0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Zincirleme Suç

TCK Madde 43

(1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. (Ek cümle: 29/6/2005 – 5377/6 md.) Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.

(2) Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.

(3) Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.



TCK Madde 43 Gerekçesi

“Müteselsil suç” yerine zincirleme suç kavramı benimsenmiştir. Zincirleme suç hâlinde aynı suçun birden fazla işlenmiş olması söz konusudur. Ancak, bu suçlar, aynı suç işleme kararı kapsamında işlenmektedirler, yani, bu suçlar arasında sübjektif bir bağ bulunmaktadır. Bu nedenle, kişiye bu suçların her birinden dolayı ayrı ayrı değil, bir ceza verilmekte ve fakat cezanın miktarı artırılmaktadır. Ancak, bu durumda cezanın artırım oranları Tasarıya göre yükseltilmiştir.

Bir suçun aynı suç işleme kararı kapsamında olsa da değişik kişilere karşı birden fazla işlenmesi hâlinde, zincirleme suç hükümleri uygulanamaz. Buna göre, örneğin, bir otoparkta bulunan otomobillerin camları kırılarak radyo teyplerin çalınması durumunda, her bir kişiye ait otomobildeki hırsızlık, bağımsız bir suç olma özelliğini korur ve olayda cezaların içtimaı hükümleri uygulanır.

Maddenin ikinci fıkrasında, bir fiille birden fazla kişiye karşı işlenen suçlardan dolayı sorumlulukla ilgili bir içtima hükmüne yer verilmiştir. Bu hükümle, uygulamamızda karşılaşılan tereddütlerin önüne geçilmek amaçlanmıştır. Örneğin bir sözle birden fazla kişiye sövülmüş olması durumunda, her bir mağdur bakımından ayrı sövme suçları değil, bir sövme suçu oluşur. Ancak, bu durumda suçun cezası birinci fıkrada belirtilen oranlarda artırılır.

Maddenin üçüncü fıkrasında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.


TCK 43 Zincirleme Suç Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2020/348

  • TCK 43
  • Zincirleme suçun uygulanma şartları

5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesindeki düzenlemeden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hâllerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.

5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla kez işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir . Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için gerekli olan unsurların üzerinde ayrıntılı olarak durulmasında yarar bulunmaktadır.

a) Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla kez işlenmesi;

Aynı suç, 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinde; “Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır.” denilmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu, kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. Örneğin, dolandırıcılık ile nitelikli dolandırıcılık eylemleri aynı suç sayılır iken, dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanma, hırsızlık ile dolandırıcılık, hırsızlık ile suç eşyasını satın alma aynı suç kavramı içerisinde değerlendirilemeyecektir. Aynı suç kavramına, suçun teşebbüs aşamasında kalmış hâli de dahildir. Zincirleme suç oluşturan eylemlerden bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı da teşebbüs aşamasında kalmış olsa bile, işlenen suçların isimleri değişmediği sürece, aynı suç sayılacaktır (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, 18. Bası, Ankara, 2012. s. 339; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Ankara, 2014, s. 1241-1242; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 9. Bası, Ankara, 2016, s. 500-507; Türkan Sancar Yalçın, Yeni Türk Ceza Kanununda “Zincirleme Suç”, TBB Dergisi, sayı 70, Mayıs/Haziran 2007, s. 253.).

765 sayılı TCK’da yer alan “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda diğer şartların da varlığı hâlinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi mümkündür. Nitekim, 765 sayılı TCK’nın yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir.

5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan “değişik zamanlarda” ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.

b) İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması;

Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecektir. Tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur, suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir (M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Ankara, 2017, s. 303-306; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Ankara, 2015, s. 214-216; Koca-Üzülmez, s. 507-508; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. Cilt, Ankara, 2014, s.7958-7959.).

Yapılan açıklamalara göre, Kanun’un aynı hükmünün farklı zamanlarda ihlâli aynı kişiye karşı olmalıdır. Kanun’daki bu açık ifade nedeniyle, aynı suçu işleme kararı ile Kanun’un aynı hükmünün farklı zamanlarda, ancak farklı kişilere karşı ihlâl edilmesi hâlinde müteselsil suçtan söz edilemeyecektir. Örneğin, aynı suçu işleme kararı ile farklı zamanlarda birden fazla kişinin malına kasten zarar verilmesi hâlinde zincirleme suça ilişkin hükümler uygulanamayacaktır. Bunun yerine fail, her bir fiilinden dolayı ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Bununla birlikte bir fiil ile aynı suçun birden fazla kişiye karşı işlenmesi durumunda TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın Kanun’un 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür.

c) Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi;

Ceza Genel Kurulunun 14.01.2014 tarihli ve 384-2, 03.12.2013 tarihli ve 1475-577, 30.05.2006 tarihli ve 173-145, 08.07.2003 tarihli ve 189-207, 13.10.1998 tarihli ve 205-304, 20.03.1995 tarihli ve 48-68 ile 02.03.1987 tarihli ve 341-84 sayılı kararlarında “aynı suç işleme kararı” kavramından, kanunun aynı hükmünü birçok kez ihlâl etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, her hareketinin birbirinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında sübjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiş, ilk eylemle ikinci eylem arasında makul sayılamayacak uzunca bir sürenin geçmesinin, sanığın aynı suç işleme kararıyla değil, çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suçu işlediğini gösterdiği belirtilmiştir.

Öğretide ise aynı suç işleme kararının, kanunun aynı hükmünü birden fazla ihlâl etmek hususunda önceden kurulan bir plan ve genel bir niyet anlamında bulunduğu (Sulhi Dönmezer- Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Cilt 1, 14. Bası, İstanbul, 1999, s. 398 vd.), çok genel bir birliğin, genel bir saik birliği sonucuna götüreceği, saik birliğinin, kararda birliği meydana getiremeyeceği, suç saiki, niyeti, amacı ile kararının karıştırılmaması gerektiği, yine fırsat çıktığı zaman suç işlemek için verilen genel bir kararın, müteselsil suçun bu sübjektif şartını oluşturmayacağı (Türkan Yalçın Sancar, Müteselsil Suç, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995, s.70 vd.), failin çıkacak her fırsattan yararlanmak hususunda genel ve soyut bir kararının varlığının aynı suç işleme kararının kabulünü gerektirmeyeceği (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 136-137; Koca-Üzülmez, s. 508-510.), Kanun’da kullanılan karar tabirinden anlaşılması gerekenin, failin daha baştan itibaren birden fazla suçu kısım kısım işlemeye yönelik tasavvuru olduğu, önceden bir plan yapmış, niyetini oluşturmuş, fakat bunu bir defada gerçekleştireceği yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plana göre hareket etmiş olduğu için zincirleme suçun kabul edildiği (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 18. Bası, Ankara, 2015, s. 612-613.), zincirleme suç hâlinde failin somut fiiline ve fiillerin bütününe yönelik olmak üzere iki iradesinden söz edilebileceği, zincirleme suç işlemeye yönelik iradenin, yani bir suç işleme kararının her bir suça ilişkin kasıttan önce geldiği (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 4. Bası, İstanbul, 2015, s. 456.), zincirleme suçun sübjektif şartının bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenen suçlar arasında manevi bir bağ bulunması olduğu (Özgenç, s. 564.), suçların işleniş biçimindeki benzerlik, aynı türden fırsatları değerlendirme, suçla korunan hukuki değer, hareketin yöneldiği maddi konunun nitelik ve başkalıkları ve suçlar arasındaki zaman aralığı gibi dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanılarak tespit edilecek olan bir suç işleme kararının kanunun aynı hükmünü ihlâl etmek hususundaki failin genel planı olduğu (Artuk-Gökcen-Alşahin-Çakır, s. 718-719.) görüşleri ileri sürülmüştür.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemini oluşturur.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

Yapılan açıklamalara göre, zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi süre içerisinde işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusundaki tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Katılanın eşi olan tanık… ile sanık arasında uzun süredir ilişki yaşandığı ve olay tarihinden kısa bir süre önce bittiği, olay gecesi saat 02.00 sıralarında tanık…’nin evinin yakınından aracıyla geçen sanığın, evin lambasının yandığını görünce tanık…’yi telefonla aradığı ve telefonu açan katılana “…Neden karını boşamadın seni vuracağım!” dediği, katılanın arayan bu numarayı kendi telefonundan sorguladığında arayanın arkadaşı olan sanık olduğunu anladığı, katılanın, tanık…’nin yanına giderek telefonun sesini dışarıya verdiğinde sanığın aynı sözleri sarf ettiği, beş dakika sonra ise sanığın kapıyı şiddetli bir şekilde yumruklayarak çalması üzerine katılanın kapıyı açtığı, içeriye giren sanığın belindeki silahı çıkarıp katılana doğrultarak “Seni vuracağım!” dediği, katılanın, sanığın elini tuttuğu ve bu sırada olayı gören katılanın çocuğu olan tanık …’ın korkmasından dolayı sanığa, tanık… ile konuştuktan sonra görüşeceklerini söylemesi üzerine sanığın evden ayrıldığı olayda;

Tanıklar… ve … ile katılanın beyanları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın tanık…‘nin evinin lambasının yandığını görünce evin yakınında iken telefonla katılanı tehdit ettikten yaklaşık beş dakika sonra katılanın evine gelerek burada da tehdit suçunun devamı niteliğinde, kesintisiz surette, yakın mekanda ve çok kısa zaman aralığı içinde katılanı silahla tehdit ettiği, hukuki anlamda bütünlük arz eden eylemlerinin tek bir suç oluşturduğu anlaşılmakla; TCK’nın 43/1. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanma imkânının bulunmadığı kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2023/199 E. , 2023/380 K.

  • TCK 43
  • Aradan 18 ay geçse bile iki eylemin aynı suç işleme kararı kapsamında işlenmesi halinde TCK m.43 hükümleri uygulanmalıdır.

Sanığın eylemlerinin, mağdurun yurda girmesinden önce başlayıp yurttan ayrılmasından sonra devam ettiği, mağdurun yurtta kaldığı yaklaşık 18 aylık süre boyunca sanığın mağdura yönelik bir eylemi bulunmadığı anlaşılmış ise de; Ceza Genel Kurulunun yerleşik kararlarında da suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olmasının, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyeceğinin ve bu değerlendirmenin her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılması gerektiğinin belirtilmesi karşısında; sanığın öz kız kardeşi olan mağdura “Herkese veriyorsun, bana mı vermiyorsun?” şeklinde söylediği sözlerle genel niyet ve planını ortaya koyması, geçen zaman aralıklarında mağdura yönelik eylemlerinin niteliğini artırarak yurttan döndükten sonra da cinsel ilişki boyutuna vardırması, böylece sanığın aynı suç işleme kararı kapsamında mağdurun yurda girişinden önce genel niyet ve planına dayanarak başlattığı eylemlerini yurttan döndükten sonra da gerçekleştirmeye devam etmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanık hakkında TCK’nın 43. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2017/911 E. , 2021/291 K.

  • TCK 43
  • Zincirleme suç
  • Aynı neviden fikri içtima

Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözülebilmesi için “zincirleme suç” hükümleri üzerinde durulmalıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.” şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır. Bu kuralın istisnalarına ise TCK’nın “Suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiş, üçüncü fıkrasında da zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanmayacağı suçlar belirtilmiştir.

TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.

TCK’nın 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.

Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

TCK’nın 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hâllerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda artırılmaktadır.

Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra, öğretide aynı neviden fikri içtima olarak tanımlanan TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrasının da değerlendirilmesi gerekmektedir. Anılan düzenleme; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da birinci fıkra hükmü uygulanır.” hükmünü içermekte olup zincirleme suçtan farklı bir müessese olan ve aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil, yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın Kanun’un 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür. Ancak burada kastedilen, fiil ya da hareketin doğal anlamda değil hukuki anlamda tekliğidir. Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı üzere, bir fiilin hukuki anlamda tekliği ile doğal anlamda tekliği kavramlarının aynı olmadığı göz ardı edilmemelidir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de hukuki manada hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de ortaya konulan bu davranışlar, suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki tek bir fiili oluşturmaktadır (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2016, s. 492.). Örneğin; failin mağduru birden fazla yumruk ve tekme vurmak suretiyle yaralaması, yalan tanıklık yapan failin birden fazla beyanda bulunması, kasten öldürme fiilinin her biri tek başına öldürücü nitelikte beş bıçak darbesi ile işlenmesi vb. gibi.

TCK’da bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne de yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması hâlinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür (TCK’nın 172/2. maddesi). Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.

Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;

1- Fiilin hukuki anlamda tek olması,

2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,

3- İşlenen birden fazla suçun “aynı suç” olması,

4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.

Bu dört şart birlikte gerçekleştiğinde, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Örneğin; bir sözle birden çok kişiye karşı cinsel tacizde bulunulması, bir mektupla birden çok kişiye hakaret edilmesi, bir odada bulunan çok sayıda kişinin üzerine kapının kilitlenmesi suretiyle hürriyetlerinden yoksun kılınmaları, içerisinde beş kişiye ait cüzdanların bulunduğu çantanın çalınması hâllerinde aynı neviden fikri içtima söz konusu olup, TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

08.07.2010 tarihinde saat 19.00 sıralarında Milas Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna hükümlü olarak getirilen sanık …’ın, yapılan üst aramasında, İsmet Türker, Muharrem Argün, Fatih Yarbaşı ve İsmail Yılmaz isimli şahısların kimlik bilgilerine düzenlenmiş fakat üzerinde sanığın fotoğrafları bulunan dört adet sürücü belgesi ile Kadriye Oral adına düzenlenmiş üzerinde herhangi bir tahrifat bulunmayan bir adet sürücü belgesine rastlandığı olayda; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca “…Suça konu sürücü belgelerinin farklı zamanlarda düzenlendiğine veya kullanıldığına dair kesin delilin bulunmaması karşısında, mağduru kamu olan eylemin, tek bir suç oluşturacağı gözetilmeden, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin tatbik edilerek fazla ceza tayin edilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulmuş ise de sanığın Cumhuriyet savcısı huzurunda verdiği ayrıntılı ifadesinde, farklı kişiler adına düzenlenmiş suça konu sürücü belgeleri üzerindeki sahteleştirme eylemlerinin her birini farklı tarihlerde gerçekleştirdiğini ikrar etmesi karşısında, mağduru toplumu oluşturan bireylerin tamamı, diğer bir ifadeyle kamu olduğu kabul edilen resmî belgede sahtecilik suçunu, aynı suç işleme kararıyla değişik zamanlarda birden fazla kez işleyen sanığın eylemlerini bir bütün hâlinde değerlendirerek TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen zincirleme suç hükümlerini uygulayan Yerel Mahkeme hükmünün isabetli olduğu kabul edilmelidir.


Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2021/4490 E. , 2021/20333 K

  • Hukuki kesinti halinde zincirleme suç hükümleri uygulanmaz.

Sanığın bilirkişi raporundaki tespitlere göre, suç tarihleri olan 22.02.2014 tarihinde 4 defa, 10.04.2014 tarihinde ise 2 defa olmak üzere kargo paketlerini gizlice aldığının tespit edildiği, iki olay arasında zaman aralığı bakımından hukuki kesinti bulunduğu, eylemler arasında kastın yenilendiğini gösterir uzun sürenin girmesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağı, gözetilmeden iki ayrı suç yerine tek suçtan hüküm kurularak TCK’nın 43. maddesinin uygulanmış olması, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.


Ceza Genel Kurulu 2016/1093 E. , 2021/98 K.

  • TCK m.43
  • Zincirleme Suç Nedir?
  • Kesinleşen Mahkumiyete Zincirleme Suç Hükümleri Nasıl Uygulanır?

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır.” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise TCK’nın “Suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiş, üçüncü fıkrasında da zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanmayacağı suçlar belirtilmiştir.

TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir. TCK’nın 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.

Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlığın çözümüne katkısı bakımından “hukuki kesinti” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir. Yapılmakta olan soruşturma sonucunda toplanan delillerin failin suçu işlediği yönünde yeterli şüphe oluşturması üzerine Cumhuriyet savcısınca şüpheli hakkında CMK’nın 170. maddesi uyarınca iddianamenin düzenlenmesiyle hukuki kesinti oluşmaktadır. İddianamenin düzenlenmesiyle olaylar arasında hukuki kesinti oluştuğundan iddianamenin düzenlenmesinden sonra devam eden eylemler ise başka bir ceza soruşturmasının konusunu oluşturacaktır. Başka bir anlatımla sanık hakkında iddianame düzenlendikten sonra, sanık tarafından aynı suçun tekrar işlenmesi durumda, yeni ve ayrı bir suç söz konusu olacaktır.

Buna karşın işlemiş olduğu suçtan dolayı henüz hakkında iddianame düzenlenmeden, sanığın aynı suç işleme kararıyla ve aynı mağdura karşı yeniden suç işlemesi durumunda, hukuki kesinti gerçekleşmeden aynı suçun işlenmesi söz konusu olduğundan sanık hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır. Bu ahvalde sanığın her suçtan ayrı ayrı cezalandırılması yoluna gidilmeyecek, sanığa bir suçtan ceza verildikten sonra hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle cezasından artırım yapılacaktır. Buna göre, soruşturma aşamasında sanığın aynı suç işleme kararıyla, aynı mağdura karşı değişik zamanlarda aynı suçu işlediğinin tespit edilmesi durumda, soruşturma dosyalarının birleştirilerek kamu davası açılması, bu hususa riayet edilmeden kamu davalarının açılması halinde ise hukuki kesintinin oluşmasından önce sanığın aynı mağdura karşı bir suç işleme kararıyla aynı suçu değişik zamanlarda işlediğinin anlaşılması durumunda dava dosyalarının birleştirilerek sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi isabetli bir uygulama olacaktır.

Bu aşamadan sonra uyuşmazlığın çözümü için zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının mevcudiyeti hâlinde cezanın nasıl belirlenmesi gerektiği üzerinde durulmalıdır. Bir suçun zincirleme biçimde işlendiğinin kabulü hâlinde, faile her bir suç için ayrı ayrı ceza verilmeyecek, tek bir ceza verilip bu ceza üzerinden TCK’nun 43/1. maddesi gereğince artırım yapılacaktır.

Failin işlediği suçlar aynı nitelikte ise örneğin her biri suçun basit veya nitelikli hâli ise burada ceza bu basit veya nitelikli hâl üzerinden belirlenecektir. Failin işlediği suçlardan bir kısmı suçun basit bir kısmı da nitelikli hâli ise, nitelikli hâl daha fazla ceza verilmesini gerektiren bir nitelikli hâl ise ceza bunun üzerinden belirlenmeli, ancak nitelikli hâl suçun basit şekline göre daha az ceza verilmesini gerektiren bir nitelikli hâl ise ceza suçun basit şekli üzerinden belirlenmelidir. Suçlardan birinin tamamlanmış diğerinin teşebbüs aşamasında kalması durumunda, şayet suçlar aynı nitelikte ise örneğin ikisi de suçun basit şekli ise tamamlanmış suçtan hüküm kurulmalıdır. Tamamlanmış olan eylem suçun basit hâlini, teşebbüs aşamasında kalmış eylem ise suçun nitelikli hâlini oluşturuyorsa, bu durumda her bir suç için ayrı ayrı uygulama yapılarak sonucuna göre hangi suç daha ağır cezayı gerektiriyor ise o suç üzerinden zincirleme suç hükümleri uygulanmalıdır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 20.03.1973 tarihli ve 388-265; 21.05.2013 tarihli ve 1543-257 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Öğretide de; “Bu konuda düşünülebilecek diğer bir ihtimal de, suçun basit şeklinin tamamlanması, ağırlaşmış şeklinin ise teşebbüs derecesinde kalmasıdır. 80. maddedeki ‘terettüp edecek ceza’ deyimi o suç için kanunda gösterilen cezayı değil, fakat hâkimin tayin edeceği somut cezayı ifade ettiği için, bu gibi durumlarda, hâkim tarafından tayin edilecek suçun tamamlanmış basit şeklinin cezası ile teşebbüs derecesinde kalmış ağırlaşmış şeklinin cezasını karşılaştırmak ve bu somut cezalardan hangisi daha fazla ise, artırmayı onun üzerinden yapmak gerekir” (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul 1972, s. 153), “Teşebbüs aşamasında kalan suçla tamamlanmış suç arasında teselsül ilişkisi varsa, tamamlanmış suç; basit suçla ağırlaştırılmış suç arasında teselsül ilişkisi varsa, ağırlaştırılmış suç için belirlenen ceza üzerinden artırım yapılmalıdır. Fakat bazen teşebbüs aşamasında kalan suç tamamlanmış suça nazaran daha ağır cezayı gerektirir. Bu durumda artırım, teşebbüs aşamasında kalan suça verilen ceza üzerinden yapılmalıdır” (Türkan Yalçın Sancar, Müteselsil Suç, Ankara, 1995, s. 127), “Suçlardan bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı teşebbüs aşamasında kalmış ise, kural olarak ceza tamamlanmış eylem üzerinden belirlenecektir. Ancak tamamlanmış hal, suçun basit şeklini oluşturuyor, teşebbüs aşamasında kalmış hal de suçun nitelikli halini oluşturuyorsa, kanaatimizce bu durumda ikili bir uygulama yapılarak, hangisi ağır sonuç veriyor ise uygulama ona göre belirlenecektir” (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1.Cilt, Ankara, 2010, s. 1221) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.

Zincirleme suçlardan biri hakkında açılan kamu davası sonucunda zincirleme suç hükümleri uygulanmadan hüküm kurulmuş ve kesinleşmiş ise henüz sonuca bağlanmayan zincirleme suça tabi diğer suç hakkında nasıl hüküm kurulması gerektiği meselesine gelince;

Zincirleme suça dahil olan suçlardan biri hakkında beraat kararı verilmiş ya da zamanaşımı, genel af, şikâyetten vazgeçme gibi ceza ilişkisini ortadan kaldıran bir sebebe dayalı olarak hüküm kurulmuşsa artık o suç bakımından zincirleme suç ilişkisi kalkacağından henüz sonuca bağlanmayan suçla ilgili kesinleşen hükme konu fiil gözetilmeksizin bağımsız hüküm kurulmalıdır.

Zincirleme suça dahil olan bir suçtan bu durum gözetilmeksizin mahkûmiyet kararı verilmiş ve bu karar kesinleşmiş ise zincirleme suça konu ikinci suçla ilgili olarak mahkemece; kesinleşen hükme konu eylem de göz önüne alınarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle hüküm kurulmalı, kesinleşen hükümdeki ceza sonuç cezadan indirilmeli, böylece yargılaması devam eden suça ilişkin ceza belirlenmelidir.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 20.04.1999 tarihli ve 61-74 sayılı kararında bu şekilde yapılan uygulamanın isabetli olduğu belirtildiği gibi, Yargıtay Ceza Dairelerinin süre gelen uygulamalarının aynı şekilde olduğu anlaşılmaktadır (Örneğin; 11. Ceza Dairesinin 10.06.2015 tarih ve 3690-26932; 23.11.2015 tarih ve 23925-31124; 10. Ceza Dairesinin 12.06.2015 tarih ve 2258-31755; 2. Ceza Dairesinin 13.04.2015 tarih ve 5306-7580; 28.04.2010 tarih ve 12228-14136; 5. Ceza Dairesinin 26.3.2012 tarih ve 8459-2592; 14.3.2012 tarih ve 9041-2042; 21. Ceza Dairesinin 30.09.2015 tarih ve 10828-3351; 02.12.2015 tarih ve 12921-5763 sayılı kararları).

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;

Sanık …’in, 30.12.2005 tarihinde Ardahan ili İnönü Mahalle Muhtarlığına giderek mahalle muhtarı olan inceleme dışı sanık …’ye üzerinde kendi fotoğrafı bulunan ancak kendisiyle aynı ad ve soyada sahip amcasının oğlu mağdura ait kimlik bilgilerinin yer aldığı nüfus cüzdanı talep belgesini düzenlettiği, bu belge ile aynı tarihte Ardahan Nüfus Müdürlüğüne başvurarak yine üzerinde kendi fotoğrafı yer alan fakat mağdur …’e ait kimlik bilgilerini haiz nüfus cüzdanını çıkarttığı, Ardahan Nüfus Müdürlüğünden aldığı nüfus cüzdanıyla 24.04.2006 tarihinde yaptığı başvuru ile de Bağcılar Trafik Tescil ve Denetleme Büro Amirliğinden aynı kimlik bilgilerine ve yine üzerinde kendi fotoğrafının yer aldığı 25.04.2006 verilme tarihli sürücü belgesini düzenlettirdiği olayda;

Yargılamaya konu dosyaya birleştirme kararıyla dahil olan Bakırköy (Kapatılan) 10. Sulh Ceza Mahkemesinin 2008/7 esas sayılı dosyasına konu Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 15.12.2007 tarihli ve 27617-4733 sayılı iddianamesinde anlatılan; sanığın, 25.04.2006 tarihinde Bağcılar Trafik Tescil ve Denetleme Büro Amirliğinden üzerinde kendi fotoğrafı bulunan ancak mağdurun kimlik bilgilerini haiz sürücü belgesi çıkartması şeklindeki eylemi ile ilgili olarak sanık hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 16.03.2009 tarihli ve 10279-6186 sayılı iddianamesiyle ayrı bir kamu davası açılması neticesinde yapılan yargılama sonucunda, Bakırköy 9. Asliye Ceza Mahkemesince 24.12.2009 tarih ve 249-897 sayı ile resmî belgede sahtecilik suçundan verilen ve temyizde onanarak kesinleşen 1 yıl 8 ay hapis cezası içerikli bir mahkûmiyet hükmü bulunduğunun anlaşılması karşısında; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 15.12.2007 tarihli ve 27617-4733 sayılı iddianamesi ile açılan kamu davasının mükerrer dava olduğu, bu suretle anılan kamu davasının CMK’nın 223/7. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Diğer taraftan, bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla ya da aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda zincirleme suç hükmünün uygulanmasının mümkün olduğu ve her iddianameye kadar olan eylemlerin zincirleme biçimde işlenmiş bir resmî belgede sahtecilik suçunu, iddianameden sonraki eylemlerin ise hukuki kesinti nedeniyle ayrı suçu oluşturacağı cihetle; sanığın, 30.12.2005 tarihinde sahte nüfus cüzdanı talep belgesi ve nüfus cüzdanı düzenletmesi eylemleri yönünden sanık hakkında Ardahan Cumhuriyet Başsavcılığının 26.12.2008 tarihli ve 698-244 sayılı, 25.04.2006 tarihinde sahte sürücü belgesi düzenletmesi eylemi yönünden ise Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 16.03.2009 tarihli ve 10279-6186 sayılı iddianamesiyle kamu davası açıldığı, bu itibarla eylemler arasında hukuki kesinti bulunmadığı hususu ile Silivri Ağır Ceza Mahkemesinde talimatla alınan ifadesinde; suç tarihinde adam öldürme suçundan hakkında yakalama kararı olduğunu, ailesinin bakımını sağlamak amacıyla yakalanmamak için suça konu belgeleri çıkarttığını, mecbur kaldığından bu şekilde davrandığını savunan sanığın, en başından itibaren yakalanmamak amacıyla hareket ederek benzer nitelikteki nüfus cüzdanı talep belgesi, nüfus cüzdanı ve sürücü belgesini kısa sayılabilecek zaman aralığında düzenlettiği hususları birlikte değerlendirildiğinde; belirtilen eylemler yönünden sanığın, aynı suç işleme kararıyla kanunun aynı hükmünü değişik zamanlarda birkaç kez ihlal etmek suretiyle zincirleme biçimde atılı suçu işlediği kabul edilmelidir.

Ulaşılan sonuçlar karşısında; Yerel Mahkemece, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 15.12.2007 tarihli ve 27617-4733 sayılı iddianamesi ile sanık hakkında açılan kamu davasının mükerrer dava olduğu gözetilip CMK’nın 223/7. maddesi uyarınca reddine karar verildikten sonra, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 16.03.2009 tarihli ve 10279-6186 sayılı iddianamesiyle açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda kesinleşen hükme konu sanığın sahte sürücü belgesi düzenletme eylemi de göz önüne alınarak sahte nüfus cüzdanı talep belgesi ve nüfus cüzdanı düzenletme eylemleriyle birlikte zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle sanık hakkında hüküm kurulmalı, kesinleşen hükümdeki ceza, sonuç cezadan indirilmeli, böylece yargılaması devam eden suça ilişkin ceza belirlenmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2018/247 E. , 2020/494 K.

  • TCK 43/2
  • Hırsızlık suçunda aynı neviden fikri içtima
  • Zincirleme suç

5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

TCK’nın 43/1. maddesinin düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hâllerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.

Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra, öğretide aynı neviden fikri içtima olarak tanımlanan TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrasının da değerlendirilmesi gerekmektedir.

TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrası; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” hükmünü içermekte olup zincirleme suçtan farklı bir müessese olan ve aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın Kanun’un 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından Kanun’un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kast edilen hususun ne olduğunun irdelenmesi gerekmektedir.

Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlâl edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Buna göre Kanun’un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kastedilen fiil ya da hareketin doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmasıdır. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. Örneğin; failin mağduru birden fazla yumruk ve tekme vurmak suretiyle yaralaması, yalan tanıklık yapan failin birden fazla beyanda bulunması, kasten öldürme fiilinin herbiri tek başına öldürücü nitelikte beş bıçak darbesi ile işlenmesi gibi. Failin mağdura birden fazla yumruk vurması suretiyle yaralaması durumunda, failin birden fazla hareketi olmasına rağmen kastı bir kişiyi yaralamaya yönelik olduğundan ortada tek fiil ve neticesi itibarıyla tek suç vardır. Bazı suç tiplerinde ise, kanundaki tanımda belirtilen birbirinin alternatifi olan birden fazla hareketin gerçekleştirilmesiyle suç işlenebilmektedir. Öğretide “seçimlik hareketli suçlar” olarak isimlendirilen bu suç tiplerinde, sayılan seçimlik hareketlerin herhangi birisinin gerçekleştirilmesi suçun oluşumu açısından yeterlidir. Belirtilen seçimlik hareketlerden birkaçının ya da tamamının yapılması hâlinde de birden fazla suç değil, tek suç oluşacaktır. Ancak seçimlik hareketli suçtan söz edebilmek için kanunda sayılan seçimlik hareketlerin aynı konuya ilişkin olması gerekmektedir (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 11. Bası, Ankara, 2015, s.169; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, Ankara, 2015, s.114.).

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması hâlinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür. (TCK 172/2) Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.

Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;

1- Hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması,

2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,

3- İşlenen birden fazla suçun “aynı suç” olması,

4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.

Bu dört şartın birlikte gerçekleşmesi durumunda, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Örneğin; bir sözle birden çok kişiye karşı cinsel tacizde bulunulması, bir mektupla birden çok kişiye hakaret edilmesi, bir odada bulunan çok sayıda kişinin üzerine kapının kilitlenmesi suretiyle hürriyetlerinden yoksun kılınmaları hâllerinde aynı neviden fikri içtima söz konusu olup, TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerekmektedir.

Yapılan bu açıklamalar göz önüne alındığında; hukuki anlamda tek olarak kabul edilemeyecek fiil ile birden fazla mağdura karşı hırsızlık suçunun işlenmesi hâlinde TCK’nın 43/2. maddesinde düzenlenen aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması mümkün değildir ve mağdur sayısınca hırsızlık suçunun oluştuğunun kabulü gerekir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.11.2013 tarihli ve 7-535, 15.04.2014 tarihli ve 282-192, 22.04.2014 tarihli ve 5-204 ve 06.06.2017 tarihli ve 566-317; 14.11.2019 tarihli ve 98-661 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık …‘un, inceleme dışı sanık … ile birlikte katılanların antrenman yaptıkları spor salonuna hırsızlık amacıyla gelerek soyunma odasındaki askıda asılı vaziyette bulunan katılanlara ait kıyafetleri karıştırıp her bir katılanın kıyafetleri üzerinden para ve cep telefonlarını çaldığı olayda; üç ayrı kıyafette bulunan para ve cep telefonlarının ayrı ayrı çalınması nedeniyle doğal anlamda tek bir fiilden bahsedilemeyeceği, kaldı ki eylemlerin gerçekleştiriliş şekli itibarıyla da hukuki anlamda tek bir fiilin söz konusu olmadığı, sanığın, ekonomik değeri olan ve kolayca paraya dönüştürebileceği bir şeyler bulabilmek amacıyla her bir kıyafeti ayrı ayrı karıştırarak ayrı ayrı hareketler ile suça konu para ve cep telefonlarını çaldığı, buna göre, soyunma odasında bulunan ve içinde para, kimlik ve cep telefonları olan kıyafetlerin farklı kişilere ait olduğunu da bilebilecek durumda olan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasının mümkün bulunmadığı anlaşıldığından, Yerel Mahkemece sanık hakkında her bir mağdura yönelik hırsızlık suçu nedeniyle ayrı ayrı mahkûmiyet hükmü kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu -Karar: 2017/520

  • TCK 43
  • Katılana yönelik birden fazla kez tehdit içeren sözleri aynı yerde ve çok kısa zaman aralığı içerisinde söylemesi karşısında; hukuki anlamda bütünlük arz eden eylemlerinin tek bir suç oluşturduğu ve hakkında TCK’nun 43. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunmadığı kabul edilmelidir.

TCK’nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

TCK’nun 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir. Burada “aynı zaman” ve “değişik zaman” kavramları üzerinde durulmalıdır. Kanunda bu konuda bir açıklık bulunmadığından ve önceden kesin belirlemelerin yapılması mümkün olmadığından, bu husus her somut olayın ve suçun özellikleri göz önüne alınarak değerlendirilmeli ve eylemlerin “değişik zamanlarda” işlenip işlenmediği tespit edilmelidir. Bu bağlamda “aynı zamanda” kavramı dar yorumlanmayarak, çok kısa zaman aralıkları aynı zaman dilimi olarak kabul edilmelidir. Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.06.2010 gün ve 98-143 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da bu hususlar vurgulanmıştır.

TCK’nun 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.

Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Aynı suç işleme kararının varlığının, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlâl edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir.

TCK’nun 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda artırılmaktadır.

Diğer taraftan Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı üzere, bir fiilin hukuki anlamda tekliği ile doğal anlamda tekliği kavramlarının aynı olmadığı da gözardı edilmemelidir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki manada hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar, suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki tek bir fiili oluşturmaktadır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2016, s. 492) Örneğin; failin mağduru birden fazla yumruk vurmak suretiyle yaralaması durumunda, failin birden fazla hareketi olmasına rağmen kastı bir kişiyi yaralamaya yönelik olduğundan ortada tek fiil ve neticesi ile birlikte tek suç vardır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Katılanın kuzeni olan tanık Didem’in, sanığın iş yerinde kısa bir süre çalıştıktan sonra sanık tarafından işten çıkarıldığı, olay günü saat 19.15 sıralarında katılanla birlikte sanığın bir alışveriş merkezinde bulunan iş yerine giden tanık Didem’in çalıştığı günlerin karşılığı olan ücretini istediği, sanık ödeme yapmayacağını söylediğinde tartışmaya başladıkları, katılanın da tartışmaya dahil olması üzerine sanığın, katılana “sen kim oluyorsun, kız olduğuna bakmam, ayağımın altına alırım, üçe kadar sayıyorum, iş yerimi terk edin” dediği, ardından iş yerinden çıkan katılan ile tanık Didem’in alışveriş merkezinin içindeki masalara oturduklarını gören sanığın, katılan ile tanık Didem’in yanına giderek katılana “sen kime güveniyorsun, seni Burhaniye’de o evde yaşatmam…” diyerek tehdit ettiği olayda; sanığın, katılana yönelik birden fazla kez tehdit içeren sözleri aynı yerde ve çok kısa zaman aralığı içerisinde söylemesi karşısında; hukuki anlamda bütünlük arz eden eylemlerinin tek bir suç oluşturduğu ve hakkında TCK’nun 43. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunmadığı kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2020/350 E. , 2020/529 K.

  • TCK 43
  • Bir Suça ilişkin Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) Kararı Varsa Zincirleme Suç Nasıl Uygulanır?
  • İmar kirliliğine neden olma suçunda zincirleme suç hükümleri

Bir suçun zincirleme biçimde işlendiğinin kabulü halinde, faile her bir suç için ayrı ayrı ceza verilmeyecek, tek bir ceza verilip bu ceza üzerinden TCK’nın 43/1. maddesi gereğince artırım yapılacaktır.

Zincirleme suçlardan biri hakkında açılan kamu davası sonucunda zincirleme suç hükümleri uygulanmadan hüküm kurulmuş ve kesinleşmiş ise henüz sonuca bağlanmayan zincirleme suça tabi diğer suç hakkında nasıl hüküm kurulması gerektiği meselesine gelince;

Zincirleme suça dahil olan suçlardan biri hakkında beraat kararı verilmiş ya da zamanaşımı, genel af, şikâyetten vazgeçme gibi ceza ilişkisini ortadan kaldıran bir sebebe dayalı olarak hüküm kurulmuşsa artık o suç bakımından zincirleme suç ilişkisi kalkacağından henüz sonuca bağlanmayan suçla ilgili kesinleşen hükme konu fiil gözetilmeksizin bağımsız hüküm kurulmalıdır.

Zincirleme suça dahil olan bir suçtan bu durum gözetilmeksizin mahkûmiyet kararı verilmiş ve bu karar kesinleşmiş ise zincirleme suça konu ikinci suçla ilgili olarak mahkemece; kesinleşen hükme konu eylem de göz önüne alınarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle hüküm kurulmalı, kesinleşen hükümdeki ceza sonuç cezadan indirilmeli, böylece yargılaması devam eden suça ilişkin ceza belirlenmelidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 15.03.2016 tarihli ve 847-128 sayılı ve 25.12.2018 tarihli ve 732-678 sayılı kararlarında da bu şekilde yapılan uygulamanın isabetli olduğu belirtilmiştir.

Bu noktada, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna da değinmek gerekmektedir.

5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen ve Ceza Genel Kurulunun birçok kararında açıkça belirtildiği üzere, sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca düşmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas itibarıyla bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur. İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan, ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması hâlinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması hâlinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmü, ikinci karar ise bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği varlığı devam ettiği sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının dayanağını oluşturan mahkûmiyet hükmü ise hükmün açıklanması, düşme kararının verilmesi veya yeni bir mahkûmiyet hükmünün tesisinden sonra hukuken varlık kazanacağından ancak bu hâlde istinaf ve temyiz incelemesine konu olabilecek, istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmesi hâlinde ise koşulları bulunduğu taktirde kanun yararına bozma olağanüstü kanun yolu ile denetlenebilecektir.

Bu aşamada sanık hakkında “İmar kirliliğine neden olma” suçundan dava açılmış olması nedeniyle bu suça ilişkin kanuni düzenlemelere de değinilmesi gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın “İmar kirliliğine neden olma” başlıklı 184. maddesi;

“1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.

5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.

6) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu hükme göre; yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan ya da yaptıran, yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere su, elektrik veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden, yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişiler maddede yazılı cezalarla cezalandırılacaktır.

Maddenin dördüncü fıkrası uyarınca; üçüncü fıkra dışındaki hükümler, ancak belediye sınırları içinde veya özel infaz rejimine tabi yerlerde uygulanacaktır. Ancak, failin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hâle getirmesi durumunda, maddenin bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmayacak, açılmış olan kamu davası düşecek, mahkûm olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacaktır.

Diğer taraftan maddenin altıncı fıkrası uyarınca; ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12.10.2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanamayacaktır. Öte yandan, hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. maddede yer alan; “Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31/12/2017 tarihinden önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği kurum ve kuruluşlara 31/10/2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki şartların yerine getirilmesi ve 31/12/2018 tarihine kadar kayıt bedelinin ödenmesi halinde Yapı Kayıt Belgesi verilebilir. Başvuruya konu yapının ve arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu ve diğer hususlar Bakanlık tarafından hazırlanan Yapı Kayıt Sistemine yapı sahibinin beyanına göre kaydedilir.

Yapının bulunduğu arsanın 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa göre belirlenen emlak vergi değeri ile yapının Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca belirlenen yaklaşık maliyet bedelinin toplamı üzerinden konutlarda yüzde üç, ticari kullanımlarda yüzde beş oranında alınacak kayıt bedeli başvuru sahibi tarafından genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydedilmek üzere merkez muhasebe birimi hesabına yatırılır. 6306 sayılı Kanun kapsamında kullanılmak üzere kaydedilen gelirler karşılığı Bakanlık bütçesine ödenek eklemeye Maliye Bakanı yetkilidir. Bu ödenek, dönüşüm projeleri özel hesabına aktarılarak kullanılır. Kayıt bedeline ilişkin oranı iki katına kadar artırmaya, yarısına kadar azaltmaya, yapının niteliğine ve bölgelere göre kademelendirmeye, ayrıca başvuru ve ödeme süresini bir yıla kadar uzatmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Yapı Kayıt Belgesi yapının kullanım amacına yöneliktir. Yapı Kayıt Belgesi alan yapılara, talep halinde ilgili mevzuatta tanımlanan ait olduğu abone grubu dikkate alınarak geçici olarak su, elektrik ve doğalgaz bağlanabilir.

Yapı Kayıt Belgesi verilen yapılarla ilgili bu Kanun uyarınca alınmış yıkım kararları ile tahsil edilemeyen idari para cezaları iptal edilir. Yapı ruhsatı alıp da yapı kullanma izin belgesi almamış veya yapı ruhsatı bulunmayan yapılarda, Yapı Kayıt Belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebilir. Bu durumda, ikinci fıkrada belirtilen bedelin iki katı ödenir.

Beşinci fıkra uyarınca kat mülkiyetine geçilmiş olması 6306 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.

Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların, Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, bu taşınmazlar Bakanlığa tahsis edilir. Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine taşınmazlar Bakanlıkça rayiç bedel üzerinden doğrudan satılır. Bu durumda elde edilen gelirler bu maddenin ikinci fıkrasına göre genel bütçeye gelir kaydedilir. Ayrıca bu gelirler hakkında 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin beşinci fıkrası hükmü uygulanmaz.

Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların belediyelere ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine bedeli ilgili belediyesine ödenmek kaydıyla taşınmazlar rayiç bedel üzerinden belediyelerce doğrudan satılır. Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlarda bulunan yapılar ile Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli araziler üzerinde bulunan yapılar bu madde hükümlerinden yararlandırılmaz.

Yapı Kayıt Belgesi, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerlidir. Yapı Kayıt Belgesi düzenlenen yapıların yenilenmesi durumunda yürürlükte olan imar mevzuatı hükümleri uygulanır. Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.

Bu madde hükümleri, 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 19/6/2014 tarihli ve 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda uygulanmaz. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık ve Maliye Bakanlığı tarafından müştereken belirlenir.” şeklindeki düzenleme, maddede belirtilen şartların yerine getirilmesi hâlinde ruhsatsız veya ruhsat eklerine aykırı yapılarla ilgili yapı kayıt belgesi verilmesinin sağlaması bakımından sanık lehine hükümler içermektedir. Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Osmangazi Belediyesi İmar İşleri Müdürlüğü Yapı Kontrol ve Takip Bürosu görevlilerince 12.03.2009 tarihinde Osmangazi ilçesi Gülbahçe Mahallesi…1271 ada 19 parselde yapılan kontrolde, sanık … tarafından ruhsatsız olarak 135 m2 alanda zemin katın temel-kolon betonlarının döküldüğü, tabliye ve kiriş kalıplarının çakıldığı ve demir donatılarının bağlanırken görülmesi üzerine aynı tarihli yapı tespit ve tatil zaptının düzenlendiği, 02.04.2009 tarihinde aynı yerde yapılan kontrolde; ilk tutanağa riayet edilmediği, zemin ve birinci normal katın kaba inşaatı tamamlanıp sıvasının yapıldığı belirlenerek ikinci zaptın düzenlendiği, söz konusu eylemler nedeniyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 16.02.2012 tarihli iddianamesi ile zincirleme şekilde imar kirliliğine neden olma suçundan kamu davası açıldığı, Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında TCK’nın 184/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve herhangi bir yükümlülük öngörülmeksizin CMK’nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu kararın 05.06.2012 tarihinde kesinleştiği, 01.10.2012 tarihinde ise yine aynı adreste yapılan kontrolde daha önceki fen zabıtlarına riayet edilmeyip inşaata devam edildiği, zemin ve birinci normal katın sıvalarını tamamlandığı, kapı pencere doğramaları takılarak binanın meskûn hâle getirildiği görülerek üçüncü kez yapı tespit ve tatil tutanağı düzenlenen sanık hakkında 25.12.2012 tarihli iddianame ile imar kirliliğine neden olma suçundan kamu davasının açıldığı, Keşif sırasında dinlenen tanıkların, sanığın iki katlı binayı aynı anda yaptığını, 2009 yılından beri üst katta oturduğunu aktardıkları, sanığın ise aşamalarda 2009 yılının Mayıs ayında eve taşındığını, o tarihte her şeyin bitmiş olduğunu savunduğu, bu hususta sanığın kovuşturma aşamasında sunmuş olduğu belgelerden Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı Emlak ve İstimlak Dairesi Başkanlığının “Kapı numarası” konulu yazısına göre; sanığın binasının adresinin numarataj operatörleri tarafından “Gülbahçe Mahallesi …” olarak tespit edildiği ve yine sanığın bu yere ilişkin ilgili belediyeye bina vergisi ödediğine dair makbuz sunduğu dosya kapsamında;

Suça konu bina ile ilgili görevlilerce düzenlenen her üç tutanağın da inşaatın farklı yapım evrelerine ilişkin olduğu ve sanığın ilk iki tutanağa rağmen inşaat faaliyetine devam ettiği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak keşif sırasında dinlenen tanık beyanları ve sanığın aşamalardaki istikrarlı ve aksi kanıtlanamayan savunmalarına göre binanın 2009 yılı içerisinde tamamlandığı, üçüncü tutanağın ise sonradan yapılan kontrol esnasında ve gecikmiş olarak 01.10.2012 tarihinde düzenlendiği, aslında bu eylemin 16.02.2012 tarihli ilk iddianameye konu edilmesi gerektiği, fakat tespitte yapılan gecikme nedeniyle önce iddianamenin daha sonra ise üçüncü yapı tespit ve tatil tutanağının düzenlenmiş olması karşısında;

Sanık hakkında aynı yerle ilgili olarak düzenlenen her üç yapı tespit ve tatil zaptının, inşaatın farklı yapım aşamalarına ilişkin olması, imar kirliliğine neden olma suçunun işleniş biçimi ile özellikleri gözetildiğinde sanığın gerçekleştirdiği üç eylem arasında kısa sayılabilecek bir zaman aralığının bulunması ve 01.10.2012 tarihli yapı tespit ve tatil tutanağına konu edilen durumun, Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesine açılan davaya ilişkin iddianame tarihinden önce olması nedeniyle hukuki kesintinin oluşmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın aynı suç işleme kararının icrası kapsamında atılı imar kirliliğine neden olma suçunu değişik zamanlarda ve birden fazla işlemesi nedeniyle eylemleri zincirleme şekilde imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturacağından, 25.12.2012 tarihli iddianameyle açılan kamu davasına konu eyleminden dolayı davanın reddi kararı verilemeyeceği kabul edilmelidir.

Ulaşılan bu sonuca göre, Yerel Mahkemece öncelikle, hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi ve sanığın yapı kayıt belgesi almadığının saptanması hâlinde;

Sanık hakkında düzenlenen 12.03.2009 ve 02.04.2009 tarihli yapı tespit ve tatil tutanaklarına ilişkin olarak açılan dava sonucunda Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesince sanığın TCK’nın 184/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, herhangi bir yükümlülük yüklenmeden CMK’nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup bu kararın kesinleşmesi ve her ne kadar anılan davaya konu eylemler, incelemeye konu Bursa 12. Asliye Ceza Mahkemesince görülen davaya ilişkin iddianame tarihinden önce gerçekleştirilmiş ise de bu eylemlerle ilgili yapılan yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi sebebiyle hüküm henüz hukuken varlık kazanmadığından, söz konusu davanın incelemeye konu dava ile bu aşamada birleştirilmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin cezanın hükmolunacak cezadan indirilmesine imkân bulunmamaktır. Ancak, Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesinden itibaren beş yıllık denetim süresi geçmiş olup Yerel Mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin bu dosyanın akıbeti araştırılıp gerektiğinde sonuçlandırılması da sağlanarak;

1- Sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlememesi nedeniyle davanın düşmesine karar verilmesi ve bu kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olması durumunda, TCK’nın 43. maddesi uygulanmaksızın tek bir imar kirliliğine neden olma suçundan hüküm kurulması,

2- Sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle hükmün açıklanıp kararın kesinleşmiş olması hâlinde, kesinleşen hükme konu eylem de göz önüne alınarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle hüküm kurulması ve kesinleşen hükümdeki cezanın sonuç cezadan indirilmesi,

3- Sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlediği hususunda yapılan ihbar üzerine sanığın kasten yeni bir suç işlediğinin tespiti hâlinde hükmün aynen açıklanması zorunluluğu nedeniyle her iki davanın birleştirilmesi mümkün olmadığından bu davanın sonucu bekletici mesele yapılarak, açıklanan bu hükmün veya düşme kararı verilmesi üzerine verilen kararın yasa yollarına konu edilmesi hâlinde ise;

a) Yapılan inceleme sonucu kararın bozulması durumunda, bozma sonrası her iki davanın birleştirilmesi, sanığın 01.10.2012 tarihli eylemine ilişkin olarak imar kirliliğine neden olma suçu sabit görüldüğü takdirde, farklı tarihlerdeki eylemleri nedeniyle imar kirliliğine neden olma suçundan zincirleme suç hükümleri uygulanarak cezanın belirlenmesi,

b) Yapılan inceleme sonucu kararın onanması durumunda; onamaya ilişkin kararın düşme kararı olması hâlinde TCK’nın 43. maddesi uygulanmaksızın tek bir imar kirliliğine neden olma suçundan hüküm kurulması, mahkûmiyet hükmü olması hâlinde ise kesinleşen hükme konu eylem de göz önüne alınarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle hüküm kurulması ve kesinleşen hükümdeki cezanın sonuç cezadan indirilmesi, gerekmektedir.

Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2017/165 E. , 2019/715 K.

  • TCK 43
  • Zincirleme suç ve iddianamenin hukuki kesinti meydana getirmesi

Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlığın çözümüne katkısı bakımından “hukuki kesinti” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.

Yapılmakta olan soruşturma sonucunda toplanan delillerin failin suçu işlediği yönünde yeterli şüphe oluşturması üzerine Cumhuriyet savcısınca şüpheli hakkında CMK’nın 170. maddesi uyarınca iddianamenin düzenlenmesiyle hukuki kesinti oluşmaktadır. İddianamenin düzenlenmesiyle olaylar arasında hukuki kesinti oluştuğundan mahkemece kabul edilmiş iddianamenin düzenlenmesinden sonra devam eden eylemler başka bir ceza soruşturmasının konusunu oluşturacaktır. Başka bir anlatımla, hakkında iddianame düzenlenmesinden sonra sanığın aynı suçu tekrar işlemesi durumunda, yeni ve ayrı bir suç söz konusu olacaktır.

Buna karşın işlemiş olduğu suçtan dolayı henüz hakkında iddianame düzenlenmeden, sanığın aynı suç işleme kararıyla ve aynı mağdura karşı yeniden suç işlemesi durumunda, hukuki kesinti gerçekleşmeden aynı suçun işlenmesi söz konusu olduğundan sanık hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır. Bu durumda sanığın her suçtan ayrı ayrı cezalandırılması yoluna gidilmeyecek, sanığa bir suçtan ceza verildikten sonra hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle cezasından artırım yapılacaktır. Buna göre, soruşturma aşamasında sanığın aynı suç işleme kararıyla, aynı mağdura karşı değişik zamanlarda aynı suçu işlediğinin tespit edilmesi durumda, soruşturma dosyalarının birleştirilerek kamu davası açılması, bu hususa riayet edilmeden kamu davalarının açılması hâlinde ise hukuki kesintinin oluşmasından önce sanığın aynı mağdura karşı bir suç işleme kararıyla aynı suçu değişik zamanlarda işlediğinin anlaşılması durumunda dava dosyalarının birleştirilerek sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi isabetli bir uygulama olacaktır.

Nitekim Ceza Genel Kurulu 18.09.2012 tarihli ve 303-296 sayılı kararı ile 12.03.1996 tarihli ve 24-34 sayılı kararında; “mahkûmiyet hükmü, şikâyetten vazgeçme üzerine verilen düşme kararı ve af yasasında olduğu gibi iddianamenin düzenlenmesi de hukuki kesinti oluşturmaktadır. Mütemadi suçlarda hukuki kesintiden sonra fiile devam edilmesi, müteselsil suçlarda ise fiilin tekrarlanması yeni ve müstakil bir suçu oluşturmaktadır”, 11.03.2003 tarihli ve 325-28 sayılı kararında; “iddianame düzenlenmesiyle hukuki kesinti husule geldikten sonraki zapt ve tasarruf eylemleri ayrı bir suçu oluşturur”, 05.02.2002 tarihli ve 28-179 sayılı kararında; “iddianameyle dava açılması gibi suçta hukuki kesinti husule gelmesi halinde ayrı bağımsız suçlar oluşur”, 03.02.1998 tarihli ve 306-2 sayılı kararında; “iddianamenin düzenlenmesi suçta hukuki kesinti meydana getirir. Mütemadi suçlarda hukuki kesintiden sonra eyleme devam edilmesi yeni ve müstakil bir suçu oluşturduğundan bu konuda ayrıca bir dava açılması zorunludur.” sonucuna ulaşmıştır.

Öğretide de; “İddianame, olaylar arasında hukuki bir kesinti meydana getirir ve iddianameden sonra devam eden olaylar artık başka bir ceza yargılamasının konusunu oluşturur. Bu nedenle, devam eden hareketler, kesin hükme dahil sayılmaz; bunlar, yeni bir yargılamanın konusu yapılabilir. Hukuki kesintiden sonraki eylemler, kendi aralarında zincirleme suç kapsamında değerlendirilebilir” (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, İstanbul, 2013, s.1566-1567; Ali Rıza Çınar, Hükmün Konusu ve Eylemi Değerlendirmede Mahkemenin Yetkisi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, sayı 84, 2009, s.56.). şeklinde görüşlere yer verilmiştir.

Öte yandan 1412 sayılı CMUK’da iddianamenin kabulü kurumuna yer verilmemesi nedeniyle Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen iddianamenin mahkemeye verilmesiyle kamu davasının açıldığının kabul edildiği, ancak 5271 sayılı CMK’nın 175. maddesinde iddianamenin kabulü kurumuna yer verilmesi nedeniyle kamu davasının açılmasının iddianamenin kabulü koşuluna bağlandığı görülmektedir. Diğer bir anlatımla kovuşturmanın başlaması için düzenlenen iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesi şarttır. Bu nedenle 01.06.2005 tarihinden sonra düzenlenen iddianamelerin hukuki kesinti oluşturabilmesi için mahkemece kabul edilmiş olması gerekir.

Buna göre mahkeme tarafından kabul edilen iddianamenin düzenlendiği tarihten itibaren hukuki kesinti oluşacak, sonra devam eden eylemler başka bir ceza davasının konusunu oluşturacaktır. Başka bir anlatımla sanık hakkında mahkemece kabul edilmek şartıyla iddianame düzenlendikten sonra, sanık tarafından aynı suçun tekrar işlenmesi durumda hukuki kesinti nedeniyle yeni ve ayrı bir suç söz konusu olacak, mahkeme tarafından iddianame iade edildiği aşamada ise aynı suç işleme kararıyla ve aynı mağdura karşı yeniden suç işlemesi durumunda hukuki kesinti gerçekleşmediğinden sanık hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanabilecektir. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık …‘ün, 08.05.2012 ve 09.05.2012 tarihlerinde…ve …‘a ait iş yerlerinin, … Konak/İzmir adresinde bulunan deposuna kapı kilidini kırarak girdiği ve içeriden limonata makinası, mayalandırma ünitesi, pizza malzemeleri ve krom tencere çaldığından bahisle hırsızlık, iş yeri dokunulmazlığının ihlâli ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılması istemiyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 10.05.2012 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, İzmir 4. Çocuk Mahkemesince 16.05.2012 tarihinde kaydı kaleme havalesi ile esas defterine kaydedilen iddianamenin 18.05.2012 tarihinde kabulüne karar verilerek yargılamaya başlanıldığı,

Sanık …‘ün, bu kez 13.05.2012 tarihinde katılan …‘ın, kardeşleri olan … ve … ile birlikte kullandığı … Konak/İzmir adresinde bulunan deposuna kapı kilidini kırarak girdiği ve depodan yiyecek maddeleri ile dondurma yapımında kullanılan malzemeleri çaldığından bahisle hırsızlık, iş yeri dokunulmazlığının ihlâli ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılması talebiyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında 17.05.2012 tarihinde düzenlenen iddianamenin 25.05.2012 tarihinde Yerel Mahkemece kabulüne karar verildiği olayda;

Kabul edilme koşulu ile iddianamenin düzenlendiği tarihte hukuki kesintinin gerçekleşeceği yönünde gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun gerekse Yargıtay Dairelerinin istikrarlı içtihatları ve yerleşik uygulamaları gözetildiğinde; incelemeye konu 13.05.2012 tarihinde meydana gelen hırsızlık suçu bakımından 17.05.2012 tarihli iddianame ile kamu davası açılmadan önce, 09.05.2012 tarihinde gerçekleşen hırsızlık suçuna ilişkin 10.05.2012 tarihli iddianamenin İzmir 4. Çocuk Mahkemesince 18.05.2012 tarihinde kabul edilmesi karşısında, 09.05.2012 tarihli hırsızlık suçu ile 13.05.2012 tarihli hırsızlık suçu arasında hukuki kesintinin meydana geldiği, bu nedenle, sanık hakkında incelenen dava bakımından zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunmadığı kabul edilmelidir. Bu itibarla, sanığın incelemeye konu hırsızlık eylemi ile 09.05.2012 tarihinde meydana gelen hırsızlık eylemi arasında oluşan hukuki kesinti nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartları bulunmadığından, bu dava ile diğer davanın birlikte görülmesinde hukuki yarar bulunmayıp bu uyuşmazlık konusu bakımından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2016/525 E. , 2019/667 K.

  • TCK 43/1
  • Uyuşturucu madde ticareti (satma, satış için bulundurma) suçunda zincirleme suç hükümleri

5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

765 sayılı TCK’da yer alan “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda diğer koşulların da varlığı hâlinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi olanaklıdır. Nitekim, 765 sayılı TCK’nın yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir.

5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.

Ayrıca, kanunda “aynı zaman” ve “değişik zaman” kavramları konusunda bir açıklık bulunmadığından ve önceden kesin saptamaların yapılması da olanaklı olmadığından, bu husus her somut olayın özelliği göz önüne alınarak değerlendirilmeli ve eylemlerin “değişik zamanlarda” işlenip işlenmediği belirlenmelidir.

5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddenin düzenlemesinden anlaşılacağı üzere zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli miktarda arttırılmaktadır.

Kolluk görevlilerinin suç öncesi ve suç sonrası olmak üzere iki görevi vardır. Bu kapsamda kolluk görevlilerinin öncelikli görevi toplumun emniyeti ve düzeni bakımından mevcut bulunan tehlikeleri uzaklaştırmak amacıyla suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması olup suç işlenmesinden sonra ise işlenmiş olan suçun tespit edilerek, bu konudaki delillerin toplanması ve suç işlediği belirlenen kişinin başka bir suç işlemeye yönlendirilmeden yakalanıp adalet önüne çıkarılmasıdır. Kolluk görevlilerinin şüphelinin ceza sorumluluğunu arttıracak şekilde davranışlarda bulunmaları halinde ise gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesinde düzenlenen “hukuk devleti” ilkesi, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde hüküm altına alınan “adil yargılanma” hakkı ihlal edilmiş olacaktır.

Ancak adli kolluk görevlilerince işlenmiş olan suçun ve şüphelinin tespit edilmesinden sonra; olayın özelliğine göre şüphelinin suç ortağı ya da ortaklarının olup olmadığı, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde suçun işlenip işlenmediği, başka bir yerde gizlediği uyuşturucu veya uyarıcı madde bulunup bulunmadığını tespit etmek gibi nedenlerle failin yakalanmayarak, suça yönlendirilmeden makul bir süre takibine devam edilmesi mümkündür.

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 28.04.2015 tarihli ve 848-136 sayılı kararı ile birçok kararında da belirtildiği üzere, adli kolluk görevlilerince şüphelinin suç ortağı ya da ortaklarının olup olmadığı, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde suçun işlenip işlenmediği veya başka bir yerde gizlediği uyuşturucu veya uyarıcı madde bulunup bulunmadığını tespit etmek gibi nedenlerle, ilk alımdan sonra yakalanmayarak görevlilerce birden fazla alım yapılması durumunda adli kolluk görevlilerinin amaçları, uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak değil, şüphelinin bulunduğu mahalde uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapan kişileri tespit ederek bu suça ilişkin delilleri toplamak olup, şüpheliden aldıkları uyuşturucu maddeyi devralma ve mal edinme iradeleri bulunmadığından, gerçek bir alım satım sözkonusu olmayıp, gerçekleştirilen eylemin şüphelinin suçunu delillendirme işlemi olduğu, tek bir alım olayı ile şüphelinin satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma suçu ve suçunun delilleri ortaya çıktığında, şüphelinin sonraki alımlara konu uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi önceki alımlardan sonra temin ettiğine ilişkin delil bulunmadığı ahvalde, satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmanın temadi ettiği kabul edilip, hareketin en ağırına göre ceza verilecek, birden fazla alım olduğundan bahisle TCK’nın 43. maddesi gereğince zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır.

İletişimin tespiti veya fiziki takip sırasında şüphelinin uyuşturucu veya uyarıcı madde satışı yaptığı tespit edilmesine rağmen diğer suç ortaklarının ortaya çıkarılması ya da varsa başkaca uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ele geçirilmesi amacıyla kolluk görevlilerince yakalanmayarak beklenmesi safhasında, şüphelinin gerçek uyuşturucu veya uyarıcı madde satışına devam etmesi ve bu eylemlerinin delillendirilmiş olması hâlinde ise hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekecektir.


Ceza Genel Kurulu- Karar: 2018/251

  • TCK 43/1
  • Uyuşturucu madde ticareti suçunda yenilenmiş suç kastının varlığı halinde zincirleme suç hükümleri değil, gerçek içtima hükümleri uygulanır

Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için öncelikle “zincirleme suç” hükümlerinin incelenmesi gerekmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.” şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır.” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44 (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir. TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiş, üçüncü fıkrasında da zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanmayacağı suçlar belirtilmiştir.

TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir. TCK’nın 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Aynı suç işleme kararının varlığının, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

Görüldüğü üzere, zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi zaman aralığıyla işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusundaki tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.

Bu aşamada konumuzla ilgisi bakımından TCK’nın 188/3. maddesinde düzenlenen uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna değinilmesinde fayda bulunmaktadır.

5237 sayılı TCK’nın 188. maddesinin üçüncü fıkrasında, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticaretine ilişkin çeşitli fiiller, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna göre, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satışı, satışa arzı, başkalarına verilmesi, sevki, nakli, depolanması ya da kazanç amacıyla satın alınması, kabul edilmesi veya bulundurulması, bir ve ikinci fıkralara göre ayrı bir suç oluşturmaktadır. Fıkradaki suçun oluşması için bu seçimlik hareketlerden herhangi birisinin yapılmış olması gerekir.

Seçimlik hareketli suçlarda, hareketlerden bir kaçının birden yapılması birden çok suç işlenmesi anlamına gelmez. Bu gibi hâllerde de ortada tek bir suç vardır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, suçun konusunu oluşturan maddenin aynı olmasıdır. Hareketlerin seçimlik olma özelliği aynı uyuşturucu veya uyarıcı madde için geçerlidir. Failin, değişik zamanlarda aynı veya farklı kişilere maddede öngörülen seçimlik hareketlerden herhangi birisini gerçekleştirmesi hâllerinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanması söz konusu olacaktır. Ancak bunun için de öncelikle bu suçların her birinin cezalandırılabilir nitelikte olması ve suçlar arasında hukuki kesinti bulunmaması gerekir. Suçlar arasındaki sürenin ne kadar olması gerektiği konusunda kesin bir ölçüt bulunmamaktadır. Suçlar arasında çok kısa bir zaman aralığı olsa dahi suç işleme kararının yenilenmiş olması hâlinde zincirleme suçtan söz edilemeyecektir. Diğer bir anlatımla failin işlemeyi kast ettiği uyuşturucu madde ticareti yapma suçunun konusunu oluşturan maddenin, öngörülen seçimlik hareketlerden herhangi birisinin gerçekleştirilmesi sonrasında tüketilmesinin ardından, yeniden uyuşturucu madde temin etmesi hâlinde zincirleme suçun değil, gerçek içtima kuralı gereğince ayrı ayrı suçların oluştuğunun kabulü gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın, 01.12.2013 tarihinde alıcı konumundaki görevlileri inceleme dışı sanık K.’nin yanına götürüp adı geçen sanıktan aldığı bir paket esrarı görevlilere teslim ettiği, 03.12.2013 tarihinde alıcı konumundaki görevlilerin gelmesinden sonra B. isimli şahsı yanına çağırıp birlikte görevlilere bir paket esrar verdikleri, 05.12.2013 tarihinde yine aynı şekilde alıcı konumundaki görevlilerin gelmesinden sonra B. isimli şahsı yanına çağırıp adı geçenden aldığı bir paket esrarı görevlilere teslim ettiği, söz konusu tarihlerdeki olaylarda alıcı konumundaki görevliler ile sanık arasında gerçek anlamda alım satım söz konusu olmaması nedeniyle bu eylemlerinin tek suç oluşturduğu, 27.05.2014 tarihinde de 20 Lira karşılığında tanık E.E.’ye “5-.-PB-22” adlı sentetik uyuşturucu madde ile esrar sattığı, aynı tarihte üzerinde ele geçirilen beş paket esrarı, iki paket “5-.-PB-22” adlı sentetik uyuşturucu maddeyi ve dört adet M. etken maddesi içeren tabletleri satmak amacıyla bulundurduğu konusunda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya içeriği itibarıyla da herhangi bir isabetsizlik bulunmayıp, sanığın alıcı konumundaki görevlilere esrar verme eylemleri ile 27.05.2014 tarihindeki uyuşturucu madde ticareti yapma eylemi arasında fiili kesinti oluşturabilecek ve makul sayılamayacak şekilde 5 ay 22 günlük uzunca bir zaman aralığının bulunması, alıcı konumundaki görevlilere uyuşturucu madde verme şeklinde gerçekleştirilen ilk suç ile 27.05.2014 tarihli ikinci suçun farklı yerlerde işlenmesi, sanığın alıcı konumundaki görevlilere verdiği uyuşturucu maddeler ile 27.05.2014 tarihinde ele geçirilen uyuşturucu maddelerden bir kısmının farklı nitelikte olması, gerek sanık gerekse inceleme dışı sanıklar S. ve B.A.’nın beyanlarından, sanığın 27.05.2014 tarihinde ele geçirilen uyuşturucu maddeleri alıcı konumundaki görevlilere esrar verdikten sonra temin ettiğinin ve dolayısıyla ele geçirilen suç konusu uyuşturucu maddelerin aynı bütünün parçaları olmadıklarının anlaşılması, 01.12.2013, 03.12.2013 ve 05.12.2013 tarihlerinde alıcı konumundaki görevlilere esrar verilmesi eylemlerine aracılık edip üzerinde uyuşturucu madde bulundurmayan sanığın, 27.05.2014 tarihli olayda eylem tarzını değiştirip, suç konusu uyuşturucu maddeleri üzerinde taşıyarak sokakta satması birlikte değerlendirildiğinde; sanığın tek suç oluşturan 01.12.2013, 03.12.2013 ve 05.12.2013 tarihinde alıcı konumundaki görevlilere uyuşturucu madde verme eylemleri ile 27.05.2014 tarihli uyuşturucu madde satma eylemi arasında kastı da içine alıp ondan önce gelen bir suç işleme kararından, diğer bir deyişle suçları ortak bir zemine taşıyan subjektif bir bağdan söz edilemeyeceği, sanığın 27.05.2014 tarihli olayda yenilenmiş bir suç işleme kararı ile hareket ettiği, alıcı konumundaki görevlilere uyuşturucu madde verme eylemleri ile 27.05.2014 tarihli eylemler arasında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunmadığı ve sanığın söz konusu eylemleri nedeniyle ayrı ayrı cezalandırılması gerektiği kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu- Karar: 2019/519

  • TCK 43/2
  • Tehdit suçunda aynı neviden fikri içtima hükümleri

“Aynı nev’iden fikri içtima” ve “Suç işleme kararı” kavramlarının üzerinde durulmalıdır.

5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında “Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.” ilkesi esas alınmış, dolayısıyla da gerçek içtima kuralı benimsenmiştir. Nitekim Adalet Komisyonu raporunda bu husus; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır.” şeklinde ifade edilmiştir (TBMM Adalet Komisyonu’nun 03.08.2004 gün ve 1/593-60 sayılı Raporu). Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nın “Suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

765 sayılı TCK’da, aynı nev’iden fikri içtima ile farklı nev’iden fikri içtima tek madde hâlinde 79. maddede düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK’da bu iki hâl birbirinden ayrılarak, aynı nev’iden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin ikinci fıkrasında, farklı nev’iden fikri içtima ise Kanun’un 44. maddesinde düzenlenmiştir.

5237 sayılı TCK’nın “Zincirleme suç” başlıklı 43. maddesinin ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle, zincirleme suçtan farklı bir müessese olan aynı nev’iden fikri içtima düzenlenmiş, tek fiil (hareket) ile aynı suçun birden fazla kişiye karşı işlenmesi durumunda, hareketin sayısı nedeniyle, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrasına göre artırılacağı öngörülmüştür.

TCK’nın 43. maddesinin üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.” hükmüne yer verilmek suretiyle, bu suçlarda zincirleme suç hükümleri ile aynı nev’iden fikri içtima kuralının uygulanmayacağı, dolayısıyla sayılan bu suçlarda, failin mağdur sayısınca ayrı ayrı cezalandırılacağı kabul edilmiştir.

Yine TCK’da yaptırıma bağlanan bazı suçlarda, özel olarak aynı nev’iden fikri içtima hükmüne yer verilmek suretiyle, bu suçlarda ayrıca TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılamayacağı esası benimsenmiştir. Örneğin; TCK’nın 172. maddesinin ikinci fıkrasında; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması hâlinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür.

Bu açıklamalara göre, aynı nev’iden fikri içtimanın şartlarını;

1- Fiilin hukuki anlamda tek olması,

2- Tek fiille birden fazla aynı suçun işlenmiş olması,

3- Suç mağdurlarının farklı olması,

4- İşlenen suçun TCK’nın 43. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen suçlardan olmaması,

5-Suç tipinde özel olarak aynı nev’iden fikri içtima hükmüne yer verilmemesi,

Şeklinde belirlemek mümkündür.

Bu aşamada, TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “Tek bir fiil” ifadesi ile kast edilen hususun ne olduğunun açıklanması gerekmektedir.

Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedeni hareket ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlal edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Fikri içtimada da fiil ya da hareketin tekliği, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmayı ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “Tek bir fiili” oluşturmaktadır. Nitekim öğretide de benzer nitelikte görüşler ileri sürülmüştür (Mahmut Koca, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7.Bası Seçkin Yayınevi, Ankara, Eylül 2014, s.472 vd., Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3.Bası, Beta Yayımcılık, İstanbul, 2013, s. 481 vd., Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökçen, Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.655 vd).

Öte yandan suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade eder. Önce suç işleme kararı verilir ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların herbirinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer alır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemin olur.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, tek başına bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiği ya da işlenmediği anlamına gelmeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmelerin yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle suç işleme kararının yenilendiğine ya da suç işleme kararının devam ettiğine ilişkin önceden bir zaman dilimi belirlemek isabetli bir yaklaşım olmayacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenecektir.

Tehdit suçu, mağduru belli kişiler olan suçlardan olduğundan farklı kişilere karşı değişik zamanlarda işlenen tehdit eylemleri, bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmiş olsa bile, zincirleme suç hükümleri uygulanamayacak, gerçek içtima hükümleri uyarınca uygulama yapılacaktır. Ancak bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda aynı kişiye karşı gerçekleştirilen tehdit eylemleri için tek ceza verilecek ve fakat bu ceza TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca arttırılacaktır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Olay tarihinde saat 19.15 sıralarında inceleme dışı mağdur K., tanık O. ve mağdur H.’nin, inceleme dışı mağdur K.’nin babası olan mağdur R.’nin işlettiği temizlik malzemeleri satılan dükkânın önünde oturdukları, inceleme dışı mağdur K.’nin arkadaşlarına çay almak için yanlarından ayrılarak dükkâna girdiği esnada alkollü olan sanık G.’nin kullanımındaki motosiklet ile dükkânın önüne geldiği, mağdur H.’ye “Buraya gel lan.” mağdur H.’nin gelmemesi üzerine de “Senin küçüklüğünü biliyorum, çok artisleşmişsin, seni döverim.” dediği, mağdur H.’nin ayağa kalkarak “Dövebileceksen döv!” şeklinde karşılık verdiği, bu sırada dışarı çıkan inceleme dışı mağdur K.’nin kavga etmemelerini, dükkâna girip içeride konuşmalarını söylediği, mağdur H. ile sanığın dükkâna girdiği anda sanığın bir şey söylemeden mağdur H.’ye kafa attığı, mağdur H.’nin da kendisini korumak amacıyla sanığa yumrukla vurduğu, kavga sırasında dükkân içerisindeki temizlik maddelerinin dağıldığı, olay nedeniyle inceleme dışı mağdur K.’ın iş yerinin üst katındaki evde ikamet eden annesi Z. ile babası R.’yi aşağıya çağırdığı, mağdurlar Z. ve R. iş yerine girdiklerinde sanığın inceleme dışı mağdur K.’ye hitaben «O… çocuğu, ananı avradını sinkaf edeceğim, hepinizi bıçaklayacağım, adamlarımı almaya gidiyorum!”, mağdur H.’ye de “Seni öldürürüm, seni geberteceğim!” diye söylediği, mağdurlar Z. ve R.’nin sanığa neden küfür ettiğini sormaları üzerine sanığın bu kez mağdurlar R. ve Z.’yi hedef alarak “Sizin ananızı avradınızı sinkaf ederim, adamlarımı çağırmaya gidiyorum, sizi tek tek öldüreceğim!” dediği olayda;

Sanığın, mağdur R. tarafından işletilen dükkânın önünde mağdur H.’yi dövmekle tehdit ettiğinin, inceleme dışı mağdur K.’nin adı geçenleri kavga etmemeleri hususunda uyarıp dükkana girerek konuşmalarını söylediğinin, dükkana giren sanık ve mağdur H.’nin kavga etmeye başladıkları ve yaşanan kavga sırasında içerideki malzemelerin etrafa dağıldığının, bunun üzerine inceleme dışı mağdur K.’nin anne ve babası olan diğer mağdurlar R. ve Z.’yi iş yerine çağırdığının, iş yerine gelen adı geçen mağdurların sanığı kavga ve küfür etmemesi hususunda uyarmaları sonrasında sanığın bu kez mağdurlar R. ve Z.’yi tehdit ettiğinin gerek mağdurlar H., Z. ve R.’nin beyanları gerekse tanık O. ile inceleme dışı mağdur K.’nin ifadelerinden anlaşılması karşısında; olayın başlangıcı ve gelişimi gözetildiğinde, sanığın, mağdur H.’ye yönelik eylemi ile mağdurlar Z. ve R.’ye yönelik eylemleri arasında tek bir iradi karardan bahsetmenin mümkün olmadığı aksine farklı nedenlere dayanan suç işleme kararının söz konusu olduğu, zira sanığın aldığı suç işleme kararının icrası kapsamında mağdur H.’ye karşı tehdit eylemini gerçekleştirmesinin ardından, ilk başta iş yerinde bulunmayıp sonradan gelen ve kendisini uyaran mağdurlar R. ve Z.’ye karşı, mağdur H.’ye karşı aldığı suç işleme kararından bağımsız olarak yeni bir suç işleme kararının icrası kapsamında tek bir fiil ile tehdit eylemini gerçekleştirdiği anlaşıldığından, değişik mağdurlara karşı farklı zamanlarda ve değişik saiklerle gerçekleştirilen eylemleri nedeniyle sanığın, mağdur H.’ye yönelik ayrı bir tehdit suçundan, mağdurlar Z. ve R.’ye yönelik olarak ise zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle ayrı bir tehdit suçundan cezalandırılması gerektiğinin kabulü gerekmektedir.


Ceza Genel Kurulu- Karar: 2018/492

  • TCK 43/2
  • Cinsel taciz ve hakaret suçu yönünden aynı neviden fikri içtima

Sanığa atılı cinsel taciz ve hakaret suçlarının zincirleme şekilde mi yoksa katılan sayısınca mı oluştuğunun belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusunun incelenmesinde;

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde dile getirilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

Zincirleme suç, 765 sayılı Kanun’un 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak Kanun’un aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı Kanunu’nun 43. maddesinin ilk fıkrasında; «Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.

5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

TCK’nın 43/1. maddesinin düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır. Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra, öğretide aynı neviden fikri içtima olarak tanımlanan TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrasının da değerlendirilmesi gerekmektedir.

TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrası; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” hükmünü içermekte olup, zincirleme suçtan farklı bir müessese olan ve aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın Kanun’un 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür.

Ancak burada kastedilen, fiil ya da hareketin, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmasıdır. Bazen suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. Örneğin; failin mağduru birden fazla yumruk ve tekme vurmak suretiyle yaralaması, yalan tanıklık yapan failin birden fazla beyanda bulunması, kasten öldürme fiilinin her biri tek başına öldürücü nitelikte beş bıçak darbesi ile işlenmesi gibi. Bazı suç tiplerinde ise, kanundaki tanımda belirtilen birbirinin alternatifi olan birden fazla hareketin gerçekleştirilmesiyle suç işlenebilmektedir. Öğretide “seçimlik hareketli suçlar” olarak isimlendirilen bu suç tiplerinde, sayılan seçimlik hareketlerin herhangi birisinin gerçekleştirilmesi suçun oluşumu açısından yeterlidir. Belirtilen seçimlik hareketlerden birkaçının ya da tamamının yapılması halinde de birden fazla suç değil, tek suç oluşacaktır. Ancak seçimlik hareketli suçtan söz edebilmek için kanunda sayılan seçimlik hareketlerin aynı konuya ilişkin olması gerekmektedir.(Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, İzzet Özgenç, Seçkin Yayınevi, 5. Bası, Ankara, 2010, s.155; Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Adalet Yayınevi, 5. Bası, Ankara, 2011, s.110)

5237 Türk Ceza Kanunu’nda bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette radyasyona tabi tutulması halinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür. (TCK 172/2) Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.

Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;

1- Hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması,

2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,

3- İşlenen birden fazla suçun “aynı suç” olması,

4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.

Bu dört şartın birlikte gerçekleşmesi durumunda, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Örneğin; bir sözle birden çok kişinin tehdit edilmesi, bir odada bulunan çok sayıda kişinin üzerine kapının kilitlenmesi suretiyle hürriyetlerinden yoksun kılınmaları, içerisinde beş kişiye ait cüzdanların bulunduğu çantanın çalınması hallerinde aynı neviden fikri içtima söz konusu olup, TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın 03.12.2006 tarihinde saat 02.00 sıralarında kullandığı aracın camını açıp yolda yürüyen katılanlara ‘’Kızlar buyurun, sizi gideceğiniz yere götürelim, siz çok güzelsiniz, yavrum atlayın bırakalım.’’ şeklinde sözler söylediği, katılanların sanığın teklifini reddetmeleri üzerine sanığın bu defa aracından inip, davet amacıyla elini katılan M.N.Y’nin omzuna koyarak ‘’Gel aşkım götürelim, amma nazlandınız.’’ dediği, katılanların tepki gösterip kendisini şikayet edeceklerini söylemeleri üzerine de ‘’Kime şikâyet ederseniz edin, sizi de sinkaf ederim, şikâyet ettiğiniz merciyi de sinkaf ederim, bize kimse bir şey yapamaz, sizler o.pu musunuz, sizin canınız y.k istiyor, gelin ben sizi si.rim, iyi bir gece olacak!’’ şeklinde sözler söyleyerek cinsel yönden taciz edip ayrıca hakarette bulunduğu olayda; sanığın, cinsel taciz ve hakaret suçunu oluşturan sözlerini katılanlara hukuksal anlamda tek bir fiil oluşturacak şekilde söylediği, direnme kararı verilirken sanığın her iki katılana ayrı ayrı dokunarak tacizde bulunduğu gerekçesine dayanılmış ise de, katılanların aşamalarda bu yönde bir iddia ileri sürmedikleri, onlara yaklaşıp “…götürelim, amma nazlandınız.” biçimindeki her ikisinden de ortak sözle aracına binmelerini isterken bu isteğinin parçası olarak eylem bütünlüğü içerisinde birinin omzuna cinsel saldırı niteliği taşımayacak şekilde, hafifçe dokunmuş olması sabit görülse dahi ayrı fiil sayılamayacağı, cinsel taciz ve hakaret suçunu oluşturan diğer sözlerinin ise, içeriklerine ve ifade biçimlerine göre ayrı ayrı söylemediği anlaşıldığından, her iki suç yönünden hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen aynı nev’iden fikri içtima hükümleri uyarınca uygulama yapılması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.


Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2020/10567 E. , 2021/7294 K.

  • TCK 43
  • Kısa aralıklarla marketten çalınan malzemeler nedeniyle bir bütün olarak tek hırsızlık suşunun işlendiği, zincirleme suç hükümlerinin gerçekleşmediği kabul edilmelidir.

Sanığın olay günü BİM Markete kaşar peyniri almak için gittiği, marketin içerisinde bulunan peynir reyonundan 4 adet birer kg’lık kaşar peynir alarak kemerinin iç kısmına görünmeyecek şekilde yerleştirdiği, ayrıca bir adet çikolata aldığı kasadan ödeme yapmak için geçmekteyken çikolatanın parasını ödeyip aracına gittiği, aracına çalmış olduğu dört adet kaşar peyniri bıraktıktan sonra araya zaman girmeksizin tekrar markete gelerek markette bulunan peynir reyonundan dört adet birer kg’lık kaşar peynir alarak aynı şekilde kemerinin iç kısmına görünmeyecek şekilde yerleştirerek ödeme yapmadan kasadan ayrıldığının anlaşılmış olması karşısında; sanığın aynı anda kısa aralıklarla tek bir suç gerçekleştirmeye yönelik eyleminin, bir bütün halinde tek bir hırsızlık suçunu oluşturacağı gözetilmeden, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesindeki zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle sanığa fazla ceza tayin edilmesi, bozma nedenidir.

….

Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2019/3602 E. , 2019/16076 K.

Sanığın suça konu 50 adet biraları marketten 3 dakika ara ile birden fazla kez almış olması karşısında; sanığın aynı anda kısa aralıklarla tek bir suç gerçekleştirmeye yönelik eyleminin, bir bütün halinde tek bir hırsızlık suçunu oluşturacağı gözetilmeden, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesindeki zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle sanığa fazla ceza tayin edilmesi, bozma nedenidir


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/4883 Karar : 2018/10800 Tarih : 14.11.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanık …‘ın, … Metro İstasyonunda yürüyen ve buradaki merdivenleri kullanarak dışarı çıkış yapmakta olan mağdurlar … ve …‘ya yaklaşıp, kamera fonksiyonunu açık halde bıraktığı cep telefonunun çekim yönünü, mağdurların etek altına odaklayarak, onların bilgisi ve rızası dışında, erojen bölgelerinin görüntülerini video olarak kaydetmesi biçiminde sübut bulan eyleminin TCK’nın 134/1. madde ve fıkrasında tanımlanan özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturduğuna, aynı suçun mağdurlara karşı tek bir fiille işlenmesi nedeniyle zincirleme suç koşullarının gerçekleştiği gözetilerek sanık hakkında TCK’nın 43/2. maddesi yollamasıyla aynı kanunun 43/1. maddesinin uygulanmasına, suçta kullanıldığı anlaşılan ve sanıktan ele geçirilen 1 adet cep telefonunun sim kartıyla birlikte TCK’nın 54/1. madde ve fıkrası gereğince müsaderesine ilişkin yerel mahkemenin kabulünde dosya kapsamına göre bir isabetsizlik görülmemiş; Anayasa Mahkemesinin, TCK’nın 53. maddesindeki hak yoksunluklarına ilişkin 24.11.2015 günlü Resmi Gazete`de yayımlanan 08.10.2015 tarihli, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararının infaz aşamasında gözetilebileceği değerlendirilmiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin sanığa atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığına, zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasının isabetsiz olduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 14.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/12854 Karar : 2018/7993 Tarih : 16.10.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

1.2007, 2008, 2009, 2010, 2011 ve 2012 takvim yıllarında sahte fatura düzenleme suçlarından açılan kamu davasında; sahte fatura düzenleme suçunda, suçun maddi konusunun fatura olması; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 230. maddesinin 1. fıkrasında, faturalarda bulunması zorunlu olan bilgilerin neler olduğunun belirtilmesi, aynı Kanunun 227. maddesinin 3. fıkrasında Bu Kanuna göre kullanılan veya bu Kanunun Maliye ve Gümrük Bakanlığına verdiği yetkiye dayanılarak, kullanma mecburiyeti getirilen belgelerin, öngörülen zorunlu bilgileri taşımaması halinde bu belgeler vergi kanunları bakımından hiç düzenlenmemiş sayılır. “ hükmünün yer alması; suç konusu faturaların duruşmada incelenmediğinin anlaşılması karşısında; yüklenen suçların unsurlarının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi için, sahte olarak düzenlendiği iddia olunan faturalardan, her takvim yılına ait kanaat oluşturacak sayıdaki asıllarının veya onaylı örneklerinin getirtilerek incelenmesi ve 213 sayılı Kanun`un 230. maddesinde öngörülen zorunlu bilgileri içerip içermediğinin tespit edilmesi, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hükümler kurulması,

2.Kabule göre de;

a) Zincirleme suç halinde, zincire dahil olan suçlardan daha ağır sonuç doğuran esas alınarak temel cezanın belirlenmesi, daha sonra diğer suçların sayısı ve bu suçlardan meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak belirlenecek orana göre TCK’nin 43. maddesinin 1. fıkrasının uygulanması gerektiği gözetilmeden; “suçun işleniş şekli ve özellikleri ile kastının yoğunluğu ve meydana gelen zararın ağırlığı dikkate alınarak” şeklindeki soyut gerekçe ile temel cezaların alt sınırın üzerinde ve TCK’nin 43/1. maddesindeki oranın ise alt sınırdan belirlenmesi,

b) Hükümden sonra 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih ve 2014/140-2015/85 sayılı kararı ile, 5237 sayılı TCK`nin 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi nedeniyle, bu maddenin uygulanması açısından, sanığın durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nin 321. maddesi uyarınca hükümlerin BOZULMASINA, sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 16.10.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No:2013/303, Karar No:2013/296

Eylemin sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya kapsamı itibarıyla da herhangi bir isabetsizlik bulunmayan somut olayda, Özel Daire çoğunluğu ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Beş ayrı mağdurun pantolon cebinden para ve cep telefonu çalan sanık hakkında, beş ayrı hırsızlık suçundan hüküm mü kurulması, yoksa 5237 sayılı TCK’nun 43/2. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin mi uygulanması gerektiği,

2- Mağdurların tüm zararını gidermiş olan sanığın üzerinde bulunan 66 Liranın 5237 sayılı TCK’nun 55. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesinin isabetli olup olmadığı, Noktalarında toplanmaktadır.

İncelenen dosya muhtevasından; sanığın daha önceden çalıştığı mağdur Ş. K.’ya ait etrafı tellerle çevrili maden ocağına gece vakti saat 21.30 sıralarında geldiği, işçilerin soyunma odası olarak kullandığı yere girip, askılarda asılı bulunan kıyafetleri karıştırarak mağdur A.’in cüzdanından 45 Lira, mağdur D.A.nin cüzdanından 300, cebinden 45 Lira, mağdur N.’in cüzdanından 20 Lira, mağdur S.’in cüzdanından 43 Lira, mağdur İ.’in cebinden 5 Lira ve bir adet cep telefonunu çaldığı, suçunu kabul eden sanığın çaldığı eşyaların ayrı ayrı kişilere ait olduğunu bildiğini belirttiği, şikayetten vazgeçen mağdurların tüm zararlarının suç tarihinden iki gün sonra tutuklu olan sanığın bilgisi dahilinde yakınları tarafından giderildiği, sanığın yakalandığında üzerinde bulunan 66 Liraya el konulduğu anlaşılmaktadır.

1-)Beş ayrı mağdurun pantolon cebinden para ve cep telefonu çalan sanık hakkında, hırsızlık suçundan beş ayrı hüküm mü kurulacağı, yoksa 5237 sayılı TCK’nun 43/2. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümleri mi uygulanacağına ilişkin uyuşmazlığın değerlendirilmesinde;

5237 sayılı TCK’na hakim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

Ceza hukukunda kanundaki suç tanımına uygun şekilde gerçekleşen her netice ilke olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmiş ise o kadar suç işlemiş sayılarak her birinden dolayı ayrı ve bağımsız cezalandırılır. Ancak bazı hallerde birden fazla netice meydana gelmiş olsa bile, faile meydana gelen netice kadar ceza verilmeyerek tek bir ceza verilmesi ile yetinilir. Birden fazla neticenin meydana gelmesine karşın faile tek ceza verilmesini gerektiren hallerden biri de zincirleme suçtur. Zincirleme suç, 765 sayılı Kanunun 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı Kanunun 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.

5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

TCK’nun 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.

Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra, öğretide aynı neviden fikri içtima olarak tanımlanan TCK’nun 43. maddesinin ikinci fıkrasının da değerlendirilmesi gerekmektedir.

TCK’nun 43. maddesinin ikinci fıkrası; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” hükmünü içermekte olup, zincirleme suçtan farklı bir müessese olan ve aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın kanunun 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür. Ancak burada kastedilen, fiil ya da hareketin, doğal anlamda değil hukuki anlamda tekliğidir. Bazen suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. Örneğin; failin mağduru birden fazla yumruk ve tekme vurmak suretiyle yaralaması, yalan tanıklık yapan failin birden fazla beyanda bulunması, kasten öldürme fiilinin herbiri tek başına öldürücü nitelikte 5 bıçak darbesi ile işlenmesi vb. gibi. Bazı suç tiplerinde ise, kanundaki tanımda belirtilen birbirinin alternatifi olan birden fazla hareketin gerçekleştirilmesiyle suç işlenebilmektedir. Öğretide “seçimlik hareketli suçlar” olarak isimlendirilen bu suç tiplerinde, sayılan seçimlik hareketlerin herhangi birisinin gerçekleştirilmesi suçun oluşumu açısından yeterlidir. Belirtilen seçimlik hareketlerden birkaçının ya da tamamının yapılması halinde de birden fazla suç değil, tek suç oluşacaktır. Ancak seçimlik hareketli suçtan sözedebilmek için kanunda sayılan seçimlik hareketlerin aynı konuya ilişkin olması gerekmektedir.(İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. bası, Ankara, 2010, s.155 vd.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. bası, Ankara, 2011, s.110 vd.)

5237 TCK’nda bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması halinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür (TCK’nun 172/2. md.). Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCK’nun 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.

Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;

1- Hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması,

2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,

3- İşlenen birden fazla suçun “aynı suç” olması,

4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.

Bu dört şart birlikte gerçekleştiğinde, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Örneğin; bir sözle birden çok kişiye karşı cinsel tacizde bulunulması, bir mektupla birden çok kişiye hakaret edilmesi, bir odada bulunan çok sayıda kişinin üzerine kapının kilitlenmesi suretiyle hürriyetlerinden yoksun kılınmaları, içerisinde beş kişiye ait cüzdanların bulunduğu çantanın çalınması hallerinde aynı neviden fikri içtima söz konusu olup, TCK’nun 43/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerekmektedir. Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun 19.04.2007 gün ve 38-35 sayılı kararında da; “Sanık, çaldığı eşyaların farklı arkadaşlarına ait olduğunu, olay öncesinde özellikle bilmekte olduğundan, mağdurlara ait eşyaların aynı valizlikte bulunması, sanığa atılı suçlara tek bir fiil niteliği kazandırmayıp, her bir mağdura yönelik eyleminin bağımsız birer arkadaşının eşyasını çalmak suçunu oluşturduğu” sonucuna ulaşılmıştır.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın, daha önceden çalıştığı maden ocağına gece saat 21.30 sıralarında gelerek, işçilerin soyunma odası olarak kullandığı yere girip, askılarda asılı bulunan ve ayrı ayrı kişilere ait olduğunu bildiği kıyafetleri karıştırarak, mağdur A.’in cüzdanından 45 Lira, mağdur D.A.nin cüzdanından 300, cebinden 45 Lira, mağdur N.’in cüzdanından 20 Lira, mağdur S.’in cüzdanından 43 Lira, mağdur İ.in ise cebinden 5 Lira ve bir adet cep telefonunu çalmak şeklinde gerçekleşen olayda, 5 ayrı mağdurun elbisesinden ayrı ayrı eşya çalınması nedeniyle, tek bir fiilden bahsedilemeyeceği, kaldı ki eylemin gerçekleştirilme şekli itibarıyla da hukuki anlamda tek bir fiilin söz konusu olmadığı anlaşıldığından, mağdur sayısınca hırsızlık suçundan sanığın cezalandırılmasına ilişkin yerel mahkeme direnme hükmü birinci uyuşmazlık yönüyle isabetlidir.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/12171 Karar : 2018/12398 Tarih : 3.10.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Sanığa yükletilen görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemlerin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu,

Sanığın görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret eylemlerini birden fazla görevliye karşı ve taş atarak gerçekleştirmesi nedeniyle TCK’nın 265/4 ve 43/2. maddeleri uygulanmamış ise de aleyhe temyiz olmadığından bozma yapılamayacağı,

Anlaşıldığından, sanık …’nin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA, 03/10/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/5257 Karar : 2018/8400 Tarih : 10.09.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;

Dairemizce de kabul gören Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2014 tarihli ve 2013/7-591 Esas, 2014/171 Karar sayılı kararında ayrıntıları belirtildiği gibi; suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işleniş yer ve zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluş ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler birlikte değerlendirilip, sanığın eylemlerini bir suç işleme kararının icrası kapsamında gerçekleştirip gerçekleştirmediği ve hakkında TCK’nin 43. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı hususlarının tartışılarak belirlenmesi bakımından;

İncelemeye konu bu dosyaya ilişkin suç tarihinin 15.03.2013, iddianame düzenleme tarihinin ise 23.07.2013 olduğu,

Aynı gün incelemesi yapılan Dairemizin 2015/10604 Esas numarasında kayıtlı Eleşkirt Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/92 E. - 2013/170 K. sayılı dosyasında sanığa atılı eylem ile ilgili olarak suç tarihinin 03.03.2013, iddianame düzenleme tarihinin ise 17.07.2013 olduğu,

Aynı gün incelemesi yapılan Dairemizin 2015/25969 Esas numarasında kayıtlı Çardak Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/73 E. - 2014/64 K. sayılı dosyasında sanığa atılı eylem ile ilgili olarak suç tarihinin 12.03.2013, iddianame düzenleme tarihinin ise 29.05.2013 olduğu,

Aynı gün incelemesi yapılan Dairemizin 2015/13461 Esas numarasında kayıtlı Tercan Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/31 E. - 2013/70 K. sayılı dosyasında sanığa atılı eylem ile ilgili olarak suç tarihinin 15.04.2013, iddianame düzenleme tarihinin ise 25.04.2013 olduğu,

Sanığın eylemlerinin benzer mahiyette olduğu dikkate alınarak, anılan dosyanın incelenip, gerektiğinde birleştirilerek sanığın bu eylemi bir suç işleme kararı icrası kapsamında işleyip işlemediği ve haklarında TCK’nin 43. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağı hususu tartışıldıktan sonra bir karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,

Yasaya aykırı, sanık …‘in temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA, 10.09.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/24450 Karar : 2018/8675 Tarih : 10.09.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Sanığın başkasına ait kredi kartını hukuka aykırı şekilde ele geçirmesi eylemi nedeniyle hırsızlık suçundan mahallinde gereğinin takdir ve ifası mümkün görülmüştür.

Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine, ancak;

1- Katılana ait … nolu kredi kartı ile 14.12.2014-25.12.2014 tarihleri arasındaki döneme ilişkin harcama detayları ve bankaya ödeme yapılıp yapılmadığını gösteren belgeler getirtilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayin edilmesi gerektiğini gözetilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kabul ve uygulamaya göre de;

2- Sanığın, katılana ait kredi kartı ile değişik zamanlarda birden fazla alışveriş yapması karşısında, TCK.nun 43/1. maddesi uyarınca cezadan arttırım yapılması gerektiğinin gözetilmemesi,

Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. ve 326/son maddeleri gereğince BOZULMASINA, 10.09.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/1710 Karar : 2018/7249 Tarih : 4.06.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

1-Suça sürüklenen çocuk hakkında konut dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

Suça sürüklenen çocuk hakkında TCK’nın 116/1. maddesi uyarınca belirlenen 6 ay hapis cezasından, aynı Kanun’un 119/1-c maddesi uyarınca 1 kat artırım yapılırken 12 ay yerine hesap hatası sonucu 1 yıl hapis cezasına hükmedilmesi, daha sonraki uygulama nedeniyle sonuca etkili olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA,

2-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde cezadan indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplerden olan etkin pişmanlık hükümlerine ilişkin 5237 sayılı TCK’nın 168. maddesinin, yaş küçüklüğü nedeniyle cezadan indirim yapılmasına ilişkin aynı Kanun’un 31/3. maddesinden önce uygulanması suretiyle 5237 sayılı TCK’nın 61/5. maddesine aykırı davranılması, sonuç ceza miktarını değiştirmediğinden bozma nedeni yapılmamış; dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.Ancak Dosya kapsamı ve iddianame içeriğine göre, suça sürüklenen çocuk ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen suça sürüklenen çocuk …’in, müştekilerin ikamet ettikleri apartmana birlikte girdikleri, suça sürüklenen çocuğun müşteki Kemal’e ait bisikleti, suça sürüklenen çocuk …’ın ise müşteki ….’e ait bisikleti merdiven boşluğundan çaldığı anlaşıldığından suça sürüklenen çocuğun eyleminin müşteki ….’e karşı tek bir hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden suçların zincirleme şekilde işlendiği kabul edilerek suça sürüklenen çocuk hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı istem gibi BOZULMASINA, 04/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/1165 Karar : 2018/3802 Tarih : 22.05.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Tefecilik suçunda suç tarihinin, kazanç elde etmek amacıyla ödünç paranın verildiği tarih, zincirleme suçlarda ise son suçun işlendiği gün olduğu, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/05/2015 gün ve 2014/4-655 Esas, 2015/152 sayılı Kararında da açıklandığı üzere değişik zamanlarda birden fazla kişiye kazanç karşılığı ödünç para verilmesi halinde zincirleme tek tefecilik suçunun oluşacağı nazara alındığında; UYAP üzerinden yapılan sorgulamada sanık hakkında aynı suçtan Kumluca Asliye Ceza Mahkemesinde 2015/391 Esas sayılı kamu davası açıldığının anlaşılması karşısında, anılan davanın akıbetinin araştırılması, derdest ise işbu dosya ile birleştirilmesi, karara çıkmış ve kesinleşmiş ise onaylı örneğinin getirtilerek incelenmesinden sonra suç ve iddianame tarihlerine göre eylemler arasında hukuki kesinti oluşup oluşmadığının ve zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının saptanması, ayrıca zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiğinin belirlenmesi halinde sanığa TCK`nın 241. maddesi gereğince verilecek cezadan aynı Kanunun 43/1. maddesi uyarınca artırım yapıldıktan sonra kesinleşen dava dosyasından verilen cezanın mahsubu ile oluşur ise aradaki fark kadar cezaya hükmedilmesi, hukuki kesintinin gerçekleşmesi halinde ise ayrı ceza verilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi,

Kabule göre de;

5237 sayılı TCK`nın 61. maddesi uyarınca temel cezalar belirlenirken, söz konusu maddenin 1. fıkrasında 7 bent halinde sayılan hususlar göz önünde bulundurularak ve somut gerekçeler tek tek belirtilmek suretiyle ilgili kanun maddelerindeki cezaların alt ve üst sınırları arasında takdir hakkının kullanılması gerektiği gözetilmeden, “suçun işleniş şekli, sanığın kastının yoğunluğu, sanığın amacı, suçtan sonraki davranış biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman, şahsi ve sosyal durumu, suç sebep ve saikleri” şeklindeki maddede yazılı ibarelerin soyut tekrarıyla yetinilip teşdit gerekçesi olarak kullanılmak suretiyle aynı Kanunun 61. maddesine aykırı davranılması,

Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı, 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren TCK`nın 53. maddesiyle ilgili iptal kararının yeniden değerlendirilmesi lüzumu,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 321 ve 326/son maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 22/05/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/2816 Karar : 2018/400 Tarih : 22.02.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

1-Sanık hakkında 2911 sayılı Kanunun 33/1. maddesine aykırılık, 6136 sayılı Kanuna aykırılık ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;

6136 sayılı Kanuna aykırılık suçundan kurulan hükümde, Sanık hakkında hapis cezası ile birlikte hükmedilen 20 gün adli para cezasını TCK’nın 52/2. maddesi uyarınca günlüğü 20,00 TL’den paraya çevirerek 400,00 TL adli para cezasına hükmetmek gerekirken, 5 gün karşılığıymış gibi yazılıp neticede 100,00 TL adli para cezasına hükmedilmesi suretiyle eksik ceza tayini aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamış; adli para cezalarının yerine getirilmemesi halinde 6545 sayılı Kanunla değişik 5275 sayılı Kanunun 106/3. maddesi uyarınca infaz aşamasında resen uygulama yapılabileceği nazara alındığında, hüküm fıkrasındaki TCK`nın 52/4. maddesi gereğince “ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine” ilişkin ihtarat sonuca etkili görülmemiş; 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçundan kurulan hüküm başlığında “muşta” yerine “bıçak” yazılması mahallinde düzeltilebilir yazım hatası kabul edilmiştir.

Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunda, öncelikle temel ceza tayin edilip sonrasında TCK`nın 220/6. maddesinin 2. cümlesi uyarınca gerekli indirim uygulandıktan sonra devamında 3713 sayılı Kanunun 5. maddesi gereğince arttırım yapılması gerekirken, yazılı şekilde uygulama yapılması sonuç ceza değişmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.

Kurulan mahkumiyete dair hükümlerde, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E, 2015/85 K. sayılı iptal kararının, TCK`nın 53. maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.

Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip sanığın suçlarının sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezaları azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükümlerin ONANMASINA,

2-Görevi yaptırmamak için direnme suçundan kurulan hükmün incelenmesinde;

Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak,

İddianamede talep edilmemesine rağmen CMK`nın 226/2. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmeden TCK’nın 43/2. maddesi ile uygulama yapılarak sanığın savunma hakkının kısıtlanması,

Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, CMUK 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından kazanılmış hakkın da saklı tutulmasına, 22.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/3754 Karar : 2018/1312 Tarih : 20.02.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Sanıklar …, …, … ve … hakkında, nitelikli yağma suçundan verilen cezaların sürelerine göre, sanıklar savunmanlarının duruşmalı olarak temyiz inceleme istemlerinin, 5271 sayılı Yasanın 298 ve 299. maddeleri gereğince REDDİNE,

Sanıklar …, …, …, … ve … hakkında, Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27/12/2016 gün, 2016/313 Esas ve 2016/420 Karar sayılı ilamı ile, mağdurlar … ve …’a yönelik eylemleri nedeniyle, birden fazla kişi tarafından, silahla ve kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle birlikte yağma ve her iki mağdura yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından verilen mahkumiyet hükümlerine karşı, sanıklar …, …, …, … ve … savunmanlarının, CMK`nın 272 ve müteakip maddeleri uyarınca istinaf kanun yoluna başvurması üzerine;Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesi’nce dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu verilen 15.02.2017 gün, 2017/301 Esas ve 2017/318 Karar sayılı karar ile, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş;

Karar, sanıklar …, sanık … savunmanı tarafından 03.03.2017 tarihinde, sanıklar … ve … savunmanları tarafından 09.03.2017 tarihinde temyiz edilmiş;

Sanıklar savunmanları dilekçelerinde özetle, “… mahkumiyet için yeterli, somut ve her türlü şüpheden uzak delilin bulunmadığını, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği sanıkların beraatine karar verilmesi gerektiğini…” belirtip, mahkumiyet hükümlerinin bozulmasını talep etmişlerdir.

Sanıklar savunmanlarının usulüne uygun olarak temyiz davalarını açtıkları ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29.11.2017 gün ve 2017/22367 sayılı, [“Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre; sanıklar …, …, … ve … hakkında kurulan hükmün eleştiri dışında usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle, istinaf isteminin esastan reddine dair verilen kararda hukuka aykırılık bulunmadığından, sanıklar savunmanlarının temyiz itirazlarının CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca reddiyle, istinaf mahkemesinin esastan red hükmünün ONANMASI” şeklinde ] esas hakkında görüş içeren tebliğname ekinde gönderilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi kararı ve bu karara karşı açılan temyiz davası CMK’nın 288 - 289. maddeleri kapsamında re`sen incelendi;

1-Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Sanık hakkında, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun, mağdur sayısınca oluştuğu düşünülmeden, TCK`nın 43. maddesi ile uygulama yapılması, karşı temyiz bulunmadığından, bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre; sanık … hakkında kurulan hükmün usul ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle, istinaf isteminin esastan reddine dair verilen kararda, eleştiri dışında, hukuka aykırılık bulunmadığından, sanık savunmanının temyiz itirazlarının CMK`nın 302/1. maddesi gereğince reddiyle, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesinin 15.02.2017 gün, 2017/301 Esas ve 2017/318 Karar sayılı esastan red hükmünün tebliğnameye aykırı olarak ONANMASINA,

2-Sanıklar …, … ve … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Ceza muhakemesinin asıl amacı maddi gerçeğe ulaşmaktır. Bu da usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda olacaktır. Bu nedenle hüküm kesinleşinceye kadar inceleme olanağı bulunan kanıtların ele alınıp değerlendirilmesi, diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşmesi için; olaya ışık tutabilecek nitelikte tüm yasal kanıt ve belgelerin araştırılıp, elde edilen tüm delillerin, akla, mantığa, bilimsel verilere, fiziksel kurallara, herkesçe bilinen somut duruma, gündelik hayatta elde edilen karine niteliğindeki bilgilere uygun olup olmadığı belirlenerek, bu konuda varsa yanılgılar sonlandırılıp, birini diğerine üstün kılan anlatım ve/veya deliller açıklanıp, hukuki sonucun temyiz merciince denetlenebilir bir gerekçe ile yazılması gerekir.

Öte yandan, yağma olaylarında genelde tanık yoktur, bu nedenle mağdurun beyanı ve teşhisi önemlidir. Birebir olayın muhattabı olan mağdurun beyanı tutarlı ve istikrarlı ise önde ve üstün niteliktedir. Şayet bu konuda duraksama varsa, ortada yenilmesi gereken bir şüphenin olduğunun düşünülmesi gerekir.

Bütün isnat araçları delildir. Soyut olarak da deliller eşdeğerdedir. Bu nedenle deliller yeterince araştırılmamış veya soruşturma eksik ise bu hususlar giderilmelidir. Soruşturma evresinde toplanmamış delilleri mahkemenin toplaması gerekir. Hakimin sanık lehine ve aleyhine olan delilleri araştırıp; tam bir inanışla özgürce değerlendirerek kuşkudan arınmış bir sonuca ulaşması gerekir. Kuşkular yenilmelidir. Yani hükümde varsayıma dayalı kuşkulu kalan hususlar olmamalıdır. Maddi gerçeğin olayın bir bütünü veya parçasını temsil eden kanıtlardan ortaya çıkarılması gerekir. Bir takım varsayımlara dayanılarak karar verilmesi ceza muhakemesinin amacına kesinlikle aykırıdır. Kuşku ve çelişki yenilmeden karar verilemez. Bir suç varsa bunun failini belirleyebilmek ancak kanıtların yorumu ile olanaklıdır. Ceza mahkûmiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa imkan vermemelidir. Yüksek ihtimal ile deliller yeterli toplanmadan bir ceza verilemez. Eylem veya eylemlerin bir suç olup olmadığının belirlenmesi için, önce sözkonusu eylemin işlenip işlenmediğinin belirlenmesi gerekir. Bu da kanıtların yorumu ile cevaplanacaktır. Hakim hangi kanıtı nasıl yorumladığını, yorum ile nasıl bir kanıya ulaştığını, kararının gerekçesinde göstermek zorundadır.

Hakimi maddi gerçeğe ulaşacak araçlar, delillerdir.

Deliller: Şahsi açıklamalar, tanık beyanları, sanık ve tanıklardan başka kişilerin açıklamaları, özel yazılı açıklamalar, görüntü ve/veya ses kayıt eden açıklama ve belirtiler şeklinde ayrıma tabi tutulabilir. Bütün isnat araçları delildir. Soyut olarak deliller eşdeğerdedir. Her olayda lehe ve aleyhe deliler vardır. Deliller; gerçekçi, akılcı, olayı yansıtan ve kanıtlamaya yararlı, hukuka uygun elde edildiklerinde değerlidirler.

Bu nitelikteki deliller serbestçe değerlendirildikten sonra, vicdani kanı oluşturacaktır. Vicdani kanı oluşturulurken, toplanan kanıtlardan herhangi birine itibar etme zorunluluğu yoktur.

Sanık ikrarı da bir delildir.

İkrar; aleyhe hukuksal sonuç doğuran bir olayı doğrulayan sanığın kabullenmesidir.

İkrar, tek başına kesin kanıt kabul edilemez. Çünkü bir kimsenin çeşitli nedenlerle ikrarda bulunması olanaklıdır. Yargıç önünde yapılan ikrarın dahi bağlayıcı olabilmesi için başka yan kanıtlarla doğrulanması gerekir. İkrarını geri alan sanığın önceki soyut ikrarına dayanılarak hiçbir zaman mahkumiyet kararı verilemez.

İkrar olunan olay yargıç önünde yapılıp, geri alınmayıp yan delillerle desteklendiğinde değerlidir. Başka bir ifade ile kanıtla doğrulanan ikrar değerlidir. Soyut ikrar tek başına yeterli olamaz.

İkrar da dahil hiçbir kanıt tek başına yargıcı bağlamaz.

İlk derece mahkemesinin tek ve asli görevi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bunun için sanığın lehine ve aleyhine tüm kanıtları dava sonuçlanıncaya kadar toplar, tek tek ve/veya bir bütün halinde değerlendirip birbirini tamamlayan parçaları ele alıp, mantıksal bir yol izleyerek vicdani kanaate (hükme konu) sonuca ulaşır.

Varsayıma dayalı ve/veya kuşku duyularak hüküm kurulamaz. Geçerliliği tartışılır ve/veya kanıtlanmamış beyanlar varsa, ortada karanlık kalmış bir nokta olduğu söylenebilir. Kanıtlar mutlaka sanığın suç işlediğini kesin olarak kanıtlayan bir noktaya ulaşmalıdır. Ulaşamıyorsa bu durum sanık aleyhine yorumlanmamalıdır. Ceza yargılamasının en büyük ilkesi olan in dubia pro reo kuşkudan sanık yararlanır kuralına göre değerlendirme yapılacaktır.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelirsek;

Yakınanlar … ve …‘ın, “ olay günü, saat, 20:00 sularında, …. plaka sayılı araç ile Karagöl mevkiine giderek yol kenarına park ettikten sonra, arka koltuklara geçip sohbet etmeye başladıklarını, yaklaşık beş dakika sonra, aracın arka camının sert bir cisimle vurulup kırılmasıyla irkildiklerini ve o anda yüzleri atkılarla kapalı olan beş erkek şahıs tarafından aracın kapılarının açıldığını, bir kişinin şoför koltuğuna, ikisinin ön yolcu koltuğuna, iki kişinin de yanlarına oturduklarını, yanlarına oturanlardan birinin elinde av tüfeği, diğerinin elinde ise bıçak olduğunu, şoför koltuğundaki şahsın aracı hareket ettirip patika yoldan, civarda bulunan bir tarlaya doğru yaklaşık 200 metre kadar sürdüğünü, elinde bıçak bulunan şahsın mağdur …‘ın karnına bıçağı dayadığı, kurtulmak için çabalayan mağdurun işaret parmağının kesildiğini, aynı şahsın yaşanan mücadelede yüzünün bir kısmının açıldığını ve her ikisinin de onu gördüğünü, kurtulmak için bağırmaları üzerine tüm sanıkların “susun bağırmayın sizi öldürürüz “ diyerek tehdit ettiklerini, bir süre sonra astım hastası olan mağdur …‘ın nöbet geçirip nefes alamadığını gören sanıkların, mağdur …‘ın Iphone 6 marka cep telefonu ile Şilan`a ait cüzdanı zorla alarak araçtan inip kaçtıklarını, … ve kız arkadaşı mağdur …’ın, Osman’a ait araçla Park Hospital Hastanesine gittiklerini, araç göstergesinde lastik arıza işareti yanması üzerine, baktıklarında arabanın sağ arka lastiğin sanıklarca patlatıldığını anladıklarını…” beyanla, hastanede görevli polis memurlarına müracaat ederek şikayetçi oldukları,

Sanıklar, …, … ve …’nin, aşamalarda değişmeyen savunmalarında, atılı suçlamayı kabul etmediklerini ve yakınanları tanımadıklarını beyan ettikleri;

Hakkında kurulan mahkumiyet hükmü, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesi’nin, 15.02.2017 gün, 2017/301 Esas ve 2017/318 sayılı kararıyla kesinleşen diğer sanık …‘ın, 19.04.2016 tarihinde kollukça alınan ifadesinde, suç konusu eylemi, sanıklar …, …, … ve … ile birlikte işlediklerini belirtip, mağdurların anlatımlarıyla paralel şekilde ayrıntılı beyanlarda bulunduğu; Anılan sanığın, 19.04.2016 tarihinde Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ve Sulh Ceza Hakimliği’ndeki sorgusu sırasında özetle; “panik atak hastası olduğunu ve bu nedenle yalan söylediğini, kolluktaki beyanında, olaydan sonra çevresinden ve basından duydukları şeyleri söylediğini, mağdurları tanımadığını, dolayısıyla da aralarında bir husumetin söz konusu olmadığını”; mahkeme huzurundaki savunmasında da, “Olayla ilgi ve alakasının olmadığını, diğer sanıkların köylüsü ve arkadaşları olduğunu, Jandarma karakolundaki ifadeyi baskı altında verdiğini, o ifadesini kabul etmediğini, Jandarma tarafından hazırlanan ve söylenen her şeyi imzaladığını, ilkin avukat olmayıp, sonra geldiğini ve avukatı ile herhangi bir görüşmesinin olmadığını, ifadesi için, önce iki komutanın geldiğini, buna rağmen olayı kabul etmediğini, daha sonra dört beş komutan daha gelip, diğer arkadaşlarının suçlamayı kabul ettiklerini söylediklerini, Facebook`taki asılsız bazı kayıtların kendisine gösterilip,suç işlediğiklerini söylediklerini, hatta yakasından tutup, sanık …’nın bulunduğu yer gösterilmek suretiyle, onun suçlamaları kabul ettiğini belirtmeleri karşısında, imza attığını…” beyan etmek suretiyle önceki ifadesinden döndüğü;

Adıyaman Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı personeli tarafından düzenlenen 18.02.2016 tarihli “Açık Kaynak Araştırma Ve Tespit Tutanağı” nda; “yapılan istihbari araştırma ve çalışma sonucunda olayı gerçekleştiren şüphelilerden birinin … isimli şahıs olduğunun öğrenildiği” belirtilerek, “elde edilen diğer istihbari bilgilere göre … ve kimliği meçhul diğer arkadaşlarının, daha önce de bu tür suçlara karıştıkları, insanları zorla taciz ederek fotoğraflarını çektikleri ve şantaj yaptıklar, ayrıca yağmalama da yaptıkları öğrenilmiştir. Şahsın daha önce karışmış olduğu benzer olaylarla ilgili komutanlığımıza herhangi bir şikayet ve müracaat yapılmadığı tespit edilmiştir.” denildikten sonra, …’nın, herkese açık Facebook hesabı sayfasından paylaştığı resimlerinin tespit edilip, aşağıya çıkartıldığı belirtilmiş;

Aynı tarihte düzenlenen “Fotoğraf Teşhis” tutanaklarında, “açık kaynaktan elde edilen fotoğraflar” kendilerine gösterilen her ikisi mağdurun da, olay sırasında yüzü açılan şahsın … olduğunu beyanla, tereddütsüz şekilde sanığı teşhis ettikleri belirtilmiştir.

Sanık …’ın, şüpheli sıfatıyla kolluk tarafından alınan, hakim önünde yapılan sorgu sırasında “baskı altında imzaladığını” ileri sürerek geri aldığı 19.04.2016 günlü ifadesi, bu haliyle kendisi aleyhine ele alınabilirse de, sanıklar …, … ve … yönünden hukuken ancak suç atma niteliğinde kalıp anılan sanıklar yönünden bağlayıcı olamayacaktır.

Bu nedenle, sanık …’ın 19.04.2016 günlü ifadesinin, yan delille doğrulanmayan soyut suç atma niteliğinde bulunduğunun kabulü ile, anılan sanıklar aleyhine yorumlanamayacağı;

Yakınanların, sanık … dışındaki failleri görmediklerini beyan etmeleri ve dolayısıyla, sanıklar …, … ve …’yi teşhis etmek imkanından yoksun oldukları da dikkate alındığında;

Sanıklar …, … ve …’nin, yüklenen suçu işlemedikleri yönündeki savunmalarının aksine, mağdurlar … ve …’a karşı yağma suçunun gerçek faillerinin sanıklar olduğu yönünde, mahkumiyetlerine esas olabilecek nitelikte, kuşkudan uzak kesin, inandırıcı delil elde edilemediği gözetilmeden, kesin bir kanaat vermekten uzak varsayıma dayalı olarak, eksik inceleme sonucu yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,

Bozmayı gerektirmiş, sanıklar …, … ve … savunmanlarının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesinin 15.02.2017 gün, 2017/301 Esas ve 2017/318 Karar sayılı istinaf başvurusunun esastan reddine dair usul ve yasaya aykırı bulunan kararının, 5271 sayılı CMK`nın 302/2. madde ve fıkrası gereğince, tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, 20/02/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/22732 Karar : 2018/1631 Tarih : 25.01.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Kanun yararına bozma isteyen ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesince adı geçen sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suçtan dolayı hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinden bahisle, hakkında yeniden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğine karar verilmiş ise de; incelemeye konu dosyaya ilişkin suçun işlendiği 16/02/2014 tarihi itibariyle dosya içerisinde bulunan sanığa ait adlî sicil kaydından da anlaşılacağı üzere, sanığın mahkum olduğu herhangi bir kararın bulunmadığı anlaşılmakla, itirazın reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmediğinden, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozma talebine dayanılarak ihbar olunduğu anlaşılmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

I-Olay:

Hakaret ve tehdit suçlarından sanık …`un, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1-1. cümle, 125/1-2, 43/1, 29 ve 62/1. maddeleri gereğince 5 ay 37 gün hapis ve 1.400,00 Türk Lirası adli para cezaları ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair Gölcük 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 08/06/2017 tarihli ve 2014/505 esas, 2017/277 sayılı kararına karşı yapılan itirazın kabulü ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın ortadan kaldırılmasına dair Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 07/09/2017 tarihli ve 2017/1894 değişik iş sayılı kararının, dosya kapsamına göre, Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesince adı geçen sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suçtan dolayı hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinden bahisle, hakkında yeniden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğine karar verilmiş ise de; incelemeye konu dosyaya ilişkin suçun işlendiği 16/02/2014 tarihi itibariyle dosya içerisinde bulunan sanığa ait adlî sicil kaydından da anlaşılacağı üzere, sanığın mahkum olduğu herhangi bir kararın bulunmadığı anlaşılmakla, itirazın reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle kanun yararına bozmaya konu edildiği anlaşılmıştır.

II- Kanun Yararına Bozma İstemine İlişkin Uyuşmazlığın Kapsamı:

Sanık hakkında kurulan, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın yasaya uygun olup olmadığının ve buna bağlı olarak mercii kararında isabet bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

III- Hukuksal Değerlendirme:

Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK`nun 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanunun 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanunun 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkrayla büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı kanunun 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tâbi kılınmıştır.

Başlangıçta yalnızca yetişkin sanıklar yönünden ve şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması 5728 sayılı Kanunun 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezalarına ilişkin tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, maddenin altıncı fıkrasına, 25/07/2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6008 sayılı Kanunun 7. maddesiyle “sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” cümlesi eklenmiş, yine maddenin sekizinci fıkrasına birinci cümlesinden sonra gelmek üzere, 28/06/2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 6545 sayılı Kanun`un 72. maddesiyle “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez” cümlesi eklenmiştir.

5560, 5728, 5739, 6008 ve 6545 sayılı Kanunlarla 5271 sayılı CMK`nun 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;

1)Suça ilişkin olarak;

a- Yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,

b- Suçun Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlardan olmaması,

2)Sanığa ilişkin olarak;

a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b-Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

c-Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,

d-Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması,

e-Sanık hakkında daha önce hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar verilmemiş olması, Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların varlığı halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve onsekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tâbi tutulacaktır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına ilişkin bir değerlendirme yapılması için, yargılamanın herhangi bir sujesinin talepte bulunması şart değildir. Maddede öngörülen şartların oluşup oluşmadığı ve bu hükmün uygulanıp uygulanmayacağı hakim tarafından her olayda re`sen değerlendirilip takdir edilmeli ve denetime imkan verecek biçimde kararda gösterilmelidir.

5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesinin uygulanabilmesi için, anılan maddenin 6. fıkrasında belirtilen objektif ve subjektif koşulların bulunması ve öncelikle sanığın isnad edilen suçu işlediğinin yapılan yargılama sonucu belirlenmesi gerekmektedir.

CMK’nın 231. maddesinin 12. fıkrasına göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz yoluna başvurulabilecektir. Olağan kanun yollarından olan itiraz, 5271 sayılı CMK’nun 267 ila 271. maddeleri, arasında düzenlenmiş olup “İtiraz olunabilecek kararlar” başlıklı 267. maddesinde; “Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir” şeklindeki düzenlemeye göre, kural olarak sadece hakim kararlarına karşı gidilebilecek olan itiraz yoluna, kanunlarda açıkça gösterilmiş olunması kaydıyla mahkeme kararlarına karşı da başvurulması mümkündür.

CMK’nın 270 ve 271. maddelerine göre, itiraz incelemesi kural olarak duruşmasız ve dosya üzerinden yapılacak, merci gerekli görürse Cumhuriyet savcısı, müdafii veya vekili de dinleyebilecektir. Bunun yanında merci, yazı ile cevap verebilmesi için itiraz istemini Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilecek, kendisi de inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılması konusunda emir de verebilecektir.

CMK’nın itirazla ilgili yukarıda yer verilen maddelerinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yönelik itirazın yalnızca şekil yönünden inceleneceği, esasın inceleme dışı bırakılacağına dair bir düzenleme bulunmamaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 22/01/2013 tarih ve 2012/10-534 esas, 2013/15 sayılı kararında; “İtiraz mercii, o yer Cumhuriyet savcısının suç vasfına yönelik aleyhe başvurusu üzerine incelemesini sadece şekli olarak değil, hem maddi olay hem de hukuki yönden yapmalı, gerekli gördüğünde cevap vermesi için itirazı sanık müdafiine tebliğ etmeli ve Cumhuriyet savcısı ile sanık müdafiini dinlemeli, yine ihtiyaç duyduğu konular varsa gerekli araştırma ve incelemeyi yapmalı ya da bunların yapılmasını sağlamalı ve bunun sonucunda da TCK`nun 191/2. maddesi gereğince verilen tedavi ve denetimli serbestlik kararının isabetli olup olmadığına karar vermelidir.” şeklindeki gerekçesiyle itirazın hem maddi hem hukuki yönden ele alınması ve her yönden hukuka uygunluğunun denetlenmesi gerektiğine karar vermiştir.

İncelenen dosyada;

Sanık … hakkında, 2013 yılı Aralık ayı-16/02/2014 tarihlerinde işlediği iddia olunan hakaret ve tehdit eylemleri nedeniyle Gölcük Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 23.11.2014 tarihli iddianame düzenlenerek kamu davası açıldığı, yargılama neticesinde Gölcük 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 08/06/2017 tarihli ve 2014/505 esas, 2017/277 sayılı kararıyla, hakaret ve tehdit suçlarından sanığın, 5237 sayılı TCK’nın 106/1-1. cümle, 43/1, 62, 125/1-2, 43/1, 29, 62/1 ve 52/2. maddeleri gereğince 5 ay 37 gün hapis ve 1.400,00 Türk Lirası adli para cezaları ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı CMK`nın 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, anılan karara katılan vekili tarafından süresinde itiraz edildiği, merci Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 07/09/2017 tarihli ve 2017/1894 değişik iş sayılı kararıyla, “Sanık hakkında Gölcük 3.Asliye Ceza Mahkemsinin 2014/1017 Esas sayılı kararı ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği ve bu kararın 06/09/2016 tarihinde kesinleştiği uyaptan yapılan kontrol sonucunda görülmekle, 5237 Sayılı CMK.nın 231/6-a ve 231/son maddesinde belirtildiği üzere, denetim süresi içerisinde 2.kez HAGB kararı verilemeyeceği” şeklindeki gerekçeyle itirazın kabulüne ve kararın kaldırılmasına kesin olarak karar verildiği anlaşılmıştır.

Sanığın 23/11/2014 tarihli adli sicil kaydı incelendiğinde, sanığın sabıkasız olduğu ve herhangi bir kaydın bulunmadığı görülmektedir. Gölcük 3. Asliye Ceza Mahkemesi`nin 29/03/2016 tarihli ve 2014/1017 esas, 2016/174 sayılı kararı incelendiğinde, sanığın …, suç tarihinin 03/04/2014, kesinleşme tarihinin 06/09/2016 olduğu, sanık hakkında 5490 sayılı Yasaya muhalefet suçundan neticeten 5 ay hapis cezasına hükmolunup, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Dosya kapsamı, kanun yararına bozma istemi ve tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde;

Sanık, incelemeye konu dosyadaki hakaret ve tehdit suçlarını işlediğinde, sanığın adli sicil kaydında kasıtlı bir suçtan mahkumiyeti ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kaydı bulunmamaktadır. CMK’nın 231. maddesinin sekizinci fıkrasına birinci cümlesinden sonra gelmek üzere, 28/06/2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 6545 sayılı Kanun`un 72. maddesiyle “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez” cümlesi eklenmiştir.

Çözülmesi gereken sorun; denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez cümlesinde yer alan “kasıtlı bir suç nedeniyle” tabirinden ne anlaşılması gerektiğidir. Yani bu ifadede kastedilen kasıtlı suç, 28/06/2014 tarihi ve sonrasında işlenen suç mu yoksa, bu tarihten önce işlenen ancak kararı bu tarihten sonra verilen suç da bu tabire dahil midir?

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.02.2009 tarihli, 2008/11-250 esas ve 2009/13 karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere; Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip olup, karma bir niteliği bulunan bu kurumun, maddi ceza hukukuna ilişkin yönü nazara alındığında, 5237 sayılı Yasanın 7. maddesinde tanımlanan lehe yasanın geçmişe yürümesi ilkesi uyarınca, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun önceki hükümlere de uygulanması doğaldır. Hükmün açıklanmasının gereği bırakılması kurumunun maddi ceza hukukuna ilişkin sonuçlar doğuran karma bir yapıya sahip olması sebebiyle, 28/06/2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 6545 sayılı Kanun’un 72. maddesiyle getirilen “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez” biçimindeki düzenleme, 5237 sayılı TCK`nın 7/2. maddesi uyarınca sanık aleyhine uygulanamayacağından ancak, 28/06/2014 tarihi ve sonrasında işlenen kasıtlı suçlar açısından uygulanabilecek, bu tarihten önce işlenen kasıtlı suçlarla ilgili olarak kurulan hükümlerde, salt bu düzenleme nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi yasaya aykırı olacaktır.

Bu açıklamalar ışığında; suç tarihi itibariyle sabıkasız olan ve adli sicil kaydında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kaydı bulunmayan sanık …‘un, hakaret ve tehdit suçlarından, 5237 sayılı TCK’nın 106/1-1. cümle, 43/1, 62, 125/1-2, 43/1, 29, 62/1 ve 52/2. maddeleri gereğince 5 ay 37 gün hapis ve 1.400,00 Türk Lirası adli para cezaları ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı CMK`nın 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair Gölcük 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 08/06/2017 tarihli ve 2014/505 esas, 2017/277 sayılı kararının yasaya uygun olduğu, anılan karara yönelik itirazın reddi yerine, “Sanık hakkında Gölcük 3.Asliye Ceza Mahkemseinin 2014/1017 Esas sayılı kararı ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği ve bu kararın 06/09/2016 tarihinde kesinleştiği uyaptan yapılan kontrol sonucunda görülmekle, 5237 Sayılı CMK.nın 231/6-a ve 231/son maddesinde belirtildiği üzere, denetim süresi içerisinde 2.kez HAGB kararı verilemeyeceği” şeklindeki yasal olmayan gerekçeyle itirazın kabulüne ilişkin merci Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 07/09/2017 tarihli ve 2017/1894 Değişik İş sayılı kararında isabet bulunmamaktadır.

IV-Sonuç ve Karar:

Yukarıda açıklanan nedenlerle,

Kanun yararına bozma istemi yerinde görüldüğünden, merci Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 07/09/2017 tarihli ve 2017/1894 Değişik İş sayı ile verilip kesinleşen kararının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre sonraki işlemlerin, CMK`nın 309/4-a maddesi gereğince mahallinde merci mahkemesince yerine getirilmesine, 25/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/4725 Karar : 2018/923 Tarih : 24.01.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Gereği görüşülüp düşünüldü;

1)Sanığın denetim süresinde kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle hükümlerin açıklanmasına karar verilirken açıklanan hükümde, Anayasa’nın 141/3, 5271 sayılı CMK’nin 34. ve 230. maddeleri ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05.05.2015 tarih ve 2014/145 Esas sayılı kararı gereğince mahkemenin gerekçeli kararında iddia, savunma, tanık beyanları ve diğer deliller somut olarak açıklanarak suçun öğeleri, kanıtlandığı kabul edilen olaylar denetime elverişli şekilde gösterilerek ve deliller tartışılarak mahkemenin ulaştığı sonuç sanık, katılan, Cumhuriyet savcısı ve diğer okuyan herkesi tatmin edici olması gerekirken, yazılı şekilde eksik ve yetersiz gerekçe ile karar verilerek 5271 sayılı CMK’nin 231/11. ve 232/6. maddelerine aykırı davranılması,

2)Lehe olan tüm hükümlerin uygulanması talebi bulunan sanık hakkında, olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi,

3)Görevi yaptırmamak için direnme suçu yönünden; sanığın eylemini birden fazla polis memuruna karşı gerçekleştirdiği ve bu nedenle 5271 sayılı CMK’nin 226. maddesi gereğince 5237 sayılı TCK’nin 43. maddesinin uygulanması ihtimaline binaen ek savunma hakkı verilmesi suretiyle, hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,

4)Sanık hakkında kasten yaralama suçundan kurulan hüküm yönünden; TCK’nin 86/1, 86/3-c maddeleri gereğince belirlenen “1 yıl 6 ay” hapis cezası üzerinden, TCK’nin 87/3. maddesi gereğince (1/7) oranında artırım yapıldığında sonuç cezanın “1 yıl 8 ay 17 gün” yerine “1 yıl 8 ay 16 gün” olarak hatalı hesaplanması suretiyle eksik ceza tayini,

5)Kasıtlı suçtan hapis cezalarına mahkûm edilen sanığın, Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih ve 2014/140 Esas - 2015/85 Karar sayılı iptal kararı da gözetilerek, 5237 sayılı TCK’nin 53/1. maddesinde belirtilen hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu nedenlerle 6723 sayılı Kanun’un 33. maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, ceza miktarı açısından CMUK’un 326/son maddesi gereğince sanığın kazanılmış hakkının dikkate alınmasına, 24.01.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/21924 Karar : 2018/1267 Tarih : 23.01.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1-Sanık hakkında ceza tayin edilirken eylemin TCK’nın 106/1-1. maddesinin hangi cümlesi kapsamında kaldığı belirtilmeden ve sair tehdit suçunun üst sınırının TCK’nın 106/1-2. cümlesinde 6 ay olduğu gözetilmeden, “…temel cezanın alt sınırından uzaklaşılarak takdiren” şeklindeki gerekçe ile 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılması;

2-Sair tehdit suçunun takibinin şikayete bağlı bulunması karşısında, mağdur …(Atalay)’ın, şikayetinden vazgeçtiği gözetilmeden, TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanması suretiyle cezada artırım yapılması,

3-Kabule göre de;

02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaştırma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1 maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması;

Bozmayı gerektirmiş, sanık … müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin HÜKMÜN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 23/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/10784 Karar : 2018/203 Tarih : 18.01.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Bozmaya uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Aleyhe hüküm içeren bozma ilamına karşı sanığın savunmasının alınması zorunluluğuna uyulmayarak, 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken CMUK`nın 326/2. maddesine aykırı davranılması,

Sanık hakkında ek savunma hakkı tanınmadan iddianame içeriğinde yer almayan TCK’nın 43. maddesinin uygulanması suretiyle CMK`nın 226. maddesine aykırı davranılması,

Kabule göre de,

Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/09/2011 günlü 2011/5-104 Esas 2011/183 sayılı Kararında belirtildiği üzere, TCK’nın 53/5. maddesinin uygulanmamasının kazanılmış hak niteliğinde olduğu ve 20/11/2007 günlü sanık aleyhine temyiz bulunmayan hükmün Dairemizin 13/09/2012 günlü ilamıyla kazanılmış hak saklı kalmak kaydıyla bozulmasına karar verilmesi nedeniyle de sanık hakkında 5237 sayılı TCK`nın 53/5. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,

Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren TCK`nın 53. maddesiyle ilgili iptal kararının gözetilmesi zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 18/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4098 Karar : 2018/455 Tarih : 18.01.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Tekerrüre esas sabıkası bulunan sanık hakkında TCK’nın 58. maddesi gereğince tekerrür hükümlerinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

1-Sanık hakkında vergi suçu ve vergi tekniği raporları ile mütalaaya uygun olarak “2006, 2007 ve 2008 takvim yıllarında sahte fatura düzenlemek” suçundan açılan kamu davasında; sahte fatura düzenlemek suçunda, suçun maddi konusunun fatura olması, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 227. maddesinin 3. fıkrasındaki “Bu Kanuna göre kullanılan veya bu Kanunun Maliye ve Gümrük Bakanlığına verdiği yetkiye dayanılarak kullanma mecburiyeti getirilen belgelerin, öngörülen zorunlu bilgileri taşımaması halinde bu belgeler vergi kanunları bakımından hiç düzenlenmemiş sayılır” şeklindeki düzenlemeye göre de faturaların Vergi Usul Kanununun 230. maddesinde öngörülen zorunlu bilgileri içermesinin gerekmesi, sahte düzenlendiği iddia olunan faturaların asılları ya da suretlerinin dosya içerisinde bulunmadığının anlaşılması karşısında; maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespit edilmesi bakımından; “2006, 2007 ve 2008 takvim yıllarına ait fatura asıl ya da örneklerinden de kanaat oluşturacak sayıda temin edilip dosya arasına konulması, incelenerek kanunda öngörülen şekil şartlarını taşıyıp taşımadığının tespit edilmesi, sanığın düzenlemiş olduğu faturaları kullanan şirketler hakkında karşıt inceleme yapılıp yapılmadığının ilgili vergi dairelerinden sorulması, yapılmış ise vergi raporlarının dosya arasına alınması, bu şirket yetkilileri hakkında sahte fatura kullanmaktan dava açılmış olup olmadığının araştırılması, açıldığının tespiti halinde dava dosyaları getirtilip incelenerek bu davayı ilgilendiren delillerin onaylı örneklerinin dava dosyasına intikal ettirilmesi, faturaların gerçek alım-satım karşılığı olup olmadığının belirlenmesi yönünden mal ve para akışını gösteren sevk ve taşıma irsaliyeleri, teslim tesellüm belgeleri, bedellerinin ödendiğine ilişkin ticari teamüle uygun kanıtlama yeteneği olan geçerli ödeme belgeleri ve satıcının kasasına ya da banka hesabına girip girmediğinin tespiti ile faturaları düzenleyen mükelleflerin yeterli üretimi, mal girişi ya da stoğu olup olmadığı da araştırılıp, karşılaştırmalı bilirkişi incelemesi yaptırılması, sanığın savunmasında motor ve makine yedek parça imalatı yapan adını hatırlayamadığı bir işyerine … isimli şahsın aracılığıyla başvurduğunu, kendisini işe aldıklarında sigorta yaptırmak için kimlik fotokopisini ve imzasını aldıklarını, 5 gün çalıştıktan sonra kendisiyle çalışamayacaklarını yeni bir iş aramasını söylediklerini ve kendisinin de oradan ayrıldığını beyan etmesi, dava konusu faturalar sanığın işlettiği “Oto Yedek Parça Petrol Ürünleri ve Kimya ve …. Temizlik Gıda ve Tabldot” isimli işletme adına düzenlenmiş olmasına rağmen, Ticaret Sicili Memurluğu’nun 16.09.2010 tarih, 126896 sayılı yazısı ile sanığın ortağı olduğu “…. Metal İnşaat Havalandırma ve Klima Sanayi Ticaret Limited Şirketi”ne ait 27.12.2009 tarihli şirket ana sözleşmesi ile 01.01.2007 tarihli taahhütnamede imza incelemesi yaptırılması neticesinde alınan 04.02.2011 tarihli bilirkişi raporu ile bu belgeler üzerindeki imzanın sanığın elinden çıktığının tespit edildiğinin bildirilmesi karşısında, maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespit edilmesi bakımından; sanığın savunmasında belirttiği … isimli şahsın araştırılarak açık kimlik ve adres bilgilerinin tespit edilmesi, bulunması halinde tanık sıfatıyla dinlenilmesi, gerekirse suça konu faturalar üzerindeki imza ve yazıların bu şahsa veya sanığa ait olup olmadığı konusunda bilirkişi incelemesi yaptırılması, ilgili Vergi Dairesinden 12.09.2008 tarihli Vergi Tekniği ve Vergi Suçu Raporlarına konu olan sanığın işlettiği “Oto Yedek Parça Petrol Ürünleri ve Kimya ve Akasya Temizlik Gıda ve Tabldot” isimli işletmenin kuruluşuna ilişkin tüm belgelerin getirtilerek bu belgeler üzerinde sanığın imza örnekleri ile bilirkişi incelemesi yaptırılmasından sonra toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken sanığın savunmasının aksini kanıtlayan delillerin neler olduğu kararda gösterilip tartışılmadan eksik araştırma ile yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi, yasaya aykırı,

2-Kabule göre de;

a)Aynı takvim yılı içinde birden fazla sahte fatura düzenlemek eyleminin zincirleme suç oluşturduğu ve sanık hakkında TCK’nın 43. maddesi hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,

b)5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde yer alan haklardan sanığın sadece kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri yönünden koşullu salıverilme tarihine kadar uygulanması gerektiğinin gözetilmemesinin Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 gün 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı iptal kararı ile birlikte yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, sonuç ceza miktarları bakımından sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına 18.01.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/12279 Karar : 2018/92 Tarih : 16.01.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Yerel Mahkemece verilen hüküm sanıklar savunmanları tarafından duruşmalı olarak da temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Hükmedilen cezaların sürelerine göre, sanıklar …, …, …, …, …, …, … ve … savunmanının duruşmalı inceleme isteminin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nın 318. maddesi gereğince REDDİNE,

Gerekçeli karar başlığında, suç tarihinin “16.01.2011” yerine “16.01.2010” olarak yazılması, yerinde giderilmesi olanaklı maddi yazım hatası olarak kabul edilmiştir.

I-) Sanıklar …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Sanık … 18 yaşını doldurmadığı halde, 5271 sayılı CMK’nın 185. maddesine aykırı olarak 13/10/2011, 28/02/2012 ve 08/05/2012 günlü oturumların kapalı yerine açık yapılması, telafisi mümkün olmadığından;

Sanıklar hakkında hüküm kurulurken, doğrudan 5237 sayılı TCK’nın 109. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca temel cezanın tayin edilmesi gerekirken, anılan maddenin uygulama yeri olmayan (1) numaralı fıkrası uyarınca cezanın belirlenip ardından da (2) numaralı fıkranın uygulanması, sonuca etkili görülmediğinden;

24.11.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün, 2014/140-2015/85 Esas ve Karar sayılı kararına göre TCK’nın 53. madde uygulamasının infazda gözetilmesi olanaklı görülüp,

Sanık ….ın, aynı gece mağdureye karşı birden çok kez cinsel saldırı suçunu işlediği, ayrıca her bir sanığın cinsel saldırı fiiline diğer sanığın katıldığı dikkate alınarak, sanıklar hakkında tayin olunan temel cezanın TCK’nın 43. maddesi uyarınca artırılması gerektiği gözetilmeden noksan ceza tayini karşı temyiz bulunmadığından, anılan hususlar bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, sanıklar …, …, …, …, …, …, … ve … savunmanının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, eleştiri dışında usul ve yasaya uygun bulunan hükümlerin tebliğnameye uygun olarak ONANMASINA,

II-) Sanık …. hakkında yağma suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

a-) Yakınan …’ün, 21/04/2011 ve 04/06/2013 günlü oturumlarda, suç konusu çanta içerisindeki eşyaların ve cep telefonunun bedelinin tümüyle kendisine ödendiğini beyan ettiğinin anlaşılması karşısında, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 168. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma olanağının karar yerinde tartışmasız bırakılması,

b-) 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin 24.11.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı kararı ile iptal edilmiş olması nedeniyle, anılan değişikliğin karar yerinde yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … savunmanının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 16/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/10131 Karar : 2018/118 Tarih : 15.01.2018

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelendi;

Sanığın kazanç karşılığı ödünç para verdiği iddia edilen müşteki …‘ın tefecilik suçunun zarar göreni olması ve hükmün 23/05/2013 havale tarihli dilekçe ile vekili tarafından temyiz edilmesi karşısında, kamu davasına katılma ve hükmü temyiz hakkı bulunduğu anlaşılmakla, mahkemece verilen katılma isteminin reddine ilişkin kararın kaldırılmasına, 5271 sayılı CMK’nın 237/2 ve 260/1. maddeleri gereğince katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

TCK’nın 241. maddesinde tanımlanan tefecilik suçunun oluşabilmesi için kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verilmesinin yeterli oluşu, ayrıca birden fazla kişiye sistemli şekilde faiz karşılığı ödünç para verilmesinin suçun unsuru olarak aranmaması ve aralarında yakın akrabalık bağı veya iş ilişkisi bulunmayan kişiler arasında günün ekonomik koşulları nazara alındığında yüksek sayılabilecek miktarda paranın karşılıksız verilmesinin hayatın olağan akışına uygun olmaması; bu bağlamda, sanığın katılandan faiz almadığını savunması karşısında, maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından dosyada örneği bulunan … 25. İcra Müdürlüğünün 2012/11151 sayılı dosyası dışındaki alacaklı olduğu diğer icra dosyalarının aslı veya onaylı örneklerinin dosyaya alınarak borçluların tanık olarak beyanlarına başvurulması, tefecilik yapıp yapmadığına ilişkin ayrıntılı kolluk araştırması yaptırılması ile sanık ve katılanın beyanlarında geçen olaya ilişkin bilgisi olduğu belirtilen …‘nun tanık olarak dinlenmesinden sonra tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçelerle yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,

Kabule göre de;

Sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda kazanç elde etmek amacı ile birden fazla ödünç para verdiğinin kabul edilmesine karşın TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanmaması,

Kendisini vekille temsil ettiren katılan … lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı TCK’nın 53. maddesinde yer alan bazı ibarelerin iptaline ilişkin kararının değerlendirilmesi lüzumu,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiin ve katılan … vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 15/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/802 Karar : 2017/10080 Tarih : 27.11.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Dosyalar kapsamına göre, adı geçen sanığın 17/12/2011 tarihinde Eskişehirspor-Kayserispor takımları arasındaki futbol müsabakasını seyretmek üzere Eskişehir Atatürk Stadyumu’na girdiği esnada yapılan kontrolde üzerinde bıçak bulunduğu gerekçesi ile hakkında 6222 sayılı Kanun’un 13/1. uyarınca soruşturma başlatıldığı ve aynı Kanun’un “Seyirden Yasaklanma” başlıklı 18/3. maddesinde yer alan “Bu madde kapsamına giren suçlardan dolayı soruşturma başlatılması halinde şüpheli hakkında spor müsabakalarını seyirden yasaklama tedbiri derhal uygulamaya konulur.” şeklindeki düzenleme uyarınca kolluk görevlilerince adı geçene aynı gün derhal seyirden yasaklandığına dair tebliğ yapıldığı ve anılan Kanun’un 18/8. maddesi uyarınca bundan sonra Eskişehirspor’un tarafı olduğu tüm maç saatlerinde kolluk birimlerine başvurması gerektiği, aksi halde aynı Kanun`un 18/9. maddesi gereğince cezalandırılacağının yazılı olarak bildirildiği,

Müteakiben sanığın kolluk görevlilerince yapılan bu tebliğe rağmen Eskişehirspor`un tarafı olduğu 6 ayrı futbol müsabakasında maç saatinde kolluk birimine müracaat etmemesi üzerine hakkında 6 ayrı dava açılarak 6 ayrı ceza verildiği anlaşılmış ise de,

1- Sanık hakkındaki dosyaların incelenmesinde;

2012/892 esas sayılı dosyada, suç tarihinin 16/09/2012, iddianame tarihinin 05/11/2012, 2013/40 esas sayılı dosyada, suç tarihinin 12/10/2012, iddianame tarihinin 06/12/2012, 2013/158 esas sayılı dosyada, suç tarihinin 22/09/2012, iddianame tarihinin 19/12/2012, 2013/161 esas sayılı dosyada, suç tarihinin 02/12/2012, iddianame tarihinin 11/02/2013, 2013/175 esas sayılı dosyada, suç tarihinin 23/12/2012, iddianame tarihinin 13/02/2013, 2013/242 esas sayılı dosyada, suç tarihinin 14/12/2012, iddianame tarihinin 05/03/2013 olduğu,

Bu durumda sanık hakkında düzenlenen ilk iddianame ile hukuki kesinti oluşacağından, bu ilk iddianame tarihine kadar olan suçların zincirleme şekilde tek bir suç olacağı cihetle, somut olayda sanık hakkındaki ilk iddianamenin suç tarihi 16/09/2012 olan Eskişehirspor-Gençlerbirliği spor müsabakasında kolluğa başvurmama eylemine ilişkin olarak düzenlenen 05/11/2012 tarihli iddianame (2012/892 esas sayılı dosya) olduğu, buna göre bu ilk iddianame tarihine kadar olan 12/10/2012 tarihli müsabakaya ilişkin suç (2013/40 esas sayılı dosya) ve 22/09/2012 tarihli müsabakaya ilişkin suç (2013/158 esas sayılı dosya) bakımından birleştirme kararı verilmesi gerektiği gözetilerek 2013/40 esas ve 2013/158 esas sayılı dosyaların 2012/892 esas sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilip sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması yerine yazılı şekilde her bir eylem için ayrı ayrı cezalandırma yoluna gidilmesinde,

2- Aynı şekilde sanık hakkındaki diğer 3 dosya bakımından da, hukuki kesinti oluşturan ilk iddianamenin suç tarihi 02/12/2012 olan Eskişehirspor-Kasımpaşa spor müsabakasında kolluğa başvurmama eylemine ilişkin olarak düzenlenen 11/02/2013 tarihli iddianame (2013/161 esas sayılı dosya) olduğu, buna göre bu ilk iddianame tarihine kadar olan 23/12/2012 tarihli müsabakaya ilişkin suç (2013/175 esas sayılı dosya) ve 14/12/2012 tarihli müsabakaya ilişkin suç (2013/242 esas sayılı dosya) bakımından birleştirme kararı verilmesi gerektiği gözetilerek 2013/175 esas ve 2013/242 esas sayılı dosyaların 2013/161 esas sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilip sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması yerine yazılı şekilde her bir eylem için ayrı ayrı cezalandırma yoluna gidilmesinde,

3- Kabule göre de, her ne kadar sanık hakkında 6222 sayılı Kanun’un 18/3. maddesi uyarınca kolluk tarafından derhal başlatılan seyirden yasaklama tedbirinin gereklerine uymadığı gerekçesi ile aynı Kanun`un 18/9. maddesine göre ceza verilmiş ise de,

6222 sayılı Kanun’un 18/1. maddesinde yer alan, “Kişinin, bu Kanunda tanımlanan veya yollamada bulunulan ilgili kanunlardaki suçlardan dolayı mahkemece kurulan hükümde, hakkında güvenlik tedbiri olarak spor müsabakalarını seyirden yasaklanmasına karar verilir. Seyirden yasaklanma ibaresinden kişinin müsabakaları ve antrenmanları izlemek amacıyla spor alanlarına girişinin yasaklanması anlaşılır. Hükmün kesinleşmesiyle infazına başlanan seyirden yasaklanma yaptırımının süresi cezanın infazı tamamlandıktan itibaren bir yıl geçmesiyle sona erer. Bu güvenlik tedbirine ceza verilmesine yer olmadığı kararı ile birlikte hükmedilmesi halinde, hükmün kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl geçmesiyle bu güvenlik tedbirinin uygulanmasına son verilir. ” şeklindeki düzenleme karşısında, sanık …’ın, 17/12/2011 tarihinde Eskişehirspor-Kayserispor takımları arasında oynanan Spor Toto Süper Ligi müsabakasında Fethi Heper Giriş Kapısından yasak nitelikte bıçakla müsabakaya girmek isterken yakalanması ve hakkında kamu davası açılması üzerine, Eskişehir Çocuk Mahkemesinin 21/11/2012 tarihli ve 2012/276-999 sayılı kararıyla, 6222 sayılı Kanun’un 18/1. maddesi gereğince kesinleşme tarihinden itibaren 1 yıl süreyle güvenlik tedbiri olarak spor müsabakalarını seyirden yasaklanmasına karar verildiği, bununla birlikte bu şekilde mahkemece seyirden yasaklama kararı verilmeden önce sanığın aynı eylemi nedeniyle soruşturma başlatıldığı gün (eylem günü) emniyet birimlerince düzenlenen 17/12/2011 tarihli tebliğ ve tebellüğ belgesinde adı geçen şahıs hakkında 6222 sayılı Kanun’un 18/3. maddesi gereğince seyirden yasaklama koruma tedbirine hükmedildiği, bu tedbire uymaması nedeniyle yine emniyet birimlerince farklı tarihlerde tutulan 6 ayrı tutanak üzerine Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli hakkında kamu davaları açılmasını müteakip, sanığın anılan Kanun’un 18/9. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmiş ise de, 6222 Sayılı Kanunun “Seyirden Yasaklama” başlığı altında düzenlenen 18/3. maddesi gereğince verilen seyirden yasaklama kararının bir koruma tedbiri olduğu, anılan Kanun’da seyirden yasaklama kararının koruma tedbiri olarak verildiği hallerde hangi makam tarafından verileceğinin belirtilmediği, ancak yine anılan Kanun’un 18/5. maddesinde yer alan, “Koruma tedbiri olarak uygulanan spor müsabakalarını seyirden yasaklanma tedbiri; a) Cumhuriyet savcısı veya mahkeme tarafından kaldırılmasına karar verilmesi, b) Kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi, c) Sanık hakkında beraat veya düşme kararı verilmesi, halinde derhal kaldırılır.” şeklindeki düzenleme dikkate alındığında, seyirden yasaklama tedbirinin kişi özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğurması nedeniyle, hakim onayına tabi olması gerektiği cihetle, kolluk tarafından 17/12/2011 tarihinde tebliğ edilen seyirden yasaklama tedbirine dayanılarak sanığın cezalandırılması yoluna gidilemeyeceği, ancak aynı Kanun`un 18/1. maddesi uyarınca sanık hakkındaki seyirden yasaklamaya ilişkin Eskişehir Çocuk Mahkemesinin 21/11/2012 tarihli ve 2012/276-999 sayılı kararının kesinleşmesinden sonraki eylemleri için cezalandırılabileceği, anılan kararın ise 06/12/2012 tarihinde kesinleşmiş olduğu cihetle, bu tarihten önce meydana gelen 16/09/2012, 12/10/2012, 22/09/2012 ve 02/12/2012 tarihli eylemlere ilişkin olan 2012/892 esas, 2013/40 esas, 2013/158 esas ve 2013/161 esas sayılı dosyalarda sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla, gereği görüşülüp düşünüldü:

I- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talepli ihbarnamesinin (3) nolu bendi yönüyle yapılan incelemede;

6222 sayılı Kanun`un “seyirden yasaklanma” başlığı altında düzenlenen 18. maddesinde; “(3) Bu madde kapsamına giren suçlardan dolayı soruşturma başlatılması halinde şüpheli hakkında spor müsabakalarını seyirden yasaklama tedbiri derhal uygulamaya konulur. Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından bu tedbirin kaldırılmasına karar verilmediği takdirde bu yasağın uygulanmasına koruma tedbiri olarak devam edilir.”, “(8) Bu madde hükümlerine göre spor müsabakalarını seyirden yasaklanan kişi, yasaklama kararının sebebini oluşturan fiilin işlendiği müsabakanın tarafı olan ve taraftarı olduğu takımın katıldığı spor müsabakalarının yapılacağı gün, yurt içinde bulunduğu takdirde, müsabakanın başlangıç saatinde ve bundan bir saat sonra bulunduğu yere en yakın genel kolluk birimine başvurmakla yükümlüdür” ve “(9) Sekizinci fıkradaki yükümlülüğe aykırı hareket eden kişi, yirmibeş günden az olmamak üzere adli para cezası ile cezalandırılır.” hükümleri düzenlenmiştir.

6222 sayılı Kanun`un Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin “müsabakaları seyirden yasaklanma tedbirine ilişkin usul ve esaslar” başlığı altında düzenlenen 22. maddesinde; “(1) Müsabakaları seyirden yasaklanma tedbirine ilişkin usul ve esaslar şunlardır:” “a) Kanunda tanımlanan veya yollamada bulunan ilgili kanunlardaki suçlardan dolayı soruşturmayla ilgili işlemler Cumhuriyet Savcısının sözlü ya da yazılı talimatı üzerine genel kolluk görevlileri tarafından başlatılır.” “b) Kanun kapsamında haklarında soruşturma başlatılan kişilerle ilgili gerekli işlemler yapıldıktan sonra ilgililer hakkında genel kolluk tarafından resen müsabakaları seyirden yasaklanma tedbiri uygulanarak düzenlenen form ilgili spor güvenlik birimine gönderilir.” “c) Seyirden yasaklanma tedbirinin, soruşturma evresinde Cumhuriyet Savcısı, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından kaldırılmasına karar verilmediği takdirde koruma tedbiri olarak uygulanmasına devam edilir.” ve “f) Spor müsabakalarını seyirden yasaklanan kişi, yasaklanma kararının sebebini oluşturan fiilin işlendiği müsabakanın tarafı ve taraftarı olduğu takımın katıldığı spor müsabakalarının yapılacağı gün yurtiçinde bulunduğu takdirde, müsabakanın başlangıç saatinde ve bundan bir saat sonra bulunduğu yere en yakın polis merkezi amirliğine veya jandarma karakol komutanlığına başvurur.” hükümleri düzenlenmiştir.

5149 sayılı Kanundaki spor müsabakalarını seyirden men cezasının uygulanmasına yönelik yasaklı kişinin müsabakanın başlamasından iki saat önce bulunduğu yerin karakoluna giderek müsabaka sonuna kadar beklemesine ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesi tarafından “…. Hangi spor dalında ve hangi kategoride olduğuna ilişkin hüküm taşımaması nedeniyle “kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik” ve “ölçülülük” ilkelerine aykırı olduğu ve bu nedenle hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı…. “ve”… İdare, kişi hürriyetini kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz…” gerekçeleriyle iptal edilmesi nedeniyle müsabakadan men cezasının uygulanabilirliği ortadan kalkmıştır. 6222 sayılı Kanun ile Anayasa Mahkemesinin 05/01/2006 tarih, 2005/55 E. 2006/4 sayılı kararındaki iptal gerekçesi de göz önünde bulundurularak anılan Kanun`un 18/8. maddesi yeniden anayasaya uygun olarak düzenlenmiştir.

Erzurum 3. Sulh Ceza Mahkemesi, Demirci Sulh Ceza Mahkemesi ve Derik Sulh Ceza Mahkemesi’nin başvuru kararlarında, Cumhuriyet savcısının ya da mahkemenin kararı olmaksızın yasaklama tedbirinin uygulanmasının masumiyet karinesine aykırı olduğu, özgürlük ve güvenlik hakkı ile insan haklarına saygı yükümlülüğü ile bağdaşmadığı ve seyahat hakkının kısıtlandığı, bu tedbirlere karşı itiraz hakkının tanınmamasının hak arama hürriyetine ters düştüğü, temel hak ve özgürlüklerin ölçüsüz olarak sınırlandığı, ayrıca kurallarda yer alan “taraftar” kavramı ile yükümlülüklerin uygulanmasına ilişkin kavramların belirsiz olduğu belirtilerek 6222 sayılı Kanun’un 18. maddesinin 3., 8. ve 9. fıkralarının, Anayasa`nın 2., 5., 10., 12., 13., 15., 19., 23., 36., 38. ve 59. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi ise, 11.09.2014 tarih ve 2014/138 karar sayılı kararında, söz konusu madde fıkralarının anayasaya aykırı olmadığını kabul etmiştir.

Tavşanlı 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin başvuru kararında, suçta ve cezada, geçerli olan kanunilik ilkesi gereği idarenin düzenleyici işlemleri ile ceza ihdas edemeyeceği, suçu oluşturan eylemin ve suçun unsurlarının kanun ile belirlenmediği, seyirden yasaklama tedbirine ilişkin kararın kim tarafından verileceğinin ve uygulanacağının düzenlenmediği, bazı hususlarda kanun yerine yönetmelikle düzenleme yapıldığı, tedbire uyulmaması durumunda verilecek cezanın hapis cezası olarak infaz edilme ihtimalinin bulunmasına rağmen konunun yönetmelikle düzenlenmesi ve idareye bu konuda yetki verilmesinin kanunilik ilkesini ihlal ettiğini, ayrıca belirlilik ve öngörülebilirlik açısından da hukuka uygun olmadığını belirtilerek 6222 sayılı Kanun’un 18. maddesinin 3. fıkrasının birinci cümlesi ile 9. fıkrasının, Anayasa`nın 38 maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi ise, 13.11.2014 tarih ve 2014/167 karar sayılı kararında, söz konusu madde fıkralarının anayasaya aykırı olmadığını kabul etmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 18.02.2015 tarih 2015/19 E. 2015/17 sayılı karar içeriğinde; Sivas Çocuk Mahkemesi’nin başvuru kararında, hakkında soruşturma başlatılmış kimse hakkında hakim ya da mahkeme kararı olmaksızın kolluk tarafından idari bir işlem ile spor müsabakalarını seyirden men tedbiri uygulandığı, bu tedbirin açık ve belirli bir tedbir olmadığı ayrıca kuralların kanunilik ilkesini ve hiç kimsenin fiilin işlendiği zaman suç oluşturmayan fiilden mahkum edilemeyeceği kuralını ihlal ettiği belirtilerek 6222 sayılı Kanun’un 18. maddesinin 3. ve 9. fıkralarının, Anayasa`nın 38 maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi ise, 18.02.2015 tarih ve 2015/17 karar sayılı kararında, söz konusu madde fıkralarının anayasaya aykırı olmadığını kabul etmiştir.

Ceza muhakemesinde koruma tedbirleri, kişinin suçluluğu yargı kararıyla tespit edilmeden önce temel bir hakkın sınırlandırılması sonucunu doğuran ve amacı muhakemenin yapılabilmesini veya ileride verilmesi muhtemel olan hükmün infazının yerine getirilmesini sağlamak olan işlemlerdir. Koruma tedbirleriyle ulaşılmak istenen amaçlar arasında şüpheli kişinin veya sanığın hazır bulunmasını ve delillerin karartılmamasını güvence altına almak başta gelir ayrıca koruma tedbirleriyle, kişi hak ve özgürlüklerini sınırlandırmanın kanunla yapılması, geçici olması ve amaç değil araç olması esastır. 6222 sayılı Kanun’un 18/3. maddesi uyarınca uygulanan “seyirden yasaklama” tedbiri, Kanun`da tanımlanan veya yollamada bulunan ilgili kanunlardaki suçlardan birinin işlendiği şüphesinin olması ve bu şüphe nedeniyle hakkında soruşturma başlamış olması durumunda hiçbir karara gerek olmaksızın Kanun gereği derhal uygulamaya konulan “özgün ve önleyici amaçlı koruma tedbiri”dir.

Seyirden yasaklama tedbiri bakımından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’undaki koruma tedbirlerine ilişkin genel kuralların dışına çıkılmıştır. Nitekim, ceza yargılamasına konu seyirden yasaklama kararının sebebini oluşturan eylemden ayrı olarak, mahkeme kararı olmaksızın uygulanması, ceza muhakemesinin yapılmasını veya yapılan muhakemenin sonunda verilecek kararları etkileme özelliğinin bulunmaması, verilmesi muhtemel hapis veya adli para cezasının infazını güvence altına alma ile delil temini ve muhafazası amaçlarını taşımaması, anılan Kanun`un 18/3. maddesi uyarınca yerine getirilen seyirden yasaklama tedbirini ceza yargılamasında uygulanan diğer koruma tedbirlerinden farklı kılmaktadır. Özellikleri dikkate alındığında seyirden yasaklama koruma tedbiri, klasik koruma tedbirlerinin sahip olduğu amaca hizmet etmemekte, suçun önlenmesi amacını da taşıdığı anlaşılmaktadır.

6222 sayılı Kanun’da tanımlanan veya anılan Kanun’un yollamada bulunduğu diğer kanunlarda belirtilen suçlarla ilgili olarak başlatılan ceza muhakemesinin anılan Kanun’un 18/1. ve 18/6. maddesinde belirtilen kararlardan biri ile sonuçlanması halinde, koruma tedbiri niteliğinde olan seyirden yasaklama tedbiri, güvenlik tedbiri niteliğinde olan seyirden yasaklanma yaptırımına dönüşür ve anılan Kanun`un 18/1. ve 18/6. maddelerinde belirtilen sürelerle spor müsabakalarını seyirden yasaklanma tedbirinin uygulanmasına devam edilir.

Yukarıda belirtilen kanun ve yönetmelik hükümleri, Anayasa Mahkemesi kararları ile koruma tedbiri olarak spor müsabakalarını seyirden yasaklama kararının hukuki niteliği karşısında, 17/12/2011 tarihinde Eskişehirspor – Kayserispor futbol takımları arasında yapılan spor müsabakası öncesinde sanığın stadyum dışarısında 6222 sayılı Kanun`un 13/1. maddesi kapsamında spor alanlarına yasak madde sokulması eylemi sonrası başlatılan soruşturma gereğince kolluk tarafından spor müsabakalarını seyirden yasaklama tedbiri uygulanmasında ve sanığın, yurt içinde bulunduğu takdirde, yasaklama kararının sebebini oluşturan fiilin işlendiği müsabakanın tarafı olan ve taraftarı olduğu takımın katıldığı spor müsabakalarının başlangıç saatinde ve bundan bir saat sonra bulunduğu yere en yakın genel kolluk birimine başvurmasında hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yerinde görülmeyen kanun yararına bozma steminin ( REDDİNE ),

II- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talepli ihbarnamesinin (1) ve (2) nolu bentleri yönüyle yapılan incelemede ise; 6222 sayılı Kanun`un 18/9. maddesinde öngörülen suçla korunan hukuki değer, faildeki tehlikelilik halinin ortadan kaldırılması, bu yolla kişilerin güvenli ve huzurlu bir ortamda spor müsabakalarını izlemesi ve dolayısıyla kamu güvenliğinin sağlanması olup, suçun mağduru ise, soyut tehlikeye maruz kalan toplumun bireyleridir.

Sanık hakkında yasaklama kararının sebebini oluşturan fiilin işlendiği müsabakanın tarafı olan ve taraftarı olduğu takımın katıldığı müsabakanın başlangıç saatinde ve bundan bir saat sonra bulunduğu yere en yakın genel kolluk birimine başvurma yükümlülüğünün birden fazla ihlali halinde, Yerel Mahkemece; suç ve iddianame tarihleri gözetilmek suretiyle, sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda aynı mağdura karşı aynı suçu birden fazla işleyip işlemediğinin ve hakkında TCK`nın 43/1. maddesinin uygulanması gerekip gerekmediğinin tartışılması zorunluluğu bulunmaktadır.

Ortada birden çok suç (ihlal) bulunmasına karşın, faile tek ceza verilen hallerden biri de zincirleme suç adı verilen durumdur. Zincirleme suçu oluşturan suçlardan her biri başlı başına bir suçtur. Kanun, faildeki “bir suç işleme kararı” dan kaynaklanmış olmaları nedeniyle bunları tek suç saymakta ve faile tek ceza vermektedir.

İncelenen dosyada, 17/12/2011 tarihinde Eskişehirspor – Kayserispor futbol takımları arasında yapılan spor müsabakası öncesinde sanığın stadyum dışarısında 6222 sayılı Kanun`un 13/1. maddesi kapsamında spor alanlarına yasak madde sokulması eylemi sonrası başlatılan soruşturma gereğince derhal uygulamaya konulan spor müsabakalarını seyirden yasaklama tedbiri gereğince yasaklama kararının sebebini oluşturan fiilin işlendiği müsabakanın tarafı olan ve taraftarı olduğu Eskişehirspor takımının eylül, ekim ve aralık ayları içinde katıldığı altı (6) futbol müsabakasının başlangıç saatinde ve bundan bir saat sonra bulunduğu yere en yakın genel kolluk birimine başvurma yükümlülüğünü ihlal ettiği iddiasıyla Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca eylem sayısınca farklı tarihlerde kamu davaları açılmıştır.

Sanık hakkında düzenlenen ilk iddianamenin tarihi 05.11.2012 olup (Eskişehir 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 12/02/2013 tarihli ve 2012/892 E., 2013/118 K.), diğer dosyalarda (Eskişehir 3. Sulh Ceza Mahkemesinin; 19/02/2013 tarihli ve 2013/40 E., 2013/146 K. ile 30/04/2013 tarihli 2013/158 E., 2013/401 K.) bulunan suç tarihlerini, ayrıca kesinti sonrası düzenlenen ilk iddianamenin tarihi ise, 11.02.2013 olup (Eskişehir 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 30/04/2013 tarihli ve 2013/161 E., 2013/399 K.) diğer dosyalarda (Eskişehir 3. Sulh Ceza Mahkemesinin; 02/04/2013 tarihli ve 2013/175 E., 2013/313 K. ile 25/04/2013 tarihli ve 2013/242 E., 2013/381 K.) bulunan suç tarihlerini de kapsamaktadır. Böylelikle, anılan iki iddianame ile hukuki kesinti gerçekleşmektedir.

SONUÇ:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/17375 Karar : 2017/10057 Tarih : 4.10.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

I) Suça sürüklenen çocuk … ile sanıklar …, …, … ve … hakkında mala zarar verme suçundan kurulan hükümlerin incelenmesinde;

14/04/2011 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen ek 2. madde uyarınca doğrudan verilen 3.000. TL’ye kadar olan adli para cezalarından ibaret mahkumiyet hükümleri kesin olup, sanık hakkında mala zarar verme suçundan dolayı tayin edilen 2.000 TL ve 1.320 TL adli para cezalarına ilişkin hükümlerin, cezanın türü ve miktarı itibariyle temyizi mümkün bulunmadığından, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi aracılığı ile 1412 sayılı CMUK’un 317. maddesi gereğince suça sürüklenen çocuk …, sanık … müdafii ve sanık … müdafii, sanık … müdafii ile sanıklar … ile …`ün temyiz itirazlarının tebliğnameye uygun olarak ( REDDİNE ),

II) Sanıklar …, …, … ile suça sürüklenen çocuk … hakkında konut dokunulmazlığını bozma suçundan kurulan hükmün incelenmesinde;

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; suçların sanıklar ile suça sürüklenen çocuk tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmış, diğer temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- Sanıklar ve suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan uygulama yapılırken; hırsızlık suçlarında zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, aynı suçun aynı mağdura karşı müteaddit defa işlenmesi gerektiği, suçun mağdurunun farklı kişiler olması halinde, zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağı, buna göre sanık çaldığı cep telefonları ve eşyaların birden çok kişiye ait olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise, mağdur adedince suçun oluşacağı, ancak bunu bilebilecek durumda değilse sanığın eyleminin tek suç olarak kabul edileceği, dava konusu olayda sanıkların ve suça sürüklenen çocuğun çalmış olduğu eşyaların farklı kişilere ait olduğunu bilebilecek durumda olmadıklarının anlaşılması karşısında “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince de sanıklar ile suça sürüklenen çocuklar hakkında tek suçtan hüküm kurulması gerekirken hatalı nitelendirme ile zincirleme suç olarak kabul edilip yazılı şekilde karar verilmesi.

2- Sanıklar hakkında Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 günlü, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı, 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete`de yayınlanan kısmi iptal kararı uyarınca, 5237 sayılı TCK 53. madde 1. fıkra b. bendinde düzenlenen “seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına” hükmünün iptal edilmesi nedeniyle uygulanamayacağının gözetilmesi zorunluluğu,

3- Suça sürüklenen çocuk … bakımından 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu`nun 11/1. maddesi gereğince, aynı Yasanın 5. maddesinde öngörülen koruyucu ve destekleyici tedbirlerin suça sürüklenen ve ceza sorumluluğu olmayan çocuk bakımından uygulanabileceği gözetilmeden, somut olayda ceza sorumluluğu olan ve bu suçtan mahkumiyet hükmü kurulan suça sürüklenen çocuk hakkında anılan Yasanın 5. maddesinde yazılı tedbire hükmedilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk … ve sanık … müdafii, sanık … müdafii ile sanıklar … ile …‘ün temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle isteme uygun olarak ( BOZULMASINA ), bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hüküm fıkrasından “TCK`nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümlerin” çıkartılarak, yerine “Kasten işlemiş olduğu suç için hapis cezasıyla mahkûmiyetin yasal sonucu olarak sanıkların, 5237 sayılı TCK’nun 53/1. maddesinin (a), (c), (d) ve (e) bentlerinde yazılı haklardan aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca cezanın infazı tamamlanıncaya kadar, kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından ise anılan maddenin 3. fıkrası uyarınca mahkûm olduğu hapis cezasından koşullu salıverilinceye kadar yoksun bırakılmasına” cümlelerinin eklenmesi ile yine hüküm fıkrasından suça sürüklenen çocuk … hakkında 5395 sayılı Kanunun 5. maddesinin uygulanması ile ilgili tedbir bölümünün çıkartıltılması suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükümlerin ( DÜZELTİLEREK ONANMASINA ),

III) Sanık … hakkında yaş tashihi, hırsızlık, konut dokunulmazlığını bozma suçları ile sanıklar …, …, … ile suça sürüklenen çocuk … hakkında hırsızlık suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; suçların sanıklar tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmış, diğer temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- Sanık …‘nin Uyap ekranından alınan nüfus kayıt örneğine göre, Batman 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/174 Esas 2012/59 Karar numaralı 13.12.2102 kesinleşme tarihli ilamına göre doğum tarihinin 20.11.1995 olarak düzeltildiği; Nüfus Hizmetleri Kanu’nun 36. maddesine göre; Aynı konuya ilişkin olarak nüfus kaydının düzeltilmesi davası ancak bir kere açılabilir hükmü karşısında; yazılı şekilde uygulama yapılmak suretiyle sanık …`nin 20.11.1995 olan doğum tarihinin 20.11.1993 olarak düzeltilerek, sanık hakkında fazla cezaya hükmolunması,

2- Yeni Türk Ceza Adalet Sistemine göre, Kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza`` kuralı geçerli olup, bu kuralın 3 istisnası mevcuttur.

Bunlar;

1- Bileşik Suç: TCK`nın 42. maddesine göre, biri diğerinin unsurunu veya nitelikli hâlini oluşturması dolayısıyla tek fiil sayılan suça bileşik suç denir. Bu tür suçlarda içtima hükümleri uygulanmaz. Örneğin; yağma suçunda, hırsızlık ve tehdit ve/veya yaralama suçları bütünleşerek bağımsız suç olma niteliklerini yitirmiş ve yağma suçunun birer unsuru haline gelmiştir.

2- Zincirleme suç: TCK`nın 43/1. maddesine göre, “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi halinde, faile tek ceza verilir. Ancak; bu ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır.”

Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, mutlaka, bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda aynı suçun aynı mağdura birden fazla işlenmesi gereklidir. Örneğin; sabah konuttan para, anahtar vs. çalınması ve aynı günün akşamı da, çalınan bu araç anahtarıyla konutun önünde park halinde bulunan aynı mağdura ait aracın çalınması halinde zincirleme suçun varlığı kabul edilebilir.

3- Fikri İçtima:

a) Aynı neviden fikri içtima;

TCK`nın 43/2. maddesine göre, aynı neviden fikri içtima kuralının uygulanabilmesi için; aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi gerekir. Bu durumda faile tek bir ceza verilir. Ancak; bu ceza zincirleme suç hükümlerine göre artırılır.

Kanunun gerekçesinden örnek vermek gerekirse; “… bir sözle birden fazla kişiye sövülmüş olması durumunda, her bir mağdur bakımından ayrı sövme suçları değil, bir sövme suçu oluşur. Ancak, bu durumda suçun cezası birinci fıkrada belirtilen oranlarda artırılır.”

TCK`nın 43. maddesinin 3. fıkrasına göre, 1 ve 2. fıkra hükümleri kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında uygulanmaz. Yâni, hırsızlık suçunda koşulları varsa, zincirleme suç veya aynı neviden fikri içtima hükmü uygulanabilir.

b) Farklı neviden fikri içtima;

TCK`nın 44. maddesine göre, “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” Örneğin; fail, bıçağı kalbine saplayarak maktülü öldürürken, onun gömleğini de kesmiştir, yâni bir fiille hem insan öldürme hem de, mala zarar verme suçunu işlemiştir. Bu durumda fail, yalnızca cezası daha ağır olan insan öldürme suçundan sorumlu olacaktır.

765 sayılı TCK’nın sisteminde; aynı neviden fikri içtima hükümleri yâni, TCK`nın 43/2. maddesinin karşılığı yoktur.

Hırsızlık suçu, TCK`nın 43/son fıkrasında sayılan istisnalardan olmadığı için, aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanabileceği başlıca suçlardandır ve mağdur sayısınca hırsızlık suçunun oluşacağı görüşü de 765 sayılı TCK dönemine ait bir görüştür.

Aynı neviden fikri içtimanın, fikri içtimanın bir türü olmasına rağmen, TCK’nın 43. maddesinde düzenlenmesi yerine, Kanunda fikri içtimanın düzenlendiği TCK`nın 44. maddesine 2. fıkra olarak eklenmemesi; Kanun koyucunun, farklı neviden içtimadan ayrı olarak cezada bir miktar artırım yapılmasını, suç ve ceza siyaseti açısından daha uygun görmesinden ve/veya zincirleme suçta olduğu gibi aynı neviden fikri içtimada da bazı suçların istisna kapsamında kalmasını istemiş olmasından kaynaklanabilir.

Kanuna göre; hırsızlık suçu birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmişse, gerçek içtima hükümleri yerine, TCK’nın 43/2. maddesinde düzenlenen aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması gerekir. 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesini ve özellikle 2 fıkrada düzenlenen aynı neviden fikri içtima hükümleri, 5237 sayılı TCKnın hazırlanmasında esas alınan üç temel ilkeden biri olan Hümanizm İlkesi ile 3. maddede düzenlenen Suç ve Cezada Orantılılık İlkesi` ışığında yorumlanmalıdır.

Fiilin tekliği ya da çokluğu sorunu:

Yeni suç teorisine göre (1) fiil; tıpkı (2) netice, (3) nedensellik bağı, (4) konu, (5) fail ve (6) mağdur gibi suçun maddi unsurlarından birisi olup, iradi insan davranışıdır.

Hırsızlık suçunun fiili unsuru;

Suçun temel şeklinde fiil, … başkasına ait taşınır bir malı … bulunduğu yerden alma`dır.

TCK`nın 141. maddesinin gerekçesine göre de, “Almak fiilinden maksat, suçun konusunu oluşturan mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesi, mağdurun suç konusu eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle gelmesidir. Bu tasarruf olanağı ortadan kaldırılınca suç da tamamlanır.”

Fiilin doğal anlamda tekliği ile hukuki teklik kavramları farklıdır.

Dar bir yorumla, değişik zamanlarda işlendiği kabul edilebilecek fiillerin birden fazla olması, her zaman hukuken de birden fazla fiilin ve dolayısıyla birden fazla suçun varlığını kabul etmemizi gerektirmez.

765 sayılı TCK’nın 80. maddesinde “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ibaresinin yer almasına karşılık, 5237 sayılı TCK`nın 43/1. maddesinde “değişik zamanlarda” ibâresine yer verilmesini de dikkate aldığımızda; yeni dönemde “geniş yorum”un kabul edildiğini, fiilin doğal olarak tekliği ile hukuki teklik kavramlarının aynı olmadığını, aralarında hukuki ve fiili kesinti olmayan, her biri tek başına da suç teşkil edebilen hareketlerin kısa süre içinde tekrarlanması halinde, bu hareketlerin bir bütün olarak tek bir fiil olarak kabul edilmesi gerekir.

Fiilin tekliği kavramı ile hareketin tekliği kavramları da aynı değildir. Kasten yaralama suçunda, kısa aralıklarla yapılan silah atışı ya da atılan yumruk sayısı birden fazla diye, atış ya da darbe sayısı kadar fiilin ve kasten yaralama suçunun varlığını veya cinsel saldırı suçunda duhûl sayısı kadar fiil ve suçun varlığını kabule imkan yoktur. Hırsızlık suçu ile ilgili olarak bir örnek vermek gerekirse; fail, üç ortağa ait olan (bunu fail de biliyor olsun …) markete girip içeriden, 15 kg. çay, 20 kg. şeker, 50 kg. yağ, 50 kg. tuz, 70 koli deterjan, kasadan para, masanın üzerindeki cep telefonu ve saireyi aynı zamanda almış olsun. Bu örnekte çok sayıda alma fiili olmasına rağmen bunların hukuken tek bir fiil ve tek bir hırsızlık suçunu oluşturduğunda kuşku bulunmasa gerekir.

Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bu düşüncelerden hareketle, 02.10.2007 günlü, 2007/6-195 esas ve 2007/197 karar sayılı kararında, “fiilin tekliği” konusunda geniş yorumu benimsenmek suretiyle, “yakınanın evinden para ve bir kısım eşya ile birlikte alınan otomobil anahtarıyla evin otoparkında bulunan aracın çalınmasının tek bir hırsızlık suçunu oluşturacağı”nı kabul etmiştir. YCGK, 21.05.2013 günlü, 2012/1543 esas ve 2013/257 karar sayılı kararında; “gündüzleyin bina içinden mağdura ait cep telefonu ve araç anahtarının çalınması, aynı günün gecesinde de; gündüz çalınan anahtarla mağdurun otomobilinin çalınmaya teşebbüs edilmesi suçlarını” fiiller arasında zaman bakımından aralık(fiili kesinti) bulunması nedeniyle zincirleme suçun varlığını kabul etmiştir.

YCGK, 08.06.2010 günlü, 11/98–143 esas ve karar sayılı kararında ise; “Kanunda “aynı zaman” ve “değişik zaman” kavramları konusunda açıklık bulunmadığından, bu hususun her somut olayın özelliği göz önüne alınarak değerlendirilmesi ve eylemin değişik zamanlarda işlenip işlenmediğinin belirlenmesi, bu bağlamda, aynı zaman kavramının dar yorumlanmayarak, çok kısa zaman aralıklarının da aynı zaman dilimi olarak kabul edilmesi” gerektiğini açıkça vurgulamıştır.

Tıpkı hırsızlık suçu gibi malvarlığına karşı işlenen suçlardan olan dolandırıcılık suçuna ilişkin olarak YCGK, 16.04.2013 günlü, 2012/15-1407 esas ve 2013/140 karar sayılı kararında; “sanığın eyleminin 12.000 liralık bir araç satışına özgülenmesi nedeniyle, mağdura değişik tarihlerde birden fazla havale yaptırmak suretiyle” ve 13.03.2012 günlü, 2012/15-488 esas ve 2012/97 karar sayılı kararında ise; “sanığın, kendisinin olmayan arsayı hileyle satarak(!) mağdurdan önce 5.000 lira, birkaç gün sonra da kardeşi öldüğü için tapuda devri sonradan vermek bahanesiyle 20.000 lira daha alması” eylemleri tek fiil ve tek suç olarak kabul edilmiştir.

Aynı şekilde; yağma suçuna ilişkin olarak YCGK’nın 07.02.2012 günlü, 2011/6-332 esas ve 2012/21 karar sayılı kararında; “iş görüşmesi bahanesiyle iki mağduru ıssız bir yere götürüp darp ettikten sonra, önce kadın bulmalarını istediği, daha sonra mağdurlardan birini rehin tutup diğerini 1.000 lira getirmesi için tehdit ettiği, köye giden mağdurun bir miktar nakit para ve çeyrek altın bulup sanığa verdiği, 500 lirayı daha cuma gününe kadar getireceksin` diyerek rehin tuttuğu mağduru salıvermesi” eyleminde, sanığın iradesinin baştan itibaren mağdurdan belli bir miktar para almaya özgülenmiş olması gerekçesiyle, eylemde birden fazla mağdur ve fiil olmasına rağmen, tek bir fiil ve tek bir suçun varlığı kabul edilmiştir.

Dairemizin, oy çokluğuyla verdiği 16.01.2012 gün ve 2011/31869 esas ve 2012/778 karar sayılı kararında ise; “üç ayrı vakitte (… aynı gün ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde), üç ayrı camiiden olmak üzere, toplam 25 çift ayakkabı çalınması olayında, mağdur sayısınca (25 ayrı) suç değil; her bir camiiden gerçekleştirilen birden fazla mağdura ait ayakkabı çalınması fiili ayrı birer hırsızlık suçu kabul edilip, bu fiillerin mağdurları birden fazla olduğu için, aynı neviden fikri içtima hükümleri uygulanmak suretiyle üç ayrı camiden üç ayrı hırsızlık suçunun varlığı” kabul edilmiştir. Karara konu olayda, gerçek içtima yâni mağdur sayısınca fiil ve hırsızlık suçunun oluştuğu görüşünün kabulü hâlinde failin, çaldığı 25 çift ayakkabı nedeniyle, en az 25 yıl 200 ay yâni yaklaşık 41 yıl 7 ay ceza alması gerekecektir.

Fiilin tekliği ve çokluğu kavramları ile TCK`nın 43. maddesiyle yapılan düzenleme konularında doktrinde de büyük ölçüde yukarıda özetlenen Yargıtay kararlarındakine benzer görüşler dile getirilmiştir.

Nitekim Prof. Dr. İ. ÖZGENÇ; “… failin hırsızlık suçunun konusunu oluşturan her bir eşyanın mülkiyetinin farklı kişilere ait olmasına rağmen, bu eşya üzerinde bir kişi zilyed olabilir. Mülkiyeti farklı kişilere ait olan eşya üzerinde emanetçi konumunda bir kişi zilyeddir. Emanetçi ambarında bulunan mülkiyeti farklı kişilere ait eşyaların çalınması halinde, suçun mağduru, bu eşyalar üzerinde meşru zilyed konumundaki emanetçidir. Farklı kişilere ait olan eşyayı nakletmekte olan bir kamyoncu, bu eşya üzerinde meşru zilyeddir. Kamyondan bu eşyaların çalınması halinde, mağdur, zilyed konumundaki kamyon şoförüdür. Bu itibarla, söz konusu örnek olaylarda bir hırsızlık suçunun işlendiğini kabul etmek gerekir.

Aynı şekilde eşya, üzerindeki hakimiyet bir başkasına tevdi edilmeden, mülkiyet veya zilyetlik devri olmaksızın, korumasız bir şekilde, hırsızlığa karşı herhangi bir tedbir almaksızın bir yerde bırakılmış olabilir. Örneğin yaygın bir uygulama olarak camilerde ibadet sırasında, kişiler ayakkabılarını herhangi bir koruma olmadan ayakkabılığa bırakırlar. Bu durumda olan eşya çalındığı takdirde, bunların mülkiyeti farklı kişilere ait olsa bile, kanaatimizce bir hırsızlık suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Başka bir ifadeyle, bu gibi durumlarda, çalınan eşyanın mülkiyetinin farklı kişilere ait olduğu göz önünde bulundurularak, eşyası çalınan kişi sayısınca hırsızlık suçunun işlendiği sonucuna varılmamalıdır.

Geceleyin bir konuta girmek suretiyle işlenen hırsızlık suçunda suçun konusunu oluşturan eşyalardan bir kısmının bayan ziynet eşyası, bir kısmının ise, ceket cebinden alınan cüzdan ile içindeki para ve çeklerden ibaret olması halinde; suçun konusunu oluşturan ziynet eşyalarının bir hanımefendiye, cüzdan ile içindeki para ve çeklerin ise bir beyefendiye ait olduğu ve dolayısıyla, birden fazla kişiye karşı hırsızlık suçunun işlendiği düşünülebilir.

Ancak, bu gibi durumlarda, bir hırsızlık suçunun işlendiğinin kabulü gerekir; TCK’nın 43. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları hükümlerinin uygulanma kabiliyeti bulunmamaktadır.

Bu açıklamalardan çıkan sonuca göre;

Bir konuta girerek işlenen hırsızlık suçu örneğinde, konut içinde bulunan eşyalar üzerinde konutta bulunan bütün kişiler (aile bireyi olsun veya olmasın) müşterek zilyed konumunda olduğu için, bir hırsızlık suçunun işlendiğini kabul etmek gerekir. Başka bir deyişle, bu gibi durumlarda, birden fazla kişinin mağdur edildiği düşüncesinden hareketle, mağdur sayısınca suçun oluştuğunu ve dolayısıyla, gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerektiği sonucuna varılamaz ve keza; bir fiille aynı suçun birden fazla kişiye karşı işlendiği düşüncesiyle TCK’nın 43. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları hükümleri gereğince hırsızlık suçundan dolayı verilmesi gereken cezanın artırılması yoluna gidilemez.” (Prof. Dr. İ. Özgenç; Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler, 11. Bası, sahife; 587-588)

Hırsızlık suçunun tek fiille birden fazla mağdura karşı işlendiği hallerde, müşterek zilyetlik söz konusu ise artık, aynı neviden fikri içtima hükümlerinin de uygulanamaz.

Aynı şekilde, Prof. E. ARTUK, Prof. A. GÖKCEN ve Prof. C. YENİDÜNYA’da, Yargıtay CGK’nın 11.06.2013 gün ve 13/303-296 esas ve karar sayılı içtihadına konu olayda; sanığın, mağdur işçilerin soyunma odası olarak kullandığı kabinin içinde askılarda bulunan beş ayrı mağdura ait pantolon cebinden, aynı zamanda cep telefonu ve paralarını çalması olayında, TCK`nın 43/2 maddesinin uygulanması gerektiğini savunan azınlık görüşünün daha doğru olduğunu belirtmişlerdir. (Ceza Hukuku – Genel Hükümler, 9. bası, sahife; 715)

Somut olayda;

Sanıklar ile suça sürüklenen çocuğun ev arkadaşı olan müştekilerin birlikte yaşadıkları evden müştekilere ait laptopları, kol saatini, MP3 player cihazını çalmaları şeklinde gerçekleşen eylemde, sanıkların ve suça sürüklenen çocuğun çalmış oldukları eşyaların farklı kişilere ait olduğunu bilebilecek durumda olmadıkları, suça konu yerin konut olması sebebiyle eşyaların farklı kişilere ait olduğunu bilseler dahi, ortak hakimiyet ve müşterek zilyetlik kuralı gereği sanıklar ile suça sürüklenen çocuk hakkında tek bir hırsızlık suçundan hüküm kurulması gerekirken hatalı nitelendirme ile aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilip, 5237 sayılı TCK`nın 43/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması,

3- Sanıklar hakkında Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 günlü, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı, 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete`de yayınlanan kısmi iptal kararı uyarınca, 5237 Sayılı TCK 53. madde 1. fıkra b. bendinde düzenlenen “seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına” hükmünün iptal edilmesi nedeniyle uygulanamayacağının gözetilmesi zorunluluğu,

SONUÇ:

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk …, sanık … müdafii ve sanık … müdafii, sanık … müdafii ile sanıklar … ile …`ün temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin açıklanan nedenle kısmen isteme uygun olarak ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/14301 Karar : 2017/4774 Tarih : 28.09.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

1)Fiil ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5727 sayılı Kanun ile değişik 4207 sayılı Kanun`un 3/8. maddesinde, “Tütün ürünleri, onsekiz yaşını doldurmamış kişilere satılamaz ve tüketimine sunulamaz.” ifadesine yer verildiği;

aynı kanunun 5/6. maddesinde ise, 3.maddenin sekizinci fıkrasındaki yasaklara aykırı hareket edenlerin 5237 sayılı TCK`nın 194. maddesi hükmüne göre cezalandırılacağının belirtildiği;

aynı kanunun 2/6. maddesinde de, tütün ürünlerinin, “tüttürme, emme, çiğneme ya da buruna çekerek kullanılmak üzere üretilmiş, hammadde olarak tamamen veya kısmen tütün yaprağından imal edilmiş madde” olarak tanımlandığı; hüküm tarihinden sonra:12/07/2012 tarihli RG’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6354 sayılı Kanun ile 4207 sayılı Kanun’un 3/8. maddesine, “tütün ürünü ihtiva eden ve etmeyen nargile ve benzerleri” ibaresinin; yine 11/06/2013 tarihli RG`de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun ile 4207 sayılı Kanunun 2/6. maddesine, “tütün içermeyen ancak tütün mamulünü taklit eder tarzda kullanılan her türlü nargile ve sigara tütün ürünü kabul edilir.” ibarelerinin eklendiği anlaşılmakla;

somut olayda, fiil ve hüküm tarihindeki yürürlükte bulunan düzenlemelerin sanık lehine olduğu da dikkate alındığında, yaşı küçük mağdurlara işletme sahibi sanık tarafından temin edildiği iddia edilen nargilenin, “hammadde olarak tamamen veya kısmen tütün yaprağı içerip içermediğine” ilişkin bilirkişi raporu alındıktan sonra, sonucuna göre sanığın hukukî durumunun tayin ve takdiri gerekirken, eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

2)Kabule göre de; sanığın “aynı yer ve zamanda yaşı küçük dört mağdura nargile temin etme” eyleminin, 5237 sayılı TCK`nın 43/2. fıkrası uyarınca zincirleme suç oluşturduğunun gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün BOZULMASINA, CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/3030 Karar : 2017/4668 Tarih : 25.09.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin “13.02.2015, 15.02.2015” yerine “13.02.2015” olarak yazılması mahallinde düzeltilmesi mümkün görülmüştür.

Aynı suç işleme kararı ile değişik zamanda uyuşturucu madde satmak amacıyla bulundurduğu kabul edilen sanık hakkında TCK`nın 43. maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Bozmaya uyularak yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemlerin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eylemlere uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 17. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/10509 Karar : 2017/9582 Tarih : 13.09.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

1-Sanığın adli sicil kaydı incelendiğinde, yargılamaya konu tutanak dışında aynı yere ilişkin 16.06.2009 tarihinde düzenlenen 0762291 nolu kaçak su tespit tutanağına istinaden Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 2010/105 Esas numarası ile açılan ve 2010/489 Karar sayısı ile karara bağlanan dava dosyası getirtilerek ve katılan kurum vekili tarafından dosyaya ibraz edilen 22.08.2013 havale tarihli dilekçesinde, kaçak su kullanımının nedeniyle tutulmuş olduğunu belirttiği 2008/763, 2009/2507, 2009/4848, 2010/222 numaraları tutanaklarının aynı yere ilişkin olup olmadığı, suç duyurusunda bulunulup bulunulmadığı ve açılmış dava olup olmadığı, açılmış dava var ise suç ve iddianame tarihleri tereddüde mahal bırakmayacak şekilde belirlenerek, mükerrer cezalandırılmanın önüne geçilmesi bakımından sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı husunda araştırma yapılmamış olması,

Kabule göre de;

2-Kaçak kullanım bedeline ilişkin vergiler dahil cezasız kullanım bedeline ilişkin bilirkişiden rapor alındıktan sonra, 02.07.2012 tarihinde kabul edilip 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı “Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkındaki” Kanun’un geçici 2. maddesinin 1. ve 2. fıkrası hükümleri birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde yapılan değişiklikle amaçlananın bu kapsam dâhilindeki suçlar bakımından kurum zararının ödenmesi halinde, olayın sanık ya da sanıkları hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilerek işin esasına girilmesinin önlenmesi olduğu gözetilerek, anılan Kanunun Geçici 2. maddesi uyarınca; katılan kurumdan zararın giderilip giderilmediği sorularak, zarar giderilmişse ödenen bedel bilirkişi tarafından belirlenen bedelin altında kaldığı taktirde mahsup edilip mahsup edilen bedel yönünden, aksi halde bilirkişi tarafından belirlenen tüm zararı tazmin etmesi için sanığa makul bir süre verilerek zararı tazmin etmesi halinde 6352 sayılı Yasa’nın Geçici 2/2. maddesi gereğince hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verileceğine” dair usulüne uygun bildirimde bulunularak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,

3-Sanık hakkında sonuç cezanın, adli para cezası olarak belirlenmesi karşısında, TCK’nın 53/1. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin düşünülmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, O yer Cumhuriyet Savcısı’nın temyiz nedeni bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenle 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca tebliğnameye kısmen uygun olarak BOZULMASINA, 11.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/11213 Karar : 2017/6074 Tarih : 19.07.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Mezkür ihbarnamede;

Dosya kapsamlarına ve mahkemenin kabulüne göre, sanığın 28/01/2011 tarihinde kaçak sigara satarken yakalandığı, kolluk kuvvetleri tarafından yapılan aramada toplam 12 adet kaçak sigaranın ele geçirildiği ve hakkında Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 27/05/2011 tarihli ve 2011/16997 soruşturma, 2011/8743 esas ve 2011/3625 sayılı iddianamesi ile 4733 sayılı Kanun uyarınca cezalandırılması talebi ile kamu davası açıldığı, iddianameye konu olaydan 6 gün sonra 03/02/2011 tarihinde sanığın aynı mahalde tekrar kaçak sigara sattığının tespit edilmesi üzerine, bu kez üzerinde yapılan aramada 24 adet kaçak nitelikte sigaranın tespit edildiği ve Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 16/08/2011 tarihli ve 2011/25170 soruşturma, 2011/12482 esas ve 2011/5082 sayılı iddianamesi ile 4733 sayılı Kanun uyarınca cezalandırılması talebi ile kamu davası açıldığı,

bu kapsamda belirtilen davalara konu eylemlerin benzer nitelikte olduğu ve zaman aralığı itibariyle yakın olduğu cihetle, sanığın tek bir suç işleme kararı doğrultusunda hareket edip etmediğinin, dolayısıyla sanık hakkında zincirleme suça ilişkin 5237 sayılı Kanun’un 43. maddesinin uygulanma kabiliyeti bulunup bulunmadığının tespiti açısından davaların birleştirilerek görülmesi gerektiği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden,

1- Gaziosmanpaşa 1. Asliye Ceza Mahkemesi`nin 24.10.2013 tarih, 2011/267 esas, 2013/1454 karar sayılı,

2- Gaziosmanpaşa 1. Asliye Ceza Mahkemesi`nin 08.10.2013 tarih, 2011/475 esas, 2013/1374 karar sayılı,

Kararlarının CMUK.nun 309. maddesi uyarınca kanun yararına BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde mahkemesince yapılmasına, 19.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/7205 Karar : 2017/18967 Tarih : 6.07.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1-Sanığın, iddianameye konu tehdit içerikli mesajlarını gönderdiği 13/03/2013 tarihiyle aynı tarihte katılana zincirleme şekilde tehdit içerikli mesajlar gönderdiği ve bu hususa ilişkin olarak da sanık hakkında Dikili Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 15/03/2013 tarih ve 2013/394 Soruşturma, 2013/182 Esas numarası ile Dikili Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/113 Esas 2014/32 Karar numaralı kamu davası açıldığının ve anılan dosyanın temyiz aşamasında olduğunun anlaşılması karşısında, Dikili Sulh Ceza Mahkemesinde 2013/293 Esas 2014/94 Karar sayılı dosyası ile temyize konu dosyanın getirtilip incelenerek gerekirse TCK’nın 43. maddesinin uygulanma olanağına göre birleştirme kararı verilerek davaların birlikte görülmesi ve sonuca göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilerek hüküm kurulması, sonra açılan dava dosyasının sonuçlandırılarak, kararın kesinleşmiş olması sebebiyle birleştirmenin mümkün olmaması halinde ise denetime imkan verecek şekilde anılan dosyasının temyize konu dosya içine alınarak değerlendirme yapılması zorunluluğu,

2-Kabule göre de;

02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, 1 numaralı bozma dışında diğer yönleri incelenmeksizin HÜKMÜN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 06/07/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/3765 Karar : 2017/5901 Tarih : 5.07.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin sübutu kabul edilen suçun şikayete tabi olduğuna ilişkin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Dosya kapsamına göre; sanığın, İş Bankası…. ait ATM cihazına kart kopyalama düzenekleri yerleştirdiğine dair saat 19.50 sularında istihbari bilgi alınmasının ardından aynı gün saat 22.50 sularında kolluk görevlilerince düzenekleri söküp ATM cihazının yanından uzaklaştığı esnada yakalandığının ve cihazda işlem yapmaya gelen kişilere ait kartların manyetik şerit bilgilerini kopyaladığının tespit edildiği olayda;

Sahte kart üretimine yönelik herhangi bir faaliyette bulunduğu belirlenemeyen, ATM cihazının dahil olduğu bilişim sistemininin işleyişini engellediği veya bozduğuna ya da ATM cihazına zarar verdiğine dair hakkında bir iddia da bulunmayan sanığın, ATM cihazına yerleştirdiği kart kopyalama ve kamera düzenekleri ile cihazda işlem yapan kişilere ait kartların manyetik şerit bilgilerini ve şifrelerini hukuka aykırı olarak ele geçirmekten ibaret eyleminin, zincirleme şekilde TCK’nın 136/1. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturduğu ve sanık hakkında tek bir mahkumiyet hükmü kurulup, hükmedilen temel cezanın TCK’nın 43/2. maddesi atfıyla aynı Kanun’un 43/1. maddesi gereğince artırılması gerektiği gözetilmeksizin, aynı suçu birden fazla kişiye karşı aynı gün ve tek bir fiille işleyen sanığın, mağdur sayısınca TCK’nın 136/1. maddesi gereğince cezalandırılmasına dair altı ayrı hüküm kurulmak suretiyle sanığa fazla ceza verilmesi, kanuna aykırı,

2- Sanık hakkında TCK’nın 53. maddesi tatbik edilirken, 3. fıkraya aykırılık oluşturacak şekilde, TCK’nın 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendindeki hak ve yetkileri kullanmak yönündeki yoksunluğuna, kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından “koşullu salıverilme tarihine kadar”, diğer kişiler yönünden ise, “hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar” karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi ve Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 08.10.2015 tarihli, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararı uyarınca TCK’nın 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde düzenlenen “seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına” hükmünün iptal edilmesi nedeniyle iptal kararının gözetilmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 05.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/15 Karar : 2017/7073 Tarih : 16.06.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1-Sanığın temyiz dilekçesinde aynı mahkemenin 2016/614 esas sayılı dosyasında aynı olayla ilgili davanın görülmesi nedeniyle birleştirilmesini talep etmesi nedeniyle UYAP sisteminde yapılan sorgulamaya göre; sanık hakkındaki 13. Ceza Dairesinin 24/03/2016 tarih ve 2015/2687 E.- 2016/5229 K sayılı ilamı ile İstanbul Anadolu 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/722 E. ve 2013/77 K. sayılı kararının eldeki dosyamızla bağlantılı olarak bozulmasına karar verildiği ve dosyanın aynı mahkemede 2016/214 esas numarası almak suretiyle derdest olduğu, 13. Ceza Dairesince bozulan dosyadaki suç tarihinin 05/03/2008 ve iddianame tarihinin 12/11/2009 olduğu, incelemeye konu tutanak tarihinin ise 12/01/2008 ve ve iddianame tarihinin de 20/01/2010 olması nedeniyle hukuki kesintinin gerçekleşmediği anlaşıldığından zincirleme suç hükümlerinin uygulama yerinin tespiti ile varsa mükerrer cezalandırılmanın önüne geçilmesi için sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin uygulanması gerekebileceği nazara alınarak öncelikle birleştirme olanağı varsa dosyalar birleştirilerek, birleştirme olanağı mümkün olmadığı takdirde dava dosyalarının bu davayı ilgilendiren delillerinin onaylı örneklerinin dosya içine konulması sağlanarak TCK’nın 43. maddesinin uygulanması koşulları tartışılıp değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayininin de zorunluluk bulunması,

2- Kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK’nın 53/1 maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 16/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/31416 Karar : 2017/5765 Tarih : 15.06.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede,

Aynı suçtan dolayı sanıklar hakkında İstanbul 1. İcra Ceza Mahkemesinin 2012/131 Esas sayılı dosyasında yargılama yapıldığının iddia edilmesi ve mahkemece de söz konusu dosyanın celbi yönünde karar verilip müzekkere yazılmasına rağmen, müzekkere cevabı beklenmeden ve söz konusu dosya incelenip, suçun tek suç olup olmadığı veya sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanması gerekip gerekmediği hususlarının tartışılıp değerlendirilmesi için dosyaların birleştirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kabule göre de;

02.12.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253. maddesinde değişiklik yapılarak madde içeriğinden “etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile” ibaresinin çıkarılması nedeniyle özel bir etkin pişmanlık hükmü olan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesinin aynı Kanun’un 345/a maddesinde düzenlenen suç yönünden uzlaşma kurumunun uygulanmasına engel teşkil etmemesi, suçun işlenmesinden sonra fail ile mağdur arasındaki çekişmeyi bir uzlaştırmacının girişimiyle kısa zamanda tarafların özgür iradeleriyle ve adli merciler daha fazla meşgul edilmeden sonuçlandırmayı amaçlayan uzlaşmanın soruşturma ve kovuşturmalarda mutlaka öncelikle uygulanması zorunlu bir maddi ceza ve ceza muhakemesi hukuku kurumu olması ve İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesinin yerine geçip anılan maddenin uygulanmasını ortadan kaldırmaması karşısında, sanık hakkında 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle değişik CMK’nın 253, 254. maddelerinin uygulanması zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş ve şikayetçi vekili, sanık … müdafii ve sanık …’in temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKÜMLERİN, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 15.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/29882 Karar : 2017/7869 Tarih : 14.06.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Sanığa yükletilen fuhuş eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,

Fuhuş suçunun mağdur sayısınca oluşacağı ve bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda aynı mağdurun birden fazla fuhuş yapmasına aracılık yapılması şeklindeki eylemde de ayrıca TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasını gerektirdiği nazara alındığında,

Fuhuş suçunun bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda aynı mağdurun birden fazla fuhuş yapmasına aracılık yapılması şeklinde gerçekleştirildiği eylemde TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği gözetilmemiş ise de, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma yapılamayacağı,

Anlaşılmış ve ileri sürülen başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmediği gibi hükümleri etkileyecek oranda hukuka aykırılığa da rastlanmamıştır.

Ancak;

a- Anayasa Mahkemesi’nin hükümden sonra 24/11/2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nın 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendine yönelik olarak vermiş olduğu iptal kararlarının uygulanması zorunluluğu,

b- TCK’nın 53/l-(c) maddesindeki hak yoksunluğunun sanığın kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri yönünden koşullu salıverme tarihine kadar, diğer kişilere karşı belirtilen yetkiler yönünden mahkum olunan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar geçerli olacağının gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş ve sanık … vekilinin temyiz iddiaları bu nedenlerle yerinde ise de, bu aykırılıklar, yeniden duruşma yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte olduğundan, temyiz edilen kararın açıklanan noktası tebliğnameye aykırı olarak, 5320 sayılı Kanunun 8/1. madde ve fıkrası aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi uyarınca; TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısmın çıkartılarak, hüküm fıkrasına “sanık hakkında TCK’nın 53/1-(c) bendinde yer alan hak yoksunluğunun kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri yönünden koşullu salıverilme tarihine kadar, diğer kişilere karşı belirtilen yetkiler yönünden ve 53/1-a, d, e bentlerindeki hak yoksunlukları bakımından mahkum olunan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar uygulanması” cümlesinin eklenmesi suretiyle HÜKMÜN DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 14.06.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/6711 Karar : 2017/5635 Tarih : 14.06.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

06.08.2012 tarihli tutanakta, 08.06.2012 tarihli tutanaktan farklı olarak çöp depolama binasının yapıldığının belirtilmiş olması ve 30.04.2013 tarihli iddianamede tüm soruşturma evrakına dayanılması dolayısıylada ilk tutanaktan sonra yapılan çöp depolama binasının da dava konusu edildiğinin anlaşılması karşısında, TCK’nın 43/1. maddesindeki zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasında bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Yükletilen suçların sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun’da öngörülen suç tipine uyduğu,

Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,

Anlaşıldığından, sanık müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye aykırı olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA 14.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/10939 Karar : 2017/2594 Tarih : 13.06.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:

Karaağaç Belediye Başkanı ve ihale yetkilisi olan sanığın Sahil yolları sathi kaplama 1. etap işi ile Temizlik Hizmetleri Alımı ihalelerini 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun açık ihale usulü hükümleri yerine, aynı Kanunun 21/b maddesinde düzenlenen ve yalnızca doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması halleriyle sınırlı olarak uygulanması gereken pazarlık usulüyle yapılmasına karar vermek suretiyle kamunun zararına neden olduğu iddia ve kabul edilen olayda,

Temizlik Hizmetleri Alımı ihalesinde belediye bünyesinde bulunan çöp kamyonlarının yetersiz olması ve temizlik hizmetlerinin kamu sağlığını ilgilendirmesi nedeniyle ihale konusu işin ivedilikle yapılması gerektiğine ilişkin gerekçe raporu üzerine ihalenin pazarlık usulü ile yapılmasına ilişkin kararda isabetsizlik görülmemiş ise de;

Sahil yolları sathi kaplama 1. etap işi ihalesinde olumsuz hava şartları nedeniyle sahil yollarında meydana gelen ciddi bozulmaların yaz aylarında beldede yoğun nüfus artışı yaşanması nedeniyle turizm sezonunda yapılamacağından bahisle acil yapılması gerektiğine ilişkin gerekçe raporuna istinaden pazarlık usulü ile yapılmasına karar verilmesine rağmen, söz konusu işin belirlenen 30 günlük sürede bitirilmediği takdirde sözleşme hükümleri uyarınca cezai şart uygulanması gerekirken pazarlık usulü ile ihale yapılmasına yönelik gerekçeye aykırı olacak şekilde ihaleyi kazanan firmaya 100 günlük ek süre verilmek suretiyle bu firmaya menfaat sağlanması şeklinde gerçekleşen eylemin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmeden dosya kapsamı ve oluşa uygun düşmeyen gerekçeler ile yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde ihaleye fesat karıştırma suçundan mahkumiyet kararları verilmesi,

Kabule göre de;

2007 yılının Nisan ve Temmuz aylarında yapılan ihaleleri pazarlık usulu ile yapmak suretiyle fesat karıştırdığı kabul edilen sanığın eylemini bir suç işleme kararının icrası kapsamında gerçekleştirdiği ve hakkında TCK`nın 43. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği gözetilmeden, iki ayrı mahkumiyet hükmü kurularak fazla cezaya hükmolunması,

5237 sayılı TCK`nın 53/1-a maddesindeki hak ve yetkiyi kötüye kullanmak suretiyle atılı suçu işleyen sanık hakkında aynı Kanunun 53/5. madde ve fıkrası gereğince, cezanın infazından sonra başlamak üzere, hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, katılan vekili, sanık müdafii ve O yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 13/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/1245 Karar : 2017/2562 Tarih : 12.06.2017

  • TCK 43. Madde

  • Zincirleme Suç

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

… Barosuna bağlı olarak avukatlık yapan sanığın, katılanlar vekili olarak vekalet aldığı, 15/07/2005 tarihinden azledildiği 18/08/2005 tarihine kadar kısa süre içerisinde borçlu aleyhine önce ilamsız daha sonra ise kambiyo senetlerine özgü icra takibi yapması ve ihtiyati haciz talebinde bulunması, haciz esnasında da haczi kabil malların haczedildiğinin haciz tutanağında belirtilmiş olması karşısında: Sanık tarafından yapılan bu işlemlerde bir hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte, ihtiyati haciz için katılanlardan alarak icra dosyasına yatırdığı 9000 TL’lik teminatı haciz esnasında borçlunun muvafakatı ile icra dosyasından çekip katılanlara iade etmediği, yine damga vergisi olarak maliyeye 450 TL yatırmasına rağmen katılanlardan bu masraf için 4500 TL alıp aradaki farkı uhdesinde tuttuğu, bu şekilde katılanlardan aldığı bu paraları kendi yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında kullandığının icra dosyası, tanık …‘ın beyanı ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığı; bu eylemlerinin 5237 sayılı TCK`nın 155/2, 43/1. maddesinde düzenlenen zincirleme biçimde hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kabule göre de;

18/08/2005 tarihi ve öncesi olan suç tarihinin karar başlığında 15/07/2005 olarak gösterilmesi suretiyle CMK`nın 232/2-c maddesine muhalefet edilmesi,

Hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK`nın 53/3. maddesi gereğince sadece kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından 53/1-c maddesi gereğince hak yoksunluğuna hükmedilemeyeceği gözetilmeden yazılı şekilde uygulama yapılması,

Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve E. 2014/140; K. 2015/85 sayılı Kararının 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması nedeniyle TCK`nın 53/1. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,

Yüklenen suçu TCK`nın 53/1-e maddesindeki hak ve yetkileri kötüye kullanmak suretiyle işlediği kabul edilen sanık hakkında aynı Kanunun 53/5. maddesinin uygulanması sırasında bu bentteki hak ve yetkilerin tamamını kullanmaktan yasaklanmasına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı biçimde sınırlı uygulama yapılması,

Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 321 ve 326/son maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 12/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS