İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
TCK Madde 184
(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.
(5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.
(6) (Ek: 29/6/2005 – 5377/21 md.) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.
TCK Madde 184 Gerekçesi
Madde metninde imar mevzuatında belirlenen usul ve koşullara aykırı olarak inşa faaliyetinde bulunmak, suç olarak tanımlanmıştır.
Birinci fıkradaki suç, yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapmak veya yaptırmakla oluşur. Böylece, sadece binayı inşa eden yüklenici, taşeron, usta veya kalfa değil; inşaatın sahibi de, bu suçtan dolayı fail olarak sorumlu tutulacaktır. Ayrıca, bu tür inşa faaliyetlerine kontrol ve denetim hizmeti veren teknik kişiler de bu suçtan dolayı fail sıfatıyla cezalandırılacaktır.
İkinci fıkrada; yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılması ya da bu hizmetlerden yararlanılmasına müsaade edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
Üçüncü fıkrada ise, yapı ruhsatiyesine dayalı olarak yapılmış olsun veya olmasın, yapı kullanma izni alınmamış binalara elektrik, su, telefon veya gaz bağlantısı yapılması veya bu hizmetlerden yararlanılmasına müsaade edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
Dördüncü fıkraya göre, yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai veya ticari faaliyetin icrasına müsaade edilmesi, ayrı bir suç oluşturmaktadır.
Beşinci fıkrada bu madde hükümlerinin uygulanma alanı ile ilgili sınırlama getirilmiştir. Bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanabilecektir. Örneğin organize sanayi bölgeleri, özel imar rejimine tabi bölge niteliği taşımaktadır. Ancak, sınai ürünlerin üretiminin yapıldığı tesisler açısından bu sınırlama kabul edilmemiştir. Bu bakımdan, köy sınırları içinde inşa edilen, sınai ürünlerin üretiminin yapıldığı tesisler açısından da bu madde hükümleri uygulanabilecektir.
TCK 184 (İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu) Emsal Yargıtay Kararları
Ceza Genel Kurulu- Karar:2018/540
- TCK 184
- İmar kirliliğine neden olma suçunun idari sınırları mevcuttur
- Suça konu binanın belediye sınırları dışında ancak K. İlçe Belediyesinin mücavir alanında kalması, TCK’nın 184. maddesinin dördüncü fıkrasının üçüncü fıkra hariç ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tâbi yerlerde uygulanabilmesi karşısında, suçla korunmak istenen hukuki yarar ve ceza hukukunda kanunilik ilkesi bağlamında imar kirliliğine neden olma suçunun mücavir alanda işlenememesi nedeniyle suçun unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti bakımından anılan yerde özel imar rejimi bulunup bulunmadığı araştırılarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
“İmar kirliliğine neden olma” suçu 5237 sayılı TCK’nın 184. maddesinde;
“(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.
(5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.
(6) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu hükme göre; yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan ya da yaptıran, yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere su, elektrik veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden, yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faliyetin icrasına müsaade eden kişiler maddede yazılı cezalarla cezalandırılacaktır.
Maddenin dördüncü fıkrası uyarınca; üçüncü fıkra dışındaki hükümler, ancak belediye sınırları içinde veya özel infaz rejimine tabi yerlerde uygulanacaktır. Ancak, failin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hâle getirmesi durumunda, maddenin bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmayacak, açılmış olan kamu davası düşecek, mahkûm olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacaktır.
Düzenlemenin dördüncü fıkrasından anlaşılacağı üzere belediye sınırları ile özel imar rejimine tabi yerler haricindeki alanlar bu suç tipiyle korunmak istenen hukuki yararın dışındadır. Kanun koyucu bu suçun ülke sınırları içerisindeki belli yerlerde işlenmesi durumunu cezai yaptırım altına almıştır. Dolayısıyla Kanun’da geçen belediye sınırları ve özel imar rejimine tabi yerler ile bu bağlamda mücavir alan kavramlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Sınırların tespiti” başlıklı 5. maddesinde;
“Yeni kurulan bir belediyenin sınırları, kuruluşu izleyen altı ay içinde aşağıdaki şekilde tespit edilir:
a) Eskiden beri o yerleşim yerine ait sayılan tarla, bağ, bahçe, çayır, mera, otlak, yaylak, zeytinlik, palamutluk, fundalık gibi yerler ile kumsal ve plajlar belediye sınırı içine alınır.
b) Belediye sınırlarını dere, tepe, yol gibi belirli ve sabit noktalardan geçirmek esastır. Bunun mümkün olmaması durumunda, sınır düz olarak çizilir ve işaretlerle belirtilir.
c) Belediyenin sınırları içinde kalan ve eskiden beri komşu belde veya köy halkı tarafından yararlanılan yayla, çayır, mera, koru, kaynak ve mesirelik gibi yerlerden geleneksel yararlanma hakları devam eder. Bu haklar için sınır kâğıdına şerh konulur.
d) Çizilen sınırların geçtiği yerlerin bilinen adları sınır kâğıdına yazılır. Ayrıca yetkili fen elemanı tarafından düzenlenen kroki sınır tespit tutanağına eklenir.”,
“Sınırların kesinleşmesi” başlıklı 6. maddesinde ise, “Belediye sınırları, belediye meclisinin kararı ve kaymakamın görüşü üzerine valinin onayı ile kesinleşir. Kesinleşen sınırlar, valilikçe yerinde uygulanmak suretiyle taraflara gösterilir ve durum bir tutanakla belirlenir. Kesinleşen sınır kararları ile dayanağı olan belgelerin birer örneği; belediyesine, mahallî tapu dairesine, il özel idaresine ve o yerin mülkî idare amirine gönderilir. Kesinleşen sınırlar zorunlu nedenler olmadıkça beş yıl süre ile değiştirilemez.” 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 12.11.2012 tarihli ve 6360 sayılı Kanun’la değişik 5. maddesine göre; “Büyükşehir belediyelerinin sınırları, il mülki sınırlarıdır. İlçe belediyelerinin sınırları, bu ilçelerin mülki sınırlarıdır.»
12.11.2012 tarihli ve 6360 sayılı “On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”unsuç ve karar tarihinden sonra yürürlüğe giren “Büyükşehir belediyesi kurulması ve sınırlarının belirlenmesi” başlıklı 1. maddesine göre ise;
“(1) Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Ordu, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illerinde, sınırları il mülki sınırları olmak üzere aynı adla büyükşehir belediyesi kurulmuş ve bu illerin il belediyeleri büyükşehir belediyesine dönüştürülmüştür.
(2) Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, G., İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya ve Samsun büyükşehir belediyelerinin sınırları il mülki sınırlarıdır.
(3) Birinci ve ikinci fıkrada sayılan illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içerisinde yer alan köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış, köyler mahalle olarak, belediyeler ise belde ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır.
(4) İ. ve Kocaeli il mülki sınırları içerisinde bulunan köylerin tüzel kişiliği kaldırılarak bağlı bulundukları ilçe belediyesine mahalle olarak katılmıştır.
(5) Birinci, ikinci ve dördüncü fıkrada sayılan illerdeki il özel idarelerinin tüzel kişiliği kaldırılmıştır.
(6) Birinci ve ikinci fıkrada sayılan illerin bucakları ve bucak teşkilatları kaldırılmıştır.” Düzenlemelerine yer verilmiştir.
Bu düzenlemelerle belediye ve büyükşehir belediye sınırlarının ne şekilde tespit edileceği, kesinleşme usulü ve belediye sınırlarının kapsadığı alanlar belirlenmiş, büyükşehir olan belediyeler bakımından belediye sınırlarının il mülki sınırları, ilçe belediyeleri bakımından ise belediye sınırlarının bu ilçelerin mülki sınırları olduğu kabul edilmiştir.
Özel imar rejimine tabi yerler kavramının tanımına kanunlarda rastlanmamaktadır. TCK’nın 184. maddesinin gerekçesinde organize sanayi bölgelerinin özel imar rejimine tabi yerlere örnek olarak sayıldığı görülmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.02.2012 tarihli ve 570-51 sayılı kararında da belirtildiği üzere, organize sanayi bölgeleri haricinde 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunu, 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu, 4691 sayılı Teknoloji Bölgeleri Kanunu, 3621 sayılı Kıyı Kanunu, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 2960 sayılı İ. Boğaziçi Kanunu gibi kanunların kapsamındaki yerler de özel imar rejimine tabi yerlere örnek sayılabilir. Suçun işlendiği yerin özel imar rejimine tabi olan bir yer olması durumunda, belediye sınırları içerisinde kalıp kalmadığına ilişkin ayrıca bir araştırma yapılmasına gerek yoktur.
Mücavir alan kavramı 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5. maddesinde; “İmar mevzuatı bakımından belediyelerin kontrol ve mesuliyeti altına verilmiş olan alanlardır.” biçiminde tanımlanmıştır. Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğüne göre “mücavir” kelimesi; “Yakın komşu olan” anlamına gelmektedir.
Mücavir alanlar; toplumsal, ekonomik ve şehirleşmeyle ilgili gelişmeleri belli bir coğrafyaya özgü ve planlı bir şekilde yönetip denetlemek amacıyla imar mevzuatı bakımından belediyelerin yetkisine bırakılan yerlerdir. Mücavir alan belirlenmesindeki amaç, belediyeye yakın çevredeki imar faliyetlerinin denetimini sağlayıp, rantı ve plansız yapılaşmayı önlemektir (Zeki Hafızoğulları, Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Topluma Karşı Suçlar, 2012, Ankara, s. 72).
İmar Kanun’un 45. maddesinde mücavir alan sınırlarının belediye meclisi ve il idare kurulu kararına dayanarak vilayetlerce Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderileceği, Bakanlığın bunları inceleyerek aynen veya değiştirerek tasdik etmeye veya değiştirilmek üzere iadeye yetkili olduğu, mücavir alandan çıkarılmanın da aynı usule tabi olduğu, Bakanlığın gerekli görmesi halinde mücavir alana alma ve çıkarma hususunda resen karar verebileceği ve ayrıca mücavir alanın ilgili belediye sınırına bitişik olması gerekmediği, bu alanların köyleri de kapsayabileceği belirtilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun 2, 5 ve 19. maddelerinde, “belediye sınırları” tabirinin yanı sıra ayrıca “mücavir alandan” da bahsedilmesi karşısında, her iki kavram arasında farklılık olduğunun ve kanun koyucunun 5237 sayılı TCK’da “özel imar rejimine tabi olan yerler” ve “belediye sınırları” terimlerini bilinçli olarak seçtiği kabul edilmelidir. Hükmün gerekçesinde de “Bu madde hükümlerinin uygulanma alanı ile ilgili sınırlama getirilmiştir” denilmektedir. Kaldı ki, yürürlükten kaldırılan 09.07.1956 tarihli ve 6785 sayılı önceki İmar Kanunu’nun 47. maddesinde “Belediye hudutlarına mücavir bulunan… sahalarda” denilmek suretiyle de mücavir alanın belediye sınırları dışında olduğu, ancak bu sahaların İmar Kanunu hükümlerine tabi olduğuna yönelik bir düzenleme getirilmişti. Dolayısıyla belediye sınırları içerisindeki alanlar ile özel imar rejimine tabi olan yerler haricindeki alanlar bu suçla korunmak istenen hukuki yararın dışında tutulmuştur. Belediye sınırları dışına bazı belediyecilik hizmetlerinin götürülmesi veya imar mevzuatı bakımından bir yerin belediyenin yetki sınırları içerisinde olması, buranın kendiliğinden belediye sınırları içerisinde olduğu anlamına gelmez. Nitekim, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 11. maddesinden anlaşılacağı üzere bir alanda belediye kurulup belediyenin seçilmiş organlarının iş başına gelmesi bu alan içindeki köylerin idari varlığının ve tüzel kişiliğinin sona ermesine yol açacaktır. Ancak, bir köyün mücavir alan sınırlarına alınması köyün idari ve tüzel kişiliğinin sona erdiği anlamına gelmemektedir.
Ceza hukukunda “kanunilik ilkesinin” bir sonucu olarak, özel bir imar rejimi bulunmayan belediye mücavir alanı içerisinde, kişilerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak bina yapması veya yaptırması durumunda imar kirliliğine neden olma suçu işlenmiş olmayacaktır. Ruhsatsız yapılaşmanın sadece belediye sınırlarında veya özel imar rejimine tabi yerlerde ceza hukuku anlamında takip edilmesi, kapsam dışı bırakılan alanlar bakımından bir korumasızlığı akla getirse de bu yerlerde gerçekleştirilen inşaat faliyetleri açısından bir sorumsuzluk söz konusu olmayıp, sadece Türk Ceza Kanunu açısından suç oluşmamakta, ancak 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri uyarınca, gerektiğinde ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapının mühürlenmesi, yıkılması ve idari para cezası uygulamaları söz konusu olabilecektir (M. Kaplan, İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu, Doktora Tezi, Antalya, 2016, s. 200-201).
Öte yandan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle, adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
K.B. İmar ve Şehircilik Müdürlüğü görevlilerince 07.05.2009 tarihinde K.M. T.Y. … Ada … parselde yapılan kontrolde, sanık A. B.’nin ruhsatsız olarak yaptığı inşaatın mühürlenerek durdurulduğu ve Belediye Başkanlığının 08.06.2009 tarihli ve 357 sayılı yazısı ile 30 günlük süre içerisinde mührün bozularak inşaata devam edilmesi nedeniyle TCK’nın 184. maddesi gereğince işlem yapılması amacıyla Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğu olayda, suçun K. Büyükşehir Belediyesi sınırlarının il mülki sınırları statüsü kazanmasında önce işlenmesi, suça konu binanın belediye sınırları dışında ancak K. İlçe Belediyesinin mücavir alanında kalması, TCK’nın 184. maddesinin dördüncü fıkrasının üçüncü fıkra hariç ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tâbi yerlerde uygulanabilmesi karşısında, suçla korunmak istenen hukuki yarar ve ceza hukukunda kanunilik ilkesi bağlamında imar kirliliğine neden olma suçunun mücavir alanda işlenememesi nedeniyle suçun unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti bakımından anılan yerde özel imar rejimi bulunup bulunmadığı araştırılarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Ceza Genel Kurulu- Karar:2018/479
- TCK 184
- İmar kirliliğine neden olma suçunda ETKİN PİŞMANLIK şartları
5237 sayılı TCK’nın “İmar Kirliliğine Neden Olma” başlıklı 184. maddesi:
“(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.
(5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkûm olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.” biçiminde düzenlenmiş olup,
Maddenin birinci fıkrasında, yapı ruhsatiyesi almadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapmak veya yaptırmak; ikinci fıkrasında yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar için kurulan şantiyelere elektrik, su ve telefon bağlantısı yapılmasına izin verilmesi, üçüncü fıkrasında da yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faliyetin icrasına müsaade edilmesi suç olarak tanımlanmış, dördüncü fıkrasında üçüncü fıkra hariç bu madde hükümlerinin uygulanma alanı ile ilgili sınırlama getirilmiş, uyuşmazlık konusuyla ilgili beşinci fıkrasında ise, birinci ve ikinci fıkralarda tanımlanan suçları işleyenler hakkında, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yapılan veya yaptırılan binanın imar planına ve ruhsatına uygun hâle getirilmesi hâlinde kamu davası açılmayacağı, açılmış kamu davasının düşeceği ve mahkûm olunan cezanın bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacağı hüküm altına alınmıştır. Beşinci fıkra hükmü hükümet tasarısında ve adalet komisyonunca kabul edilen metinde yer almamakta olup TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında verilen bir önerge ile maddeye eklenmiş, önerge gerekçesinde; “Bu değişiklikle, imar kirliliğine aykırı davranışların ortaya çıkardığı sonuçların ortadan kaldırılmasının sağlanması amaçlanmıştır” açıklamasına yer verilmiştir.
TCK’nın 184. maddesinin beşinci fıkrası niteliği itibariyle bir etkin pişmanlık hükmüdür. Bu nedenle uyuşmazlığın sağlıklı bir biçimde çözümlenebilmesi için etkin pişmanlık müessesesi üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın kabul ettiği suç teorisi uyarınca, suçun kanuni tanımında yer alan unsurların gerçekleşmesiyle, ortaya cezalandırmaya layık bir haksızlık çıkmakta, kusuru kaldıran bir sebebin de bulunmaması hâlinde fail hakkında bir cezaya hükmolunmaktadır. Fakat bazı hâllerde kanun koyucu, failin cezalandırılması için başka birtakım unsurların da bulunması ya da bulunmamasını aramıştır. İşte haksızlık ve kusur isnadı dışında kalan bu gibi hususlar “Suçun unsurları dışında kalan hâller” başlığı altında ele alınmaktadır. Bunlardan failin cezalandırılması için gerekli olanlara “objektif cezalandırılabilme şartları”, bulunmaması gerekenlere de “şahsi cezasızlık sebepleri” veya “cezayı kaldıran veya azaltan şahsi sebepler” denilmektedir (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, 8. Baskı, s.351). Bu yönüyle etkin pişmanlık cezayı kaldıran veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebepler arasında yer almaktadır.
İşledikleri suç nedeniyle kişilerin cezalandırılması kural olmakla birlikte, bazı şartların gerçekleşmesi hâlinde, kişi hakkında ceza davasının açılmasından, açılmış olan davanın devamından ve sonuçta ceza verilmesinden ya da mahkûm olunan cezanın infazından vazgeçilmesi izlenen suç politikasının bir gereğidir. Bilindiği üzere suç, bir süreç içinde işlenmekte olup, buna suç yolu (iter criminis) denilmektedir. Bu süreçte fail önce belli bir suçu işlemek hususunda karar vermekte, daha sonra bunun icrasına yönelik hazırlıkları yapmakta, son olarak da icra hareketlerini gerçekleştirmektedir. Çoğu suç, fiilin icra edilmesiyle tamamlanırken, kanuni tarifte ayrıca bir unsur olarak neticeye yer verilen suçlarda suçun tamamlanması için fiilin icra edilmesinden başka ayrıca söz konusu neticenin de gerçekleşmesi aranmaktadır. TCK’nın 36. maddesindeki “Gönüllü vazgeçme” düzenlemesi ile failin suç yolundan dönerek suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlemesi; etkin pişmanlığa ilişkin düzenlemeler ile de suç tamamlandıktan sonra hatasının farkına vararak nedamet duyup neden olduğu haksızlığın neticelerini gidermesi için teşvikte bulunulması amaçlanmıştır.
5237 sayılı TCK’da etkin pişmanlık, bütün suçlarda uygulanabilecek genel bir hüküm olarak değil, özel suç tipleri bakımından uygulanabilecek istisnai bir kurum olarak düzenlenmiştir. Bu bağlamda kanun koyucu bazı suçlara ilişkin etkin pişmanlık düzenlemesini “etkin pişmanlık” başlığıyla bağımsız bir madde hâlinde (TCK’nın 93, 110, 168, 192, 201, 221, 248, 254, 269, 274 ve 293. maddeleri), bazılarını ise suç tipinin düzenlendiği maddenin bir fıkrası şeklinde yapmıştır. (TCK’nın 184/5, 230/5, 245/5, 275/2-3, 281/3, 282/6, 289/2, 297/4 ve 316/2. maddeleri). Bu düzenlemelerin bir kısmında etkin pişmanlık nedeniyle failin cezasının bütünüyle ortadan kaldırılması öngörülmüş iken bir kısmında ise sadece belli oranda indirilmesi kabul edilmiştir.
Etkin pişmanlık, Kanun’un etkin pişmanlığa imkân tanıdığı her suç tipinde o suçun karakterine uygun bir yapıya bürünmektedir (Yasemin Baba, Türk Ceza Kanun’unda Etkin Pişmanlık, 12 Levha Yayınları, İ., 2013, 1. Baskı, s. 22). Ancak bu durum etkin pişmanlık düzenlemeleri arasında hiçbir ortak unsur olmadığı anlamına gelmemektedir. Gerek Türk Ceza Kanun’undaki gerekse özel ceza kanunlarındaki etkin pişmanlık düzenlemeleri incelendiğinde ve öğreti ile yargısal kararlardaki görüşler değerlendirildiğinde etkin pişmanlığın unsurlarının;
1-Kanunda etkin pişmanlığa imkân tanıyan bir düzenleme bulunması,
2-Suçun tamamlanmış olması,
3-Failin kanunda öngörülen biçimde aktif bir davranışının olması,
4-Failin bu davranışın iradi olması,
Şeklinde belirlenmesi mümkündür.
Etkin pişmanlığın uygulanabilmesi için öncelikle kanunda o suç ve faili bakımından buna imkân tanıyan özel bir düzenleme bulunması gerekir. Her suç açısından etkin pişmanlığın uygulanması mümkün değildir. Esasen niteliği gereği her suç etkin pişmanlığa elverişli de değildir. O suç tipi bakımından kanunda etkin pişmanlık düzenlemesi öngörülmemişse “Kanunilik ilkesi” uyarınca kıyas veya yorum yoluyla da olsa etkin pişmanlık uygulanamaz. Örneğin; TCK’nın 168. maddesinde marvarlığına yönelik bazı suçlar bakımından etkin pişmanlık düzenlemesi öngörülmüştür. Suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu bu suçlar arasında sayılmadığından, bu suç da malvarlığına yönelik bir suç olmasına karşın TCK’nın 168. maddesinin uygulanması mümkün değildir.
Etkin pişmanlık hükmünün uygulanabilmesi için suçun tamamlanmış olması gerekir. Teşebbüs aşamasında kalan suçlar bakımından etkin pişmanlıktan söz edilemez, ancak şartları var ise «Gönüllü vazgeçme» gündeme gelebilir.
Etkin pişmanlığın diğer bir şartı failin kanunda öngörülen biçimde aktif bir davranışının bulunmasıdır. Gerçekten de etkin pişmanlığa ilişkin düzenlemeler incelendiğinde “Suçun meydana çıkmasına ve diğer suçluların yakalanmasına hizmet ve yardım etme”, “Mağdurun şahsına zararı dokunmaksızın kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakma”, “Mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen giderme”, “Diğer suç ortaklarını ve sahte olarak üretilen para veya kıymetli damgaların üretildiği veya saklandığı yerleri merciine haber verme”, “Örgütü dağıtma veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlama”, “İftiradan dönme”, “Gerçeği söyleme” gibi çeşitli şekillerde failden işlediği suçla gerçekleşen haksızlığın neticelerini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaya yönelik aktif davranışlarda bulunmasının arandığı görülmektedir. Gerçekleştirdiği haksızlığın neticelerini Kanun’un aradığı biçimde ortadan kaldırmaya yönelik hiçbir aktif davranışta bulunmayan fail hakkında etkin pişmanlık hükmünün uygulanması mümkün değildir. Nitekim müessesenin adlandırılmasında sergilenmesi gereken davranışın bu özelliğine binaen “etkin” kelimesi tercih edilmiştir. Karşılaştırılmalı hukukta da müessesenin adlandırılmasında benzer bir vurgunun yapıldığı görülmektedir. Örneğin; sırasıyla Alman, Fransız, İspanyol ve İngiliz Hukukunda adlandırma şu şekildedir: “Tätige Reue”, “Repentir actif”, “Arrepentimiento activo eficaz”. “Active repertance”. Ancak aktif davranış, bizzat fail tarafından bir davranışta bulunulmasının zorunlu olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Failin iradesine dayanan üçüncü kişinin hareketi de, bu hareketin yapılmasına fail tarafından neden olunduğu sürece yeterli kabul edilmelidir.
Etkin pişmanlığın varlığının kabul edilebilmesi için sanığın suç sonrası sergilediği aktif davranışın iradi olması da lazımdır. Bu şart etkin pişmanlığın subjektif unsurunu teşkil etmektedir. Etkin pişmanlığın varlığının kabulü için tek başına failin haksızlığın sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik davranışlarda bulunmuş olması yeterli değildir. Etkin pişmanlıkta fail, suç sonrası zararı gidermeyi, engellemeyi, düzeltmeyi ya da tehlikeyi önlemeyi iradi yani gönüllü olarak yapmalıdır. Çoğu zaman fail bu tür davranışları, suçu işledikten sonra duyduğu pişmanlığın tesiri ile yapmaktadır. Bu nedenle müessesenin adlandırılmasına tercih edilen ikinci kelime de “pişmanlık” olmuştur. Aynı şekilde karşılaştırılmalı hukukta da örnekleri verilen isimlerden anlaşılacağı üzere «tövbe» kelimesi ile bu vurgunun yapıldığı görülmektedir. Etkin pişmanlıkta ceza verilmesinden vazgeçilmesinin yahut cezadan indirim yapılmasının temelinde failin bu pişmanlığı yatmaktadır. Zira cezalandırılmada güdülen asıl amaç kişinin pişmanlık duymasını sağlayıp yeniden topluma kazandırılmasıdır. Failin dışa yansıyan davranışının, pişmanlığının tezahürü olarak kabul edilebilecek derecede iradi olması yeterlidir. Bu anlamda failin iç dünyasına bakılarak gerçekten samimi olup olmadığı aranmaz. Sanığın davranışında cezadan kurtulma saiki etkili olmuş olsa dahi önemli olan salt bu saikle hareket edilmemesidir. 5237 sayılı TCK’nın uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarında etkin pişmanlığa ilişkin 192. maddesiyle ilgili Adalet Komisyonunda yapılan görüşmelerde Kanun’un hazırlanmasında görevli akademisyenlerden A. S. “…Gönüllü vazgeçme veya etkin pişmanlıkta, biz, kişinin iç dünyasında gerçekten nedamet duyup duymadığına bakmıyoruz sadece. Yani, gönüllü vazgeçme ve etkin pişmanlıklık da, biz, suç politikası gereğince, kişinin suç yolundan, kendi iradesiyle dönüp dönmemesine bakıyoruz. O yüzden, kendi iç dünyasında gerçekten pişmanlık duyup duymadığına ilişkin konular, aslında ne gönüllü vazgeçmeyi, suça teşebbüsü ne de buradaki etkin pişmanlığın belirleyici unsuru değildir” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur (Adalet Bakanlığı Yayın İşleri Dairesi Başkanlığı, Tutanaklarla Türk Ceza Kanunu, Ankara 2005, s. 697).
Etkin pişmanlıkla ilgili belirtilen bu genel şartlar dışında kanun koyucu tarafından ilgili suç tipinde özel olarak etkin pişmanlığın belli bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşmesi yahut bazı önşartların varlığı da aranmış olabilir. Örneğin; TCK’nın 110. maddesinde etkin pişmanlığın soruşturmaya başlanmadan önce ve mağdurun şahsına zarar dokunmaksızın gerçekleşmiş olması gerekir. Bu hâllerde etkin pişmanlık hükmünün uygulanabilmesi için ilgili zaman şartının ve önşartın da gerçekleşmiş olması gerekir. Etkin pişmanlıkla ilgili bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu bakımından ruhsatsız ve ruhsata aykırı yapılar ile ilgili 3194 sayılı İmar Kanunu’ndaki düzenlemelerin de gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Ruhsat alınmadan ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapılması durumunda idarenin hangi eylem ve işlemlerde bulunacağı İmar Kanunu’nun 32. maddesinde düzenlenmiş olup; idarece yapının ruhsatsız ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapılmış olduğunun herhangi bir şekilde öğrenilmesi durumunda hemen inşaatın mevcut hâlinin tespit edilip yapının mühürlenerek inşaatın durdurulacağı hüküm altına alınmıştır. İdare, yapının ruhsatsız ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapılmış olduğunu tespit ettiği takdirde inşaatın ne şekilde ruhsat veya eklerine aykırı olduğunu tutanağa geçirecek ve yapının durdurulmasına ilişkin düzenlenen bu tutanağın bir sureti yapıya asılacaktır. Askı tarihinde yapı sahibine karar tebliğ edilmiş sayılır. Bu tarihten başlamak üzere yapı sahibine ruhsat alması ya da yapıyı ruhsata uygun hâle getirmesi için bir ayı geçmemek kaydı ile süre verilir. Yapı sahibi bu sürede ruhsat alır ya da yapıyı ruhsata uygun hâle getirirse ilgili idareden mührün kaldırılarak inşaata devam edebilmesi için izin ister. İlgili idare yaptığı incelemede eksikliklerin giderildiği kanaatine ulaşırsa mührün kaldırılmasına ve inşaata devam edilmesine izin verir. İnşaat mühürlendikten sonra herhangi bir nedenle inşaata devam olunması hâlinde, sağlam bırakılmış olsa bile mühür sökülmüş (fek edilmiş) sayılır ve Türk Ceza Kanunu’nun mühür fekkine ilişkin hükümleri uygulanır. Yapı sahibi, idarenin kendisine verdiği süre içerisinde ruhsat almaz ya da yapıyı ruhsat ve eklerine uygun hale getirmez ise varsa ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.
İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca yapı sahibi yerine idarece yapılan yıkımın masraflarının tahsili imar para cezası niteliğinde olmayıp, bu nedenle yapı sahibinden sadece yapılan masrafların bedeli istenebilir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
5237 sayılı TCK’nın 184. maddesinin beşinci fıkrası hükmünden yararlanılabilmesi için kişinin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hâle getirmesi gerekmektedir. Ruhsat alacak ya da ruhsatına uygun hâle getirecek kişi, hakkında soruşturma yapılan ya da hakkında kamu davası açılmış olan veya yargılanıp ceza almış olan kişi ya da kişilerdir. Ruhsatsız yapının 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca belediye görevlilerince yıkılması durumunda imar kirliliğine neden olma suçundan sanık hakkında doğrudan salt yıkımın gerçekleştiğinden bahisle TCK’nın 184. maddesinin beşinci fıkrasının uygulanması mümkün değildir. Zira bu hâlde etkin pişmanlığın zorunlu unsuru olan sanık tarafından ortaya konulmuş hiçbir aktif davranış bulunmamaktadır. Ruhsatsız yapının yıkılması idarenin bir görevi olup sanıktan bağımız olarak idare tarafından gerçekleştirilen yıkım nedeniyle yıkıma karşı çıkılmamış olsa bile TCK’nın 184. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi etkin pişmanlık müessesesinin ruhuna ve maddenin konuluş amacına aykırı olacaktır.
Ancak, ruhsatsız yapının yıkılması, alınması gerekli önlemler, ihtiyaç duyulan teknik ekipmanlar vs. itibariyle çoğu zaman yapı sahibi tarafından gerçekleştirilemeyecek bir eylemdir. Bu nedenle yapı sahiplerinin nasıl olsa yıkım masraflarını ödeyecekleri düşüncesi ile yıkımın idare tarafından gerçekleştirilmesini beklemeleri doğal karşılanmalıdır. Böyle bir durumda ise salt yıkımın fail tarafından gerçekleştirilmediğinden bahisle etkin pişmanlık hükmünün uygulanmaması adil bir çözüm olmayacaktır. Bu nedenle yıkımın idarece gerçekleştirildiği hâllerde failin yıkıma fiilen karşı gelip gelmediği ve iradi olarak yıkım masraflarını karşılayıp karşılamadığı hususları araştırılarak failin fiilen yıkıma karşı gelmediğinin ve cebri icra gibi herhangi bir zorlama olmaksızın kendiliğinden yıkım masrafları ödediğinin tespit olunması hâlinde sanık lehine TCK’nın 184. maddesinin beşinci fıkrasının uygulanma şartlarının gerçekleştiği kabul edilmeli, aksi durumda ise anılan etkin pişmanlık hükmü uygulanmamalıdır.
Ceza Genel Kurulu- Karar:2015/520
- TCK 184
- İmar kirliliğine neden olma suçunda Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) uygulanamaz.
İmar mevzuatında belirlenen usul ve şartlara aykırı olarak inşa faliyetinde bulunmak, maddede suç olarak tanımlanmıştır. Maddenin 5237 sayılı TCK’nın “Topluma Karşı İşlenen Suçlar” kısmının, “Çevreye Karşı Suçlar” bölümü içinde yer aldığı dikkate alındığında, korunan hukuki değerin çevre olduğu anlaşılmaktadır.
Kanun’un 184. maddesinin beşinci fıkrasına göre kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde kamu davası açılmayacak, açılmış olan kamu davası düşecek ve mahkûm olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacak, diğer bir ifadeyle fail, anılan fıkra uyarınca etkin pişmanlık hükmünün gereklerini yerine getirdiği takdirde hakkında cezaya hükmolunmayacaktır.
TCK’nın 184. maddesi ile korunan hukuki değerin, çevrenin korunması olması ve bu suçun işlenme sıklığı ve yoğunluğu ile sosyal ve toplumsal bir sorun olması gerçeği karşısında, kanun koyucunun faili cezalandırmaktan daha çok, suçun olumsuz etkilerini ortadan kaldırma ve suçun yeniden işlenmesini önleme amacını esas aldığı, bu amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak da kamu davasının açılmaması, açılmış davanın düşmesi veya mahkum olunan cezanın bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasını amaçladığı görülmektedir.
TCK’nın 184. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan düzenleme onarıcı adalet anlayışına bağlı olarak ortaya çıkan, bir çeşit etkin pişmanlık hali olup, hukuka aykırı eylemin doğurduğu sonuçların suçtan önceki hale getirilmesi şeklinde nitelendirmek mümkündür. Onarıcı adalet anlayışına uygun olarak düzenlenen 184/5. madde ile fail ıslah edilmekte, mağdur ve toplumun gördüğü zararlar giderilmekte, ayrıca sorumluluk üstlenerek mağdur ve topluma verdiği zararı kabul etme ve bunları telafi etme için faile imkân sağlanmakta ve böylece suçun olumsuz etkileri yok edilmektedir.
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözümlenmesi için hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkra ile büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı Kanun’un 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanun’un 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tâbi kılınmıştır.
Başlangıçta yalnızca yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanun’un 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarına ilişkin tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, maddeye 6545 sayılı Kanunla denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez hükmü eklenmiştir. 5560, 5728, 5739 ve 6008 sayılı Kanunlarla 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
1) Suça ilişkin olarak;
a- Yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,
b- Suçun Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlardan olmaması,
2) Sanığa ilişkin olarak;
a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
c- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
d- Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanının olmaması, Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Bu şartların varlığı halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve onsekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tâbi tutulacaktır.
Görüldüğü üzere, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine ilişkin bir beyanının olmaması ile suça ve sanığa ilişkin bütün objektif şartların gerçekleşmiş olması yeterli değildir. Ayrıca mahkemenin, kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışlarını göz önünde bulundurarak sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda olumlu bir kanaate uluşması da gerekmektedir. Böylece kanun koyucu suça ve faile ilişkin tüm objektif şartları taşıyan herkes için mutlak surette hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiğini kabul etmeyip, hakime belirli ölçüler içerisinde bir takdir hakkı tanımıştır. CMK’nın 231. maddesinin uygulanma şartları ile TCK’nın 184/5. maddesi karşılaştırıldığında, imar kirliliğine neden olma suçuna özgü olarak düzenlenen 184/5. maddesi ile fail açısından daha lehe sonuçlar öngörülmüştür. Nitekim fail hakkında hükmolunan ceza kesinleşse dahi, suça konu binanın imar planına veya ruhsatına uygun hale getirilmesi halinde bir süre şartı aranmaksızın ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacak, açılmış olan kamu davasının yine süre şartı aranmaksızın düşmesine karar verilecektir. CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün uygulanması ise objektif şartların yerine getirilmesi ve mahkemece sanığın yeniden suç işlemeyeceğine ilişkin kanaate ulaşılması halinde mümkün olacak, açılmış olan kamu davasının düşmesine karar verilebilmesi için ise, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildikten sonra sanığın beş yıllık denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlememesi gerekecektir.
Bu nedenle, imar kirliliğine neden olma suçunda ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirerek TCK’nın 184/5. maddesindeki özel düzenlemeden yararlanma imkânı bulunan fail hakkında CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
Buna göre, daha lehe hükümleri kapsadığı konusunda tereddüt bulunmayan ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmüne göre özel bir düzenleme olan 5237 sayılı TCK’nın 184/5. maddesinin gereğini yerine getirmeyen sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenmiş olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekmediğinin kabulü zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
B. Belediyesi sınırları içerisinde yer alan Y. Mahallesi 1 parselde bulunan binanın, proje harici olarak balkonlarının kapatılıp, zeminde yan tarafa ilave ve çatı yapılması nedeniyle mühürlendiği, sanığın yapılan ihtara rağmen 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri gereğince ruhsat almadığı, suça konu yerdeki müdahaleyi sonlandırarak imara uygun hale getirmediği ve mahkemece yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılmadığı belirtilerek sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır. İmar kirliliğine neden olma suçunu işleyen sanık, ruhsatsız olarak yapılan kısımları projeye uygun hale getirerek 5237 sayılı TCK’nın 184/5. maddesindeki özel düzenlemeden yararlanma imkanı bulunduğu halde bunu yapmayarak anılan maddedeki özel düzenlemeden yararlanmamış olup, bu durumda 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenmiş olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması şartlarını yerine getirip getirmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır.
Ceza Genel Kurulu- Karar:2018/503
- TCK 184
- Suça konu imalatların yapım tarihinin ve bina vasfında olup olmadıklarının belirlenmesi amacıyla tapu kayıtlarının getirtilerek sanığa ait konutun edinme şekli ve bilirkişi raporunda edinme tarihi olarak gösterilen 24.09.2009 tarihinden önce de sanığın söz konusu yerde oturup oturmadığı saptandıktan sonra bilirkişiye yeniden inceleme yaptırılarak ruhsata aykırı imalatların yapım tarihinin ve binanın taşıyıcı unsurunun etkilenip etkilenmediğinin tespit edilmesi hususlarında teknik verilere dayalı ek rapor alınması ve dosyadaki tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Uyuşmazlığa konu TCK’nın 184. maddesinin birinci fıkrasındaki suçun oluşabilmesi için failin yapı ruhsatiyesi almadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapması ya da yaptırması gerekmektedir. TCK’nın 184. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suçun konusu, belediye sınırları veya özel imar rejimine tabi yerlerde bulunan binadır. Bu anlamda, belediye sınırları veya özel imar rejimine tabi yerler dışında bulunan binalar, anılan düzenlemenin kapsamına girmemektedir. Binanın mutlaka betonarme olması gerekmeyip ahşap binalar da TCK’nın 184. maddesinin birinci fıkrası kapsamındadır. Yine bu suç bakımından binanın ruhsata tabi olması yeterli olup belirli bir genişlikte veya yükseklikte olmasına gerek yoktur.
Maddede belirtilen “bina” kavramından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olup, bu kavram İmar Kanunu’nun 5. maddesine göre belirlenmektedir. Anılan düzenlemede bina, “Kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılar” şeklinde tanımlanmıştır.
TCK’nın 184. maddesinin birinci fıkrasında yalnızca binadan söz edilmiş olup “yapı” kavramına yer verilmemiştir. Bu nedenle, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yapılan bahçe, istinat duvarı, yüzme havuzu, iskele, köprü, tünel, rıhtım, yol ve benzeri yapılar suç kapsamına dâhil değildir (Abdulbaki Giyik, İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu, TBB Dergisi, Yıl: 2018, S. 134, s. 77). Öğretide, ruhsata uygun olarak yapılan binada ruhsat alınmaksızın sonradan değişiklik yapılmasının TCK’nın 184. maddesinin birinci fıkrası kapsamında olmadığı ileri süren yazarlar (Mine Arısoy, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu, Terazi Aylık Hukuk Dergisi, 2007, S. 13, s. 90; İbrahim Ceyhan, İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu, CHD, 2009, S. 10, s. 94) bulunmakla birlikte, böyle bir durumda suçun oluşup oluşmadığı, binada sonradan yapılan değişikliklerin niteliğine göre belirlenmelidir.
Mevcut bir bina üzerinde ve binanın kapsamı dahilinde olmak koşuluyla, İmar Kanunu’nun 21. maddesinin 3. fıkrası uyarınca “Derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar” ruhsata tabi olmadığından, yapılan değişikliğin bu kapsamda kalması hâlinde suç oluşmayacaktır.
Ancak, yasal düzenlemede sayılan hususlar dışında yapılan değişikliklerin mutlaka imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturacağı sonucuna ulaşılmamalıdır. İmar Kanunu’nun 21. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen sınırlamalar dışında kalan değişiklikler bakımından imar kirliliğine neden olma suçunun oluşabilmesi için;
Söz konusu değişikliklerin ya İmar Kanunu’nun 5. maddesi anlamında bina olarak nitelendirilmesi ya da yapılan esaslı tadilatların binanın taşıyıcı unsurunu etkilemesi gerekmektedir. Yapılan değişiklikler bina olarak nitelendirilemiyorsa, İmar Kanunu’nun 21. maddesinin 2. fıkrasına aykırı davranılması nedeniyle Aynı Kanun’un 42. maddesinde belirtilen idari yaptırımların uygulanmasıyla yetinilmelidir (Giyik, s. 78-79). Buna karşın, yapılan değişikliklerin İmar Kanunu’nun 5. maddesi anlamında bina vasfını taşıması durumunda TCK’nın 184. maddesinin birinci fıkrasındaki imar kirliliğine neden olma suçu oluşacaktır.
Yapılan değişikliklerin bina olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinde başvurulan ölçütlerden birisi, bunların “esaslı tadilat” kapsamında kalıp kalmadığıdır. Esaslı tadilat, 3030 sayılı Kanun Kapsamı Dışında Kalan Belediyeler Tip İmar Yönetmeliği’nin 16. maddesinde “Yapılarda taşıyıcı unsuru etkileyen ve/veya inşaat alanını ve ruhsat eki projelerini değiştiren işlemler” şeklinde tanımlanmış ve esaslı tadilatın ruhsata tabi olduğu ifade edilmiştir.
Yargıtay uygulamalarına göre de sonradan ruhsata aykırı olarak yapılan değişikliklerin bina niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesinde binanın taşıyıcı unsurunu etkileyip etkilemediği veya alan kazanma niteliğinde olup olmadığı hususları dikkate alınmaktadır. Yine İmar Kanunu’nun 5. maddesine uygun kapalı alanda kullanılan malzemenin kalıcı olup olmadığı ve değişikliğin sabit şekilde yapılıp yapılmadığı da Yargıtay Özel Ceza Dairelerince değişikliklerin bina vasfında olup olmadığının değerlendirilmesinde kullanılan ölçütlerdendir.
TCK’nın 344. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca imar kirliliğine neden olma suçunun, Kanun’un yayımlandığı 12.10.2004 tarihinde yürürlüğe girmesi ve 765 sayılı TCK’da bu suça yer verilmemesi nedeniyle hükmün yürürlüğe girdiği 12.10.2004 tarihinden önce bitirilmiş binalarla ilgili TCK’nın 184. maddesi uygulama alanı bulamayacaktır. Bu nedenle anılan suçun oluşabilmesi için sonradan ruhsata aykırı olarak yapılan değişikliklerin 12.10.2004 tarihinden sonra gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. maddede yer alan; “Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31/12/2017 tarihinden önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği kurum ve kuruluşlara 31/10/2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki şartların yerine getirilmesi ve 31/12/2018 tarihine kadar kayıt bedelinin ödenmesi halinde Yapı Kayıt Belgesi verilebilir. Başvuruya konu yapının ve arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu ve diğer hususlar Bakanlık tarafından hazırlanan Yapı Kayıt Sistemine yapı sahibinin beyanına göre kaydedilir.
Yapının bulunduğu arsanın 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanun’una göre belirlenen emlak vergi değeri ile yapının Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca belirlenen yaklaşık Maliyet bedelinin toplamı üzerinden konutlarda yüzde üç, ticari kullanımlarda yüzde beş oranında alınacak kayıt bedeli başvuru sahibi tarafından genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydedilmek üzere merkez muhasebe birimi hesabına yatırılır. 6306 sayılı Kanun kapsamında kullanılmak üzere kaydedilen gelirler karşılığı Bakanlık bütçesine ödenek eklemeye Maliye Bakanı yetkilidir. Bu ödenek, dönüşüm projeleri özel hesabına aktarılarak kullanılır. Kayıt bedeline ilişkin oranı iki katına kadar artırmaya, yarısına kadar azaltmaya, yapının niteliğine ve bölgelere göre kademelendirmeye, ayrıca başvuru ve ödeme süresini bir yıla kadar uzatmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Yapı Kayıt Belgesi yapının kullanım amacına yöneliktir. Yapı Kayıt Belgesi alan yapılara, talep halinde ilgili mevzuatta tanımlanan ait olduğu abone grubu dikkate alınarak geçici olarak su, elektrik ve doğalgaz bağlanabilir.
Yapı Kayıt Belgesi verilen yapılarla ilgili bu Kanun uyarınca alınmış yıkım kararları ile tahsil edilemeyen idari para cezaları iptal edilir.
Yapı ruhsatı alıp da yapı kullanma izin belgesi almamış veya yapı ruhsatı bulunmayan yapılarda, Yapı Kayıt Belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebilir. Bu durumda, ikinci fıkrada belirtilen bedelin iki katı ödenir. Beşinci fıkra uyarınca kat mülkiyetine geçilmiş olması 6306 sayılı Kanun’un ek 1 inci maddesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.
Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların, Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, bu taşınmazlar Bakanlığa tahsis edilir. Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine taşınmazlar Bakanlıkça rayiç bedel üzerinden doğrudan satılır. Bu durumda elde edilen gelirler bu maddenin ikinci fıkrasına göre genel bütçeye gelir kaydedilir. Ayrıca bu gelirler hakkında 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanun’unda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 5 inci maddesinin beşinci fıkrası hükmü uygulanmaz. Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların belediyelere ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine bedeli ilgili belediyesine ödenmek kaydıyla taşınmazlar rayiç bedel üzerinden belediyelerce doğrudan satılır.
Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlarda bulunan yapılar ile Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli araziler üzerinde bulunan yapılar bu madde hükümlerinden yararlandırılmaz. Yapı Kayıt Belgesi, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerlidir. Yapı Kayıt Belgesi düzenlenen yapıların yenilenmesi durumunda yürürlükte olan imar mevzuatı hükümleri uygulanır. Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.
Bu madde hükümleri, 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanun’unda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İ. tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 19/6/2014 tarihli ve 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanun’un 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda uygulanmaz.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık ve Maliye Bakanlığı tarafından müştereken belirlenir.” şeklindeki düzenleme, maddede belirtilen şartların yerine getirilmesi hâlinde ruhsatsız veya ruhsat eklerine aykırı yapılarla ilgili yapı kayıt belgesi verilmesinin sağlaması bakımından sanık lehine hükümler içermektedir.
Öte yandan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK; adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur. Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
G.B. C.M. U.M. C. No. … adresinde, tapunun 3025 parsel 13 bağımsız bölüm sırasında kayıtlı bulunan, sanık Ü. S.’ye ait konutta yapılan incelemede; ruhsat ve eklerine aykırı olarak dubleks meskenin birinci katında yer alan 1,5x4,80 metrekare alanlı ön balkonun plastik doğrama ile kapatılarak 7,20 metrekare, arka cephedeki 1x2,5 metrekarelik “L” şeklindeki balkonun ise yan bahçeye bakan bölümünde duvar örülerek 2,5 metrekare kapalı alan oluşturulduğunun tespit edildiği olayda;
Sanığın, yargılama evresinde, aykırılığa konu yapı unsurlarını 1997 yılından bu yana birkaç seferde yaptırdığını, son işlemin iki yıl önce yaptırdığı ferforje olduğunu savunduğu, bu savunmanın sanığın komşuları olan tanıklar R. P. ve H. M. tarafından doğrulandığı, hükme esas alınan … tarihli bilirkişi raporunda suça konu imalatın ne zaman gerçekleştirildiğine ilişkin teknik verilere dayanan bir tespit yapılmadığı, binanın taşıyıcı unsurunu etkileyip etkilemediğine yer verilmediği ve dosya kapsamından taşınmazın edinme şeklinin belirlenemediği hususları birlikte değerlendirildiğinde;
Suça konu imalatların yapım tarihinin ve bina vasfında olup olmadıklarının belirlenmesi amacıyla tapu kayıtlarının getirtilerek sanığa ait konutun edinme şekli ve bilirkişi raporunda edinme tarihi olarak gösterilen 24.09.2009 tarihinden önce de sanığın söz konusu yerde oturup oturmadığı saptandıktan sonra bilirkişiye yeniden inceleme yaptırılarak ruhsata aykırı imalatların yapım tarihinin ve binanın taşıyıcı unsurunun etkilenip etkilenmediğinin tespit edilmesi hususlarında teknik verilere dayalı ek rapor alınması ve dosyadaki tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/18366 Karar: 2017/607 Tarih: 17.01.2017
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
1-) Sanıklara yükletilen imar kirliliğine neden olma suçuna yönelik, katılan Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden, tebliğnameye uygun olarak TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA,
2-) Sanık hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan kurulan hükme yönelik temyize gelince,
04.12.2009 tarihinde düzenlenen yapı tatil tutanağında, sanığa ait dairenin üzerinde bulanan çatı arasının genişletildiği, çatı arasına bağımsız daire inşa edildiğinin belirtildiği, TCK’nın 184/5. maddesinde yer alan özel bir etkin pişmanlık hükmü olan düzenlemenin uygulanabilmesi için ruhsatsız binanın ruhsata bağlanması, ruhsata aykırı olan binanın ruhsata uygun hale getirilmesi ya da binanın tamamen yıkılarak ortadan kaldırılmasının gerektiği, bilirkişi raporunda davaya konu bağımsız bölümün doğramalarının, iç kapılarının ve tavan lambrisinin söküldüğünün belirtildiği, ancak ruhsata uygun hale getirilip getirilmediği, suça konu olan alanın tamamen yıkılıp yıkılmadığı hususlarında bilirkişiden ek rapor alınıp ve katılan belediyeden de bu hususların gerçekleşip gerçekleşmediği sorulmadan, yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak düşme kararı verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve katılan Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 17.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/18482 Karar: 2016/19572 Tarih: 21.12.2016
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 21/3 maddesine göre “derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar ruhsata tabi değildir”. Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nin 14 ve 3030 Sayılı Kanun Kapsamı Dışında Kalan Belediyeler Tip İmar Yönetmeliği’nin 16. maddesine göre esaslı tadilat, “yapılarda taşıyıcı unsuru etkileyen ve/veya inşaat alanını ve ruhsat eki projelerini değiştiren işlemler” şeklinde tanımlanarak, esaslı tadilatın, ruhsata tabi olduğu ifade edilmiştir.
TCK’nın 184/1. maddesinde “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran” kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, 3194 Sayılı İmar Yasasının 5. maddesinde de bina kavramının “kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır.” şeklinde açıklanmıştır.
Sanığın suça konu yeri 2002 yılında tamamladığı ve bu tarihten sonra herhangi bir inşai faaliyette bulunmadığı savunması karşısında, binayı kimin, hangi tarihte yapılmış olduğunun tespiti açısından, binanın yapımıyla ilgili bilgisi olan veya çevre konutlarda oturan kişilerin tanık olarak dinlenilmesi, elektrik, su, telefon aboneliklerinin hangi tarihte kim adına tesis edildiğinin araştırılması, suça konu yere dair önceki yıllara ait hava fotoğrafları veya uydu görüntülerinin temin edilmesi, yapı tatil zaptında belirtilen eklentilerin, taşıyıcı unsuru etkileyen ve/veya inşaat alanını ve ruhsat eki projelerini değiştiren işlemler olup olmadığı ve yapım tarihi hususlarında keşif yapılıp bilirkişiden ek rapor alınması, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden, eksik incelemeyle beraat kararı verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, katılanlar ve Hazine vekillerinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 21.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/18248 Karar: 2016/12034 Tarih: 01.06.2016
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Sanığın, Boğaziçi İmar Planında kalan bölgede daha önceden yıkılan gecekonduyu tekrar yaptığının tespit edildiği anlaşılmıştır.
5237 Sayılı TCK’nın 184. maddesinde yapı ruhsatiyesi almadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapmak ve yaptırmak suç olarak düzenlenmiş, bina kavramı ise 3194 Sayılı İmar Kanunu’ nun 5. maddesinde tanımlanmıştır.
2960 Sayılı Boğaziçi Kanunu’nun 13/d maddesinde yapılarda kullanma izni verildikten sonra imar mevzuatına aykırı olarak yapılan değişiklik ve eklentiler, yıkılması gereken yapılar olarak tespit edilmiştir. Aynı Kanun’un 18. maddesi ise 13. maddeye göre yıktırılması gereken yapıların sahipleri hakkında hapis cezası öngörmüştür.
2960 Sayılı yasa kapsamındaki bölgede yapılan izinsiz imalatın bina niteliğinde olması durumunda sanığın eylemi 2960 Sayılı Kanun’un 18. maddesi ve TCK’nın 184/1 maddesinde tanımlanan suçları oluşturacak, TCK’nın 44. maddesi gereğince sanığın daha ağır cezayı gerektiren 184/1 maddesi uyarınca cezalandırılması gerekecektir.
İzinsiz imalat bina niteliğinde değil ise sanığın sadece 2960 Sayılı Kanun’un 18. maddesinde düzenlenen suçtan sorumlu tutulması gerekmektedir.
TCK’nın 184/1. maddesinde “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran” kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, İmar Yasasının 5. maddesinde de bina kavramı kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır.” şeklinde açıklanmıştır.
Bu durum karşısında, sanığın konut olarak kullanılmayan gecekondu yaptığı şeklinde gerçekleşen eyleminde, 3194 Sayılı Kanun’un 5. maddesinde tanımı yapılan “bina” vasfında bulunup bulunmadığı, TCK’nın 184. maddesinin 12.10.2004 tarihinde yürürlüğe girdiği gözetilerek davaya konu olan imalatın hangi tarihte yapıldığı, ayrıca eylemin 2960 Sayılı Boğaziçi Kanununa aykırılık oluşturup oluşturmayacağı hususunda bilirkişiden ek rapor alınarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeksizin, eksik araştırma ve yetersiz bilirkişi raporu ile karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve katılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ( Boğaziçi İmar Müdürlüğü ) vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 01.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/14885 Karar: 2016/11259 Tarih: 24.05.2016
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre, yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak,
Sanık hakkında 2863 sayılı Kanunun 65/b, TCK’nın 184/1, 44. maddeleri gereğince cezalandırılması istemi ile dava açılıp, “sanığın eyleminin TCK’nın 44. maddesi uyarınca tek bir fiille kanunun birden fazla hükmünü ihlal etme niteliğinde olduğu, bu itibarla sanık hakkında en fazla cezayı gerektiren sit alanlarında koruma amaçlı imar planına aykırı olarak inşaat yapma suçundan ceza verilmesi gerektiğinden bahisle iddianame düzenlenmiş ise de; Anayasa Mahkemesinin dosyada mübrez kararı incelendiğinde 11.04.2012 tarihinde söz konusu yasa hükmünün iptal edilmiş olduğu, iptal hükmünün 1 yıl sonra yani
11.04.2013 tarihinde yürürlüğe gireceği anlaşıldığından sanık hakkında imar kirliliğine neden olmak suçundan hüküm kurmak gerektiği” gerekçesiyle TCK’nın 184/1. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 13.10.2012 tarih, 28440 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2011/18 esas, 2012/53 sayılı kararı ile 08.10.2013 tarih ve 6498 sayılı Kanun kapsamında somut olay değerlendirildiğinde; Yüksek Mahkemece “mülkiyet hakkı ihlali” iddiasının kabul edilmediği, ancak, hukuk devletinin temel ilkelerinden olan “belirlilik ilkesi”ne göre, kişilerin maliki bulundukları taşınmazların korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı niteliğiyle tescilli olduğunu ya da sit alanı içerisinde kaldığını öğrenmeleri gerektiği hususunun vurgulandığı, iptal hükmündeki gerekçeler doğrultusunda, 2863 sayılı Kanunun “tespit ve tescil” başlıklı 7. maddesinin 6498 sayılı Kanun ile değiştirildiği, buna göre, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararlarının, 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edilmesi; sit alanlarının, tabiat varlıklarının ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara ilişkin tescil kararlarının da Resmî Gazete’de yayımlanmakla birlikte, Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle duyurulması gerektiği; belirtilen değişiklik öncesinde yapılan tescil işlemleri bakımından ise, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin olarak, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığına; sit alanları, tabiat varlıkları ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara ilişkin olarak, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediğine bakılacağı;
Bu kapsamda somut olay değerlendirildiğinde, üçüncü derece doğal sit alanı içerisinde kalan yerde bina yaptıran sanığın dava konusu yerin sit alanı olduğunu bilmediğini savunması karşısında, tapu kaydındaki beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığı, tescil kararının mahallinde mutad vasıtalarla ilan edilip edilmediği araştırılıp sanığın eyleminin sanık hakkında özel normun önceliği ilkesi gereği 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçunu oluşturup oluşturmadığı değerlendirilmesi gerekirken, mahkemece “2863 sayılı Yasanın 65/a-b maddeleri Anayasa Mahkemesinin 11.04.2012 tarih 2011/18 esas 2012/53 sayılı ilamı ile iptal edildiğinden yüklenen fiil kanunda suç olarak tanımlanmadığından” şeklindeki gerekçeye dayalı olarak beraat kararı verilmesi,
Kanuna aykırı, sanık Mehmet müdafii ve katılan Niğde Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü vekilinin, temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak, (HÜKMÜN BOZULMASINA), yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 24.05.2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/14964 Karar: 2015/12258 Tarih: 30.11.2015
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
5237 sayılı TCK’nın 184/4. maddesindeki, “Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.” hükmü ile 23.07.2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun geçici ikinci maddesindeki, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, büyükşehir belediye sınırları, İstanbul ve Kocaeli ilinde il mülki sınırıdır. Diğer büyükşehir belediyelerinde, mevcut valilik binası merkez kabul edilmek ve il mülkî sınırları içinde kalmak şartıyla, nüfusu birmilyona kadar olan büyükşehirlerde yarıçapı yirmi kilometre, nüfusu birmilyondan ikimilyona kadar olan büyükşehirlerde yarıçapı otuz kilometre, nüfusu ikimilyondan fazla olan büyükşehirlerde yarıçapı elli kilometre olan dairenin sınırı büyükşehir belediyesinin sınırını oluşturur.” hükmü uyarınca, D. B.’nın 24.10.2013 tarihli yazısında, suça konu yerin, orman alanında kaldığının bildirilmesi karşısında, anılan yerin suç tarihi itibariyle özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığı ve 5216 sayılı Kanunun geçici ikinci maddesi kapsamında kalıp kalmadığı hususlarında, konusunda uzman bilirkişiden rapor alınıp, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeyerek, eksik kovuşturma ile beraat kararı verilmesi,
2- D. B.’nın 10.07.2013 tarihli cevabi yazısında suça konu yerin ormanlık alanda kaldığının belirtilmesi nedeniyle, Orman Kanunu’na muhalefet eyleminden suç duyurusunda bulunulması karşısında, yapılacak soruşturma sonucu beklenerek, dava açılması halinde CMK’nın 8 11. maddeleri gereğince delillerin birlikte değerlendirilmesi, açılan davaların birleştirilmesi ve sonucuna göre CMK’nın 225/2. maddesi de dikkate alınarak sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, eksik incelemeyle hüküm kurulması,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve katılan D. B. vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 30.11.2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/13802 Karar: 2015/11763 Tarih: 24.11.2015
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
12.01.2010 tarihli İ… Belediyesi Encümen Kararında suça konu yerin imar planında 3. derece Arkeolojik sit alanı olduğunun belirtilmesi, ayrıca TCK’nın 184/4. maddesinin; “Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır” hükmü uyarınca, mücavir alanda anılan maddenin 1. fıkrasının uygulanamaması nedeniyle, mahallinde keşif yapılarak ve ilgili kurumdan sorulmak sureti ile suça konu yerin sit alanı olup olmadığının tespiti ile sonucuna göre 2863 sayılı Kanun’a aykırılıktan suç duyurusunda bulunulması, açılması halinde davaların birleştirilmesi, TCK’nın 44. maddesi gereğince daha ağır cezayı gerektiren suçtan hüküm kurulması, sit alanı olmayıp mücavir alan içerisinde olması ya da özel imar rejimine tabi olmaması halinde de imar kirliliğine neden olma suçunun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeden eksik inceleme ile hüküm kurulması,
Kanuna aykırı ve sanık İsmail’in temyiz nedenleri ile yerinde görüldüğünden tebliğnameye aykırı olarak 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi gözetilerek (HÜKMÜN BOZULMASINA), yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 24.11.2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/14744 Karar: 2015/11330 Tarih: 18.11.2015
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
1- )Mühür bozma suçuna ilişkin kararda öngörülen cezanın nitelik ve niceliğine göre, verildiği tarih itibariyle hükmün temyiz edilmez olduğu anlaşıldığından, tebliğnameye uygun olarak, 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca, sanık M. K.’nın TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE,
2- ) İmar kirliliğine neden olma suçundan kurulan hükme yönelik temyize gelince,
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
a- ) 05.12.2013 tarihli inşaat bilirkişisinin düzenlediği raporda davaya konu binanın yapıldığı yerin mücavir alan içerisinde kaldığının belirtilmesi karşısında, TCK’nın 184/4. maddesi ‘‘3.fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır’’ hükmü uyarınca mücavir alanda anılan maddenin birinci fıkrasının uygulanamayacak olması nedeniyle, suça konu yapının belediye sınırları içinde kalıp kalmadığı ve özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığı hususları kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanarak, mücavir alanda kaldığı takdirde atılı suçun oluşmayacağı gözetilmeden eksik araştırma sonucu mahkûmiyet hükmü kurulması,
b- ) Kabule göre de; 10 ay hapis cezası TCK’nın 50/1-a 52/2 maddeleri gereği günlüğü 20 TL’den paraya çevrilirken 6.000 TL yerine 3.000 TL olarak cezanın eksik hesaplanması,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve sanık M. K.’nın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki isteme aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nın 326 /son maddesi uyarınca kazanılmış hakkın saklı tutulmasına, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 18.11.2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildii.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/14176 Karar: 2015/9910 Tarih: 03.11.2015
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
5237 sayılı TCK’nın 184/1. maddesinde “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan ve yaptıran” kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, İmar Kanunun 5. maddesinde de bina kavramı” kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme ve dinlemelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır.” şeklinde açıklanmıştır.
Bununla birlikte, elektronik haberleşmeyle ilgili altyapı oluşumunda kullanılan baz istasyonu, kulübe, konteynır ve altyapı niteliğindeki tesislerin yapı ruhsatiyesine tabi olmadığına ilişkin 406 sayılı Kanunun ek 35. maddesinin 2. fıkras 2. fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 01.10.2009 tarih ve 2006/129 Esas, 2009/121 Karar sayılı ilamıyla iptal edilmiş, iptal kararı 08.01.2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
Somut olayda, bilirkişi raporuna ekli fotoğraftan; İmar Kanununun 5. maddesinde tanımlanan “eşyaların korunmasına yarayan yapı” olduğu anlaşılan, baz istasyonu güç ünitesinin içine konduğu etrafı çevrili, üstü örtülü yapıların, inşa tarihi araştırılarak ve bina niteliğinde olup olmadığı konusunda ek rapor alınarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik kovuşturma ve yetersiz gerekçeyle beraat kararı verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve katılan S. B. temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 03.11.2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/32893 Karar: 2015/11150 Tarih: 26.10.2015
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede,
1- ) Sanıklar S. T., S. T. ve A. G. hakkında verilen hükümlerin ve sanıklar M. B., M. Ö. ve M. P. hakkında imar kirliliğine sebep olma, sanık O. G. hakkında verilen 4708 sayılı Kanuna muhalefet suçundan verilen hükümlerin incelenmesinde;
Eylemlere ve yükletilen suçlara yönelik katılan vekili ile sanıklar S. T. ve S. T. müdafinin temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA,
2- ) Sanık O. G. hakkında imar kirliliğine sebep olma suçundan verilen hükmün, sanıklar M. B., M. Ö. ve M. P. hakkında 4708 sayılı Kanuna muhalefet suçundan verilen hükümlerin incelenmesinde;
I- ) 5237 sayılı TCK’nın 184/1. maddesinde “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran” kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, İmar Kanununun 5. maddesinde de bina kavramının tarifi “Bina; kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır.” şeklinde açıklanmıştır.
İddianamede ruhsata aykırı olarak inşa edilen yapının istinat duvarı olduğunun belirtildiği, istinat duvarı yapılmasının bina niteliğinde olmaması dolayısıyla bu suçu oluşturmayacağı, bu itibarla suçun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanık O. hakkında mahkumiyet hükmü kurulması,
II- ) İddianameye konu olan istinat duvarının yapımının 2006 yılının sonunda tamamlandığı, 4708 sayılı Kanunun 9. maddesinde 08.02.2008 tarihinde değişikliğe gidildiği, bu tarihten önceki eylemlerde 765 sayılı Kanundaki görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma hükümlerinin uygulanmasına atıf yapıldığı, 5252 sayılı Kanun md.3 uyarınca 765 sayılı Kanuna yapılan atıfların 5237 sayılı Kanunda karşılık maddelere yapılmış sayılacağının belirtildiği, bu itibarla sanıkların lehine olan 5237 sayılı Kanunun 257. maddesi hükümlerinin uygulanması gerektiği gözetilmeden, sanıklar M., M. ve M. hakkında 4708 sayılı Kanun uyarınca karar verilmiş olması,
III- ) Sanıklar M. ve M. müdafi ile sanık M. müdafinin duruşmada lehe hükümlerin uygulanmasına ilişkin taleplerinin, CMK’nın 230/1-d maddesi uyarınca TCK’nın 62. maddesini de kapsadığı gözetilerek, bu hususta kanuni dayanakları da gösterilerek olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve sanık O. G. müdafi, sanıklar M. B. ve M. Ö. müdafi ve sanık M. P. müdafinin temyiz nedenleri yerinde görülmekle, tebliğnameye aykırı olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 26.10.2015 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2014/4-806 Karar: 2015/167 Tarih: 26.05.2015
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
İmar kirliliğine neden olma suçundan sanık A. U.’nın 5237 sayılı TCK’nun 184/1, 62, 50/1-a maddeleri uyarınca 15.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına ilişkin, Bakırköy 28. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 28.12.2009 gün ve 1178-1171 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 31.01.2013 gün ve 18606-2565 sayı ile;
“… Sabıkasız olan, sanığa yükletilen, kendi arsasına bina yapmak suretiyle imar kirliliğine neden olma suçunda, kamunun uğradığı maddi (somut) bir zarar bulunmadığı ve 184/5. maddesindeki etkin pişmanlık düzenlemesinin, hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanmasına engel oluşturmayacağı gözetilmeden, yasal olmayan gerekçeyle sanık hakkında 231/5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi…”,
İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 19.06.2013 gün ve 177-746 sayı ile;
“… mahkememiz 231/6. maddesindeki şartların oluşmamasını HAGB kararı uygulanmaması nedeni görmüş, ancak mahkememiz 231/6. maddesindeki şartların oluşup oluşmadığını tespit ederken sanığa bu suçlar için etkin bir pişmanlık müessesesi olan 184. maddesine müracaat edip etmediğini belirleyici olarak gözönü etmiş, her ne kadar yüksek daire iş bu suçun işlenmesiyle kamuya doğrudan zarar verilmediği saptamasını yapmış ise de, bu saptamaya katılmak mümkün görülmemiş, zira sanık ve bu neviden suçları işleyenlerin eylemleri ile İstanbul dünya arenasında en fazla imar kirliliği oluşturulan ve hatta Avrupalıların ‘mimarların değil, ama halkın inşa ettiği şehir’ sıfatı ile andıkları bir şehir haline gelmiş ve bu anılmayı bir tarafa bir yana bıraksak ve bundan kamu için doğrudan bir zararın doğmadığını kabul etsek bile, ki mahkememiz her imar kirliliği için kenti çirkin göstermesi nedeniyle doğrudan bir zararın oluştuğunda ısrarcıdır, sanığın iş bu imar kirliliği nedeniyle elde ettiği ruhsatsız alanın Bahçelievler gibi rantın çok yüksek olduğu bir ilçede 230 metrekare olduğu, iş bu alanın tamamen ruhsata aykırı olarak elde edildiği, sanığın elde etmiş olduğu bu alanı ruhsata tabi hale getirmediğinden yapmış olduğu satışları bu alanı satışa konu etmeksizin sattığı/satacağı, dolayısıyla satış üzerinden alınan vergilerin bu alanın hesaba katılmamış olması nedeniyle hesap edilmiş olmasından ötürü açık bir vergi kaybının oluştuğu tartışmasız olduğu, bununda kamu için açık bir doğrudan maddi zarar olduğu tereddütsüz bulunmuş,
Keza mahkememiz 231/6. maddesindeki şartların oluşmadığını kabul ederken kentlerin imar kirliliğine sebebiyet veren ve bu kirliliği 184/5. maddesi kapsamında giderme imkanı verilen sanığın kendi karı ve menfaati için hiç böyle bir çabanın içerisine girmediği, toplum hayatının sağlık işaretlerinden olan her açıdan ama özellikle mimari açıdan göze hoş gelen, yaşanabilir, güzel ve düzenli şehirler yaratma hususundaki kamu amacını görmezlikten geldiği, tamamen ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket edip, toplum ile bir arada toplum menfaatini gözeterek yaşama bilincini önemsemediği, kendisi için sağladığı ekonomik çıkardan yargılama aşamasında imar kirliliklerini gidermek suretiyle vazgeçebilme fedakarlığına da yanaşmadığı, iş bu nedenlerle sanığın duruşmalarda mahkememizce gözlemlenen bu nitelikleri nedeniyle bu neviden yeniden başka suç işlemeyeceği hususunda mahkememizde kesinlikle kanaat oluşmamış ve hakkında HAGB kararı tesisi cihetine gidilmemiş, dolayısıyla esasen tam da yüksek dairenin bozma ilamında belirtildiği üzere sanığın kendi menfaatine hareket eden kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılmamış olduğundan yüksek dairenin bozma ilamına uymak hususunda mahkememizde vicdani kanaat oluşmamıştır…”,
Gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.12.2014 gün ve 332943 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanığın 5237 sayılı TCK’nun 184. maddesi uyarınca cezalandırılmasına ve 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında 231. maddesinin uygulanmama gerekçesinin yasal ve yeterli olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, öncelikle 5237 sayılı TCK’nun 184/5. maddesinde yer alan düzenleme karşısında 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinin uygulanmasının mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
08.06.2007 tarihli yapı tatil tutanağına göre Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde yer alan Kocasinan Merkez Mahallesi Kandil Sokak … nolu adreste ve tapunun 1 pafta 11632 parsel sırasında kayıtlı bulunan binada tasdikli projeye aykırı olarak zemin katta yan cephede, kısmen arka cephenin tamamında çıkma altının kapatıldığının, normal katlarda açık çıkmaların kapatıldığının, çekme kat yapıldığının ve teras bırakıldığının bu suretle yaklaşık 230 m² kaçak alan oluşturulduğunun tespit edildiği,
12.07.2007 tarihli encümen kararı ile 3194 sayılı Kanuna uygun şekilde tebligat yapılmasına rağmen verilen sürede ruhsata bağlanmayan tutanağa konu yapının yıkılmasına karar verildiği, 08.08.2007 tarihli yazı ile de yapı müteahhidi olan sanık hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu,
Yargılama aşamasında sanığa ve müdafıine süre verildiği halde yapının imara uygun hale getirilmediği, bu hususun belediyenin 03.11.2009 tarihli cevabi yazısından anlaşıldığı,
Yerel mahkemece yapılan keşif sonrasında düzenlenen 01.05.2009 tarihli bilirkişi raporunda da; mahalde tutulan yapı tatil tutanağının uygun olduğununun, mimari projeye aykırı yapılan ilavelerin tasdikli projeye uygun hale getirilmediğinin belirtildiği,
Sanığın; yaptığı binada açık çıkmaları kapattığının doğru olduğunu, ancak bundan hem denetim kurumunun hem de belediyenin haberinin olduğunu, tutanaktaki tespitlere katıldığını, kendisinden istenilen tadilat projesini mali durumu kötü olduğu için sunamadığını, bu hususta süre istediğini savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK’nun “İmar kirliliğine neden olma” başlıklı 184. maddesi
“(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.
(5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.
(6) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Türk Ceza Kanunun 184. maddesinin 5. fıkras 5. fıkrası, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Görüşmeleri (26.09.2004) sırasında verilen bir önerge ile maddeye eklenmiş olup, bu değişiklik önergesinin gerekçesi; “imar kirliliğine aykırı davranışların ortaya çıkardığı sonuçların ortadan kaldırılmasının sağlanması amaçlanmıştır” biçiminde açıklanmıştır.
İmar mevzuatında belirlenen usul ve şartlara aykırı olarak inşa faaliyetinde bulunmak, maddede suç olarak tanımlanmıştır. Maddenin 5237 sayılı “Topluma Karşı İşlenen Suçlar” kısmının, “Çevreye Karşı Suçlar” bölümü içinde yer aldığı dikkate alındığında, korunan hukuki değerin çevre olduğu anlaşılmaktadır.
Kanunun 184. maddesinin beşinci fıkrasına göre kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde kamu davası açılmayacak, açılmış olan kamu davası düşecek ve mahkûm olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacak, diğer bir ifadeyle fail, anılan fıkra uyarınca etkin pişmanlık hükmünün gereklerini yerine getirdiği takdirde hakkında cezaya hükmolunmayacaktır.
184.maddesi ile korunan hukuki değerin, çevrenin korunması olması ve bu suçun işlenme sıklığı ve yoğunluğu ile sosyal ve toplumsal bir sorun olması gerçeği karşısında, kanun koyucunun faili cezalandırmaktan daha çok, suçun olumsuz etkilerini ortadan kaldırma ve suçun yeniden işlenmesini önleme amacını esas aldığı, bu amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak da kamu davasının açılmaması, açılmış davanın düşmesi veya mahkum olunan cezanın bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasını amaçladığı görülmektedir.
184.maddesinin beşinci fıkrasında yer alan düzenleme onarıcı adalet anlayışına bağlı olarak ortaya çıkan, bir çeşit etkin pişmanlık hali olup, hukuka aykırı eylemin doğurduğu sonuçların suçtan önceki hale getirilmesi şeklinde nitelendirmek mümkündür. Onarıcı adalet anlayışına uygun olarak düzenlenen 184/5. madde ile fail ıslah edilmekte, mağdur ve toplumun gördüğü zararlar giderilmekte, ayrıca sorumluluk üstlenerek mağdur ve topluma verdiği zararı kabul etme ve bunları telafi etme için faile imkân sağlanmakta ve böylece suçun olumsuz etkileri yok edilmektedir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanunun 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanunun 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkra ile büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı kanunun 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tâbi kılınmıştır.
Başlangıçta yalnızca yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanunun 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 231. maddesinin 5 14. fıkralar 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarına ilişkin tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, maddeye 6545 sayılı Kanunla “denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez” hükmü eklenmiştir.
5560, 5728, 5739 ve 6008 sayılı Kanunlarla 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
1)Suça ilişkin olarak;
a- Yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,
b- Suçun Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlardan olmaması,
2) Sanığa ilişkin olarak;
a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
c- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
d- Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanının olmaması,
Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Bu şartların varlığı halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve onsekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tâbi tutulacaktır.
Görüldüğü üzere, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine ilişkin bir beyanının olmaması ile suça ve sanığa ilişkin bütün objektif şartların gerçekleşmiş olması yeterli değildir. Ayrıca mahkemenin, kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışlarını göz önünde bulundurarak sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda olumlu bir kanaate uluşması da gerekmektedir. Böylece kanun koyucu suça ve faile ilişkin tüm objektif şartları taşıyan herkes için mutlak surette hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiğini kabul etmeyip, hakime belirli ölçüler içerisinde bir takdir hakkı tanımıştır.
231.maddesinin uygulanma şartları ile 184/5. maddesi karşılaştırıldığında, imar kirliliğine neden olma suçuna özgü olarak düzenlenen 184/5. maddesi ile fail açısından daha lehe sonuçlar öngörülmüştür. Nitekim fail hakkında hükmolunan ceza kesinleşse dahi, suça konu binanın imar planına veya ruhsatına uygun hale getirilmesi halinde bir süre şartı aranmaksızın ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacak, açılmış olan kamu davasının yine süre şartı aranmaksızın düşmesine karar verilecektir. 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün uygulanması ise objektif şartların yerine getirilmesi ve mahkemece sanığın yeniden suç işlemeyeceğine ilişkin kanaate ulaşılması halinde mümkün olacak, açılmış olan kamu davasının düşmesine karar verilebilmesi için ise, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildikten sonra sanığın beş yıllık denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlememesi gerekecektir.
Bu nedenle, imar kirliliğine neden olma suçunda ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirerek 184/5. maddesindeki özel düzenlemeden yararlanma imkânı bulunan fail hakkında 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
Buna göre, daha lehe hükümleri kapsadığı konusunda tereddüt bulunmayan ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmüne göre özel bir düzenleme olan 5237 sayılı TCK’nun 184/5. maddesinin gereğini yerine getirmeyen sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinde düzenlenmiş olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekmediğinin kabulü zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde yer alan Kocasinan Merkez … ve tapunun 1 pafta 11632 parsel sırasında kayıtlı bulunan binaya proje harici ruhsatsız olarak yaptığı eklentileri tutanakla tespit edilen sanığın yapılan ihtara rağmen 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri gereğince ruhsat almadığı, suça konu yerdeki müdahaleyi sonlandırarak imara uygun hale getirmediği anlaşılmaktadır. İmar kirliliğine neden olma suçunu işleyen sanık, ruhsatsız olarak yaptığı bölümleri projeye uygun hale getirerek 5237 sayılı TCK’nun 184/5. maddesindeki özel düzenlemeden yararlanma imkanı bulunduğu halde bunu yapmayarak anılan maddedeki özel düzenlemeden yararlanmamış olup, bu durumda 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinde düzenlenmiş olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması şartlarını yerine getirip getirmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır.
Bu itibarla, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünü uygulamamak suretiyle sonucu itibariyle isabetli olan yerel mahkemenin direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Doç. Dr. İ. Şahbaz; “Somut olayda; yerel mahkemece, sabıkasız olan sanık hakkında, kendi arsasına ruhsatsız bina yapmak suçundan 10 ay hapis cezasına hükmolunmuş ve bu ceza adli para cezasına çevrilmiştir. Yerel mahkeme, sanık hakkında kamunun uğradığı zararın karşılanmadığı gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar vermiştir.
Yargıtay 4.Ceza Dairesince bu hüküm, sadece bu gerekçeyle hükmün açıklanmasına yer olmadığına karar verildiği için, sanığın fiili ile ortaya çıkan bir maddi zarar olmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel mahkeme, bozma üzerine verdiği kararında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığı noktasından direnme kararı verirken, bozma öncesi kararında gerekçe olarak gösterdiği hususlardan başka hususlara da yer vermiştir. Yani yerel mahkeme, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına ilişkin kararını, bozmaya konu gerekçesi bir cümleden ibaret iken, birden fazla sayfayla yeni gerekçelere dayandırmıştır.
Bu durum karşısında, konunun iki husus üzerinden değerlendirilmesi gerekir.
I- Öncelikle, bozma üzerine direnmede, yeni ve ilk hükümde yer almayan gerekçelere yer verildiğinden, Ceza Genel Kurulu kararından önce, hükmün özel dairece değerlendirilmesi gerektiğinden, dosyanın Ceza Genel Kurulunca incelenmeksizin özel direye gönderilmesi gerekir. Çünkü, Ceza Genel Kurulu’nun yerleşik içtihatları (örneğin, 2007/1-223, 2008/17, 05.02.2008) bu yöndedir. Bu dosya bakımından da istikrar bulmuş içtihatlardan ayrılmayı haklı kılan neden bulunmamaktadır. İstikrar bulan içtihatlarda özetle, bir konu ilk kez gündeme geliyorsa, önce özel dairece değerlendirilmelidir. Özel daire tarafından inceleme yapılmadan Ceza Genel Kurulunca inceleme yapılamaz.
Yerel mahkemenin bozmadan sonra farklı ve yeni gerekçelere dayanması, esasen dairenin kararının haklı olduğu; bozma kararına karşı daha güçlü gerekçeden hareket etmesi halinde kararının bir daha bozulmayacağı kanaatine sahip olmasıdır. Bu durumda, yeni gerekçe özel daire tarafından değerlendirilmeden Ceza Genel Kurulu’nun bu konuda değerlendirme yapması, Genel Kurul’un yerleşik içtihatlarla çelişmektedir.
II- TCY’nın 184/5. maddesindeki düzenleme karşısında, Ceza Yargılama Yasasının 231. maddesinin uygulanamayacağına ilişkin değerlendirmeye gelince;
Demokratik insan hakları sistemleri kabul edilmeden önce, özgürlüklere keyfi müdahaleler olduğu için, diğer konular yanında, özellikle suç ve cezada yasallık ilkesi kabul edildi (1982 Anayasası, m.38/3; 5237, m.2).
Suç ve cezada yasallık ilkesi, bu anlayışın benimsenmesinin arkasında yatan gerekçe gözetilerek değerlendirilmelidir. Bu nedenle ceza yasalarının yorumunda genişletme yapılamaz. Fransa Ceza Yasası’nın 111/4 ncü maddesinde açıkça, ‘ceza yasası dar yorumlanır’ ilkesine yer verilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ceza yargılama yasasında yer almakta ise de, belli süre içerisinde kasıtlı bir suçun işlenmemesi halinde maddi ceza hukukundaki sonuçlar ortaya çıkacağından, CYY’nın 231. maddesindeki düzenlemeyi, sonuçları itibariyle, maddi ceza hukuku düzenlemesi biçiminde anlamak gerekir.
5237 sayılı TCY’nın 1. maddesinde yasanın amacı belirtilirken, kişi hak ve özgürlüklerinin korunması ön plana çıkarılmıştır.
Anayasamızın 2. maddesinde insan haklarına saygılı ve 14 ncü maddesinde insan haklarına dayalı devlet sistemi kabul edilmiştir.
İnsan haklarını yakından ilgilendiren adli cezayla ilgili olarak, belli bir süre içerisinde suç işlenmemesi halinde sabıkasız sayılmayla sonuçlanacak olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesine engel oluşturan yerel mahkemenin yukarıdaki kararı, suç ve cezada yasaya sıkı sıkıya bağlılık ve yorumda genişletme yasağı/dar yorumlama ilkelerile çelişmektedir. Dolayısıyla TCY’nın 184/5. maddesinde yer alan özel düzenleme, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine açıkça engel değildir. Çünkü, kendi arsasına ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapılması eyleminde, Yargıtay içtihatlarında istikrar bulmuş olan somut bir maddi zarara sebebiyet verilmemektedir. Eğer sanık binayı, başkasının, hazinenin yahut belediyenin arsasına yapmış olsaydı, kuşkusuz maddi zarar söz konusu olacaktı. Veya, sanığın kendi arsasına bina yapması nedeniyle suçtan doğrudan zarar gören bir kimse olsaydı, o zaman yine maddi zarardan söz edilebilirdi.
Yerel mahkeme kararında, zarardan söz edilmekte ise de, bu zararın ne olduğu konusunda açık bir belirleme söz konusu değildir. Genel olarak her suçta kamunun zarar görmesi söz konusudur; ancak, yasada aranan maddi zarar, suçun işlenmesiyle ortaya çıkan maddi zarardır. Bu maddi zararın da dolaylı değil, doğrudan gerçekleşmiş olması gerekir. Genel bir yaklaşımla her suçta kamunun zararının olduğunun kabulü halinde, CYY’nın 231. maddesi hiç uygulanamaz. Yasama organı, yeni yasalarla, ceza davasında şahsi alacak davasına yer vermeyerek, hükmün açıklanmasının geri bırakılması (CYY, m.231), uzlaşma (253 vd.) gibi kurumları kabul etmiştir. Yani, ceza siyaseti gereği, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin yasayla getirilmiş istisnalar dışında, 231. maddenin koşullarının varlığı halinde uygulanması gerekir. Yerel mahkeme söz konusu bozma öncesi kararında gerekçesini sadece kamunun uğradığı zararın giderilmemesine dayandırmıştır. Oysa, açıkça ileri sürülen veya tespit edilmiş bir maddi zarar söz konusu değildir.
Bu açıklamalar ışığında konuyu değerlendirecek olursak;
TCY’nın 184 ncü maddesinin 5. fıkras 5. fıkrasında özel düzenlemeyle ruhsata aykırılığın giderilmesi halinde, evrelere göre kamu davasının açılmamasına veya kamu davasının düşürülmesi yahut cezanın bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına yer verilmiştir.
Konuyu değişik olasılıklara göre değerlendirmek gerekir;
1-TCY’nın 184/4 ve CYY’nın 231. maddelerindeki düzenlemeler arasındaki ilişki yönünden:
TCY’nın 184 ncü maddesinin 5. fıkras 5. fıkrasındaki düzenlemede, özel etkin pişmanlığa yer verilmiştir. Çünkü, yapılan veya yaptırılan binanın imar planına ve ruhsatına uygun hale getirilmesi halinde sanık hakkında düşme kararı verilecektir. Özel etkin pişmanlığın uygulandığı/uygulanacağı hallerde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği yönünde açık bir düzenleme bulunmamaktadır. O halde, yasama organınca bir hak olarak düzenleme getiren CYY’nın 231. maddesinin yukarıdaki gerekçeyle uygulanmaması, sanık aleyhine ve geniş yorum biçimidir.
Bu yorum biçimi, yasama organının iradesinin ötesine geçmedir. Özgürlüklerle ilgili sınırlamayı sadece yasama organı getirebilir. Yasama organının açık düzenleme getirmemesi halinde yorum yolu ile, yine de özgürlük aleyhine değil, özgürlükten yana bir yorum biçiminin tercih edilmesi gerekir. Yasama organının açıkça, TCY’nın 184 ncü maddesi bakımından CYY’nın 231. maddesinin uygulanmayacağına işaret etmemesi karşısında, yorum yoluyla bir hakkın daraltılması söz konusu olmaktadır.
5271 sayılı Ceza Yargılama Yasası’nın 231. maddesinin 6/c ncı fıkras 6/c ncı fıkrasında, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceğine yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi, iki düzenleme, kurum olarak farklıdır. Birincide plan ve ruhsata uygun hale getirme halinde açılmış davanın düşürülmesine; ikinci halde ise, açılmış kamu davasının düşürülmesine değil, hüküm verilip, hükmün açıklanmamasına karar verilmektedir.
Her iki halde de sonuç olarak, örneğin, 231. maddenin uygulanmasına karşın bina hayatiyetini sürdüremeyecektir. Yani, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karşın, sanığın binayı örneğin yıkması halinde yine kamu davasının düşürülmesine karar verilebilecektir.
Özetle, TCY’nın 184/5 ve CYY’nın 231. maddelerindeki düzenlemeler farklı kurumlar olarak kabul edilmiştir. Farklı kurumlardan ortak sonuca varılarak, 184 ncü maddenin 5. fıkrası doğrultusunda işlem yapılmaması nedeniyle CYY’nın 231. maddesinin uygulanamayacağı savunulamaz.
2-Dosyada katılan idarenin belirlediği bir maddi zarar söz konusu olmayıp, böyle bir talep de bulunmamaktadır. Maddi bir zararın olup olmadığı ile, varsa miktarı ortaya konmadan sanık hakkında CYY’nın 231/6 ncı maddesinin uygulanmamasına karar verilmesi, varsa maddi zarar miktarı belirlenip sanığın ödeyip ödememe ihtimalleri tüketilmediğinden, şahsileştirme ilkesiyle çelişme söz konusudur.
Diğer yandan, ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapma suçun unsurudur. Binanın yapılmasıyla verilen açık maddi bir zarardan söz edilebilmesi için, bunun belgelenerek ileri sürülmesi gerekir. Mahkeme kararında sözü edilen TCY’nın 184 ncü maddesinin 5. fıkrasındaki düzenlemenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile bağlantısı da bulunmamaktadır.
Çünkü, sanık kendi arsasına ruhsata aykırı bina yapmıştır. Dolayısıyla, sanığın bina yapması nedeniyle, idarenin veya üçüncü kişilerin bu fiil nedeniyle uğradıkları bir zarar belirlenmediği sürece, sadece maddi zararın giderilmediği gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmemesi düşünülemez. Ancak mahkeme, maddi zararın giderilmesine karşın, örneğin, sanığın kasıtlı suçtan mahkumiyeti olur veya bir daha suç işlemeyeceği konusunda kanaate varırsa, elbette, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verebilecektir. Ancak, somut olayımızda yerel mahkeme, sabıkasız olan sanık hakkında, bir daha suç işlemeyeceği kanaatinden söz etmeksizin sadece maddi zararın giderilmemesi gerekçesine dayandığından, bu gerekçenin yetersiz olduğu kuşkusuzdur.
Yasa koyucu, binanın eski hale getirilmesi halinde sanık hakkında 184 ncü maddenin 5. fıkras 5. fıkrası gereğince işlem yapılacağını kabul etmiştir. Yasa koyucunun böyle bir kabulü, sanık hakkında CYY’nın 231. maddesinin uygulanamayacağı anlamına gelmez. Anılan 231. maddenin hangi hallerde uygulanamayacağı konusunda maddede engeller belirlenmiştir. Bu engeller arasında TCY’nın 184/5. maddesinin uygulanıp uygulanmamasıyla ilgili açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
Eğer, TCY’nın 184/5. maddesindeki özel etkin pişmanlık hükmünün uygulanacak olması nedeniyle CYY’nın 231. maddesinin uygulanmayacağı kabul edilirse, bu durumda 231. maddenin etkin pişmanlık hükümlerinin uygulandığı tüm durumlarda uygulanamayacağını kabul etmek gerekir.
Binanın yıkılması ile idarenin zararının olduğunu kabul edecek olursak veya işlenen suç nedeniyle somut bir zarar söz konusu olmadığı halde zararın varlığı kabul edilecek olursa, her suçtan dolaylı olarak zarar meydana gelmiş olacağından 231. maddenin hiç uygulanmaması gerekecektir. Örneğin, bir hakaret suçu nedeniyle mağdurun adliyeye gitmesi ve şikayetçi olması da bir zarardır. O halde böyle bir zarar var diyerek, hakaret suçundan 231. maddenin uygulanmaması düşünülemez.
Diğer yandan, sanığın binayı ruhsata aykırı yapması nedeniyle idarenin harç vs. gelirden mahrum olması 231. maddede yer alan zarar kavramı içerisinde değerlendirilemez. Çünkü, 231. maddedeki zarar suçun işlenmesi nedeniyle doğrudan meydana gelen maddi zarardır. Sanığın belediyeye harç veya vergi vermemesi suçun işlenmesiyle ortaya çıkmış doğrudan bir zarar değildir. Varsa mahrum olunan kar/gelir, suçun işlenmesi sonucu değildir. Çünkü, böyle bir zarardan söz edebilmek için, örneğin bina yapılmadan önce süreklilik arzeden veya belli periyotla elde edilen gelirin bina yapılmasıyla kesilmesi; yahut, bina yapılmasıyla idarenin bu fiilden dolayı maddi bir zarara uğraması; maddi zararın fiilden doğması gerekir. Aksi takdirde, her suçta, örneğin kolluk veya adliyeye gidip gelme veya işinden olma ile uğranılan zararın varlığından söz edilerek CYY’nın 231. maddesinin uygulanmaması gerekecektir. Böyle bir yaklaşım karşısında ise, yasama organının adli sistemde getirdiği iyileştirmelerin anlamsız kalması söz konusu olacaktır.
Özetle, TCK’nın 184/1. maddesindeki suçun işlenmesiyle idareye doğrudan verilen maddi zarar söz konusu değildir. Böyle bir zarardan söz edilirse de bunun idare veya diğer ilgililer tarafından belgelenerek istenmesi veya açıkça belirtilmesi gerekir. Eğer, bina idarenin veya özel kişilerin yahut hazinenin arsasına yapılmış olursa maddi zarardan söz edilebilir. Somut olayımızda, sanık kendisine ait arsaya bina yapmıştır.
Tüm bu nedenlerle, TCY’nın 184/5. maddesi ile CYY’nın 231. maddesindeki düzenlemenin farklı oluşları ile ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapma fiilinden doğrudan kaynaklanan bir maddi zarardan söz edilemeyeceğinden, esas mahkemesi kararının bu sebepten bozulması yerine onanmasına ilişkin yüksek çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir”,
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Dr. İ. Baştürk ise; “TCK’nın 184. maddesinde yer verilen imar kirliliğine neden olma suçu, yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapmak veya yaptırmak (md. 184/1); yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade etmek (md. 184/2); yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade etmek (md. 184/3) fiillerini suç kabul ederek müeyyideye bağlamıştır. TCK’nın 184. maddesinin beşinci fıkrasında ise, kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hâle getirmesi hâlinde; bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmayacağı, açılmış olan kamu davasının düşeceği, mahkûm olunan cezanın bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacağına ilişkin bir kurala yer verilmiştir. Zararın giderilmesine ilişkin bu norm, özel bir etkin pişmanlık kuralıdır. (Sağlamdemir, Arzu: ‘Ceza Hukukunda İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu’,Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2007, s. 69-70.)
İtiraz konusu hakkında sağlıklı bir değerlendirmeye ulaşılabilmesi bakımından öncelikle hükmün açıklanmasının ertelenmesi (geri bırakılması) kurumu ile TCK’nın 184/5. maddesindeki ‘sanığın yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hâle getirmesi’ yani suç sebebiyle oluşan zararın giderilmesine ilişkin etkin pişmanlık kuralı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi gereklidir. TCK’nın 184/5. maddesi, sanığın yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hâle getirmesini etkin pişmanlık için yeterli görmekte; buna karşın CMK’nın 231 /6-c maddesinde ise suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesinden söz edilmektedir. Yargıtay 4. Ceza Dairesi istikrar kazanan kararlarında, TCK’nın 184/5 maddesindeki özel etkin pişmanlık hükmünü dikkate alan gerekçeyle iki ayrı kurumun uygulama şartlarını birleştirerek verilen hükmün açıklanmasının ertelenmesine ilişkin kararın hukuka uygun olmadığına işaret etmiştir. (4. CD. 10.06.2009, 2009/14976-2009/11762, UYAP) Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013 yılından itibaren verdiği kararlarıyla ‘TCK’nın 184/5. maddesinde yer alan düzenleme karşısında 231. maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı’ biçimindeki görüşünü birçok kararında açıkça ortaya koymuştur.
Öncelikle ifade etmeliyiz ki TCK’nın 184/5. maddesinde yer verilen imar kirliliğine neden olmak suçu için getirilen özel nitelikteki etkin pişmanlık kuralı ile CMK’nın 231/5 vd. maddesinde söz hükmün açıklanmasının ertelenmesi düzenlemesinin ayrı amaçlara yönelmiş hukuki kurumlar olduğu kuşkusuzdur. Bu itibarla, mahkemelerce hüküm kurulurken her iki kurumun uygulanma şartlarının somut olay yönünden ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekeceği şüphesizdir. Konunun açıklığa kavuşturulması bakımından söz edilen özel etkin pişmanlık kurumunun ve hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumunun kabul edilme amacının, uygulanma şartlarının ve birbirleriyle ilişkisinin hukuk devleti ilkesi ile temel hak ve özgürlükleri teminat altına alan bir yaklaşımla ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
İlk olarak hükmün açıklanmasının ertelenmesi (geri bırakılması) kurumunun amaçlarına değinecek olursak;
Bilindiği üzere, günümüz ceza hukuku anlayışında ‘suçlunun cezalandırılması’ artık bir amaç olmaktan çıkmış; yerini suçlunun yeniden topluma kazandırılması almıştır. (Soyaslan Doğan: ‘Kriminoloji, Suç ve Ceza Bilimleri’ Genişletilmiş 3. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 2003, s.203.) Toplumu suçluluğa karşı korumanın başta gelen çarelerinden birisi de suçlunun tehlikeliliğine yani tekrar toplumsal hayata dönüş yeteneğine uygun bir tedbir almaktır. (Kunter Nurullah: ‘Cezalardan Neler Bekliyoruz, Neler Beklemeliyiz?’ Siyasi İlimler Mecmuası, No: 145, Yıl: XIII, Ankara Nisan 1943, s.19.) Yirminci Yüzyılda ortaya çıkan ümanist-insancıl ceza hukuku anlayışı, ilk başlarda suçluyu yeniden topluma kazandıracak bir önlemler sistemi olarak kabul edilirken;(Demirbaş Timur: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yeni Türk Ceza Kanunu’na Göre Gözden Geçirilmiş 5. Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara Kasım 2007, s. 65. Genel Hükümler) zamanla, ceza hukukunun temel bir ilkesi niteliğini kazanmıştır. Yirminci Yüzyıl sonlarında ise, özgürlük anlayışının daha dinamik ve evrensel nitelik kazanmasıyla, liberal, sosyal ve özgürlükçü ceza hukuku anlayışları ortaya çıkmıştır. (Bayraktar, Ceza Hukuku ve Siyaset, s. 130) Bu akımların katkısıyla, günümüz ceza hukuku insancıl, özgürlükçü ve sosyal karakterine kavuşmuştur. Ceza adaletine mukayeseli sistemler gözüyle bakıldığında millî modellerin aynı yöne yöneldikleri, böylece bir yakınlaşma-uyumlaşmaya doğru gidildiği savunulmakta ve uyumlaştırmanın içeriğini oluşturan ilk unsurun ise, daha çok özgürlük ve daha fazla hakkaniyetten oluşan ‘insancıllaştırma (humanisation)’ olduğu vurgulanmaktadır.(Pradel, Jean: ‘Ceza Adaletinde Mukayeseli Sistemler: Farklılıktan Yakınlaşmaya’ başlıklı rapor, 16-19 Aralık 1997 tarihinde Birleşmiş Milletler Suçu Önleme Milletlerarası Merkezi işbirliği ile UNCİCP Siraküza Ceza Bilimleri Yüksek Enstitüsü tarafından düzenlenen ‘Mukayeseli Ceza Adalet Sistemleri: Farklılıktan Yakınlaşmaya’ adlı konferansta sunulan rapor. Raporun Türkçe tercümesi için bkz. Pradel, Jean: Çağdaş Sistemlerde Karşılaştırmalı Ceza Usulü, Isıcs Kollokyumlarının Sentez Raporu ,Türkçeye çeviren: Dönmezer Sulhi, Beta Yayınevi, İstanbul 2000. s. 230-233. Ceza Adaletinde Mukayeseli Sistemler)
Çağdaş ceza hukuku, failin kişiliğini giderek daha fazla dikkate alan boyutuyla, hukukun diğer dallarından sürekli olarak farklılaşmakta ve uzaklaşmakta; bu yönüyle hukukun insani açıdan en zengin ve en eksiksiz kısmını oluşturmaktadır.(Toroslu Nevzat: Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara Ekim 2008, s. 16. Ceza Hukuku) Ceza hukuku anlayışında hâkim olan düşüncelerin değişmesiyle, failin kişiliğini ön planda tutan ve bireyselleştirmeye önem vererek suça bulaşanları yeniden topluma kazandırmayı amaçlayan yaklaşımlar, kuşkusuz erteleme kurumunun gelişiminde de öncü rol üstlenmiştir. Cezaevlerinde infazın, bireysel önleme ve iyileştirmede istenen sonuçları vermediği görülmüş; böylelikle, denetimli serbestliğin günümüzde modern ve insancıl ceza siyasetinin vazgeçilmez bir sütunu olduğu, (Schöch Heinz: ‘Denetimli Serbestlik Yardımı ve İnsancıl Ceza Yargısı’,Çev. Bacaksız, Pınar, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi [5] Prof. Dr. Dr. h.c. mult. Claus Roxin’e Armağan, Suç Politikası, Proje Yöneticisi: İçel, Kayıhan/ Yayına Hazırlayan: Ünver Yener. Seçkin Yayınevi, Ankara 2006, s. 384.) haklı olarak kabul edilmiştir. Bu anlamda erteleme (tecil, probation) kurumunun bir türevi olan hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumunun da söz edilen hümanist anlayışın bir ürünü olduğu ve belirtilen amaçlara yöneldiğine kuşku bulunmamaktadır. Bu bağlamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun gerekçesinde açıkça ifade edilen ve Türk Ceza Adalet Sistemi’ne hakim olan ‘kusur ilkesi, hümanizma ilkesi ve hukuk devleti ilkesi’nin ceza muhakemesi kurallarının uygulanmasında yorum aracı olarak başvurulacak temel ve zorunlu ilkeler olduğu kuşkusuzdur. Mahkemece sanığın dava konusu yüklenen fiili işlediği sabit görüldüğü takdirde hakkında mahkumiyet hükmü kurulurken TCK’nın 61. maddesinde belirlenen ilkeler çerçevesinde artırıcı ve indirici tüm sebepler, varsa etkin pişmanlık hükümleri de uygulanıp cezanın bireyselleştirmesi yapılarak ceza tayin edilecek bundan sonra ise CMK’nın 231/5 vd. maddelerindeki şartlar oluştuğu takdirde ‘hükmün açıklanmasının ertelenmesi’ kararı verilecektir. Böylelikle hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumunun ilk defa veya tesadüfen suç işleyenleri damgalanmaksızın adeta onlara bir fırsat tanıyan erteleme kurumunun bir türevi olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
İkinci olarak TCK’nın 184/5. maddesinde imar kirliliğine neden olma suçu yönünden öngörülen özel düzenlemenin hukuki niteliğine değinmek gereklidir. Bilindiği üzere etkin pişmanlık, suç olarak tanımlanan fiilin icra hareketlerini tamamlayan failin suçtan vazgeçerek meydana gelen neticeyi gidermek için aktif (etkin) bir çaba göstermesidir.(Centel, Nur/ Zafer Hamide/ Çakmut Özlem: Türk Ceza Hukukuna Giriş, Yenilenmiş ve Gözden Geçirilmiş Sekizinci Bası, İstanbul 2014, s. 454.) Etkin pişmanlık hali, suçun bir özel görünüş biçimi olup, bununla amaçlanan şey suç yolunda ilerleyen faili bu yoldan döndürmek için ona fırsatlar sunarak suç işleme kararından vazgeçirmek veya suçun ortaya çıkardığı neticeleri gidermesini ödüllendirmek suretiyle suçlulukla mücadele etmektir. Düşüncelerle kanun koyucu 765 sayılı yer almayan etkin pişmanlık kurumuna 5237 sayılı bazı suç tipleri açısından yer vermiş ve bu hallerde failin etkin pişmanlığının sonucunun ne olacağını TCK’nın özel hükümlerinde suç tanımları arasında gösterilmiştir. Nitekim TCK’nın 184/5. maddesinde de ‘Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar’ düzenlemesine yer verilerek bir etkin pişmanlık düzenlemesi benimsenmiştir. Söz edilen etkin pişmanlık normunun uygulanması için gerekli şart ‘ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yapılan veya yaptırılan binanın imar planına ve ruhsatına uygun hale getirilmesi’dir. Yine bu etkin pişmanlığın sonucu ise muhakemenin bulunduğu evreye göre ‘kamu davası açılmaması veya açılmış olan kamu davasının düşmesi ya da mahkum olunan cezanın bütün sonuçlarıyla ortadan kalkması’dır.
Üçüncü olarak imar kirliliğine neden olmak suçunda etkin pişmanlık kuralından yararlanma ve CMK’nın 321/6. maddesindeki zararın giderilmesi bakımından failin ruhsatsız veya imara aykırı binanın sahibi (yaptıran) olup olmamasına göre bir ayrıma gidilmesi gerektiğini belirtelim. Şöyle ki anılan etkin pişmanlık normunun uygulanması şartı olan ‘ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yapılan veya yaptırılan binanın imar planına ve ruhsatına uygun hale getirilmesi’ şartı sadece bina maliki yönünden uygulanabilme imkanına sahip gözükmektedir. Gerçekten, suç failinin yapının sahibi olmayan kişiler olduğu durumlar açısından bakıldığında, anılan etkin pişmanlık hükmünün uygulanabilmesi çok daha zor hatta imkânsız hâle gelmektedir. Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan teknik sorumlular, inşaat usta ve kalfaları TCK’nın 184/1. maddesindeki suçun failidir. Yine bu inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade etmek (md. 184/2) suçunda, kamu veya özel sektörde görev yapan elektrik, su ve telefon hizmeti veren kuruluşların yetkilileri de belirtilen suçun failidir. (Sağlamdemir, s. 52) TCK’nın 184/3. maddesindeki yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınaî faaliyetin icrasına müsaade eden kişiler, örneğin organize sanayi bölgesi veya serbest bölge başkanlıkları, belediye veya il sanayi müdürlüğü görevlileri (md. 184/3), belirtilen fiil sebebiyle fail olarak sorumlu tutulabileceklerdir. (Aynı yönde bkz. Sağlamdemir, s. 52.)
Kısacası, hukuka aykırı yapının bizatihi maliki olmamalarına rağmen imar kirliliğine neden olma suçunun faili olabilen kişiler bu fiil sebebiyle ceza hukuku sorumluluğuna tabi olmalarına rağmen etkin pişmanlık hükmünden yararlanmak için önlerinde fiili veya hukuki engeller bulunmaktadır. Örneğin, inşaat ustası veya yapının teknik uygulama sorumlusu, taşeron, yüklenici vb. kişiler binanın mülkiyet sahibi olmadıklarından ruhsatsız veya ruhsata aykırı da olsa fiilen binayı yıkma, değiştirme yetkisini malikten izinsiz olarak kullanamazlar. Benzer şekilde, hata sonucu veya kusurlu davranışıyla ruhsatsız bir binaya elektrik aboneliği tesis edilmesini sağlamış olan elektrik dağıtım şirketi görevlisi, yargılandığı esnada veya mahkûmiyet kararından sonra etkin pişmanlık hükmünden yararlanmak istese dahi, kendi iradi hukuki işlemi ile daha önce yapılan abonelik işlemini iptal edemeyecektir. Dolayısıyla, belirtilen kişiler açısından etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması tek başlarına kendi iradeleri ile mümkün gözükmemekte; kendi iradeleri dışında gerçekleşecek olan ya başka kişilerin fiilleri veya mevzuat değişiklikleri ya da af uygulamaları ile mümkün olabilecektir.Bu sebeple, yapı maliki olan failler ile yapı maliki olmayan diğer failler arasında TCK’nın 184/5. maddesinde yer alan etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma kabiliyetinin esaslı farklılık gösterdiğini ve bu itibarla belirtilen normun Anayasa’nın eşitlik ilkesi ile hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu düşüncesindeyiz.
İmar kirliliğine neden olma suçunda zararın giderilmesi de oldukça farklı bir görünüm arz etmektedir. Anılan suçla korunan hukuki değerin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğu gözetildiğinde, bu suçun mağduru da belli bir kişi olmayıp; toplumda yaşayan herkesin bu suç sebebiyle belirtilen hakkı ihlal edilmekte ve dolayısıyla suçun mağduru olabilmektedir. (Sağlamdemir, s. 50, 53.) Yargıtay 4. Ceza Dairesi, imar kirliliğine neden olma suçunda oluşan zararı dar yorumlamakta; kişinin kendi mülkiyetindeki arsa üzerine ruhsatsız olarak bina yapması sebebiyle kişilere veya kamu idaresine karşı doğrudan bir zarar verilmediğini kararlarında ifade etmektedir. Yüksek Daire’ye göre, TCK’nın 184. maddesinde öngörülen suça ilişkin olarak ‘çevrenin kirletilmesi’ maddi ve doğrudan bir zarar olarak algılanmayacaktır. İmar kirliliğine neden olmak suçunda 231/6. Maddesi anlamında ‘zararın giderilmesi’ şartının uygulanması bakımından da etkin pişmanlık kuralından yararlanma bakımından -yukarıda ayrıntılı olarak açıkladığımız koşullara benzer biçimde- failin ruhsatsız veya imara aykırı binanın sahibi (yaptıran) olup olmamasına göre bir ayrıma gidilmesi gerektiğini belirtelim.
Sonuç olarak imar kirliliğine neden olma suçundan dolayı hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararı verilip verilemeyeceği konusunda;
İmar kirliliğine neden olma suçundan dolayı hükmün açıklanmasının ertelenmesine karar verilip verilmeyeceği hususunda doktrinde ve mahkeme kararlarında da farklı görüşler ileri sürüldüğü bilinmektedir. Hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararı verilmesi için suç nedeniyle oluşan zararın giderilmesinin vazgeçilmez bir şart olduğu esasından hareket eden bir düşünceye göre, imar kirliliğine neden olduğu anlaşılan bir binanın, sanık tarafından tamamıyla yıkılarak ya da imar mevzuatına uygun bir duruma getirilerek oluşan zararın giderilmesi durumunda, kamunun uğradığı zarar giderilmiş olacaktır. Bu durumda, TCK’nın 184/5. maddesinde kamu davasının düşürüleceği, hatta mahkûm olunan cezanın tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılacağı belirtilmekle; sanık tarafından TCK’nın 184/5. maddesindeki gerekliliklerin yerine getirilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının ertelenmesini gerektirecek bir mahkûmiyet kararı bulunmayacağından, kurumun uygulanması da mümkün olamayacaktır. (Töngür Ali Rıza: Ceza Hukukunda Yeni Boyutlarıyla Erteleme, Adalet Yayınevi, Ankara 2009, 295-296.)
Yargıtay 4. Ceza Dairesi birçok kararında ‘TCK’nın 184/5 maddesinde yer alan etkin pişmanlık ve CMK’nın 231. maddesindeki hükmün açıklanmasının ertelenmesi hükümlerinin uygulama imkânlarının birbirinden bağımsız olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekmekle; bunlardan biri diğerinin ön şartı sayılamayacağı gibi uygulanmasına da engel oluşturmayacağı’ görüşünü ifade etmiştir. İmar kirliliğine neden olma suçunda etkin pişmanlık kuralının gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılmaksızın hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararı verilmesi mümkün olabilecektir. Yüksek Daire’ye göre, CMK’nın 231/6-c maddesinde söz edilen zararın giderilmesi şartı, ancak sanığın mağdur veya kamuya verdiği maddi zararın karşılığı olan paranın ödenmesini gerektiren somut olaylarda uygulanabilecek, dolayısıyla TCK’nın 184.maddesinde öngörülen suça ilişkin olarak ruhsat almaksızın yapılan binanın imar kirliliğine yol açılması veya bu surette ‘çevrenin kirletilmesi’ maddi ve doğrudan bir zarar olarak algılanmayarak; CMK’nın 231/6. maddesinde öngörülen diğer şartların mevcudiyetine göre hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararı verilmesi söz konusu olabilecektir. Anılan içtihada göre, hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararının verilmesi için CMK’nın 231/6-c maddesinde öngörülen zararın giderilmesi şartının bu suçta gözetilmemesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır.
İmar kirliliğine neden olma suçunda hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararı verilebilmesi açısından engelleyici bir hüküm bulunmadığından, bu suçlarda kural olarak hükmün açıklanmasının ertelenmesine karar verilebileceğine ilişkin doktrin ve uygulamada savunulan düşünceleri (Kumbasar Enver: Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Seçkin Yayınevi, Ankara 2012, s. 145-146.) paylaşıyoruz. İmar kirliliğine neden olma suçunun failinin yapı sahibi olması durumunda, TCK’nın 184/5. maddesindeki etkin pişmanlık normunun uygulanması hükmün açıklanmasının ertelenmesine kıyasla öncelik taşımaktadır. Gerçekten, erteleme kurumunun bir biçimi olan hükmün açıklanmasının ertelenmesi ile etkin pişmanlık kurumlarının kabul ediliş amaçları ve uygulama şartları birbirinden oldukça farklıdır. Hükmün açıklanmasının ertelenmesinde amaç, hakkındaki hükmün açıklanmasını ertelemek suretiyle suç failinin yeniden suç işlemesine engel olmaktır. Hâlbuki, TCK’nın 184/5. maddesindeki özel etkin pişmanlık kuralının amacı, yapının ve dolayısıyla çevrenin eski hâle getirilmesi suretiyle sağlıklı çevrede yaşama hakkının korunması anlamında faili teşvik etmektir. CMK’nın 231/6-c maddesinde yer verilen zararın giderilmesi şartı da bu anlamda hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumu açısından yukarıda değinildiği üzere farklı özellikler göstermektedir. TCK’nın 184/5. maddesindeki özel etkin pişmanlık normu, doğurduğu hukuki sonuçlar (kamu davası açılmaması, açılmış olan kamu davasının düşmesi, mahkûm olunan cezanın bütün sonuçlarıyla ortadan kalkması) itibariyle; hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumuna göre sanığın lehinedir. Kısacası, imar kirliliğine neden olma suçundan yapı maliki olan sanık hakkında hükmün açıklanmasının ertelenmesine karar verilmesi durumunda, zaten ceza davası henüz bir kesin hükümle sonlanmamış olduğundan, denetim dönemi içinde, TCK’nın 184/5. maddedeki şartların gerçekleşmesi durumunda, davanın derhâl ele alınarak düşme kararı verilmesinde maddi ceza ve muhakeme hukuku bakımından bir engel bulunmamaktadır.(Belirtilen görüş, failin yapı maliki olup olmadığı ayrımına gidilmeksizin ifade edilmektedir. Bkz. Kumbasar, s. 146.)
Şunu da ayrıca belirtelim ki, yapının maliki olmadıkları hâlde imar kirliliğine engel olmak suçunun faili olan yani daha önce açıkladığımız üzere tek başına kendi iradeleriyle etkin pişmanlık kurallarından yararlanabilme imkânı bulunmayan sanıklar hakkında diğer şartları varsa zararın giderilip giderilmediği gözetilmeksizin hükmün açıklanmasının ertelenmesine ilişkin kurallar uygulanabilmelidir.(Aynı yönde bkz. İpek Ali İhsan: Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Adalet Yayınevi, Ankara 2010.s. 57.) Bu itibarla, inşaat ustaları, teknik elemanlar, taşeron vb. kişiler ile ruhsatsız veya ruhsata aykırı binalara elektrik, su, telefon aboneliği tesis eden veya sınaî faaliyet yapılmasına izin veren görevliler hakkında zararın giderilmesi şartı aranmamalıdır. Diğer taraftan, yapının maliki olmadıkları hâlde atılı suçu işleyenler hakkında da hükmün açıklanmasının ertelenmesine karar verilmesi durumunda, denetim dönemi içinde, TCK’nın 184/5. maddedeki şartların gerçekleşmesi durumunda, dava derhâl ele alınarak düşme kararı verilmelidir. (Belirtilen görüş, daha önce değindiğimiz üzere, failin yapı maliki olup olmadığı ayrımına gidilmeksizin ifade edilmektedir. Bkz. Kumbasar, s. 146.)
TCK’nın 184/5. maddesindeki etkin pişmanlık kuralı ile hükmün açıklanmasının ertelenmesine dair norm arasındaki ilişkinin hukuki niteliğine işaret etmiştik.
Yüksek Ceza Genel Kurulu’nın 25.11.2014 tarih ve 2014/4-94 E, 2014/525 K. Sayılı kararının dayanağını; ‘ 231. maddesinin uygulanma şartları ile 184/5. maddesi karşılaştırıldığında, imar kirliliğine neden olma suçuna özgü olarak düzenlenen 184/5. maddesi ile fail açısından daha lehe sonuçlar öngörülmüştür.
Bu nedenle, imar kirliliğine neden olma suçunda ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirerek 184/5. maddesindeki özel düzenlemeden yararlanma imkânı bulunan fail hakkında 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma imkânı bulunmamaktadır.’ düşüncesi oluşturmaktadır.
Ceza Genel Kurulu’nun anılan kararında belirtilen gerekçelere katılma imkanı bulunmamaktadır. Şöyle ki, öncelikle inceleme konusu her iki normun farklı hukuki amaçlara yönelmiş, farklı uygulama alanları olan kurumlar olduğu tartışmadan uzaktır. 184/5. maddesindeki etkin pişmanlık normu suçun bir özel görünüş biçimi olup, bununla amaçlanan şey suç yolunda ilerleyen faili bu yoldan döndürmek için ona fırsatlar sunarak suç işleme kararından vazgeçirmek veya suçun ortaya çıkardığı neticeleri gidermesini ödüllendirmek suretiyle suçlulukla mücadele etmektir. Bilindiği üzere hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumu ise ilk defa veya tesadüfen suç işleyenleri damgalanmaksızın adeta onlara bir fırsat tanıyan erteleme kurumunun bir türevi olup cezanın bireyselleştirilmesi aracıdır. Bu kurum bir suç siyaseti aracıdır. Nitekim bu anlamda kanun koyucu 2005 yılında ilk defa çocuklar yönünden kabul ettiği bu kurumun kapsamını 2008 yılında 5728 sayılı Kanun değişikliği ile genişletmiş olup daha da genişletme eğilimindedir. Bu itibarla amaçları, tarihi gelişimi, uygulanma şartları ve hukuki niteliği farklı olan bu iki kurumdan etkin pişmanlığın hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumunun uygulanmasına engel olduğunu kabul etmek bu amaçları ve kurumların hukuki niteliği ve çağdaş ceza hukukunun vardığı noktayı adeta yok saymak anlamına gelebilecektir.
Son olarak kanun koyucunun hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumunun uygulanması mümkün olmayan suçları 5728 sayılı Kanun’un 562. maddesi ile değişik CMK’nın 231/14. maddesinde açıkça ifade etmiştir. Sayın çoğunluğun görüşünün kabulü halinde CMK’nın 231/14. maddesinde belirtilemeyen imar kirliliğine neden olma suçunu ‘adeta kanun koyucunun yerine geçerek’ buraya eklemekle eş anlamlı olma tehlikesi doğabilecektir. Kanun koyucu tabii ki TCK’nın 184/5. Maddesinin varlığından haberdardır ve isteseydi bu suçlarda hükümn açıklanmasının ertelenmesine ilişkin normun uygulanmayacağı normunu kabul edebilirdi, ama böyle yapmamıştır. Diğer taraftan kanun koyucu benzer şekilde sanığın lehine olan uzlaşma kurumunun uygulanmasına ilişkin kurallarda hükmün açıklanmasının ertelenmesi normunun uygulanışında özel ilkeler getirmiş bu her iki kurum arasındaki ilişkiyi somut normlara bağlamıştır ( md. 254/2). Oysa TCK’nın 184/5. Maddesi yönünden de benzer düzenlemeyi yapma imkanı varken yapmamıştır. Sonuç olarak TCK’nın 184/5. Maddesinin uygulanma imkanı bulunan durumlarda hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurallarının uygulanamayacağına ilişkin sayın Çoğunluğun görüşü belirttiğimiz üzere kanun koyucunun yerine geçmek gibi bir tehlike taşıyabileceği gibi sanığın lehine olan bireyselleştirmeye ve toplum içinde iyileştirmeye ilişkin, köklerini onarıcı adalet anlayışında bulan bir kurumu bu suçlar yönünden yok saymak olacaktır. Böyle bir düşünce ise açıkça sanık aleyhine bir yorum oluşturacak bu durum ise adil yargılanma ilkesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun gerekçesinde açıkça ifade edilen ve Türk Ceza Adalet Sistemi’ne hakim olan ‘kusur ilkesi, hümanizma ilkesi ve hukuk devleti ilkesi’ ilkesine aykırılık oluşturacaktır.
Bu itibarla Yerel Mahkeme hükmünün açıklanan nedenlerle bozulması kanaatinde olup, Sayın Çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer bir Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle direnme hükmünün bozulması gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Sonucu itibariyle isabetli olan Bakırköy 28. Asliye Ceza Mahkemesinin 19.06.2013 gün ve 177-746 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,
2-) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.05.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/42206 Karar: 2014/32856 Tarih: 13.11.2014
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1- ) 5237 sayılı TCK’nın 184/1. maddesinde “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran” kişilerin cezalandırılması düzenlenmiş olup, 3194 sayılı İmar Kanununun 5. maddesinde bina “kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır.” şeklinde tanımlanmıştır.
Somut olaya gelince; 30.03.2010 tarihli yapı tatil tutanağında, zemin kat dış tuğla duvarları örülmüş vaziyette kaçak ve ruhsatsız inşai faaliyetin tespit edilmesi, bilirkişi raporuna göre ana binanın 2005 yılından önce yapıldığı ancak çelik konstrüksiyonun birleşim noktasındaki kaynaklar, yıpranma durumu, çatı çelik taşıyıcılarının paslanma ve yıpranma durumu dikkate alındığında çatı, sıva ve boya imalatlarının daha sonra yapıldığının belirtilmesi karşısında; çelik konstrüksiyondan çatı, sıva ve boya yapma eylemlerinin binayı tamamlamaya yönelik imalatlar niteliğinde olduğu gözetilmeden, kanuni olmayan gerekçeyle imar kirliliğine neden olma suçundan beraat kararı verilmesi,
2- )Sanığın ruhsatsız yaptığı inşaatın, 30.03.2010 tarihli tutanakla, mühürlenerek durdurulmasından sonra, 11.05.2010 tarihinde yapılan kontrolde mühre rağmen inşaata devam edildiğinin belirlenmesi ve ayrıca 30.03.2010 tarihli tutanağın, İmar Kanununun 32. maddesi uyarınca, sanığın yapı yerinde bulunmaması nedeniyle, yapı yerine asılıp bir suretinin muhtara bırakılması karşısında, kanuni olmayan ve yetersiz gerekçeyle mühür bozma suçundan beraat kararına hükmedilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve katılan Silivri Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye kısmen uygun olarak, HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 13.11.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/28996 Karar: 2014/26575 Tarih: 22.09.2014
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
5237 sayılı TCK’nın 184. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrasında ; “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapma ve yaptırma”, aynı maddenin 2. fıkrasında “yapı ruhsatiyesi almadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade etme”, 3. fıkrasında ise “yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade etme” fiilleri suç olarak düzenlenmiş olup, yine aynı maddenin 4. fıkrasında, “üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır” hükmü ile, 1. 2. fıkralar bakımından maddenin uygulanacağı yerler “belediye sınırları içerisi” veya “özel imar rejimine tabi yerler” biçiminde sınırlandırılmıştır.
Yargılamaya konu yerin belediye sınırları içinde olup olmadığı ya da özel imar rejimine tabi olup olmadığına dair dosyada belge bulunmamaktadır.
05.11.2008 tarihli tutanakla inşaatın temel seviyesinde olduğu tespit edilmiş, üçüncü derece arkeolojik sit alanı içinde olması nedeniyle 22.01.2009 tarihli iddianame ile 2863 sayılı Kanun’un 65/b maddesine aykırılık suçundan Fethiye 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/95 esas sayılı dosyasında dava açıldığı, sanık hakkında TCK’nın 44. maddesi delaleti ile imar kirliliğine neden olma suçundan 21.05.2009 tarihinde hapis cezası verilerek hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı, sanığın inşaat faaliyetine devam ettiği tespit edilerek suç duyurusu üzerine yeniden soruşturmaya başlanarak, binanın tamamlanarak iskan edilmesinden ve ilk karardan sonra 04.11.2009 tarihli iddianame ile TCK’nın 184/1. maddesine aykırılık suçundan yeni dava açıldığı, sanığın 09.10.2009 tarihli savunmasında inşaatın bittiğini savunduğu anlaşılmakla;
Davaya konu yerin belediye sınırlarında olup olmadığı, özel imar rejimine tabi yerde bulunup bulunmadığı, binadaki inşaat faaliyetinin ne zaman tamamlandığı araştırılarak;
1- )22.01.2009 tarihli iddianameden sonra inşaat faaliyetine devam edilerek binanın bitirildiği tespit edilirse, hukuki kesinti nedeniyle eylemin ayrı suç teşkil edeceği,
2- )Binanın, 22.01.2009 tarihli iddianameden önce bitirildiği tespit edildiğinde ise; henüz hukuki kesinti oluşmadığından eylemin, bozma kararının ( 3 ) nolu bendinde bahsedilen araştırma yapıldıktan sonra belirlenecek tek suçu oluşturacağı, ancak TCK’nın 43/1. maddesi gereğince bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi nedeniyle cezada artırım yapılması gerektiği, önceki davanın kesinleşmiş olması karşısında, o davada hükmolunan temel cezanın TCK’nın 43/1. maddenin uygulanması ile artırılmasıyla yetinilmesi, seçenek yaptırım, erteleme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi cezanın tespitinden sonra uygulanacak hukuki kurumlar açısından ise her iki dosyadaki ceza miktarının toplamının, vekalet ücreti yönünden ise tek davanın esas alınması gerektiği gözetilmeden, CMK’nın 223/7. maddesi uyarınca davanın reddine karar verilmesi,
3- )Binanın yapıldığı yerin, belediye sınırları içinde ya da özel imar rejimine tabi yerlerden olması durumunda ve iddianamede de 2863 sayılı Kanun’un uygulanmasına yönelik bir anlatımın bulunmaması karşısında, anılan Kanuna muhalefet eyleminden suç duyurusunda bulunularak, açılması halinde davalar birleştirildikten sonra; TCK’nın 44. maddesi gereğince TCK’nın 184/1. maddesinde düzenlenen suç ile 2863 sayılı Kanun’un 65/b maddeleri arasında somut uygulama yapılarak en ağır ceza tespit edilerek uygulamanın ağır olan cezaya göre yapılması, belediye sınırları dışında ya da özel imar rejimine tabi olmayan yerde bulunması durumunda ise binanın üçüncü derece arkeolojik sit alanında olması nedeniyle 2863 sayılı Kanun’un 65/b maddesine göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz gerekçelerle hüküm kurulması,
4- )Binanın yapıldığı yerin, belediye sınırları içinde kaldığının tespit edilmesi halinde CMK’nın 234. maddesi gereğince ilgili belediyeye davanın duyurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve katılan Kültür ve Turizm Bakanlığı vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 22.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/9332 Karar: 2014/25531 Tarih: 15.09.2014
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1- ) 184/4. maddesinin “Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.” hükmü uyarınca suça konu yer mücavir alanda ise anılan maddenin ındaki imar kirliliğine neden olma suçunun oluşmayacak olması karşısında, söz konusu yerin suç tarihi itibarı ile belediye sınırlarında veya mücavir alanda kalıp kalmadığı ya da özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığının kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik inceleme ile mahkumiyet kararı verilmesi,
2- )Kabule göre de, kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK’nın 53/4. maddesi uyarınca anılan maddenin 1. fıkrasında yer alan hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve sanığın temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 15.09.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/24871 Karar: 2014/21813 Tarih: 16.06.2014
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:
1- ) İmar kirliliğine neden olma eylemlerine ve yükletilen suçlara yönelik katılan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekili ile O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden tebliğnameye uygun olarak, temyiz davasının esastan reddiyle hükümlerin ONANMASINA,
2- ) 4708 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’a aykırılık suçu yönünden ise;
Başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
4708 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’un 1/2-j bendinde “Yapım işini, yapı sahibine karşı taahhüt eden veya ticari amaçla ya da kendisi için şahsi finans kaynaklarını kullanarak üstlenen, ilgili meslek odasına kayıtlı, gerçek ve tüzel kişi” şeklinde tanımlanan yapı müteahhidinin, yapımını üstlendiği bina niteliğindeki yapıyı, imar mevzuatına uygun olarak yapması, yapı denetim kuruluşunun da binanın mevzuata uygunluğunu denetlemesi, Kanun’un 2. maddesinde belirtilen görevleri yerine getirmesi gerekir. Denetime konu imara aykırılıklar, yapı müteahhidi tarafından yapıldığına göre, Kanun’un 9. maddesinde belirlenen yapı müteahhidinin cezai sorumluluğunun, TCK’nın 184. maddesinde tanımlanan imar kirliliğine neden olma boyutuna varmayan diğer imara aykırılıklar olarak anlaşılması gerekir. Yapı müteahhidinin, TCK’nın 184. maddesinde tanımlanan imar kirliliğine neden olma boyutuna varmayan imara aykırılıkları daha sonradan gidermesi cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.
Yargılamaya konu somut olayda; yapı müteahhidi olan sanıkların “binanın projesine aykırı olarak harç sıva yerine alçı sıva yapmaları, iç ve dış sıvaların, kolon-kiriş detaylarının mevzuatta öngörülen kalınlıkta olmaması, bina duvarlarında ve çatısında uygun malzeme kullanmamaları, duvar kalınlığının az olması gibi İmar Kanunu’nun 5. maddesine göre bina tanımına girmeyen ancak imar mevzuatına uygun olmayan eylemlerinden 4708 Sayılı Kanun’un 9. maddesi gereğince sorumlu tutulmaları ve 5728 Sayılı Kanun ile değişen maddenin lehe olanı tespit edilerek cezalandırılmaları gerekirken, yasal olmayan yetersiz gerekçeyle beraatlerine karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı ve katılan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekili ile O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle hükümlerin BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 16.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/24491 Karar: 2013/19279 Tarih: 18.06.2013
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Sanığın, mevcut ruhsatlı yapının balkonunu 10 metre kare kapatarak odaya dahil etme ve ilave kapalı alan oluşturma biçiminde gerçekleştirdiği eyleminin, konuta ruhsatta belirtilenin dışında yeni bir alan kazandırmaması ve bina niteliğinde olmaması karşısında, 5237 Sayılı TCK’nın 184. maddesinde öngörülen imar kirliliğine neden olma suçunun öğelerinin oluşmadığı ve İmar Kanununun 32, 42. maddeleri kapsamında idari yaptırımın konusunu oluşturabileceği gözetilmeden, beraat kararı verilmesi yerine mahkumiyetine hükmolunması,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve sanık H. T.’un temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 18.06.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/18645 Karar: 2013/1463 Tarih: 24.01.2013
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
5271 sayılı CMK’nın 5728 sayılı Yasa ile değişik uyarınca mahkemece hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmamış bulunması, mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması ve suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosyada sanığa yüklenen kendisine ait binaya ruhsat almadan çatı katı yapmak suretiyle imar kirliliğine neden olma suçunda kişilere veya kamu idaresine karşı doğrudan bir zarara yol açtığının kanıtlanmamış bulunması, ruhsatsız yapının eski hale getirilmesinin ise ancak TCK’nın 184/5 maddesinde öngörülen etkin pişmanlık hükmünün uygulanması bakımından gözetilebilmesi ve sanığın silinme koşulları oluşmuş sabıkasının hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel teşkil etmeyeceğinin anlaşılması karşısında, sanık hakkında CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması hususunun uygulanma koşullarının bu doğrultuda değerlendirilmesi gerekirken, suçtan kaynaklanan zararın giderilmediği, suça konu yapıyı yıkmadığı, ruhsat almadığı şeklindeki yasal olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanmaması,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve sanığın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 24.01.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2011/23795 Karar: 2012/23021 Tarih: 05.11.2012
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre, yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
TCK’nın 184/4.maddesinin; “… Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.” hükmü uyarınca, suça konu yer mücavir alanda ise suçun oluşmayacağı gözetilerek, 30.04.2009 tarihli bilirkişi raporunda davaya konu binanın yapıldığı yerin Selçuk ilçesi mücavir alanı içinde, imar planı dışında olduğunun bildirilmesi karşısında, anılan yerin özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığı araştırılarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik soruşturma ile mahkumiyet kararı verilmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve sanık müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 05.11.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/1674 Karar : 2017/15286 Tarih : 20.12.2017
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak,
TCK’nın 184/1. maddesinde “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran” kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, İmar Yasasının 5. maddesinde de bina kavramının “kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır.” şeklinde açıklanması karşısında, yapı tatil zabtı ve iddianameye göre, balkonun kapatılması, bahçeye kapı açılması, salondan balkona çıkan kapılar iptal edilerek iki adet salon penceresinin büyütülmesi şeklinde ruhsata aykırı ilaveler yapıldığının belirlendiği somut olayda, yapı tatil zaptında belirtilen değişikliklerin alan kazanma niteliğinde olup olmadığı ve TCK’nın 184/1. maddesi kapsamında bina vasfında bulunup bulunmadığının binanın proje ve ekleri getirtilerek değerlendirilmesi, varsa komşu taşınmazlarda oturanlar, bu ilave imalatların yapımında çalışan şahıslar belirlenerek tanık sıfatıyla dinlenmeleri ve bilirkişiden yapı tatil zabtında belirlenen aykırılıkların yapım tarihinin belirlenmesine yönelik teknik verilere dayalı rapor alınması ve tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, bilimsel olmayan bilirkişi raporuna itibar edilmek suretiyle, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi,
Kanuna aykırı ve katılan … vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnamedeki isteme uygun olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 20.12.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/9340 Karar : 2017/7851 Tarih : 14.06.2017
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
TCK’nın 184/1. maddesinde “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran” kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, 29/01/2008 tarihli tutanak ile mülkiyeti …Otelcilik San. Tic . Ltd. Şti’ne ait olan gayrimenkul üzerinde belediyeden ruhsat almadan inşaata başlandığının tespit ediliği ve bu inşaatın mühürlendiğinin belirtildiği, 15/10/2012 tarihli tutanak içeriğiyle de inşaata devam edildiğinin belirlendiği anlaşılmıştır. İnşaatın kim tarafından yaptırıldığına yönelik yapılan incelemede, dosya kapsamında mevcut 24/10/2007 tarihli….Otelcilik San. Tic. Ltd. Şti’nin ana sözleşmesinde ilk beş yıl için Sanık …’ın şirket müdürlüğüne atandığı ve münferiden imzaya yetkili kılındığı, … Ticaret Odası’nın 04/12/2013 tarihli yazısında 24/10/2007 – 24/10/2012 tarihleri arasında şirket yetkilisinin sanık … olduğu,… Ticaret Sicili Müdürlüğü’nün 24.01.2014 tarihli yazısında sanığın 24/10/2007 tarihinden itibaren 5 yıl süreyle münferit imza yetkisine sahip olarak ilgili şirketin müdürü olduğu ve 04.06.2012 tarihinde ticaret sicil müdürlüğüne Ortaklar listesi verdiği ayrıca ticaret sicil tasdiknamesi ve yetki belgesi aldığının ifade edildiği, yine sanığın 12/11/2012 tarihli dilekçesiyle Ayvalık Belediye Başkanlığı’na başvurup, dava konusu yapıya ilişkin tadilat ruhsatı alma talebinde bulunduğu, böylelikle sanığın suç tarihinde şirketin müdürü olduğunun anlaşılması karşısında, mahkemece binanın kim tarafından yapılmış olduğunun tespiti açısından varsa binanın yapımıyla ilgili bilgisi olan veya çevre konutlarda oturan kişilerin, Ayvalık Ticaret Sicili Müdürlüğü’nün 24.01.2014 tarihli yazısında 27/12/2013 tarihinden itibaren şirket adına imzaya yetkili kılınan ….ve ….’ın ve şirket sahip veya sahiplerinin tanık sıfatıyla dinlenmesi, ayrıca mühür bozma suçuna ilişkin olarak 15/10/2012 tarihli tutanakla inşaata devam edildiğinin belirlendiği, dolayısıyla mühürlemenin amacına aykırı olarak inşai faaliyete devam edilmesi halinde mühür bozma suçunun oluşacağı hususu da gözetilerek ve tüm kanıtları birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği değerlendirilmeden eksik soruşturma ve yetersiz gerekçeyle sanık hakkında beraat kararı verilmesi,
2- TCK’ nın 184/4. maddesindeki, “Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tâbi yerlerde uygulanır” hükmü karşısında sanık tarafından ruhsatsız olarak inşa edildiği iddia olunan binanın, belediye sınırları içinde kalıp kalmadığı ya da özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığı hususlarının İdareden sorulması gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı, katılan … Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnamedeki isteme aykırı olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 14/06/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/28026 Karar : 2016/17600 Tarih : 16.11.2016
-
TCK 184. Madde
-
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Sanıklardan ‘in yokluğunda verilen gıyabi kararın adli tatil içerisinde 31/07/2013 tarihinde tebliğ edildiğinden dolayı adli tatilin bittiği günden itibaren temyiz süresinin başlayacağı gözetilerek, adli tatilin bitmesiyle işlemeye başlayan yedi günlük temyiz süresinin son günün de hafta sonu tatiline rastladığından sanık müdafiinin 09/09/2013 tarihindeki temyizinin süresinde olduğu anlaşılmakla, tebliğnamedeki sanık müdafiinin temyiz talebini süre yönünde reddi görüşüne iştirak edilmeyerek yapılan incelemede;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
1- Sanık hakkındaki hükme yönelik incelemede;
Hükümden sonra TCK’nın 53. maddesine ilişkin Anayasa Mahkemesinin 24/11/2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 08/10/2015 tarih ve 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı iptal kararının infaz aşamasında dikkate alınacağı kabul edilmiştir.
Sanığa yükletilen imar kirliliğine neden olmak eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı, çelişmeyen verilere dayandırıldığı ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25/02/2014 tarih ve 2013/4-691 esas, 2014/91 karar ile 25/11/2014 tarih ve 2014/4-94 esas, 2014/525 sayılı kararlarında belirtildiği üzere, 5237 sayılı TCK’nın 184/5. maddesinin gereğini yerine getirmeyen sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenmiş olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekmemesine,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,
Cezanın Kanuni bağlamda uygulandığı,
Anlaşıldığından sanık müdafiinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE, adı geçen sanık hakkındaki hükmün oy birliğiyle ONANMASINA,
2- Sanık hakkındaki hükme yönelik temyize gelince;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiş ve suçun TCK’nın 53-1/e maddesindeki hak ve yetkilerin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesine rağmen sanık hakkında aynı Yasanın 53/5. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz bulunmadığndan bozma nedeni sayılmamıştır.
Ancak;
a- Hükümden sonra Anayasa Mahkemesinin 24/11/2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 08/10/2015 tarih ve 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı iptal kararının TCK’nın 53. maddesinin uygulanması sırasında gözetilmesi zorunluluğu,
b- CMK’nın 231/5. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilebilmesi için, aynı maddenin 6. fıkrasında zararın ödenmesi koşulu öngörülmüş ise de, bu koşulun aranabilmesi için suçun niteliği veya işleniş biçimine ve doğurduğu sonuçlarına göre ortada maddi bir zararın bulunmasının zorunlu olduğu, Yargıtay Ceza Genel Kurulununun, Dairemizce de benimsenen 03/02/2009 tarih ve 2008/11-250 esas, 2009/13 sayılı kararında da açıklandığı üzere, CMK’nın 231/6-c maddesindeki objekif ve subjektif koşullar değerlendirilerek, “giderilmesi gereken zarar” kavramının, somut, belirlenebilir maddi zarar olduğu dikkate alınarak, öncelikle olay nedeniyle uğranılan somut maddi bir zararın bulunup bulunmadığının kesin biçimde saptanması, var ise bu saptamadan sonra sanığa bildirilip tazmin edip etmeyeceğinin sorulması gerektiği gözetilmeden, böyle somut bir saptama yapılmadan sanıktan zararın giderip gidermeyeceğinin sorulması suretiyle, eksik araştırma ve yeterli olmayan gerekçe ile 5271 sayılı CMK’nın 231/5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi,
Kanuna aykırı ve sanık müdafiinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozmaöncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 16/11/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.