0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Sınırın Aşılması

TCK Madde 27

(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.



TCK Madde 27 Gerekçesi

Madde ile ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerin hepsini kapsamına alacak surette sınırın kast olmaksızın aşılması hâli düzenlenmiştir.

Sınır kasten aşıldığında, örneğin, meşru savunmada bulunan kişi vaki saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile ve sırf tecavüze uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürdüğü takdirde hukuka aykırılığın kalkmayacağı ve failin bu maddedeki herhangi bir ceza indiriminden yararlanamayacağı şüphesizdir. Bu nedenle madde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlini kapsamaktadır.

Yukarıda verilen örnekte fail, maruz kaldığı saldırı dolayısıyla ve içinde bulunduğu durum itibarıyla esasta gerekli olandan fazla bir savunmada bulunmuş olabilir. Sınırın aşılmasındaki bu taksir kendisinin cezalandırılmasına yol açabilirse de, bunun için işlenen suçun taksirle işlendiği takdirde de cezalandırılabilen bir fiil olması zorunludur. Demek oluyor ki, bu gibi hâllerde işlenen suçun niteliğine bakılacak ve sadece kast bulunduğu takdirde cezalandırılabilen bir suç söz konusu ise faile ceza verilmeyecek buna karşılık, suç taksirle işlendiği takdirde de cezalandırılabilen fiillerden birini oluşturduğunda, maddede öngörülen biçimde cezadan indirim yapılarak faile taksirli suçtan dolayı ceza verilecektir.

Bölüm başlığına paralel olarak, madde metnindeki “hukuka uygunluk nedenleri” yerine, “ceza sorumluluğunu kaldıran nedenler” ibaresi konulmuştur.

Maddenin ikinci fıkrasında meşru savunma hakkına ilişkin özel bir sınırın aşılması hâli düzenlenmiştir. Buna göre, meşru savunmada sınırın aşılması, fail bakımından mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise, faile ceza verilmeyecektir.

Hükûmet Tasarısında, maddenin ikinci fıkrası bütün hukuka uygunluk nedenlerini kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Oysa heyecan, korku veya telaş, ancak meşru savunma hâlinde söz konusu olabileceği için, fıkra metninin başına “meşru savunmada” ibaresi konulmuştur.


Meşru Savunmada (Müdafaada) Sınırın Aşılması

Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas : 2013/1-808 Karar : 2015/314
Tarih : 13.10.2015

Meşru müdafaa, gerek 765 sayılı Kanunun 49/2. maddesinde, gerekse 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 25. maddesinde bir “hukuka uygunluk nedeni” olarak düzenlenmiştir.

Meşru müdafaanın şartlarına ilişkin olarak 765 ve 5237 sayılı Kanun arasındaki en önemli fark, “meşru müdafaa yoluyla korunan hakkın niteliğine” ilişkindir. Bunun dışındaki şartlar açısından her iki düzenleme ile yerleşik uygulamalar arasında ciddi bir fark bulunmamaktadır.

765 sayılı Türk Ceza Kanununun 49/2. maddesindeki düzenleme; “Gerek kendisinin, gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan haksız bir taarruzu filhal def`i zaruretinin bais olduğu mecburiyetle işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” şeklinde olup, anılan düzenleme ile meşru müdafaanın, kişinin kendisinin veya başkasının sadece nefsine ya da ırzına yönelik saldırılarda söz konusu olabileceği hüküm altına alınmıştır.

Uygulamada en geniş yorumla maddenin, “diğer kişilik haklarına yönelik saldırılarda” dahi uygulanabileceği kabul edilmiş ise de, malvarlığına yönelik saldırıları önlemek maksadıyla işlenen fiiller bu kapsamda değerlendirilmemiştir.

Ancak 765 sayılı Kanunun 461. maddesinde “kasten yaralama ve öldürme fiillerini gasp, çıkar amaçlı adam kaldırma, konut dokunulmazlığının ihlali ve kişi güvenliğini ihlale yönelik eylemleri defetmek amacıyla işleyenlere belirtilen koşulların varlığı halinde ceza verilmez.” şeklinde özel bir hükme yer verilmiştir.

Buna karşılık, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 25. maddesinin birinci fıkrasında; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” şeklinde, daha geniş bir hükme yer verilmiştir. Bu düzenlemeyle, meşru müdafaanın kabul edilebilmesi için saldırının, “korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş bulunması” yeterli görülmüştür.

Öğreti ve uygulamada kabul edilegeldiği üzere; 765 sayılı Kanunun 49/2 ve 5237 sayılı TCK`nun 25. maddesinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini teşkil eden meşru müdafaa, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve dolayısıyla fiili suç olmaktan çıkarmaktadır.

Meşru müdafaanın kabul edilebilmesi için saldırı ve savunmaya ilişkin şu şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1- Saldırıya ilişkin şartlar;

a) Bir saldırı bulunmalıdır.
b) Saldırı haksız olmalıdır.
c) Saldırı 765 sayılı Kanuna göre, nefis veya ırza; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa göre ise korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelik olmalıdır.
d) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.

2- Savunmaya ilişkin şartlar;

a) Savunma zorunlu olmalıdır,
b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.
c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda “ sınırın aşılması” sözkonusu olmaktadır.

Sınırının aşılması 765 sayılı TCK`nun 50. maddesinde; “49’uncu maddede yazılı fillerden birini icra ederken kanunun veya salâhiyettar makamın veya zaruretin tayin ettiği hududu tecavüz edenler, cürüm ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasını müstelzim ise sekiz seneden aşağı olmamak üzere hapis ve müebbet ağır hapis cezasını müstelzim olduğu takdirde altı seneden on beş seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Sair hallerde asıl suça mürettep ceza altıda birinden eksik ve yarısından ziyade olmamak üzere indirilir ve ağır hapis hapse tahvil olunur ve amme hizmetlerinden müebbet memnuiyet cezası yerine muvakkat memnuiyet cezası verilir” biçiminde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, sınırın aşılması 49. maddede sayılan tüm hukuka uygunluk nedenleri ile ilgili olarak uygulama alanı bulabilmektedir. Bu maddenin uygulanabilmesi için, meşru müdafaa şartlarında başlayan savunmada ölçülülük ilkesinin ihlali nedeniyle sınırın aşılmış bulunması ya da saldırı etkisiz hale getirildikten sonra dahi savunmaya veya tepkiye devam edilmesi yeterli olup, sınırın kastla veya taksirle aşılmış olmasının bir önemi yoktur. Sınır ne şekilde ve hangi niyetle aşılmış olursa olsun, 50. madde uyarınca uygulama yapılabilecektir. Buna karşılık aynı kanunun 461. maddesinin söz konusu olduğu durumlarda, 50. maddenin uygulanma ihtimali bulunmamaktadır.

Meşru müdafaada sınırın aşılması ile ilgili olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan düzenleme, 765 sayılı Kanundaki hükümden oldukça farklıdır.

5237 sayılı Kanunun sınırın aşılmasını düzenleyen 27. maddesinin birinci fıkrasına göre; “Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.”

Aynı Kanunun 27. maddesinin ikinci fıkrasında, “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” denilmek suretiyle, bu fıkranın uygulama alanı meşru müdafaa ile sınırlandırılmıştır.

5237 sayılı Kanunun sisteminde; “meşru müdafaa, hakkın kullanılması, kanunun emrini ifa ve ilgilinin rızası” şeklinde başlıca dört hukuka uygunluk nedenine yer verilmiştir. Hukuka uygunluk nedenlerinden birinin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında beraat kararı verilmesi gerekecektir.

Buna karşılık “sınırın aşılması” bir hukuka uygunluk nedeni değil, 27. maddenin birinci fıkrasındaki hal itibarıyla kusurluluğu azaltan, ikinci fıkrasındaki durum itibarıyla ise kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden birisidir. Başka bir deyişle hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması durumunda “beraat” değil, 27. maddenin birinci fıkrasına göre indirimli ceza veya ikinci fıkra uyarınca “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmelidir. Bu husus, 5271 sayılı Kanunun 223. maddesinden de açıkça anlaşılmaktadır.

Şu halde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 27. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilmesi için; öncelikle ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran bir neden söz konusu olmalıdır. Failin, sınırları “kast olmaksızın aşması” da ikinci şarttır.

Dolayısıyla 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 50. maddesinden farklı olarak sınırın kasten aşılması durumunda bu fıkra uygulanamayacaktır. Yine 765 sayılı Kanundaki durumdan farklı olarak, 5237 sayılı TCK`nda hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmemiş olsa da ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerden olan “zorunluluk hali” için de 27. maddenin birinci fıkrasının uygulanma imkanı bulunmaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunmada sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1- Meşru müdafaa ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
3- Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük” şartının, savunma lehine ihlal edilmek suretiyle sınırın aşılması,
4- “Sınırın aşılması”nın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi,

Gerekmekte olup, tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru müdafaada sınırı aşan faile CMK`nun 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir.

Bu durumda; kişinin maruz kaldığı saldırı nedeniyle içerisine düştüğü korku, telaş ve şaşkınlık dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru müdafaada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılamayacağı kabul edilir. Dolayısıyla burada belirleyici olan, maruz kalınan saldırının kişiyi içerisine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi, sırf maruz kaldığı saldırının etkisi altında, “heyecan, korku ve paniğe” kapılarak meşru müdafaa sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşın; sırf saldırının etkisiyle değil de, saldırıdan kaynaklanmış olsa dahi öfke ve gazap gibi nedenlerle sınırı aştığında ise aynı korumadan faydalanamayacaktır. Başka bir deyişle, sınırın aşılması konusunda failin o anda içerisinde bulunduğu ruh halini adil bir tarzda göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Yani failin niyeti, fiilin icra tarzına ve ruh haline göre ciddi bir saldırının defedilmesinden ziyade, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru müdafaanın sınırlarını aşma değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 10.12.2013 gün ve 60-603; 05.10.2010 gün ve 175-182 ile 31.03.2009 gün ve 201-81 sayılı kararlarda da aynı hususlara vurgu yapılmıştır.

Bu aşamada haksız tahrik ile meşru müdafaa kavramları arasındaki ilişki üzerinde de durulmalıdır.

Özü itibariyle meşru müdafaa, kendisi veya başkasının bir hakkına yönelmiş olan ve devam eden bir saldırının derhal def edilebilmesi için, failin gerçekleştirdiği fiillerden ötürü cezalandırılmamasını ifade eder.

Meşru müdafaa halinde, mutlaka bir saldırı bulunması ve bu saldırının da kişinin hukuken korunmaya değer bir hakkına yönelmesi gerektiği göz önünde bulundurulduğunda, meşru müdafaa müessesesinin, “haksız tahrik” halini de kapsadığı ileri sürülebilir.

Başka bir deyişle, haksız tahrikte yer alan “haksızlık unsuru” meşru müdafaanın şartlarından olan “saldırı”da da vardır. Buna karşılık, meşru müdafaada bulunan kişinin eylemi, saldırgan açısından haksız tahrik olarak değerlendirilemez. Zira hukuk düzenini ilk ihlal eden saldırganın kendisidir.

Meşru müdafaanın şartları kalktıktan sonra işlenen bir fiil söz konusu olduğunda ise; örneğin, saldırganın elindeki silahı atıp olay yerinden uzaklaştığı sırada, failin saldırganı yaralaması halinde, ortada devam eden bir saldırı söz konusu olmadığı için meşru müdafaa sözkonusu olmaz; bu halde sonlandırılmış olan ilk saldırıda bulunan kişinin bu hareketi nedeniyle ancak haksız tahrik hükümleri uygulanabilir.

Böyle bir durumda fail, kendisini korumak için değil, sona ermiş olan saldırıdan duyduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisiyle hareket etmiş ve bir tepki neticesinde suçu işlemiştir.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.1984 gün ve 305-61 sayılı kararında bu husus; “yasal savunma koşulları kalktıktan sonra suç işleyen sanık hakkında TCY`nın 50 değil, 51/1. maddesinin uygulanması gerekir “ şeklinde vurgulanmıştır.

Bu durumda hâkim, sona ermiş bulunan saldırının niteliğini değerlendirerek olayda haksız tahrik indirimi yapabilecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Daha önce yaşadıkları kavgaların etkisi ile maktulün gece vakti elindeki döner bıçağı ile saldırarak bir süre sanığı kovaladığı, maktulün ayağının takılarak yere düşmesi üzerine sanığın bundan yararlanarak durup ruhsatsız tabancasını çıkararak korkutmak için bir kez havaya bir kez de duvara doğru ateş ettiği, maktulün gizlendiği duvarın arkasından çıkarak tekrar sanığın üzerine gelmeye devam ettiği, bu kez sanığın 1-2 metre mesafeden tabanca ile bir kez ateş etmesi üzerine maktulün sol kaşı üzerinden isabet aldığı, bu aşamadan sonra sanığın bir kez de yakın mesafeden ateş ederek maktulün sırt bölgesinden yaralanmasına neden olduğu olayda;

Maktulün başına isabet eden atışın uzak atış olup karşı istikametten yapılmış olması, diğer atışın ise yakın atış mesafesinden sırtına doğru yapılması gözönüne alındığında sanığın üçüncü ve dördüncü atışları peş peşe yapmadığı, oluşa uygun bulunan bir kısım tanıkların da beyanlarında belirttiği üzere sanığın son atışını, maktul sağ kolu üzerine yere düştükten sonra yakın mesafeden sırtına doğru yaptığı kabul edilmelidir.

Buna göre, meşru savunma ya da meşru savunma sınırının aşılması düşünülebilir ise de, maktulün başına isabet eden atışla yere düştüğü ve etkisiz hale geldiği, döner bıçağının da elinden düşmesi nedeni ile saldırıyı etkisiz hale getirmiş olan sanığın gerekmediği halde yerde yatmakta olan maktulün hayati bölgesi olan sırtına yakın mesafeden bir el daha ateş ederek onu sırtından da vurması ve eylemin ölümle sonuçlanması dikkate alındığında sanığın saldırının etkisiyle değil, saldırıdan kaynaklanmış olsa da daha önceki ve olay esnasındaki saldırılara karşı duyduğu öfke ve gazap nedeniyle hareket ettiği, başka bir ifadeyle sanığın niyetinin kin duygusunu tatmine yönelik olduğu anlaşıldığından eylemin haksız tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.

Öte yandan, sanığın eylemini kasten gerçekleştirdiği sonucuna ulaşıldığından adli sicil kaydında yer alan … Asliye Ceza Mahkemesinin … gün ve 719-358 sayılı ilamı nedeniyle 5237 sayılı TCK`nun 58. maddesi gereğince tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının da değerlendirilmesi lazımdır.

Bu itibarla, sanığın eyleminin haksız tahrik altında öldürme suçunu oluşturduğuna ve adli sicil kaydındaki ilam nedeniyle tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin Özel Daire bozma kararı isabetli olup yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.


TCK 27 Meşru Savunmada (Müdafada) Sınırın Aşılması Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/59

  • TCK 27
  • Meşru savunmada sınırın aşılması

Bu aşamada meşru savunma ve meşru savunmada sınırın aşılması kurumları üzerinde de durulmalıdır. Meşru savunma, 5237 sayılı TCK’nın birinci kitabının, ikinci kısmının, “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı ikinci bölümünde, 25. maddenin 1. fıkrasında;

“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” şeklinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeye göre, meşru savunmanın kabulü için saldırının “korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması” yeterli görülmüştür.

Öğretide; «Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Adalet Bakanlığı Yayınları, 3. Bası, Ankara, 2006, s. 364.); “Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki” (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, İstanbul, 2014, s. 307.); “Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi” (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 697.) şeklinde, 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında “Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki” olarak tanımlanan meşru savunma; bir kimsenin, gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakkı hedef alan, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, saldırı ile eşzamanlı olarak hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde, kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak mecburiyetiyle saldırıda bulunan kişiye karşı işlediği ve hukuk düzenince meşru kabul edilen fiillerdir.

Gerek öğretide, gerekse yargısal kararlarda vurgulandığı üzere; 5237 sayılı TCK’nın 25/1. maddesinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1- Saldırıya ilişkin şartlar:

a) Bir saldırı bulunmalıdır.

b) Bu saldırı haksız olmalıdır.

c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.

d) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.

2- Savunmaya ilişkin şartlar:

a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.

b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.

c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, “sınırın aşılması” söz konusu olabilmektedir.

Sınırın aşılması, 5237 sayılı TCK’nın 27. maddesinde; “(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.” şeklinde düzenlenmiştir.

Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın, “sınırın aşılması” bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp TCK’nın 27. maddenin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddenin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden biridir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde “beraat” kararı değil, anılan maddenin 1. fıkrasına göre indirimli ceza veya 2. fıkrasına göre CMK’nın 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilecektir.

TCK’nın 27. maddesinin 1. fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de, bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır. Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır.

5237 sayılı TCK’nın 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,

2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,

3- Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük ya da orantılılık” şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,

4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir. Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi hâlinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nın 223/3- c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, “heyecan, korku veya telaşa” kapılarak meşru savunmanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir. Bu açıklamalardan sonra uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.

1- Sanık hakkında TCK’nın 27/2. maddesinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığı;

…olay yerinde bulunan Piyade Onbaşı C.İ. ile tanık U.’nun beyanları ile desteklenmeyen, maktulden kaynaklanan darbetme şeklindeki bu fiili saldırı iddiasının bizzat sanık tarafından da doğrulanmadığı, sanığın savunmalarında maktulün kendisine vurmadığını, kendisine herhangi bir söz de sarf etmediğini, aksine kendisinin maktule yumruk attığını belirtmiş olması karşısında, tanık M.M.’nin bu beyanlarının gerçeği yansıtmadığı; ceza yargılaması hukukunda delilleri sayarak değil, tartarak maddi gerçeğe ulaşılabileceği yönündeki evrensel “Argumenta non sunt numeranda, sed ponderanda” ilke ile beraber değerlendirildiğinde; harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti olarak tanımlanan askerlik görevini yaklaşık 10 aydır olayın meydana geldiği kıtasında yapmakta olan sanığın, görevini etkili bir biçimde yerine getirmesi için kendisine verilen fiziksel, psikolojik ve ahlakî eğitim ile nöbete, silah kullanmaya, sınır ihlali yapan kişilere karşı davranış şekillerine ilişkin talimatlar hilafına hareket ettiği, elinde veya üzerinde herhangi bir silah bulunmadığı sabit olan maktulün kendisini askerlere ihbar ettiğini düşündüğü tanık U.’ya kızarak üzerine doğru koşması ve sanığın maktule yumrukla vurarak yere düşürmesi üzerine de yerden kalkarak sanığın üzerine hızla yürümekten ibaret eylemlerinin, sanığa veya olay yerinde bulunan kendisine yönelik silahsız etkili eyleme karşı savunma yapabilecek fiziksel yapıya sahip 18 yaşındaki tanık U.’ya yönelmiş ciddi ve haksız bir saldırı oluşturmaması karşısında; sanığın saldırıyı o andaki hâl ve şartlara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile hareket etmeyip haksızlık karşısında öfkeye kapılarak son derece orantısız şekilde tepki gösterip tüfeğinin ucuna takılı süngüyü maktulün göğsüne saplayarak haksız tahrik altında maktulün ölümüne yol açtığı anlaşıldığından, sanık hakkında meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması hükümlerinin uygulanma imkânının bulunmadığının kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının bu değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün sanığın eyleminin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.


Ceza Genel Kurulu - Karar : 2016/96

  • TCK 27
  • Üç oğlu ile birlikte olay yerine gelen ve oğullarında da silah bulunan maktül tarafından silahla yaralanan ve darp edilmiş vaziyette yerde yatan kardeşine de maktül tarafından ateş edildiğini gören sanığın olayın gelişimi ve gerçekleşme biçimi nazara alındığında meşru savunmada sınırı mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aştığının kabulü gerekir. Sanığın maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durum olup, somut olayda TCK’nun 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir.

Meşru müdafaada sınırın aşılıp aşılmadığı;

Sınırın aşılmasını 765 sayılı TCK’na göre oldukça farklı şekilde düzenleyen 5237 sayılı TCK’nun 27. maddesinde;

“1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur. 2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” denilmektedir. Kanun maddesi ve gerekçedeki anlatımın aksine öğretide kabul edilen görüşe göre, “Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması” ibaresini “Hukuka uygunluk hallerinde sınırın aşılması” olarak anlamak gerekir. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. bası, Ankara, 2013, s. 413-425; Ersan Şen,Yeni TCK Yorumu, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2006, C.1, s.74-77; Mahmut Koca, Yeni TCK’nda Hukuka Uygunluk Nedenleri, Ceza Hukuku Dergisi, S.1, Ekim 2006, s.111 vd.; Sedat Bakıcı, Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 2. bası, s.615 vd.; Haydar Metiner-Ahsen Koç, TCK Genel Hükümleri, Ankara, 2008, C.1, s. 692 vd.) Nitekim 5271 sayılı CMK’nun hüküm çeşitlerini düzenleyen 223. maddesinin sistematiği de bu anlayışı desteklemektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununda dört hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiş olup, bunlar; meşru savunma, hakkın kullanılması, kanunun emrini ifa ve ilgilinin rızasıdır. Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın, “sınırın aşılması” bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp, TCK’nun 27. maddenin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddenin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden bir tanesidir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde “beraat” kararı değil, anılan maddenin 1. fıkrasına göre indirimli ceza veya 2. fıkrasına göre CMK’nun 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilecektir.

TCK’nun 27. maddesinin 1. fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de, bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır. Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır. Aynı maddenin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,

2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,

3-Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük ya da orantılılık” şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,

4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nun 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, “heyecan, korku veya telaşa” kapılarak meşru müdafaada sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 05.10.2010 gün ve 175-182 ile 31.03.2009 gün ve 201-81 sayılı kararlarda da aynı hususlara vurgu yapılmıştır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Birinci uyuşmazlık konusunda açıklandığı üzere meşru savunma durumunda olan sanığın maktulün oğulları … ve …‘e yaptığı gibi hayati bölgesine hedef almadan ateş ederek saldırıyı bertaraf etmesi mümkün iken yakın mesafeden maktulü göğsünden vurması eyleminde, saldırı ve savunmaya ilişkin diğer şartların bulunduğunda şüphe bulunmamakta ise de, savunma ile saldırı arasındaki denge savunma lehine bozulmuş olup dolayısıyla da ölçülülük ya da orantılılık ilkesi ihlal edilmiştir. Ancak üç oğlu ile birlikte olay yerine gelen ve oğullarında da silah bulunan maktül tarafından silahla yaralanan ve darp edilmiş vaziyette yerde yatan kardeşine de maktül tarafından ateş edildiğini gören sanığın olayın gelişimi ve gerçekleşme biçimi nazara alındığında meşru savunmada sınırı mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aştığının kabulü gerekir. Sanığın maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durum olup, somut olayda TCK’nun 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/1028 Karar : 2018/4323 Tarih : 24.10.2018

  • TCK 27. Madde

  • Sınırın Aşılması

Sanık … müdafiinin 01.10.2018 tarihli dilekçesi ile duruşmalı inceleme talebinden feragat ettiği anlaşılmakla, duruşmasız yapılan incelemede;

Maktul ….`ın, adı ve soyadının gerekçeli karar başlığında gösterilmemesi mahallinde giderilebilir bir eksiklik olarak kabul edilmiştir.

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …‘ın, maktul ….’ı nitelikli kasten öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, tahrike ve takdire ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunmaları değerlendirilip inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde düzeltme nedeni dışında isabetsizlik görülmediğinden, sanık müdafiinin meşru savunma ve meşru savunmanın aşılması nedeniyle sanık hakkında TCK`nun 25 ve 27/2. maddelerinin uygulanması gerektiğine ve sair hususlara yönelen yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,

24.11.2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri dikkate alındığında, mahkemenin bu madde ile yaptığı uygulama yasaya aykırı ise de, CMUK’nun 322. maddesi gereğince bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, hüküm fıkrasında yer alan 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün “Anayasa Mahkemesinin iptal kararındaki hususlar gözetilerek, 5237 sayılı TCK`nun 53/1-2-3. maddelerinin tatbikine” şeklinde değiştirilmesi suretiyle DÜZELTİLEN hükmün tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak ONANMASINA, hükmolunan ceza miktarı ve temyiz incelemesi dışında tutuklulukta geçen süre göz önüne alınarak sanık müdafiinin tahliye talebinin REDDİNE, 24.10.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/1097 Karar : 2018/3060 Tarih : 27.06.2018

  • TCK 27. Madde

  • Sınırın Aşılması

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık … ‘ın maktul … ‘ı nitelikli kasten öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, tahrike ilişen cezayı azaltıcı sebebin nitelik ve derecesi ile takdire ilişen cezayı azaltıcı bir neden bulunmadığı takdir kılınmış, savunmaları değerlendirilip inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde düzeltme nedeni dışında bir isabetsizlik görülmediğinden, sanığın fazla ceza verildiğine, lehe delillerin değerlendirilmediğine, TCK`nun 25, 27/2, 32/2. ve 62. maddelerinin uygulanması gerektiğine, tahrik indiriminin yetersiz olduğuna, yargılamanın kapalı olarak yapılması talebinin usule aykırı olarak reddedildiğine, sanık müdafiinin suç vasfına, meşru savunmaya, tahrik indiriminin yetersiz olduğuna ve sair hususlara yönelen yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,

24.11.2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri dikkate alındığında, mahkemenin bu madde ile yaptığı uygulama yasaya aykırı ise de, CMUK’nun 322. maddesi gereğince bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, hüküm fıkrasında yer alan 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün “Anayasa Mahkemesinin iptal kararındaki hususlar gözetilerek, 5237 sayılı TCK’nun 53/1-2-3. maddelerinin tatbikine” şeklinde değiştirilmesine karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN ve re`sen de temyize tabi olan hükmün tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak ONANMASINA, 27.06.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4683 Karar : 2017/1088 Tarih : 5.04.2017

  • TCK 27. Madde

  • Sınırın Aşılması

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …‘in mağdur …‘a yönelik kasten yaralama suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, kusurluluğu etkileyen nedenlerden haksız tahrikin nitelik ve derecesi ile takdiri indirim sebebi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre bozma üzerine verilen hükümde düzeltme nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin TCK.nun 25 ve 27. maddelerindeki koşulların oluştuğuna, tahrik indiriminin azami oranda uygulanması gerektiğine, teşdide yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,

Sanığın gönüllü vazgeçme hükmü nedeniyle kasten yaralama suçundan cezalandırıldığı ve TCK.nun 36. maddesinin hüküm fıkrasında gösterilmemesi, Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı Kararı ile 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında, mahkemenin sanık hakkında bu maddeyle yaptığı uygulamanın kanuna aykırı olduğu anlaşılmakta ise de; Bu hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, 1412 sayılı CMUK’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hükmün ilk paragrafındaki “TCK.nun 86/1 maddesi” ibaresinden önce gelmek üzere “5237 sayılı TCK.nun 36. maddesi yollamasıyla” ibaresinin eklenmesine ve yine hüküm fıkrasında yer alan 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün, “Anayasa

Mahkemesinin iptal kararındaki hususlar gözetilerek 5237 sayılı TCK’nun 53/1-2-3. maddelerinin tatbikine” şeklinde değiştirilmesine karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA, 05/04/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/2739 Karar : 2017/4018 Tarih : 5.04.2017

  • TCK 27. Madde

  • Sınırın Aşılması

Kasten yaralama suçundan sanık …‘ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/2, 86/3-d, 29, 62 ve 52/2. maddeleri gereğince 2.240,00 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına dair Karadeniz Ereğli 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/10/2016 tarihli ve 2016/61 esas, 2016/715 sayılı kararına karşı Adalet Bakanlığı’nın 14.02.2017 tarih ve 2017/448 sayılı yazısıyla kanun yararına bozma isteminde bulunulduğundan bu işe ait dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 24.02.2017 tarih ve 2017/10680 sayılı tebliğnamesi ile Dairemize gönderilmekle incelendi.

Mezkur ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, polis memuru olan sanığın, olay günü 1.67 promil alkollü olduğu … Devlet Hastanesinin 20/04/2015 tarihli adli muayene raporu ile belirlenen katılan …‘e yönelik işlem yaptığı sırada katılanın, sanık ve tanık polis memurları ile tartışma yaşadığı, sanığın katılanın direnişini kırmak amacıyla güç kullandığı hususunun bila tarihli kamera görüntüsü çözümleme tutanağı ile anlaşıldığı ve katılan hakkında Karadeniz Ereğli 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 15/03/2016 tarihli ve 2015/958 esas, 2016/272 sayılı kararı ile sanığın da aralarında bulunduğu polis memurlarına hakaret suçunu işlediğinden bahisle mahkumiyetine karar verilmiş olması karşısında, zor kullanma yetkisine sahip polis memuru olan sanığın, direnmenin mahiyeti ve derecesi dikkate alınarak görevinin gerektirdiği ölçünün dışında, zor kullanma yetkisinin sınırlarını aşar nitelikte kuvvet kullanıp kullanmadığı, eyleminin 5237 sayılı Kanun’un 25 ya da 27. maddelerine göre meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususları tartışılmadan, yazılı şekilde karar verilmesinde, isabet görülmediğinden bahisle, 5271 sayılı CMK’nin 309. maddesi gereğince anılan kararın bozulması lüzumunun ihbar olunduğu anlaşıldı.

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Öğretide “olağanüstü temyiz” olarak adlandırılan kanun yararına bozma olağanüstü yasa yolunun koşulları ve sonuçları, “kanun yararına bozma” adı ile 5271 sayılı CMK’nin 309 ve 310. maddelerinde düzenlenmiştir.

5271 sayılı Kanun’un 309.maddesi uyarınca, hakim veya mahkemece verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddi hukuka veya yargılama hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması istemini yasal nedenlerini açıklayarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması istemini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak Yargıtay ceza dairesine verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtayca yerinde görülmesi halinde karar veya hüküm yasa yararına bozulacak, yerinde görülmezse istem reddedilecektir.

Böylece ülke sathında uygulama birliğine ulaşılacak, hakim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıklar ile uygulamadaki esaslı yanlışlar ve esasa etkili usul yanılgılarının, toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesi sağlanacaktır. Kanun yararına bozma yasa yoluna, istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş hüküm ve kararlara karşı gidilmesi nedeniyle kesin hükmün otoritesinin bütünüyle zedelenmemesi amacıyla bu yola başvurabilmek için hukuka aykırılık halinin ciddi boyutlara ulaşması gerekmektedir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 14.11.1977 gün ve 3-2 sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere, bu yasa yolunun olağanüstü bir yasa yolu olması nedeniyle, her türlü hukuka aykırılık iddiası, yasa yararına bozma konusu yapılamayacak, bu kapsamda hakimlerin takdir hakkı alanına giren ve suç işleyenler için bir hak teşkil etmeyen hususlar ile mahkemenin takdirine bağlı istekler ve uygulamadaki takdir yanılgıları veya takdirin yerinde olup olmadığının denetlenmesine ilişkin başvurular, temyiz yasa yolundan farklı olarak yasa yararına bozma konusu yapılamayacağından, bu yolla denetlenemeyecektir. (Ceza Genel Kurulunun 23/03/2010 tarih ve 2/29-56 sayılı Kararı da bu doğrultudadır.)

Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay incelendiğinde; sanık … hakkında, mahkemece yargılama yapılarak deliller ve tanık beyanları usulünce değerlendirilerek mağdurları basit tıbbi müdahale ile giderilir şekilde yaralama eyleminden TCK’nin 86/2, 86/3-d, 29, 62. maddeleri uyarınca 2240 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulandığı; sanık hakkında meşru müdafaa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğine ilişkin mahkumiyet kararındaki ileri sürülen hukuka aykırılığın 5271 sayılı CMK’nin 309. maddesindeki hallere dahil olmayıp hakimin takdir hakkına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan bu nedenlerle Karadeniz Ereğli 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/10/2016 tarihli ve 2016/61 esas, 2016/715 sayılı kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından, Adalet Bakanlığı’nın kanun yararına bozma isteyen yazısına dayanan tebliğnamede ileri sürülen düşünce yerinde görülmeyerek kanun yararına bozma talebinin REDDİNE; 05.04.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/5101 Karar : 2014/6540 Tarih : 24.12.2014

  • TCK 27. Madde

  • Sınırın Aşılması

1)Katılanların yetkileri bulunmadığından, katılanlar vekilinin duruşmalı inceleme talebinin CMUK’nun 318. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir.

2)Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 21/11/2006 gün ve 2006/2-249-247, 15/07/2008 gün ve 2008/9-95-195, 27.01.2009 gün ve 2008/5-145-2009/8, 19/10/2010 gün ve 2010/9-149-205 sayılı Kararları da gözetilerek; Maktülün kardeşleri M… O…, N… O…, A… O… ve E… O…’ın 29.06.2012 tarihli oturum sırasında sanıktan şikayetçi olduklarından bahisle davaya katılma talebinde bulundukları, katılma talebi ile ilgili mahkemece olumlu veya olumsuz bir karar verilmediği anlaşılmakla, maktülün kardeşlerinin kasten öldürme suçundan doğrudan zarar görmeleri ve bu hususta herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmasına gerek bulunmaması nedeniyle, M… O…, N… O…, A… O… ve E… O…’ın 5271 sayılı CMK’nun 237/2. maddesi uyarınca sanık Ali hakkında açılan kamu davasına katılmalarına karar verilerek yapılan incelemede;

Gerekçeli kararda, “sanığın o anki hal ve koşullara göre başka türlü defetme imkanı bulunmayan haksız saldırıyı o anki yaşadığı heyecan, panik ve korkunun da etkisi ile meşru savunma sınırlarını aşarak uzaklaştırmaya çalıştığı” denilerek TCK`nun 27/2 maddesinde tanımlandığı hüküm fıkrasında ise “sanığın üzerine atılı bulunan bu suçu meşru savunma sınırları kapsamında işlediği anlaşıldığından, 5237 sayılı

TCK’nun 25/1 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/3-c maddeleri uyarınca sanığa ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmek suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmakla, gerekçe ile uygulama arasında çelişki yaratılması suretiyle hükmün karıştırılması,

Usule aykırı ve katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden sair cihetleri incelenmeksizin öncelikle bu nedenle sanık Ali hakkında kurulan hükmün tebliğnamedeki düşünce hilafına CMUK`nun 321. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2006/5834 Karar : 2007/4280 Tarih : 30.05.2007

  • TCK 27. Madde

  • Sınırın Aşılması

R.M.Ö.’yü kasten öldürmekten sanık A.A., işbu ölümle biten kavgada suç delillerini gizlemekten sanıklar S.K., F.B., ile S.C.’nin yapılan yargılamaları sonunda; sanık A.A.’nın hükümlülüğüne, sanıklar S.C., F.B., ile S.K.’nin beraatlerine ilişkin K. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 19.12.2005 gün ve 207/493 sayılı hükmün Yargıtay`ca incelenmesi sanık A.A. ve müdahil vekili tarafından istenilmiş, sanık duruşma da talep etmiş olduğundan dava dosyası C. Başsavcılığından tebliğname ile gönderilmekle; sanık hakkında duruşmalı, müdahilin temyizi veçhile incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi:

1- Sanık A.A. hakkında 6136 sayılı Yasaya Muhalefet suçundan kurulan hükümde suç tarihi itibariyle para cezasının 450 YTL. yerine yazılı şekilde eksik tayin edilmesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

2-a ) Sanık A.A. ve maktulün olay gecesi alkol alarak sohbet ettikleri sırada sebebi belli olmayacak şekilde aralarında çıkan tartışma sırasında, maktulün tabancasını çekip sanığa ateş ederek sağ kol ve sol göğüs cilt altından yaraladığı, yaralanıp yere düşen sanığın da kendi üstündeki silahını çekip maktule doğru 6 el ateş ederek maktulü öldürmesiyle sonuçlanan olayda; sanığın kendine yönelik saldırıya karşı savunmada bulunurken daha az bir atışla yetinmesi yerine, çok sayıda ateş ederek savunma sınırını kastı olmaksızın aşması nedeniyle 5237 sayılı Yasanın 27/1, 22/3. maddesi delaletiyle 85. maddesinden mahkûmiyeti yerine, yazılı şekilde hüküm kurulması,

b ) Kabule göre de;

5237 sayılı Yasanın 53/1-c maddesindeki hak yoksunluğunun şartla tahliye tarihine kadar geçerli sayılmasına ibaresinin hüküm fıkrasında gösterilmemesi,

3- Sanık S.K. ve F.B.’nin olaydan sonra gelerek suç işlediğini bildikleri sanık A.A.`yı olay yerinden alıp götürerek kaçmasına yardımcı oldukları anlaşılmakla, 5237 sayılı Yasanın 283/1. maddesinden mahkûmiyetleri yerine yazılı şekilde beraatlerine karar verilmesi,

4- Sanık S.C.’nin, olaydan sonra evine gelen ve suç işlediğini söyleyen sanık A.A.`nın üzerinden çıkardığı kanlı elbiseleri alıp çöp bidonuna attığı, bilahare yakalanınca da polise yerini gösterip teslim ettiği anlaşılmakla, 5237 sayılı Yasanın 281/1-3 maddesi uyarınca mahkûmiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,

Sanıklar haklarında kurulan hükümlerin ( BOZULMASINA), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/18098 Karar: 2015/12307 Tarih: 01.07.2015

  • TCK 27. Madde

  • Sınırın Aşılması

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine dair hüküm, sanık müdafii, katılanlar vekili ve mahalli Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Karar: Katılanlar vekilinin duruşmalı inceleme isteminin, hükmedilen hapis cezasının süresinin on yıldan az olması sebebiyle 5320 Sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 Sayılı 318 ve 5271 Sayılı C.M.K.nın 299. maddeleri gereğince reddine karar verilerek yapılan incelemede:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin, katılanlar vekilinin ve mahalli Cumhuriyet savcısının sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak; Bir başka suç sebebiyle sevkedildiği mahkemede hakkında C.M.K.nın 94. maddesi uyarınca tutuklama kararı verilmesi üzerine kelepçe bağlanmaksızın şevki sağlanan ölen, adliye çıkışında kolluk görevlilerince naklinin sağlanmasından önce ailesiyle vedalaştığı sırada, kolluk görevlilerinin bir anlık dalgınlığından istifade ederek hızla ara sokaklara doğru kaçmaya başladığı, yakalamak için peşinden koşan kolluk görevlilerin öleni takibe geçtikleri, sözlü ikaza ve uyarı atışlarına rağmen durdurulamadığı ve kaçışına devam ettiği, polis memuru olan sanığın koşarak takipte olduğu sırada ilerlediği sokağın caddeyle kesişim noktasındaki merdivenlerden inerken dengesini kaybederek düştüğü ve buradan yarı otomatik tabancasıyla yaptığı atışlar neticesi silahından çıkan mermilerden birinin ileride cadde üzerinde kaçışını sürdüren ölenin sol omuz bölgesini sıyırarak geçtiği, diğer merminin ise ölenin kafasında sağ oksipito parietal bölgeden girip, beyinde hasar meydana getirerek kafada alın sağ orta kısım yakınından çıktığı, cilt-cilt altı bulgulara göre her iki atışın da uzak atış mesafesinden yapıldığı, atışlardan birinin de yolun solunda park halindeki aracın arka cam sağından girip ön cam solundan çıkarak yol kenarındaki betonarme kolona isabet ettiği, bu alanda da gömleksiz bir adet ateşli silah mermi çekirdeğinin elde edildiği, ara sokaklarda ve merdivenlerin bitiminde sanığın silahından yapıldığı anlaşılan ikişer adet kovanın ele geçirildiği, sanığın düştükten sonra ateş ettiği yer ile ölenin vurulduğu yer arasında yaklaşık 23 metrelik bir mesafenin olduğu, mermi çekirdeklerinin yerden en az bir metre yüksekteki (duvar ve otomobildeki) isabet bölgeleri, ölenin vücudundaki temas noktalarıyla atış süresi dikkate alınarak mekanik arızası bulunmadığı tespit edilen yarı otomatik bir silahla Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 16. maddesinde belirtilen “…kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edebilir” hükmüne aykırı olarak ateş ederek kaçan şüphelinin ölümüne sebebiyet verdiği iddia ve kabul edilen olayla ilgili olarak sanığın hukuki durumunun belirlenmesi için öncelikle hukuki düzenlemelerin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Olası kast T.C.K.nın 21. maddesinin 2. fıkras 2. fıkrasında; “Kişinin, suçun kanunî tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi hali” biçiminde tanımlanmış, fıkra gerekçesinde ise; “Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir.” şeklinde, olası kastın uygulanma şartları belirtilmiştir. Öğretide de, olası kast, suçun kanuni tanımındaki objektif unsurların gerçekleşebileceği, ciddi bir şekilde mümkün görülmesine rağmen, fiilin işlenmesi suretiyle tipikliğin gerçekleşmesi şeklinde tanımlanmıştır. (Koca/Üzülmez; Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler; 4. Baskı; sh. 152.)

Fail, hareketinden doğacak sonuçları bilerek ve isteyerek hareket etmişse kast gerçekleşmiştir. Buna karşılık, fail belli bir sonucu gerçekleştirmek üzere hareket ederken, bunun yanında başka sonuçların meydana gelmesini de göze almış ve bu sonuçlar da gerçekleşmişse, failin bu sonuçlar açısından da kasten hareket ettiği kabul olunur. Çünkü fail, asıl kastettiğinden başka, hareketinden doğacak diğer sonuçları tahmin ettiği veya öngördüğü halde hareketini devam ettirmiştir. Dolaylı kast olarak adlandırılan bu kast türüne, belirli olmayan kast, gayrimuayyen kast, olursa olsun kastı veya doluş eventualis de denilmektedir. (N. Centel, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 2.Bası, s.349, Artuk-Gökcen-Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt 1, s.597 vd ), (A. Önder. Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt.2, s. 293 vd, U. Alacakaptan, Suçun Unsurları, s.139 vd., Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s.312 vd.)

İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksir ise, 5237 Sayılı T.C.K.nın 22/2. maddesinde “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmış olup, 5237 Sayılı T.C.K.da, 765 Sayılı yer verilen, “tedbirsizlik”, “dikkatsizlik”, “meslek ve sanatta acemilik”, “nizamat, evamir ve talimata riayetsizlik”, “kayıtsızlık veya tedbirsizlik”, “hataen ve kayıtsızlıkla”, “müsamaha ve dikkatsizlik” şeklindeki taksir kalıplarına ilgili suç tiplerinde yer verilmemiş, ancak gerek öğretide, gerekse uygulamada, bu taksir kalıplarına yer verilmemiş olmanın, bir eksiklik veya farklılık oluşturmayacağı kabul edilmektedir.

Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkan ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Öğretide ve yargı kararlarında taksirin unsurları,

a-Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,

b-Hareketin iradiliği,

c-Neticenin iradi olmaması,

d-Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,

e-Neticenin öngörülebilmesi, ancak bu neticenin fail tarafından öngörülmemesi, şeklinde belirtilmiştir.

T.C.K.nın 27/1. maddesininT.C.K.nın 27/1. maddesinin uygulanması koşullarına gelince;

T.C.K.nın 27/1. maddesindeT.C.K.nın 27/1. maddesinde “Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur” şeklindeki düzenlemenin uygulanma şartları madde gerekçesinde; “Maddeyle ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerin hepsini kapsamına alacak surette sınırın kast olmaksızın aşılması HA. düzenlenmiştir.

Sınır kasten aşıldığında, örneğin, meşru savunmada bulunan kişi vaki saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile ve sırf tecavüze uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürdüğü takdirde hukuka aykırılığın kalkmayacağı ve failin bu maddedeki herhangi bir ceza indiriminden yararlanamayacağı şüphesizdir. Bu sebeple madde sınırın kast olmaksızın aşılması halini kapsamaktadır.

Yukarıda verilen örnekte fail, maruz kaldığı saldırı dolayısıyla ve içinde bulunduğu durum itibarıyla esasta gerekli olandan fazla bir savunmada bulunmuş olabilir. Sınırın aşılmasındaki bu taksir kendisinin cezalandırılmasına yol açabilirse de, bunun için işlenen suçun taksirle işlendiği takdirde de cezalandırılabilen bir fiil olması zorunludur. Demek oluyor ki, bu gibi hallerde işlenen suçun niteliğine bakılacak ve sadece kast bulunduğu takdirde cezalandırılabilen bir suç söz konusu ise faile ceza verilmeyecek buna karşılık, suç taksirle işlendiği takdirde de cezalandırılabilen fiillerden birini oluşturduğunda, maddede öngörülen biçimde cezadan indirim yapılarak faile taksirli suçtan dolayı ceza verilecektir” şeklinde açıklanmış olup, T.C.K.nın 27. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrasının uygulanabilmesi için; öncelikle bir hukuka uygunluk nedeninin söz konusu olması ve failin, bu hukuka uygunluk nedenine dair koşulların sınırlarını “kast olmaksızın” aşması gerekmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da sınır kasten aşılmış ise bu fıkrayla uygulama yapılamayacaktır. Somut olayda hakkında tutuklama kararı verilen ancak kelepçe takılmadığından yararlanarak kaçan şüpheliyi yakalamak için yaralama kastıyla hareket eden ve sınırı kasten aştığı hususunda duraksama yaşanmayan sanığın eyleminin T.C.K.nın 27/1. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği, meydana gelen sonucu kabullenerek hareket ettiğine dair kanıt bulunmadığından eylemin olası kastla öldürme suçu kapsamında da değerlendirilemeyeceği, yaralamak suretiyle etkisiz hale getirme kastıyla hareket eden sanığın eylemi neticesi meydana gelen ölümden T.C.K.nın 87/4. maddesi gereğince sorumlu tutulması gerektiği ve sanığın T.C.K.nın 87/4. maddesi gereğince mahkumiyeti yerine atılı şekilde T.C.K.nın 85/1, 27/1. maddeleri gereğince mahkumiyetine hükmedilmesi,

Sonuç: Kanuna aykırı olup, katılanlar vekilinin ve mahalli Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı 5320 Sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 Sayılı 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak bozulmasına, temyiz harcının istenmesi halinde iadesine, 01.07.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2011/8366 Karar: 2012/18114 Tarih: 24.09.2012

  • TCK 27. Madde

  • Sınırın Aşılması

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- ) 5237 Sayılı T.C.K.nin 256. maddesi gereğince; zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna dair hükümler uygulanacaktır. Eylemin 5237 Sayılı T.C.K.nin 25. maddesine göre meşru savunma kapsamında olması ya da 27/2. maddeye göre meşru savunmada sınırın aşılmasının, mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi halinde faile ceza verilemeyecek. 27/1. maddeye göre ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa taksirli suç için kanunda yer alan cezaya hükmolunup ayrıca indirim yapılacaktır.

Yargılamaya konu somut olayda zabıta memuru olan sanıkların, arabasıyla seyyar satıcılık yapan D. K.’ı uyararak arabasının muhafaza altına alınacağını söylemesi üzerine, bunu kabul etmeyen D.’un, arabasından aldığı kurusıkı tabancayla sanıklara doğru ateş ederek A. C. D.’u göğsünden yaraladığı, sanıkların da vurmak suretiyle D. K.’ı basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaraladıklarının kabul edilmesi D. K. hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan da hükümlülük kararı verilmesi karşısında: zor kullanma yetkisine sahip belediye zabıta görevlileri olan sanıkların, direnmenin mahiyetine ve derecesi dikkate alınarak görevlerinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanıp kullanmadıkları, eylemlerinin aynı Kanun’un 25 ya da 27 maddeye göre meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, zor kullanma yetkisinde sınırın kasten aşıldığının kabulü halinde ise haksız tahrikin varlığı tartışılmadan kasten yaralama suçundan hükümlülük kararları verilmesi,

2- ) 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve 7/2. madde ve fıkrası uyarınca sanıklar yararına olan 5728 Sayılı Kanunun 562. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrası ile C.M.K.nın 231/5. madde ve fıkrasında öngörülen, hükmolunan cezanın geri bırakılması sınırının iki yıla çıkarılması ve sözkonusu 562. maddesinin 2. fıkras 2. fıkrası ile de C.M.K.nın 231/14 madde ve fıkrasındaki, suçun soruşturulması ve kovuşturulmasının şikayete bağlı olması koşulunun kaldırılması karşısında, 6008 Sayılı yasa değişikliği de göz önüne alınarak hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağının değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

SONUÇ : Yasaya aykırı ve sanıkların temyiz nedenleriyle tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükümlerin BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 24.09.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS