0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İşkence Suçu

TCK Madde 94

(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (Ek cümle:12/5/2022-7406/4 md.) Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı beş yıldan az olamaz

(2) Suçun;

a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,

b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla, İşlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.

(5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.

(6) (Ek: 11/4/2013-6459/9 md.) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.



TCK Madde 94 Gerekçesi

Madde metninde işkence suçu tanımlanmıştır. Türkiye, taraf olduğu milletlerarası sözleşmelerde işkencenin yasak olduğunu kabul ederek, işkencenin önlenmesiyle ilgili gerekli tedbirleri alma konusunda taahhüt altına girmiştir.

Türkiye’nin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin 5 inci maddesine göre; «Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tâbi tutulamaz.»

Bu uluslararası metinlerden 4 Kasım 1950 tarihli “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme”nin 3 üncü maddesine göre; «Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tâbi tutulamaz.»

10 Şubat 1984 tarihli “İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin 1 inci maddesinde işkence kavramı tanımlanmış ve kapsamı belirlenmiştir. Buna göre; «“İşkence” terimi, bir şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla, bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayırım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevî ağır acı veya ızdırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule gelen acı ve ızdırabı içermez.» (f. 1)

«Bu madde, konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva eden herhangi uluslararası bir belge veya millî mevzuata halel getirmez.» (f. 2) Sözleşmenin 2 nci maddesinde, hiçbir hâl ve şartta işkencenin meşru ve mazur gösterilemeyeceği hüküm altına alınmıştır:

«Hiç bir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dahili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez.» (f. 2)

«Bir üst görevlinin veya bir kamu merciinin emri, işkencenin haklılığına gerekçe kabul edilemez.» (f. 3) Sözleşmenin 4 üncü maddesinde taraf devletlere işkence fiillerinin suç olarak tanımlanması yönünde bir yükümlülük getirilmiştir:

«Her Taraf Devlet, tüm işkence fiillerinin kendi ceza kanununa göre suç olmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde, işkence yapmaya teşebbüs ve işkenceye iştirak veya suç ortaklığı yapan şahsın fiili suç sayılacaktır.» (f. 1) İşkence ile ilgili olarak bu Sözleşmede taraf devletlere yüklenen yükümlülüklerin “işkence derecesine varmayan diğer zalimane, gayriinsani veya küçültücü muamele veya ceza gibi fiiller” açısından da geçerli olduğu kabul edilmiştir (madde 16).

Türkiye, ayrıca, 26 Kasım 1987 tarihli “İşkencenin ve Gayriinsani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi”ni onaylamıştır.

Bu milletlerarası yükümlülüklere paralel olarak Anayasada da işkencenin yasak olduğu kabul edilmiştir:

«Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.» (madde 17, fıkra 3).

«Hiç kimse kendisini … suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.» (madde 38, fıkra 5).

Bu taahhütler karşısında ve özellikle insan haysiyetinin tecavüzlerden korunması için, işkence teşkil eden fiillerin cezasız kalmaması gerekmektedir. Bu düşüncelerle, işkence fiilleri bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır.

İşkence suçu ile korunan hukukî değer, karma bir nitelik taşımaktadır. İşkence teşkil eden fiiller, bir yandan buna maruz kalan kişilerin vücut dokunulmazlığına ve onuruna saldırı niteliği taşımakta, beden ve ruh sağlığını bozmaktadır. Diğer yandan, işkenceye maruz kalan kişi, irade serbestisi bertaraf edildiği için ve hatta, algılama yeteneği etkilendiği için, duyduğu acı ve elemin etkisiyle gerçek dışı bazı açıklama ve kabullenmelerde bulunabilir. Bu nedenle, belli bir suça ilişkin ikrar veya sair delil elde etmek için başvurulan işkence, gerçeğin ortaya çıkarılmasına ve adaletin gerçekleşmesine engel olucu bir etki de doğurabilir. Böylece işkencenin ayrı bir suç olarak ceza yaptırım altına alınması, ceza muhakemesinin maddî gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik amacının gerçekleştirilmesine de hizmet eder.

İşkence olarak, bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. İşkence teşkil eden fiiller, aslında kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fiillerdir. Ancak, bu fiiller, ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedirler. Bir süreç içinde süreklilik arzeder bir tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojisi, ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, işkencenin bu kapsamda işlenen fiillere nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir.

Madde metninde, işkence suçunun mağduru, sadece suç şüphesi altında olan kişi ile sınırlı tutulmamıştır. Tanık ve hatta bir kamu görevlisi de bu suçun mağduru olabilir.

Bu suçun faili bir kamu görevlisi olabilir. İşkence, kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmektedir. Ancak, suçun işlenişine kamu görevlisinin yanı sıra diğer kişiler de iştirak etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda, kamu görevlisi olmayan kişilerin sadece bu nedenle yardım eden olarak sorumlu tutulmalarının önüne geçebilmek amacıyla, maddenin dördüncü fıkrasına bir hüküm konulmuştur. Buna göre, bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de, kamu görevlisi gibi cezalandırılacaklardır.

Maddenin ikinci fıkrasında, işkence suçunun nitelikli unsurları belirlenmiştir. Bu unsurlara ilişkin açıklama için, kasten yaralama suçunun gerekçesine bakılmalıdır.

Üçüncü fıkraya göre, fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi, suçun temel şekline nazaran daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Dikkat edilmelidir ki, bu hükmün uygulanabilmesi için, mağdur üzerinde gerçekleştirilen fiillerin cinsel saldırı boyutuna ulaşmamış olması gerekir. Aksi takdirde, işkence suçunun yanı sıra, ayrıca cinsel saldırı suçundan dolayı da cezaya hükmetmek gerekecektir. İşkence suçunun işlenişine kamu görevlisi olmayan kişiler de iştirak edebilir. Dördüncü fıkra hükmüne göre, bu durumda kamu görevlisi olmayan kişilerin de kamu görevlisi gibi sorumlu tutulmaları gerekecektir.

İşkence suçu, çoğu zaman, amir mevkiindeki kamu görevlilerinin zımni muvafakatiyle gerçekleştirilmektedir. Başka bir deyişle, amir konumundaki kamu görevlisi, kendi gözetim yükümlülüğü altında yürütülmekte olan bir soruşturma işlemi sırasında kişilere işkence yapıldığını öngörmesine rağmen bu konuda gerekli müdahalede bulunmamak suretiyle işkence yapılmasına zımnen rıza göstermiş olabilir. Maddenin beşinci fıkrasına göre; bu gibi durumlarda, amir konumundaki kamu görevlisi, ihmali davranışla işkence suçunu işlemiş kabul edilecek ve bu nedenle cezasında indirim yapılmaksızın sorumlu tutulacaktır.


TCK 94 İşkence Suçu Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu - Karar:2019/497

  • TCK 94
  • Polis merkezinde işkence suçu işlenmesi.
  • Kasten yaralama suçu ile işkence suçu arasındaki fark

Uyuşmazlık konusunun sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle işkence suçuna ilişkin milletlerarası sözleşme hükümlerine değinilmesinde yarar bulunmaktadır.

Türkiye, taraf olduğu milletlerarası sözleşmelerde işkencenin yasak olduğunu kabul ederek, işkence ve diğer kötü muamele teşkil eden eylemlerin önlenmesiyle ilgili gerekli tedbirleri alma konusunda taahhüt altına girmiştir.

Türkiye’nin de üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 5. maddesi;

“Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tâbi tutulamaz.”,

4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme’nin 3. maddesi de; “Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tâbi tutulamaz.” Şeklinde düzenlenerek işkence ile birlikte diğer kötü muamele teşkil eden eylemler yasaklanmıştır. 10 Şubat 1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinin birinci fıkrası; “İşkence terimi, bir şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla, bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayrım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevî ağır acı veya ızdırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule gelen acı ve ızdırabı içermez.”,

İkinci fıkrası ise; “Bu madde, konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva eden herhangi uluslararası bir belge veya millî mevzuata halel getirmez.” şeklinde düzenlenerek işkence kavramı tanımlanmış ve kapsamı belirlenmiştir.

Sözleşme’nin 2. maddesinin ikinci fıkrası; “Hiç bir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dahili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez.”,

Üçüncü fıkrası ise; “Bir üst görevlinin veya bir kamu mercisinin emri, işkencenin haklılığına gerekçe kabul edilemez.” şeklinde düzenlenerek hiçbir hâl ve şartta işkencenin meşru ve mazur gösterilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

Sözleşme’nin 4. maddesinin birinci fıkrası; “Her Taraf Devlet, tüm işkence fiillerinin kendi ceza .a göre suç olmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde, işkence yapmaya teşebbüs ve işkenceye iştirak veya suç ortaklığı yapan şahsın fiili suç sayılacaktır.” şeklinde düzenlenerek taraf devletlere işkence fiilerinin suç olarak tanımlanması yönünde bir yükümlülük getirilmiştir.

Anılan Sözleşme’nin 16. maddesinin birinci fıkrasında taraf devletlere yüklenen yükümlülüklerin işkence derecesine varmayan diğer zalimane, gayriinsani veya küçültücü muamele veya ceza gibi fiiller açısından da geçerli olduğu kabul edilmiştir.

Türkiye, ayrıca, 26 Kasım 1987 tarihli İşkencenin ve Gayriinsani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi’ni de onaylamıştır.

Türkiye’nin de üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 5. maddesinde yer alan hükme paralel olarak Anayasamızın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen; “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyeti ile bağdaşmayan bir cezaya ve muameleye tabi tutulamaz.” hükmü ile işkence yasaklanmış, 38. maddesinin beşinci fıkrasında da kişilerin kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamayacağı vurgulanmıştır.

765 sayılı mülga TCK’nın 243. maddesinin birinci fıkrası: “Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikâyet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikâyet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.” şeklinde hüküm altına alınmış iken suç tarihi itibarıyla yürürlükte

olan 5237 sayılı TCK’nın “İşkence” başlıklı 94. maddesi ise;

“(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(2) Suçun;

a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,

b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla, İşlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.

(5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.

(6) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.” şeklinde düzenlenmiştir. Anılan maddenin ilk fıkrasında işkence suçuna vücut veren seçimlik hareketler belirtilmiş; 2 ve 3. fıkralarında suçun nitelikli hâllerine;

  1. fıkrasında özgü suçlarda bağlılık kuralının istisnasını oluşturan özel bir düzenlemeye; 5. fıkrasında ise suçun ihmali davranışla işlenme şekline yer verilmiş, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle eklenen 6. fıkra ile de bu suçta zamanaşımının işlemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

Madde gerekçesi; “İşkence teşkil eden fiiller, aslında kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fiillerdir. Ancak, bu fiiller, ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedirler. Bir süreç içinde süreklilik arzeder bir tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojisi, ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, işkencenin bu kapsamda işlenen fiillere nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir.” şeklinde açıklanmak suretiyle kamu görevlisinin söz konusu davranışlarının ancak belli bir süreç içerisinde sistematik olarak gerçekleştirilmesi hâlinde işkence suçunun oluşacağı belirtilmiştir.

5237 sayılı TCK’da işkence; zalimane ve gayriinsanî muameleleri de kapsayan üst bir kavram olarak tanımlandığından maddede suçu oluşturan seçimlik hareketler arasında 765 sayılı TCK’dan farklı olarak zalimane ve gayriinsanî muamelelere yer verilmemiştir. Böylelikle işkence ve benzeri kötü muameleleri birbirinden ayırt etmede genel olarak kullanılan, işkencenin maddi veya manevi ağır acı ve ıstırap veren hareketlerden, diğer muamelelerin ise bu seviyeye varmayan kötü muamelelerden oluştuğu yönündeki anlayıştan bağımsız olarak, doğrudan insan onuruyla bağdaşmayacak surette bedensel ve ruhsal dokunulmazlığı, bireyin algılama ve irade yeteneğini etkileyen her davranış sistematik bir uygulama hâlini alması kaydıyla işkence sayılmıştır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s. 243-244) Kaldı ki işkencenin kapsamının Türkiye’nin taraf olduğu, 10 Şubat 1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “İşkence” tanımından daha geniş bir şekilde belirlenebileceği de aynı sözleşmenin ikinci fıkrasında; “Bu madde, konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva eden herhangi uluslararası bir belge veya millî mevzuata halel getirmez.” şeklinde açıklanmıştır.

İşkence suçu ile korunan hukuki değer öncelikle insan onurudur. Ayrıca bireylerin ruh ve beden dokunulmazlığı, adil yargılanma hakkı yanında kamu idaresinde disiplinin sağlanması da korunan diğer hukuki değerlerdir. (Timur Demirbaş, İşkence Suçu, 2. Baskı, Seçkin, 2016, s. 80; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s. 244; Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Murat Önok, Teorik-Pratik Ceza Hukuku, Seçkin, 12. Baskı, Ankara, 2015, s. 267 vd.; Sevi Bakım, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda İşkence Suçu, 1. Baskı, Beta, s. 86) İşkence, sadece kamu görevlileri tarafından işlenebilen özgü bir suç olup, kamu görevlisi kavramı 5237 sayılı TCK’nın «Tanımlar» başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde, “…kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,” şeklinde açıklanmıştır. Kişinin kamu görevlisi olup olmadığı belirlenirken, ifa ettiği görevin niteliğinin göz önünde bulundurulması gerekir. Bununla birlikte TCK’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen özgü suçlarda ancak özel fail niteliği taşıyan kişinin suçun faili olacağı, bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişilerin ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulacağı kuralına Aynı Kanun’un 94. maddesinin dördüncü fıkrası ile bir istisna getirilerek, işkence suçuna iştirak eden diğer kişilerin de kamu görevlisi gibi cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. (Timur Demirbaş, İşkence Suçu,

  1. Baskı, Seçkin, 2016, s. 83; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s. 245; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Baskı, Ankara, 2015, s. 247 vd.; Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem- Murat Önok, Teorik-Pratik Ceza Hukuku, Seçkin, 12. Baskı, Ankara, 2015, s. 267; Sevi Bakım, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda İşkence Suçu, 1. Baskı, Beta, s. 92 vd.)

Göreviyle bağlantılı olarak kamu görevlisi ile muhatap olan herkes suçun mağduru olabilir. Mağdurun TCK’nın 94/2. maddesinde sayılan kişilerden olması durumu ise suçun nitelikli hâlini oluşturacaktır. İşkence suçu açısından kamu görevlisinin gerçekleştirdiği davranışın öncelikle insan onuru ile bağdaşmaması gerekmektedir. TCK’nın 94. maddesinde işkence suçunun oluşumu bakımından insan onuru kavramı temel alınmakta ve hangi davranışların insan onuruna aykırı olduğu hususu önem kazanmaktadır. İnsan onuru (haysiyeti) kavramı bilinçli olma, kendi kaderini tayin etme ve kendi çevresini şekillendirme yeteneği veren ve kişiliksizliği ortadan kaldıran ruhtur, manevi güçtür şeklinde tanımlanmaktadır. İnsanın insan olması nedeniyle sahip olduğu ve devletten önce de geçerli hakların hiçe sayılması ve insanın obje seviyesine düşürülmesi insan onuruna aykırıdır. (Veli Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 12. Baskı, Ankara, 2017, s. 272) Anayasa Mahkemesinin 28.06.1966 tarihli ve 132-29 sayılı kararında da insan onuru kavramı; “…insanın ne durumda, hangi şartlar altında bulunursa bulunsun, sırf insan oluşunun kazandırdığı değerin tanınmasını ve sayılmasını anlatır. Bu öyle bir davranış çizgisidir ki, ondan aşağı düşünce, muamele, ona muhatap olan insanı insan olmaktan çıkarır.” şeklinde açıklanmıştır.

İşkence suçu, serbest hareketli bir suçtur. TCK’nın 94/1. maddesine göre bu suç, kamu görevlisi tarafından insan onuruyla bağdaşmayacak surette kişinin bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine ya da aşağılanmasına yol açacak davranışlarla işlenebilir. Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği gibi kamu görevlisinin söz konusu davranışlarının ancak belli bir süreç içerisinde sistematik olarak gerçekleştirilmesi hâlinde işkence suçu oluşacaktır. Fillerin belli bir süreç içerisinde sistematik olarak gerçekleştirilmemesi hâlinde ise kasten yaralama, hakaret, tehdit gibi bağımsız suçlar gündeme gelecektir. İşkence suçunun belli bir süreç içinde sistematik olarak uygulanması ölçütü aynı hareketlerin tekrarlanması olarak değerlendirilmemelidir. Farklılık gösterse dahi belli bir süreç içinde uygulanan fiiller bir bütün hâlinde insan onuruyla bağdaşmayacak surette kişinin bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine ya da aşağılanmasına yol açarsa işkence suçu oluşacaktır. Yine süreklilik arz eden Filistin askısı veya falakaya yatırma gibi bazı hareketler tekrarlanmasa bile sistematik uygulama özelliği taşıdıklarından işkence suçunu oluşturacaktır. (Timur Demirbaş, İşkence Suçu, 2. Baskı, Seçkin, 2016, s. 99; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s. 247; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Baskı, Ankara, 2015, s. 243 vd.) Fiilin sistematik bir yapıda olup olmadığı ve belirli bir sürece yayılıp yayılmadığı hususu somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından takdir edilecektir.

İşkence suçunun manevi unsuru kasttır. Suçun gerçekleşebilmesi için, kamu görevlisinin, insan onuruyla bağdaşmayacak surette kişinin bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine ya da aşağılanmasına yol açacak davranışlar yaptığını bilmesi ve istemesi yeterli olup kanuni düzenleme işkencenin belirli bir saik ile işlenmesini aramamıştır. (Timur Demirbaş, İşkence Suçu, 2. Baskı, Seçkin, 2016, s. 106; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s. 251; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Baskı, Ankara, 2015, s. 251; Sevi Bakım, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda İşkence Suçu, 1. Baskı, Beta, s. 166 vd.) Bu anlamda bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışların korkutmak, otoritesini göstermek, ayrımcılık yapmak, cezalandırmak ya da benzer sebeplerle işlenmesi hâlinde işkence suçu oluşacaktır.

Uyuşmazlık konusu ile ilgili kasten yaralama suçu ise TCK’nın 86. maddesinde;

“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,

b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

e) Silâhla,

İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Aynı Kanun’un 6. maddesi ise;

“(1) Ceza kanunlarının uygulanmasında; … f) Silah deyiminden;

  1. Ateşli silahlar,

  2. Patlayıcı maddeler,

  3. Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet,

  4. Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler,

  5. Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler, … Anlaşılır.” şeklinde hüküm altına alınarak silah kavramının kapsamı belirlenmiştir.

TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun tanımı yapılmış, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiş, madde gerekçesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır.

Kasten yaralama suçunda korunan hukuki yarar, kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Suçun konusu, mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni veya ruhsal varlığıdır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, kasten yaralama suçunun oluşacağında tereddüt bulunmayıp bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle, kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.

Maddenin 3. fıkrasının d bendinde düzenlenen nitelikli hâlin uygulanabilmesi için failin kamu görevi yapması, bu görevin faile bir nüfuz, güç sağlaması ve bu görevin kötüye kullanılması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Kamu görevi terimi, daha çok devlete ait gücün kullanılmasını, en azından mağdurun öyle düşünmesini gerektiren işler için kullanılmıştır. Yasa koyucu kamu görevlisinden değil, kamu görevinden söz ettiği için doktrinde TCK’nın 6. maddesi anlamında failin kamu görevlisi olması hususunun tartışılmasına gerek bulunmadığı ileri sürülmüştür. (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 2965.) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi durumunda uygulanacak artırım maddesinin tatbik edilebilmesi için kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzun kötüye kullanılması da gerekmekte olup, nüfuzun varlığına karşın, bu nüfuz kullanılmadan yaralama eylemi gerçekleştirilmişse, bu artırım maddesi uygulanamayacaktır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

T. Polis Merkezi Amirliğinde komiser yardımcısı olarak görev yapan sanık M.K.’nin yağma suçuna ilişkin olarak şüpheli sıfatıyla gözaltına alınıp gece saat 02.00 sıralarında polis merkezi amirliğine getirilen mağdur H.Ç. ile yanında bulunan tanıklara yönelik olarak “Buradan gideceksiniz, bir daha bu işleri yapmayacaksınız!” şeklinde bağırmaya başladığı, akabinde de elleri kelepçeli olan mağdura tokatla vurduğu, mağdurun “Bu dayağı hak edecek ne yaptık?” demesi üzerine sanığın “Neden cevap veriyorsun?” diyerek mağdura vurmaya devam ettiği, bu duruma tepki gösteren mağdurun sanığı itmesi üzerine sanığın mağduru tanıkların yanından alarak onların görebileceği ayrı bir koridora götürdüğü, burada sanığın mağdurdan yere yatmasını istediği, mağdurun yere yatmak istememesi üzerine, sanığın elinde bulunan tahta sopa ile mağdurun vücudunun değişik yerlerine vurmaya başladığı, bu esnada da sürekli olarak mağdurdan yere yatmasını istediği, mağdurun bunu kabul etmemesi nedeniyle de “Yere yapışacaksın!” diyerek mağdura kırılıncaya dek tahta sopa ile vurmayı sürdürdüğü, bu olay sonucunda B. Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 11.07.2008 tarih ve .. sayılı rapora göre mağdurun sol üst kolu tamamen kaplayan renk değişikliğine uğramış ekimoz, bel kısmında solda 3x5 cm’lik lineer, sağ omuz başında sararmaya başlamış 5x5 cm’lik ekimoz, sol omuz orta kısımda 4x5 cm’lik ekimoz, sol dirsekte bileğe uzanan ödem, sol üst bacak üst yan orta kısımda 5x8 cm’lik ekimoz oluşacak şekilde ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte yaralandığı somut olayda; mağdurun sanık tarafından karakolda darbedildiğine ilişkin birbiri ile uyumlu olan savcılık ve mahkeme ifadeleri, tanıklar B.A., B.K. ve M.K.’nin mağdurun beyanlarını destekleyen anlatımları, alınan doktor raporları ve dosya kapsamında yer alan mağdura ait fotoğrafların incelenmesinden anlaşıldığı üzere sanığın, olay tarihinde yapılmakta olan soruşturmaya ilişkin şüpheli olarak gözaltına alınan ve elleri kelepçeli olan mağdur H.Ç.’ye, Devletin güvencesi altında olması gereken karakolda bulunduğu sırada, güç kullanımını gerektirecek herhangi bir olumsuz davranışı bulunmadığı hâlde, insan onuru ile bağdaşmayacak şekilde ve cezalandırmak amacıyla tokatla vurmaya başlaması, bu duruma tepki gösteren mağdurun kendisini itmesi üzerine de mağduru iş yerinde birlikte çalıştığı tanıkların yanından alarak onların görebileceği ayrı bir koridora götürüp otoritesini göstermek ve aşağılamak amacıyla mağdurdan yere yatmasını istemesi, mağdurun bunu kabul etmemesi üzerine de elinde bulunan tahta sopa ile mağdurun vücudunun değişik yerlerine vurmaya başlaması, bu esnada da ısrarla mağdurdan yere yatmasını istemeye devam etmesi, mağdurun yere yatmaması üzerine de iradesini kırmak amacıyla elindeki tahta sopa kırılıncaya dek mağdura vurmaya devam etmesi şeklindeki insan onuru ile bağdaşmayan ve mağdurun bedensel yönden acı çekmesine, aşağılanmasına ve irade yeteneğinin etkilenmesine yol açan eyleminin, mağdurun vücudunda bulunan yaraların yerleri, sayıları ve nitelikleri de gözetildiğinde, ani olarak işlenmediğinin, belli bir süreç içinde gerçekleşen sistematik bir uygulama hâlini aldığının; öte yandan işkence suçu için kamu görevlisinin, insan onuruyla bağdaşmayacak surette kişinin bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine ya da aşağılanmasına yol açacak davranışlar yaptığını bilmesi ve istemesinin yeterli oluşu, kanuni düzenlemede işkencenin belirli bir saik ile işlenmesinin suçun unsuru olarak sayılmamış olması, bu anlamda bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışların korkutmak, otoritesini göstermek, ayrımcılık yapmak, cezalandırmak ya da benzer sebeplerle işlenmesi hâlinde dahi işkence suçunun oluşacağının anlaşılması karşısında sanığın eyleminin TCK’nın 86. maddesinde düzenlenen kasten yaralama suçunu değil aynı Kanun’un 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/15223 Karar : 2014/7817 Tarih : 26.03.2014

  • TCK 94. Madde

  • İşkence Suçu

İşkence, ulusal hukukta olduğu gibi uluslararası sözleşmelerle de yasaklanmıştır. T.C. Anayasası`nın 17. maddesinde herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz” denilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi uyarınca; “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tâbi tutulamaz.” ve 15/2. maddesi gereğince de bu yasak olağanüstü durumlarda bile ortadan kaldırılamaz.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 5. maddesi ile de, “hiç kimsenin işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muameleye tâbi tutulamayacağı” kabul edilmiştir.

İşkence olarak, bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. İşkence teşkil eden fiiller aslında kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fiillerdir. Ancak bu fiiller ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedir. Bir süreç içinde süreklilik arz eder bir tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojisi, ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, işkencenin bu kapsamda işlenen fiiline nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir. (TCK.94. Madde gerekçesi)

Somut olayda; Jandarma görevlisi olan sanığın bir suç nedeniyle yakalanan şikayetçiye önce suçunu söyletmek amacıyla tokat atması, akabinde de Jandarma K… kolunda falakaya yatırarak ayaklarının altına copla vurması, belli bir süreç içerisinde süreklilik gösteren ve dolayısıyla sistematik bir şekilde işlenen, insan onuru ile bağdaşmayan, mağdurun bedensel ve özellikle ruhsal yönden acı çekmesine neden olan, algılama ve irade yeteneğini ve buna bağlı olarak da hiçbir şekilde etkilenmeden, özgür iradesiyle ifade vermesini etkileyen, aşağılanmasına yol açan davranışlar olup, işkence suçunun oluştuğu gözetilmeden yazılı şekilde kasten yaralama suçundan hüküm kurulması,

Yasaya aykırı, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün (BOZULMASINA), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/398 Karar : 2014/5977 Tarih : 11.03.2014

  • TCK 94. Madde

  • İşkence Suçu

Şikayetçi Zeki Ş…`in işkence suçundan doğrudan doğruya zarar görmediği ve usulüne uygun davaya katılma talebi olmadığı anlaşılmakla şikayetçi Zeki Ş…vekilinin temyiz isteğinin CMUK.nun 317. maddesi gereğince oybirliğiyle (REDDİNE),

C.Savcısının temyiz dilekçesi üzerinde herhangi bir sevk ve kabule ilişkin tarih ve imza bulunmadığı belirlenmiş ise de UYAP üzerinde yapılan incelemeden temyiz talebinin 04.03.2013 tarihi olduğu kabul edilerek yapılan incelemede;

Sanıklar hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan gereğinin mahallinde değerlendirilmesi mümkün görülmüştür. Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen kanıtlara, mahkemenin yargılama sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine göre yerinde görülmeyen sair itirazların reddine, ancak:

İşkence, ulusal hukukta olduğu gibi uluslararası sözleşmelerle de yasak- lanmıştır. T.C. Anayasası`nın 17. maddesinde herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz” denilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi uyarınca; “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tâbi tutulamaz.” ve 15/2. maddesi gereğince de bu yasak olağanüstü durumlarda bile ortadan kaldırılamaz.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 5. maddesi ile de, “hiç kimsenin işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muameleye tâbi tutulama- yacağı” kabul edilmiştir. İşkence olarak, bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. İşkence teşkil eden fiiller aslında kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fiillerdir. Ancak bu fiiller ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedir. Bir süreç içinde süreklilik arz eder bir tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojisi, ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin ol- masıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, işkencenin bu kapsamda işlenen fiiline nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir.(TCK.94. madde gerekçesi)

İşkence suçunu oluşturan eylemler yasada tek tek sayılmamış, onun yerine; “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar” işkence suçunun kapsamına alınmıştır. İşkence suçu birden çok hukuksal yararı koruyan bir suçtur. Korunan hu- kuki değer, karma bir nitelik taşımaktadır. Bu suçla; insan onuru, vücut dokunulmazlığı, adliye ve kamu yönetiminde disiplin sağlama amacı korunmaktadır. İşkenceyi oluşturan fiiller beden ve ruh sağlığını bozmaktadır. İşkence gören kişi, irade özgürlüğü ortadan kalktığı, algılama yeteneği etkilendiği gibi duyduğu acı ve üzüntü sonucu gerçek dışı açıklamalarda veya kabullenmelerde bulunduğundan adaletin gerçekleşmesi ve ceza yargılamasının “maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına” yönelik amacı engellemekte veya gerçeğe ulaşma gecikmektedir. Ancak asıl korunan hukuki yarar, insan onurudur.

Kötü muamelenin AİHS.nin 3. maddesi kapsamına girebilmesi için asgari ciddiyet düzeyine ulaşması gerekir. Bu düzeyin değerlendirilmesi göreceli olup yapılan kötü muamelenin süresi, fiziksel ve psikolojik etkileri, gerektiğinde mağdurun cinsiyeti, yaşı, sağlık durumu gibi koşullar da gözetilmelidir. (AİHM-Mehmet Ali Okur/Türkiye Davası-17.Ocak.2012)

Özgürlüğünden mahrum bırakılmış durumda olan bir kişiye karşı, davranışı gerektirmediği halde fiziksel güç kullanılması insan onuruna saldırı ve ilkesel olarak AİHS`nin 3. maddesi ile güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil etmektedir. (AİHM-Labita/İtalya kararı)

Somut olayda; Pendik Belediyesinde zabıta görevlisi olan sanıkların Pendik sahilinde seyyar balon satan şikayetçinin balon satmasını men etmek istedikleri sırada meydana gelen tartışmadan sonra, şikayetçiyi araçlarına alarak park ve bahçeler müdürlüğünün deposuna götürdükleri, burada şikayetçiyi birlikte darp ettikleri, daha sonra şikayetçiyi evinin yakınlarına bıraktıkları, sanıkların eylemi sonucunda meydana gelen yaralanmaya ilişkin, 27 Haziran 2012 tarihli Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesinin raporunda; “dava konusu olaya bağlı olarak sol böbrek içi kanama oluştuğu ve bu kanamanın giderek artması ve hastanın yaşamsal fonksiyonlarını bozmaya başlaması üzerine kişinin ameliyatla alındığı, sol böbreğin ve dalağın alınması ile sanıkların yaralama eylemleri arasında illiyet bağının bulunduğu” ve şikayetçide önceden mevcut olan böbrek taşının böbreğin alınmasında etkili olmadığı bildirilmiştir.

Dosyadaki mevcut doktor ve adli tıp kurumu raporları, olay tutanağı, iddia ve savunmayı doğrulayan tanık beyanları, hastane evrakları ile yaralama fiili sabit olup sanıkların eylemlerinin sistematik şekilde belli bir süreç içerisinde süreklilik göstermediği, meydana gelen tartışmanın kavgaya dönüşüp yaralama ile sonuçlandığı, bu nedenle olayda, işkence suçunun yasal unsurları gerçekleşmeyip sanıkların bu eylemlerinin neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama niteliğinde bulunduğu gözetilerek, şikayetçinin depo önüne getirdiğini gören tanık Atilla Y… ile olayın başlangıcını gören tanık Abdulgaffar O…`ın soruşturma aşamasında ifadesi eklenmeden talimatla kovuşturma aşamasında ifadesinin alındığı ve her iki anlatımı arasında çelişkiler bulunduğu gözetilerek, önceki ifadelerinin onaylı suretleri eklenerek olay hakkında ayrıntılı ifadesi alındıktan sonra diğer delillerle birlikte değerlendirilmek suretiyle kuşkuya neden olmayacak şekilde olayda haksız tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Yasaya aykırı, Cumhuriyet Savcısı, katılan Yusuf Şirin vekili ve sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları ile duruşmadaki savunmaları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uy- gulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), sanık Erdal K… müdafiinin yüzünde, oybirliğiyle karar ve-rildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/207 Karar : 2018/6390 Tarih : 4.06.2018

  • TCK 94. Madde

  • İşkence Suçu

İşkence, ulusal hukukta olduğu gibi uluslararası sözleşmelerle de yasaklanmıştır. T.C. Anayasası’nın 17. maddesinde herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz” denilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi uyarınca; “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tâbi tutulamaz.” ve 15/2. maddesi gereğince de bu yasak olağanüstü durumlarda bile ortadan kaldırılamaz.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 5. maddesi ile de, “hiç kimsenin işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muameleye tâbi tutulamayacağı” kabul edilmiştir.

İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Küçültücü Muamele ya da Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde ve İşkencenin ve İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Ceza ya da Davranışın Önlenmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesinde işkence yasaklanmış ve işkencenin önlenmesi için alınacak önlemler hükme bağlanmıştır.

İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Küçültücü (Onur Kırıcı) Muamele ya da Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1.maddesinde, işkence terimi, “bir şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayrım gözetmeden herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatiyle uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya ızdırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule gelen acı ve ızdırabı içermez” şeklinde tanımlanmış, bu maddenin, “konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva eden herhangi uluslararası bir belge veya milli mevzuata halel getirmeyeceği” belirtilmiştir.

Zalimane muameleler, “mağdura yapılan maddi veya manevi ızdırap verici her türlü işlemleri”, insani olmayan muameleler, “insanlık kişiliğini ve duygusunu önemli derecede incitici eylemleri”, haysiyet kırıcı hareketler ise, “bir kimsenin namus, şöhret veya haysiyetine saldırı niteliğinde olan, kişi üzerinde manevi eziyet doğuracak fiilleri” ifade etmektedir.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 2/d maddesinde şiddet, “Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekenomik her türlü tutum ve davranışı” olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası Sözleşmelerle yasaklanan işkence, 5237 sayılı TCK.nun 94. maddesinde;

“(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(2) Suçun;

a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,

b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla,

İşlenmesi hâlinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.

(5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi hâlinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.

(6) (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./9. md) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.” şeklinde düzenlenmiştir.

İşkence suçunu oluşturan eylemler yasada tek tek sayılmamış, onun yerine; “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar” işkence suçunun kapsamına alınmıştır.

İşkence suçu birden çok hukuksal yararı koruyan bir suçtur. Korunan hukuki değer, karma bir nitelik taşımaktadır. Bu suçla; insan onuru, vücut dokunulmazlığı, adliye ve kamu yönetiminde disiplin sağlama amacı korunmaktadır. İşkenceyi oluşturan fiiller beden ve ruh sağlığını bozmaktadır. İşkence gören kişi, irade özgürlüğü ortadan kalktığı, algılama yeteneği etkilendiği gibi duyduğu acı ve üzüntü sonucu gerçek dışı açıklamalarda veya kabullenmelerde bulunduğundan adaletin gerçekleşmesi ve ceza yargılamasının “maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına” yönelik amacı engellemekte veya gerçeğe ulaşma gecikmektedir. Ancak asıl korunan hukuki yarar, insan onurudur.

İşkence olarak, bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. İşkence teşkil eden fiiller aslında kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fiillerdir. Ancak bu fiiller ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedir. Bir süreç içinde süreklilik arz eder bir tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojisi,ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, işkencenin bu kapsamda işlenen fiiline nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir.(TCK.94. madde gerekçesi)

Kötü muamelenin AİHS.nin 3. maddesi kapsamına girebilmesi için asgari ciddiyet düzeyine ulaşması gerekir. Bu düzeyin değerlendirilmesi göreceli olup yapılan kötü muamelenin süresi, fiziksel ve psikolojik etkileri, gerektiğinde mağdurun cinsiyeti, yaşı, sağlık durumu gibi koşullar da gözetilmelidir. (AİHM-Mehmet Ali Okur/Türkiye Davası-17.Ocak.2012)

Özgürlüğünden mahrum bırakılmış durumda olan bir kişiye karşı, davranışı gerektirmediği halde fiziksel güç kullanılması insan onuruna saldırı ve ilkesel olarak AİHS’nin 3. maddesi ile güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil etmektedir. (AİHM-Labita/İtalya kararı)

Yapılan fena muamelelerin değişik günlerde olması diğer bir anlatımla işkenceyi oluşturan fiillerin birbirini takip eden günlerde yapılması zorunlu olmayıp belli bir süre devam etmesi yeterlidir. Kasten yaralama fiili birkaç dakika, işaret veya sözle tehdit bir dakika veya daha az, cinsel taciz bir veya birkaç dakika (çimdikleme, okşama gibi) sürmektedir. Bu fiillerin devamlılığı halinde, örneğin gidip gelip bir kişiye tokat atılması, tekme vurmada, on dakikada bir küfredip vurmada, tek ayak üstünde tutmada, yüzünü duvara döndürüp elleri havada yahut tek ayak üstünde duvara yapışık vaziyette bekletmede, uyutmamak için geceleri sık sık soru sormada, kızıp bağırmada, vurmada, sorguya almada, yüksek sesle sürekli müzik dinletmede, soğukta soyup betona yatırmada, elektrik vermede, sıcakta su içmeyi önlemede, giyinik veya soyunukken su sıkıp seyretmede, tuvalet ihtiyacını gidermeye engel olmada ve benzeri olaylarda, bir anlık fena muamele olmayıp fiiller belli bir süreç içinde sistematik biçimde işlendiğinden işkence suçu tartışılmalıdır.

5237 sayılı TCK’da işkencenin belli bir amaçla işlenmesi aranmamıştır. Buna göre, kamu görevlisinin herhangi bir sebeple ve fakat bilerek sistematik bir şekilde insan onuru ile bağdaşmayan bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, aşağılayan, algılama ve irade yeteneğini etkileyen davranışları gerçekleştirmesi suçun oluşumu için yeterlidir. İşkence suçunun oluşabilmesi için kamu görevlisinin mutlaka zor kullanmak yetkisine sahip olmasının gerekmediği buna karşılık TCK’nın 256. maddesindeki suçun olaşabilmesi için zor kullanma yetkisine sahip bir kamu görevlisinin bulunması gerekmektedir. Belirtmek gerekir ki işkence suçunun zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlilerince de işlenmesi mümkündür. Somut olayda zor kullanma yetkisine sahip olan kamu görevlilerinin yetki sınırlarını aşarak gerçekleştirdikleri kötü muameleler, yaralamalar, aşağılamalar sistematik bir uygulama biçimini almışsa artık işkencenin varlığından söz etmek mümkün hale gelecektir. Sonuç olarak amaca bakılmaksızın, keza failin zor kullanma yetkisine sahip olup olmadığına bakılmaksızın işkence suçunun oluşmasına uygun düşen davranışların sistematik bir uygulama haline getiren her kamu görevlisi bu suçun faili olacaktır (Prf. Dr. Mahmut KOCA/Prf. Dr. İlhan ÜZÜLMEZ, Türk Ceza Hukuku, Özel Hükümler, Ankara 2006, S:251)

İnceleme konusu somut olayımıza gelince;

Katılanın olay tarihinde İzmir 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nin B… No’lu odasında tutuklu olarak bulunduğu, kamera kayıtlarına göre sabah saat 08:07’de infaz koruma memuru olan sanıkların sayım için katılanın odasına girdikleri, katılanın bu sırada yemekhane katında olması gerekirken bulunmadığını görmeleri üzerine sanıkların üst kata, katılanın yanına çıktıkları, katılanın yatağında olduğunu gören sanıkların katılana sayım için alt kata inmesini söyledikleri, ancak katılanın sayıma inmek istemediğini, bunun için idareye bir dilekçe de verdiğini beyan ettiği, yine kamera kayıtlarına göre sanıkların 08.20’de koğuştan çıktıkları, katılanın saat 09:08’de acil çağrı butonuna bastığı ve görevlilere kalbinde şiddetli bir ağrı olduğunu ve nefes almakta zorlandığını belirtmesi üzerine kurum müdürünün izni ile kurum doktorunun çağrıldığı ve 09:28’de çıplak vaziyette cezaevi doktoru … … tarafından ilk muayanesinin yapıldığı, katılanın doktora kalbinde rahatsızlık olmadığını, kendisine cezaevi görevlilerinin işkence yaptığını, tekme tokat sayıma indirdiklerini ve sırtında sigara söndürdüklerini beyan ettiği, cezaevi doktorunun ilk muayanesinde katılanın sırtında 20’den fazla vücudunun sırt tarafında sağ elin ulaşabileceği yerlerde 1 cm çapında sigara yanık izleri ve vücudunun kol sırt ve bacak bölgelerinde çeşitli ekimozlar tespit ettiği, katılanın bu yaraların tümünün sanıklar tarafından meydana getirildiğini, sigara yanıklarının da sanıklar tarafından kendisine ait LM marka sigaranın yakılarak sırtına değdirilmesi suretiyle oluştuğunu beyan ettiği, cezaevi doktorunun sırttaki sigara yanıklarının katılanın kendisi tarafından meydana getirilmiş olabileceğine dair görüş ve muayane bulgularıyla birlikte katılanı ileri tetkik için hastaneye sevk ettiği ve bilahare sevk edildiği hastanede ve İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nde soruşturma aşamasında muayanelerinin yapıldığı, katılan soruşturma aşamasında özellikle Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkmak amacıyla cezaevinden olayın doğrusunu anlatacağına dair dilekçeler göndermiş ise de Cumhuriyet Savcısı huzurunda verdiği ifadelerinde önceki ifadelerinin doğru olduğunu ve içerde

kendisine ifade değiştirmesi için görevliler tarafından baskı yapıldığını, beyanlarında istikrarlı bir şekilde sanıkların kendisinin sırtında sigara söndürdüklerini ve tekme tokat döverek sayıma zorla indirdiklerini beyan ettiğinin ve bozma sonrası alınan Adli Tıp 2.İhtisas Kurulu’nun 28.11.2014 tarihli raporunun sonuç kısmında da katılanın sırt bölgesindeki lezyonların tanımlanan özellikleri dikkate alındığında sigara gibi sıcak bir cismin değdirilmesi ile oluşabilecek nitelikle olduğu, lezyonların lokalizasyonları, dağılımı, kişinin elinin ulaşabildiği bölgelerde olması hususlarına göre kişinin kendisi tarafından yapılabileceği gibi başkası veya başkaları tarafından da oluşturulabileceklerinin, vücudunun diğer bölgelerindeki ekimoz, abrazyon şeklinde tanımlanan diğer lezyonların ise künt travmatik nitelikte oldukları, yaygınlığı ve lokalizasyonlarına göre hepsinin kişinin kendisi tarafından oluşturulmasının tıbben varit görülmediği, bu bölgelere yönelik tekme, yumruk gibi doğrudan künt travmalarla veya uygun zemine çarpma, çarptırılma ile oluşabilecekleri, kol bölgesindekilerin bu bölgelerden sıkıca kavranması ile oluşabilecek nitelikte olduğu, tüm lezyonların tanımlanan nitelikleri itibariyle 13.08.2005 tarihi ile uyumlu olduğunun ancak kesin oluş gün ve saatinin mevcut verilerle tıbben söylenemeyeceğinin belirtilmesi karşısında; katılanın sırtındaki sigara yanıklarının infaz koruma memuru olan sanıklar tarafından meydana getirildiği konusunda kuşku bulunsa da, vücudunun diğer bölgelerindeki ekimoz ve lezyonların katılana cezaevi görevlileri olan sanıklar tarafından tekme yumruk gibi veya uygun zemine çarpma veya çarptırılma gibi müdahalelerle ve darbelerle oluştuğu, kol bölgesindeki morlukların da kollarından sıkıca kavranmakla oluşabileceğinin gerek bu rapor gerekse katılan beyanları ve tüm dosya kapsamı ile sabit olduğu, vücuttaki çok sayıdaki sigara yanığının sanıkların eylemleri neticesinde oluşmadığı kabul edilse dahi, sanıkların diğer darp ve cebire ilişkin eylemlerinin işkence niteliğinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği, işkence suçunun oluşması için insanlık onuruna aykırı, anlık müdahalelerin de yeterli olduğu, zira bu müdahelelerin de insan onuruyla bağdaşmayıp bedensel ve ruhsal yönden katılanın acı çekmesine neden olduğu, işkence suçunun varlığı için cezaevinde sistematik bir kötü muamelenin her seferinde beklenemeyeceği, açıklanan nedenlerle sanıkların eylemlerinin işkence yapmak suçunu oluşturduğuna karar veren mahkemenin delilleri takdir ve değerlendirmesi ile suç vasfının tayininde bir isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki suçun kasten yaralama olduğuna, bu nedenle de davaların gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi gerektiğine yönelik düşünceye iştirak edilmemiştir.

Bozmaya uyularak; yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre Cumhuriyet Savcısının suçların sabit olmadığına, katılanın teşdite, sanıklar ve sanık

… ile sanık … müdafiilerinin ise eksik incelemeye ve suçun sabit olmadığına yönelik temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddiyle hükümlerin ONANMASINA, 04.06.2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI DÜŞÜNCE

Dosyamızda konu olan işkence suçunun Yasalarımızda yer alan tanımları ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 5. maddelerinde ve diğer Uluslararası metinlerde işkence ve insanlık dışı yahut haysiyet kırıcı muamelelerin ifade biçimine ilişkin olarak bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır.

Yine işkencenin; bir kişiye karşı, insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar bütününden oluştuğu, ani olarak yapılan fiillerin işkence olarak addedilemeyeceği, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde süreklilik arzeden bir biçimde yapılan eylemler bütününden meydana geldiği hususunda da bir uyuşmazlık yoktur.

Dosyamıza konu olan; somut olayda, toplam 13 dakikalık bir zaman diliminin, koğuş kapısının açılması, sanıkların koğuşa girmeleri, alt katta katılanı bulamayıp üst kata çıkmaları, katılanın kendi beyanına göre; sayım için kendisini alt kata davet etmeleri, onun yatakta yatar vaziyette iken rahatsız olduğunu belirtip gelmek istememesi, sanıkların aşağı kata inmesi için ısrarcı olmaları ve bu hususta bir süre taştışmaları, katılanın aşağı kata inmemesi üzerine zorla aşağı kata indirmeleri, iki kat arasında merdiven oluşu ve bu merdivenden iki kişinin bir kişiyi zorla aşağı kata indirmesi sırasında geçen süreler hesaplandığında, toplam 13 dakikalık sürenin asgari 7-8 dakikalık bölümünün geçtiği, işkence olarak nitelenen eylemler için 5 veya 6 dakika gibi kısa bir zaman diliminin kaldığı görülmektedir.

Katılanın vücudunda oluşan yara ve izlerle ilgili olarak alınan muhtelif doktor raporları ve İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen rapor ile Yargıtay Bozma kararından sonra alınan Adli Tıp Kurumu 2 İhtisas Kurulunun 28.11.2014 tarihli raporlarında; katılanın vücudundaki lezyonların tarif edildiği, sırt bölgesindeki lezyonların tanımlanan özellikleri dikkate alındığında sigara ve benzeri sıcak bir cisimle oluşturulduğu ve tamamının katılanın elinin ulaşabileceği yerlerde bulunduğunun tespit edildiği, katılanın kendisi tarafından da yapılmış olabileceği, künt travma ile oluşan lezyonların ise bir kısmının kişinin kendisi tarafından diğer kısmının ise başkaları tarafından meydana getirildiğinin düşünüldüğü ve bu yönde rapor düzenlendiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan doktor raporları ile katılanın dosya arasında bulunan ve olaydan sonra çekildiği anlaşılan fotoğrafların incelenmesinde; özellikle sigara yanığı olarak tarif edilen lezyonların çok yüzeysel olduğu, üçüncü kişilerden ziyade sanıkların fazla ceza almasına yönelik olarak katılan tarafından oluşturulduğu izlenimini verdiği görülmektedir.

Nitekim kararın onanması görüşünde olan Dairemiz çoğunluğu da bu hususu gözardı etmemiştir ve vücuttaki çok sayıdaki sigara yanığının sanıkların eylemleri neticesinde oluşmadığı kabul edilse dahi, sanıkların diğer darp ve cebire ilişkin eylemlerinin işkence niteliğinde kabul edilmesi gerektiği, işkence suçunun oluşması için insanlık onuruna aykırı, anlık müdahalelerin de yeterli olduğu, zira bu müdahalelerinde insan onuruyla bağdaşmayıp bedensel ve ruhsal yönden katılanın acı çekmesine neden olduğu şeklinde görüş belirtilmiştir.

5237 sayılı TCK.nun 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunun oluşumu için, yukarıda ve asıl kararda ayrıntıları ile açıklandığı gibi, işkenceyi oluşturan eylemlerin, belli bir kast altında, kısa sayılmayacak bir zaman dilimi içinde gerçekleşmesi ve süreklilik arz etmesi gerekir. Bir anda meydana gelen tartışma ve bu tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonrasında oluşabilecek yaralanmalar ile somut olayda olduğu gibi katılan ile sanıklar arasında sayım için koğuşun alt katına inip inmeme konusunda çıkan tartışma ve bu tartışmalar sırasında katılanın zor kullanılarak merdivenlerden alt kata indirilmesi sırasında oluşan yaralar ile bir anda gelişen olay sırasında sanıkların tekme ve yumrukla katılana vurdukları kabul edilse bile eylemlerinin TCK.nun 94. maddesinde tanımlanan işkence suçunu oluşturmadığı aynı Yasanın 86. ve devamı maddelerinde düzenlenen kasten yaralama suçuna uyduğu açıktır.

Olay nedeniyle yargılama sırasında katılan tarafından tanık olarak gösterilen …’in; katılan ile sanıklar arasındaki tartışmaları duyduğuna, sanıkların aşağı kata inmesi için katılana söylediği sözleri duyduğuna, ancak bağırma sesi duymadığına ilişkin beyanı karşısında, katılanın vücudunda sigara ile yaralar açılırken hiç bağırmadan durmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla sigara yanıklarının o sırada meydana gelmediğinin kabul edilmesi gerekir. Sigara yanıklarının sanıklar tarafından oluşturulduğuna dair hiçbir somut delil de bulunmamaktadır.

Somut olayda; sanıkların katılana tekme ve yumrukla vurarak yaraladıkları kabul edilse bile, sanıkların koğuşa girişi ve koğuştan çıkışlarının toplam 13 dakika olduğu, katılanı üst kattan alt kata indirmeleri ve sayım yaptıkları sürenin ise 5-6 dakika gibi bir zaman aldığı, bu zaman içinde bir kişiyi soyundurup vücudunda diğer morarma ve yaralarla birlikte 22 adet sigara izi oluşturmanın imkansız olduğu, sanıkların eylemlerinin kasten yaralama olarak nitelendirilmesi ve bu nedenle mahkeme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle kararın onanması şeklindeki çoğunluk görüşüne katılmak mümkün olmamıştır. 04.06.2018


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/13404 Karar : 2014/6839 Tarih : 19.06.2014

  • TCK 94. Madde

  • İşkence Suçu

Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:

Görevli memura direnme eylemiyle ilgi davada beyanı alınan tutanak tanığı E. Yü.’ın katılanın yakalama işlemi sırasında fiziki direncinin olmadığını belirtmesi, yine olay sırasında katılanın yanında bulunan tanıklar A.. Y.., E. K., L.. A.., M.. C.. ve Y. K.’ın katılanın yaralanmasının karakola götürüldükten sonra gerçekleştiğini beyan ettiklerinin anlaşılması ve soruşturma aşamasında beyanları alınan tanıklar H.. Y..’ın anlatımı ile iddianamedeki isnatların içeriği gözetildiğinde eylemin sübutu halinde TCK’nın 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunu oluşturabileceği anlaşılmakla; delillerin takdir ve tartışmasının, davaya bakmanın 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 12. maddesi uyarınca Ağır Ceza Mahkemesinin görevi kapsamında bulunduğu ve görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı biçimde hükümler kurulması,

Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden sair yönleri incelenmeyen hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 19/06/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/14006 Karar : 2014/1780 Tarih : 28.01.2014

  • TCK 94. Madde

  • İşkence Suçu

Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre; davalı vekilinin tazminat miktarına ve kendileri lehine vekalet ücreti hükmedilmesi gerektiğine, davacı vekilinin ise sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Davacı O. G. vekili Av. M. Öncel 14.01.2011 havale tarihli dilekçesinde özetle, müvekkili O. G.’in Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı tarafından yürütülmekte olan ve 2009/45 (221) esas ile başlayıp 2009/629, 2010/132 esas numaraları ile devam eden soruşturma nedeni ile şüpheli olarak usule aykırı bir şekilde ifadelerinin alındığını, yasal gözaltı sürelerine riayet edilmediğini, süresi içinde mahkemeye sevkinin sağlanmadığını, gözaltına alındığının yakınlarına haber verilmediğini, avukatıyla görüştürülmediğini, gözaltı sırasında usulsüz ifade alma, usulsüz ev arama ve el koymalar yapıldığını, mahkemeye sevki sonucu Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 20.03.2009 tarih ve 2009/272 id. - 2009/207 müt. sayılı kararı ile tutuklama talebinin reddedildiğini, ancak daha sonra Askeri Savcılığın itirazı üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinin 2009/429 evrak no - 2009/117 karar nolu kararı ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin tutuklama talebinin reddine yönelik kararının kaldırılarak müvekkili hakkında “emre itaatsizlikte ısrar ve astlık üstlük münasebetlerini zedeleme, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye matuf hareketlerde bulunmak” isnadı ile 20.03.2009 tarihinde tutuklama kararı verildiğini, müvekkilinin 01.09.2009 tarihine kadar tutuklu kaldığını, yapılan soruşturma neticesinde müvekkili hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, soruşturma sırasında, yasal olmayan fiili gözaltı dönemlerinde müvekkilinin işkenceye maruz kaldığını, soruşturma esnasında yasalara aykırı olarak soruşturmayı yürüten Hava Kuvvetleri askeri savcısının talebi ile soruşturmaya katılan hipnoz uzmanı emekli Yarbay G. D.’ın İzmir’den getirtilerek müvekkiline hipnoz, vs. yöntemler kullanılarak işkence yapıldığını, bu nedenle G. D. ve ayrıca soruşturmayı yürüten Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski askeri başsavcısı Albay A. Z. Ü. hakkında Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığını ve yargılamanın halen devam ettiğini, müvekkilinin sadece haksız tutuklama ile karşı karşıya kalmadığını, aynı zamanda işkence ve psikolojik baskıya da maruz kaldığını, geceleri uykusuz bırakılıp, sabahlara kadar işkence yapılarak suçu üstlenmesinin istenildiğini, kış ortasında soğuk ve uygun olmayan mekanlarda uzun süre bekletildiğini, darp ve küfürlere maruz kaldığını belirterek tutuklu kaldığı günler için, gözaltında yapılan işkence de nazara alınarak, dava tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmek suretiyle 5.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur,

Dosyanın incelenmesinde;

Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 19/03/2009 tarih ve 2009/207 müt. sayılı kararı ile şüpheli (davacı) O. G.’in yapılan sorgusu sonucunda tutuklanması talebinin reddine karar verildiği, bu karara Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığının itiraz etmesi üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 20/03/2009 tarihinde itirazın kabul edilerek Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 19/03/2009 tarih ve 2009/207 müt. sayılı O. G.’in tutuklanması talebinin reddine dair kararın kaldırılmasına ve O. G.’in emre itaatsizlikte ısrar, astlık üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir ve komutanlara karşı güven hissini yok etmeye matuf hareketlerde bulunmak suçlarından tutuklanmasını teminen CMK’nın 98/1 maddesinin son cümlesi uyarınca hakkında yakalama emri düzenlenmesine karar verildiği, çıkarılan yakalama emrine istinaden Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 25/03/2009 tarih ve 2009/283 id. – 2009/221 müt. sayılı kararı ile şüpheli (davacı) O. G. hakkında tutuklama kararı verildiği, davacının 01/09/2009 tarihine kadar tutuklu kaldığı, tahliye sonrası Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığının 11/10/2010 tarih 2010/635 esas - 2010/64 sayılı kararı ile şüpheli (davacı) O. G. hakkında, üzerine atılı ve soruşturma kapsamında yer alan her üç olayla ilgili ya da suç teşkil eden eylemlere iştirak ettiğine dair herhangi bir delil elde edilemediğinden, kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu kararın davacı O. G.’e 02/11/2010 tarihinde tebliğ edildiği ve 09/11/2010 tarihinde kesinleştiği, yürütülen soruşturma kapsamında davacı O. G.’in 07/03/2009 ile 11/03/2009 tarihleri arasında gözaltında, 25/03/2009 ile 01/09/2009 tarihleri arasında tutuklu kaldığı anlaşılmıştır.

Davacının işkenceye maruz kaldığı iddiaları ile ilgili yapılan soruşturmaya konu olan Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/270 esas - 2012/138 karar sayılı ilamının incelenmesinde;

Sanıkların G. D. ve A. Z. Ü. olduğu, katılanların Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın 2009/221 esas nolu soruşturmayı yürüten sanık A. Z. Ü.’un talebiyle 04/03/2009 tarihinde nezarethaneye alındığında, istenildiği şekilde beyanda bulunmalarını sağlamak amacıyla mevzuatta belirtilen nezarethane ve gözaltına alınma şartlarına uygun olmayacak ve insan onuruyla bağdaşmayacak şekilde eylemlere maruz bırakılarak ifadelerinin alınmış olduğu, geceleri iki saatten fazla süren sorgulamaya tabi tutulup, sorgulamaya yetkisiz sivil şahıslarla birlikte sanık G. D.’ın katılıp, sanık G. D.’ın hipnoza ilişkin bilgi ve yetisi bulunduğunu belirterek, telkinlerde bulunmak suretiyle müdahillerden kabul etmesi istenilen ifadeyi yazmalarını sağlamaya çalıştığı, katılan O. G.’te korku duyma, uykudan uyanma, kabus görme, geleceğinin kalmadığını düşünme gibi ruhsal etkilenme bulguları ile ruhsal travma tespit edilerek, sanıkların, katılanlar O. G., İ. D. ve A. B.’ya karşı işkence yapmak suçundan TCK’nın 94/4 maddesi yollamasıyla aynı Yasanın 94/1 maddesi gereğince 3 kez olmak üzere 2 yıl 6 ay hapis cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına hükmedildiği, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan sorgulamada hükmün sanıklar müdafileri ve katılanlar tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 13.12.2012 tarih, 2012/29994 esas – 2012/38227 karar sayılı ilamı ile düzeltilerek onanması suretiyle kesinleştiği belirlenmiştir.

Yüzyılımızın en önemli konularından birini “İnsan Haklarının” oluşturduğunda kuşku yoktur. Zira insan, en gelişmiş varlık olarak içindeki bazı dürtülerin ağır basması ya da dışa yansıyan davranışlarını denetleyememesi sonucu şiddete başvurabilir. Ancak uygarlığın gelişmesi ile insanlık bir takım manevi değerlere ulaşmış, insan ve onuru kutsal bir varlık olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle insan haklarının en üst düzeyde korunması, insan onuruna gereken değerin verilmesi büyük önem göstermekte olup, bu husus ancak adaletin herkesin güven duyabileceği bir şekilde gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilir. İnsan hakları, ayrım gözetilmeksizin sahip olunan hakların tümünü kapsar, bu nedenle ve tek cümle ile işkence suçu insanlığa karşı işlenen bir “insanlık suçu”dur. Anılan suç bu niteliği itibariyle de evrensel bir çok sözleşmeye konu oluşturmuştur. Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen ve 7217 sayılı Yasa ile onaylanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 5 inci maddesine göre “hiç kimseye işkence ya da zalimce insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ya da ceza uygulanamaz.” 6366 sayılı Yasa ile onaylanan 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3 üncü maddesine göre, “hiç kimse işkenceye, insanlık dışı yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tâbi tutulamaz”, 10 Aralık 1984 tarihli İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi işkenceyi tanımlayarak uluslararası bir denetim öngörmüş, bu sözleşme onaylanıp yayımlanarak ülkemizde de yürürlüğe girmiştir.Yine 3441 sayılı Yasa ile onaylanıp, yürürlüğe giren İşkencenin ve Gayriinsani ya da Küçültücü ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesinde de işkence, gayriinsani veya küçültücü muamele yasaklanıp önleyici bir denetime bağlanmıştır.

Uluslararası sözleşmelerle yasaklanan işkence, 5237 sayılı TCK’nın 94. maddesinde; yaptırım altına alınmış ve bu suçlarda zamanaşımı kabul edilmemiştir.

İşkence suçunu oluşturan eylemler yasada tek tek sayılmamış, onun yerine; “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar” işkence suçunun kapsamına alınmıştır.

İşkence yasağı birden çok hukuksal yararı koruyan bir yapıdadır. Korunan hukuki değer, karma bir nitelik taşımaktadır. Bu suçla; insan onuru, vücut dokunulmazlığı, adliye ve kamu yönetiminde disiplin sağlama amacı hedeflenmektedir. İşkenceyi oluşturan fiiller, beden ve ruh sağlığını bozmaktadır. İşkence gören kişi, irade özgürlüğü ortadan kalktığı, algılama yeteneği etkilendiği gibi, duyduğu acı ve üzüntü sonucu gerçek dışı açıklamalarda veya kabullenmelerde bulunduğundan, adaletin gerçekleşmesi ve ceza yargılamasının “maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına” yönelik amacını engellemekte veya gerçeğe ulaşmayı geciktirmektedir. Ancak bu suçta asıl korunan hukuki yarar, insan onurudur.

Demokratik bir hukuk devletinde; delil elde etme, soruşturmanın temel amacı ve kolluğun görevi olmakla birlikte, bu amaç ve görev insan hakları ihlallerini meşrulaştırıcı ve hukuka aykırı davranmanın bir mazereti olamaz, kolluk görevlileri insan haklarına saygılı kalarak, hukuka uygun davranarak delil elde etme görevlerini yerine getirmelidir.

İşkence olarak, bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. İşkence teşkil eden fiiller aslında, kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fiillerdir. Ancak bu fiiller ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedir. Bir süreç içinde, süreklilik arz eder bir tarzda işlenen işkencede en önemli özellik, kişinin psikolojisi, ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır.

Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, işkencenin bu kapsamda işlenen fiiline nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir. (TCK 94. maddenin gerekçesi)

Ceza Muhakemesi sırasında uygulanan koruma tedbirleri nedeni ile tazminat istenebilecek durumlar CMK’nın 141/1. maddesinde 11 bent halinde belirtilmiş olup, davacının hakkında yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alındığı ve tutuklandığı tüm bu aşamalarda yasal düzenlemelerle koruma altına alınan “ifade alma ve sorgudan önce şüpheliye/sanığa haklarının anlatılması (m. 147), sanığın kendisini suçlamaya zorlanması yasağı (m. 148), sanığın müdafi ile görüşme hakkı (m. 154), yakınlarına haber verilmesi (m. 95), gözaltında ifade sırasında müdafinin hazır bulunabilmesi ve müdafinin hazır bulunmaksızın kolluk tarafından alınan ifadelerin hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli ve sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınmaması (m. 148/4), susma hakkı ve diğer hakları konusunda şüphelilerin aydınlatılması yükümlülüğü (CMK 90/4 md. , yakalama gözaltı ve ifade alma yönetmeliğinin 6. md.), gözaltı süresinin kısa tutulması gerekliliği, toplu olarak işlenen suçlarda delillerin toplanması güçlüğü ve şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin her defasında bir günü geçmemek üzere 3 gün süre ile uzatılmasına yazılı olarak emir verip kimse bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden mahrum bırakılamaz (CMK m.91) şeklindeki yasal düzenlemelerle koruma altına alınan haklarının ihlal edildiği gibi yasak sorgu yöntemleri ile -işkence altında- ifadesi alınan davacının CMK’nın 141. ve devamı maddeleri gereğince tazminat talep edebileceği muhakkaktır.

CMK’nın 141. ve devamı maddelerine göre maddi ve manevi tazminat davalarında dikkat edilecek hususlardan birisi de, zararın ilk derece mahkemesi olan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkaniyete ve kişilerin vicdanına en uygun şekilde azami ölçüde giderilmesini sağlamak olmalıdır. Bu amaç ve yöntem davacının başka bir yoldan kişisel hak kaybının giderilmesini talep etmesinin önüne geçecektir. Bu şekilde bir hak kaybına uğradığını düşünen davacı, yeni bir hukuki sürecin içine girmeyeceği gibi, uluslararası alanda da Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine dava açılmasının önüne geçilebilecektir.

Teorik olarak hiç bir parasal miktar, kişinin yaşadığı manevi olumsuzlukları tam olarak giderme imkanına sahip olmadığı gibi bunları net olarak ölçme imkanı da bulunmamaktadır. Ancak tazminat kurumunun düzenlenme amacı, oluşan manevi zarar tam olarak giderilmese de bir ölçüde bunu giderme ve tatmin olmakla birlikte kişinin haksız zenginleşmesinin önüne geçme amacı da gözetilmelidir.

Nitekim bu husus Yargıtay CGK’nun 11.05.2009 gün ve 9-102/115 sayılı kararında, manevi zarar; tutuklanan şahsın sosyal çevresinde itibarının sarsılması, hürriyetinden yoksun kalınması nedeniyle duyulan elem ve ızdırap ve ruhi sıkıntıların bir nebzede olsa giderilmesi amacına yöneliktir. Manevi zararın tümüyle giderilmesi olanaksız ise de, tayin edilecek manevi tazminat kişinin acı ve ıstıraplarının dindirilmesinde, sıkıntılarının azaltılmasında etken olacaktır. Bu nedenle manevi tazminata hükmedilirken kişinin cezaevinde kaldığı süre, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, tutuklamanın şahıs üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler dikkate alınarak, zenginleşme sonucu doğurmayacak, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşır bir miktar olmasına özen gösterilmelidir şeklinde belirtilmiştir.

Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; işkence suçundan hapis cezasına mahkum edilen ve cezası kesinleşen sanık A. Z. Ü.’un olay tarihinde Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesi’nde askeri savcı olarak görev yaptığı ve Kayseri ilinde meydana gelen bir olaya ilişkin olarak mahallinde yürüttüğü soruşturmada, 07.03.2009 tarihinde davacıyı gözaltına aldırdığı, davacının önce Kocasinan ardından Melikgazi İlçe Jandarma Komutanlığı nezarethanelerinde tutulduğu, sanık A. Z. Ü. ve kimliği belirlenemeyen kişilerce sorgulandığı, sanık A. Z. Ü.’un davacıyı isteği doğrultusunda ifade vermeye zorladığı, bunu temin etmek için çeşitli vaatlerde bulunduğu, istediği ifadeyi vermemesi halinde ise meslekten attıracağını söylediği, davacının istediği yönde ifade vermemesi üzerine bunu sağlamak amacıyla dosya kapsamındaki beyanına göre hipnoz ve zihin kontrolü konusunda çalışmaları olan emekli subay sanık G. D.’ı tüm yol ve konaklama masrafları Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nca karşılanmak üzere İzmir’den çağırdığı, Kayseri’ye gelen sanık G. D.’ın davacının sorgulanmasına ilişkin hiç bir resmi görevi olmamasına rağmen geceleri sabaha kadar süren zaman dilimi içinde yakın mesafeden gözüne bakmasını isteyerek davacıya sorular sorduğu, ayakta tutarak ve uyutmayarak iradesini zayıflatmak suretiyle üzerine atılı suçu ikrara zorladığı, davacının 11.03.2009 tarihine kadar gözaltında, bu tarihten sonra da 17.03.2009 tarihine kadar disiplin cezası gerekçesiyle oda hapsinde tutulduğu, 19.03.2009 tarihinde ilk kez Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesinin huzuruna çıkarıldığı, davacının gözaltında kaldığı süre içerisinde geceleri sanık G. D., gündüzleri de sanık A. Z. Ü. ve kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından sorgulandığı, geceleri uyumasına izin verilmediği, uzun süre uykusuz bırakıldığı, uyuduğunda ise kısa sürede tekrar uyandırıldığı, düzenli yemek verilmeyerek aç bırakıldığı, kendisine ve ailesine yönelik tehdit ve hakaret sözlerine maruz bırakıldığı, asgari koşullara sahip olmayan nezarethanelerde tutulduğu, hipnoz yöntemiyle iradesinin etki altına alınmaya çalışıldığı, 5271 sayılı CMK’nın 91. vd. maddeleri ile benzer düzenleme içeren 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 80. maddesine aykırı olarak gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin kararların davacıya tebliğ edilmediği ve gözaltına alındığının yakınlarına bildirilmediği, soruşturma kapsamında davacıya suç yeri itibariyle Kayseri Barosu tarafından müdafi atanması gerekirken sanık A. Z. Ü. tarafından davacıya bu konuda talebi de sorulmadan Ankara Barosuna kayıtlı iki avukat çağrıldığı, böylece davacının insan onuruyla bağdaşmayan bedensel ve özellikle ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açan davranışlara maruz kaldığı, bunun sonucunda davacı hakkında Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun verdiği raporda, korku duyma, uykudan uyanma, kâbus görme, geleceğinin kalmadığını düşünme gibi ruhsal etkilenme bulgularının belirlenmesi ile ruhsal travmanın oluştuğu tespit edilen davacı hakkında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141. ve devamı maddelerine göre öngörülen manevi tazminat miktarı belirlenirken objektif bir kriter olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına neden olan olayların cereyan tarzı, tutuklulukta geçirdiği süre, tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer ve benzeri hususlar da gözetilmek suretiyle, hakkaniyet ölçüsünü aşmayacak bir şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, davacı için öngörülen manevi tazminat miktarının bu ölçülere uymayacak şekilde eksik tayini,

2- Davacının, hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen ceza dosyasında kendisini birden fazla vekille temsil ettirdiği, dosyaya davacı tarafça sunulan 31.03.2009 tarihli ve 2.000 TL bedelli serbest meslek makbuzunun, takipsizlik kararından önceki bir tarihte tanzim edildiğinin anlaşılması karşısında, maddi zarara 2.000 TL vekalet ücretinin de eklenmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

3- Dairemizce yapılan temyiz incelemeleri sırasında aynı konu ve haksız tutuklama nedenine dayalı olarak birden fazla davanın açıldığının tespit edildiğinin anlaşılması karşısında; hazine zararına yol açan mükerrer davalara ilişkin ödemelerin önlenmesinin temini ve kamu kaynaklarının etkili, verimli ve hukuka uygun kullanılması bakımından, aynı konu ve haksız tutuklama nedenine dayalı açılmış dava olup olmadığının ilgili birimlerden sorulmaması,

Kanuna aykırı olup, davalı vekilinin sair, davacı vekilinin eksik inceleme ile hüküm verildiğine ve tazminat miktarına ilişkin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince, isteme aykırı olarak, BOZULMASINA, 28.01.2014 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/29994 Karar : 2012/38227 Tarih : 13.12.2012

  • TCK 94. Madde

  • İşkence Suçu

Sanık A. Z. hakkında Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığının görevsizlik kararı üzerine Kayseri C. Başsavcılığına kamu davası açıldığı, 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nun “soruşturma ve kovuşturma mercileri” başlıklı 25. maddesinde 6318 sayılı Yasanın 36. maddesi ile yapılan değişikliğin yerel mahkeme hükmünden sonra 03.06.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle ağır ceza mahkemesi karar tarihinde görevli olup yargılama yasasına aykırılık bulunmadığı, Ceza Genel Kurulu’nun 30.09.2003 gün, 226/229 sayılı kararında belirtildiği üzere verildiği zaman yürürlükte bulunan yargılama yasasına uygun hükmün ancak başka bozma nedenlerinin bulunması halinde önceki hüküm ortadan kalkıp mahkemenin görevi sona ereceğinden böyle bir durumda görev nedeniyle bozma yapılabileceğinden ve kaldı ki 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluş ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde düzenlenen; “Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanunu’nda yazılı bir suç ise sanıkların yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir” hükmü karşısında sanıkların üzerine atılı işkence suçunun 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununda düzenlenmediği, sanık A. Z.’nin atılı işkence suçunu adliye mahkemelerine tabi olan sanık G. ile birlikte işlediği hususları gözönüne alındığında yerel mahkemenin görevli ve yetkili olmadığına ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

İşkence, ulusal hukukta olduğu gibi uluslararası sözleşmelerle de yasaklanmıştır. T.C. Anayasasının 17. maddesinde herkesin; yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” denilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi uyarınca; “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulamaz.” ve 15/2. maddesi gereğince de bu yasak olağanüstü durumlarda bile ortadan kaldırılamaz.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 5. maddesi ile de, “hiç kimsenin işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muameleye tabi tutulamayacağı” kabul edilmiştir.

İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Küçültücü Muamele ya da Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde ve İşkencenin ve İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Ceza ya da Davranışın Önlenmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesinde işkence yasaklanmış ve işkencenin önlenmesi için alınacak önlemler hükme bağlanmıştır.

İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Küçültücü ( Onur Kırıcı ) Muamele ya da Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 1. maddesinde, işkence terimi, “bir şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayrım gözetmeden herhangi bir sebep dolayısıyle bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya ızdırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule gelen acı ve ızdırabı içermez” şeklinde tanımlanmış, bu maddenin, “konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva eden herhangi uluslararası bir belge veya milli mevzuata halel getirmeyeceği” belirtilmiştir.

Zalimane muameleler, “mağdura yapılan maddi veya manevi ızdırap verici her türlü işlemleri”, insani olmayan muameleler, “insanlık kişiliğini ve duygusunu önemli derecede incitici eylemleri”, haysiyet kırıcı hareketler ise, “bir kimsenin namus, şöhret veya haysiyetine saldırı niteliğinde olan, kişi üzerinde manevi eziyet doğuracak fiilleri” ifade etmektedir.

Uluslararası Sözleşmelerle yasaklanan işkence, 5237 sayılı TCK.nın 94. maddesinde;

” ( 1 ) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

( 2 ) Suçun;

a ) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,

b ) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla,

İşlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

( 3 ) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

( 4 ) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.

( 5 ) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz” şeklinde düzenlenmiştir.

İşkence suçunu oluşturan eylemler yasada tek tek sayılmamış, onun yerine; “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar” işkence suçunun kapsamına alınmıştır.

İşkence suçu birden çok hukuksal yararı koruyan bir suçtur. Korunan hukuki değer, karma bir nitelik taşımaktadır. Bu suçla; insan onuru, vücut dokunulmazlığı, adliye ve kamu yönetiminde disiplin sağlama amacı korunmaktadır. İşkenceyi oluşturan fiiller beden ve ruh sağlığını bozmaktadır. İşkence gören kişi, irade özgürlüğü ortadan kalktığı, algılama yeteneği etkilendiği gibi duyduğu acı ve üzüntü sonucu gerçek dışı açıklamalarda veya kabullenmelerde bulunduğundan adaletin gerçekleşmesi ve ceza yargılamasının “maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına” yönelik amacı engellemekte veya gerçeğe ulaşma gecikmektedir. Ancak asıl korunan hukuki yarar, insan onurudur.

İşkence olarak, bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. İşkence teşkil eden fiiller aslında kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fiillerdir. Ancak bu fiiller ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedir. Bir süreç içinde süreklilik arzeder bir tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojisi, ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, işkencenin bu kapsamda işlenen fiiline nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir. ( TCK 94. Madde gerekçesi )

Kötü muamelenin AİHS’nin 3. maddesi kapsamına girebilmesi için asgari ciddiyet düzeyine ulaşması gerekir. Bu düzeyin değerlendirilmesi göreceli olup yapılan kötü muamelenin süresi, fiziksel ve psikolojik etkileri, gerektiğinde mağdurun cinsiyeti, yaşı, sağlık durumu gibi koşullar da gözetilmelidir. ( AİHM- Mehmet Ali Okur / Türkiye Davası-17 Ocak 2012 )

Özgürlüğünden mahrum bırakılmış durumda olan bir kişiye karşı, davranışı gerektirmediği halde fiziksel güç kullanılması insan onuruna saldırı ve ilkesel olarak AİHS’nin 3. maddesi ile güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil etmektedir. ( AİHM-Labita/İtalya kararı )

Yapılan fena muamelelerin değişik günlerde olması diğer bir anlatımla işkenceyi oluşturan fiillerin birbirini takip eden günlerde yapılması zorunlu olmayıp belli bir süre devam etmesi yeterlidir. Kasten yaralama fiili birkaç dakika, işaret veya sözle tehdit bir dakika veya daha az, cinsel taciz bir veya birkaç dakika ( çimdikleme, okşama gibi ) sürmektedir. Bu fiillerin devamlılığı halinde, örneğin gidip gelip bir kişiye tokat atılması, tekme vurmada, on dakikada bir küfredip vurmada, tek ayak üstünde tutmada yüzünü duvara döndürüp elleri havada yahut tek ayak üstünde duvara yapışık vaziyette bekletmede, uyutmamak için geceleri sık sık soru sormada, kızıp bağırmada, vurmada, sorguya almada, yüksek sesle sürekli müzik dinletmede, soğukta soyup betona yatırmada, elektrik vermede, sıcakta su içmeyi önlemede, giyinik veya soyunukken su sıkıp seyretmede, tuvalet ihtiyacını gidermeye engel olmada ve benzeri olaylarda, bir anlık fena muamele olmayıp fiiller belli bir süreç içinde sistematik biçimde işlendiğinden işkence suçu tartışılmalıdır

Bir kimsenin tamamıyla polis memurlarının denetimi altında gözaltında tutulduğu sırada meydana gelen her türlü yaralanma ciddi kuşkulara yol açmaktadır. ( AİHM-Salman/Türkiye, Mehmet Ali Okur/Türkiye Davaları )

İşkence suçunun faili bir kamu görevlisi ise de, bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de, TCK’nın 94/4. maddesi uyarınca kamu görevlisi gibi cezalandırılır.

Somut olayda; sanık A. Z.’nin olay tarihinde Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesinde askeri savcı olarak görev yaptığı ve Kayseri ilinde meydana gelen bir olaya ilişkin olarak mahallinde yürüttüğü soruşturmada 04.03.2009 tarihinden önce katılan A.’yi daha sonra 07.03.2009 tarihinde diğer katılanları gözaltına aldırdığı, katılanların önce K… ardından M… İlçe Jandarma Komutanlığı nezarethanelerinde ayrı ayrı tutuldukları, sanık A. Z. ve kimliği belirlenemeyen kişilerce sorgulandıkları, sanık A. Z.’nin katılanları isteği doğrultusunda ifade vermeye zorladığı, bunu temin etmek için çeşitli vaatlerde bulunduğu, istediği ifadeyi vermemeleri halinde ise meslekten attıracağını söylediği, katılanların istediği yönde ifade vermemesi üzerine bunu sağlamak amacıyla kendi beyanına göre hipnoz ve zihin kontrolü konusunda çalışmaları olan emekli sanık G.’u tüm yol ve konaklama masrafları Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nca karşılanmak üzere İzmir’den çağırdığı, Kayseri’ye gelen sanık G.’un katılanların sorgulanmasına ilişkin hiç bir resmi görevi olmamasına rağmen geceleri sabaha kadar süren zaman dilimi içinde yakın mesafeden gözlerine bakmalarını isteyerek katılanlara sorular sorduğu, ayakta tutarak ve uyutmayarak iradelerini zayıflatmak suretiyle kendilerine atılı suçu ikrara zorladığı, katılanların 11.03.2009 tarihine kadar gözaltında, bu tarihten sonra da 17.03.2009 tarihine kadar oda hapsinde tutuldukları, 17.03.2009 tarihinde ilk kez Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesinin huzuruna çıkarıldıkları, katılanların gözaltında kaldıkları süre içerisinde geceleri sanık G., gündüzleyin de sanık A. Z. ve kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından sorgulandıkları, geceleri uyumalarına izin verilmediği, uzun süre uykusuz bırakıldıkları, uyuduklarında ise kısa sürede tekrar uyandırıldıkları, düzenli yemek verilmeyerek aç bırakıldıkları, kendilerine ve ailelerine yönelik tehdit ve hakaret sözlerine maruz bırakıldıkları, asgari koşullara sahip olmayan tuvaleti taşmış pis kokulu nezarethanelerde tutuldukları, hipnoz yöntemiyle iradelerinin etki altına alınmaya çalışıldığı, CMK’nın 91 vd. benzer düzenleme içeren 353 sayılı Yasanın 80. maddesine aykırı olarak gözaltı sürelerinin uzatılmasına ilişkin kararların katılanlara tebliğ edilmediği ve gözaltına alındıkları hususunun yakınlarına bildirilmediği, sanık A. Z. tarafından şikayetçilere müdafi olarak Ankara’dan iki avukat çağırıldığı, böylece katılanların insan onuruyla bağdaşmayan bedensel ve özellikle ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açan davranışlara maruz kaldıkları, bunun sonucunda katılan A. hakkında Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun verdiği raporda atipik psikotik reaksiyon tablosunun geliştiği, müdahil İ. ve O.’a ilişkin de korku duyma, uykudan uyanma, kâbus görme, geleceğinin kalmadığını düşünme gibi ruhsal etkilenme bulgularının belirlenmesi ile ruhsal travmanın oluştuğunun tespit edildiği anlaşıldığından kamu görevlisi sanık A. Z. ile G.’un 5237 sayılı TCY.nin 94/1-4 maddesi kapsamında işkence suçunu birlikte işlediklerinin kabulü gerekmiştir.

Bu açıklamalar doğrultusunda;

1- Sanık A. Z. hakkında katılanlar A., İ. ve O.’a yönelik eylemleri, sanık G. hakkında katılan A.’ye yönelik eylemi nedeniyle kurulan hükümlere yönelik sanıklar müdafiileri ve katılanlar vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanıklar G. ve A. Z. müdafiilerinin, görevli mahkemenin Askeri Yargıtay olduğuna, suçun sabit olmadığına ve lehe hükümlerin uygulanmadığına, katılan A. vekilinin sanıklara alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi gerektiğine yönelik temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddiyle, sanık A. Z. hakkında katılanlar A., İ. ve O.’a yönelik eylemleri, sanık G. hakkında katılan A.’ye yönelik eylemi nedeniyle kurulan hükümlerin oybirliğiyle ONANMASINA,

2- Sanık G. hakkında katılanlar İ. ve O.’a yönelik eylemleri nedeniyle kurulan hükümlere yönelik temyize gelince;

Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre, sanığın suçun sübutuna ve noksan araştırmaya ilişkin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Sanık hakkında katılanlar İ. ve O.’a yönelik eylemleri nedeniyle Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.06.2010 gün, 2009/340 esas ve 2010/223 sayılı ilamı ile 5237 sayılı TCK.nın 94 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6’şar ay hapis cezası tayin olunduğu, hükmü katılanların temyiz etmediği, sanık müdafiinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 30.06.2011 gün, 2011/4289-5743 sayılı kararı ile bozulduğu ve bozmaya uyularak tayin olunan ceza, bozmaya konu cezadan daha ağır olamayacağından sanık hakkında katılanlar İ. ve O.’a yönelik eylemleri nedeniyle ilk hükümdeki sonuç 2 yıl 6’şar ay hapis cezalarının kazanılmış hak teşkil ettiği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi suretiyle CMUK.nın 326 /son maddesine aykırı davranılması,

SONUÇ : Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususların, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkında katılanlar İ. ve O.’a yönelik eylemleri nedeniyle hükmolunan sonuç cezaların kazanılmış hak nedeniyle 2 yıl 6’şar ay hapis cezası olarak infazına sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 13.12.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS