine ihtimal vermediğini, duruşma salonuna girince hakim beyin dosyayı almış olduğunu anladığını ve şok olduğunu, hakim beyin zabıt katibi Ahmet ve kendisinden yazılacak tahliye müzekkerelerine ön hazırlık yapmalarını istediğini, gelen telefon üzerine zabıt katibi Arzu’nun başsavcılıktan çağrıldığını söylediğini, hakim beyin telefonu isteyerek arayan kişiyle konuştuğunu, telefonu kapattıktan sonra Ahmet’e “sen git, sorarlarsa bekliyoruz de” dediğini, zabıt katibi Ahmet’in de yalan söylemek istemediğini belirtir şekilde “yanlış olmaz mı hakim bey” dediğini, bunun üzerine hakim beyin kimseyi göndermediğini, gerek vücut diliyle gerekse söylemleriyle ortamdan rahatsızlık duyduklarını ve evlerine gitmek istediklerini belirttiklerini, hakim beyin de “hepiniz mi gitmek istiyorsunuz” dediğini, kendilerinin “evet” yanıtı vermesi üzerine “hiçbirinizi göndermiyorum” dediğini, hakim beye kendilerinin bu zincirin zayıf halkası olduklarını, orada bulunmak istemediklerini söylediklerini, hakim beyin ise “ne olursa bana olur en fazla sürerler” dediğini, yazı işleri müdürünün söylemesi üzerine müfettiş odasının önüne gittiklerinde çok sayıda avukatın da orada olduğunu gördüklerini, mübaşirin yazılan tahliye müzekkerelerini infaz savcılığına götürdüğünü, ancak kapalı olduğundan teslim edemeden geri getirdiğini, hakim beyin infaza bakan zabıt katibinin telefonunu bularak aradığını, infaz katibinin savcının haberi olmadan evrakı alamayacağını söylediğini, bunun üzerine hakim beyin tutanak tutturduğunu, mübaşirin evrakı teslim edememesi üzerine hakim beyin de mübaşirle birlikte muhatap bulmaya gittiğini, tahliye müzekkerelerinin faksla gönderilmesi için gayret sarf ettiğini, baroya baktırdığını, ancak tahliye müzekkereleri savcılıktan gönderilmeyince ondan da vazgeçtiğini, hakim beyin “sabaha kadar kimse adliyeden ayrılmasın, uyuyun, dinlenin, sabah savcı değişince evrakı kendisine teslim edersiniz” dediğini, hakim beyin de adliyeden ayrılmadığını, saat 10.00 civarında tahliye müzekkerelerinin mübaşir tarafından savcılığa teslim edildiğini,
beyan etmişlerdir.
Sanık M. Ö. aşamalarda özetle;
HSYK tarafından usulüne uygun bir soruşturma izni alınmadığını, 2802 s. Kanunun 88 inci maddesinin açık olduğunu, görevdeki bir hakim ve Cumhuriyet savcısının ancak ağır cezalık suçüstü hali bulunduğunda aranabileceğini, gözaltına alınabileceğini, sorguya çekilebileceğini ya da tutuklanabileceğini, bu şartlara riayet edilmediğini,
Görevdeki hakim ve Cumhuriyet savcısıyla ilgili soruşturma işlemlerinin izinle en yakın ağır ceza mahkemesinde yapılabileceğini, bu mahkemenin de Bakırköy Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi olduğunu, sorgu tarihi itibarıyla nöbetçi olmayan Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin soruşturma aşamasında herhangi bir yetkisinin bulunmadığını, nitekim soruşturma aşamasında iletişimin tespiti gibi kararların sulh ceza hakimliklerinden alındığını, bu sebeple Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin usul ve esas açısından tutuklama talebine bakma ve karar verme yetkisi bulunmadığını, terör suçlarına bakmakla yetkili Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin ancak dava açıldığı takdirde dosyaya bakabileceğini, soruşturma aşamasında usul ve esas ile ilgili diğer kuralların da çiğnendiğini, HSYK tarafından örgüt üyeliği suçuna ilişkin soruşturma ve kovuşturma izni kararı verilmediğini, HSYK 2. Dairesinin 07.07.2015 tarihli kovuşturma izni verilmesine ilişkin kararında yer alan muhalefet şerhlerine katıldığını, soruşturma evresinde sorgu dışında dinlenilmediğini,
Suç tarihinde kurulmuş doğal mahkeme sıfatıyla hakkında atılı bulunan suçlarla ilgili olarak yargılama yapma görevinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesine ait olduğunu, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin kendilerini yargılama görevinin bulunmadığını, bu dairenin daha sonradan oluşturulduğunu ve bunun tabi hakimlik ilkesine aykırı olduğunu, soruşturma aşamasında usul kurallarının ihlal edilmesi nedeniyle tekrardan soruşturma aşamasına dönülmesi taleplerinin kovuşturma aşamasında reddedildiğini, tahliye edilen şüphelilerle eylem ve fikir birliği içerisinde hareket ettikleri yönünde isnat olmasına rağmen 2802 s. Kanunun 86 ncı maddesi göz ardı edilerek bu kişilerle birlikte yargılanmadıklarını,
20.04.2015 tarihinde tutuklu bulunan çoğunluğu polis toplam altmış üç şüphelinin müdafilerinin kendisinin görevli olduğu ve aynı zamanda nöbetçi bulunduğu İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesine reddi hakim talebinde bulunduklarını, hakimin reddi ve tahliye talebinde bulunan avukat, şüpheli ve onların yakınlarıyla karardan önce herhangi bir şekilde görüşmesinin olmadığını, bu konuda aksine delil hatta bir iddianın bulunmadığını, şüpheli avukatlarının mahkemeye sundukları dilekçelere havaleyi hakimin yapması gerektiğini, o gün sabah saatlerinde kaleme uğrayarak havale gelirse bizzat görmek istediğini kaleme söylediğini, mahkemesinde zabıt katibi olarak göreve yeni başlayan Rana hanımın kısa bir süre önce eşinden boşanmış olduğunu, bu sebeple psikolojisi iyi olmadığından nezaket icabı “Rana hanım, sen sürekli karıştırıyorsun bak, bugün nöbetçiyiz, evrakları ben göreyim” şeklinde birebir söylemek istemediği için kaleme genel olarak bütün evrakları kendisinin görmek istediğini söylediğini, değişik saatlerde söz konusu dilekçelerin avukatlar tarafından verildiğini, kapsamlı ve birbirine benzer talepler içeren bu dilekçeleri incelemek ve muhafaza etmek üzere kendi odasında tuttuğunu, o gün itibarıyla bir taraftan ifade aldığını, bir taraftan da dilekçe geldiğini, takip eden salı günü de duruşma yaptığını, o gün ancak mesai bittikten sonra zabıt katibi Ömer’e UYAP kaydını ve tarama işlemlerini yaptırdığını, on ayrı sulh ceza hakimliğinden red taleplerine ilişkin görüş sorduğu esnada UYAP’ın gittiğini, ertesi gün 22.04.2015 tarihinde söz konusu evraklardan yazı işleri müdürünün de haberi olduğunu, sulh ceza hakimliklerine ve ilgili soruşturma savcılarına müzekkereler yazdırdığını, öğleden sonra müzekkere cevaplarının gelmeye başladığını, dosyaların kendisine gelmesinin gerekmediğini, nitekim geçmişte İ.C hakkındaki yargı yeri belirlenmesine ilişkin davada Ceza Genel Kurulunca da 28.09.2010 gün ve 162-179 sayılı kararla aynı sonuca ulaşıldığını, aynı gün öğleden sonra karar oluşturmak için çalıştığını, takip eden perşembe gününün 23.04.2015 gününe tekabül ettiğini, o günde karar üzerinde çalıştığını, oluşturduğu kararı 24.04.2015 günü saat 17.15’te UYAP’tan onayladığını, zabıt katipleri veya yazı işleri müdüründen dosyayı saklama gibi bir durumunun söz konusu olmadığını,
Asliye ceza mahkemeleri bakımından tevzi nöbeti usulünün sulh ceza mahkemeleri döneminde yürürlükte olduğunu, sulh ceza hakimliklerinin reddi dilekçelerinin doğrudan asliye ceza mahkemesine de verilebileceğini, bunun örneklerinin olduğunu, Çağlayan Adliyesinde benzer şekilde altı yedi tane karar verildiğini, bunlardan birinin de diğer sanık M. B.’in bir kaç ay önce 2015/56 değişik iş sayılı dosya üzerinden verdiği karar olduğunu,
Hukuken geçerli ve kesin nitelikteki kararına karşı gidilebilecek tek yolun yazılı emir kanun yolu olduğunu, evrakı birleştirerek tek bir numara üzerinden karar vermesiyle yedi ayrı numara üzerinden aynı kararları vermesi arasında bir fark bulunmadığını, bunun hakimin takdirinde olduğunu, ayrıca tüm sulh ceza hakimlerinin reddine karar verilmesinin mümkün olmadığına dair bir düzenleme bulunmadığını,
Reddi hakim taleplerini CMK’nın 27 nci maddesinin açıkça verdiği yetkiye dayanarak ve yasal düzenlemeleri, içtihatları, AİHM kararlarını gözeterek objektif değerlendirmelerle kabul ettiğini, bu kararın sonuna kadar arkasında olduğunu, tamamen vicdana, kanuna, uluslararası normlara ve hukuka uygun, gerekçelerini ayrıntılı olarak belirttiği yargısal bir karar oluşturduğunu, gerekçesinde hakimin objektif tarafsızlık kriterini değerlendirdiğini, kararının başka bir sulh ceza hakimliği tarafından kaldırılamayacağını, sonucu itibarıyla kesin olan bu karara karşı başvurabilecek kanun yolunun kanun yararına bozma olduğunu, bunun dışında Anayasa ve diğer kanunlarla tarafına verilen hakimlik teminatı ve bağımsızlığı çerçevesinde yargısal yetkisini kullandığı için idari soruşturmaya muhatap edilemeyeceğini, Anayasanın 138 inci maddesi gereği hakimlere hiç bir makamın emir talimat veremeyeceğini ya da telkinde bulunamayacağını,
Tahliye talepleriyle ilgili olarak diğer sanık M. B.’i yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek adına nöbetçi asliye ceza hakimi olduğu için görevlendirdiğini, ayrıca reddi hakim talebinin kabulü durumunda hukuk hakiminin ya da nöbetçi olmayan başka bir hakimin görevlendirilebileceğini, aksine bir düzenleme ya da içtihat bulunmadığını, CMK’nın 27 nci maddesinin dördüncü fıkrasında “hakim veya mahkeme görevlendirilir” denildiğini, diğer sanık M. B.’in de tutuklamayı gerektirecek somut delil bulunmaması, AİHM ve AYM’nin bu konuda ortaya koyduğu ölçütlerin karşılanmaması gerekçesiyle tahliyeleri talep edilen altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasına karar verdiğini, ancak verilen bu tahliye kararlarının yürütmenin açık müdahale ve baskısı sonucu uygulanamadığını,
Silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasının dayanaktan yoksun olduğunu, bu suçun oluşması için hiyerarşik yapı, alt-üst ilişkisi, emir komuta zinciri, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunmasının arandığını ve örgütle organik bağ kurulması gerektiğini, bir günde verilen bir mahkeme kararı ile bu suçun oluşmasının mümkün olmadığını, suçun unsurları itibarıyla oluşmadığını, bu kararın örgütsel bir talimatla verildiği iddiasını kabul etmediğini, FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının olmadığını, öncelikle bu hususun değerlendirilmesi gerektiğini, iki hakimle örgüt kurulamayacağını, iddianameye göre suç tarihinin 24.04.2015 olduğunu, fiili ve hukuki kesintiden sonra olanların kendilerine fatura edilemeyeceğini, bu dosyada örgüt olarak değerlendirildiği belirtilen FETÖ/PDY yapılanmasına 24.04.2015 tarihi itibarıyla örgüt demenin hukuken mümkün olmadığını, 15.07.2016 tarihinde kullanılan silahların örgütün silah unsurunu değil darbeye teşebbüs suçunu oluşturacağını, iddia edilen örgütle bir irtibat ve alakasının bulunmadığını, tamamen hukuka uygun kararlarından dolayı yargılandıklarını,
Fethullah Gülen’in 19.04.2015 tarihinde “www.h…org” adresli internet sitesindeki konuşmasından haberdar olduğuna dair hiçbir delilin bulunmadığını, bunu ilk defa sorgusu yapılırken öğrendiğini, şayet kendisi örgüt üyesi ise Fethullah Gülen’in 19.04.2015 tarihinde anılan internet sitesinde yayınlanan konuşmasıyla kendisine en büyük kötülüğü yaptığını, bu durumun da akıl ve mantığa uygun bir tarafının bulunmadığını, Fethullah Gülen’in bu konuşmasından sonra şüpheli müdafilerinin söz konusu dilekçeleri mahkemesine vermiş olmalarının kendisi açısından talihsizlik olduğunu, bu konuşmanın bir talimat değil dua niteliğinde olduğunu, bu konuşmaya ilişkin tam metnin Arapça kısımlar da dahil olmak üzere bilirkişi marifetiyle dökümünün yapılması gerektiğini,
30.04.2015 tarihinden beri tutuklu olduğunu bu sebeple 15.07.2016 tarihli darbe girişiminin kendisini bağlamayacağını ve bununla irtibatlandırılamayacağını, suç tarihi itibarıyla bu yapıya örgüt denemeyeceğini, kaldı ki Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 10.03.2002 tarihinde verdiği Fethullah Gülenle ilgili davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine ilişkin kararın, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince 05.05.2006 tarihinde kaldırılarak adı geçenin beraatine karar verildiğini, bu kararın da YARGITAY 9. Ceza Dairesinin 05.03.2008 tarihli kararıyla onandığını, onama kararına YARGITAY Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz edildiğini, Ceza Genel Kurulunun 24.06.2008 gün ve 82-181 sayılı kararıyla itirazın reddine karar verildiğini, keza 03.02.2010 tarihinde Fethullah Gülen hakkında anayasayı ihlal suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini,
Telefonla görüşme kaydı bulunan veya aynı baz istasyonunda sinyal bilgisi alınan kişilerin meslektaşları, arkadaşları, komşuları, aynı lojmanda oturduğu veya aynı adliyede çalıştığı kişiler ya da çeşitli gazetelerin adliye muhabirleri olduğunu, kakao veya ByLock isimli sistemleri bilmediğini, bu sistemler ya da başka bir haberleşme uygulaması aracılığıyla talimat almadığını,
Görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için gerçekleştirilen fiilin kamu görevlisinin görev alanına giren bir hususla ilgili olması, görevin gereklerine aykırı bir davranışın bulunması, bu davranışın da mağduriyet veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere ekonomik yarar anlamında haksız bir kazanç sağlaması gerektiğini, vermiş oldukları hakimin reddine ve tahliyeye dair kararların yok hükmünde sayılarak uygulanmadığını, teşebbüs aşamasında kaldığını, bu nedenle atılı suçun zarar ve menfaat unsurları itibarıyla oluşmadığını,
Görevini kötüye kullandığı iddiasının, vermiş olduğu kararın usulsüz olduğu varsayımından hareketle ileri sürüldüğünü, oysa tamamen hukuka ve yasalara uygun olarak karar verdiğini, karşılığında herhangi bir haksız kazanç temin etmediğini, söz konusu karara karşı herhangi bir kanun yoluna başvurulmadığını, bu sebeple hukuken geçerliliğini devam ettirdiğini, reddi hakim ve tahliye talebinde bulunan şüphelilerin beş ay boyunca defaatle sulh ceza hakimliklerine reddi hakim taleplerinde bulunmuş olmalarına rağmen söz konusu taleplerin CMK’nın 268 ve devamı maddelerinde düzenlenen itiraz olarak değerlendirilip asliye ceza mahkemesine yerine bir sonraki sulh ceza hakimliğine gönderildiğini, dolayısıyla müdafilerin mahkemeye erişim hakları engellendiği için doğrudan asliye ceza mahkemesine başvurduklarını, oysa somut olayda itirazın değil reddi hakim talebinin söz konusu olduğunu, şüpheli müdafilerinin taleplerinin on tane sulh ceza hakimliği tarafından defalarca göstermelik ve şablon gerekçelerle reddedildiğini, AYM kararında yanlı olarak başvurucuların yaşadıkları bu olaylardan bahsedilmediğini, sulh ceza hakimliklerinin tarafsızlılarının kamuoyunda tartışma konusu olduğunu, bu sebeple on tane sulh ceza hakimliğinin tamamı hakkında bağımsızlık ve tarafsızlık ölçütlerine uygun olmadıkları için reddi hakim taleplerinin kabulüne karar verdiğini ve tahliye istemleriyle ilgili olarak o tarihte nöbetçi olan diğer sanık M. B.’i görevlendirdiğini, CMK’nın 27 nci maddesinin açık olduğunu, reddi hakim talebinin kabul edilmesi halinde tahliye konusunda yetkili merciin nasıl belirleneceğinin de CMK’nın 26 ve devamı maddelerinde yazılı olduğunu, silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla görevi kötüye kullanma suçundan ayrı ayrı ceza verilemeyeceğini,
ByLock iletişim sistemini kullanmadığını, on beş yıldır aynı hattı kullandığını, yaklaşık altı yıldır aynı telefon makinesini kullandığını, bu cihaz üzerinde ByLock iletişim sistemiyle ilgili olarak bilirkişi incelemesi yapılmasını istediğini, ByLock kullanıcısı olduğuna dair MİT’ten gelen yazıyı kabul etmediğini, sanığı bulunduğu Selam-Tevhid dosyasında MİT müsteşarının müşteki olduğunu, aralarında husumet bulunduğunu, ByLock ile ilgili Litvanyayla Türkiye arasında adli bir yazışma yapılıp yapılmadığının, oradaki kütüklerin getirtilip getirtilmediğinin araştırılması ve onaylı imajlarının getirtilmesi gerektiğini, bunun bir iletişimin tespiti işlemi olduğunu, nasıl yapılacağının da kanunlarda yazılı olduğunu, burada bir mahkeme kararının olması gerektiğini, MİT’in bunu nasıl elde ettiğinin belli olmadığını, Emniyet Genel Müdürlüğünün yazısından da bunun nasıl elde edildiğinin anlaşılamadığını, MİT’in adli kolluk görevinin bulunmadığını, MİT’ten gelen bilgi notunun hukuki olarak kovuşturmada kullanılamayacağını, bu sistemi kullanmamakla birlikte içeriğinin ve kiminle görüştüğünün tespitinin gerektiğini,
ByLock raporuna ilişkin MİT’in çok başarılı bir çalışma yaptığını, bunun istihbarat kurumunun işi olduğunu, devletin güvenliği gibi konularda bunu yaptığını, yapması da gerektiğini, ama oraya kadar olduğunu, ondan sonra bunu bulduğu andan itibaren adli mercilere intikal ettirmesi ve ceza yargılamasında kullanılacak şekilde mahkeme kararı alınarak usulün takip edilmesi gerektiğini, istihbari dinlemenin delil olarak kullanılamayacağını, ByLock verilerinin yasak yöntemle elde edildiğini, hukuka aykırı delilin ceza yargılamasında kullanılamayacağını, ayrıca bu sistemi son kullandığı iddia edilen tarihle verdiği karar tarihi arasında iki ay olduğunu, içeriğinin de tespit edilemediğini, bu sebeplerle yargılamada kullanılmayacağını,
Yargılama aşamasında savunmasını hazırlayabilmesi için uygun ortam, yeterli zaman ve kolaylığın sağlanmadığını, müdafiinin hukuki yardımından yararlanamadığını, savunma hakkının kısıtlandığını, delillerin tartışılmasının yapılmadığını, avukatlarının savunmaları alınmadan mütalaaya geçildiğini, esas hakkında mütalaada da beraat ya da mahkumiyet istenen suçlar açısından bir belirlemenin olmadığını, delillerin tartışılmasının yapılmadığını kovuşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerinin kabul edilmediğini,
Beraatine karar verilmesini, mahkemenin aksi kanaatte olması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması hariç lehine olan kanun maddelerinin uygulanmasını talep edip atılı suçları işlemediğini, bu suçların oluşmadığını, somut ve objektif delil bulunmadığını,
Sanık M. B. aşamalarda özetle;
HSYK tarafından yapılan soruşturma işlemlerinde usul kurallarına riayet edilmediğini, HSYK müfettişinin Cumhuriyet savcısı gibi sorguya sevk etme veya tedbir uygulama yetkisinin olmadığını, HSYK 3. Dairesinin soruşturma izni kararı olmadan 2. Daire tarafından açığa alındığını, bakan oluru ve kesinleştirme de beklenmeden olmayan soruşturma izninin devamına karar verildiğini, tutuklanmalarının HSYK 2. Dairesinin kovuşturma izni yetkisinin gasbı niteliğinde olduğunu, zira dairenin kovuşturma izni vermekten başka seçeneğinin kalmadığını, HSYK’nın soruşturma ve kovuşturma izni kararı verirken fiili belirlemediğini, örgüt üyeliği suçuna ilişkin soruşturma ve kovuşturma izni kararı verilmediğini,
Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin hakkında usulsüz olarak yakalama ve tutuklama kararları verdiğini, çünkü bu mahkemenin sadece hakim sınıfından olmayanlar hakkında terör suçlarından açılan davalara bakma yetkisinin olduğunu, ayrıca yakalama için ise hem ağır cezalık hem de suçüstü hali olması gerektiğini, bu iki şartın da soyut iddialar dışında bulunmadığını,
Sulh ceza hakimlikleriyle yargılandıkları Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin tabii hakim ilkesine uygun olmadığını, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin iddianamenin iadesine ya da son soruşturmanın açılması kararını vermeye yetkili bulunmadığını, onun için bu davada beraat kararı dahi verilse hukuki olmayacağını, atfedilen isnadın mahiyet ve sebebinin belirsiz olup tarafına etraflıca açıklanmadığını, keza son soruşturmanın açılması kararında hangi fiilinin hangi suçu teşkil ettiğinin açık bir şekilde izah edilmediğini, soruşturma aşamasında savunmasının alınmadığını,
İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi M. Ö.’in 24.04.2015 cuma günü reddi hakim talebinin kabulüne karar verdiğini, aynı gün de dosyayı mahkemesine nöbetçi olduğu için gönderdiğini, görevlendirildiğine dair kararın kesin nitelikte olması sebebiyle CMK’nın 28 inci maddesi gereğince dosyayı inceleme dışında başka bir seçeneğinin kalmadığını, bu karara karşı direnme ya da başka türlü usuli bir tasarrufta bulunma şansının da olmadığını, incelemeyi kanuna uygun olarak yaptığını, ancak bu karardan önce Selam Tevhid soruşturması kapsamında savunması istenmiş olsaydı bu dosyada karar vermeyip çekileceğini,
24.04.2015 günü dosyaların geldiğini, dosyanın medyatik olması ve bir şekilde karar vermek zorunda kalmasından dolayı moralinin bozulduğunu, mesai bitiminde eve giderken mahkemesine gönderilen dosyaları da yanında götürdüğünü, diğer sanık M. Ö.’in talepte bulunmasına rağmen Cumhuriyet Başsavcılığınca asıl soruşturma dosyaları gönderilmediğinden sadece şüpheli müdafilerinin dilekçe ve eklerini inceleyebildiğini, bütün gece çalıştığını, ertesi gün vicdani kanaati oluştuğundan ve esas olanın özgürlük olduğunu düşündüğünden tahliye kararı verdiğini, dosyayı incelememesi halinde bu şekilde detaylı gerekçeli karar yazamayacağını, kararı yazarken saat 20.47’de UYAP’ın kesildiğini, o anda beş kararın yazılmış iki karara da numara verilmiş olduğunu, saat 22.00 gibi kararları bitirdiğini, dört saatlik sürede kararların yazıldığını, avukatların müfettişe gitmesiyle katiplerin geri geldiğini, tahliye müzekkerelerini yazmaya başlamadan önce saat 23.00 sıralarında İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği kararının geldiğini, üstüne tarih ve saat belirterek havale yaptığını, kararını yazmadan önce gelmesi halinde onu da kararına yazdıracağını, usul hükümleri gereğince bir mahkemenin kararının bir başka mahkeme veya hakimliğin kararı ile yok sayılmasının mümkün olmadığını, müdafileri tarafından uygun bir talepte bulunulması veya Yargıtay gibi üst mercinin ilamı üzerine bir karar verilebileceğini, ayrıca Anayasanın 138 inci maddesi gereğince de yargısal mercilere emir ve talimat verilemeyeceğini, Adalet Bakanlığının 06.02.2015 tarihli görüş yazısı bakımında da aynı durumun geçerli olduğunu,
Kalem personelinin beyanlarındaki aleyhe olan kısımları ve hakkında düzenlenen tutanakları kabul etmediğini, o gece müfettiş beyin yazı işleri müdüründen dosyayı istediğini, bunun üzerine müfettiş beye tahliye müzekkerelerinin yazımı bittikten sonra dosyaları göndereceğine dair yazı yazdığını,
UYAP dışı yazdıkları tahliye müzekkerelerinin yazımının saat 02.30 gibi bitmesi nedeniyle evrakı teslim alacak personel bulunmadığını, saat 10.20 gibi infaz savcısının tahliye kararlarını aldığını, tahliyenin derhal uygulanması gereken acil işlerden olmasına rağmen işleme konulmadığını, tahliye müzekkereleri elinde kaldığından hukuki sorumluluğu doğmaması için ve güvenlik endişesi taşıması nedeniyle o gece adliyede kaldığını,
Şüpheli müdafilerince defalarca sulh ceza hakimliklerine reddi hakim talepli dilekçeler verilmesine karşın bunların asliye ceza mahkemelerine gönderilmediğini, itiraz müessesinin CMK’nın 268 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca işletilerek dosyanın sulh ceza hakimliklerince kendi içlerinde takip eden hakimliğe gönderildiğini, reddi hakim taleplerinin soruşturma aşamasında da ileri sürülmesinin mümkün olduğunu, bunun itiraz olarak değerlendirilemeyeceğini,
5235 s. Kanunun 10. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde sulh ceza hakimliklerinin görevlerinin sayıldığını ve usulden kaynaklı diğer görevlerinin saklı tutulduğunu, reddi hakim müessesinin bu istisnalardan biri olduğunu, 5235 s. Kanunun 11 inci maddesinin de bu doğrultuda düzenleme içerdiğini, kanun koyucunun 6545 s. Kanunla sulh ceza hakimliklerini kurarken, reddi hakim müessesesinin sulh ceza hakimlikleri bakımından meri olduğuna ayrıca işaret ettiğini, CMK’nın 22-32 nci maddelerinin kaldırıldığına dair bir hüküm olmadığını, velev ki unutulmuş olsa dahi bu düzenlemenin yürürlükten kalktığı anlamına gelmeyeceğini, ayrıca reddi hakim talebini kabul eden nöbetçi mahkemenin uygun gördüğü bir hakimi görevlendirebileceğini, keza soruşturma aşamasında ağır ceza mahkemelerinin de bir kısım koruma tedbirlerini verebileceğine ilişkin düzenlemelerin bulunduğunu,
Daha önce bu dosyadaki şüpheliler müdafinin o gün nöbetçi olan İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesine reddi hakim talebinde bulunduğunu, mahkemenin de bu evrakı tevziye tabi tuttuğunu, bu evraklardan birinin de kendisine gelmesi üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazarak dosyanın gönderilmesini istediğini, ancak dosyanın gönderilmediğini, görevli olmadığından dosyayı nöbetçi İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesine gönderdiğini, bu hususta İstanbul Adalet Komisyonu Başkanı ile de görüştüğünü, komisyon başkanına “yasada tevzien gönderilmesi gerektiren bir karar yok” dediğini, komisyon başkanının da “İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar ver” dediğini, İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesinin de dosyayı iade etmesi üzerine olumsuz görev uyuşmazlığı oluştuğunu ve İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince 2015/125 değişik iş sayıyla mahkemesinin yetkili olduğuna kesin olarak karar verildiğini, bunun üzerine 04.03.2015 tarih ve 2015/56 değişik iş sayıyla reddi hakim talebinin reddine karar verdiğini, bu kararın gerekçesinde hangi hakimin hangi gerekçeyle reddedildiği ve hangi işe bakacağı somut bir şekilde belirtilmediğinden reddi hakim talebini reddettiğini, ancak vaki reddi hakim talebinin gerekçeli ve hukuki dayanağa sahip olması halinde talebin kabul edilebileceğini, altı ayrı asliye ceza mahkemesinin benzer kararlar verdiğini, bu kararlardan birisinin de İstanbul 26 Asliye Ceza Mahkemesinin 06.02.2015 tarih ve 2015/19 değişik iş sayılı kararı olduğunu, bu şekilde red kararı verebilen asliye ceza mahkemesinin kabul kararı da verebileceğini, atılı suçları işleme niyeti olması halinde daha önce karar verebileceğini,
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun oluşabilmesi için, öncelikle gayri muayyen suçları işlemek amacıyla asgari üç kişiden oluşan, 3713 s. Kanunda gösterilen amaç suçları işlemeye yeterli araç ve gerece sahip olarak silahlı ve devamlılık gösterecek şekilde hiyerarşik yapıya sahip bir örgütün varlığının zorunlu olduğunu, kendisi açısından ise asıl önemli olanın var olduğu iddia edilen terör örgütüyle irtibatının ortaya konulması olduğunu, vermiş olduğu karar nedeniyle terör örgütü üyeliği suçlarıyla itham edilmesinin akla uygun olmadığını,
19.04.2015 tarihinde “www.h..org” adresli internet sitesinde yayınlanan Fethullah Gülen’e ait konuşmanın çözümünün yapılmasını istediğini, herhangi bir terör örgüt üyesi olmadığı için süreklilik ve çeşitlilik gösteren bir eyleminin olmadığını, tek eyleminin kanunlar çerçevesinde tahliye kararı vermek olduğunu, sadece yargısal faaliyette bulunduğunu, FETÖ/PDY diye bir örgüt var ise bu örgütle bir ilgisinin bulunmadığını, uzun süre terör mahkemelerinde görev yaptığını, eğer böyle bir örgüt olduğunu bilseydi veya üyesi olsaydı ya da bir irtibatı olsaydı çekinmeden TCK’nın 221 inci maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık maddesinin lehine uygulanması için bildiklerini anlatacağını,
15.07.2016 tarihli darbe kalkışmasının kendisi ile bir ilgisinin olmadığını, bu kalkışmayı FETÖ/PDY terör örgütünün gerçekleştirdiği sabit olsa dahi bunun kendisini bağlamayacağını,
İletişimin tespitine ilişkin alınan kayıtlarının suçlamalarla ilgisiz ve birbirleriyle bağlantısız olduğunu, HTS kayıtlarında birebir görüştüğü kişilerin aynı lojmanda oturan komşuları, aynı mahkemede, aynı adliyede çalışan kişiler ve tanıdığı meslektaşları olduğunu,
Görevi kötüye kullanma suçu yönünden, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından görev yaptığı mahkemenin şüphelilerin tutukluluk hali ve tahliyeleriyle ilgili olarak bir karar verilmesi hususunda kesin nitelikte bir kararla görevlendirilmesi üzerine vazifesini yaptığını, bu kararı vermeye Anayasanın 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrası, CMK’nın 27 nci maddesinin iki ve dördüncü fıkraları ile 28 inci maddesi ve 5235 s. Kanunun 10, 11 inci maddeleri gereğince yetkili olduğunu, kanunların verdiği yetkiyi kullanarak vicdanına göre karar verdiğini,
Tahliye kararını verirken CMK’nın 100. maddesi gereğince tutuklama şartlarının bulunup bulunmadığına, CMK’nın 109 uncu maddesindeki adli kontrol tedbirlerinin gerekip gerekmediğine ve tutuklamadan önceki gözaltı sürelerine riayet edilip edilmediğine baktığını, şablon şeklinde olan sulh ceza hakimlikleri kararlarının yeterli delile dayanmadığını görüp vicdanına ve hukuka uygun bir karar verdiğini, bu yöndeki Ceza Genel Kurulunun 28.09.2010 gün ve 2010/1 sayılı ilamını da karara işlediğini, İstanbul Adliyesinde kamuoyundaki birçok davayla ilgili değişik mahkemelerce dosya olmadan hatta evrakın fotokopisi bulunmadan özgürlük esas alınarak kararlar verildiğini, bu suçun oluşması için kamu görevinin gereklerine aykırı bir davranışın olması ve bu davranışın kişilerin mağduriyetine veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlaması gerektiğini, somut olayda vermiş olduğu kanuna uygun kararı uygulamayan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kamunun zararına sebebiyet verdiğini, kararı ile hiç kimseyi mağdur etmediğini, haksız bir kazanç sağlamadığını, kamunun zarara uğraması keyfiyetinin de gerçekleşmediğini,
İddia edildiği gibi ByLock kullanmadığını, MİT’ten gelen ByLock kullanıcısı olduğunu bildiren yazıyı kabul etmediğini, bu yazının hukuki bağlayıcılığı bulunmadığını, ByLock kullanıcısı olup olmadığı konusunda bilirkişi incelemesi yapılmasını ve yakalandıktan sonra hatta girilip girilmediğinin araştırılmasını istediğini, ByLock kullandıysa mesaj içeriklerinin de tespit edilmesi gerektiğini,
Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaası alınmadan önce kendilerine tevsii tahkikat taleplerinin olup olmadığının sorulmadığını, delillerin yeterince tartışılmadığını, verilen esas hakkındaki mütalaanın da soyut olduğunu ve eyleminin ortaya konulmadığını,
Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, savunmasını hazırlayabilmesi için uygun zaman ve zeminin hazırlanmadığını, müdafiinin hukuki yardımından yararlanamadığını, baro tarafından tayin edilen avukat eşliğinde verdiği ifadesinin delil yasağı kapsamında olduğunu, lehe delillerin araştırılmadığını, savunma hakkının kısıtlandığını, beraatine karar verilmesini, mahkemenin aksi kanaatte olması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması dahil lehine olan kanun maddelerinin uygulanmasını talep edip atılı suçları işlemediğini,
Savunmuşlardır.
I- ByLock’un Delil Niteliğine İlişkin Hukuki Değerlendirme
1- Genel Olarak
İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve öğretide de ifade edildiği üzere, ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğe ulaşılmasında kullanılan araç delillerdir. Ceza Muhakemesi Kanununun “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki hükümle, ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş ve “delillerin serbestliği” ilkesine de vurgu yapılmıştır. Buna göre, hukuka uygun olmak kaydıyla, her türlü delil ispat aracı olarak kullanılabilir. Bu bakımdan maddi gerçeğe ulaştıracak delilin fiziki ya da elektronik olması önem arz etmemektedir.
Ceza Muhakemesinde maddi gerçek ortaya çıkarılırken, kişisel hak ve özgürlüklere saygıyla toplumsal düzeninin sağlanması arasında bir denge kurulması temel amaçtır. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması da yukarıda belirtildiği üzere delil ya da delillerin toplanmasıyla mümkün olur.
Ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğe ulaşabilmek için, delil elde etme aşamasında şahsi ve toplumsal değerlerin korunması da gereklidir. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğreti ve uygulamada “delil yasakları” olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Anayasanın 38 inci maddesinin altıncı fıkrasında, CMK’nın 206 ncı maddesinin ikinci fıkrasının ( a ) bendinde, 217 nci maddesinin ikinci fıkrasında, 230. maddesinin birinci fıkrasının ( b ) bendinde ve 289 uncu maddesinin birinci fıkrasının ( i ) bendinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağı belirtilmiştir. Delilin hukuka aykırı bir yöntemle elde edilmiş olup olmadığına ise yargılama makamı karar verecektir.
Delillerin yerindeliği incelemesi yapmayan ve bu konunun ulusal yargı organlarının takdirinde olduğunu belirten AİHM, elde edilen deliller dahil olmak üzere yargılamayı bir bütün olarak inceleyip bu çerçevede ilgilinin adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğine karar vermektedir. ( AİHM, Khan/Birleşik Krallık, 12.05.2000, B..No: 35394/97, § 34 ) AİHM, delillerle ilgili olarak, başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini esas almaktadır. ( Bykov/Rusya, 10.03.2009, B..No: 4378/02, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, 25.07.2013, B..No: 11082/06,, 13772/05, § 700 ). Bu manada esas olan, delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaksızın, yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.
2- Mukayeseli Hukuk ve AİHM Kararları Bağlamında Elektronik Delillerin Niteliği ve Hukukiliği
Türkiye Cumhuriyeti tarafından 10.11.2010 tarihinde imzalanan Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesi ( AKSSS ), Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması uygun bulunarak 02.05.2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bilgisayar verisi; AKSSS’nin 1 inci maddesinde “bilgisayar sisteminin bir işlevi yerine getirmesini mümkün kılan bir programı da kapsayan, olguların, bilginin veya kavramların bir bilgisayar sisteminde işlenmeye uygun haldeki her türlü temsilini”, veri ise; 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunun 2 nci maddesinde “bilgisayar tarafından üzerinde işlem yapılabilen her türlü değer” şeklinde tanımlanmıştır.
Yine, AKSSS’nin 1 inci maddesinde
Bilgisayar sistemi; “bir veya birden fazlası, bir program uyarınca otomatik veri işleyebilen herhangi bir cihaz veya birbiriyle bağlantılı veya ilgili bir grup cihazı”,
Hizmet sağlayıcı; “Hizmetlerin kullananlara bir bilgisayar sistemi aracılığıyla iletişim kurma olanağı sağlayan her türlü kamu ve özel sektör tüzel kişisini ve böylesi iletişim hizmeti veya bu hizmetin kullanıcıları adına bilgisayar verilerini işleyen veya depolayan diğer her türlü kişiyi”,
Trafik verisi ise; “bir bilgisayar sistemi aracılığıyla gerçekleşen iletişimle ilgili olan, iletişim zincirinin bir halkasını teşkil eden bilgisayar sistemi tarafından üretilmiş, iletişimin başlangıç noktasını, hedefe varış noktasını, izlediği yolu, saatini tarihini, boyutunu, süresini veya iletişimde kullanılan temel hizmetin türünü gösteren herhangi bir bilgisayar verisi”
olarak tanımlanmıştır.
Yukarıda belirtildiği gibi bilgisayar sistemi bağımsız olabileceği gibi bir ağa da bağlı olabilir. Elektronik delil ise bir elektronik araç üzerinde saklanan veya bu araçlar aracılığıyla iletilen, soruşturma açısından değeri olan bilgi ve verilerdir. Elektronik deliller arasında, suç örgütlenmesini gösteren veri tabanı dosyaları veya suçlular arasında yapılmış haberleşmeleri gösteren e-postaları saymak mümkündür. ( Leyla Keser Berber, Adli Bilişim, Yetkin, 2004, s. 46, 50 )
Elektronik deliller, klasik delillerden farklı olarak soyut bir yapıya sahiptirler. Şüphesiz ki, elektronik delillerin içerisinde yer aldığı somut bir donanım aygıtı bulunmakta ise de ceza yargılaması bakımından esas delil teşkil edenler bu donanım aygıtının kendisi değil, içerisinde yer alan dijital nitelikteki delillerdir. ( Muharrem Özen-Gürkan Özocak, Adli Bilişim, Elektronik Deliller ve Bilgisayarlarda Arama ve El Koyma Tedbirinin Hukuki Rejimi ( m. 134 ), Ankara Barosu Dergisi, 2015/1, s. 59 )
AKSSS’nin “Depolanmış bilgisayar verilerine izinli şekilde veya bu verilerin halka açık olduğu durumlarda sınır ötesinden erişim sağlanması” başlıklı 32 nci maddesi
“Bir taraf, diğer tarafın izni olmaksızın;
a ) Halkın serbest kullanımına sunulan ( açık kaynaktan gelen ) depolanmış bilgisayar verilerine bunların coğrafi konumuna bakılmaksızın erişilebilir; veya
b ) Kendi ülkesindeki bir bilgisayar sistemi aracılığıyla, diğer tarafın ülkesindeki depolanmış bilgisayar verilerine, eğer bu taraf, söz konusu bilgisayar sistemi aracılığıyla veriyi ifşa etme yetkisini yasal olarak haiz bulunan kişinin yasal ve gönüllü onayını sağlayabilirse, söz konusu verilere erişebilir veya bunları temin edebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Söz konusu sözleşmeye ilişkin açıklayıcı raporda, sözleşmenin 32 nci maddesiyle ilgili iki durum ele alınmıştır. Birincisi erişilen verilerin kamuya açık olduğu, ikincisi ise; bir tarafın kendi sınırları içerisindeki bir bilgisayar sistemini kullanarak ulusal sınırları dışında bulunan verilere eriştiği ya da bu verileri aldığı ve bu sistem aracılığıyla verileri bu tarafa ifşa etmeye kanunlar uyarınca yetkili bir kişinin kanunlara uygun ve gönüllü olarak rızasını aldığı durumlardır. Verileri ifşa etmek için “kanunlar uyarınca yetkili” kişinin kim olduğu, koşullara, kişinin niteliğine ve durum için geçerli yasaya bağlı olarak farklılık gösterebilir. Örneğin, bir kişinin e-postası bir hizmet sağlayıcı tarafından başka bir ülkede saklanabilir ya da bir kişi kasıtlı olarak başka bir ülkede veri saklayabilir. Maddede belirtildiği gibi, bu kişiler verileri tekrar kazanabilirler ve kanunlara uygun olarak yetki sahibi olmaları koşuluyla, gönüllü olarak verileri icra görevlilerine ifşa edebilir ya da bu görevlilerin verilere erişmelerine izin verebilirler.
Avrupa Birliğince ( AB ) 24.10.1995 tarihinde “Kişisel Verilerin İşlenmesinde Gerçek Kişilerin Korunması ve Serbest Dolaşımı”na ilişkin 95/46 nolu Yönerge kabul edilmiştir. Ancak söz konusu yönerge hükümlerinin savunma, kamu güvenliği veya ceza hukuku açısından uygulanmayacağı da belirtilmiştir. 95/46 nolu Yönerge temel alınarak düzenlenen telefon konuşmaları ve e-postaları da kapsayacak şekilde elektronik iletişimde özel yaşamın gizliliği ve kişisel verinin korunmasına dair 2002/58 nolu Yönergenin amacı, Avrupa Birliğine üye ülkeler tarafından, haberleşmenin gizliliğine yetkisi bulunmayan kişilerce erişilmesini engellemek, kamu telekomünikasyon şirketleriyle ve kamuya açık telekomünikasyon servisleriyle sağlanan telekomünikasyonun gizliliğini korumak amacıyla önlemlerin alınmasını sağlamaktır. ( Hayrunnisa Özdemir, Haberleşmenin Gizliliği ve Kişisel Veriler, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.13, S: 1-2,, 2009, s. 286 ) Bununla birlikte bu yönerge; devletlerin elektronik iletişimi, hukuka uygun denetleme veya AİHS’e uygun olarak başkaca önlem alma imkanlarını etkilememektedir. ( Saadet Yüksel, Özel Yaşamın Bir Parçası Olarak Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Gizliliğine Önleyici Denetimle Müdahale, Beta, 1. Baskı, 2012, s. 89, 99 )
AİHM, kişisel verilerin elde edilmesini her durumda özel yaşamın gizliliği hakkına bir müdahale olarak görmemekte ve kişisel verilere ilişkin AİHS’in 8 inci maddesi çerçevesinde iki aşamalı bir değerlendirme yapmaktadır. Öncelikle müdahalenin yasal dayanağı olup olmadığı ve ulaşılabilirliği, daha sonra ise ulusal güvenlik gibi meşru bir amaç bağlamında müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını değerlendirmektedir. ( Saadet Yüksel, a.g.e, s. 103 )
Bu bakımdan AİHM devletlerin, ulusal güvenliği korumak amacıyla, yetkililere kamunun ulaşamadığı kişisel verileri barındıran kayıtlarda bilgi toplama ve kaydetme yetkisini veren kanuni düzenlemeler yapmasını uygun görmektedir. ( Leander/İsveç, 26.03.1987, B..No: 9248/81, § 59 ) Nitekim Avrupa Parlamentosunun 2001/2098 ( I INI ) sayılı raporunda; “Bir devlet kural olarak, ülke içindeki yasal düzen ortamının devamlılığının ve ulusal güvenliğin sağlanması amacıyla dinleme faaliyetleri yürütebilir. Organize suçların ve terörizme yönelik faaliyetlerin eyleme dönüşmeden belirlenebilmesi amacıyla ulusal kanunlar, devlet birimlerini, kişi ve gruplar hakkında bilgi toplayabilmesi hususunda yetkili kılar. Konuya ilişkin veriler ise ülkenin istihbarat servisi tarafından toplanır ve analiz edilir.” şeklinde ifade edilmiştir. Böylece istihbarat kurumlarının, organize suç ve terörizm faaliyetlerine yönelik teknik yöntemlerle bilgi ve veri toplamasıyla topladığı bu bilgileri analiz etmesinin, ulusal mevzuat çerçevesinde ilgili devletlerce düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Nitekim AB’nin 95/46 ve 2002/58 nolu Yönergeleri doğrultusunda tanzim edilen 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununun, “İstisnalar” başlıklı 28 inci maddesinde de; kişisel verilerin milli savunmayı, milli güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini sağlamak için kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında veya soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi hallerinde, söz konusu kanun hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir.
Bu aşamada mukayeseli hukukta konuyla ilgili yaşanan gelişme ve yasal düzenlemelerin de değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Hollanda’da; son yıllarda kamu otoritesini ve güvenlik önlemlerini arttırmaya yönelik kanun teklifleri yapılmıştır. Teklife konu güvenlik önlemleri, tüm Hollandalı vatandaşların internet trafiğini denetleme ve suç soruşturması sırasında polise yerel ve yabancı bilgisayarlara girme, bunlarda uzaktan arama yapma ve verileri silme konusunda izin vermektedir. Ayrıca bu yetkiler bankalar ve hastaneler gibi özel işletmeler tarafından depolanan kişisel bilgilere erişmeyi de içermektedir.
Fransa’da; güvenlik önlemlerinin arttırılması için terörizm ve siber suçlar gibi özel tehditler konusunda kanun çalışmaları yapılmıştır. 2006 tarihli “Anti-Terör Kanunu” ile; telekomünikasyon verilerinin toplanması, CCTV ( kamera ) gözetiminin yaygınlaştırılması, trafik gözetimi, yolcu bilgi kayıtlarının toplanması ve paylaşılmasının denetimi gibi gözetleme tedbirleri yoluyla hükümet ve vatandaş güvenliğini arttırmayı amaçlayan geniş yetkiler uygulamaya sokulmuştur. Söz konusu mevzuat, başlangıçta özel ve yerel bir terör tehdidinden ziyade, New York, Madrid ve Londra’da gerçekleşen terör eylemleri gibi dış olaylar nedeniyle düzenlenmiştir. ( AB ve ABD’deki Belgeler Çerçevesinde Gizlilik ve Güvenlik Politikasının Taslak Analizi, Proje kısaltması: PRISMS, Proje başlığı: Gizlilik ve Güvenlik Modeli-Bir Avrupa Çerçevesine Doğru Entegre Karar Alma, Proje numarası: 285399, http :// prismsproject.eu /wp-content /uploads /2013/05 /PRISMS-D3-1a-policy-docs-13-March-13-FINAL.pdf, s. 18, 19 )
Almanya’da; “Uzaktan Adli Yazılım” adı verilen bir bilgisayar virüsü tasarlanarak, siber suç faili olduğundan şüphelenilen kişilerin bilgisayarlarına girme konusunda yasal çalışmalar yapılmıştır. Bu bağlamda çıkarılan kanun ile, elektronik delillere ulaşılabilmesi amacıyla üzerinde suç şüphesi olduğu düşünülen kişilerin bilgisayarlarına, telefonlarına, e-posta adreslerine girilmesi kolaylaştırılmış ve federal polisin gözaltı ve soruşturma yetkileri artırılmıştır. Söz konusu kanuni düzenleme Alman Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen; yakın zamanda Federal hükümet tarafından bir siber güvenlik stratejisi hazırlanarak Köln’de, emniyet, istihbarat ve bilişim uzmanlarıyla özel sektörden gelen uzmanlardan oluşan bir “Siber Savunma Merkezi” kurulmuştur. ( Muharrem Özen-Gürkan Özocak, a.g.e, s. 73 )
AİHM de; terör şüphelilerinin küresel konumlandırma sistemi ( GPS ) kullanılarak gözetlenmesinin, AİHS’in 8 inci maddesinde güvence altına alınan gizlilik haklarını ihlal etmediğine hükmetmiş ve söz konusu yöntemlerin keyfi kullanımının önüne geçecek uygun tedbirlerin alındığına kanaat getirmiştir. ( Uzun/Almanya, 02.09.2010, B. No: 35623/05, § 80 )
Mahkeme yine yakın tarihte, bir devletin terörle mücadele etmek için önlem almadan önce, felaketin gelip çatmasını beklemesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. ( A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 19.02.2009, B. No: 3455/05, § 177 )
Görüldüğü üzere AİHM; sözleşmenin 8 inci maddesinde herkesin kendi özel yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğunun açık bir şekilde belirtilmesine karşın; terörle mücadele, terör saldırılarını engellemeye yardımcı olabilecek bilgilerin toplanması, terör şüphelilerinin yakalanıp yargılanması amacıyla özel gözetleme yöntemlerinin kullanılmasına cevaz vermektedir.
Öte yandan; AB mevzuatında veri koruması sadece dijital verilerle sınırlı olmayıp; el yazısıyla oluşturulan belgeler de bu kapsamdadır. ( Saadet Yüksel, a.g.e, s. 36 )
Bu konuda Almanya’da gerçekleşen ve “ikinci cep defteri” olarak adlandırılan bir olay Alman doktrininde tartışma konusu yapılmıştır. Söz konusu olayda, kişinin cep defterine yazdığı özel notlarından, hem suçu işlediğine hem de akıl hastası olduğuna dair sonuçlar çıkartılmış ve gizli cep defteri delil olarak kullanılmıştır. Federal yargıtay, bu olayda sanığın kişilik haklarıyla adalet mekanizmasının fonksiyonlarını icra etmesi konusundaki toplumsal menfaati karşılaştırarak ağır suçlarda sanığın kişilik haklarının geri planda kalması gerektiğine karar vermiştir. Sonrasında olayın intikal ettiği Federal Anayasa Mahkemesince de “yapılan kayıtların özel hayatın en gizli, çekirdek alanına dahil olmadığı” gerekçesiyle, bu kayıtlara dayanılarak hüküm verilmesinde isabetsizlik görmemiştir. ( Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 4. Baskı, 2016, s. 574 )
3- ByLock İletişim Sistemine İlişkin Hukuki Değerlendirme
Anayasanın 20. maddesininAnayasanın 20. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” ve 22 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.” şeklindeki hükümlerle temel hak ve özgürlükler arasında yer alan özel hayat ve haberleşmenin gizliliği güvence altına alınmış,
Anılan maddelerin ikinci fıkralarında ise bu hakların milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakla başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlandırılabileceği öngörülerek bu hakların mutlak olmadığı vurgulanmıştır. Yine 22 nci maddenin üçüncü fıkrasında haberleşme hürriyeti bakımından “İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.” denilmek suretiyle MİT’in de arasında bulunduğu kurumlar yönünden kanunla sınırlamalar getirilebileceği açıkça belirtilmiştir.
2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının ( a ) bendinde; Milli İstihbarat Teşkilatının ( MİT ), Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkındaki milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmakla yükümlü olduğu; aynı fıkranın ( i ) bendinde ise; dış istihbarat, milli savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlarla siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak görev ve yetkisine sahip olduğu,
Aynı Kanunun Aynı Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının ( d ) bendinde, MİT’in görevlerini yerine getirirken gizli çalışma usul, prensip ve tekniklerini kullanılabileceği; aynı fıkranın ( g ) bendinde de, telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, milli savunma, terörizm ve uluslararası suçlarla siber güvenlikle ilgili verileri toplayabileceği,
Hüküm altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere; MİT’in terör suçlarıyla alakalı olarak telekomünikasyon kanallarından geçen her türlü bilgi ve veri toplama, bunları analiz ve kaydetme, akabinde de bunları gerekli kuruluşlara ulaştırma görev ve yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu görev ve yükümlülüklerin yerine getirilmesinde zafiyet gösterilmesi halinde MİT kurum olarak görevini yapmamış sayılacak ve devletin bekası tehlikeye düşecektir.
2937 Sayılı Kanunun Ek 1 inci maddesinin2937 Sayılı Kanunun Ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasında adli mercilerce; TCK’nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmının Yedinci Bölümünde yer alan “devletin sırlarına karşı suçlar ve casusluk” suçlarıyla ilgili olanlar hariç olmak üzere MİT uhdesindeki istihbari nitelikteki bilgi, belge, veri ve kayıtlarla yapılan analizlerin istenemeyeceği düzenlenmiştir. Bu hüküm ile MİT dışında başka bir kurum veya kuruluşta bulunması mümkün olmayan ve yedinci bölümdeki suçların konusunu oluşturan bilgi ve belgelerin adli mercilerce MİT’ten temin edilebileceği öngörülmüş ve bu şekilde adli sorumluluk yüklenen MİT’in, 2937 s. Kanunun Ek 1 inci maddesi gereğince istendiği takdirde bu bilgi ve belgeleri adli mercilere vermesi gerektiği hüküm altına alınmıştır. Kanun koyucunun bu hükmün ihdasındaki amacı, söz konusu suçlar bakımından maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına katkı sunabilecek bilgi ve belgelere sınırlama getirilmesini engellemektir.
Diğer taraftan, anılan Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının ( i ) bendindeki düzenleme, MİT’e aynı zamanda idari bir görev ve sorumluluk da yüklemiştir. MİT tarafından bu kapsamda elde edilen verinin içeriği yine MİT tarafından takdir edilecektir. Böylelikle; maddi gerçeğin ortaya çıkarılması yönünde herhangi bir katkısı olmayacak, ancak aleniyet kazanması halinde istihbarat faaliyetlerini aksatabilecek bilgilerin gizliliği korunacak ve bu bilgiler MİT bünyesinde muhafaza edilmeye devam edecektir.
AKSSS’nin 32 nci maddesiyle 2937 s. Kanunun 4, 6 ncı maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; idari konularda da görev ve yetkileri bulunan MİT’in bu kapsamda, yurt dışında bulunan bilgisayar verilerini satın alma da dahil olmak üzere, terörle mücadele konusunda telekomünikasyon kanallarından terör suçlarıyla ilgili geçen bilgi, belge ve diğer tüm verileri her türlü teknik istihbarat yöntemlerini kullanmak suretiyle toplama ve bunları gerekli kuruluşlara ulaştırma yetkisi bulunmaktadır.
Öte yandan Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde, istihbarat; “Yeni öğrenilen bilgiler, haberler, duyumlar” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere “istihbarat” terimi habere, duyuma dayalı bir nev’i teyide muhtaç bilgi anlamlarında kullanılmaktadır. Halbuki sunucular veya elektronik ortam üzerinden ele geçirilen veriler soyut bilginin ötesinde, somut ve objektif nitelikte materyallerdir.
MİT’in görevlerini yerine getirirken elde ettiği veya rastladığı terör suçları, sınır aşan örgütlü suçlar veya siber suçlara konu materyalleri adli makamlara veya terörle mücadele konusunda görevli birimlere iletmesinin, MİT’in istihbari bilgi toplama ve görüş bildirme değil, söz konusu suçlar yönünden, bu materyallerin soruşturma veya kovuşturma evrelerinde delil olarak kullanılması için adli makamlarla yaptığı bir paylaşım olarak değerlendirilmesi gerekir. Aksinin kabulü, bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmama halini yaptırım altına alan TCK’nın 279 uncu maddesinin ihlalini gündeme getireceği gibi, kişilere hukuki uyuşmazlıklara ilişkin olarak etkili bir soruşturma ve kovuşturma yapılarak maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını isteme hakkını tanıyan Anayasanın 36 ncı maddesine de aykırılık oluşturacaktır.
Belirtilen mevzuata göre, MİT’in, ana sunucusu ( server ) yurt dışında bulunup çoğunlukla cep telefonuna kurulan, internet üzerinden yazışma imkanı veren ve kriptolu iletişimde münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile bu örgüt mensuplarınca kullanılan ByLock iletişim sisteminde bulunan verileri temin etme, bu verilerle ilgili gerekli teknik araştırma yapıp bunları adli makamlara ulaştırma görev ve yükümlülüğü vardır.
Diğer taraftan ceza muhakemesinde delillerin toplanması suçun öğrenilmesiyle başlar. Suçun öğrenilmesi ise, ihbar, şikayet veya kovuşturma makamları yahut görevlilerin suça tesadüf etmeleriyle gerçekleşir. Bu bakımdan MİT’in yasal yetkileri çerçevesinde elde ettiği ByLock iletişim sistemine ilişkin dijital materyaller ve bu materyallere ilişkin düzenlenen teknik analiz raporunun ilgili Cumhuriyet başsavcılığına ulaştırılması üzerine ceza muhakemesi hükümlerine göre soruşturma işlemlerinin yürütülmesi zorunludur.
Bu aşamada, ByLock iletişim sistemindeki veri tespitlerinin hangi koruma tedbiri kapsamında incelenmesi gerektiği üzerinde de durulması gerekmektedir.
AİHM; verdiği bir çok kararda özgürlüğün sınırının diğer insanların özgürlüğü olduğunu vurgulamış, Klass/Almanya davasında da, demokratik toplumlarda istisnai olarak, ulusal güvenlik sebebiyle veya düzensizliğin ya da suçun engellenmesi için mektup, posta ve telekomünikasyon üzerinde gizli gözetleme yetkileri veren kanuni düzenlemelerin gerekli ve zorunlu olduğunu kabul etmiştir.
CMK’nın 135 inci maddesindeCMK’nın 135 inci maddesinde düzenlenen iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri, işlenmiş ya da işlenmekte olan bir suça ilişkin delil elde etme veya şüpheli ya da sanığın yakalanması amacıyla telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirmesine ilişkin özel bir koruma tedbiridir.
CMK’nın 135 inci maddesininCMK’nın 135 inci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması; telekomünikasyon yoluyla gerçekleştirilmekte olan konuşmalarla diğer her türlü iletişimin, araya bir vasıta sokulmak suretiyle anlık olarak, gizlice dinlenmesi ve kayda alınmasına yönelik işlemleri, aynı maddenin altıncı fıkrasında düzenlenen iletişimin tespiti ise; iletişimin içeriğine müdahale etmeden, iletişim araçlarının diğer iletişim araçlarıyla kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespit edilmesine yönelik işlemleri ifade etmektedir.
Bu düzenlemelere göre; iletişimin tespiti kişinin geçmişte özgür iradesiyle yapıp bitirdiği iletişimine dair harici bilgilerinin tespitine yönelik olup, iletişimin içeriğinin öğrenilmesi söz konusu değildir. İletişimin dinlenmesi ve kayda alınması ise, halen ve gelecekte yapılacak görüşmelerin dinlenme ve kayda alınmasına yönelik işlemleri kapsamaktadır.
Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin dinlenmesinden, yapılan konuşmaların, iletişimin gerçekleştiği hat, sistem veya ortama girilmek suretiyle canlı olarak işitilmesi anlaşılmalıdır. Telefon dışındaki diğer telekomünikasyon araçlarıyla yapılan denetim ise genelde kaydetme şeklinde gerçekleşmektedir. Örneğin iletim anında faks mesajının ele geçirilmesi kaydetme şeklinde gerçekleşir. İnternet üzerinde gönderilen mesaj veya diğer verilerin araya girmek suretiyle ele geçirilmesi ise, bu verilerin birer kopyalarının üretilmesi şeklinde gerçekleşmektedir ki bu da kaydetme kapsamına girer.
Öte yandan, 23.07.2005 gün ve 25884 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5397 s. Kanunla 2559,, 2803 ve 2937 s. Kanunlarda yapılan değişikliklerle suç işlenmesinin önlenmesini amaçlayan ve öğretiyle uygulamada “önleme dinlemesi” olarak adlandırılan iletişimin denetlenmesi tedbiri düzenlenmiştir.
2937 s. Kanunun 6 ncı maddesinin ikinci fıkrası;
“Bu Kanunun 4 üncü maddesinde sayılan görevlerin yerine getirilmesi amacıyla Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen temel niteliklere ve demokratik hukuk devletine yönelik ciddi bir tehlikenin varlığı halinde Devlet güvenliğinin sağlanması, casusluk faaliyetlerinin ortaya çıkarılması, Devlet sırrının ifşasının tespiti ve terörist faaliyetlerin önlenmesine ilişkin olarak, hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde MİT Müsteşarı veya yardımcısının yazılı emriyle telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim tespit edilebilir, dinlenebilir, sinyal bilgileri değerlendirilebilir, kayda alınabilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde verilen yazılı emir, yirmidört saat içinde yetkili ve görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hakim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir derhal kaldırılır. Bu halde dinlemenin içeriğine ilişkin kayıtlar en geç on gün içinde yok edilir; durum bir tutanakla tespit olunur ve bu tutanak denetimde ibraz edilmek üzere muhafaza edilir. Bu işlemler, MİT tarafından kurulan merkez veya 04.07.1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun ek 7 nci maddesinin onuncu fıkrası hükmüne göre kurulan merkez tarafından yürütülür. ( Değişik son cümle: 04.05.2007-5651/12 md. ) 04.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesinin altıncı fıkrasının ( a ) bendinin ( 14 ) numaralı alt bendi kapsamında yapılacak dinlemeler de bu merkezler üzerinden yapılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu fıkra gereğince MİT tarafından gerçekleştirilen “önleme dinlemesi” araya bir vasıta sokulmak suretiyle anlık veya geleceğe yönelik olarak gerçekleştirilmektedir.
Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbiri, CMK’nın 134 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu koruma tedbiri, CMK’nın 116, 134 üncü maddeleri arasında düzenlenen “arama” ve “elkoyma” koruma tedbirlerinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır.
CMK’nın 134 üncü maddesiCMK’nın 134 üncü maddesi;
” ( 1 ) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkanının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programlarıyla bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine hakim tarafından karar verilir.
( 2 ) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.
( 3 ) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.
( 4 ) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.
( 5 ) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kağıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma işlemi yalnız soruşturma aşamasıyla sınırlı ve sadece şüpheli hakkında uygulanabilecek bir koruma tedbiri değildir. Bu konuya ilişkin öğretide de;
“Maddede sadece soruşturma, hakim ve şüpheliden söz edilmekte, buna karşılık; kovuşturma, mahkeme ve sanık kavramlarına yer verilmemektedir. Bu durum, bu koruma tedbirine sadece soruşturma evresinde başvurulabileceği izlenimini doğurmaktadır. Bu aslında ceza muhakemesi sistemiyle çelişmemektedir. Çünkü CMK, delillerin asıl olarak soruşturma evresinde toplanmasını öngörmektedir. Bununla birlikte, yargılama sırasında delil toplanmasını engelleyen bir hüküm bulunmadığından, hatta mahkeme re’sen araştırma yetkisine sahip olduğundan, kovuşturma evresinde de bu tedbire başvurulabilmesi mümkündür.” ( Cumhur Şahin, Ceza Muhakemesi Hukuku I, Seçkin, 7. Baskı, 2016, s. 323 ),
“Cumhuriyet savcısının istemi ile; bilgisayar kayıtlarından arama yapılması ve kopya çıkarılması işlemi soruşturma aşamasında gerçekleştirilebilecektir. Soruşturma aşamasında yapılan işlemlerin kovuşturma aşamasında mahkeme kararıyla yapılamayacağını izah etmek mümkün değildir. Kanun bu konuyu düzenlememiştir. Aynı işlemi kovuşturma aşamasında mahkeme aracılığıyla yapmak mümkün olacaktır.” ( Doğan Soyaslan, Ceza Muhakemesi Hukuku, Yetkin, 6. Baskı, 2016, s. 285 ),
“CMK’nın 134 üncü maddesi uyarınca işlem yapılabilmesi için öncelikle bir suç soruşturmasının varlığı gerekmektedir. Ancak bu şartı dar anlamda yorumlamamak gerekir. Zira kovuşturma aşamasında eksik deliller söz konusu ise, elbette bu aşamada da CMK’nın 134 üncü maddesi gereğince koruma tedbiri kararı verilebilir.” ( Muharrem Özen-Gürkan Özocak, a.g.e, s. 62 )
Görüşlerine yer verilmiştir.
Olağanüstü hal kapsamında ise; bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma, 27.07.2016 tarihinde yürürlüğe giren 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirlerle Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “soruşturma ve kovuşturma işlemleri” başlıklı 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının ( j ) bendinde düzenlenmiştir. Söz konusu bu düzenlemeye yine olağanüstü hal süresince geçerli olduğu belirtilen ve 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6755 sayılan Kanunun 3 üncü maddesinin “soruşturma ve kovuşturma işlemleri” başlıklı birinci fıkrasının ( j ) bendinde de aynen yer verilmiştir. Her iki düzenlemede;
“Soruşturma ve Kovuşturma işlemleri
MADDE 3- ( 1 ) 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12.04.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;..
j ) 5271 s. Kanunun 134 üncü maddesi uyarınca bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde yapılacak arama, kopyalama ve elkoyma işlemlerine, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı tarafından da karar verilebilir. Bu karar, beş gün içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını elkoymadan itibaren on gün içinde açıklar; aksi halde elkoyma kendiliğinden kalkar. Kopyalama ve yedekleme işleminin uzun sürecek olması halinde bu araç ve gereçlere elkonulabilir. İşlemlerin tamamlanması üzerine elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.” hükmü yer almaktadır. Bu hükümlere göre bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma işlemleri, sanık hakkında kovuşturma aşamasında da uygulanabilecektir. Olağanüstü hale ilişkin belirtilen düzenlemelerde hüküm bulunmayan hallerde ise CMK’nın 134 üncü maddesi uygulanacaktır.
AKSSS, arama ve elkoyma yetkisinin internet, telekomünikasyon ağlarıyla yasal olarak erişilebilen diğer sistemler ya da bilgisayar sistemine doğrudan bağlı bulunan veya veri depolama aygıtları için de genişletilebileceğini öngörmektedir. ( Nurullah Kunter-Ayşe Nuhoğlu-Feridun Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta, 2014, s. 1102 )
AKSSS, bilgisayar sistemlerinin birbirlerine bağlanabilme özelliklerinden dolayı verilerin, doğrudan aramanın yapıldığı bilgisayarda değil, bilgisayarın doğrudan ya da internet gibi iletişim sistemleri üzerinden dolaylı şekilde bağlantılı olduğu başka bir sistemde bulunabileceğini, bu durumda aramanın verilerin gerçekte bulunduğu yeri içine alacak biçimde genişletilebileceğini ya da verilerin bulundukları yerden getirilebileceğini kabul etmektedir. ( Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesi/Açıklayıcı Rapor, No:187 )
Elektronik delillerin bulunabileceği kaynaklar arasında, uzak veri saklama yerleri ve İnternet Servis Sağlayıcıları ( ISS ) bulunmaktadır. Bir diğer kaynak ise farklı yerlerde hatta ülkelerde yer alan bilişim sistemleri olabilmekte, verinin bir bölümü ele geçtiğinde tek başına anlam ifade etmemesine rağmen diğer parçaları da ele geçirildikten sonra veriler bir arada fikir bütünlüğü oluşturabilmektedir. ( Nurullah Kunter-Ayşe Nuhoğlu-Feridun Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta, 2014, s. 1093 )
Bilgisayar kütüklerinin sadece hard disk şeklinde anlaşılmaması gerekir. Bilgisayar kütükleri, internet servis sağlayıcılarının internet erişimi sağladıkları kullanıcılara ait IP no’larını ve diğer erişim bilgilerini depoladıkları veri tabanlarını da ifade etmekte, ( Veli Özer Özbek ve diğerleri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. Baskı, Seçkin, 2012, s. 382 ) bir bilgisayar aracılığıyla ağ üzerinden ulaşılabilen ortak paylaşıma ve kullanıma açık diğer bilgisayarlardaki veri depolama araçlarını da kapsamaktadır.
Nitekim Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin “bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma” başlıklı 17 nci maddesinin yedekleme işlemini düzenleyen üçüncü fıkrası; yedekleme işleminin, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleriyle çıkarılabilir donanımları hakkında da uygulanacağını düzenlemiştir. Yönetmelikte yer alan “Bu işlem, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleriyle çıkarılabilir donanımları hakkında da uygulanır” ibaresiyle olay yerindeki bilgisayarların yanı sıra uzak bilgisayar kütüklerine de erişim sağlanabilecektir.
Şüpheli veya sanığın internet ortamında çeşitli programlar ya da sosyal iletişim siteleri ( Msn Messenger, Facebook, Twitter vb. ) vasıtasıyla gerçekleştirdiği iletişime ilişkin kayıtların aranması, CMK’nın 135 inci maddesinin birinci fıkrasına göre değil, aynı Kanunun 134 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre yapılabilir. Zira CMK’nın 135 inci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri, teknik araçlarla iletişimin dinlenmesini ve kayda alınmasını kapsamaktadır.
CMK’nın 135 inci maddesininCMK’nın 135 inci maddesinin birinci fıkrasına göre yapılan iletişimin dinlenmesi ve kaydı, geçmişe değil, geleceğe dönük olarak yapılabilir. Diğer bir ifadeyle geçmişte gerçekleşen iletişimin dinlenebilmesi veya kayda alınabilmesi mümkün değildir. Ancak internet ortamında gerçekleştirilen iletişime ilişkin kayıtlar, bilgisayar kütüğünde kayıt altına alındığından, bu iletişim kayıtları hakkında CMK’nın 134 üncü maddesinin birinci fıkrası gereğince arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbirleri uygulanabilir. ( Yusuf Yaşar, İsmail Dursun, Bilgisayarlarda, Bilgisayar Programlarında ve Kütüklerinde Arama, El Koyma, http://.dergipark…gov…tr/download/issue-file/538, s. 23 )
İletişimin dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri belirli bir süre devam etmesine karşın, bilgisayarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbiri uygulanmasıyla birlikte sona erer. ( Veli Özer Özbek ve diğerleri, a.g.e, s. 379 )
Göndericinin bilgisayarında kayıtlı e-postalar elkoyma yoluyla elde edilebilirler. Burada iletişimin denetlenmesi söz konusu olmaz. Buna karşılık e-posta internet üzerinde iken elde edilirse, iletişimin denetlenmesi tedbiri gündeme gelecektir. ( Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 4. Baskı, 2016, s. 416, 417 )
Ceza yargılamasında delil olarak kullanılabilecek elektronik deliller arasında SMS, MSN Messenger, Gtalk gibi iletişim kayıtlarının yanı sıra, bu nitelikteki gizli, şifreli veya silinmiş dosya ve klasörleri de saymak mümkündür. ( Gürkan Özocak, Ceza Muhakemesinde Elektronik Delillerin Tespiti ve Toplanması, 2. Uluslararası Bilişim Hukuku Kurultayı Bildiriler Kitabı, İzmir, 2011, s. 114 )
4- ByLock İletişim Sisteminin Özellikleri
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında MİT ve EGM-KOM Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen raporlar ve teknik analizlere göre;
Kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren ByLock iletişim sistemi, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarıyla şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde ( hack ) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir. 2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock’un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesaj ve e-postalardan anlaşılmıştır.
ByLock iletişim sistemi 46.166.160.137 IP adresine sahip sunucu üzerinde hizmet sunmaktadır. Sunucu yöneticisi, uygulamayı kullananların tespitini zorlaştırmak amacıyla ayrıca 46.166.164.176, 46.166.164.177, 46.166.164.178, 46.166.164.179, 46.166.164.180, 46.166.164.181, 46.166.164.182, 46.166.164.183 no’lu IP adreslerini de kiralamıştır.
ByLock iletişim sistemi, Litvanya’da sunucu kiralama hizmeti veren “Baltic Servers” şirketinden kiralanmak suretiyle kullanıma sunulmuş, sunucu ve IP kiralama işlemlerine ait ödemeler anonimlik içeren yöntemlerle ( Paysera ) yapılmıştır. Uygulamayı geliştiren ve kullanıma sunan kişinin erişilebilir iletişim bilgileriyle daha önce yaptığı işlere ilişkin referansları bulunmamaktadır. Uygulamanın tanıtılmasına yönelik girişimlerde bulunulmamış, böylelikle kullanıcı sayısının artırılması ve ticari değer haline gelinmesi hedeflenmemiştir.
Global ve ticari anlık mesajlaşma uygulamalarının “otorite imzalı SSL sertifikası” kullandığı, bu sertifikayla kullanıcı bilgilerinin ve iletişim güvenliğinin sorumluluğunu ücreti mukabilinde bu otoriteye bıraktığı, buna karşın ByLock iletişim sisteminde otorite imzalı SSL sertifikası bulunmadığı bilinmekte, böylelikle kullanıcılara ait bir takım bilgilerle haberleşme trafiğinin ByLock sunucusu harici bir noktaya akışı engellenmektedir.
ByLock iletişim sistemine ait kaynak kodları içerisinde Türkçe “yetkiniz yok”, “dosya”, “posta” ve “sesli arama” şeklinde ifadeler yer almaktadır. Benzer şekilde kullanıcı adlarının, grup isimlerinin ve çözümlenen şifrelerin büyük çoğunluğuyla uygulamanın çözümlenen içeriklerinin neredeyse tamamı Türkçe ifadelerden oluşmaktadır.
ByLock iletişim sisteminin akıllı telefonlara yüklendikten sonra kullanılabilmesi için kullanıcı adı/kodu ve parolanın, akabinde cihaz üzerinde rastgele el hareketleriyle oluşturulan kullanıcıya özel güçlü bir kriptografik şifrenin belirlenmesi ve bu bilgilerin uygulama sunucusuna kriptolu olarak iletilmesi gerekmektedir. Böylece, kullanıcı bilgilerinin ve iletişimin güvenliğinin azami şekilde korunması amaçlanmıştır.
Global ve ticari uygulamaların aksine, kullanıcıların tespitini zorlaştırmak için ByLock iletişim sistemine kayıt esnasında kullanıcıdan telefon numarası, kimlik numarası, e-posta adresi gibi kişiye ait özel bir bilgi talep edilmemekte, sms şifre veya e-posta yoluyla doğrulama işleyişi bulunmamaktadır.
ByLock iletişim sistemi üzerinde telefon numarası veya ad-soyad bilgileriyle arama yapılarak kullanıcı eklenmesine imkan bulunmamaktadır. Diğer taraftan ByLock iletişim sisteminde benzer uygulamalarda bulunan telefon rehberindeki kişilerin uygulamaya otomatik olarak eklenmesi özelliği de bulunmamaktadır.
ByLock iletişim sisteminde kullanıcıların haberleşebilmesi için her iki tarafın önceden temin ettikleri kullanıcı adlarını ve kodlarını eklemeleri gerekmekte, ancak bu aşamadan sonra taraflar arasında mesajlaşma başlayabilmektedir. Bu bakımdan kullanıcıların dahi istediği zaman bu sistemi kullanma imkanı bulunmamaktadır. Bu kurgu sayesinde uygulama, sadece oluşturulan hücre tipine uygun şekilde bir haberleşme gerçekleştirilmesine imkan vermektedir.
ByLock iletişim sisteminde, kriptolu anlık mesajlaşma, e-posta gönderimi, ekleme yoluyla kişi listesi oluşturma, grup içi mesajlaşma, kriptolu sesli görüşme, görüntü veya belge gönderebilme özellikleri bulunmaktadır. Böylece kullanıcıların, örgütsel mahiyetteki haberleşmelerini başka herhangi bir haberleşme aracına ihtiyaç duymadan gerçekleştirmesine olanak sağlanmıştır. Kullanıcıların tüm iletişimlerinin ByLock sunucusu üzerinden yapılması, buradaki grupların ve haberleşme içeriklerinin uygulama yöneticisinin denetim ve kontrolünde olmasını da mümkün hale getirmiştir.
Kullanıcılar, silmeleri gereken verileri silmeyi unutsa dahi ByLock iletişim sisteminin cihaz üzerinde manuel işleme gerek duymaksızın güvenlik bakımından haberleşme içeriğini belirli bir süre sonra otomatik olarak silme özelliği sayesinde, olası bir adli işlem neticesinde cihaza el konulması durumunda kullanıcı listesindeki kişilere ve haberleşmelere ilişkin geçmiş verilere erişim engellenmektedir.
Kullanıcı tespitinin önlenmesi ve haberleşme güvenliği için alınan bir diğer güvenlik tedbiri ise; ByLock’a ait sunucu ve iletişim verilerinin, uygulama veri tabanında da kriptolu olarak saklanmasıdır.
ByLock kurgusunun aldığı önlemlerin yanı sıra, kullanıcılar da kendilerini gizlemek amacıyla birtakım önlemler almış, bu çerçevede haberleşme içeriklerinde ve uygulamadaki arkadaş listelerinde, kişilerin gerçek bilgileri yerine örgüt içindeki “kod adlarına” yer verip çok haneli parolalar belirlemişlerdir.
Türkiye’den ByLock’a erişim sağlayan kullanıcılar, kimlik bilgilerinin ve iletişimin gizlenmesi amacıyla VPN kullanmaya zorlanmıştır.
Arama motorları üzerinden ByLock’a ilişkin sorgulamaların neredeyse tamamı Türkiye üzerinden gerçekleştirilmiştir.
ByLock’a ilişkin sosyal medya ve web siteleri gibi internet kaynaklı paylaşımlar çoğunlukla sahte hesaplar üzerinden yapılmıştır.
Büyük bir kullanıcı kitlesine sahip ByLock iletişim sistemi, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi öncesinde Türk ve yabancı kamuoyu tarafından bilinmemektedir.
ByLock üzerinden yapılan iletişimin çözümlenen içeriğinin tamamına yakını FETÖ/PDY mensuplarına ait örgütsel temas ve faaliyetlere ilişkindir. Bu kapsamda buluşma adreslerinin değiştirilmesi, yapılacak operasyonların önceden bildirilmesi, örgüt mensuplarının yurt içinde saklanması için yer temini, yurt dışına kaçış için yapılan organizasyonlar, himmet toplantıları, açığa alınan veya meslekten çıkarılan örgüt mensuplarına para temini, Fethullah Gülen’in talimat ve görüşlerinin paylaşılması, Türkiye’yi terörü destekleyen ülke gibi göstermek amacına yönelik faaliyette bulunan birtakım internet adreslerinin paylaşılması ve bu sitelerdeki anketlerin desteklenmesi, FETÖ/PDY’ye yönelik yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların hakim ve Cumhuriyet savcılarınca serbest bırakılmasının sağlanması, örgüt mensuplarına müdafii temin edilmesi, örgüt üyelerinden kimlere operasyon yapıldığına ve kimlerin deşifre olduğuna ilişkin bilgilerin paylaşılması, operasyon yapılması ihtimali olan yerlerde bulunulmaması ve bu yerlerdeki örgüt için önemli dijital verilerin arama-tarama mesulü olarak adlandırılan kişilerce önceden temizlenmesi, kamu kurumlarında FETÖ/PDY aleyhine görüş bildiren veya yapılanmayla mücadele edenlerin fişlenmesi, deşifre olduğu düşünüldüğünde ByLock iletişim sisteminin kullanımına son verileceği ve Eagle, Dingdong ve Tango gibi alternatif programlara geçiş yapılacağının haber verilmesi, yapılanmaya mensup kişilerin savunmalarında kullanabilmeleri amacıyla hukuki metinler hazırlanması gibi örgütsel niteliği olan mesajlar gönderildiği anlaşılmıştır.
Uygulamadaki grupların Bölge Bayan, Etütcüler, Ev abileri, İmamlarım, Okulcular, 8 abiler, 8 birimciler, 8 büyük bölge, Bölgeciler, II Mezuncular, Talebeciler, Üniversiteciler, Zaman Gönüllüler, Mesul, Mesuller, İzdivaç şeklindeki adları örgütün jargonuyla ve hücre tipi hiyerarşik yapılanmasıyla uyumludur.
15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrasında adli soruşturma işlemlerine tabi tutulan şüpheliler, ByLock iletişim sisteminin 2014 yılının başından itibaren FETÖ/PDY silahlı terör örgüt üyeleri tarafından örgütsel haberleşme aracı olarak kullanıldığı yönünde ifade vermişlerdir.
Yukarıda izah edilen olgular birlikte değerlendirildiğinde, ByLock iletişim sisteminin, global bir uygulama görüntüsü altında münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımına sunulduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
5- Sonuç ve Değerlendirme
Yukarıda izah edildiği üzere ByLock iletişim sisteminin kullanımı sonucunda oluşan verilerin tespiti, CMK’nın 135 inci maddesinin birinci fıkrası veya 2937 s. Kanunun 6 ncı maddesinin ikinci fıkrası kapsamında olmayıp CMK’nın “bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma” başlıklı 134 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamındadır. Bu sebeple MİT tarafından AKSSS’nin 32 ve 2937 s. Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının ( i ) bendi ile 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının ( d ) ve ( g ) bentlerine uygun şekilde elde edilen ByLock’a ilişkin dijital materyaller hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine CMK’nın 134 üncü maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen “inceleme, kopyalama ve çözümleme” kararına istinaden bilgisayar ve bilgisayar kütüklerindeki iletilerin tespiti işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
AİHS’in 8 ve Anayasanın 20. maddelerinin ikinci fıkralarında düzenlenen özel yaşamın ve aile yaşamının korunması haklarının kısıtlanmasını haklı kılan sebepler, AİHM kararlarında “demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmektedir. Yine AİHM kararlarında, terörle mücadelede devletlerin ulusal güvenliği ve yetki alanlarındaki yaşamları koruma görevleriyle sözleşme tarafından garanti altına alınan diğer hak ve özgürlüklere saygı gösterme yükümlülükleri arasında bir denge kurması gerektiği de vurgulanmaktadır.
Bu bağlamda, demokratik kurumlara, hukuk devletine, demokrasiye ve insan haklarına karşı, 15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip, bir çok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün çok sayıda yönetici ve üyesine ByLock iletişim sisteminin çözülmesiyle ulaşılmıştır. Bu nitelikte ağır suçlar işleyen silahlı terör örgütüyle ilgili yürütülen adli soruşturma ve kovuşturmalarda, MİT’in yasal yetkisi çerçevesinde temin ettiği ByLock veri tabanı üzerinde CMK’nın 134 üncü maddesi gereğince geçmişe dönük olarak uygulanan arama tedbirinin; “demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkelerine uygun olduğu kuşkusuzdur.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi 20.06.2017 gün ve 2016/22169 sayılı Aydın Yavuz ve Diğerleri Kararında; darbe teşebbüsüyle veya FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili olarak yürütülen soruşturmalarda, soruşturma makamlarınca veya tutuklama tedbirine karar veren hakimlik veya mahkemelerce, ByLock kullanılmasının ve/veya kullanılmak üzere elektronik/mobil cihazlara yüklenmesinin somut olayın koşullarına göre, suçun işlendiğine dair “kuvvetli belirti” olarak kabul edilmesinin, anılan programın özellikleri itibarıyla temelsiz ve keyfi bir tutum olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır.
ByLock iletişim sisteminde bağlantı tarihinin, bağlantıyı yapan IP adresinin, hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının, haberleşmelerin kimlerle gerçekleştirildiğinin ve içeriğinin tespiti mümkündür. Bu kapsamda, bağlantı tarihi ve bağlantıyı yapan IP adresiyle hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının belirlenmesi durumunda, somut olayın koşullarına göre kişinin bu özel iletişim sisteminin bir parçası olduğu kabul edilecek, ayrıca bu ağa dahil olan kişilerin ağ içinde başka kişi ya da kişilerle yaptıkları görüşme içeriklerinin olması da aranmayacaktır. Haberleşmelerin kimlerle yapıldığının ve içeriklerinin tespiti ise, kişinin terör örgütü içindeki hiyerarşik konumunun ( örgüt yöneticisi/örgüt üyesi ) belirlenmesinde yol gösterici olacaktır.
ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır.
II- Silahlı Terör Örgütü Suçu
1-Terör Kavramı, Suç Örgütü, Terör Örgütü ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme ve Üye Olma Suçları
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinde terörü; “cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”; aynı Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu, “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleriyle beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi..” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında; 3713 s. Kanunun 3 üncü maddesinde doğrudan terör suçları, 4 üncü maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
18.07.2006 tarih ve 26232 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 17 nci maddesi ile, terör örgütünün tanımını yapan, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun birinci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış; madde gerekçesinde, Türkiye’nin de taraf olduğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 2 nci maddesinin ( a ) bendine uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanununda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.
TCK’nın 6 ncı maddesininTCK’nın 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının ( j ) bendine göre örgüt mensubu suçlu; suç işlemek için örgüt kuran, yöneten, bu örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen kişidir.
TCK’nın “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesindeTCK’nın “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinde;
” ( 1 ) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısıyla araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
( 2 ) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
( 3 ) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.
( 4 ) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur..” hükmüne yer verilmiştir.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla korunan hukuki yarar kamu güvenliği ve barışıdır. Suç işlemek için örgüt kurmak, toplum düzenini tehlikeye soktuğu ve araç niteliğindeki suç örgütü, amaçlanan suçları işlemede büyük bir kolaylık sağladığından, bu suç nedeniyle kamu güvenliği ve barışın bozulması bireyin güvenli, barış içinde yaşamak hakkını da zedeleyeceğinden, işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan bu fiiller ayrı ve bağımsız suçlar olarak tanımlanmıştır. Böylece bu düzenlemeyle aynı zamanda bireyin, Anayasada güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerine yönelik fiillere karşı da korunması amaçlanmıştır. Bu amaçla henüz suç işlenmese dahi, sadece suç işlemek amacıyla örgüt oluşturmuş olmaları nedeniyle örgüt mensubu faillerin cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bunun asıl nedeni suç işlemek için örgüt kurmanın, kamu barışı yönünden ciddi bir tehlike oluşturmasıdır. Kanun koyucu bu düzenlemeyle öncelikle gelecekte işlenebilecek suçları engellemek istemiştir.
Bu suçun mağduru ise; öncelikle kamu güvenliği ve barışını sağlamakla yükümlü olan devlet ve toplumu oluşturan bireylerdir.
TCK’nın 220. maddesiTCK’nın 220. maddesi kapsamında bir örgütün varlığından sözedebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı olarak amaç suçları işlemeye elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp, bünyesinde hiyerarşik bir ilişki barındırmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Oluşturulan bu ilişki sayesinde örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Bu nedenle niteliği itibarıyla devamlılık arzeden örgütün varlığı için suç işlemek amacı etrafındaki fiili birleşme yeterlidir. Buna karşın, kişilerin belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi halinde ise örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur.
Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında da belirtildiği üzere, TCK’nın 220. maddesi anlamında bir örgütten bahsedilebilmesi için,
a ) Üye sayısının en az üç veya daha fazla kişi olması gerekmektedir.
b ) Üyeler arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ bulunmalıdır. Örgütün varlığı için soyut bir birleşme yeterli olmayıp, örgüt yapılanmasına bağlı olarak gevşek veya sıkı bir hiyerarşik ilişki olmalıdır.
c ) Suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşme yeterli olup, örgütün varlığının kabulü için suç işlenmesine gerek bulunmadığı gibi işlenmesi amaçlanan suçların konu ve mağdur itibariyle somutlaştırılması mümkün olmakla birlikte, zorunluluk arz etmemektedir. Örgütün faaliyetleri çerçevesinde suç işlenmesi halinde, fail, örgütteki konumuna göre, üye veya yönetici sıfatıyla cezalandırılmasının yanında, ayrıca işlenen suçtan da cezalandırılacaktır.
d ) Örgüt niteliği itibariyle devamlılığı gerektirdiğinden, kişilerin belli bir suçu işlemek veya bir suç işlemek için bir araya gelmesi halinde, örgütten değil ancak iştirak iradesinden söz edilebilecektir.
e ) Amaçlanan suçları işlemeye elverişli, üye, araç ve gerece sahip olunması gerekmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, sahip bulunduğu üye sayısıyla araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli yapılara suç örgütü denmektedir. Terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir. Terör örgütlerini, suç örgütlerinden ayıran bu ideolojik amaç; 3713 s. Kanunun 1 inci maddesinde gösterilen Cumhuriyetin Anayasada belirtilen niteliklerine karşı olabileceği gibi, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk Devleti ve Cumhuriyetin varlığına, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya ya da ele geçirmeye, Devletin iç ve dış güvenliğine, kamu düzeni veya genel sağlığa ya da temel hak ve hürriyetlere yönelik de olabilmektedir.
3713 s. Kanunun “terör örgütleri” başlıklı 7 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hükmü ile TCK’nın 314 üncü maddesine atıf yapılmıştır.
TCK’nın 314 üncü maddesindeTCK’nın 314 üncü maddesinde tanımlanan “Silahlı örgüt” suçu ise;
” ( 1 ) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
( 2 ) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
( 3 ) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen, TCK’nın “Silahlı Örgüt” başlıklı 314 üncü maddesinde; TCK’nın ikinci kitap dördüncü kısmının dördüncü bölümünde yer alan devletin güvenliğine karşı suçlarla beşinci bölümünde yer alan anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran, yöneten ve örgüte üye olanların cezalandırılmaları öngörülmüş ve maddenin son fıkrasında; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümlerin, bu suç açısından aynen uygulanacağı düzenlenmiştir.
3713 s. Kanun kapsamına giren suçları işlemek için örgüt kurulması halinde ortada bir terör örgütünün varlığı söz konusudur. TCK’nın 314 üncü maddesinde hüküm bulunmayan hallerde, TCK’nın 220. maddesindeki koşullar göz önünde bulundurulacaktır. ( Feridun Yenisey Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları Eğitim Modülü, s. 46 )
Buna göre TCK’nın 314 üncü maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda gerekli koşulların yanında aşağıda gösterilen şartlar da aranmaktadır:
a ) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir. Buradaki cebir ve şiddet kullanma tabirini doğrudan kullanma şeklinde anlamlandırmak doğru olmayacaktır. Bu kavramın içine cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin bulunması da dahildir.
b ) Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 s. Kanunun birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve devletin Anayasal düzeni veya devletin güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
c ) Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK’nın İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise, silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısıyla araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
Belirsiz sayıda suç işleme hedefi doğrultusunda kurulan silahlı terör örgütünün, 3713 s. Kanunun birinci maddesinde belirtilen amaca yönelik faaliyet göstermesi örgütün varlığı için yeterli olup, ayrıca amaçlanan suçları işlemesi gerekmez.
d ) Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması, silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkan ve olanağına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
2- FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı haline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; “Altın Nesil” adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.
İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü “gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkar etmek” üzerine kuruludur.
Talimatlar yoluyla kollektif bir şekilde mobilize olan, kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksiyle hareket eden, mülkiye, adliye, emniyet, eğitim, istihbarat ve ordu içerisinde kendi özel hiyerarşisiyle illegal şekilde kadrolaşan, devletin tüm kurumlarına yerleştirdiği örgüt mensuplarıyla devlet teşkilatını kendisine hizmet eder hale getiren ve adeta devlet içinde ayrı bir devlet yapısı oluşturan örgütün lideri Fethullah Gülen tarafından;
“Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!; bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!”
“Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.”
“Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam olacağınız ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz! Bilhassa, haber alma hususunda her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır.”
“Yani siz hakim değilsiniz başka kuvvetler var. Bu ülkede değişik kuvvetleri hesap edecek dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki geriye adım atmayalım…”
“Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. ( … ) bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. ( … ) sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.”
“Daima tedbirli olmalıyız, daima istişare içerisinde karar alın, ana istişare organı olan Başyüceler ne karar aldıysa onu uygulayın ( Kaldı ki; Başyüceler’in lideri de kendisidir ) bütün güç merkezlerine ulaşmalıyız …”
“Bir gün bana Ankara’da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak.” şeklinde değişik yer ve zamanlarda örgüt mensuplarına verilen talimatlarda gizliliğe atfedilen önem görülmektedir.
Örgüt, kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirdiği personelin aile yaşamlarına dahi müdahale ederek şahısların kiminle evleneceğine de karar vermektedir.
Örgüt, kamu kurumlarında sayısı beş kişiyi geçmeyen bir örgüt abisine bağlı hücreler şeklinde yapılanmıştır. Hücreler birbirinden haberdar değildir. Bu şekilde bir hücre açığa çıksa bile diğer hücrelerin faaliyetlerine devam ederek deşifre olmaları engellenmektedir. İçlerinde katı bir askeri disiplin hakimdir.
Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hakim ve önder Fethullah Gülen olup, örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar.
Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanmaya sahip FETÖ/PDY silahlı terör örgütünde, örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır.
Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de, dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu şekildedir:
a ) Birinci Kat ( Halk Tabakası ) : Örgüte iman ve gönül bağıyla bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir.
b ) İkinci Kat ( Sadık Tabaka) : Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.
c ) Üçüncü Kat ( İdeolojik Örgütlenme Tabakası ) : Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerdir.
d ) Dördüncü Kat ( Teftiş Kontrol Tabakası ) : Bütün hizmeti ( legal ve illegal ) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar.
e ) Beşinci Kat ( Organize Eden ve Yürüten Tabaka ) : Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir.
f ) Altıncı Kat ( Has Tabaka) : Örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından bizzat atanan ve lider ile alt tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere bakan kişilerdir.
g ) Yedinci Kat ( Kurmay Tabaka) : Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir.
Örgütün deşifre olmaması ve Devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için örgüt hücre tipinde yatay yapılanmaya özen göstermiştir. Hücreler genellikle en fazla beş kişiden oluşan ve bir abla veya abiye bağlı birimlerdir. Hücredeki kişi sayısı bazı kurumlarda üç, TSK gibi bazı kurumlarda ise birebirdir. Her hücreden sorumlu bir imam vardır.
FETÖ/PDY’nin asli unsuru müntesipler, ışık evi, yurtlar, okullar, dershaneler olan hizmet birimlerinde yetiştirilmektedir. Bu kurumların temel amacı bu örgüte müntesip yetiştirmektir. İlk ve öncelikli kuruluş gayesi eğitim değil, insan kaynağı sağlamaktır. Örgüte ait özel okul ve yurt gibi yerler toplantı ve himmet toplama amaçlı da kullanılmaktadır. Örgüt, elemanlarını genel olarak genç yaştaki öğrencilerden seçmekte ise de, kamu personelini de sonradan örgüte kazandırabilmektedir.
Bütün terör örgütleri gibi FETÖ/PDY de eleman bulma, buldukları elemanları örgüt amacına göre eğitme, örgütsel olarak onlara nasıl davranılması gerektiğini öğretip uygulatma üzerine kuruludur. Örgütsel bağlılığın temini bakımından; kod adı kullanma, gizlilik ve tedbir uygulanması, kişiler hakkında istihbarat toplayıp özel bilgi edinmek, sorunsuz işleyen bir emir ve rapor zincirinin varlığı, devletten ve aileden önde gelen örgüt aidiyeti, devlet hiyerarşisinde daha üstte olsa bile örgüt hiyerarşisi asıl olduğundan daha ast birinden emir alınması, hizmet kardeşliği ve örgüt içi dayanışma nedeniyle illegal olsa dahi talimatın sorgulanmaması, psikolojik tehdidin etkisiyle özgür iradenin kaybedilmesi hususları önem taşımaktadır.
Örgütten ayrılmak kural olarak mümkün değildir. Örgütsel disipline uymayan kişiler örgütten kovulma yerine pasifize edilmektedir. Bu düşüncede olan kişiler önce korkutulur, manevi baskının yanında maddi yaptırımlar da uygulanır. Tüm yaptırımlara rağmen ayrılmakta ısrar eden, itaatsizlikte devam eden kişinin örgütle ilişkisi kesilir. Örgüt bu kişiyi hain ilan ettiğinden her türlü cezalandırma metodu uygulanır.
FETÖ/PDY’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT’e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de, bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Bu durum, örgüt lideri tarafından hizmet insanı başlığı altında “örgüte bağlı kişinin azimli, kararlı, hizmete karşı itaatkar, her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesi değil de hizmetin rütbesini ön planda tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını, canını, sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması” şeklinde açıklanmaktadır.
Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK’da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatlarıyla hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir.
Söz konusu terör örgütü, nihai amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihai hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek amacıyla hareket etmektedir.
Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliği bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak, grup imamları tarafından emir talimat verilmesi, üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için ByLock gibi haberleşme araçlarının kullanıldığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasada öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükümet ve diğer anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla, Emniyet, Jandarma teşkilatı, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları, Emniyet Genel Müdürlüğünün örgüt hakkındaki raporu gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;
FETÖ/PDY, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzerine kurulan bir maşa olarak; Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından belirlenen ideoloji doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek için hareket etmiştir. Gerçekleştirilen eylemlerde kullanılan yöntem, bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi halinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında; tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 314 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütü olduğu izahtan varestedir.
3- Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın “Hata” başlıklı 30. maddesi üç fıkra halinde;
“Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.
Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.” şeklinde düzenlenmiş iken, 08.07.2005 tarih ve 25869 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 s. Kanunun 4 üncü maddesiyle eklenen; “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz” biçimindeki dördüncü fıkra ile son halini almıştır.
Maddede çeşitli hata halleri düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir.
İkinci fıkra ile, kişinin suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususundaki hatasından yararlanması öngörülmüş, buna göre, kardeşi olduğunu bilmediği bir kişiyi öldüren failin, kasten öldürme suçunun nitelikli hallerinden olan kardeşini öldürmekten değil, kasten öldürmenin temel şeklinden sorumlu olacağı, değersiz zannederek değerli bir kolyeyi çalan fail hakkında ise değer azlığı hükmünün uygulanacağı ilke olarak kabul edilmiştir.
Üçüncü fıkrada, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait şartların gerçekleştiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin, bu hatasından yararlanacağı hüküm altına alınmış olup, fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata halleri düzenlenmiştir. Failin bu fıkra hükmünden yararlanabilmesi için bulunduğu durum itibarıyla hatasının kaçınılmaz olması gerekmektedir.
Maddeye 5377 s. Kanunla eklenen dördüncü fıkrada ise, kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüşse, diğer bir ifadeyle, eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmişse ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun belirlenmesinde, kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır.
Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanması yönüyle kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmesi şartı aranmakta olup, hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınacaktır.
Konumuza ilişkin olarak maddenin birinci fıkrasının daha ayrıntılı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
Maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde; “Kast, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddi unsurlarda hata olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisininki zannederek başkasının paltosunu alır. Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil etmeyecekti. Bu nedenle hata halinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir.
Fıkrada ayrıca, maddi unsurlarda hata halinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir neticeyle karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme kanunda taksirle işlenen bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır..” açıklamalarına yer verilmiştir.
Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olup, bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması halinde sanığa ceza verilmeyecektir. Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, hata dolayısıyla taksirli sorumluluk halinin saklı olduğu belirtildiğinden, taksirle de işlenebilen bir suçun maddi unsurlarında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu hataya düşülmesi kusurluluğu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin, gerekli dikkat ve özeni göstermeden gece gördüğü karartıya av hayvanı olduğunu düşünerek ateş eden ve bir kişinin ölümüne neden olan fail, taksirle öldürmeden sorumlu olacaktır.
Öğretide bu konuya ilişkin olarak; “Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Örneğin, arkadaşını ziyarete giden bir kimsenin, arkadaşının olduğu düşüncesiyle bir başkasının konutuna girmesi.” ( Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 522 ), “Suçun maddi unsurlarında hata ( unsur yanılgısı ), müşahhas bir olayda suçun maddi unsurlarına müteallik hususlardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış bilgiyi ifade eder. Bir başka ifadeyle, faildeki müşahhas olaya ilişkin tasavvurun gerçekle bağdaşmaması halidir. Bu hata, suça ilişkin kastı ortadan kaldırır. Bu hata halinde kasten işlenmiş bir haksızlıktan bahsetmek mümkün değildir. Failin bilgisi veya tasavvuru gerçeğe uysaydı; işlediği fiilin bir haksızlık teşkil etmeyeceği muhakkak olmalıdır” ( İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi Genel Hükümler, Seçkin, 1. Baskı, 2005, s. 421 ) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK’nın 30 . maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hali de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK’nın 223 üncü maddesinin ikinci fıkrasının ( c ) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihai amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dini bir kült, ardından da terör örgütü haline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili dava dosyalarında yer alan EGM’nin örgüt hakkındaki raporuyla diğer belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak, devleti ve hükümeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.
Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 30.10.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyuyla paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY’nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm kurum ve birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.
III- Görevi Kötüye Kullanma Suçu
Suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK’nın “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257 nci maddesi;
( 1 ) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
( 2 ) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” şeklindedir.
TCK’nın 257 nci maddesininTCK’nın 257 nci maddesinin konuyla ilgili birinci fıkrasında düzenlenen icrai davranışlarla görevi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız menfaat sağlanmasıyla oluşur.
Bu suçun oluşması için gerekli olan ilk şart, kamu görevlisi olan failin yaptığı işle ilgili olarak kanun veya diğer idari düzenlemelerden doğan bir görevinin olması ve bu görevi dolayısıyla yetkili bulunmasıdır. Bir kimse kamu görevlisi olmasına karşın o işle ilgili görevi ve yetkisi yok ise, başka bir suçu oluşturmayan hukuka aykırı davranışı disiplin cezasını gerektirebilirse de, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmayacaktır. Çünkü, hukuken sahip olunmayan bir yetkinin kötüye kullanılmasından da söz edilemez.
Diğer taraftan suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması gerekmektedir.
Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının saptanabilmesi için haksız menfaat kavramı üzerinde durulmalıdır.
19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 s. Kanunun 1 inci maddesiyle TCK’nın 257 nci maddesinin birinci fıkrasındaki seçimlik objektif cezalandırılabilme şartlarından birini oluşturan “kişilere haksız kazanç sağlayan” ifadesindeki “kazanç” ibaresi “menfaat” olarak değiştirilmiştir. Bu hususta 6086 s. Kanunun genel gerekçesinde “Türk Ceza Kanununun 257 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan ‘kazanç’ ibaresi ‘menfaat’ olarak değiştirilmiştir. Bu suretle, görevi kötüye kullanma suçunun oluşumu bakımından kişilere sağlananın sadece ‘ekonomik’ bir kazanç olarak algılanmasının önüne geçilecek ve görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilere ekonomik olarak ölçülemeyen bir menfaatin sağlanması halinde de, bu suç oluşacaktır.” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Haksız menfaat; kişilere hukuka aykırı olarak ve hak etmediği şekilde yarar sağlanmasıdır. Menfaat terimi ayrıca hem maddi ve ekonomik çıkarı hem de manevi yararı içine alacak biçimde anlaşılmalıdır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 04.11.2014 gün ve 227-446 ve 01.12.2015 gün ve 547-426 sayılı kararında da aynı husus vurgulanmıştır.
Failin saiki veya maksadı farklı olsa dahi, görevinin gereklerine aykırı davranışının maddede belirtilen neticelerden birine yol açacağını bilerek hareket etmiş olursa, suçun manevi unsuru diğer bir deyişle genel kastı gerçekleşmiş olacaktır.
HSYK’nın 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararıyla benimsenen Bangolar Yargı Etiği İlkelerine göre; hakim, doğruluk ve tutarlılıktan ayrılmamalıdır. Mesleki davranış şekli itibarıyla, makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide herhangi bir serzenişe yol açmayacak hal ve tavır içinde olmalıdır. Yakışıksız ve yakışık olmayan görüntüler içerisinde bulunmaktan kaçınmalıdır. Özellikle “Yargının Onuruyla” uyumlu bir tarzda davranmalıdır. Kısaca özetlemek gerekirse hakim ve Cumhuriyet savcıları; Anayasa ve yasalarla kendilerine verilen görev ve yetkilerini, yazılı olan veya olmayan ancak evrensel anlamda hakim ve Cumhuriyet savcılarını bağladığından kuşku duyulmayan etik kurallara tabi olarak yerine getirmelidirler.
Kamu görevlisinin yetkisini kötüye kullanarak verdiği izin, işlem, kararla kişilere söz konusu haksız menfaati elde etmeye uygun imkan sağlaması da, görevi kötüye kullanma suçunun oluşması için yeterlidir. Verilen söz konusu sakat izin, işlem, kararla ilgili kişiye arzulanan sonucu almaya yönelik olanak sağlanmasıyla haksız menfaat sağlanmış olacaktır.
IV- Sanıklar ve Müdafilerinin Usule Yönelik İtirazları
1- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; hakim ve Cumhuriyet savcılarının ağır cezayı gerektiren suçüstü hali hariç yakalanamayacakları, sorguya çekilemeyecekleri ve tutuklanamayacakları kuralının ihlal edildiğini, suçüstü halinin de bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
Hakim ve Cumhuriyet savcılarının işledikleri suçun, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hali kapsamında işlenmesi durumunda uygulanacak soruşturma usulü Hakimler ve Savcılar Kanununun 94 üncü maddesinde hüküm altına alınmış olup, bu maddeye göre “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hallerinde hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür. Bu halde durumun hemen Adalet Bakanlığına bildirilmesi zorunludur.”
Benzer yönde diğer bir düzenleme de; CMK’nın “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri” başlıklı 161 inci maddesinin 8 inci fıkras 8 inci fıkrasında yer alan “Türk Ceza Kanununun 302,, 309,, 311,, 312,, 313,, 314,, 315, 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” şeklindeki hükümdür.
Hakimler ve Savcılar Kanununun 94 üncü maddesinin uygulanma koşulları açısından ayrıca, ağır ceza mahkemesinin görevi ve suçüstü kavramının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ağır ceza mahkemesinin görevi, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleriyle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 12 nci maddesiyle düzenlenmiş olup bu maddeye göre; “Kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma ( m. 148 ), irtikap ( m. 250/1 ve 2 ), resmi belgede sahtecilik ( m. 204/2 ), nitelikli dolandırıcılık ( m. 158 ), hileli iflas ( m. 161 ) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ( 318,, 319,, 324,, 325, 332 nci maddeler hariç ) ve 12.04.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalarla ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla Ağır Ceza Mahkemeleri”nin görevli olduğu hüküm altına alınmıştır. Aynı maddeyle Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler de saklı tutulmuştur.
Öte yandan CMK’nın “Tanımlar” başlıklı 2 nci maddesinin ( j ) bendinde suçüstü halinin;
1.İşlenmekte olan suçu,
2.Henüz işlenmiş olan fiil fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3.Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” ifade ettiği öngörülmüştür.
Bununla birlikte, Yargıtay’ın istikrar bulan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere; mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanmayla kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hakim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halinin mevcut olduğu ve 2802 s. Kanunun 94 üncü maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmakta olup sanıklar ve müdafilerinin aksi yöndeki itirazlarına itibar edilmemiştir.
2- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; HSYK müfettişinin hakim ve Cumhuriyet savcılarını tutuklamaya sevk edemeyeceğini, ayrıca tutuklama ve son soruşturmanın açılması kararları veren Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin sanıklardan daha az kıdemde olduklarını, bu nedenle soruşturmada görev alamayacaklarını ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
6087 s. Kanunun 17 nci maddesindeki açık düzenlemeye göre; hakim ve Cumhuriyet savcılarının görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerine dair müfettiş tarafından yapılan araştırma, inceleme ve soruşturmalarda, müfettişler 6087 s. Kanunla verilen yetkilerin yanı sıra, ile Cumhuriyet savcılarına soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri de kullanabilecektir. Buna göre; müfettişin, ilgili hakim veya Cumhuriyet savcısı hakkında tutuklama talebinde bulunabileceği izahtan varestedir.
Diğer taraftan 2802 s. Kanunun 82 nci maddesi gereğince inceleme ve soruşturmayı, hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya Cumhuriyet savcısı eliyle yaptırılması hali, ancak müfettiş tarafından soruşturma yapılamayan haller için geçerlidir.
Bu itibarla söz konusu iddialar hukuki dayanaktan yoksundur.
3- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; soruşturma aşamasında tutuklama kararı vermeye Bakırköy Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olmasına rağmen, bu konudaki kararın Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince verildiğini, iddianamenin de Bakırköy Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi yerine doğrudan Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesinin hukuka aykırı olduğunu, böylelikle doğal hakimlik ilkesine aykırı davranıldığını, mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli ve yetkili görevli gördüğünü, bu mahkemeyle ilgili reddi hakim taleplerinin yerinde görülmediğini ve soruşturma aşamasında Sulh Ceza Hakimliklerince kısıtlama kararı verilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
2802 s. Kanunun “Kovuşturma kararı ve ilk soruşturma” başlıklı 89 uncu maddesi; “Hakim ve savcılar hakkında görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde evrak, Adalet Bakanlığınca ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet savcılığına;.. gönderilir.
Cumhuriyet savcısı beş gün içinde iddianamesini düzenleyerek evrakı, son soruşturmanın açılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir.”
Aynı Kanunun Aynı Kanunun “Tutuklama mercii” başlıklı 85 inci maddesi; “Soruşturma sırasındaki tutuklama istemleri, son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci tarafından incelenir ve karara bağlanır.” şeklinde düzenlenmiş olup, bu düzenlemelere göre gerek tutuklama gerek son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci, ilgilinin görev yerine en yakın ağır ceza mahkemesidir.
HSYK Birinci Dairesinin 12.02.2015 tarihli kararında; 5235 s. Kanunun 9 uncu maddesinin beşinci fıkrası gereğince, ihtisaslaşmanın sağlanabilmesi amacıyla ülke genelinde iki veya daha fazla ağır ceza mahkemesi olan yerlerde “2. ağır ceza mahkemelerinin” terör suçlarına ilişkin davalara bakmakla görevli olduğu belirtilmiştir. Nöbetçi mahkeme sistemi ise rutin işlerin aksamasını önlemek için getirilmiştir. Bu nedenlerle; belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmayan bir görevlendirme neticesinde yargılama yapan ve ihtisas mahkemesi sıfatını haiz Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin gerek tutuklama gerekse son soruşturmanın açılması kararlarını vermesinde bir hukuka aykırılık görülmemiştir.
Hakimlerin tutuklama kararı vermesi tarafsızlığını şüpheye düşürmeyeceği gibi, CMK’nın 22, 24 üncü maddelerinin uygulanmasını gerektiren sebeplerin bulunduğunu gösterir herhangi kanıt da ileri sürülmemesi karşısında, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri hakkında CMK’nın 24 üncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen hakimin tarafsızlığını şüpheye düşüren bir neden bulunmadığından, hakimin reddi talebinin reddine dair Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 01.06.2015 gün ve 2015/1247 değişik iş sayılı kararında isabetsizlik görülmemiştir.
Nitekim sanıklar M. B. ve M. Ö.’in işbu dava dosyasının soruşturma aşamasında doğal hakimlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin yaptıkları bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesince 20.01.2016 gün ve 7908 sayı ile; başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Soruşturma aşamasında sulh ceza hakimliklerince kısıtlama kararı verilemeyeceğine ilişkin itiraza gelince; gerek tutuklama gerekse de son soruşturma açılması kararlarını verme dışında soruşturma evresinde diğer kararlar sulh ceza hakimliklerince alınacağından, bu iddia da hukuki dayanaktan yoksundur.
4- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; sanıklar hakkında iddianamenin beş gün içinde düzenlenmediği ve Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin iade edilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
Dosya kapsamında; HSYK 2. Dairesince sanıklar M. Ö. ve M. B. hakkında 07.07.2015 tarihinde verilen kovuşturma izni üzerine dosyanın 03.09.2015 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına ulaştığı ve ilk iddianamenin dört gün sonra 07.09.2015 tarihinde düzenlendiği, ancak söz konusu iddianamenin Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince CMK’nın 170. maddesindeki belirli şartlardan bir kısmını taşımadığından bahisle 17.09.2015 tarihinde iadesine karar verildiği, bunun üzerine Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca 21.09.2015 tarihinde yeniden iddianame düzenlendiği anlaşılmıştır.
2802 s. Kanunun 89 uncu maddesine göre; kovuşturma izni kararı verildikten sonra ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet savcılığına dosya gönderilecek, bu aşamadan sonra Cumhuriyet savcısı beş gün içinde iddianamesini düzenleyerek dosyayı, son soruşturmanın açılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına dair karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verecektir.
Diğer taraftan 2802 s. Kanunda, gerek soruşturma gerekse kovuşturma evreleriyle ilgili ayrıntılı hükümlere yer verilmemiş, açık hüküm bulunmayan hallerde konuların çözümü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi kanununa bırakılmıştır. Nitekim bu husus, CMK’nın kapsamını düzenleyen 1 inci maddesindeki “bu Kanun, ceza yargılamasının nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini düzenler” hükmüyle açıkça belirtilmiştir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere, özel usullerin uygulandığı soruşturmalar veya özel yargılama mercilerince yapılan yargılamalarda da, ayrıksı hüküm bulunmayan hallerde cmk hükümleri uygulanacaktır.
Bu ahvalde 2802 s. Kanunda iddianamenin iadesine ilişkin bir hüküm bulunmasa da, uygulanması gereken 5271 sayılı CMK’nın 170. maddesi gereğince, mahkemece gerekli şartları taşımadığı değerlendirilen iddianame iade edilebilecek olup somut olayda; kovuşturma izni verilmesi üzerine dosyanın Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına ulaşmasından itibaren beş günlük kanuni süre içerisinde iddianamenin düzenlenmesi ve iade kararından sonra düzenlenen diğer iddianamede de bu süreye riayet edilmesi nazara alındığında; sanıklar ve müdafilerin iddianamenin iadesi kurumunun haklarında uygulanmayacağına ve iddianamenin düzenlenmesinde beş günlük kanuni süreye uyulmadığına dair itirazları yerinde görülmemiştir.
5- a - İddia;
Sanıklar ve müdafileri; soruşturma aşamasında savunmalarının yeterince alınmadığını ve dosyaya erişemediklerini, bu yöndeki taleplerinin Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildiğini, keza soruşturma ve kovuşturma aşamalarında da savunma haklarının kısıtlanarak adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. ( AYM; B.No:014/9817, 26.02.2015 ) AİHM’de bu kapsamda hakkaniyete uygun bir yargılama için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince kullanılmasıyla uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik şekilde yorumlanması gerektiğini vurgulamaktadır. ( Ludi/İsviçre, B.No:12433/86, 15.06.1992; Artico/İtalya, B.No:6694/74, 13.05.1980 )
Sanık M. Ö.’in 30.04.2015, sanık M. B.’in 01.05.2015, ayrıca her iki sanığın da 28.05.2015 ve 26.06.2015 tarihlerinde CMK’nın 147 ve devamı maddelerine uygun şekilde Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinde müdafileri eşliğinde usul ve esasa ilişkin itirazlarını dile getirerek ayrıntılı savunmalarını yaptıkları, böylelikle sanıklar ve müdafilerine tutukluluk incelemesi ve bunlara ilişkin yapılan itirazların yapıldığı duruşmalara katılma imkanı sağlandığı anlaşıldığından, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine yönelen hukuki dayanaktan yoksun itirazlarına itibar edilmemiştir.
Nitekim sanıklar M. B. ve M. Ö.’in soruşturma aşamasında itiraz haklarını etkili bir şekilde kullanamadıkları iddiasına ilişkin yaptıkları bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesince 20.01.2016 gün ve 7908 sayı ile; bir ihlalin olmadığı ve başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Kovuşturma aşamasında ise sanıklara ve müdafilerine geniş bir şekilde savunma yapma imkan ve fırsatı tanındığı, zira kovuşturma evresinde yapılan yirmi altı oturumda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere sanıklar ve müdafilerinin ayrıntılı bir şekilde savunmalarını yaptıkları, tüm iddia, argüman ve delillere karşı etkin bir şekilde itiraz etme haklarının tanındığı görülmekle, sanıklar ve müdafilerinin savunma haklarının kısıtlandığına yönelik iddialarına itibar edilmemiştir.
6- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; son soruşturmanın açılması kararının Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince taraflarına tebliğ edilmediğini, itiraz haklarının kullandırılmadığını, kesinleşmemiş bir mahkeme kararıyla yargılandıklarını, bu nedenle usule uygun bir dava açılmadığını ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
CMK’nın 269 uncu maddesindeCMK’nın 269 uncu maddesinde açıkça düzenlendiği üzere, bir karara yapılan itiraz o kararın yerine getirilmesini durdurmayacaktır. Diğer taraftan, 2802 s. Kanunda son soruşturmanın açılması kararının taraflara tebliğ edilmesine ilişkin bir düzenlenme bulunmamaktadır. Öte yandan, son soruşturmanın açılması kararı iddianame yerine geçen belge olduğundan, iddianameye ilişkin hükümlerin kıyasen uygulanması gerekmektedir. ise tarafların, iddianameye itiraz hakkı olduğuna dair bir hüküm bulunmamaktadır. Nitekim ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince son soruşturmanın açılması kararı, kabul edildikten sonra taraflara tebliğ edilmiş, yargılanmaya başlandıktan sonra da bu belge duruşmada okunarak sanıklara ve müdafilerine bu belgeye karşı ayrıntılı bir şekilde itiraz etme ve savunma yapma imkanı tanınmıştır. Bu itibarla, söz konusu iddia da yerinde görülmemiştir.
7- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; suç tarihi itibarıyla ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma yetkisinin Yargıtay 16. Ceza Dairesine değil, Yargıtay 9. Ceza Dairesine ait olduğunu, mahkeme üyelerinin seçim ve atama usulüyle duruşmaya çıkacak heyetin teşekkül ettirilmesi usulü bakımından doğal hakimlik ilkesine aykırı davranıldığını, Özel Dairenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli ve yetkili gördüğünü, reddi hakim taleplerinin kanuna aykırı olarak kabul edilmediğini ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
Suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerinin belirlenmiş olması şeklinde tanımlanan doğal hakim kavramı, adil yargılanma hakkının en önemli öğesi olan kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkının temelini oluşturmaktadır. Anayasanın 37 nci maddesinde düzenlenen doğal hakim ilkesi, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına ya da hakimin atanmasına engel oluşturur; sanığın veya davanın taraflarına göre hakim atanmasına olanak vermez. Bu ilkeyle suçun işlenmesinden sonra çıkarılacak bir kanunla oluşturulacak mahkeme önüne davanın götürülmesi ve böylece kişiye ya da olaya özgü mahkeme kurulması yasaklanmıştır. ( AYM, E.2009/52, K.2010/16, 21.01.2010 )
Bununla birlikte kanuni hakim güvencesi; yeni kurulan mahkemelerin veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hakimlerin, önceden işlenen suçlara ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılamaz. Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hakimin, kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakması kanuni hakim güvencesine aykırılık teşkil etmez. ( AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14.01.2015 )
2797 sayılı Yargıtay Kanununun “Dairelerin görevleri” başlıklı 14 üncü maddesine2797 sayılı Yargıtay Kanununun “Dairelerin görevleri” başlıklı 14 üncü maddesine göre; temyiz davasına bakmakla görevli olan daire, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarla olağanüstü kanun yollarına ilişkin davalara bakmakla DA görevlidir. Aynı Kanunun “Birinci Başkanlık Kurulunun görevleri” başlıklı 18 inci maddesine göre de; Yargıtay’a yeni gelen üyelerin görev yerlerinin Birinci Başkanlık Kurulunca belirleneceği öngörülmüştür.
İlkeleri Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar Kurulunun 13.11.2014 tarih ve 245-281 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında açıklandığı üzere; Yargıtay Daireleri arasındaki görev ilişkisi, adli yargı ilk derece mahkemeleri arasında varolan ve kamu düzenine ilişkin bulunan görev ilişkisi niteliğinde olmayıp 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 6545 s. Kanunla değişik 14 üncü maddesinde yer alan “hukuk daireleriyle ceza daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına göre çalışır” şeklindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere idari nitelikte iş bölümü ilişkisidir.
Diğer taraftan, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.05.1978 gün ve 165-117 sayılı kararında belirtildiği üzere; Yargıtay Daireleri bütün üyelerini kapsayacak şekilde toplu olarak ret olunamayacaktır.
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin yargılama heyetini oluşturan ve tamamı suç tarihinden önce Yargıtay’a seçilen başkan ve üyelerince yapılan yargılamada, herhangi bir şekilde doğal hakimlik ilkesi ve kanuni hakim güvenceleri ihlal edilmemiştir. Kaldı ki, suç tarihinden sonra seçilmiş olsalar dahi, yukarıda yer verilen Anayasa Mahkemesi kararlarında da açıklandığı üzere bu durumun da anılan ilke ve güvencelere aykırılık oluşturmadığı açıktır.
8- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; kamu tanıklarının mahkemede dinletilme taleplerinin reddedildiğini, soru sorma haklarının engellendiğini, tanıkların dinleneceği duruşma gün ve saatinin kendilerine tebliğ edilmediğini ve sanıkların sorguları yapılmadan aykırı olarak tanıkların dinlendiğini ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
Yargıtay 16. Ceza Dairesince 17.12.2015 tarihli tensip ile, dokuz tanığın istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verildiği, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince istinabe duruşmasının 15.01.2016 tarihine bırakıldığı, tanık Eylem Ö. D.’nin ileri sürdüğü mazeret kabul edilip 08.01.2016 tarihinde dinlendiği, sanık M. Ö. müdafii Av. Önder D.’nun 12.01.2016 tarihinde verdiği dilekçesinde, tanıklar dinlenirken duruşmada kendilerinin de bulunması talebinin yerinde görüldüğü, yedi tanığın geldiği istinabe duruşmasına katılan Av. Önder D.’nun, tanıkların terör suçlarına ilişkin yargılama yetkisi bulunan İstanbul 13 veya 14. Ağır Ceza Mahkemelerinde dinlenmesi gerektiği yönündeki talebinin kabulüne karar verilerek istinabe evrakının iade edildiği, bunun üzerine Yargıtay 16. Ceza Dairesince 10.02.2016 tarihinde tanıkların dinlenmesi için tekrar talimat yazıldığı, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan 11.03.2016 tarihli istinabe duruşmasında; altı tanığın dinlendiği, yapılan tebliğe rağmen sanıklar müdafilerinin gelmedikleri,
Tanık Abdül Samet D.’ın istinabe yoluyla dinlendiği duruşmaya sanık M. B. müdafiinin katıldığı, sanık M. Ö. müdafiinin ise yapılan tebliğe rağmen katılmadığı, tanık Ahmet Z.’ın ise Yargıtay 16. Ceza Dairesince sanıklar ve müdafilerinin bulunduğu oturumda dinlendiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanıkların CMK’nın 180. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Konutlarının yetkili mahkemenin yargı çevresi dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanığın istinabe yoluyla dinlenmesine karar verilebilir.” hükmüne uygun şekilde dinlenilmesi, sanıklar müdafilerine duruşma günlerinin usule uygun şekilde tebliğ edilmesi, sanıklar müdafilerine mehil verilmesine rağmen tanıklara sorulacak bir soru ileri sürülmemesi karşısında, sanıklar ve müdafilerinin bu husustaki itirazlarının hukuki dayanaktan yoksun olduğu kabul edilmelidir.
Diğer taraftan tanıkların, sanığın sorgusundan sonra dinlenmesi kuralının, CMK’nın 191 inci maddesi uyarınca sanıkla aynı duruşmada bulunan tanıklar bakımından geçerli olduğu nazara alındığında; istinabe yoluyla dinlenen tanıkların, sanıkların sorguları yapılmadan önce dinlenmesinin aykırı olduğu yönündeki itiraza da itibar edilmemiştir.
9- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; duruşmada SEGBİS sistemi kullanılmasının, sisteme yapılan kayıtlarda aksaklıklar yaşanmasının, itiraz edilen SEGBİS kayıtlarının duruşmada izletilmemesinin ve ceza infaz kurumundaki koğuşlarında bilgisayar kullanmalarına izin verilememesinin savunma hakkını kısıtladığını ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
CMK’nın 183 üncü maddesininCMK’nın 183 üncü maddesinin birinci fıkrası ve SEGBİS Yönetmeliğinin 7 nci maddesinin birinci fıkrasıyla aynı Yönetmeliğin 8 inci maddesi gereğince, sanıkların savunmaları alınırken duruşma salonunda SEGBİS sistemi ile ses ve görüntü kaydı alınabilecek olup sanıklara ve müdafilerine talepleri halinde söz konusu ses ve görüntü kayıtlarının yazılı tutanağa dönüştürülen metinlerinin verileceği hüküm altına alınmıştır. SEGBİS sistemi ile ses ve görüntü kaydı alınarak sorgunun yapılması, savunma hakkının kısıtlanmasının aksine, tüm beyanları olduğu gibi kayıt altına alma imkanı sağladığından, savunma hakkını destekler mahiyettedir.
Öte yandan Yönetmeliğin 8 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince talep veya itiraz halinde ses ve görüntü kayıtları, kovuşturma makamı gözetiminde ilgilisine izletilecek olup makul sürede yargılanma hakkı da nazara alındığında, bu kayıtların duruşma günü dışında bir günde izletilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Ceza infaz kurumundaki koğuşlarında bilgisayar kullanmalarına izin verilmemesinin savunma hakkını kısıtladığına yönelik itiraza gelince;
5275 s. Kanunun tutuklunun haklarını düzenleyen 114 üncü maddesinde sayılan haklar arasında bilgisayar kullanımı bulunmamaktadır. Aynı Kanunun 116 ncı maddesinin birinci fıkrası delaletiyle uygulama imkanı bulunan 67 nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, tutuklunun odasında bilgisayar bulunduramayacağı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Öte yandan mevzuata uygun şekilde, sanıklara savunmalarını hazırlayabilmeleri için koğuş dışında bilgisayar kullanmalarına izin verildiği de anlaşılmaktadır.
Bu itibarla sanıklar ve müdafilerinin aksi yöndeki iddiaları yerinde görülmemiştir.
10- a- İddia;
Sanık M. B., vekaletnameli müdafisi olmasına rağmen savunmasının Baro tarafından atanan avukat huzurunda alınmasının savunma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
b- Değerlendirme;
Özel Dairece gerekli ihtarların yapılmasına karşın; sanık M. B.’in her iki müdafisinin de mazeretsiz şekilde ya da yargılamayı uzatmaya yönelik meşru olmayan mazeret dilekçeleri göndererek katılmadıkları oturumlara ilişkin SEGBİS kayıtlarının tebliğ edilerek müdafilere savunma yapmaları için süre verildiği görülmektedir. Bu itibarla, bir kısım oturumlarda vekaletnameli müdafii hazır bulunmayan sanık M. B.’in CMK’nın 150. maddesi uyarınca baro tarafından atanan müdafii eşliğinde savunmasının alınmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
11- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; HSYK 3. Dairesince 28.04.2015 tarihinde verilen soruşturmaya devam edilmek üzere kurul başkanına teklifte bulunması kararının kesinleşmediğini, HSYK Başkanının olurunun ise 11.06.2015 tarihinde verildiğini, bu sebeple 11.06.2015 tarihinden önce toplanan delillerin hukuka aykırı olduğunu ve bu delillerin bir kısmının mahkumiyet hükmüne esas alındığını, HTS kayıtlarında ismi geçen kişilerle tanık dinletme taleplerinin yerinde görülmeyerek savunma haklarının kısıtlandığını ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
2802 s. Kanunun 83 üncü maddesi uyarınca müfettişlerin, denetim sırasında öğrendikleri ve gecikmesinde sakınca bulunan konuların soruşturması için önceden izin alınması gerekmemektedir. HSYK Teftiş Kurulu Yönetmeliğinin suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 37 nci maddesi de; “..inceleme ve soruşturma yapılması için önceden olur alınması gerekmez. Ancak soruşturmaya geçildiğinde.. bu kanaati oluşturan bilgi ve belgelerden lüzumlu görülenler de eklenerek, Başkanlık aracılığıyla Kurul Başkanına sunulmak için Üçüncü Daireye iletilmek üzere Genel Sekreterliğe bildirilir. Soruşturmanın devam etmemesi yönünde bir karar verilmedikçe işlemlere devam edilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olayda, müfettiş raporu iletilen HSYK Üçüncü Dairesince soruşturmaya devam edilmemesi yönünde bir karar alınmamış, aksine soruşturmaya devam edilmesi kararı alınmıştır. Re’sen başlatılan bu soruşturmada aksine bir karar alınmadığından, toplanan deliller hükme esas alınabilecek, soruşturmaya devam edilmesi kararına HSYK Başkanı “olur” verdiğinden, bu aşamaya kadar toplanan delillerin hukuka aykırılığından söz edilemeyecektir. Ayrıca bu karara yönelik yeniden inceleme veya itiraz istemleri kararın yerine getirilmesini durdurmaz.
Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi mahkemeye aittir. Bu kapsamda mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir. ( AİHM, Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B..No:5485/05, 45553/05,, 35680/05, 36085/05,, 26.,07.,2011, § 196 )
Özel Dairece sanıkların savunmalarında belirttikleri kişilerin maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağı değerlendirilip HTS kayıtlarının da hükme esas alınmaması karşısında; sanıklar ve müdafilerinin bahsi geçen tanıkların dinlenmemesi nedeniyle savunma haklarının kısıtlandığı yönündeki itirazları yerinde görülmemiştir.
12- a- İddia;
Sanıklar ve müdafileri; son soruşturmanın açılması kararında ileri sürülen fiiller arasında ByLock kullanımıyla ilgili bir iddianın, dolayısıyla bu konuda açılmış bir davanın bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.
b- Değerlendirme;
CMK’nın 192 nci maddesiCMK’nın 192 nci maddesi gereğince mahkeme başkanı veya hakim delillerin ikame edilmesini sağlayacak olup aynı Kanunun 217 nci maddesinin ikinci fıkrasında da yüklenen suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilen her türlü delille ispat edilebileceği düzenlemiştir. CMK’nın 225 inci maddesine göre ise, iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiilin dışına çıkılamayacak ve açılmayan davadan hüküm kurulamayacaktır. Bu bağlamda, sanıkların ByLock sistemini kullandıklarına ilişkin tespit, iddianamede unsurları gösterilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun bir delili niteliğinde olduğundan, hükme esas alınmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla açılmayan davadan hüküm kurulması söz konusu değildir.
V-Bu Açıklamalar Işığında Uyuşmazlık Konuları Değerlendirildiğinde;
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 08.04.2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,
Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in “www.herkul….org” isimli internet sitesinde yayınlanan “Mukaddes Ç. ve İnfak Kahramanları” başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 20.04.2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M. Ö.’e odasında teslim edildiği, sanık M. Ö.’in reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M. B.’i tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 24.04.2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık M. B.’in de 25.04.2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;
Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;
Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen’in 19.04.2015 günü örgütün yayın organlarından “www.herkul…org” isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 20.04.2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak “adanmış” bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır.
Suç tarihi itibarıyla FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanıkların kanuni yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir. Ayrıca örgüt piramidi içindeki konumları itibarıyla “mahrem alan” kapsamında yer almaları ve sanıkların eğitim düzeyi, yaptıkları görev nedeniyle edindikleri bilgi ve tecrübeleriyle örgütteki konumları itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda oldukları anlaşıldığından, sanıklar hakkında TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Bu sebeplerle TCK’nın 314 üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğu sonucuna varılmış olup sanıklar M. Ö. ve M. B.’in silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını ayrı ayrı işlediklerinin kabulü gerekmektedir.
Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;
Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar M. Ö. ve M. B.’in, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında TCK’nın 257 nci maddesinin birinci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir.
Öte yandan; gerekçeli karar başlığında Cumhuriyet savcısının ad ve soyadına yer verilmemesinin mahallinde giderilebilir yazım eksikliği olduğu değerlendirilmiş, sanıklar hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükümleri bakımından; suçun işleniş biçimi, sanıkların kastlarının yoğunluğu ve meydana gelen tehlikenin ağırlığına göre temel cezanın üst hadde yakın belirlenmesi gerektiği gözetilmeyerek eksik ceza tayin edilmesi ve görevi kötüye kullanma suçu bakımından; yüklenen suçun TCK’nın 53 üncü maddesinin birinci fıkrasının ( a ) bendinde belirtilen yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesi karşısında, sanıklar hakkında aynı maddenin beşinci fıkrasına göre cezalarının infazından sonra işlemek üzere, hükmolunan cezalarının yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Bu itibarla, sanıklar M. Ö. ve M. B. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve görevi kötüye kullanma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerine ilişkin Özel Daire kararı isabetli olup, sanıklar ve müdafilerinin soruşturma aşamasında hukuka aykırılıklar yapıldığına, mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmediğine, hakkında red koşulları oluşan hakimin hükme katıldığına, mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili gördüğüne, hükmün hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillere dayandığına, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine, savunma hakkının kısıtlandığına, avukatlarının hukuki yardımından yararlanma haklarının sınırlandırıldığına, dosyaya erişim haklarının engellendiğine, “non bis in idem” ve suç ve cezaların geçmişe yürümezliği ilkelerinin ihlal edildiğine, hükmün, gerekçenin ve delillerin hukuka aykırı olduğuna, hükmün CMK’nın 230. maddesi gereğince gerekçe içermediğine, suçların unsurlarının oluşmadığına, mahkumiyete yeterli delil bulunmadığına, eksik araştırmayla hüküm kurulduğuna, lehe delillerin toplanmadığına, bekletici mesele yapma, birleştirme ve bilirkişi incelemesi yapılması istemlerinin kanuna aykırı olarak reddedildiğine, asgari hadden uzaklaşma gerekçesinin yerinde olmadığına, TCK’nın 62 nci maddesinin uygulanmadığına, görevi kötüye kullanma suçundan kurulan hükümde TCK’nın 58 inci maddesinin dokuzuncu maddesinin uygulanamayacağına, hükümlerdeki TCK’nın 53 ve yargılama giderlerine ilişkin kısımların hatalı olduğuna, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmediğine, TCK’nın 50, 51 inci maddelerinin kanuna aykırı olarak uygulanmadığına ilişkin temyiz itirazları ve diğer tüm temyiz itirazlarının tamamının reddiyle sanıklar M. Ö. ve M. B. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve görevi kötüye kullanma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerinin ayrı ayrı onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24.04.2017 gün ve 3-3 sayılı; sanıklar M. Ö. ve M. B. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve görevi kötüye kullanma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerinin, “sanıklar hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükümleri bakımından; suçun işleniş biçimi, sanıkların kastlarının yoğunluğu ve meydana gelen tehlikenin ağırlığına göre temel cezanın üst hadde yakın belirlenmesi gerektiği gözetilmeyerek eksik ceza tayin edilmesi ve görevi kötüye kullanma suçu bakımından; yüklenen suçun TCK’nın 53 üncü maddesinin birinci fıkrasının ( a ) bendinde belirtilen yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesi karşısında, sanıklar hakkında aynı maddenin beşinci fıkrasına göre cezalarının infazından sonra işlemek üzere, hükmolunan cezalarının yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır” eleştirisiyle ayrı ayrı ONANMASINA,
2- Dosyanın, Yargıtay 16. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.09.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/16210 Karar: 2016/3589 Tarih: 09.06.2016
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Gereği Görüşülüp Düşünüldü:
KARAR : 1- ) Ceza Genel Kurulu’nun 2014/166-514 Sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; adli arama kararı alınmasını gerektiren olayda arama kararı alınmadan arama yapılması hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan ve suçun maddi konusunu oluşturan deliller ya da suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, ikrar bulunsa bile Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkras 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkras 2. fıkrasının ( a ) bendi, 217. maddesinin 2. fıkras 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrasının ( b ) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Oluş ve dosya içeriğine göre, sanıkların doğu illerinden temin ettikleri uyuşturucu maddeleri … ve … plaka numaralı araçlarla öncü ve artçı halde hareket ederek Batı illerine sevk edecekleri ve 15.06.2015 günü akşam saatlerinde Kayseri ilinden geçeceklerine dair istihbari bilgi elde edilmesinden sonra, önce sanık …‘nin kullanımında bulunan …. plaka numaralı araç, daha sonra sanık …‘ın kullanımında bulunan … plaka numaralı aracın görevlilerce durdurularak Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2015/1845 Sayılı önleme araması kararına istinaden aranmasında … plaka numaralı araçta suç konusu uyuşturucu maddelerin ele geçirildiği anlaşılmakla,
a- ) Öncelikle, anılan araçların aranmasına dair CMK’nın 116-119. maddelerine uygun bir arama kararı ya da yazılı emir olup olmadığının araştırılıp varsa temini ile dosyaya eklenmesi,
b- ) Otomobil aramasına dair bir arama kararı ya da yazılı emir bulunmaması halinde, yapılan arama ve bunun sonucu elde edilen delillerin hukuka aykırı olacağı ve Anayasa’nın 38/6, CMK’nın 206/2-a,, 217/2, 230/1-b maddelerine aykırılık oluşturup hükme esas alınamayacağı,
Hususları da dikkate alınarak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulması,
2- )Kabule göre de;
a- ) Öncü araç olarak suçta kullanılan ve müsaderesine karar verilen … plaka numaralı aracın … Şirketi adına kayıtlı olduğu, bu sıfatı gereği olarak CMK’nın 233, 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde davaya katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için adı geçen şirket yetkilisinin duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği gözetilmeden anılan aracın müsaderesine karar verilmesi,
b- )Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih ve E.2014/140; K.2015/85 Sayılı kararının 24.11.2015 tarih ve 29542 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması sebebiyle TCK’nın 53. maddesiyle olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar ve müdafilerinin temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, tutuklama koşullarında bir değişiklik bulunmadığından sanıklar hakkındaki tahliye taleplerinin REDDİNE, 09.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2016/1452 Karar : 2018/26 Tarih : 23.01.2018
-
CMK 206. Madde
-
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık …‘ün TCK’nun 188/3-4, 43, 62, 52/2, 53, 54, 55, 58 ve 63. maddeleri gereğince 15 yıl 7 ay 15 gün hapis ve 120 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin Konya 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 30.04.2015 gün ve 104-136 sayılı resen temyize tabi olan hükmün, sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 20. Ceza Dairesince 09.05.2016 gün ve 15269-2821 sayı ile;
“1- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/610-2014/512, 2013/841-2014/513 ve 2014/166-514 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; adli arama kararı alınmasını gerektiren olayda arama kararı alınmadan arama yapılması hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan ve suçun maddi konusunu oluşturan deliller ya da suçun maddi konusu ‘hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş’ olacağından, ikrar bulunsa bile Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Oluş ve dosya içeriğine göre, sanığın Yeni Mahalle ….. üzerinde metruk boş binaların bulunduğu yerde boş arsada uyuşturucu sattığı yönünde istihbari bilgi elde edilmesinden sonra, kolluk görevlilerince olay yerine gidildiğinde; sanığın yanında bulunan üç kişiye uyuşturucu sattığının tespit edilmesi ve sonradan bu şahısların sanıktan ayrılacaklarının görüldüğü, bu şahısların …., …. ve …. olduğu, …. ve ….’ın uyuşturucuyu alıp içtikleri, ….’in ise parayı verdiği ancak eroini alamadan yakalandığını belirtmesi karşısında; adli arama kararı alınmasını gerektiren olayda, önleme arama kararına dayanılarak sanığın üzerinde 0,1 gr eroin ele geçirildiği anlaşılmakla,
a) Öncelikle, sanığın üst aranmasına ilişkin CMK’nın 116-119. maddelerine uygun bir arama kararı ya da yazılı emir olup olmadığının araştırılıp varsa temini ile dosyaya eklenmesi,
b) Sanığın üst aramasına ilişkin bir arama kararı ya da yazılı emir bulunmaması halinde, yapılan arama ve bunun sonucu elde edilen delillerin hukuka aykırı olacağı ve Anayasa’nın 38/6, CMK’nın 206/2-a, 217/2 ve 230/1-b maddelerine aykırılık oluşturup hükme esas alınamayacağı,
Hususları da dikkate alınarak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulması,
2- Olay yerinde sanıkla birlikte yakalanıp kullanmadan soruşturmaları tefrik edilen …., …. ve ….’in dosya içerisinde uyuşturucu kullandıklarına ilişkin olarak kan ve idrar tahlilleri bulunmadığı anlaşılmakla; uyuşturucu kullanmaktan soruşturma açılan …., …. ve …. hakkındaki soruşturmaların sonuçlarının araştırılması, dava açılmış ve derdest ise birleştirilmesi, hüküm verilmiş ve kesinleşmiş ise dosyaların bu dosya içerisine konulması, …., …. ve ….’in uyuşturucu kullanıp kullanmadıklarına ilişkin tıbbi rapor varsa dosyaya getirtilmesi, tüm deliller birlikte tartışılarak sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması,
3- Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih ve E.2014/140; K.2015/85 sayılı kararının 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması nedeniyle TCK’nın 53. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması…” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 22.06.2016 gün ve 225575 sayı ile;
“…Konya’da metruk binalarda uyuşturucu satıldığı istihbaratını alan polis metruk binaları gezerken boş bir arsada dört kişinin olduğunu görmesi üzerine yanlarına gidip sorduklarında, sanık …‘ın diğerlerine eroin sattığını tespit ederler. Sanık …‘ın kaba üst aramasında net: 0,192 gram eroin ele geçirilir. Sanık savunmalarında satıcı olduğunu ikrar eder.
Arama işlemlerinin üç farklı hukuki meşruiyet temeli vardır. Birincisi durdurma işlemlerine dayalı arama ki, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 27. maddesinde düzenlenmiştir. Diğeri adli arama kararına dayalı arama, bir diğeri ise önleme arama kararına dayalı arama işlemidir.
Yasa koyucu önleme aramalarında, kamu düzenini korumak gayesi ile genel arama kararına istinaden şüphelisi ve suç tanımı belli olmayan arama eylemlerini tanımlamıştır.
Adli aramalarda ise, makûl şüphenin varlığı halinde şüphelisi, arama mahalli, ele geçirilmesi hedeflenen suç eşyası ve tanımlanan suç belli aramaları kastetmiş ki, bu tarz aramaların kural olarak hâkim kararı ile olacağı, gecikmesinde sakınca olan hâlde savcı izni ile aramanın yapılabileceği, savcıya ulaşılamaması halinde ise, ulaşılamama nedeni yazılarak kolluk amirinin yazılı izni ile aramanın yapılabileceği kuşkusuzdur.
Yönetmeliğin 27. maddesinde ise durdurma işlemlerine dayalı arama tanımlanmıştır. Burada makûl şüphe değil, kolluk görevlisinin mesleki tecrübesine dayanarak izlediği davranışlarından o kişinin bir suç işleyeceği veya işlediği hususunda kanaat elde edilirse, kolluğun durdurma yetkisini kullanabileceği ve umma derecesinde şüphenin durdurma işlemi için yeterli olduğu düzenlenmiştir. Aynı maddede durdurulan kişinin üzerinden herhangi bir elbise çıkartmaksızın yoklama biçiminde kontrol yapılabileceği ve hatta aranan şeyin uyuşturucu madde olması halinde ince aramanın da yapılabileceği, maddenin (h) bendinde yoklama işleminin kişinin üzerinde veya aracında yapılabileceği düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeye göre itirazımıza konu dosyada sanık …‘ın üzerinden ele geçirilen eroin usulüne uygun şekilde ele geçirilmiştir. Zira yönetmelikteki tanıma uygun şekilde suçüstü hâli de vardır. Satış yapan kişinin alandan uzaklaşması, üzerindeki uyuşturucuyu yok etmesi, sanık …‘ın üzerinde bulunan eroini mazgala atması ve işlenmekte olan suçun delillerinin yok olması olasılığı, polisin yönetmeliğe uygun müdahalesi ile önlenmiştir. Suç, delili, sanığın ikrarı ve tanıkların ifadeleri ile sabittir. Buna göre hükmün onanması gerekirken bozulmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 20. Ceza Dairesince 09.11.2016 gün ve 2459-5466 sayı ile; itirazın kısmen kabulüne, yapılan arama işleminin hukuka uygun olduğundan bir numaralı bozma kararının kaldırılmasına karar verilmiş, sanık hakkında TCK’nun 43. maddesi uygulanma koşulları yönünden eksik araştırma bulunmadığına ilişkin itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan beraat hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında zincirleme suç hükmünün uygulanması bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Narkotik Suçlar Büro Amirliği görevlilerince Konya ili genelinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna ilişkin olarak yapılan çalışmalar neticesinde; Hakan isimli bir şahsın, Yeni Mahalle …..ta bulunan metruk binalar ve çevresindeki boş arsalarda, madde bağımlılarına eroin sattığına dair duyumlar alınması üzerine, görevlilerce 05.02.2015 tarihinde saat 10.45 sıralarında söz konusu sokağa gidildiği, çevrede gözlem yapıldığı esnada metruk bir binanın yanındaki boş arsada dört şahsın oturduğunun görüldüğü, görevlilerce şahısların yanlarına gidilip Konya 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 02.02.2015 gün ve 534 sayılı önleme araması kararı gösterildiğinde, sanık …‘ün tedirgin davranışlar sergileyip elini pantolonunun içine soktuğu, bunun üzerine görevlilerce önleme araması kararına istinaden sanığın yapılan üst yoklamasında, defter kağıdına sarılı haldeki uyuşturucu madde ile toplam 32 Liranın ele geçirildiği, sanığın yanındaki diğer şahıslar …, … ve …‘a, söz konusu yerde bulunma sebepleri sorulduğunda; …‘ın, uyuşturucu madde kullandığını, sanıktan 7 Lira karşılığında eroin alıp içtiğini; …‘ın, uyuşturucu madde kullandığını, sanıktan 10 Lira karşılığında eroin alıp içtiğini, ayrılmak istediği sırada yakalandığını; …‘ın ise, uyuşturucu madde kullandığını, eroin almak için sanığa 15 Lira verdiğini ancak uyuşturucu maddeyi alamadan yakalandığını beyan ettikleri, adı geçenlerin yapılan üst yoklamalarında ise herhangi bir suç unsuruna rastlanılmadığı, konu hakkında Cumhuriyet savcısına bilgi verildiği,
Ankara Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen uzmanlık raporuna göre; sanıktan ele geçirilen maddenin net 0,192 gram eroin olduğu,
…, … ve … hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütüldüğü,
Anlaşılmaktadır.
Tanık …; uyuşturucu madde kullandığını, eroin satın almak amacıyla Yeni Mahallede bulunan metruk binanın yanındaki boş arsaya gittiğini, söz konusu yere geldiğinde hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütülen …. ile tanık ….’in uyuşturucu madde satın almak için sanık ile görüştüklerini gördüğünü, kendisinin de adı geçenlerin yanına gidip eroin satın almak amacıyla sanığa 15 Lira verdiğini, uyuşturucu maddeyi almak için beklediği sırada polislerin gelmesi üzerine yakalandığını, diğer iki şahsın sanıktan eroin alıp almadıklarını bilmediğini,
Tanık … kollukta; uyuşturucu madde kullandığını, olay günü eroin satın almak üzere Yeni Mahalledeki boş arsaya gittiğini, burada beklerken yanına hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütülen …. ile tanık ….’in de geldiğini, bir süre sonra yanlarına gelen ve eroin satıcısı olduğunu bildiği sanık …‘ın kendilerine eroin isteyip istemediklerini sorduğunu, eroin satın almak istediğini söyleyip sanığa 7 Lira verdiğini, uyuşturucu maddeyi almak için beklediklleri sırada polislerin gelmesi üzerine yakalandıklarını, diğer şahısların sanığa para verip vermediğini görmediğini, mahkemede ise farklı olarak; eroin satın almak için kendisinin 7, tanık ….’in ise 15 Lirayı sanığa verdiğini, ancak uyuşturucu maddeleri alamadan polisler tarafından yakalandıklarını, hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütülen ….’ın ise parayı veremeden yakalandığını,
İnceleme dışı sanık …; sanığa uyuşturucu madde satmadığını, atılı suçlamayı kabul etmediğini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … kollukta; eroin kullandığını, içtiği uyuşturucu maddenin parasını çıkarabilmek için birkaç kez eroin sattığını, olay günü tanık ….’e 15 Lira karşılığında eroin verdiğini, satmış olduğu eroini inceleme dışı sanık …‘dan satın aldığını,
Sorguda; tanık ….’e 15 Lira karşılığında eroin sattığını ancak maddeyi veremeden polisler tarafından yakalandığını, hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütülen …. ile tanık ….’in de kendisinden uyuşturucu madde satın almak istediklerini ancak adı geçenlere eroin satmadığını, her iki şahsın başka torbacılardan eroin satın almış olabileceklerini,
Mahkemede ise; olay günü üzerinde bulundurduğu ve birer içimlik olarak hazırladığı eroinleri satmak için Yeni Mahalleye gittiğini, hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütülen …. ile tanıklar …. ve ….’in eroin satın almak için yanına geldiklerini, tanık ….’ten 7 Lira alıp karşılığında uyuşturucu madde verdiğini, tanık ….’ten 15 Lira aldığını ancak eroini veremeden polisler tarafından yakalandığını, hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütülen ….’dan ise ne para aldığını ne de kendisine eroin verdiğini,
Savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, “zincirleme suç” hükümlerinin incelenmesi gerekmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununa hakim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44 (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
5237 sayılı Kanunun 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.
TCK’nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
TCK’nun 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacaktır.
Ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yeni Mahalle …..ta bulunan metruk binalar ve çevresindeki boş arsalarda, madde bağımlılarına eroin satıldığına ilişkin istihbari bilgi elde eden kolluk görevlilerinin bahse konu sokakta araştırma yaptıkları sırada, sanık ile haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yapılan …. ile tanıklar …. ve ….’i boş bir arsada otururken görüp yanlarına gittikleri, sanığın elini pantolonunun içerisine soktuğunun görülmesi üzerine önleme arama kararına istinaden yapılan üst yoklamasında bir paket eroinin ele geçirildiği, …. ile tanıklar …. ve ….’in yapılan üst yoklamalarında ise herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı olayda; hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yapılan …. ve ….’in sanıktan uyuşturucu madde alıp içtiklerini, ….’in de uyuşturucu madde satın almak için sanığa 15 Lira verdiğini söylediklerinin 05.02.2015 tarihli olay tutanağında belirtilmesi, ele geçirilen eroini satmak için bulundurduğunu beyan eden sanığın, yakalandığı yere satmak için hazırladığı birer içimlik eroinler ile geldiğini ve tanık ….’ten aldığı 7 Lira karşılığında adı geçene eroin sattığını savunması karşısında; olay yerinde sanık ile birlikte yakalanan …. ile tanıklar …. ve ….’in uyuşturucu madde kullanıp kullanmadıklarına ilişkin kıl, kan ve/veya idrar örnekleri alınıp alınmadığının, alınmış ise örnekler üzerinde inceleme yapılıp yapılmadığının, yapılmış ise buna ilişkin raporların aslı veya onaylı örneklerinin getirtilerek dosyaya konulması, bu amaçla adı geçenler hakkındaki soruşturma dosyalarının akıbetlerinin araştırılıp incelenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanık hakkında TCK’nun 43. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesi gerekirken, bu yönde bir inceleme yapılmaksızın sadece sanık ve tanık beyanlarına dayanılarak eksik araştırma ile hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı isabetli olup haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 23.01.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.