0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Adlî Kontrol

CMK Madde 109

(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

a) Yurt dışına çıkamamak.

b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.

c) Hakimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde mesleki uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.

d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.

e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.

f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.

g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.

h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.

i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.

j) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Konutunu terk etmemek.

k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.

l) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.

(4) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremediği 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca tespit edilen şüpheli ile gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadın şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir. Hakkında mahkûmiyet hükmü verilmiş ve bu hükümle ilgili olarak istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulmuş olması hâlinde, UYAP kayıtlarını incelemek suretiyle hükmü veren ilk derece mahkemesi de adlî kontrol kararı verebilir.

(5) Hâkim veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir.

(6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) ve (j) bentlerinde belirtilen hallerde uygulanmaz. (Ek cümle:8/7/2021-7331/15 md.) Ancak, (j) bendinde belirtilen konutunu terk etmemek yükümlülüğü altında geçen her iki gün, cezanın mahsubunda bir gün olarak dikkate alınır.

(7) (Ek: 6/12/2006 – 5560/19 md.) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.


Ceza Muhakemesinde Duruşma

Duruşmaya Hakim Olan İlkeler


CMK Madde 109 Gerekçesi

Yalnız başına tutuklama, hâkimi, şüpheli veya sanık hakkında ya bütünüyle hürriyetten yoksunluğa ya da tam serbest bırakmaya mecbur kılan bir tedbirdir; adı geçenler ya bir yere kapatılacaklar veya tam serbest kalacaklardır. Tasarı bu maddesi ile bu iki durum arasında adlî kontrol kurumunu getirmiş bulunmaktadır. Söz konusu kurum tesis edilirken Alman, İtalyan ve özellikle Fransız hukuku göz önünde bulundurulmuştur. Kurum ilgiliyi özgürlüğünden yoksun kılmamakla birlikte gözlemeyi ve denetlemeyi olanaklı kılan tedbirlere tâbi kılmaktadır; böylece kişinin kaçması riski azaltılırken hürriyetten tümü ile yoksun kılmanın zararları da ortadan kaldırılmış olmaktadır. Bu yeni kurumun hem özgürlükçü ve hem de kamu düzenini koruyucu nitelikte bulunduğu söylenebilir. Bu kurumdan sonra tutukluluk uygulaması istisnaî hâle gelmektedir. Kurum şüpheliyi hürriyetten yoksun hâle getirmemekle birlikte, aynı sonuçların elde edilebileceği hâllerde adlî kontrole hükmetmek gerekecektir.

Adlî kontrolün soruşturma evresinde uygulanmasında üç temel koşul vardır:

  1. Şüphelinin işlediği iddia olunan fiilin 100 uncu maddeye göre tutuklamayı gerektirebilecek bir suçu oluşturması,

  2. Cumhuriyet savcısının istemde bulunması,

  3. Sulh ceza hâkiminin kararı.

  4. üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç

Adlî kontrole tâbi tutulan şüphelinin veya kovuşturma evresinde sanığın maddede on altı bentte ayrı ayrı gösterilmiş yükümlülüklerden hangilerine yani bunlardan birine veya birden çoğuna tâbi tutulacağı hâkim veya mahkemenin kararında belirtilecektir.

Yukarıda (1) numarada belirtilen koşulun anlamı adlî kontrol kararı verebilmek için 100 uncu maddedeki tutuklama koşullarının varolması demektir. 100 uncu maddenin son fıkrası hükmü, adlî kontrol bakımından da geçerli olup bu kurumun uygulanabilmesi için şüpheli veya sanığın suçluluğu ve tutuklama nedenlerinin varlığı hakkında kuvvetli belirtilerin saptanmış olması gerekecektir. Dikkat edilmelidir ki, 109 nci maddeyi uygularken hâkim 100 uncu maddeyi daima göz önünde bulundurmalıdır.

5353 sk.la getirilen değişiklikle, yurt dışına çıkma yasağı bakımından, birinci fıkrada öngörülen üç yıllık süre sınırlaması kaldırılmıştır. Bu değişiklikle, bütün suçlar bakımından yurt dışına çıkma yasağı tedbirine hükmedilebilecektir. Böylece, tutuklamadan beklenen amacın yurt dışına çıkma yasağı koymak suretiyle de sağlanabileceği her durumda, kişinin tutuklanması gibi daha ağır bir tedbir yerine, daha hafif olan yurt dışına çıkma yasağı tedbirine karar verilebilecektir. Ölçülülük ilkesi de bu şekilde sağlanmış olacaktır.


CMK 109 (Adlî Kontrol) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/3949 Karar : 2018/161 Tarih : 6.02.2018

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Suç: Silahlı terör örgütüne üye olma

Sanık …; 11.11.2016

Hüküm: 1-Sanık … hakkında; TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9, 63. maddeleri uyarınca kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi,

2-Sanık … hakkında; TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9, 63. maddeleri uyarınca kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;

Temyiz edenlerin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;

1-Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün incelenmesinde;

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;

Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;

Duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Dairemizin 19.09.2017 tarih ve 2017/1798 Esas 2017/5219 Karar sayılı

kararında da belirtildiği üzere; sanığın bylock kullanıcısı olduğuna dair delilin, suçun sübutu açısından belirleyici olması karşısında, örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespit edilmesi halinde sanığın örgütle bağlantısını gösteren bir delil olarak kabul edilmesi mümkündür.

Sanığın, bylock kullanıcısı olduğunu kabul etmemesi karşısında; ByLock değerlendirme ve tespit raporu getirtirilerek sanığın kullandığını belirttiği 0535… ve … nolu hat ile ByLock uygulamasına ait IP adreslerine (46.166.160.137, 46.166.164.176, 46.166.164.177, 46.166.164.178, 46.166.164.179, 46.166.164.180, 46.166.164.181, 46.166.164.182, 46.166.164.183) kaç defa bağlanıldığının Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumundan sorulması ve ayrıca söz konusu cep telefonunun baz istasyonlarını gösterir HTS kaydı getirtilip karşılaştırılması suretiyle sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi,

2-Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün incelenmesine gelince;

ByLock kullanıcısı olduğuna dair ayrıntılı rapor temin edilmeden hükme esas alınmış ise de, sanığın bylock kullanıcısı olduğuna dair açık ikrarı ve örgütsel faaliyetleri bakımından beyanları karşısında örgüt üyesi olarak kabulünde bir isabetsizlik olmadığı gözetilerek;

Silahlı terör örgütüne üye olan, yakalandıktan sonra yargılama aşamasında pişmanlığını dile getirip örgütte kaldığı süre ve konumu itibarıyla, örgütün yapısı ve faaliyetleri ile ilgili bilgi veren sanığın, gerçek isimleriyle bildirdiği kişiler hakkında örgütsel soruşturma olup olmadığı, kod ismi verilen kişiler hakkında ise kolluk birimlerince çalışma yapılarak fotoğraflarının üzerinden teşhis işlemi yapılarak gerçek isimlerinin tespiti ile yasal takdirinin ifasından sonra sanığın hukuki durumunun takdiri yerine yeterli gerekçe gösterilmeksizin TCK`nın 221. maddesinde yazılı etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasına yer olmadığının kabulü ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden BOZULMASINA, sanık …’in tutukluluk halinin devamına, hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması ihtimaline binaen sanık …’nün 5271 sayılı CMK`nın 109/3-a maddesi gereğince “yurt dışına çıkamamak” adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu değilse salıverilmesinin sağlanması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına, üye …’in sanık …’nün tahliyesi yönünden karşı oyu ve oyçokluğuyla diğer hususlarda oybirliği ile 06.02.2018 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY:

Sayın çoğunluğun sanıklar … ve … hakkındaki hükümlerin bozma gerekçelerine katılmakla birlikte sanık …’nün tahliyesine dair görüşlerine iştirak olunmamıştır.

Şöyle ki;

Örgüt üyesi olduğu kabul edilen sanık …’nün, yakalandıktan sonra bildirdiği kişilerle ilgili olarak soruşturma ve bu bilgilerinde başka soruşturmalar bakımından faydalı olup olmadığının mahkemece araştırılması sırasında, Kayseri Emniyet Müdürlüğü 15.05.2017 tarihli yazısında sadece isim belirtilmesinden dolayı şahısların açık kimliğine ilişkin detaylı bilgi bulunamadığını ve başka soruşturmalar yönünden de faydalı olmadığını belirttiği,

5237 sayılı TCK’nın “Etkin pişmanlık” başlıklı 221. maddesinin 4. fıkrasının 2. cümlesinin “Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.” hükmünü ihtiva ettiği,

Etkin pişmanlık koşulları oluştuğu takdirde bu madde hükmü uyarınca cezada üçte birden dörtte üçe kadar yapılacak indirim oranının tayinin de hakimin takdirine ait olduğu,

Dikkate alındığında;

FETÖ-PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu kabul edilen sanığa atılı suçun niteliğine, kanunda öngörülen ceza miktarına ve katalog suçlardan olmasına, uygulanan tedbirde açık bir orantısızlık bulunmamasına, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanıp faydalanmayacağının araştırılacak olmasına, tutuklu kaldığı süreye, dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna göre diğer adli kontrol tedbirleri yetersiz kalacağından, tahliye talebinin reddi ile sanık …’nün tutukluluk halinin devamına karar verilmesi gerektiği görüşüyle, sayın çoğunluğun “yurt dışına çıkamamak” adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle tahliyesine dair düşüncesine katılmamaktayım.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2333 Karar : 2017/4473 Tarih : 29.05.2017

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Davacının tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmak olan ve kamusal nitelik taşıyan ceza mahkemesinde, bazı koruyucu tedbirlere başvurulması gerekebilir. Bu tedbirler, muhakemenin yapılabilmesi açısından, delillerin karartılmasını önlemeye yönelik olabileceği gibi şüpheli ya da sanığın hazır bulundurulmasını veya ilerde verilecek hükmün yerine getirilmesini sağlamak amacını da taşıyabilir. Koruma tedbirleri kavramı içinde yakalama, gözaltına alma, tutuklama, arama ve elkoyma, adli kontrol, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme ve telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi konuları yer almaktadır. 466 sayılı Kanunda bu koruma tedbirlerinden yakalama, gözaltı ve tutuklama, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141. ve devamı maddelerinde ise yakalama, gözaltı, tutuklama, arama ve elkoyma işleminden kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmininin düzenlendiği dikkate alındığında, davacı hakkında uygulanan ve 5271 sayılı CMK’nın 109/3-j. maddesinde düzenlenen konutunu terk etmemek şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat isteminin reddine karar verilmesinde isabetsizlik görülmediğinden, tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak olunmamıştır.

Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacı vekilinin davacının hakkında uygulanan konutunu terk etmemek adli kontrol tedbiri süresince ekonomik hiçbir faaliyette bulunamadığına, eğitim hayatının aksadığına, manevi olarak zarara uğradığına, tazminat miktarına ve sair nedenlere ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün,

isteme aykırı olarak ONANMASINA, 29.05.2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Ceza yargılamasında temel amaç maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bununla birlikte amaç ne pahasına olursa olsun maddi gerçeğin ortaya çıkarılması değil, hukuka uygun yöntemlerle maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ceza yargılaması, devletlerin egemenlik hakkı ve kamu düzeni ile yakından ilgili olmakla beraber insan hakları açısından da önemlidir. Bu nedenle ceza yargılamasında kanıt toplama araçlarının hukuka uygunluğu ile elde edilen kanıtların yargılamada kullanılması birbiriyle bağlantılı ve uygun olmak zorundadır.

Bir suç nedeniyle yapılan soruşturmada, soruşturmanın yapılabilmesini ve yargılama sonunda verilen kararın yerine getirilebilmesini sağlamaya dönük olarak yasalarda öngörülmüş olan ve hükümden önce birtakım temel hak ve özgürlüklere kısıtlama getiren geçici tedbirlere “koruma tedbirleri” denmektedir.

Koruma tedbirleri hem geçici hem de henüz ortada bir mahkumiyet hükmü bulunmadan uygulanan tedbirler olduğu için insan hakları ihlalleri açısından en sık karşılaşılan alan olmaktadır. Suçsuzluk karinesi ile kamu düzeninin sağlanması için belli şüphe altındaki kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanmasının çatıştığı alan koruma tedbirleri alanıdır. Bu nedenle koruma tedbiri uygulanan kişilerin, uygulanan tedbir nedeniyle uğradıkları her türlü zararın Devletçe giderilmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yedinci Bölüm başlığı “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat”tır. Buna göre, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında tutuklama, yakalama, arama, el koyma şeklindeki koruma tedbirinin hukuka aykırı ve haksız olarak uygulanması sonucu kişilerin uğradığı maddî ve manevî zararların tazmini mümkün olmaktadır.

Kişi özgürlüğünün haksız ve hukuka aykırı olarak kısıtlanması başlı başına önemli bir insan hakkı ihlalidir. Haksız tutulmanın sonucu ve hukuk devletinin gereği olarak bu halde devletin tazmin sorumluluğu doğacaktır. CMK’nun 141 ilâ 144. maddelerinde de kişinin haksız tutulması halinde tazminat ödeneceğini düzenlemiştir. Burada önemli olan kriter, kişi hakkında uygulanan koruma tedbirinin sonucu, kişi özgürlüğünün kısıtlanmış olmasıdır.

5271 sayılı CMK’nun 141. maddesi 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 02/07/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanunun 98. maddesiyle CMK’nun adlî kontrolü düzenleyen 109. maddesinin üçüncü fıkrasına (j) bendi eklenmiş ve “konutu terk etmemek” şeklinde yeni bir adlî kontrol kurumu getirilmiştir. Hâkim kararı ile suç soruşturması veya kovuşturmasında şüphelinin özgürlüğü bu şekilde kısıtlanmakta, kişi konutunu belirlenen süre ile terk edememekte, bir anlamda konutta hapsedilmektedir. Tutuklama koruma tedbiri ile aynı sonuçları doğurmaktadır. Maddî ceza hukukunda kıyas mümkün değilse de ceza yargılama hukukunda, kişi hak ve özgürlük alanını genişletici ve koruyucu şekilde kıyas yapılması mümkündür. CMK’nun 141. maddesinden sonra yürürlüğe giren CMK’nun 109/3-(j) maddesinde düzenlenen “konutu terk etmemek” koruma tedbirinin de tutuklama gibi kişi hürriyetini kısıtlamaya yönelik bir koruma tedbiri olduğu açıktır. Tutuklama durumunda tazminat ödenmesi mümkün kabul edilirken, aynı şekilde kişinin özgürlüğünü ve serbestçe hareket edebilme hakkını ortadan kaldıran “konutu terk etmemek” koruma tedbirinde tazminat ödenmemesini kabul etmek evrensel hukuk değerleri ve yasanın amacı ile uygun düşmemektedir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle; hakkında Van 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/119 Sorgu sayılı kararı ile “konutu terk etmemek” koruma tedbiri uygulanan davacı lehine tazminata hükmedilmesi gerekirken, tazminat talebinin reddine dair yerel mahkeme kararının bozulması yerine, onanmasına ilişkin sayın çoğunluğun görüşüne iştirak etmiyoruz. 29/05/2017


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/818 Karar : 2017/4213 Tarih : 23.05.2017

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Suç: Taksirle öldürme

Hüküm: TCK’nın 85/1, 22/3, 62, 53/6, 63. maddeleri gereğince mahkumiyet

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin kusura, eksik inceleme yapıldığına, savunma hakkının kısıtlandığına ve sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Sanık hakkında tayin edilen temel cezanın bilinçli taksirle artırılması sırasında, bilinçli taksir oluşturan ihlalin yalnızca alkollü araç kullanmaktan ibaret bulunduğu gözetilerek, TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca temel cezanın 1/3 oranı yerine, 5/12 oranında artırılarak fazla ceza tayini,

Kabul ve uygulamaya göre de;

Sanık hakkında, Pınarhisar Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/10 sorgu nolu kararı ile CMK’nın 109/1-f maddesi gereğince hükmedilen 5.000,00 TL nakdi kefalet hakkında CMK’nın 115/3. maddesi uyarınca bir karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 23/05/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ
Esas : 2016/2261 Karar : 2017/2591
Tarih : 25.04.2017

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemlerin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemlere uyan suç tipi ile aşağıda belirtilenler dışında yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1 - Tüm dosya kapsamına göre; haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütülen … ve …’nin birlikte kullanmak amacı ile sanıkların yanlarına gittikleri ve …’nın sanıklardan uyuşturucu madde temin ettiği ve bu eylemin tek suç oluşturduğunun anlaşılması karşısında sanıklar hakkında TCK’nın 43. maddesinde öngörülen “zincirleme suç” hükümlerinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayin edilmesi,

2 - Sanıklar hakkında,TCK’nın 188/3,188/4,188/5 maddeleri uyarınca verilen 22 yıl 6 ay hapis cezasının, TCK’nın 43.maddesi gereğince 1/4 oranında artırılması sonucunda “27 yıl 13 ay 15 gün” hapis yerine “28 yıl 10 ay 15 gün” hapis cezası olarak belirlenmesi,

3 - Tekerrüre esas alınan Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22/11/2007 tarihli 2007/201 esas ve 2007/355 karar sayılı ilamı ile verilen “6.000 TL” adli para cezası, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçuna ilişkin olup; karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanun’la TCK’nın 191. maddesinde değişiklik yapılmış olması karşısında ve koşullarının oluşması durumunda, “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” ve “davanın düşmesi” seçeneklerine de yer verilmesi nedeniyle, tekerrüre esas alınan ilamla ilgili olarak yasal değişiklik sonrası uyarlama işlemi yapılarak tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık müdafileri ile sanıklar … ve …’un temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, resen de temyize tabi olan hükmün BOZULMASINA, tutuklama koşullarında değişiklik olmaması ve tutuklu kalınan süre göz önüne alınarak sanık … hakkındaki salıverilme talebinin reddine; Adli Tıp Kurumu’nun 09/01/2017 tarihli raporu uyarınca “maruz kaldığı ağır hastalık nedeni ile hayatını yalnız idame ettiremeyeceği” ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmadığı anlaşılan sanık …’in CMK’nın 109/3 - b maddesi gereğince “yerleşim yerinin bulunduğu kolluk birimine hafta da bir gün imza atmasına” şeklinde adli kontrol altına alınarak SALIVERİLMESİNE, başka bir suçtan hükümlü ya da tutuklu bulunmadığı takdirde salıverilmesinin sağlanması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazı yazılmasına, adli kontrol kapsamında sanık salıverildikten sonra, belirtilen adli kontrol tedbirlerinin uygulanması konusunda gereğinin yapılması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılına yazı yazılmasına, adli kontrol tedbirine ilişkin karara karşı, sanık ve müdafii ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, CMK’nın 111. maddesinin 2. fıkrası ile kıyasen uygulanması gereken CMK’nın 268/3 - c maddesi gereğince, kararı öğrendikleri tarihten itibaren 7 gün içinde Dairemize verilecek dilekçe ile veya zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle itiraz edebileceklerine, 25/04/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ
Esas : 2016/5601 Karar : 2017/612
Tarih : 1.03.2017

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

6136 sayılı Yasanın 13/1, TCK`nun 52/2. maddeleri gereğince 1 yıl hapis ve 600,00.TLadli para cezası.

Sanık … hakkında; maktul …’a yönelik nitelikli kasten öldürmeye yardım ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından yapılan yargılama sonunda, mahkumiyetine dair Ünye Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 03.11.2015 gün ve 2014/362-2015/236 E.-K. sayılı hükmün, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyizi üzerine, Dairemizin 21.06.2016 gün ve 2016/279- 2016/3182 karar sayılı ilamı ile düzelterek ONANMASINA karar verildiği, Dairemizin düzelterek onama yönündeki kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca bu kez sanık hakkındaki yargılamanın firari sanık … hakkındaki yargılamayla birlikte yapılması için tefriki veya sanığın beraatine karar verilmesi yönünde yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği gerekçesiyle itirazda bulunulduğu;

05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı “Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla işlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında” Yasanın 99. maddesiyle, 5271 sayılı Yasanın 308. maddesinde yapılan değişiklik ve 101. maddesiyle, 5320 sayılı Yasaya eklenen Geçici 5. madde uyarınca itiraz hakkında karar verilmek üzere dosya Dairemize gönderilmekle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 308. maddesinin, 6352 sayılı Yasanın 99. maddesi ile eklenen 3. fıkrası uyarınca yapılan incelemede;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz gerekçeleri yerinde görüldüğünden İTİRAZIN KABULÜNE,

Dairemizce verilen 21.06.2016 gün ve 2016/279-2016/3182 esas ve karar sayılı, sanık … hakkında; nitelikli kasten öldürmeye yardım ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan verilen düzelterek ONAMA kararının yalnız bu sanık yönünden KALDIRILMASINA, ilamın diğer yönlerinin aynen korunmasına,

Sanık … hakkında; nitelikli kasten öldürmeye yardım ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükümlerin incelenmesinde; sanıklardan …’ın, kollukta ve Cumhuriyet savcılığında verdiği ifadelerde, halen kaçak durumda olan sanık…’ın, üzerinde gördüğü tabancayı nereden aldığını sorduğunda (sanık …’ı kastederek) “dayımdan aldım” dediğini beyan etmesi nedeniyle, sanık …’ın, nitelikli kasten öldürmeye yardım ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçları sabit kabul edilerek mahkumiyetine karar verilmiş ise de; sanık …’ın beyanının görgüye dayalı olmayıp, dolaylı bir anlatım olduğu, bu delilin ancak halen kaçak olan asıl fail…’ın yakalanmasından sonra, olayda kullanılan silahları ne şekilde ve kimden temin ettiği yönünde yapacağı muhtemel anlatımlara göre desteklenebileceği anlaşılmakla; sanık … hakkındaki dosyanın tefriki ile, sanık …hakkındaki derdest olan dava dosyasıyla birleştirilerek delillerin birlikte değerlendirilmesi, sanık …’ın hukuki durumunun buna göre tayini ve takdiri gerekirken, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması,

Usule aykırı, sanık müdafiinin ve katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden sair cihetleri incelenmeksizin, sanık … hakkındaki hükmün CMUK.nun 321. maddesi uyarınca tebliğnamedeki düşünceden farklı gerekçeyle BOZULMASINA, bozma sebebi gözetilerek sanık … hakkındaki ceza ile ilgili İNFAZIN DURDURULMASINA, sanık … hakkında; Adli kontrol hükümleri uygulanarak, CMK’nun 109/3-a maddesi uyarınca YURT DIŞINA ÇIKMA YASAĞI KONULMASINA, 01/03/2017 gününde oybirliği ile karar veridi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas : 2010/6651 Karar : 2010/11103 Tarih : 27.10.2010

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına sebep olma suçundan sanık Ahmet’in, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 89/4, 62/1. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, bu cezanın aynı Kanun’un 50/1-d maddesi gereğince ceza süresinin 2 katı olan 20 ay süre ile yurt dışına çıkmaktan yasaklanmasına çevrilmesine dair (Kayseri Altıncı Asliye Ceza Mahkemesi)’nin 24.07.2008 tarihli ve 2006/511 esas, 2008/612 sayılı kararı ile ilgili olarak;

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “ Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ” başlıklı 50/1-d maddesinde “ Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama süresinde duyduğu pişmanlığa ve suçun istenmesindeki özelliklere göre; mahkum olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya, çevrilebilir. ” hükmünün yer aldığı,

sanığa tayin edilen kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın seçenek yaptırıma çevrilirken, kanun koyucunun amacına uygun, akla ve mantığa aykırı olmayan, tarafları tatmin edici, denetime elverişli bir seçenek yaptırıma hükmedilmesi ve cezanın bir katından anlaşılması gerekenin cezanın kendisi olduğu gibi, anılan Kanun’un maddesinde yer alan “ belirli yer ” kavramının yurt dışına çıkış yasağını kapsamadığı, bu yasağın 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinde düzenlenen ve şüpheliler hakkında hükmün kesinleşinceye kadar uygulanabileceği öngörülen “ adli kontrol ” sistemi içerisinde yer aldığı gözetilmeden,

cezasının 10 ay yerine, yazılı şekilde 20 ay süre ile yurt dışına çıkmaktan yasaklanmasına çevrilmesine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle, 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı’nın 27.03.2010 gün ve 19142 sayılı kanun yararına bozma talebine atfen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 14.04.2010 gün ve 81516 sayılı tebliğnamesi ile Daireye ihbar ve dava evrakı tevdii kılınmakla;

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Kanun yararına bozma talebine dayanılarak düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına nazaran yerinde görüldüğünden,

Kayseri Altıncı Asliye Ceza Mahkemesi’nin 24.07.2008 tarih ve 2006/511-2008/612 sayılı kararının CMK’nın 309. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre uygulama yapılarak; hükmün 4. bendinden “ ceza süresinin 2 katı olan 20 ay süre ile yurt dışına çıkmaktan yasaklanmasına çevrilmesine ” ibaresi çıkartılıp, yerine “ ceza süresinin yarısı olan 5 ay süre ile alkollü eğlence yerlerine gitmekten yasaklanmasına ” ibaresinin yazılmasına, kararın diğer kısımlarının aynen bırakılmasına, infazın buna göre yapılmasına, dosyanın gereği için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ( TEVDİİNE ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ
Esas : 2008/13063 Karar : 2009/6948
Tarih : 5.06.2009

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Resmi belgede sahtecilik suçundan şüpheli V. C. hakkında anılan suçtan tutuklanması yönündeki Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının 09.05.2008 tarihli talebinin reddi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109/1. Maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına, şüphelinin 5271 sayılı Kanun’un 109/3-b maddesi gereğince ikametgahının bulunduğu en yakın zabıta karakoluna her gün saat 20.00 de olmak üzere bir kez başvurarak imzası ile başvurusunu tescil ettirmesine dair, Sincan 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 09.05.2008 tarihli ve 2008/86 sorgu sayılı kararına yapılan itirazın reddine ilişkin, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.05.2008 tarihli ve 2008/1042 değişik iş sayılı tüm dosya kapsamına göre; Şüphelinin resmi belgede sahtecilik suçlamasıyla 5237 sayılı Kanun’un 204/1. maddesine aykırılıktan tutuklamaya sevkedildiği, Sincan 2. Sulh Ceza Mahkemesince tutuklama isteminin reddi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109/1. maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına, şüphelinin 5271 sayılı Kanun’un 109/3-b maddesi gereğince ikametgahının bulunduğu en yakın zabıta karakoluna her gün saat 20.00 de olmak üzere bir kez başvurarak imzası ile başvurusunu tescil ettirmesine dair karar verildiği, bu karara karşı yapılan itirazın ise Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildiği anlaşılmış ise de;

Adli kontrol kurumunu düzenleyen 5271 sayılı Kanun’un 109/1. maddesinin “100 üncü madde de belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde; üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir” hükmü ile 4. fıkrasındaki “Şüphelinin üçüncü fıkranın ( a ) ve ( f ) bentlerinde yazılı yükümlülüklere tabi tutulması bakımından, birinci fıkrada belirtilen süre sınırı dikkate alınmaz ” hükmü ve Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 27.03.2008 tarihli, 2008/3756-3042 sayılı benzer bir olay nedeniyle verilen ilamında da belirtildiği üzere, tutuklama istemine konu suçun cezasının üst sınırının üç yıldan fazla olması karşısında, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 19.06.2008 gün ve 2008/35046 sayılı kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay C. Başsavcılığının 16.07.2008 gün ve KYB.2008138665 sayılı ihbarnamesiyle daireye ihbar ve dava evrakı tevdii kılınmakla incelenip gereği görüşüldü:

Şüphelinin “resmi belgede sahtecilik” suçlamasıyla tutuklamaya sevk edildiği, Sincan 2. Sulh Ceza Mahkemesince; şüphelinin CMK’nun 109/1. maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına, CMK’nun 109/3-b maddesi gereğince ikametgâhının bulunduğu en yakın zabıta karakoluna her gün saat 20.00 de olmak üzere bir kez başvurarak imzası ile başvurusunu tescil ettirmesine karar verilmiştir. Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının bu karara yönelik itirazı CMK’nun 268/3-b maddesi gereğince inceleme ile görevli Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığınca reddedilmiştir.

Adli kontrol kurumunu düzenleyen 5271 sayılı CMK’nun 109. maddesinin 1. fıkrasının “100 maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir” hükmü ile 4. fıkrasındaki “şüphelinin, üçüncü fıkranın ( a ) ve ( f ) bentlerinde yazılı yükümlülüklere tabi tutulması bakımından, birinci fıkrada belirtilen süre sınırı dikkate alınmaz” hükmü karşısında, tutuklama istemine konu suçun cezasının üst sınırının üç yıldan fazla olması nedeniyle, anılan adli kontrol kararı yasaya aykırı olup, itirazın bu nedenle kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir.

Kanun yararına bozma düşüncesine atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden Sincan 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 09.05.2008 gün ve 2008/86 sorgu sayılı kararına yönelik itirazın reddine dair Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının 14.05.2008 gün ve 2008/1042 değişik iş sayılı kararının CMK.nun 309. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), müteakip işlemlerin mahallinde yerine getirilmesine, dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ( İADESİNE ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas : 2007/4265 Karar : 2007/3641 Tarih : 19.04.2007

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Yaralama suçundan şüpheli Zübeyir Akın hakkında yapılan soruşturma evresi sırasında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu`nun 100, 101/1. maddeleri uyarınca tutuklanmasına dair Adana cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan talep üzerine, soruşturma evresinde tutuklamanın Sulh Ceza Mahkemesinden talep edilebileceği ve görevli olmadığından bahisle, evrakın görevli ve yetkili Adana Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine ilişkin Adana 1. Çocuk Mahkemesinin 07.11.2006 tarihli ve 2006/52 değişik iş sayılı kararına yönelik itirazın kabulü ile görevsizlik kararının kaldırılmasına dair Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 08.11.2006 tarihli ve 2006/359 değişik iş sayılı kararına karşı Adalet Bakanlığı 31.01.2007 gün ve 004719 sayılı dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21.02.2003 gün ve KYB 2007/24967 ihbarnamesiyle Yargıtay İkinci Ceza Dairesi Yüksek Başkanlığına gönderilmiş olup, anılan Dairece 12.03.2007 gün, 2007/2703 - 3643 sayılı görevsizlik kararı ile Dairemize gönderilmekle incelendi.

Mezkur ihbarname ile;

Dosya kapsamına göre, soruşturma evresinde çocuk suçlu hakkında tutuklama kararını vermeye yetkili ve görevli mahkemenin Çocuk mahkemesi olduğundan bahisle itirazın kabulüne karar verilmiş ise de;

Bilindiği üzere; 07.03.2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 42. maddesinde Çocuk Koruma Kanununda hüküm bulunmayan hallerde Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 101. maddesinin birinci fıkrası uyarınca da “soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına sulh ceza hakimi tarafından kovuşturma evresinde mahkemece karar verilir.” hükmüne yer verildiği anılan kanun’da ceza muhakemesinin “soruşturma” ve “kovuşturma” olmak üzere iki evreye ayrıldığı, keza Kanunun 162. maddesinde “Cumhuriyet savcısı, ancak hakim tarafından yapılabilecek bir soruşturma işlemine gerek görürse istemlerini bu işlemin yapılacağı sulh hakimine bildirir. Sulh ceza hakimi istenilen işlem hakkında Kanuna uygun olup olmadığını inceleyerek karar verir ve gereğini yerine getirir.” şeklinde bir düzenleme mevcut olup, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu`nda da muhakemenin “soruşturma” ve “kovuşturma” olarak ikiye ayrıldığı, ancak soruşturma evresinde tutuklama veya adli kontrol gibi ancak hakim tarafından yapılabilecek bir soruşturma işlemi ile ilgili olarak, hangi hakim tarafından karar verileceği hususunun gösterilmediği, bunun da zikredilen hususlarda kanun koyucunun amacının genel hükümlere göre işlem yapılması olduğunu gösterdiği,

Keza, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 26. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen “Mahkemeler ve çocuk hakimi, bu kanunda ve diğer kanunlarda yer alan tedbirleri almakla görevlidir” hükmü nedeniyle, soruşturma evresinde yasa kapsamına giren ve suç işleyen çocuklara ilişkin tutuklama kararlarının çocuk mahkemeleri tarafından verilebileceği ileri sürülebilirse de Kanun’un hükümet gerekçesine bakıldığında madde metninde belirtilen tedbirlerin açıkça gerek Çocuk Koruma Kanunu ve gerekse diğer kanunlarda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler olarak belirtildiği, oysa tutuklama ve adli kontrol kararlarının Ceza Muhakemesi tedbiri olduğu, bu nedenle bu kapsama girmeyeceği gözetildiğinde, itirazın reddi yerine, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu`nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu ihbar olunduğu anlaşıldı.

Gereği görüşülüp düşünüldü:

5395 sayılı Çocuk Koruma Kanun`unda; suça itilen çocuk yaştaki şüphelilerin soruşturma evresinde anılan Kanunun 5. inci ve devamı maddelerinde “koruyucu ve Destekleyici Tedbirler” başlığı altında şüpheli çocuğu korumak için bir dizi tedbirler öngörülmüş, Kanunun 7. inci maddesinde ise, “Koruyucu ve destekleyici tedbir kararının çocuk hakimi tarafından alınabileceği” belirtilmiş, 8. inci madde de “bu tedbirlere karar verme yetkisinin, çocuğun ana, baba, vasi veya birlikte yaşadığı kimselerin bulunduğu yerdeki çocuk hakimine ait olduğu” vurgulanmıştır.

5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu`nun 20. maddesinde “adli kontrol” başlığı altında belirtilen Ceza Muhakemesi Kanununun 109. maddesinde sayılanlara ilave olarak bazı tedbirler öngörülmüş, aynı maddenin 2 inci fıkrasında ise; “ancak bu tedbirlerden sonuç alınamaması, sonuç alınamayacağının anlaşılması ve tedbirlere uyulmaması durumunda tutuklama kararı verilebilir” şeklinde düzenleme getirilmiş ve adli kontrol tedbirleri arasında gösterilen tutuklama kararını hangi mercinin vereceği konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır.

Çocuk Koruma Kanunu’nun “uygulanacak hükümler” başlıklı 42. maddesi “Bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır” amir hükmü nazara alındığında Çocuk Koruma Kanunu`nda suça sürüklenen çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararlarına çocuk hakimi tarafından karar verilebileceği halde, adli kontrol ve tutuklama kararına hangi merciin karar verilebileceği belirtilmediğinden bir ceza muhakemesi tedbiri olan tutuklama kararı Çocuk Koruma Kanununda bir düzenleme bulunmadığından anılan Kanunun 42/1. maddesi delaletiyle Ceza Muhakemesi Kanununun “Tutuklama Kararı” başlıklı 101/1. maddesi uyarınca çocuk hakkında soruşturma evresinde tutuklama kararını Sulh ceza Hakiminin vermesi gerektiği anlaşılmakla;

Açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığının Kanun yararına bozma isteyen yazısına dayanan ihbarnamede ileri sürülen düşünce yerinde görüldüğünden itiraz üzerine Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilip kesinleşen 08.11.2005 tarihli ve 2006/359 değişik iş sayılı kararın 5271 sayılı CMK. nın 309. maddesinin 4. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca ( BOZULMASINA ), dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ( TEVDİİNE ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/13444 Karar: 2015/2705 Tarih: 16.02.2015

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Karar: Davacı vekili 25.07.2013 tarihli dilekçe ile, müvekkili hakkında soruşturma aşamasında başlayıp beraat kararının verildiği tarihe kadar 3 yıl 6 ay 18 gün süreyle her gün 18:00 - 22:00 saatleri arasında karakola başvurarak imza atmak suretiyle adli kontrol kararı verildiğini, adli kontrol kararının yasadaki amacını aşmış, tutuklama tedbirinden farkının kalmadığını, kişi hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasının oranlılık ilkesine uygun olmadığını Anayasanın 19. maddesine aykırı davranılması sebebiyle 10.000 lira maddi, 40.000 lira manevi olmak üzere toplam 50.000 lira tazminatın işleyecek faiziyle birlikte davalı hazineden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı hakkında Manavgat 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 26.05.2009 tarihli kararı ile “şüphelinin üzerine atılı suçların niteliği, kanıtların henüz toplanmamış oluşu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması dikkate alınarak CMK’nın 109. maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına, adli kontrol süresince şüphelinin soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Başsavcılığının coğrafi sınırlarını terk etmediğini belgelendirmek amacıyla yerleşim yerine en yakın semt karakoluna 26.05.2009 tarihinden itibaren her gün 18:00 - 22:00 saatleri arasında başvurarak adresinde bulunduğunu doğrulamasına ve imzasının alınmasına” karar verilmiş ve bu tedbir kararı 14.12.2012 tarihinde kaldırılmıştır. Tazminat talebinin dayanağını oluşturan ceza dava dosyasında davacı hakkında yaralama ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçlarından verilen beraat hükmü 04.07.2013 tarihinde kesinleşmiştir.

Bu bilgiler ışığında adli kontrol koruma tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında, davacının durumunun Ceza Muhakemesi Kanuna göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira koruma tedbirleri nedeniyle tazminat istemini düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141/1. maddesi tazminat ödenmesini kabul ettiği tedbir işlemlerini şu şekilde göstermiştir.

Bunlar:

1- Yakalama

2- Tutuklama

3- Arama

4- El koyma

5- Kanuni gözaltı süresi içinde hakim önüne çıkarılmama,

6- Yakalama veya tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkanlarından yararlandırılmama,

Fıkradaki açık düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, adli kontrol, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme gibi koruma tedbirleri için tazminat ödenmesi kabul edilmemiştir.

Bununla beraber, somut olayda hakkında 3 yıl 6 ay 18 gün süre ile uygulanan adli kontrol tedbirinden dolayı davacının (sanığın) maddi ve manevi olarak zarar gördüğü ve görmesi hayatın olağan akışına göre, tartışmasız ve aşikardır.

Genel olarak tutuklama sanığın yargılamada hazır bulunmasını, maddi gerçeğin araştırılmasını temin etmek veya yargılama neticesinde verilecek cezanın infazını sağlamak amacıyla başvurulan bir koruma tedbirdir. Bazı durumlarda tutuklama koruma tedbiri ile ulaşılabilecek sonuçlara daha hafif tedbirler yoluyla da ulaşılmak mümkündür. Adli kontrol tedbiri de uygulamada genel olarak sıkça başvurulan bu tedbirlerden bir tanesidir. 5271 sayılı CMK’nın 109 ve devamı maddelerinde tutuklama tedbirinin oranlılık (ölçülülük) kriteri çerçevesinde (CMK’nın 101/1. vd) uygulamasını sağlamak amacıyla tutuklama koruma tedbirine alternatif bir koruma tedbiri olarak düzenlenen adli kontrol kurumu ile, kişi özgürlüğünün en az şekilde sınırlandırılması yoluyla tutuklamanın sonuçlarına ulaşılması amaçlanmıştır. Kısaca, adli kontrolün amacı tutuklama koruma tedbirinde de genel olarak öngörülen, şüpheli veya sanığın kaçmasını, saklanmasını veya delilleri karartmasını önlemek, tanık ve mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişimine engel olmak ve yargılamanın sağlıklı şekilde yapılmasını sağlamaktır. Tutuklama koruma tedbiri yönünden, başvurulan bu tedbirin ne kadar süreceği konusunda yasada azami bir kısım süreler belirlenmesine karşın, kanunda adli kontrol tedbirinin uygulanması açısından her ne kadar bir üst sınır belirtilmemiş ise de, bir koruma tedbiri olması nedeniyle, adli kontrol tedbiri de geçici olup, bunu haklı kılan şartlar ortadan kalkınca bu tedbirin de kaldırılması gerektiği kuşkusuzdur. Zira burada amaç, kural olarak kişi hürriyetini tam manasıyla sınırlandırmamak suretiyle veya daha geniş bir ifade ile kişinin belirlenen yükümlere uymak kaydıyla toplumsal ve bireysel yaşamını olağan şekilde sürdürmesine olanak sağlanmasıdır. Bu kapsamda tazminat talebine konu edilen dava konusu somut olayda, davacı hakkında uygulanan adli kontrolün Anayasanın 13. maddesinde öngörülen temel hakların sınırlandırılmasında geçerli olan ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği anlaşılmaktadır. Ölçülülük ilkesi, genel bir ilke olup, adli kontrol tedbiri kapsamında yer alan yükümler açısından da geçerli olan bir ilkedir. Adli kontrol kararının verildiği hallerde, tutuklama kararının niteliğine ve somut olayın koşullarına göre; şüpheli veya sanık, birey hak ve özgürlüklerine en az müdahaleyi gerektiren yükümlere ve soruşturma ve kovuşturma konusu suçun niteliğine uygun düşen tedbirlere tabi kılınmalıdır. Kısaca ölçülülük ilkesi, temel hak ve özgürlüklere müdahale söz konusu olduğunda sınırlamada başvurulan aracın, amacı gerçekleştirmeye yetecek ölçüde olmasını gerektirir.

Tüm açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde, davacı hakkında uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle oluştuğu anlaşılan zararın CMK’nın 141/1. maddesi kapsamında açıkça lafzi olarak belirtilmediği, ancak 18.06.2014 tarih ve 6546 sayılı kanunun 70. maddesiyle CMK’nın 141. maddesine eklenen 3. fıkradaki “Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir” şeklindeki düzenleme nazara alındığında, davacı (sanık) hakkında uzun süre uygulanan adli kontrol tedbiri açısından tutuklama ile serbest bırakma arasında düşünülen ve serbest bırakmanın oluşturabileceği zararları gidermek için uygulanan adli kontrolün bir aşamadan sonra seyahat özgürlüğünün sınırlandırıldığı, bu sınırlama ile kişi özgürlüğünün kısıtlanması olan tutuklama ile arasında bir derece ve yoğunluk farkı olduğu, davacıya uygulanan tedbirin seyahat özgürlüğünü kısıtlama tedbirini aştığı ve davacıyı özgürlükten yoksun bıraktığı, oranlılık ilkesinin ihlal edildiği ve kanun ile belirlenen amacın dışına çıkıldığı, zira aşamalarda ilgili tedbire yönelik olarak adli kontrol kararının kaldırılmasına ilişkin itirazlarda bulunulmasına karşın, hakim veya mahkemece oranlılık ilkesi bağlamında adli kontrol tedbiri uygulamasına devam edilip edilemeyeceği adli kontrol tedbiri ile öngörülen yükümlülüklerden sonuç alınıp alınmadığı tedbirin değiştirilip değiştirilmeyeceği veya daha hafif bir tedbirin uygulanması yoluyla amaçlanan hedefin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya geçici olarak adli kontrol tedbirinden muafiyet konusunda etkin (veya etkili) bir değerlendirmenin yapılamadığı ve uygulanan tedbirin ölçüsüz hale geldiğinin anlaşılması karşısında, davacı hakkında ilk kararın verildiği 15.04.2010 tarihinden sonra uygulanmaya devam edilen adli kontrol tedbiri nedeniyle davacı yararına (hak ve nasafet ilkelerine uygun) makul oranda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi,

Sonuç: Kanuna aykırı olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı 321. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak, BOZULMASINA, 16.02.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/16902 Karar: 2014/149 Tarih: 07.01.2014

  • CMK 109. Madde

  • Adlî Kontrol

Örgüt faaliyeti kapsamında kişisel verileri başkasına vermek ve Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekiller Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek suçlarından sanık S. A. A. hakkında 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147,, 61/1, 59/2. maddesi uyarınca 12 yıl 6 ay hapis ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 136/1,, 43/1-2, 62. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis cezaları ile cezalandırılmasına ve yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol koruma tedbirine tabi tutulmasına dair İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 5.8.2013 tarihli ve 2009/191 esas, 2013/95 Sayılı kararını müteakip, sanık müdafii tarafından adli kontrol kararına yapılan itirazın reddine dair İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22.8.2013 tarihli ve 2013/554 değişik iş sayılı kararı ile ilgili olarak;

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Adli kontrol” başlıklı 109. maddesinde “… Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.” şeklindeki düzenleme ve aynı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” başlıklı 100. maddesinde “… Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” şeklindeki düzenlemeler uyarınca adli kontrol koruma tedbirine kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunması halinde karar verilebileceği, her ne kadar sanık hakkında mahkemesince üzerine atılı suçları işlediği kabul edilerek mahkumiyete karar verilmiş ise de, dosya kapsamına göre sanığın yargılama aşamasında tutukluluğu sonlandırıldıktan sonra dahi bir çok kez yurt dışına çıktığı, kaçma imkanları bulunmasına rağmen sanığın bu yollara tevessül etmediği, milletvekili olması sebebiyle temsil görevini ifa ettiği, sanığın kaçması, delilleri karartma, saklanma sebeplerinin bulunmadığı cihetle itirazın kabulü yerine yazılı gerekçeyle reddedilmesinde isabet görülmediğinden bahisle, 5271 Sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığının 11.10.2013 tarih ve 2013/15522/63195 Sayılı kanun yararına bozma talebine atfen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 4.11.2013 tarih ve 2013/347619 Sayılı tebliğnamesi ile daireye ihbar ve dava evrakı tevdii kılınmakla;

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : İnceleme yerinin Yargıtay olması ve kesinleşmiş kararlara yönelik bulunması sebebiyle olağanüstü temyiz de denilen kanun yararına bozma, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.11.2005 tarih ve 132-128 Sayılı kararında da vurgulandığı gibi, sadece karar veya hükmün verildiği zamanda yürürlükte bulunan usul veya maddi ceza hukukuna aykırılıkların giderilmesi ile sınırlı olarak başvurulabilen olağanüstü bir kanun yoludur. Hukuka aykırılığın giderilmesi için başka bir kanun yolunun mümkün olduğu veya yargılama makamlarının asıl ceza davasına devam ettikleri durumlarda bu kanun yoluna başvurulamayacaktır. Diğer yandan, 14.11.1977 tarih ve 3-2 Sayılı içtihadı birleştirme kararı ve başta Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları olmak üzere yerleşik Yargıtay uygulamalarında da belirtildiği gibi, mahkemenin veya hakimin kanaat ve takdirine ait fiili sorunlara dair olarak kanun yararına bozma yoluna başvurulamayacaktır.

Somut olay bakımından;

Hükümle birlikte CMK’nın 109. maddesi uyarınca verilen adli kontrol altına alınma ve yurtdışına çıkamama yükümlülüğüne tabi tutulma kararı esas hükümle birlikte bu hükme bağlı olarak temyizen incelenecektir. CMK’nın 2/f maddesi uyarınca; kanun yararına bozma talebine konu edilen hukuka aykırılık iddiası da dahil olmak üzere, asıl hükme yönelik olarak 1412 Sayılı CMUK’nın halen yürürlükte olan 307. maddesi uyarınca temyizen ileri sürülmüş bulunan hukuka aykırılıkların da neticeye bağlanacağı kovuşturma süreci henüz bitmemiş ve temyiz aşamasında beklemektedir.

Kanun yararına bozma talebinde hukuka aykırılık bağlamında ileri sürülen talebin sanığa yüklenen suçun sübutu ve vasfıyla ilişkisi de nazara alındığında, temyize de konu edilmiş mahkumiyet hükmünün bir yönüyle temyizden önce incelenmesi sonucunu doğuracak ve bu durum kanun yararına bozma yolunun niteliğiyle bağdaşmayacaktır.

Ayrıca; sanığın, yasal olarak bir tutuklama nedeninin var sayılabileceği CMK’nın 100/11. maddesi kapsamında yüklenen bir suçtan tutuklanıp tahliye edildiği, sonradan hükümle birlikte CMK’nın 109. maddesi uyarınca adli kontrole ve anılan maddenin 3. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca yurtdışına çıkamama yükümlülüğüne tabi tutulduğu, bu işlemlerin tamamının mahkemenin takdiri çerçevesinde gerçekleştiği görülmektedir. Kanun yararına bozma talebinde ileri sürülen bozma nedeninin, tutukluluğun, adli kontrolün ve sanığın tabi tutulmakta olduğu yükümlülüğün CMK’nın ilgili hükümlerinde gösterilen objektif kurallara aykırılık iddiasını içermediği, aksine; takdire dair hususlara yönelik olduğu görülmektedir.

SONUÇ : İtirazın kabulü yerine reddedilmesinde isabet görülmediğine dair kanun yararına bozma talebine dayanılarak düzenlenen tebliğnamedeki bozma istemi incelenen dosya kapsamına nazaran bu gerekçelerle yerinde görülmediğinden REDDİNE, dosyanın gereği için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.01.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS