0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Fikri İçtima

TCK Madde 44

(1) İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.



TCK Madde 44 Gerekçesi

Madde metninde, farklı neviden fikri içtima düzenlenmiştir.

Kişi, işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşumuna neden olabilir; ancak non bis in idem kuralı gereğince bu fiilden dolayı ancak bir defa cezalandırılabilir. Gerçekleştirdiği fiilin birden fazla farklı suçun oluşumuna neden olması durumunda, failin bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suç nedeniyle cezalandırılması yoluna gidilmelidir. Böylece, bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının önüne geçilmek amaçlanmıştır. Bir suçun temel ve nitelikli şekillerinin dışındaki suçlar, fikri içtima uygulamasında farklı suç olarak kabul edilmelidir.

Gerek doktrinde gerek uygulamamızda, hedefte sapma durumunda da fikri içtima hükmünün uygulanması gerektiği konusundaki görüş hâkimdir. Bu nedenle, kanuni düzenlemede hedefte sapmanın şahısta yanılma ile birlikte değerlendirilmesinden vazgeçilmiştir. Örneğin bir kişiyi yaralamak için fırlatılan sopa, mağduru yaraladıktan sonra veya mağdura isabet etmeden vitrin camına çarparak kırılmasına neden olabilir. Bu durumda, sopa fırlatma fiiliyle hem tamamlanmış veya teşebbüs aşamasında kalmış kasten yaralama suçu hem de başkasının malına zarar verme suçu işlenmiş olmaktadır. Aynı şekilde, bir kişiyi öldürmek için ateşlenen silâhtan çıkan kurşun, mağdura isabet etmeden duvara çarpması nedeniyle sekerek bir başkasının ölümüne veya yaralanmasına neden olabilir. Bu durumda, hedeflenen kişi açısından kasten öldürme suçu teşebbüs aşamasında kalmıştır; ancak, sekme sonucunda ölümüne veya yaralanmasına neden olunan kişi açısından ise, taksirle öldürme veya taksirle yaralama suçu işlenmiş olmaktadır. Bu gibi durumlarda kişi işlediği bir fiille birden fazla farklı suçun oluşumuna neden olmaktadır ve bu suçlardan en ağır cezayı gerektireni ile cezalandırılmasıyla yetinilmelidir.


TCK 44 Fikri İçtima/Farklı Neviden Fikri İçtima Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu - 2017/1153 E. , 2021/203 K.

  • TCK 44/1
  • Fikri İçtima nedir?
  • Farklı neviden fikri içtima nedir?

Tek fiille birden fazla suç normunun ihlali hâlinde, bu normlar arasındaki içtima ilişkisi ya “farklı neviden fikri içtima” ya da “görünüşte içtima” kapsamında kalmaktadır. Farklı neviden fikri içtima TCK’nın 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir. Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.

Görünüşte içtima ise çeşitli normların aynı fiille ilgili görünmelerine rağmen, aslında bunlardan yalnız birinin uygulanabilmesidir (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 167.). Görünüşte içtima kanunda düzenlenmemiştir, ancak ceza normlarının birbirleriyle olan ilişkisi ve bunların yorumundan aynı fiille ilgili görülen çeşitli normlardan sadece birinin uygulanabileceği sonucuna varmak mümkün olduğundan, kanun koyucunun görünüşte içtima şekillerine yer vermesi gerekmemektedir (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara Eylül 2015, 8. Bası, s. 519.).

Fikri içtima ve görünüşte içtimanın ortak özelliği fiilin tek ve aynı olmasıdır. Ancak fikri içtima hükmünün uygulanabilmesi için görünüşte içtima hâllerinden birinin bulunmaması gerekmektedir. Bu nedenle, tek fiille ilgili suç tipleri arasında öncelikle görünüşte içtima ilişkisinin bulunup bulunmadığının tespiti gerekli olup görünüşte içtima ilişkisinin bulunması, fikri içtima hükmünün uygulanmasına engel teşkil eder. Fikri içtimanın görünüşte içtimadan en önemli farkı, fikri içtima hâlinde sebebiyet verilen suç tiplerine ilişkin normların hepsinin uygulanabilmesine karşılık görünüşte içtimada normlardan sadece birinin uygulanabilir olmasıdır. Başka bir deyişle, görünüşte içtima hâlinde gerçekte sadece bir norm ihlâl edilmekte olup diğer normların ihlâli sadece görünüştedir. Çünkü suç tiplerine ilişkin normların hepsi fiilin haksızlık muhtevasını tümü ile kapsamakla beraber gerçekte uygulanacak olan norm, haksızlık muhtevası itibarı ile diğer normları da tüketmekte, tüm normlar haksızlık ilişkisi bakımından tamamen örtüşmektedir. Dolayısıyla, normlardan sadece biri gerçekte uygulanma kabiliyetine sahiptir (Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 73-74.).

Görünüşte içtima hâllerinde hangi hükmün uygulanması gerektiği, “tüketen-tüketilen norm ilişkisi”, “yardımcı (tali) normun sonralığı” ve “özel normun önceliği” gibi ilkelere göre belirlenmektedir.

Uyuşmazlık konusu ile ilgisi bakımından “özel normun önceliği” ilkesi üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.

Genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel norm uygulanacaktır. Suçun temel ve nitelikli hâlleri arasındaki ilişki, özgü suç ve genel suç arasındaki ilişki ile genel ve özel kanun arasındaki ilişki, özel-genel norm ilişkisi içinde değerlendirilmektedir (M. Emin Artuk-A. Gökçen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 636; Veli Özer Özbek- Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, 2015, s. 612-613; Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2016, s. 685-686; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, Ankara, 2015, s. 520.). Örneğin, 5237 sayılı Kanun’da zimmet suçunu düzenleyen 247. madde hükmü genel norm niteliğinde iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde düzenlenmiş olan zimmet suçu özel norm niteliği taşıdığından, Bankacılık Kanunu kapsamındaki bir banka görevlisinin zimmet suçunu işlemesi durumunda özel normun önceliği ilkesi gereğince 5237 sayılı TCK’nın 247. maddesi değil Bankacılık Kanunu’nun ilgili hükmü uygulanmalıdır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Bir numaralı uyuşmazlık konusunda anlatıldığı şekilde gerçekleşen olayda; özel norm niteliğinde olan kredi kartı sözleşmesinde sahtecilik suçunun kartlı ödemeler sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak amacıyla TCK’da yer alan resmî ve özel belgede sahtecilik suçlarından ayrı özel bir tür sahtecilik suçu olarak 5464 sayılı Kanun’un 37. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlendiğinin anlaşılması karşısında sanığın kredi kartı sözleşmesi ve ekinde yer alan belgede sahtecilik yapma eyleminin TCK’nın 212. maddesi delaletiyle sahte kredi kartı üretme suçunun yanında ayrıca aynı Kanun’un 207. maddesinde düzenlenen özel belgede sahtecilik suçunu oluşturmayacağı kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/62

  • TCK 44
  • Kasten yaralama veya kasten öldürmeye teşebbüs suçunda farklı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması

Sanığın eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu sonucuna ulaşılmakla; inceleme dışı davanın katılanı R.’yi öldürme kastıyla av tüfeğiyle bir el ateş eden sanığın, aynı atışla katılan P.’yi de yaraladığı olayda, 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesi gereğince fikri içtima şartlarının oluşup oluşmadığı; 5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında “Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır” ilkesi esas alınmış, dolayısıyla da gerçek içtima kuralı benimsenmiştir. Nitekim Adalet Komisyonu raporunda bu husus; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir (TBMM Adalet Komisyonunun 03.08.2004 tarih ve 1/593-60 sayılı raporu). Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

765 sayılı TCK’da, aynı neviden fikri içtima ile farklı neviden fikri içtima tek madde halinde 79. madde de düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK’da bu iki hâl birbirinden ayrılarak, aynı neviden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin 2. fıkrasında, farklı neviden fikri içtima ise Kanun’un 44. maddesinde düzenlenmiştir.

5237 sayılı TCK’nın “Zincirleme Suç” başlıklı 43. maddesinin 2. fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle zincirleme suçtan farklı bir müessese olan aynı neviden fikri içtima düzenlenmiş, tek fiil (hareket) ile aynı suçun birden fazla kişiye karşı işlenmesi durumunda, hareketin sayısı nedeniyle, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın TCK’nın 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür.

TCK’nın 43. maddesinin 3. fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” hükmüne yer verilmek suretiyle, bu suçlarda zincirleme suç hükümleri ile aynı neviden fikri içtima kuralının uygulanmayacağı, dolayısıyla sayılan bu suçlarda, failin mağdur sayısınca ayrı ayrı cezalandırılacağı kabul edilmiştir.

Yine 5237 sayılı TCK’da yaptırıma bağlanan bazı suçlarda, özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmesi suretiyle, bu suçlarda ayrıca TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılamayacağı esası benimsenmiştir. Örneğin; TCK’nın 172. maddesinin 2. fıkrasında; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması hâlinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür.

Bu açıklamalara göre, aynı neviden fikri içtimanın şartlarını, hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması, tek fiille birden fazla aynı suçun işlenmiş olması, suç mağdurlarının farklı olması, işlenen suçun 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen suçlardan olmaması, suç tipinde özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmemesi şeklinde belirlemek mümkündür.

Farklı neviden fikri içtima ise 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde; “(1) İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.

Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.

5237 sayılı TCK’nın 44. maddesinde yer alan “bir fiil” ibaresi ve aynı Kanun’un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kast edilen hususun ne olduğunun açıklanması gerekmektedir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlal edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tekliği, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmayı ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. Örneğin, failin mağdura birden fazla yumruk vurması suretiyle yaralaması durumunda, failin birden fazla hareketi olmasına rağmen kastı bir kişiyi yaralamaya yönelik olduğundan ortada tek fiil ve neticesi itibarıyla tek suç vardır. Nitekim öğretide de benzer nitelikte görüşler ileri sürülmüştür. (Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, Ankara, 2016, s.492 vd., Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 462 vd., Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökçen - Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Bası, Ankara, 2013, s.653 vb.)

5237 sayılı TCK’nın genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartlarının bulunması hâlinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de, kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hâllerde bu kuralın uygulanması imkânı bulunmamaktadır. Nitekim, 5237 sayılı TCK’nın 212. maddesinde, sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.

5237 sayılı TCK’nın 44. maddesinin gerekçesinde ise; “Kişi, işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşumuna neden olabilir; ancak non bis in idem kuralı gereğince bu fiilden dolayı ancak bir defa cezalandırılabilir. Gerçekleştirdiği fiilin birden fazla farklı suçun oluşumuna neden olması durumunda, failin bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suç nedeniyle cezalandırılması yoluna gidilmelidir. Böylece, bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının önüne geçilmek amaçlanmıştır.

Bir suçun temel ve nitelikli şekillerinin dışındaki suçlar, fikri içtima uygulamasında farklı suç olarak kabul edilmelidir.

Gerek doktrinde gerek uygulamamızda, hedefte sapma durumunda da fikri içtima hükmünün uygulanması gerektiği konusundaki görüş hâkimdir. Bu nedenle, kanuni düzenlemede hedefte sapmanın şahısta yanılma ile birlikte değerlendirilmesinden vazgeçilmiştir. Örneğin bir kişiyi yaralamak için fırlatılan sopa, mağduru yaraladıktan sonra veya mağdura isabet etmeden vitrin camına çarparak kırılmasına neden olabilir. Bu durumda, sopa fırlatma fiiliyle hem tamamlanmış veya teşebbüs aşamasında kalmış kasten yaralama suçu hem de başkasının malına zarar verme suçu işlenmiş olmaktadır. Aynı şekilde, bir kişiyi öldürmek için ateşlenen silâhtan çıkan kurşun, mağdura isabet etmeden duvara çarpması nedeniyle sekerek bir başkasının ölümüne veya yaralanmasına neden olabilir. Bu durumda, hedeflenen kişi açısından kasten öldürme suçu teşebbüs aşamasında kalmıştır; ancak, sekme sonucunda ölümüne veya yaralanmasına neden olunan kişi açısından ise, taksirle öldürme veya taksirle yaralama suçu işlenmiş olmaktadır. Bu gibi durumlarda kişi işlediği bir fiille birden fazla farklı suçun oluşumuna neden olmaktadır ve bu suçlardan en ağır cezayı gerektireni ile cezalandırılmasıyla yetinilmelidir.” açıklamasına yer verilmiştir. Bu anlatımlara göre, farklı neviden fikri içtimanın şartları, hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması, tek fiille birden fazla farklı suçun işlenmiş olması, işlenen suçlarla ilgili kanunda açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının engellenmemiş olması şeklinde belirlenebilecektir.

Görüldüğü gibi; 5237 sayılı TCK’nın gerek 43. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen aynı neviden fikri içtima, gerekse 44. maddesinde hüküm altına alınan farklı neviden fikri içtimada hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla suçun işlenmesi söz konusudur. Bununla birlikte aynı neviden fikri içtimada suçların aynı olmasına karşın, farklı neviden fikri içtimada suçların farklı olacağı hususu iki düzenleme arasındaki ayrımı ortaya koymaktadır.

Bu bağlamda “aynı suç” ile “farklı suç” kavramlarının da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesinin gerekçesinde; “Bir suçun temel ve nitelikli şekilleri dışındaki suçlar, fikri içtima uygulamasında farklı suç olarak kabul edilmelidir” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. Buna göre, anılan maddede yer alan “farklı suç”tan kastedilen, bir suçun temel ve nitelikli şekilleri dışında kalan ve Türk Ceza Kanunu’nda ya da özel ceza kanunlarında yer alan, yani ceza hukuku mevzuatındaki diğer suç hükümleridir. Bunun yanında, bir suçun basit hâli ile nitelikli hâli ya da unsurları aynı olan suçlar aynı suç sayılacağı gibi, bir suçun teşebbüs hâlinde kalması ile tamamlanması veya olası kastla işlenmesi ile doğrudan kastla işlenmesi hâllerinde de aynı suç söz konusu olacaktır.

Uyuşmazlık konusu ile bağlantılı olarak, TCK’nın “Hayata Karşı Suçlar” bölümünde 81 ve 82. maddelerinde hüküm altına alınan “kasten öldürme” ve “nitelikli kasten öldürme” suçları ile “Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar” bölümünde 86 ve 87. maddelerinde düzenlenen “kasten yaralama” ve “neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” suçlarının farklı suçlar olduğu rahatlıkla söylenebilecektir. Diğer yandan, TCK’nın 43. maddesinin 3. fıkrasındaki; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” hükmüyle, bu suçlarda zincirleme suç hükümleri ile aynı neviden fikri içtima kuralının uygulanmayacağı, dolayısıyla sayılan bu suçlarda, failin mağdur sayısınca ayrı ayrı cezalandırılacağı kabul edilmişken benzer bir istisna hükmüne TCK’nın 44. maddesindeki farklı neviden fikri içtima düzenlemesinde yer verilmemiştir. Buna göre TCK’nın 43/3. maddesinde sayılan suçlar aynı fiille birden çok kişiye karşı işlendiği takdirde gerçek içtima kuralı uygulanacak, her bir suçtan dolayı fail ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Fakat söz konusu istisnaya Kanun’un 44. maddesinde yer verilmediğinden, aynı fiille 43. maddenin 3. fıkrasında sayılan suçlarla birlikte başka bir suçun işlenmesi hâlinde, farklı neviden fikri içtima hükümleri gereğince en ağır suçtan ceza verilecektir. Diğer bir deyişle, hukuki anlamda tek bir fiille bir kişinin kasten öldürülmesi yanında, başka bir suçun da işlendiği durumlarda, öncelikle ikinci suçun nitelendirilmesi yapılacak, ikinci suçun da kasten öldürme suçu olduğunun saptanması hâlinde aynı neviden fikri içtima hükümleri değil TCK’nın 43/3. maddesi göz önüne alınarak gerçek içtima kuralları uygulanacak, ikinci suçun kasten öldürme suçundan farklı bir suç olduğunun belirlenmesi hâlinde ise 44. maddede düzenlenen farklı neviden fikri içtima kuralı uyarınca sadece cezası en ağır olan suçtan ceza verilmesi ile yetinilecektir.

Öğretide kimi yazarlarca, TCK’nın 43. maddesinin 3. fıkrası hükmü ile aynı Kanun’un 44. maddesi hükmünün kasten yaralama ve kasten öldürme suçları ile ilgili olarak çelişkili uygulamalara yol açtığı, Kanun’un mevcut hâliyle yol açtığı iddia edilen bu çelişkinin, bir fiil ile birden fazla kişiye karşı kasten yaralama ve kasten öldürme neticelerinin meydana geldiği durumda da gerçek içtima hükümlerinin uygulanması suretiyle giderilebileceği, soruna yol açan uygulamanın, Kanun’a bir hüküm ilavesine gerek olmaksızın içtihatla çözümlenebileceği savunulmuştur.

Bu aşamada “Suçta ve cezada kanunîlik” ilkesinin üzerinde durulması gerekmektedir.

Latince “Nullum crimen sine lege” ve “Nulla poena sine lege” olarak ifade edilen kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi hukukun egemen olduğu tüm demokratik ülkelerce kabul edilmiş ve yasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38. maddesinde de, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” şeklinde düzenlenen suçta ve cezada kanunilik ilkesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. maddesinde “Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

5237 sayılı TCK’nın 2. maddesinde de;

“(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.

(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.

(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” hükmü ile belirtilen ilkeye yer verilmiştir.

Aynı Kanun’un “Cezanın belirlenmesi” başlıklı 61. maddesinin 10. fıkrasında ise; “Kanunda açıkça yazılmış olmadıkça cezalar ne artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir.” hükmü getirilmiştir.

Ceza hukukunun temel ilkelerinden birini oluşturan suçta ve cezada kanunîlik ilkesi uyarınca, hangi fiillerin suç teşkil ettiğinin ve bu fiillere uygulanacak yaptırımların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi gerekmektedir. Bireylerin yasak fiilleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle, temel hak ve özgürlüklerinin korunmasının güvence altına alınması amaçlanmaktadır. Ceza veya güvenlik tedbiri yaptırımı uygulanabilmesi için fiili kanunun “açıkça” suç sayması gerektiğinden, suç ve cezaların şekli bakımdan kanunla düzenlenmesi yeterli olmayıp, içerik bakımından da belirli amacı gerçekleştirmeye elverişli olmaları gerekir. Ceza hukukunda “belirlilik” ilkesi olarak tanımlanan ilkeye göre, suç ve ceza içeren kanun maddesinde hangi davranışların suçu oluşturduğunun açık ve anlaşılır bir biçimde tarif edilmesi, sınırlarının belli olması ve suç için uygulanacak ceza ile güvenlik tedbirlerinin gösterilmesi gerekmektedir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya, hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hem Anayasal hem de yasal düzeyde yapılan bu düzenlemelere göre suç ve cezanın kaynağı ancak kanun olabilir. Anayasa’nın 7. maddesi gereğince yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu gözetildiğinde, kanunda suç olarak düzenlenmemiş fiillerin, kanunla suç olarak düzenlenmiş fiillerle benzerliği dolayısıyla ve kıyas yoluyla suç sayılıp yaptırıma bağlanması kabul edilemez. Çünkü kıyas bu yönüyle kanunilik ilkesinin ihlalidir. Kanunda düzenlenen belli bir duruma benzeyen bir durum sonuçta kanunda düzenlenmemiş demektir. Bir yargısal faaliyet şeklinde ortaya çıkan kıyas bir yasama faaliyeti olan kanunun tekelciliğini bu bakımdan ihlal etmektedir.

Roma Hukukunda kaynağını bulan Latince “Singularia non sunt extenda” olarak ifade edilen “istisnalar geniş yorumlanamaz” ilkesi paralelinde ceza kanunlarının veya diğer kanunların, genel kurallara istisna oluşturan hükümlerinin, öngörüldükleri süre ve olaylar dışında uygulanamayacakları kabul edilmiştir. Kıyas veya genişletici yorum yoluyla, hakkında düzenleme olmayan bir ceza hukuku konusunda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı başta olmak üzere, kişi hak ve hürriyetlerinin aleyhine uygulama geliştirilemez. Diğer yandan tek atışla bir kişinin ölümüne bir ya da birkaç kişinin ise ağır şekilde yaralanmasına neden olan bir sanığın sadece öldürme suçundan cezalandırılıp sonuçları ne kadar ağır da olsa yaralama suçundan cezalandırılmaması bu bağlamda TCK’nın 44. maddesinin mevcut hâliyle ceza adaleti yönünden sakıncalı durumlara yol açtığı savunulabilirse de; hâkimler kanuna göre adalet dağıtırlar, kendilerine göre adalet dağıtamazlar. Hâkim kanunu beğendiği veya adil bulduğu için değil, içinde bulunduğu ceza hukuku düzeninde var olan çıkar çatışmalarını ve dolayısıyla irade uyuşmazlıklarını çözmek üzere usulüne uygun olarak konulmuş ve yürürlükte olan beşeri davranış kuralı olan ceza normunu, salt bu niteliğinden dolayı yani usulüne uygun olarak konulmuş “Kanun” olma niteliğinden dolayı uygulamak zorundadır. Bu norm adalet duygusunu incitse bile hâkim kanunu uygulamaktan kaçınamaz zira kanun emreder, tartışmaz. (Lex iubeat, non disputet.) Babasının parasını çalan, oğlu için yalan tanıklıkta bulunan, kendi işlediği suçun kanıtlarını yok eden, suç işleyen kardeşini kaçıran sanıkların eylemlerinin ahlaki olup olmadığı tartışma konusu yapılabilse de, 5237 sayılı TCK’nın sırasıyla 167/1-b, 273/1-a, 281/1 ve 283/3. maddelerine göre bu suçların faillerine ceza verilemeyecektir. Bu bağlamda “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklindeki açık Kanun hükmü ve hâkimin usulüne uygun olarak konulmuş, yürürlükte olan kanunu uygulamak zorunluluğu, kanunlar amaçlarına uygun olarak yorumlanmalıdır (Benignus leges interpretandae sunt, quo voluntas earum conservetur.) ilkesi ile birlikte değerlendirildiğinde bu yöndeki düşüncelere katılmak mümkün olamamaktadır.

Neticeyi, suçun kanuni tanımında yer alan bir unsur kabul ederek, “Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır” ilkesi esas alınarak hazırlanan 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesi ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun tek atışla hem öldürme hem de yaralama suçlarına yol açılan durumlarda TCK’nın

  1. maddesindeki düzenleme uyarınca meydana gelen suçlardan en ağırından ceza verilmesi gerektiğine ilişkin kararlarında istikrar bulunmaktadır. Neticeyi fiilin içinde değerlendiren 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde oluşturulan içtihatların, 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesi ile geçerliliği kalmamıştır. Keza önceki TCK ile ilgili açıklamaların da gözetilmesi mümkün değildir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 03.12.2013 tarih ve 1569-575 sayı ile; katılana öldürme kastıyla bir el ateş eden sanığın, araya giren mağduru olası kastla yaraladığı olayda, 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesi gereğince fikri içtima şartlarının oluştuğuna, bu nedenle, sanığın hem katılana yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüsten, hem de mağdura yönelik olası kastla yaralama suçlarından mahkûmiyetine ilişkin Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmiş, aynı şekilde 18.10.2018 tarih ve 158-444 sayı ile; av tüfeğiyle bir el ateş eden sanığın, öldürmeyi kastettiği kişi dışında aynı atışla bir başkasını yaraladığı olayda, 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesi gereğince fikri içtima şartlarının oluştuğuna, sanık hakkında meydana gelen suçların en ağırı olan kasten öldürme suçuna teşebbüsten ceza verilmesi gerektiğine, bunun dışında katılana yönelik olası kastla yaralama suçundan ayrıca mahkûmiyet hükmü kurulmasında isabet bulunmadığına hükmedilmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesi ile istikrar kazanan bu kararlarıyla Ceza Genel Kurulunun 10.12.2013 tarihli ve 1572-600 sayılı kararının çeliştiği iddiasına gelince; kardeşini öldürmek amacıyla av tüfeği ile değil tabanca ile iki el ateş eden sanığın, kardeşi yerine kardeşinin yanında bulunan yengesinin olası kastla yaralanmasına neden olduğu somut olayda, sanığın birden çok kez ateş etmesi ve bu atışlardan sadece birinin hedef dışındaki kişiye isabet etmesi, diğer atışın müstakilen hedefteki kişiye isabet ettirmek amacıyla yapılması, iki ayrı ihlal arasında kısa da olsa bir zaman aralığı bulunması, buna göre failin eyleminin hukuki anlamda tek fiil sayılmasının mümkün olmaması, böylece TCK’nın 44. maddesinin uygulanma şartlarının oluşmadığına karar verilmesi, yerinde olup çelişkiden söz edilmesi doğru değildir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın hem R.’yi hem de P.’yi öldürme kastıyla hareket ederek av tüfeği ile tek atış yapması durumunda, sanığın eylemi aynı neviden içtimanın düzenlendiği TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalacak ve aynı Kanun maddesinin üçüncü fıkrasında belirlenen istisna nedeniyle de sanığın hem R.’i hem de P.’yi öldürmeye teşebbüs suçlarından ayrı ayrı cezalandırılmasına karar verilmesi gerekecek idiyse de, bir numaralı uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gelişen olayda; sanığın sadece R.’yi öldürme kastıyla hareket ederek tek atış yaptığı av tüfeğinden çıkan saçma tanelerinin isabet etmesiyle yaralanan mağdur P.’ye yönelik eylemini olası kastla gerçekleştirdiği kabul edildiğinden, sanığın av tüfeği ile inceleme dışı davanın katılanı R.’yi öldürme amacıyla ona doğru bir kez ateş etme eyleminin hukuki anlamda tek fiil sayılması gerektiği ve bu suretle tek olan eylem sonunda hem R.’ye karşı kasten öldürme suçuna teşebbüsün, hem de katılan P.’ye yönelik olası kastla yaralama suçunun meydana geldiği sonucuna ulaşılmakla birlikte TCK’nın 43. maddesinin 3. fıkrasındaki; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” hükmü gereğince zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima kurallarının kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından uygulanamayacak olması, dolayısıyla sayılan bu suçlarda, failin mağdur sayısınca ayrı ayrı cezalandırılacağına ilişkin istisnaya farklı neviden fikri içtima hükmünün düzenlendiği TCK’nın 44. maddesinde yer verilmemiş olması, kıyas veya genişletici yorum yoluyla hakkında düzenleme olmayan ceza hukukuna ilişkin bir konuda kişi hak ve hürriyetlerinin aleyhine uygulama geliştirilemeyeceği yönündeki evrensel hukuk ilkeleri ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış uygulamaları ile birlikte değerlendirildiğinde, bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesinin uygulanması ve buna bağlı olarak meydana gelen suçlardan en ağırı olan inceleme dışı davanın katılanı R.’ye yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüsten ceza verilmesi ile yetinilmesi gerektiği hâlde bunun dışında ayrıca katılan P.’ye yönelik olası kastla yaralama suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması isabetli değildir.


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2018/243

  • TCK 44
  • Aynı anda 6136 sayılı yasaya aykırı tabanca ve bıçak bulundurma halinde, sanığın, TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima hükümleri uyarınca en ağır cezayı gerektiren 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesine göre alt sınırdan uzaklaşılarak cezalandırılması gerekir.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşması için “farklı neviden fikri içtima” kavramına değinmekte fayda bulunmaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde dile getirilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

765 sayılı TCK’nda, aynı neviden fikri içtima ile farklı neviden fikri içtima tek madde hâlinde ve Kanun’un 79. maddesinde düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK’nda bu iki hâl birbirinden ayrılarak, aynı neviden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin 2. fıkrasında, farklı nev’iden fikri içtima ise Kanun’un 44. maddesinde düzenlenmiştir.

Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.

Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.

Bu bağlamda tek fiil veya bir fiilden ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki manada hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tek olması, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliği ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar, suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki tek bir fiili oluşturmaktadır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2016, s. 492)

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık M.İ.’nin 22.01.2009 tarihinde işlediği kasten öldürme suçunun yanında bu suçta kullandığı ruhsatsız ateşli silah nedeniyle 04.03.2009 tarihli iddianame ile 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçundan da cezalandırılmasının talep edildiği, mahkemece sanığın kasten öldürme ve 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçlarından cezalandırılmasına karar verilerek sanığın aynı gün üzerinde ele geçirilen ve emanete alınan bıçakla ilgili gereğinin yerine getirilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğu, yapılan soruşturmada söz konusu bıçağın 6136 sayılı Kanun’un 4. maddesi kapsamında yasak niteliği haiz olduğunun tespit edilmesi üzerine, sanık hakkında 21.01.2013 tarihli iddianameyle yasak bıçak taşımak suçundan sulh ceza mahkemesine ayrı bir dava daha açıldığı, sanık hakkında ruhsatsız ateşli silah taşımak suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün ise Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleştiği anlaşılmaktadır. Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre, bir adet ruhsatsız tabanca ve bir adet yasak bıçak ele geçirilmesi hâlinde, TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı uyarınca en ağır cezayı gerektiren fiilden hüküm kurulmalı, buna göre de sadece 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesinde tanımlanan ruhsatsız tabanca taşımak suçundan dolayı ele geçirilen bıçak da dikkate alınarak alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle ceza tayin edilmelidir.

Bu durumda, kasten öldürme suçunu işleyen sanığın aynı gün üzerinde taşıdığı tabanca ve bıçakla ilgili olarak, İ. Cumhuriyet Başsavcılığınca rapor aldırılıp 6136 sayılı Kanun’a göre yasak niteliği haiz olduklarının anlaşılması durumunda, hukuki anlamda tek bir fiille 6136 sayılı Kanun’un 13/1 ve 15/1. maddelerini ihlal eden sanık hakkında, TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima hükümleri uyarınca en ağır cezayı gerektiren 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesine göre cezalandırılması ve tabanca ile bıçağın müsaderesine karar verilmesi istemiyle kamu davası açılması; bunun mümkün olmaması durumunda, kasten öldürme ve ruhsatsız tabanca taşımak suçlarından yargılama yapan mahkemece, emanette bulunan bıçakla ilgili rapor aldırılıp ayrı bir iddianame ile dava açılması sağlandıktan sonra, her iki kamu davasının birleştirilerek TCK’nın 44. maddesi delaletiyle sanığın en ağır cezayı gerektiren 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi uyarınca alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle cezalandırılması gerektiği hâlde; ruhsatsız silah taşımak suçundan verilen ve Özel Dairece onanarak kesinleşen ilk hükme yönelik aleyhe temyiz olmadığı da gözetildiğinde, hukuksal anlamda tek olan fiil nedeniyle sanık hakkında ayrı ayrı kamu davaları açılarak sanığın ayrı ayrı cezalandırılmasında isabet bulunmamaktadır.


YARGITAY 13. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/17375 Karar : 2017/10057 Tarih : 4.10.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima nedir?

Yeni Türk Ceza Adalet Sistemine göre, Kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza`` kuralı geçerli olup, bu kuralın 3 istisnası mevcuttur.

Bunlar;

1- Bileşik Suç: TCK`nın 42. maddesine göre, biri diğerinin unsurunu veya nitelikli hâlini oluşturması dolayısıyla tek fiil sayılan suça bileşik suç denir. Bu tür suçlarda içtima hükümleri uygulanmaz. Örneğin; yağma suçunda, hırsızlık ve tehdit ve/veya yaralama suçları bütünleşerek bağımsız suç olma niteliklerini yitirmiş ve yağma suçunun birer unsuru haline gelmiştir.

2- Zincirleme suç: TCK`nın 43/1. maddesine göre, “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi halinde, faile tek ceza verilir. Ancak; bu ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır.”

Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, mutlaka, bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda aynı suçun aynı mağdura birden fazla işlenmesi gereklidir. Örneğin; sabah konuttan para, anahtar vs. çalınması ve aynı günün akşamı da, çalınan bu araç anahtarıyla konutun önünde park halinde bulunan aynı mağdura ait aracın çalınması halinde zincirleme suçun varlığı kabul edilebilir.

3- Fikri İçtima:

a) Aynı neviden fikri içtima;

TCK`nın 43/2. maddesine göre, aynı neviden fikri içtima kuralının uygulanabilmesi için; aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi gerekir. Bu durumda faile tek bir ceza verilir. Ancak; bu ceza zincirleme suç hükümlerine göre artırılır.

Kanunun gerekçesinden örnek vermek gerekirse; “… bir sözle birden fazla kişiye sövülmüş olması durumunda, her bir mağdur bakımından ayrı sövme suçları değil, bir sövme suçu oluşur. Ancak, bu durumda suçun cezası birinci fıkrada belirtilen oranlarda artırılır.”

TCK`nın 43. maddesinin 3. fıkrasına göre, 1 ve 2. fıkra hükümleri kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında uygulanmaz. Yâni, hırsızlık suçunda koşulları varsa, zincirleme suç veya aynı neviden fikri içtima hükmü uygulanabilir.

b) Farklı neviden fikri içtima;

TCK`nın 44. maddesine göre, “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” Örneğin; fail, bıçağı kalbine saplayarak maktülü öldürürken, onun gömleğini de kesmiştir, yâni bir fiille hem insan öldürme hem de, mala zarar verme suçunu işlemiştir. Bu durumda fail, yalnızca cezası daha ağır olan insan öldürme suçundan sorumlu olacaktır.

765 sayılı TCK’nın sisteminde; aynı neviden fikri içtima hükümleri yâni, TCK`nın 43/2. maddesinin karşılığı yoktur.

Hırsızlık suçu, TCK`nın 43/son fıkrasında sayılan istisnalardan olmadığı için, aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanabileceği başlıca suçlardandır ve mağdur sayısınca hırsızlık suçunun oluşacağı görüşü de 765 sayılı TCK dönemine ait bir görüştür.

Aynı neviden fikri içtimanın, fikri içtimanın bir türü olmasına rağmen, TCK’nın 43. maddesinde düzenlenmesi yerine, Kanunda fikri içtimanın düzenlendiği TCK`nın 44. maddesine 2. fıkra olarak eklenmemesi; Kanun koyucunun, farklı neviden içtimadan ayrı olarak cezada bir miktar artırım yapılmasını, suç ve ceza siyaseti açısından daha uygun görmesinden ve/veya zincirleme suçta olduğu gibi aynı neviden fikri içtimada da bazı suçların istisna kapsamında kalmasını istemiş olmasından kaynaklanabilir.

Kanuna göre; hırsızlık suçu birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmişse, gerçek içtima hükümleri yerine, TCK’nın 43/2. maddesinde düzenlenen aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması gerekir. 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesini ve özellikle 2 fıkrada düzenlenen aynı neviden fikri içtima hükümleri, 5237 sayılı TCK`nın hazırlanmasında esas alınan üç temel ilkeden biri olan Hümanizm İlkesi ile 3. maddede düzenlenen Suç ve Cezada Orantılılık İlkesi ışığında yorumlanmalıdır.

Fiilin tekliği ya da çokluğu sorunu:

Yeni suç teorisine göre (1) fiil; tıpkı (2) netice, (3) nedensellik bağı, (4) konu, (5) fail ve (6) mağdur gibi suçun maddi unsurlarından birisi olup, iradi insan davranışıdır.

Hırsızlık suçunun fiili unsuru;

Suçun temel şeklinde fiil, … başkasına ait taşınır bir malı … bulunduğu yerden alma`dır.

TCK`nın 141. maddesinin gerekçesine göre de, “Almak fiilinden maksat, suçun konusunu oluşturan mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesi, mağdurun suç konusu eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle gelmesidir. Bu tasarruf olanağı ortadan kaldırılınca suç da tamamlanır.”

Fiilin doğal anlamda tekliği ile hukuki teklik kavramları farklıdır.

Dar bir yorumla, değişik zamanlarda işlendiği kabul edilebilecek fiillerin birden fazla olması, her zaman hukuken de birden fazla fiilin ve dolayısıyla birden fazla suçun varlığını kabul etmemizi gerektirmez.

765 sayılı TCK’nın 80. maddesinde “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ibaresinin yer almasına karşılık, 5237 sayılı TCK`nın 43/1. maddesinde “değişik zamanlarda” ibâresine yer verilmesini de dikkate aldığımızda; yeni dönemde “geniş yorum”un kabul edildiğini, fiilin doğal olarak tekliği ile hukuki teklik kavramlarının aynı olmadığını, aralarında hukuki ve fiili kesinti olmayan, her biri tek başına da suç teşkil edebilen hareketlerin kısa süre içinde tekrarlanması halinde, bu hareketlerin bir bütün olarak tek bir fiil olarak kabul edilmesi gerekir.

Fiilin tekliği kavramı ile hareketin tekliği kavramları da aynı değildir. Kasten yaralama suçunda, kısa aralıklarla yapılan silah atışı ya da atılan yumruk sayısı birden fazla diye, atış ya da darbe sayısı kadar fiilin ve kasten yaralama suçunun varlığını veya cinsel saldırı suçunda duhûl sayısı kadar fiil ve suçun varlığını kabule imkan yoktur. Hırsızlık suçu ile ilgili olarak bir örnek vermek gerekirse; fail, üç ortağa ait olan (bunu fail de biliyor olsun …) markete girip içeriden, 15 kg. çay, 20 kg. şeker, 50 kg. yağ, 50 kg. tuz, 70 koli deterjan, kasadan para, masanın üzerindeki cep telefonu ve saireyi aynı zamanda almış olsun. Bu örnekte çok sayıda alma fiili olmasına rağmen bunların hukuken tek bir fiil ve tek bir hırsızlık suçunu oluşturduğunda kuşku bulunmasa gerekir.

Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bu düşüncelerden hareketle, 02.10.2007 günlü, 2007/6-195 esas ve 2007/197 karar sayılı kararında, “fiilin tekliği” konusunda geniş yorumu benimsenmek suretiyle, “yakınanın evinden para ve bir kısım eşya ile birlikte alınan otomobil anahtarıyla evin otoparkında bulunan aracın çalınmasının tek bir hırsızlık suçunu oluşturacağı”nı kabul etmiştir. YCGK, 21.05.2013 günlü, 2012/1543 esas ve 2013/257 karar sayılı kararında; “gündüzleyin bina içinden mağdura ait cep telefonu ve araç anahtarının çalınması, aynı günün gecesinde de; gündüz çalınan anahtarla mağdurun otomobilinin çalınmaya teşebbüs edilmesi suçlarını” fiiller arasında zaman bakımından aralık(fiili kesinti) bulunması nedeniyle zincirleme suçun varlığını kabul etmiştir.

YCGK, 08.06.2010 günlü, 11/98–143 esas ve karar sayılı kararında ise; “Kanunda “aynı zaman” ve “değişik zaman” kavramları konusunda açıklık bulunmadığından, bu hususun her somut olayın özelliği göz önüne alınarak değerlendirilmesi ve eylemin değişik zamanlarda işlenip işlenmediğinin belirlenmesi, bu bağlamda, aynı zaman kavramının dar yorumlanmayarak, çok kısa zaman aralıklarının da aynı zaman dilimi olarak kabul edilmesi” gerektiğini açıkça vurgulamıştır.

Tıpkı hırsızlık suçu gibi malvarlığına karşı işlenen suçlardan olan dolandırıcılık suçuna ilişkin olarak YCGK, 16.04.2013 günlü, 2012/15-1407 esas ve 2013/140 karar sayılı kararında; “sanığın eyleminin 12.000 liralık bir araç satışına özgülenmesi nedeniyle, mağdura değişik tarihlerde birden fazla havale yaptırmak suretiyle” ve 13.03.2012 günlü, 2012/15-488 esas ve 2012/97 karar sayılı kararında ise; “sanığın, kendisinin olmayan arsayı hileyle satarak(!) mağdurdan önce 5.000 lira, birkaç gün sonra da kardeşi öldüğü için tapuda devri sonradan vermek bahanesiyle 20.000 lira daha alması” eylemleri tek fiil ve tek suç olarak kabul edilmiştir.

Aynı şekilde; yağma suçuna ilişkin olarak YCGK’nın 07.02.2012 günlü, 2011/6-332 esas ve 2012/21 karar sayılı kararında; “iş görüşmesi bahanesiyle iki mağduru ıssız bir yere götürüp darp ettikten sonra, önce kadın bulmalarını istediği, daha sonra mağdurlardan birini rehin tutup diğerini 1.000 lira getirmesi için tehdit ettiği, köye giden mağdurun bir miktar nakit para ve çeyrek altın bulup sanığa verdiği, 500 lirayı daha cuma gününe kadar getireceksin` diyerek rehin tuttuğu mağduru salıvermesi” eyleminde, sanığın iradesinin baştan itibaren mağdurdan belli bir miktar para almaya özgülenmiş olması gerekçesiyle, eylemde birden fazla mağdur ve fiil olmasına rağmen, tek bir fiil ve tek bir suçun varlığı kabul edilmiştir.

Dairemizin, oy çokluğuyla verdiği 16.01.2012 gün ve 2011/31869 esas ve 2012/778 karar sayılı kararında ise; “üç ayrı vakitte (… aynı gün ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde), üç ayrı camiiden olmak üzere, toplam 25 çift ayakkabı çalınması olayında, mağdur sayısınca (25 ayrı) suç değil; her bir camiiden gerçekleştirilen birden fazla mağdura ait ayakkabı çalınması fiili ayrı birer hırsızlık suçu kabul edilip, bu fiillerin mağdurları birden fazla olduğu için, aynı neviden fikri içtima hükümleri uygulanmak suretiyle üç ayrı camiden üç ayrı hırsızlık suçunun varlığı” kabul edilmiştir. Karara konu olayda, gerçek içtima yâni mağdur sayısınca fiil ve hırsızlık suçunun oluştuğu görüşünün kabulü hâlinde failin, çaldığı 25 çift ayakkabı nedeniyle, en az 25 yıl 200 ay yâni yaklaşık 41 yıl 7 ay ceza alması gerekecektir.

Fiilin tekliği ve çokluğu kavramları ile TCK`nın 43. maddesiyle yapılan düzenleme konularında doktrinde de büyük ölçüde yukarıda özetlenen Yargıtay kararlarındakine benzer görüşler dile getirilmiştir.

Nitekim Prof. Dr. İ. ÖZGENÇ; “… failin hırsızlık suçunun konusunu oluşturan her bir eşyanın mülkiyetinin farklı kişilere ait olmasına rağmen, bu eşya üzerinde bir kişi zilyed olabilir. Mülkiyeti farklı kişilere ait olan eşya üzerinde emanetçi konumunda bir kişi zilyeddir. Emanetçi ambarında bulunan mülkiyeti farklı kişilere ait eşyaların çalınması halinde, suçun mağduru, bu eşyalar üzerinde meşru zilyed konumundaki emanetçidir. Farklı kişilere ait olan eşyayı nakletmekte olan bir kamyoncu, bu eşya üzerinde meşru zilyeddir. Kamyondan bu eşyaların çalınması halinde, mağdur, zilyed konumundaki kamyon şoförüdür. Bu itibarla, söz konusu örnek olaylarda bir hırsızlık suçunun işlendiğini kabul etmek gerekir.

Aynı şekilde eşya, üzerindeki hakimiyet bir başkasına tevdi edilmeden, mülkiyet veya zilyetlik devri olmaksızın, korumasız bir şekilde, hırsızlığa karşı herhangi bir tedbir almaksızın bir yerde bırakılmış olabilir. Örneğin yaygın bir uygulama olarak camilerde ibadet sırasında, kişiler ayakkabılarını herhangi bir koruma olmadan ayakkabılığa bırakırlar. Bu durumda olan eşya çalındığı takdirde, bunların mülkiyeti farklı kişilere ait olsa bile, kanaatimizce bir hırsızlık suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Başka bir ifadeyle, bu gibi durumlarda, çalınan eşyanın mülkiyetinin farklı kişilere ait olduğu göz önünde bulundurularak, eşyası çalınan kişi sayısınca hırsızlık suçunun işlendiği sonucuna varılmamalıdır.

Geceleyin bir konuta girmek suretiyle işlenen hırsızlık suçunda suçun konusunu oluşturan eşyalardan bir kısmının bayan ziynet eşyası, bir kısmının ise, ceket cebinden alınan cüzdan ile içindeki para ve çeklerden ibaret olması halinde; suçun konusunu oluşturan ziynet eşyalarının bir hanımefendiye, cüzdan ile içindeki para ve çeklerin ise bir beyefendiye ait olduğu ve dolayısıyla, birden fazla kişiye karşı hırsızlık suçunun işlendiği düşünülebilir.

Ancak, bu gibi durumlarda, bir hırsızlık suçunun işlendiğinin kabulü gerekir; TCK’nın 43. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları hükümlerinin uygulanma kabiliyeti bulunmamaktadır.

Bu açıklamalardan çıkan sonuca göre;

Bir konuta girerek işlenen hırsızlık suçu örneğinde, konut içinde bulunan eşyalar üzerinde konutta bulunan bütün kişiler (aile bireyi olsun veya olmasın) müşterek zilyed konumunda olduğu için, bir hırsızlık suçunun işlendiğini kabul etmek gerekir. Başka bir deyişle, bu gibi durumlarda, birden fazla kişinin mağdur edildiği düşüncesinden hareketle, mağdur sayısınca suçun oluştuğunu ve dolayısıyla, gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerektiği sonucuna varılamaz ve keza; bir fiille aynı suçun birden fazla kişiye karşı işlendiği düşüncesiyle TCK’nın 43. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları hükümleri gereğince hırsızlık suçundan dolayı verilmesi gereken cezanın artırılması yoluna gidilemez.” (Prof. Dr. İ. Özgenç; Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler, 11. Bası, sahife; 587-588)

Hırsızlık suçunun tek fiille birden fazla mağdura karşı işlendiği hallerde, müşterek zilyetlik söz konusu ise artık, aynı neviden fikri içtima hükümlerinin de uygulanamaz.

Aynı şekilde, Prof. E. ARTUK, Prof. A. GÖKCEN ve Prof. C. YENİDÜNYA’da, Yargıtay CGK’nın 11.06.2013 gün ve 13/303-296 esas ve karar sayılı içtihadına konu olayda; sanığın, mağdur işçilerin soyunma odası olarak kullandığı kabinin içinde askılarda bulunan beş ayrı mağdura ait pantolon cebinden, aynı zamanda cep telefonu ve paralarını çalması olayında, TCK`nın 43/2 maddesinin uygulanması gerektiğini savunan azınlık görüşünün daha doğru olduğunu belirtmişlerdir. (Ceza Hukuku – Genel Hükümler, 9. bası, sahife; 715)

Somut olayda;

Sanıklar ile suça sürüklenen çocuğun ev arkadaşı olan müştekilerin birlikte yaşadıkları evden müştekilere ait laptopları, kol saatini, MP3 player cihazını çalmaları şeklinde gerçekleşen eylemde, sanıkların ve suça sürüklenen çocuğun çalmış oldukları eşyaların farklı kişilere ait olduğunu bilebilecek durumda olmadıkları, suça konu yerin konut olması sebebiyle eşyaların farklı kişilere ait olduğunu bilseler dahi, ortak hakimiyet ve müşterek zilyetlik kuralı gereği sanıklar ile suça sürüklenen çocuk hakkında tek bir hırsızlık suçundan hüküm kurulması gerekirken hatalı nitelendirme ile aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilip, 5237 sayılı TCK`nın 43/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması,

3- Sanıklar hakkında Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 günlü, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı, 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete`de yayınlanan kısmi iptal kararı uyarınca, 5237 Sayılı TCK 53. madde 1. fıkra b. bendinde düzenlenen “seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına” hükmünün iptal edilmesi nedeniyle uygulanamayacağının gözetilmesi zorunluluğu,

SONUÇ:

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk …, sanık … müdafii ve sanık … müdafii, sanık … müdafii ile sanıklar … ile …`ün temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin açıklanan nedenle kısmen isteme uygun olarak ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/10368 Karar : 2018/4465 Tarih : 18.10.2018

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdani kanının dosya içerisindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipinin doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Sanığın bahçesinde yapılan aramada; bahçe içerisinde ekili halde 350 kök kenevir bitkisi ile bahçede 8100 gram ve evinde 2950 gram kubar esrar ele geçirilmesi nedeniyle, sanığın yargılamaya konu fiillerinin satmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurma suçuyla birlikte esrar elde etmek için kenevir ekme suçlarını oluşturduğu ve her iki suçtan mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, olayda uygulama yeri bulunmayan TCK’nın 44. maddesine dayanılarak yalnızca uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkumiyet kararı verilmesi,

Kanuna aykırı, sanığın ve Cumhuriyet Savcısı’nın temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan CMUK`nın 321. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA,18/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/3600 Karar : 2018/8523 Tarih : 9.07.2018

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Gereği görüşülüp düşünüldü:

1- Sanık hakkında 6136 sayılı yasaya muhalefet ve kasten yaralama suçlarından kurulan hükümlere yönelik yapılan incelemede;

Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanığın bir sebebe dayanmayan ve yerinde görülmeyen temyiz itirazının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,

2- Sanık hakkında genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak suçundan kurulan hükme yönelik yapılan incelemede;

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 44/1. maddesinde yer alan “(1) İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklindeki hüküm dikkate alındığında,

Sanığın silahla ateş ederek mağduru basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde olası kastla yaralaması şeklindeki eyleminde; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 44/1. maddesinde yer alan “(1) İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklindeki hüküm dikkate alındığında, en ağır cezayı gerektiren olası kastla yaralama suçundan hüküm kurulduğu halde ayrıca genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan da mahkumiyet hükmü kurulması,

Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 09.07.2018 günü oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/19660 Karar : 2018/6425 Tarih : 17.05.2018

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Soruşturma aşamasında beyanları alınan, ancak kovuşturma aşamasında dinlenmeyen müşteki ve tanık…‘den olay günü suça sürüklenen çocuğa müşteriye malzeme götürüp parasını tahsil etmesi hususunda yetki verilip verilmediği, tahsilat yapılıp parasının getirilip getirilmediği, motosikletin anahtarının bulunduğu kasanın yanındaki anahtarı alması hususunda kendisine izin verilip verilmediği, ayrıca kasada bulunan paranın da suça sürüklenen çocuğun gözetimine bırakılıp bırakılmadığı hususlarının ayrıntılı olarak sorulup, açıklığa kavuştuktan sonra suça sürüklenen çocuğun eyleminin TCK’nın 44.maddesi gözönüne alınarak TCK’nın 155/2.maddesinde öngörülen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma veya TCK’nın 142/1-b ve 142/2-d maddelerinde öngörülen hırsızlık suçunu oluşturup oluşturmadığı belirlenerek hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk ve müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan,hükmün açıklanan sebepten dolayı istem gibi BOZULMASINA, bozma sonrası kurulacak hükümde 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin ceza miktarı açısından gözetilmesine, 17/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/2802 Karar : 2018/360 Tarih : 6.02.2018

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

1-Mahkemenin sanığın 26.05.2016 tarihinde … kod adlı terör örgütü mensubunun cenazesine katılarak elinde YPG terör örgütünün sözde bayrağı tabir edilen bez parçası ile yürümek şeklindeki eyleminin 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinde düzenlenen propaganda suçunu ve ayrıca 2911 sayılı Kanunun 33/1-b maddesinde düzenlenen suçu da oluşturduğu ve TCK’nın 44. maddesi gereğince ağır cezayı içeren 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinin uygulanabileceği cihetle 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinde düzenlenen propaganda suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar verdikten sonra, 2911 sayılı Kanunun 33/1-b maddesini TCK’nın 314/2. maddesinin oluşumuna dayanak alarak TCK’nın 314/3, 220/6 delaletiyle 314/2. maddesi gereğince mahkumiyet hükmü kurması şeklindeki kabul ve uygulamasının hükümden önce 30.04.2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun ile değişik 3713 sayılı Kanunun 7. maddesi hükmü uyarınca, propaganda suçunun işlenmesi halinde ayrıca örgüt adına suç işlemeden ceza verilemeyeceği şeklindeki düzenlemenin amacı, kapsamına ve ayrıca bir fiil ile kanunun birden çok hükmünün ihlal edilmesi halinde TCK’nın 44. maddesi gereğince farklı neviden fikri içtima kuralı gereğince en ağır yaptırım gerektiren suçtan cezalandırılacağı kuralına aykırı biçimde cezalandırma koşulu bulunmayan eylemin örgüt adına işlenecek suça esas alınarak hüküm kurulması,

2-Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53/1. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmesi lüzumu,

Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 06.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/164 Karar : 2018/596 Tarih : 18.01.2018

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Tombala makinası ile kumar oynatan sanık hakkında 1072 sayılı Kanuna Muhalefet suçundan zamanaşımı süresi içinde dava açılması mümkün görülmüştür.

6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile değişik 5320 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun geçici 10. maddesinin 1. fıkrası uyarınca direnme kararları, bozma kararı veren Yargıtay Dairesince incelenmesi öngörülmekle yapılan incelemede;

Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanığın, kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna, lehe hükümler uygulanmadığına yönelik temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddiyle hükmün ONANMASINA, 18.01.2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI DÜŞÜNCE

Sanık hakkında tombala makinesi ile tombala oynattığı iddiasıyla TCK.nun 228. maddesi ile cezalandırılmasına ilişkin yapılan yargılamada,

1072 sayılı Rulet, Tilt ve Benzeri Oyun Aletleri ve Makinaları hakkında Kanunun 1. maddesinde rulet, tilt, langırt ve benzeri baht ve talihe bağlı veya maharet isteyen otomatik, yarı otomatik, el veya ayakla kullanılan oyun makinaları ve benzerlerini bulundurmak veya çalıştırmak veya yurda sokmak yahut imal etmeyi yasakladığı ve madde kapsamında bu aletlerle kumar oynatılması halinde ayrıca kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçundan da ceza verileceğine ilişkin bir hüküm bulunmaması karşısında, 1072 sayılı Kanun kapsamındaki tombala makinası ile tombala oynatılması eyleminde TCK.nun 44/1. maddesinde yer alan “işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” hükmü karşısında sanığın 1072 sayılı Kanunun 1 ve 2. maddesi ile cezalandırılması gerekirken yazılı şekilde TCK.nun 228/1. maddesi ile cezalandırılmasına karar verilmesi yasaya aykırı olmakla, sayın çoğunluğun hükmün onanmasına dair kararına katılmıyoruz. 18.01.2018


YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2491 Karar : 2017/4229 Tarih : 5.07.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

1 - CMK’nın 230/1. maddesi gereğince hükmün gerekçe bölümünde sanığın lehindeki ve aleyhindeki delillerin belirtilmesi, bu kapsamda ele geçen uyuşturucu maddelerle ilgisi olduğuna ilişkin ve gerçekleşen somut olgularla bağlantısının gösterilmesi, tüm delillerin ayrı ayrı tartışılarak değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilenlerin belirlenmesi, ulaşılan kanıya göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, gerekçesiz olarak hüküm kurulması,

2 - Suç konusu 26637 gram eroinin miktarına bağlı olarak önemi ve değerine göre, TCK’nın 61. maddesindeki ölçütler ile 3. maddesindeki orantılılık ilkesi gereğince; sanık hakkındaki temel hapis ve para cezasının alt sınırdan daha fazla uzaklaşılarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

3 - Sanığın kullandığı TIR aracında pasaport ve gümrük işlemlerinin yapılmasından sonra gerçekleştirilen aramada suç konusu uyuşturucu maddenin ele geçirildiği, bu haliyle sanığın eyleminin biri ihraca teşebbüs, diğeri tamamlanmış nakletme olmak üzere iki ayrı suçu oluşturduğu; TCK’nın 44. maddesi gereğince, tamamlanmış nakletme suçu için belirlenen sonuç ile ihraca teşebbüs suçundan yapılacak uygulama belirlenerek sonucun karşılaştırılması ve daha ağır sonuç doğuran suç esas alınarak hüküm kurulması gerekirken, belirtilen nitelikte somutlaştırma ve karşılaştırma yapılmadan “uyuşturucu madde ihraç etmeye teşebbüs” suçundan hüküm kurulması,

4 - Koşulları oluşmadığı halde sanık hakkında etkin pişmanlık hükümleri uygulanarak cezasında TCK’nın 192/3. maddesi uyarınca indirim yapılması,

5 - İstanbul Kriminal Polis Laborauvarınca suça konu uyuşturucu maddeden alınan tanık numunelerin de müsaderesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

6 - 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli, 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararına yanlış anlam verilerek sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin b bendinin değişiklikten önceki hali ile uygulanmasına karar verilmesi,

Kanuna aykırı, sanık ve müdafii ile Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan, re’sen de temyize tabi olan hükmün CMUK’nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, tutuklama tarihi ve tutuklu kalınan süre dikkate alınarak tahliye talebinin reddine, 05.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/14448 Karar : 2017/6321 Tarih : 4.07.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede,

I- Sanık … müdafiinin temyiz talebinin incelenmesinde;

Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına, CMK’nın 324/1, 327/2 ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddeleri uyarınca ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı ve sanık müdafiinin temyiz iddiaları yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle BOZULMASINA, 5320 sayılı Kanunun 8/1. madde ve fıkrası aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi uyarınca bu aykırılık, yeniden yargılama yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte bulunduğundan, temyiz edilen kararın açıklanan noktasının; tebliğnameye uygun olarak, hüküm fıkrasına “beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına, CMK’nın 324/1, 327/2 ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 13/5. maddeleri uyarınca, 1.800 TL vekalet ücretinin Hazineden alınarak sanığa verilmesine” ibaresinin eklenmesi biçiminde DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

II- Diğer hükümlere yönelik temyiz incelemesinde;

Başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak,

1- Sanık …’nın temyiz talebine yönelik olarak,

a) Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizin de benimsediği 08/04/2014 tarih 2013/7-591 Esas 2014/171 karar sayılı kararında açıklandığı üzere, bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçlarında suçun mağdurunun doğrudan “eser sahipleri” olmayıp “toplum” olduğu ve suça konu eserlerle ilgili şikayet bulunmasının da durumu değiştirmeyeceği ve ayrıca 5237 aayılı TCK’nın 44. maddesinde “işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı

gerektiren suçtan cezalandırılır” hükmüne yer verilmesi, bir fiilden kastedilenin sanığın hareket veya hareketlerinin bir sonucu elde etmeye (bir suçu işlemeye) yönelik olması, bu nedenle de fiilde birden fazla hareketin bulunabilmesi karşısında, birleştirilen 2011/345 esas sayılı dosyadaki bilirkişi raporuna göre; depoda ve araçta ele geçen kitaplardan, kopyalama yoluyla çoğaltılan 28.126 adet kitaptan 24 adedinde orjinal, 1 adedinde sahte bandrol, diğerlerinin ise bandrolsüz olduğunun ayrıca ele geçen SKB VMD seri ve birbirini takip eden toplam 923 adet bandrolün ise sahte olduğunun tespit edilmesi karşısında, sanığın eyleminin TCK’nın 44. maddesi aracılığıyla 5846 sayılı Kanun’un 81/9. maddesine uyduğu gözetilmeden, aynı Kanun’un 71/1, 81/13 maddeleri uyarınca hüküm kurulması,

b)Sanık hakkında 5846 sayılı Kanun’un 81/13. maddesi uyarınca yapılan hesap hatası neticesinde sonuç cezanın 1 yıl 6 ay 1 gün hapis cezası yerine 1 yıl 4 ay 10 gün hapis cezası şeklinde eksik ceza tayin edilmesi,

c) Dosya arasında bulunan bilirkişi raporuna göre, birleşen 2011/345 esas sayılı dosyada 1088 adet kitabın orjinal baskı olup orjinal bandrol taşıdığının bildirilmesi karşısında, orijinal bandrollü kitapların sanığa iadesi yerine yazılı şekilde müsaderesine hükmedilmesi,

d) Birleştirilen dosyalarda sanığın eylemi tek kabul edilerek zincirleme suç hükümleri uygulandığı halde her bir eylem için ayrı ayrı olmak üzere iki vekalet ücretine hükmedilmesi,

2- Sanık …’nın temyiz talebine yönelik olarak,

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizin de benimsediği 08/04/2014 tarih 2013/7-591 Esas 2014/171 karar sayılı kararında açıklandığı üzere, bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçlarında suçun mağdurunun doğrudan eser sahipleri olmayıp toplum olduğu ve ve suça konu eserlerle ilgili olarak şikayet bulunmasının da durumu değiştirmeyeceği cihetle; UYAP ortamında yapılan araştırmada benzer eylemler nedeniyle, sanık hakkında,

-Ankara 1. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesinin 19/12/2013 tarih ve 2012/119 esas, 2013/298 sayılı kararı ile verilip Dairemizin 2015/32896 sayılı esası ile aynı gün incelemesi yapılan ve bozulmasına karar verilen,

-Ankara 2. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesinin 24/12/2012 tarih ve 2012/75 esas, 2012/310 sayılı kararı ile verilip Dairemizin 2015/11691 sayılı esası ile aynı gün incelemesi yapılan ve bozulmasına karar verilen dava dosyalarının da mevcut bulunduğunun anlaşılması karşısında;

Anılan dosyalar incelenip gerekmesi halinde birleştirilerek, suç ve iddianame tarihleri dikkate alınıp hukuki kesintinin iddianamenin düzenlenmesiyle gerçekleşeceği gözetilmek suretiyle, sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda aynı mağdura karşı aynı suçu birden fazla işleyip işlemediğinin ve hakkında TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanması gerekip gerekmediğinin tartışılması zorunluluğu,

3- O Yer Cumhuriyet Savcısının ve sanık …’un temyiz talebine yönelik olarak,

Sanıklardan …‘nın kendisini Mustafa Sönmez olarak tanıtarak matbaa işi yaptığını, kitapları depolamak için yer aradığını söyleyerek sanık …‘a ait işyerini kiralamasından ibaret olayda, sanık …‘un suçlamayla ilgisinin bulunmadığına dair aşamalarda değişiklik göstermeyen savunmaları, olayın gelişimi ve dosya kapsamı dikkate alındığında sanığın kitapların bandrolsüz olduğunu bilerek suça iştirak ettiğine ilişkin yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden beraati yerine yerinde olmayan gerekçe ile mahkumiyetine kararı verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş ve sanıklar, sanıklar müdafiileri ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden tebliğnameye kısmen uygun olarak, HÜKÜMLERİN 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, BOZULMASINA, yeniden yapılacak yargılamada CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 04/07/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/412 Karar : 2017/16470 Tarih : 1.06.2017

  • TCK 44. Madde

Kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından sanık …‘ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/2, 151/1, 29 ve 52/2. maddeleri gereğince 500,00 Türk Lirası adli para cezaları ile cezalandırılmasına dair, Urla 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/05/2016 tarihli ve 2015/180 esas, 2016/432 sayılı kararının, Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25/11/2016 gün ve 391138 sayılı istem yazısıyla, Dairemize gönderilen dava dosyası incelendi.

İstem yazısında; “Dosya kapsamına göre, sanığın katılan ….’a tokat atması sonucunda, katılanın yaralanması ve katılana ait gözlüğün yere düşerek kırılması şeklinde gerçekleşen olayda kasten yaralama suçunun yanında mala zarar verme suçundan da hüküm kurulduğu anlaşılmış ise de, sanığın mala zarar verme kastı bulunmaması karşısında bu suçtan ceza verilemeyeceği gibi, 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima hükümleri uyarınca sadece daha ağır cezayı gerektiren suçtan mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği cihetle, hatalı değerlendirme sonucu yazılı şekilde her iki suçtan ayrı ayrı mahkumiyetine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

I-Olay:

Tehdit, kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından sanık … hakkında yapılan yargılama sonucunda, Urla 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/05/2016 tarihli kararı ile, tehdit suçundan 3.000, 00 TL, mala zarar verme ve yaralama suçlarından 500, 00 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar verildiği, tehdit suçuna ilişkin hükmün temyiz edildiği, yaralama ve mala zarar verme suçlarına ilişkin kararda öngörülen cezaların nitelik ve niceliğine göre hükümlerin temyiz edilemez olması nedeniyle kesinleşmesi üzerine, infaz aşamasında sanığın talebi üzerine kanun yararına bozma yoluna başvurulduğu anlaşılmıştır.

Dosyanın incelenmesinde, sanığın mala zarar verme ve yaralama suçlarından verilen hükümlere yönelik temyiz isteği ile ilgili Dairemizin 31.05.2017 tarih, 2017/14005 esas ve 2017/ 16091 sayılı kararıyla, kararda öngörülen cezaların nitelik ve niceliğine göre verildiği tarih itibarıyla hükümlerin temyiz edilemez olma nedeniyle temyiz isteğinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

II-Kanun Yararına Bozma İstemine İlişkin Uyuşmazlığın Kapsamı:

Yaralama suçundan mahkumiyetine karar verilen sanık hakkında, ayrıca mala zarar verme suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.

III-Hukuksal Değerlendirme:

5237 sayılı TCK’nın “Mala karşı suçlar” başlıklı 10. bölümünün 151. maddesinde düzenlenen mala zarar verme suçunda korunan hukuki yarar, mülkiyet hakkı olup, failde bir başkasının taşınır veya taşınmaz malına zarar verme düşüncesi bulunmalıdır. Bu suç , kastla işlenebilen bir suçtur.Kastın varlığı için failin, malın başkasına ait olduğunu bilerek ve suçun hareket unsuru olan yıkma, tahrip etme , yok etme, bozma, kullanılamaz hale getirme, kirletme eylemlerini isteyerek gerçekleştirmiş olması gerekir.Genel kast yeterlidir.Bu suç taksirle işlenemez.

İnceleme konusu somut olayda; sanık …‘ın, olay günü yanında oğlu olan ve inceleme dışı kalan …. ile birlikte cadde üzerinde dolmuş beklemekte olan müştekinin yanına gelerek ona tokat attığı, tokat üzerine gözlüğünün yere düşerek kırıldığı ayrıca sanıkların müştekiye ölümle tehdit ettikleri iddiasıyla dava açılmıştır.

Katılan ….. ifadesinde, sanığın, suratına vurması sonucu gözlüğünün yere düşerek kırıldığını belirtmiş, tanıklar …. ile …. ise ifadelerinde, sanığın katılana tokat atması sonucu gözlüğünün yere düşerek kırıldığını beyan etmişlerdir.

Yukarıda yer verilen ve mahkemece de bu şekilde kabul edilen oluşa göre, sanık …‘ın olay günü aralarında önceye dayalı husumet bulunan katılanı cadde üzerinde dolmuş beklerken gördüğü, yanına giderek tokat atması sonucu katılanın gözlüğünün yere düşerek kırıldığı, sanığın mala zarar verme kastıyla hareket etmediği, kastının yaralamaya yönelik olduğu, mala zarar verme suçunun unsurlarının somut olayda gerçekleşmediği anlaşıldığından, kanun yararına bozma isteminin kabulüne karar verilmiştir.

IV-Sonuç ve Karar:

Adalet Bakanlığının istemi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, düzenlediği tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden,

1-Mala zarar verme suçundan sanık … hakkında, Urla 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/05/2016 tarihli ve 2015/180 esas, 2016/432 sayılı kararın, 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA,

2-Hükümdeki hukuka aykırılık sanığa verilen cezanın kaldırılmasını gerektirmekle, anılan kanun maddesinin 4-d fıkrası gereğince, sanığın mala zarar verme suçundan BERAATİNE,

3-Bu suçtan hükmolunan cezanın çektirilmemesine,

4-Kararda yer alan diğer hususların olduğu gibi bırakılmasına, 01/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/3277 Karar : 2017/5087 Tarih : 31.05.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Orman emvali nakletme suçundan sanık …‘nin, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 108/1, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 35, 62/1 ve 52/2. maddeleri uyarınca 720,00 Türk Lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, aynı Kanun’un 231/8. maddesine göre 5 yıl süre ile denetime tabi tutulmasına dair Kargı Sulh Ceza Mahkemesinin 31/01/2013 tarihli ve 2012/124 Esas, 2013/52 sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 15/03/2016 gün ve 14751 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22/03/2016 gün ve KYB. 2016-109524 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, Kargı Sulh Ceza Mahkemesince, sanığın eyleminin yapacak nitelikte emval veren ağaç kesme ve orman emvali nakletme suçlarına vücut verdiği gerekçesiyle yapılan yargılama sonunda, yapacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçundan beraatine, orman emvali nakletme suçu yönünden ise 720,00 Türk Lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, sanık hakkındaki beraat hükmünün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 26/05/2015 tarihli ve 2015/1045 Esas, 2015/1947 sayılı ilamı ile beraat hükmünün “11/05/2012 tarihli suç tutanağında sanığın ağaçları evinin önündeki asmanın altına koymak için kestiğini beyan etmesi ve suç tutanağını imzalaması, imzacı tanık Duran Baş’ın 16/10/2012 tarihli keşifte alınan beyanında, sanığın emvalleri yolun alt tarafından kestiğini kendilerine söylediğini belirtmesi, 26/10/2012 tarihli bilirkişi raporunda, emvallerin temin edildiği sahadaki dip kökler ile yediemine alınan emvalin birbiri ile uygun özelliklere sahip olduğunun belirtilmesi karşısında sanığın eyleminin bir bütün olarak yakacak emval veren ağaç kesme suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin yazılı şekilde beraat kararı verilmesi” şeklindeki gerekçelerle bozulmasına karar verildiğinden, sanığın eyleminin bir bütün olarak yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçuna vücut verdiği gözetilmeksizin, yazılı şekilde orman emvali nakletme suçundan mahkumiyet kararı verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü;

Orman alanından izinsiz olarak kestiği emvali naklederken yakalanan sanık hakkında TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı gereğince sadece en ağır cezayı içeren 6831 sayılı Kanun’un 91. maddesinde düzenlenen kaçak orman emvali kesmek suçundan hüküm kurulması gerekirken, bu suçun yanında ayrıca 6831 sayılı Kanunun 108. maddesinde düzenlenen kaçak orman emvali nakletmek suçu hakkında da sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinde isabet görülmemiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu itibarla yerinde görüldüğünden, Kargı Sulh Ceza Mahkemesinin 31/01/2013 tarihli ve 2012/124 esas, 2013/52 sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında kaçak orman emvali nakletmek

suçundan verilen Kargı Sulh Ceza Mahkemesinin 31/01/2013 tarihli ve 2012/124 esas, 2013/52 sayılı hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kaldırılmasına, 31/05/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/3162 Karar : 2017/6090 Tarih : 10.05.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından sanık …’ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/2, 62/1, 52/1-2 ve 151/1. maddeleri uyarınca 3.000,00 Türk lirası ve 2.000,00 Türk lirası adli para cezaları ile cezalandırılmasına dair Uzunköprü 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 05/01/2016 tarihli ve 2015/309 esas, 2016/7 sayılı kararına karşı Adalet Bakanlığı’nın 15.03.2017 tarih ve 2016/15151 sayılı yazısıyla kanun yararına bozma isteminde bulunulduğundan bu işe ait dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı`nın 23.03.2017 tarih ve 2017/18030 sayılı tebliğnamesi ile Dairemize gönderilmekle incelendi.

Mezkur ihbarnamede;

Dosya kapsamına ve mahkemenin kabulüne göre, sanığın katılana karşı yumruğuyla vurmak sureti ile yaralaması ve katılanın gözlüğünün kırılması sonucunu doğuran eylemin kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarını oluşturacağı, buna karşın 5237 sayılı Kanun’un fikri içtima hükümlerini düzenleyen 44. maddesi uyarınca bir fiil ile birden fazla suçun oluşmasına sebebiyet veren kişinin, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılacağının hüküm altına alındığı nazara alındığında, sanığın münhasıran daha ağır müeyyideye bağlanan kasten yaralama eylemi nedeni ile cezalandırılması gerekirken, yazılı şekilde iki ayrı suçtan hüküm kurulmak suretiyle fazla ceza tayin olunmasında, isabet görülmediğinden bahisle, 5271 sayılı CMK`nin 309.maddesi gereğince anılan kararın bozulması lüzumunun ihbar olunduğu anlaşıldı.

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Kanun yararına bozma isteminin kapsamına, talebin niteliğine göre, 27.01.2017 tarihli ve 29961 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Yargıtay Büyük Genel Kurulu`nun 20.01.2017 gün ve 2017/1 sayılı kararının “Yargıtay Ceza Daireleri İş Bölümüne İlişkin Ortak Hükümler” kısmı ve 6545 sayılı Kanunun 31. maddesi ile değişik Yargıtay Yasasının 14. maddesi uyarınca işin incelenmesi Yüksek Yargıtay 8. Ceza Dairesine ait olduğundan, Dairemizin GÖREVSİZLİĞİNE; dosyanın incelenmek üzere ilgili daireye GÖNDERİLMESİNE; 10.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/485 Karar : 2017/4650 Tarih : 26.04.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:

TCK’nın 80. maddesinde düzenlenen insan ticareti suçunun oluşabilmesi için failin mağdura yönelik olarak “tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliğinden yararlanarak rızasını elde etmek” biçiminde bir harekette bulunması ve bu hareketleri yaparken veya yaptıktan sonra mağduru ülkeye sokması, ülke dışına çıkarması, tedarik etmesi, kaçırması, bir yerden başka bir yere götürmesi, sevk etmesi veya barındırması gerekmektedir. Suçun oluşması için hem araç hareketlerden, hem de amaç hareketlerden en az birisinin bir arada bulunması gereklidir. Araç hareketler, asıl veya amaç hareketlerden önce veya en geç bu hareketlerle eş zamanlı olarak yapılmalıdır. Böylece öncelikle araç hareketler ile mağdurun iradesi kırılmalı ve görünüşte rızası elde edilmeli daha sonra da bu husustan yararlanarak suçu oluşturan asıl amaç hareketler gerçekleştirilmelidir. Bu durumun tek istisnası, TCK’nın 80/3. maddesindeki “on sekiz yaşını doldurmamış olanların birinci fıkrada belirtilen maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları hâllerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile birinci fıkrada belirtilen cezalar verileceği” yönündeki düzenlemedir.

Bu düzenleme uyarınca, çocuk mağdurların fuhuş yaptırılmak amacıyla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları durumunda suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da insan ticareti suçu oluşacak, mağdura karşı fuhuş yaptırmak saikiyle amaç fiillerin gerçekleştirilmesi durumunda ise, sanığın saikini gerçekleştirip gerçekleştirmemesinin insan ticareti suçunun oluşumuna bir etkisi olmayacağından, amaç fiilleri gerçekleştirdikten sonra saiki oluşturan eylemlerden olan fuhuş eyleminin yaptırılmasıyla ayrıca fuhuş suçu oluşacak, bu durumda ise, fuhuş suçu ile insan ticareti suçu arasında fikri ictima hükümlerinin uygulanması mümkün olmayacaktır.

Ancak, sanığın fuhuş yaptırdığı mağdurun 15 yaşından küçük olması halinde, fuhuş suçu ile birlikte işlenen cinsel istismar suçu arasında TCK’nın 44. maddesindeki koşullar oluşacağından, fail hakkında daha ağır ceza gerektiren cinsel istismar suçundan hüküm kurulması gerekecektir.

TCK’nın 6/1-a maddesinde, “henüz 18 yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlanan çocuk kavramının, yasakoyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, “on beş yaşını bitirmiş”, “on beş yaşını tamamlamamış” şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmekte olup, bu bölümde “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklar ile “on beş yaşını bitirmiş olup da on sekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCK’nın 103/1-a maddesinde, “onbeş yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken, aynı maddenin (b) bendinde ise, diğer çocuklar ifadesiyle “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Yasakoyucu bu maddede “on beş yaşını bitirmiş olup da on sekiz yaşını tamamlamamış”‘olan çocuklara karşı rızalarıyla yapılan cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken, “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. TCK’nın 104. maddesinde ise, cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikayete bağlı bir suç olarak düzenlemiştir.

Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı işlenen “cinsel istismar” suçunda, çocukların rızaları hukuken bir değer ifade etmeyecek, mağdurun rızası olsa dahi TCK’nın 26/2. maddesinde düzenlenen “ilgilinin rızası” biçimindeki hukuka uygunluk nedeninin uygulanması mümkün olmayacaktır.

Yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca somut olay değerlendirildiğinde, suç tarihinde 14 yaşındaki mağdurun, sanık … ‘ün kendisini diğer sanıklar … ile…‘nın yanına getirerek bu kişiler tarafından fuhuşa sürüklendiği yönündeki anlatımları dikkate alındığında, sanıklar …, … ile…‘nın, çocuk yaştaki mağdura karşı fuhuş eylemini sağlamaya yönelik davranışlarında, TCK’nın 80/3. maddesinde yazılı olan; “On sekiz yaşını doldurmamış olanların birinci fıkrada belirtilen maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları hâllerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile birinci fıkrada belirtilen cezalar verilir” biçimindeki düzenleme nedeniyle, TCK’nın 44. maddesindeki fikri ictimadan söz edilemeyeceği, bu durumda sanıkların eylemlerinin insan ticareti suçu dışında 15 yaşından küçük olan mağdura karşı “fuhuş ve cinsel istismar” suçlarını da oluşturabileceği, bu suçların insan ticareti suçunun bir unsuru olmaması nedeniyle, TCK’nın 44. maddesi uyarınca zincirleme biçimde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan eylemlerine uyan TCK.nın 103/2, 43. maddeleri uyarınca sanıklar …, … ile… hakkında dava zamanaşımı süresi içerisinde mahkemesince, suç duyurusunda bulunulabileceği değerlendirilerek, yapılan incelemede:

Sanıklara yükletilen insan ticareti eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerin ve bu eylemlerin sanıklar tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,

TCK’nın 53/1-b maddesinde yer alan hak yoksunluğunun uygulanmasına ilişkin hükmün, Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uygulanma olanağı ortadan kalkmış ise de, bu hususun infaz aşamasında resen dikkate alınabileceği,

Anlaşıldığından, …, …, … , … müdafilerinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA, 26/04/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/15237 Karar : 2017/3123 Tarih : 12.04.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Oluşa ve kabule göre; sanığın, suç tarihinde, rıza dahilinde 15-18 yaş aralığındaki katılan ile cinsel ilişkiye girdiği görüntüleri cep telefonunun kamerasıyla çekip kaydettiği olayda,

Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.03.2015 tarihli, 2014/14-603-2015/66 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; mağdurun cinsel ve fiziksel mahremiyetine ilişkin çıplak görüntülerini, onun bilgisi dışında, cep telefonu ile kaydeden sanığın eyleminde TCK’nın 134/1. maddesinde tanımlanan özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun yanı sıra toplumun sahip olduğu ortak ar ve haya duygularını, yerleşik edep kurallarını incitici ve genel ahlâka aykırı nitelikteki müstehcen görüntüyü içeren ürünün üretiminde 16 yaşındaki mağdur çocuğun yer almasından dolayı TCK’nın 226/3-1. maddesinde tanımlanan müstehcenlik suçunun da oluştuğu, bir fiili ile birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olan sanığın, TCK’nın 44. maddesi gereğince, daha ağır cezayı gerektiren müstehcenlik suçundan cezalandırılması, özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan ise hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, yasal ve yeterli olmayan gerekçelere dayalı olarak, sanık hakkında, TCK’nın 134/1. maddesindeki özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,

2- Kabul ve uygulamaya göre de:

a) Temel ceza belirlenirken, TCK’nın 61/1. maddesinde yer alan ölçütler nazara alınarak, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar birlikte ve isabetle değerlendirilip, denetime olanak verecek ve somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle, aynı Kanun’un 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, temel cezanın asgari hadden tayin edilmesi,

b) Sanık hakkında TCK’nın 134/2 maddesinde düzenlenen görüntü veya seslerin ifşası suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan açılan bir dava bulunmamasına rağmen yazılı ve yetersiz gerekçe ile TCK’nın 134/2 maddesinden hüküm kurulması

Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, aynı Kanun’un 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 12.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/8471 Karar : 2017/2741 Tarih : 15.03.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Gereği görüşülüp düşünüldü;

1)Sanık hakkında 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Diğer temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine, ancak;

28/06/2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 81. maddesi ile 5275 sayılı Kanun’un 106/3. maddesindeki “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Hükümlünün hakkında hazırlanan programa ve denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerilerine uymaması halinde, çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan kısmın tamamı açık ceza infaz kurumunda yerine getirilir.” şeklindeki düzenlemeye aykırı olarak, hükümde infaz yetkisini kısıtlayacak şekilde hükmolunan adli para cezasının ödenmemesi durumunda hapse çevrilmesine karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 6723 sayılı Kanunun 33. maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden 1412 sayılı CMUK’un 322. maddesi gereğince, hüküm fıkrasının 5237 sayılı TCK’nin 52/4. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısmından “… ve ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine” ibaresinin karar metninden çıkarılması suretiyle, hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA;

2)Sanık hakkında yaralama ve genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Yaralama eylemi doğrudan kastla işlendiği halde, olayda uygulama yeri olmayan TCK’nin 21/2. maddesi uygulanmak suretiyle sanığa eksik ceza tayini, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Diğer temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine, Ancak;

a) Sanığın mağdura silahla ateş ederek adli raporda tespit olunan hali ile yaralanmasına neden olması şeklinde gerçekleşen eyleminden dolayı yaralama ve genel güvenliği tehlikeye sokmak suçlarından açılan davada, “sanığın işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet vermesi” nedeniyle 5237 sayılı TCK’nin 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı gereğince en ağır cezayı gerektiren yaralama suçundan hüküm kurulması ile yetinilmesi gerekirken, ayrıca TCK’nin l70/l-c. maddesi uyarınca genel güvenliği tehlikeye sokmak suçundan da sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulması,

b) 28/06/2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 81. maddesi ile 5275 sayılı Kanun’un 106/3. maddesindeki “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Hükümlünün hakkında hazırlanan programa ve denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerilerine uymaması halinde, çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan kısmın tamamı açık ceza infaz kurumunda yerine getirilir.” şeklindeki düzenlemeye aykırı olarak, hükümde infaz yetkisini kısıtlayacak şekilde hükmolunan adli para cezasının ödenmemesi durumunda hapse çevrilmesine karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 6723 sayılı Kanunun 33. maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA; 15.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/40494 Karar : 2017/2400 Tarih : 6.03.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak,

TCK’nın 44.maddesi uyarınca sanığın eylemlerinin daha ağır cezayı gerektiren hakaret ve tehdit suçlarını oluşturduğu, bu suretle sanık hakkında TCK’nın 123.maddesi uyarınca kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, katılan … vekilinin temyiz iddiaları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, ancak; bu aykırılıkların, yeniden duruşma yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte olduğundan, 5320 sayılı Yasanın 8/1. madde ve fıkrası aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi uyarınca, tebliğnameye aykırı olarak, hüküm fıkrasından “ceza verilmesine yer olmadığına” kısmı çıkarılarak yerine, “karar verilmesine yer olmadığına” ibaresinin eklenmesi biçiminde HÜKMÜN DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 06.03.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/12008 Karar : 2017/24 Tarih : 17.01.2017

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Atatürk Hava Limanı dış hatlar gidiş terminali A girişi 15 nolu kontrol noktasında sanığın X-Ray cihazından geçişi sırasında valizlerden birinin taban kısmında yoğunluk görülmesi üzerine yapılan incelemede suç konusu uyuşturucu maddenin ve uyuşturucu madde imal ve testinde kullanıldığı değerlendirilen maddelerin ele geçirildiği, bu haliyle sanığın eyleminin biri ihraca teşebbüs, diğeri tamamlanmış nakletme olmak üzere iki ayrı suçu oluşturduğu; TCK’nın 44. maddesi gereğince, tamamlanmış nakletme suçu için belirlenen sonuç ile ihraca teşebbüs suçundan yapılacak uygulama belirlenerek sonucun karşılaştırılması ve daha ağır sonuç doğuran suç esas alınarak hüküm kurulması gerekirken, belirtilen nitelikte somutlaştırma ve karşılaştırma yapılmadan “uyuşturucu madde ihraç etme” suçundan hüküm kurulması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan yargılama sonunda aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmanın toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda tartışılıp sanığın suçunun sübutu

kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 17.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/12649 Karar : 2016/11046 Tarih : 22.12.2016

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından sanık …’ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu`nun 86/2, 151/1, 29 (iki defa), 62 (iki defa) ve 52/2. (iki defa) maddeleri gereğince iki kez 500,00 Türk lirası adli para cezaları ile cezalandırılmasına dair Urla 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/05/2016 tarihli ve 2015/180 esas, 2016/432 sayılı karar aleyhine Yüksek Adalet Bakanlığınca verilen 11/11/2016 gün ve 12297-2016 sayılı kanun yararına bozma talebine dayanılarak dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25/11/2016 gün ve 2016/391138 sayılı yazısıyla dairemize gönderilmekle okundu.

Kanun yararına bozma isteminde;

Anılan kararın sanığın tehdit suçu yönünden temyiz edilmesi nedeni ile dosya aslı Yargıtay’a gönderilmiş olduğundan, dosya sureti üzerinden yapılan incelemede,

Dosya kapsamına göre, sanığın katılan Meral Atasoy’a tokat atması sonucunda, katılanın yaralanması ve katılana ait gözlüğün yere düşerek kırılması şeklinde gerçekleşen olayda kasten yaralama suçunun yanında mala zarar verme suçundan da hüküm kurulduğu anlaşılmış ise de, sanığın mala zarar verme kastı bulunmaması karşısında bu suçtan ceza verilemeyeceği gibi, 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde düzenlenen fikrî içtima hükümleri uyarınca sadece daha ağır cezayı gerektiren suçtan mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği cihetle, hatalı değerlendirme sonucu yazılı şekilde her iki suçtan ayrı ayrı mahkumiyetine karar verilmesinde isabet görülmediğinden 5271 sayılı CMK`nın 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozma talebine dayanılarak ihbar olunmuştur.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun 12/02/2016 gün ve 2016/1 sayılı iş bölümüne ilişkin kararının ceza daireleri ortak hükümler başlıklı 4. maddesinde yer alan “Ceza Daireleri, yürürlük tarihinden önce kendisine gelen ve daha önceden gelip de bozma ya da her ne suretle olursa olsun daire dışına gönderilen işleri sonuçlandırır” hükmü dikkate alındığında, aynı dosyada sanık … hakkında Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 05/01/2015 tarih ve

2014/41520 E., 2015/143 K. sayılı ilamıyla hükmün esastan incelenerek bozma kararı verildiği anlaşıldığından, Yargıtay Kanunu’nun değişik 14. maddesi gereğince kanun yararına bozma incelemesinin Yargıtay (4.) Ceza Dairesi’nin görevi dâhilinde olduğundan Dairemizin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın ilgili daireye gönderilmesine, 22/12/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2206 Karar : 2016/2006 Tarih : 24.06.2016

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

A) “Uyuşturucu madde ticareti yapma” ve “kasten yaralama” suçlarına ilişkin hükümlerin incelenmesi:

Yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemlerin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eylemlere uyan suç tipi ile aşağıda belirtilen dışındaki yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Hükümden sonra 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı kararı ile, 5237 sayılı TCK`nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi nedeniyle, bu maddenin uygulanması açısından, sanığın durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA; ancak bu durumun yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, TCK’nın 53. maddesinin uygulanması ile ilgili bölümün hüküm fıkralarından çıkarılması ve yerine “Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli iptal kararından sonra oluşan durumuna göre, sanık hakkında, TCK`nın 53. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile 3. fıkrasının birinci cümlesinin uygulanmasına” ibaresinin yazılması suretiyle, hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

B) “Ruhsatsız olarak bıçak taşıma” ve “ruhsatsız olarak ateşli silah ve mermileri taşıma” suçlarına ilişkin hükümlerin incelenmesi:

1- Sanığın ruhsatsız olarak 1 adet tabanca, 5 adet mermi ve bir adet bıçak taşımış olması karşısında; sanığın fiilinin tek olduğu ve TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı uyarınca sadece en ağır cezayı gerektiren 6136 sayılı Kanun’un 13. maddesinin 1. fıkrasında tanımlanan ruhsatsız tabanca taşıma suçundan dolayı, silah, mermiler ve bıçak dikkate alınarak, temel cezanın alt sınırdan makûl ölçüde uzaklaşılıp belirlenmesi suretiyle hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, ayrıca 6136 sayılı Kanun`un 15. maddesinin 1. fıkrasında tanımlanan bıçak taşımak suçundan da mahkûmiyet hükmü kurulması,

2- Hükümden sonra 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı kararı ile, 5237 sayılı TCK`nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi ve hükmün iptal edilen yoksunlukları da kapsaması nedeniyle, sözü edilen maddenin uygulanması açısından, sanığın durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, 24.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/34925 Karar : 2016/2101 Tarih : 10.02.2016

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede,

1)Sanığa yükletilen 6136 sayılı Kanuna aykırılık eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,

Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,

Anayasa Mahkemesi’nin hükümden sonra 24/11/2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nın 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendine yönelik olarak vermiş olduğu iptal kararlarının, kapsam ve içerik itibariyle infaz aşamasında mahallinde gözetilebileceği,

Anlaşıldığından, sanık … müdafiinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA,

2)Tehdit ve genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyize gelince; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak,

a) Müşteki ile arasında bir alacak meselesi bulunan sanığın, müştekinin evinin önüne gelip, “bu sana ders olsun” diyerek havaya birkaç el ateş etmesinden ibaret eyleminin, TCK’nın 106/2-a maddesine uyan silahla tehdit ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarını oluşturduğu ancak aynı Kanunun 44. maddesi uyarınca, sadece en ağır cezayı gerektiren tehdit suçundan hükümlülük kararı verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ve kanuni olmayan hukuki nitelendirme ile ayrıca TCK`nın 170/1-c maddesindeki genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan da mahkumiyet kararı verilmesi,

b) Anayasa Mahkemesi’nin hükümden sonra 24/11/2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nın 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendine yönelik olarak vermiş olduğu iptal kararlarının uygulanması zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş ve sanık … müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/15347 Karar : 2015/8116 Tarih : 15.12.2015

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Dosya arasında beyanı olan emlakçı E… H…`nun sanığa satın almış olduğu yeri gösterdiği yönündeki beyanı dikkate alındığında sanığın suç işleme kastının bulunduğuna dair delil olmadığına ilişkin tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir.

Katılanın miras yoluyla intikal eden B… İlçesi Mahkeme Mahallesi H… caddesi 100 ada… numaralı parselde kerpiç evinin bulunduğu, sanığın da hemen yan tarafında bulunan 100 ada 3 numaralı parseldeki evi satın aldığı, sanığın yeni ev inşa etmek için belediyeden yıkım izni alarak yıkıma başladığı sırada katılanın hissesinin bulunduğu eve de zarar verildiği ve dut ağacının kesildiği, bu suretle sanığın mala zarar verme ve nitelikli olarak mala zarar verme suçlarını işlediği anlaşıldığından mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

a- Sanığın, katılana karşı aynı eylemi ile birden fazla suçun oluşmasına sebebiyet vermesi nedeniyle TCK`nın 44. maddesi gereğince bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılması yoluna gidilmesi gerekirken eylemleri ayrı ayrı değerlendirilerek iki kere cezalandırılması yoluna gidilmesi,

b- Kabule göre de; TCK’nın 53/1. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarının uygulanması bakımından, Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E, 2015/85 sayılı iptal kararının uygulanması zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/21314 Karar : 2014/9970 Tarih : 24.04.2014

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Taksirle yaralama suçundan sanık hakkında açılan davanın şikayetten vazgeçme nedeniyle CMK’nın 223/8 ve TCK`nın 73/4-6. maddeleri gereğince düşmesine ilişkin hüküm, mahalli Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü :

Sanığın, kendisine ait çoban köpeğini başı boş bırakması sonucunda hayvanın motosikletiyle oradan geçmekte olan mağdura saldırarak motosikletinden düşürüp bacağından ısırarak basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına neden olduğu, bu sebeple bakımı ve gözetimi altında bulunan hayvanın muhafazasında ihmal gösterdiği, mağdurun şikayetten vazgeçmesi ve TCK`nın fikri içtimaya ilişkin 44. maddesi hükmü de nazara alındığında, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 177. maddesinde düzenlenen suça dönüşeceği ve hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, şikayet yokluğu nedeniyle taksirle yaralama suçundan açılan davanın düşürülmesine karar verilmesi,

Kanuna aykırı olup, mahalli cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK`un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 24/4/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/873 Karar : 2013/13300 Tarih : 16.12.2013

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Çocuğun basit cinsel istismarı suçundan sanık xy.nin yapılan yargılaması sonunda; eyleminin cinsel taciz suçunu oluşturduğunun kabulü ile bu suçtan mahkûmiyetine dair Menderes Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 16.02.2010 gün ve 2009/765 Esas, 2010/161 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtayca incelenmesi sanık tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

Sanığın parkta katılanların bulunduğu sırada onlara dönerek ve herkesin göreceği şekilde mastürbasyon yapma eyleminin TCK.nın 105. maddesinde öngörülen cinsel taciz ve 225. maddesinde öngörülen alenen hayâsızca harekette bulunma suçlarını oluşturduğu; tek eylemle birden fazla suçun oluşmasına yol açması nedeniyle sanık hakkında TCK.nın 44. maddesi uyarınca fikri içtima kuralları gereğince bu suçlara ilişkin en ağır cezayı öngören TCK.nın 105. maddesinin uygulanması gerektiği ve cezanın belirlenmesi esnasında da 225. maddedeki cezanın alt sınırının 105. maddedeki cezanın alt sınırında daha fazla olması karşısında hakkaniyet gereği 105. madde ile belirlenen cezanın 225. maddede öngörülen cezanın alt sınırından az olamayacağının gözetilmemesi, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma sebebi yapılmamıştır.

Delillerle iddia ve savunma, duruşma göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş sübutu kabul olunan fiillerin eleştiri dışında unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatları yapılmış bulunduğundan sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ( ONANMASINA ), oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/14619 Karar : 2013/5959 Tarih : 12.03.2013

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Sanığın idaresindeki motosikletle meskun mahalde, gündüz vakti, refüjle bölünmüş tek yönlü yola ters yönden girerek seyrederken karşıdan karşıya geçmekte olan yayaya çarparak olay yerinden kaçması şeklinde gerçekleşen olayda, mağdurun basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte yaralandığı anlaşılmakla, kovuşturma aşamasında şikâyetten vazgeçmesi sebebiyle taksirle yaralama suçundan açılan davanın düşürülmesine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamışsa da; sanığın aynı eylemiyle trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun da oluştuğu, iddianamede her iki suçtan da dava açılıp, ancak TCK’nın 44. maddesi gereğince taksirle yaralamadan hüküm kurulması talep edilmekle, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu yönünden yargılamaya devamla sanığın hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, mahalli Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK`un 321. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak ( BOZULMASINA ), 12.03.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2010/3320 Karar : 2012/12317 Tarih : 12.04.2012

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Sanıklar hakkında işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabileceklerine dair 24.10.2006 tarihinde rapor aldırıldığı anlaşılmakla; tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine,

Ancak;

Olay günü müştekiye ait camı açık olan araca maytap atarak yanmasına sebebiyet veren sanıkların eylemlerinin genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak ve mala zarar verme suçlarını oluşturduğu, TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı uyarınca en ağır cezayı gerektiren fiilden hüküm kurulması, buna göre de sadece TCK`nın 151/1. ve 152/2-a madde ve fıkrasında tanımlanan yakarak mala zarar verme suçundan dolayı cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,

Yasaya aykırı, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), CMUK`nın 326. maddesi uyarınca ceza miktarı itibariyle kazanılmış hakların saklı tutulmasına, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. CEZA DAİRESİ Esas : 2009/5436 Karar : 2009/18111 Tarih : 20.11.2009

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

İnfaz kurumunda uyuşturucu madde bulundurma ve kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçlarından sanık Osman hakkında ( Akçaabat Asliye Ceza Mahkemesi )’nce yapılan yargılama sonucu, 22.05.2008 tarihinde 2007/93 esas ve 2008/217 karar sayı ile infaz kurumuna yasak eşya sokma suçundan mahkumiyet hükmü kurulduğu, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ise, sanık hakkında tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verildiği; her iki hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hükümlerin onanması isteğiyle tebliğname ekinde Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi`ne sunulan dava dosyasının, bu Daire tarafından görevsizlik kararı ile 13.04.2009 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp düşünüldü:

1- Bir ihbar üzerine, tutukevinde tutuklu olan sanığın idrar örneğinin alındığı ve yapılan analiz sonucu esrar etken maddesi bulunduğunun belirlendiği; sanık hakkında “infaz kurumunda uyuşturucu madde bulundurma” ve “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçlarından kamu davası açıldığı; TCK’nın 297. maddesinin 1. fıkrasının ikinci cümlesi gereğince ve aynı Kanun’un 44. maddesinde öngörülen fikri içtima kurallarına göre, bu iki suçtan daha ağır sonuç doğuran “infaz kurumunda uyuşturucu madde bulundurma” suçu esas alınarak TCK’nın 297. maddesinin 1. fıkrasının birinci cümlesi gereğince belirlenecek cezanın aynı fıkranın ikinci cümlesi uyarınca yarı oranında artırılması ve fikri içtima kapsamına giren “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunun dikkate alınmaması gerektiği gözetilmeden; “infaz kurumunda uyuşturucu madde bulundurma” suçundan TCK`nın 297. maddesinin 1. fıkrasının birinci cümlesi gereğince cezaya hükmolunması ile yetinilerek ikinci cümleye göre artırma yapılmaması, ayrıca “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçundan da tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanması suretiyle her iki suçtan hüküm kurulması,

2- TCK`nın 53. maddesinin 1 ve 2. fıkraları uygulanırken, aynı maddenin 3. fıkrasının birinci cümlesinin dikkate alınmaması,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükümlerin isteme aykırı olarak ( BOZULMASINA ), yeniden hüküm kurulurken CMUK`nın 326/son maddesinin gözetilmesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/3129 Karar: 2016/8775 Tarih: 17.11.2016

  • TCK 44. Madde

  • Fikri İçtima

Gerekçeli kararda suç tarihinin 2006-2008 tarihleri arasında şeklinde gösterilmesi yerine, 01.01.2007-27.02.2008 olarak gösterilmesi ve bankanın ödeme aracı olması sebebiyle nitelikli dolandırıcılık suçunda, ayrıca 158/1- ( f ) maddesinin unsurları bulunmadığı halde, sanıklar hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerine yazılması, mahallinde düzeltilebilir maddi hata kabul edilmiştir.

… Ltd Şti işyerini işleten sanıklar … ve …‘ın gerçek mal hareketine dayanmayan müstahsil makbuzlarını vererek çiftçilik yapan diğer sanıkların bu sahte müstahsil makbuzlarını kullanarak … Müdürlüklerine ibraz etmek suretiyle, haksız şekilde destekten yararlandıkları, bu suretle kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik suçlarını işledikleri ve sanıklar … ve …‘ın ayrıca 213 Sayılı Kanuna muhalefet ettikleri iddia olunan somut olayda;

1- )Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … haklarında nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri ile sanıklar …, …, … haklarında nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen beraat hükümlerine yönelik temyizin incelemesinde;

Sanıkların savunmalarının aksine kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesine dayanan kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suç yönünden sanıklar hakkında gerekçesi gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin kanuna aykırı karar verildiğine dair temyiz itirazlarının reddiyle, beraate dair hükümlerin ONANMASINA,

2- )Sanık … hakkında nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik ve 213 Sayılı vergi usul kanununa muhalefet suçlarından suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyizlerin incelenmesinde,

a- )Nitelikli dolandırıcılık suçundan kurulan mahkumiyet hükmü yönünden;

Sanığın, temyiz dışı sanıklar… ve …‘a vermiş olduğu sahte müstahsil makbuzları ile destekleme primi alma eylemine iştirak ettiği ve bu suretle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği gerekçesine dayanan kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre,sanık müdafinin ve katılan vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

5237 Sayılı TCK’nın 158. maddesinin5237 Sayılı TCK’nın 158. maddesinin 1. fıkrasının ( e ) fıkrasınca, adli para cezasının tayininde tespit olunacak temel gün, suçtan elde olunan haksız menfaatin iki katından az olmayacak şekilde asgari ve bu miktara yükseltilerek belirlenecek gün sayısı üzerinden arttırma ve eksiltmeler yapıldıktan sonra ortaya çıkacak sonuç gün sayısı ile bir gün karşılığı aynı kanunun 52. maddesi uyarınca, 20-100 TL arasında takdir olunacak miktarın çarpılması neticesinde sonuç adli para cezasının belirlenmesi gerektiği gözetilmeyerek, sanığa yazılı şekilde fazla adli para cezası tayini,

Kanuna aykırı olup, hükmün bu sebeple 5320 Sayılı Kanun’un 8.maddesi gereğince halen uygulanmakta olan1412 Sayılı 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak, yeniden duruşma yapılmasını gerektirmeyen bu hususun aynı kanunun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasından adli para cezasına dair sırasıyla “2.000 gün “ ve “2.500 gün”,”50.000 TL” ve “41.666 TL” adli para cezası terimlerinin tamamen çıkartılarak yerine sırasıyla “180 gün”,” 225 gün”,”187 gün” ve “3.740TL” ibareleri eklenmek suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

b- )213 Sayılı Kanuna muhalefet suçundan kurulan mahkumiyet hükmü yönünden;

Sanık hakkında 2006 ve 2007 yıllarında hiçbir ticari işlem yapmaksızın bir bedel karşılığında muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge tanzim ettiği iddiası ile kamu davası açılmış olması karşısında, her takvim yılında işlenen fiilin ayrı bir suç olduğu gözetilmeden, tek bir mahkumiyet hükmü kurulması,

c- )Resmi evrakta sahtecilik suçundan kurulan mahkumiyet hükmü yönünden;

Suça konu sahte müstahsil makbuzlarının resmi belge niteliğinde olmayıp, özel belge niteliğinde olduğu, sanığın eylemine uyan 213 Sayılı Kanuna muhalefet suçundan açılmış dava bulunması karşısında; sahtecilik suçu yönünden; TCK’nın 44 maddesi gereğince ayrıca ceza verilemeyeceği cihetle, sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi yerine, yazılı şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,

3- )Sanıklar … nitelikli dolandırıcılık suçundan, sanıklar … hakkında nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik ve 213 Sayılı vergi usul kanununa muhalefet suçlarından suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyizlerin incelenmesinde,

a- ) Sanık … hakkında kurulan mahkumiyet hükmü yönünden;

Sanık ifadesinde, kendisinin yeterli arazi olduğunu, 28 ton kotası bulunduğu için kota miktarınca fatura aldığını, suç işleme kastı bulunmadığını beyan ettiği, sanığın dosyaya yansıyan bilgilere göre, ileri derecede yaşlı olduğu ve verdiği mala karşılık kotası miktarınca fatura alması eyleminde sanığın suç kastının bulunmadığı anlaşılması karşısında, sanık hakkında üzerine atılı suçtan beraati yerine, yazılı şekilde mahkumiyet hükmü verilmesi,

b- ) Sanık … hakkında kurulan mahkumiyet hükümleri yönünden;

Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.12.1990 gün ve 312/340 Sayılı kararında açıklandığı üzere, tüzel kişinin birden fazla temsilcisinin bulunması halinde cezai sorumluluğun cezanın şahsiliği ilkesine bağlı olarak temsil yetkisinin bölüşümündeki ağırlık ve sınırlar dikkate alınarak suçun şekil sorumlusu değil, ayrıntısını bilen ve oluşmasında rolü olan kanuni temsilciye ait olacağı, sanık …‘ın, şirket yönetim kurulu başkanı olmasının başlı başına suça iştirak ettiğine delil oluşturmayacağı, sanık savunmasında, şirketin buğday alım satım işini kardeşi sanık … yürüttüğünü ifade etmesi ve diğer tüm temyiz dışı sanıkların sahte müstahsil makbuzlarını sanık …‘dan aldıklarını beyan etmiş olmaları karşısında, sanığın suça iştirak ettiği yönünde mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı delil bulunmaması sebebiyle üzerine atılı nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik ve 213 Sayılı Vergi usul kanununa muhalefet suçlardan beraati yerine, yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri verilmesi,

Kabule göre de;

Sanıklar hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmuş olması karşısında, kamu davasında kendisini vekille temsil ettiren katılan idare lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince vekâlet ücretine hükmedilmemiş olması,

Suça konu sahte müstahsil makbuzlarının dosyada delil olarak saklanması gerekirken, bu konuda bir karar verilmemesi,

4- )Sanıklar …, … ve … haklarında nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümlerine yönelik temyizin incelemesinde ise;

Sanık …‘ün hükümden sonra 12.03.2015 tarihinde, sanık …‘in 20.11.2014 tarihinde, sanık …‘in 10.06.2015 tarihinde öldüklerinin UYAP’tan temin edilen nüfus kayıtlarından anlaşılması karşısında, haklarında açılan kamu davasının 5237 Sayılı TCK’nın 64/1 maddesi uyarınca düşürülmesine karar verilip verilmeyeceğinin mahkemesince değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

SONUÇ : Kanuna aykırı olup, katılan hazine vekili ile sanıklar … ve … müdafii ve sanık …‘nun temyiz itirazları bu sebeple yerinde görüldüğünden hükümlerin 5320 Sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 Sayılı 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 17.11.2016 tarihinde kısmen oybirliğiyle karar verildi.

KARŞI OY :

Olay:

… Şehir Merkezinde zahirecilik işi yapan sanık …‘ın herhangi bir mal satışının bulunmadığı, mal alış ve satışı yapmadan komisyon karşılığında diğer sanık çiftçilere sahte olarak müstahsil makbuzu imzalattırıp verdiği, sahte olarak düzenlenen müstahsil makbuzlarının, çiftçiler tarafından, mağdur … kredi kooperatifine verilerek destekleme primi alınmak istendiği, ancak bu şahıslar hakkında dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarından soruşturma başladıktan sonra kurum tarafından ödemelerin durdurulduğu, bu sebeple sanık …‘ın resmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarına iştirak ile 359.maddesine aykırılık suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ve Yüksek Yargıtay 15. Ceza Dairesi vaki temyiz üzerine sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararını onamıştır.

İHTİLAF:

…Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2009/71-2012/89 E.K sayılı ilamının temyiz incelemesi sırasında sayın daire çoğunluğu ile ihtilafımız sanık …‘ın, muhteva olarak sahte tanzim ettiği müstahsil makbuzlarını, Devletten Tarımsal Destekleme Primi almak isteyen diğer sanık üreticilere komisyon karşılığı vermeleri şeklindeki eylemler sebebiyle; bu makbuzları kullanarak prim almak isteyen diğer üretici sanıkların eylemine iştiraklerinin mümkün olup olmadığı, bu sebeble 213 Sayılı VUK 359/6 maddesi yanında TCK’nın 158, 204 veya 207 maddeleri gereğince mahkum edilip edilmeyecekleri hususudur.

İZAHAT:

Ayrıntısı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.06.2003 gün ve 2010/10-166-90 Sayılı kararın da açıklandığı üzere; bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli hareketler yaparak hataya düşürüp onun veya başkasının zararına, kendisine veya bir başkasına haksız yarar sağlaması dolandırıcılık suçunun maddi unsurudur.

Öte yandan 5237 Sayılı TCK’nın 37, 39.maddelerinde düzenlenen iştirak müessesinde; birden fazla kişinin birlikte suç işleme kararına bağlı olarak suçun icra hareketlerini gerçekleştirip, suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurmaları halinde söz konusu olan iştirak şekli müşterek failliktir. Müşterek faillik bilinçli ve iradi bir birliktelikle, bir suçun kanuni tanımındaki fiilin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir.

Suçun kanuni tanımındaki fiilin gerçekleştirilmesinde işbirliği halinde hareket edilmesi sebebiyle müşterek faillik, eşdeğer sorumluluk ilkesine dayanmaktadır.

Müşterek faillikten söz edilebilmesi için iki unsurun bir arada bulunması gerekmektedir, bunlar, fiilin birlikte icrasına katkı ve birlikte suç işleme kararıdır.

Öte yandan TCK’nın 39.maddesinde düzenlenen dolayı faillikte; bir suçun bir başkasını araç olarak kullanmak suretiyle işlendiği hallerde, dolaylı faillik sözkonusudur. Suç tipini bu şekilde gerçekleştirenler, bir başkasını buna sevk ettiği ve suç tipi bakımından zorunlu olan hareketler onun planı çerçevesinde icra edildiği için sorumludurlar. Dolaylı faillikte arkadaki kişi, aracının ( failin ) iradesine hakim olarak bir suçun işlenme sürecini elinde tutmaktadır. ( İlhan Koca Genel hükümler 6. baskı sy. 430-433 )

Yukarıdaki izahat ışığında;

Sanıklar sadece sahte müstahsil makbuzlarını komisyon karşılığı çiftçilere vermişler, bu makbuzu kullananlar ise kamu kurumlarının zararına hileli işlem gerçekleştirmek istemişlerdir.

Sanıkların dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarına iştirakı mümkün değildir. Çünkü sanıklar makbuzları para karşılığı satmışlardır. Artık makbuzların nerede kullanılacağı veya bundan elde edilen gelirin ne şekilde paylaşacağı hususunda fiile hakimiyetleri bulunmamaktadır. Bu makbuzu alan çiftçiler isterlerse destekleme primini almaktan vazgeçebilirler. Vazgeçme iradesine makbuzu kesenlerin müdahalesi olabilirse, mesuliyeti de olacaktır. Aksi takdirde mesuliyet mümkün olmayacaktır. Dosya kapsamından bu iradeye hakimiyetin mümkün olmadığı görülmektedir. Diğer yandan 213 Sayılı VUK’nun 359.maddesine muhalefet suçu özel bir suç olup, aynı eylemden birden fazla sonuç çıkarılamaz. Öte yandan sahtecilik suçlarında içtimayı düzenleyen TCK’nın 212.maddesinin içeriği Türk Ceza Kanunun da düzenlenen sahtecilik suçlarına dair olup, sahte müstahsil makbuzunu komisyon karşılığı satan sanıkların, ayrıca TCK’nın kapsamında sahtecilik suçundan da cezalandırılmaları kanunun amacına aykırıdır.

Bu itibarla sanık …‘ın sadece 213 Sayılı VUK 359.maddesi gereğince cezalandırılmaları gerektiği gözetilmeden, ayrıca dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarından mahkumiyeti kanuna aykırı bulunduğundan sayın çoğunluğun bu sanıklar hakkındaki dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarından kurulan hükümleri onanması kararına muhalifiz.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS