0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Güveni Kötüye Kullanma Suçu

TCK Madde 155

(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.



TCK Madde 155 Gerekçesi

Madde metninde güveni kötüye kullanma suçu tanımlanmıştır. Söz konusu suçla korunan hukukî değer kişilerin mülkiyet hakkıdır. Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır.

Güveni kötüye kullanma suçunun konusu, taşınır veya taşınmaz maldır. Bu mal üzerinde fail lehine zilyetlik tesis edilmiş olmalıdır. Güveni kötüye kullanma suçunda fail, suç konusu malın maliki değildir. Bu nedenle, müşterek veya iştirak hâlinde mülkiyete konu olan mallarla ilgili olarak, müşterek veya iştirak hâlinde malik olanlar birbirlerine karşı güveni kötüye kullanma suçunu işleyemezler. Fail, suç konusu şey üzerinde lehine zilyetlik tesis edilmiş olan kişidir. Ancak, bu zilyetliğin mutlaka malik tarafından tesis edilmesi gerekmez.

Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir. Bu hukukî ilişki, örneğin kira sözleşmesi, ariyet sözleşmesi, karz sözleşmesi, vedia sözleşmesi, istisna sözleşmesi, vekalet sözleşmesi, kefalet sözleşmesi, hizmet sözleşmesi, rehin sözleşmesi ile tesis edilmiş olabilir. Bu akdi ilişki, karma veya sui generis bir sözleşme ile de tesis edilmiş olabilir. Örneğin, bir bankada açılan carî hesaba veya bir “özel finans kurumu”nda açılan “katılım ortaklığı hesabı”na ilişkin sözleşme ile de bu hukukî ilişki tesis edilmiş olabilir. Keza, örneğin bir anonim şirket yönetim kurulu üyeleri ile şirket tüzelkişiliği arasındaki hukukî ilişki, hizmet ve/veya vekalet sözleşmesine dayanmaktadır. Hatta, mülkiyeti muhafaza kaydıyla satın alınmış olan eşyanın meselâ bir üçüncü kişiye satılması durumunda dahi, güveni kötüye kullanma suçunun oluştuğu kabul edilmelidir.

Bu zilyetlik devri, malik olmayan kişiye, aradaki hukukî ilişkinin niteliğine göre, şey üzerinde belli bazı tasarruflarda bulunma hak ve yetkisini vermektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için, failin suç konusu mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunması veya bu devir olgusunu inkar etmesi gerekir.

Güveni kötüye kullanma suçunun soruşturma ve kovuşturması mağdurun şikâyetine bağlı kılınmıştır.

Söz konusu suçun işlenmesi suretiyle bir yarar elde edilebileceği düşüncesiyle, yaptırım olarak hapis cezasının yanı sıra adlî para cezası da öngörülmüştür.

Maddenin ikinci fıkrasında güveni kötüye kullanma suçunun nitelikli hâli düzenlenmiştir. Buna göre, söz konusu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da, hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde, failin suçun temel şekline nazaran daha ağır ceza ile cezalandırılması gerekmektedir.


TCK 155 (Güveni Kötüye Kullanma Suçu) Emsal Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu 2017/294 E. , 2020/456 K.

  • TCK 155
  • Güveni kötüye kullanma suçunun unsurları

“Güveni kötüye kullanma” suçu TCK’nın 155. maddesinde;

“(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlemiş,

Maddenin gerekçesinde de; “Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır… Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir” açıklaması yapılmıştır.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır.

Suç, devir amacı dışında tasarrufta bulunma veya inkâr etme şeklinde icrai bir hareketle işlenebileceği gibi malı süresinde devretmeme veya malı güvenle saklamak üzere zilyetliği devralma hâlinde, bakım yükümlülüğünü bilerek yerine getirmeme gibi ihmali hareketle de işlenebilir (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1, 4. Baskı, Beta Yayım, Eylül 2017, s. 472.).

TCK’nın 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunu’muzun 973. maddesinde; “Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir.” şeklinde açıklanmış, asli ve fer’i zilyetlik ise aynı Kanun’un 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir.” biçiminde tanımlanmıştır. Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.

Bu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde ise, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli söz konusu olacaktır.

Meslek ve sanat, kişinin geçimini sağlamak için uğraştığı ve devamlılık gösteren işlerdir. Genellikle meslek ve sanat serbestçe yapılan ve bireylerin belli bir hizmeti almak veya yaptırmak için başvurdukları iş alanını ifade eder. Örneğin, televizyon tamirciliği, terzilik, dizgicilik, kuru temizlemecilik, matbaacılık, grafikerlik vs. Bu örneklerde de görüldüğü gibi, genellikle meslek ve sanatta, aralarında hizmet ilişkisi olmayan kişiler bu mesleği yapanlardan bir hizmet satın almaktadırlar.

Ticaret, kişilerin özel ilişkilerini ilgilendiren alanlarda yapılan ve bir mal değişimini konu alan hareketlerdir. Failin ticari amaçla hareket etmesi yeterlidir. Tacir olması aranmaz. Ancak, mal sahibi olan mağdurun ticaret amacıyla hareket etmesine gerek bulunmamaktadır.

Hizmet ise, hizmeti yapanla yaptıran arasında bir ilişkinin olmasını ifade eder. Hizmet ilişkisinin daimi olması zorunlu değildir. Ayrıca, suça konu eşya faile sürekli olarak ve tüm sorumluluğu ona ait olmak koşulu ile teslim edilmelidir.

Bu nitelikli hâlin uygulanabilmesi için, failin işi, mesleği, eşyanın hangi amaçla faile verildiği araştırılmalıdır.

Suçun nitelikli hâlleri arasında sayılan bir başka durum ise, hangi nedenden doğmuş olursa olsun “başkasının mallarını idare etmek yetkisine sahip kimselerin” güveni kötüye kullanmasıdır. Maddede de açık bir şekilde belirtildiği gibi, idare yetkisinin hangi nedenden doğmuş olduğu önemli değildir. Sözleşmeden doğmuş olabileceği gibi, yasadan veya resmî makam veya merciler tarafından verilen bir karardan da, bu yetki doğmuş olabilir (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 4. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, 1. Baskı, s. 4531-4532.).

Cezanın ağırlaştırılması sonucunu doğuran bu hâllerde, fail ile mağdur arasındaki hukuki ilişkiye dayanan güven ilişkisi daha yoğundur. Failin sıfatı, onun hukuki ilişkiye uyma konusunda daha özenli davranacağının bir göstergesi olmaktadır. Belli sıfata sahip kişilere karşı toplumda daha fazla güven duygusu vardır. Kişiler, meslek ve sanat icra edenlere, ticaret veya belli hizmeti görenlere, belli bir işi görüyor olmaları nedeniyle normal bir kişiye nazaran daha fazla güven beslerler ve bu güvene dayalı olarak zilyedi veya malik bulundukları malı fazlaca sorgulamadan belli bir maksatla muhataplarına teslim ederler. Suçu nitelikli hale getiren bu unsur, taraflar arasında güven ilişkisinin tesisini kolaylaştıran hâllerin kötüye kullanılmasını esas almaktadır. Bu ağırlaştırıcı nedenin uygulanması, malın teslimi ile failin sıfatı arasında nedensellik ilişkisi bulunmasına bağlıdır. Mal, faile, sadece sıfatından değil, aynı zamanda sıfatının doğurduğu bir ilişkiden dolayı teslim edilmiş olmalıdır (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1, 4. Baskı, Beta Yayım, Eylül 2017, s. 478; Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınları, 12. Baskı, Eylül 2017, Ankara, s. 687; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınları, 4. Baskı, Eylül 2017, Ankara, s. 639-640.). Diğer taraftan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir değişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık …‘in, katılan …‘ın yetkilisi olduğu … İnşaat Turizm ve Ticaret Ltd. Şti’nde işçi olarak çalıştığı sırada,katılanlar …, … ve … adına MKE’den silah alınması amacıyla yatırılması gereken harç için şirket kasasından kendisine teslim edilen 6.000 TL’yi yatırmamak suretiyle hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği iddia olunan olayda;

Sanığın, aşamalarda katılan şirketin finans müdürü olan tanık …‘in Kızılay Soysal Çarşısında iş yeri bulunan … isimli kuyumcuya teslim edilmek üzere 6.000 TL’yi kendisine verdiğini ve parayı tediye makbuzu karşılığında alıp … isimli kuyumcuya teslim ettiğini savunması, dosyada fotokopisi mevcut tediye makbuzunun açıklama kısmında “… beye” ibaresinin yer alması, katılan …‘nin kovuşturma evresinde il dışında bulunduğu ve kasada da para olmadığı için … isimli şahıstan sanığa 6.000 TL vermesini istediğini ifade etmesi karşısında;

Sanığın suça konu parayı teslim ettiğini savunduğu, katılan …‘ın ise suça konu paranın kendisinden alındığını ifade ettiği … isimli şahsın beyanının önem derecesi ve suçun sübutuna etkisi dikkate alındığında; … isimli şahsın açık kimlik ve adresinin tespiti için katılanlar vekilinin beyanları ile yetinilmemesi gerektiği, sanıktan … isimli şahsa nerede ve ne şekilde parayı teslim ettiğinin sorulması, … isimli şahsın açık kimlik ve adres bilgilerinin tespiti bakımından kolluk vasıtasıyla Soysal Çarşısı yönetiminden ve çarşıda faaliyet gösteren kuyumcu esnafından araştırma yaptırılması, … isimli şahsın kuyumcu esnafı olduğunun ve kuyumcu iş yeri işlettiğinin tespit edilmesi hâlinde kuyumcular odasından ve gerekirse ilgili vergi dairesinden de bilgi temin edilmesi, … isimli şahsın açık kimlik ve adres bilgilerinin tespit edilmesi durumunda tanık sıfatıyla duruşmaya çağrılarak tediye makbuzu gösterilmek ve suça konu parayı sanıktan teslim mi aldığı yoksa sanığa teslim mi ettiği hususları da açıklattırılmak suretiyle olaya ilişkin ayrıntılı beyanının alınmasından sonra, toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulmasının usul ve kanuna aykırı olduğu kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2016/1074 E. , 2020/96 K.

  • TCK 155
  • Güveni kötüye kullanma suçunun dolandırıcılık suçundan farkı nedir?

Güveni kötüye kullanma suçunun konusu, taşınır veya taşınmaz maldır. Bu mal üzerinde fail lehine zilyetlik tesis edilmiş olmalıdır. Güveni kötüye kullanma suçunda fail, suç konusu malın maliki değildir. Bu nedenle, müşterek veya iştirak hâlinde mülkiyete konu olan mallarla ilgili olarak, müşterek veya iştirak hâlinde malik olanlar birbirlerine karşı güveni kötüye kullanma suçunu işleyemezler. Fail, suç konusu şey üzerinde lehine zilyetlik tesis edilmiş olan kişidir. Ancak, bu zilyetliğin mutlaka malik tarafından tesis edilmesi gerekmez.

Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir. Bu hukukî ilişki, örneğin kira sözleşmesi, ariyet sözleşmesi, karz sözleşmesi, vedia sözleşmesi, istisna sözleşmesi, vekalet sözleşmesi, kefalet sözleşmesi, hizmet sözleşmesi, rehin sözleşmesi ile tesis edilmiş olabilir. Bu akdi ilişki, karma veya sui generis bir sözleşme ile de tesis edilmiş olabilir. Örneğin, bir bankada açılan carî hesaba veya bir ‘özel finans kurumu’nda açılan ‘katılım ortaklığı hesabı’na ilişkin sözleşme ile de bu hukukî ilişki tesis edilmiş olabilir. Keza, örneğin bir anonim şirket yönetim kurulu üyeleri ile şirket tüzelkişiliği arasındaki hukukî ilişki, hizmet ve/veya vekalet sözleşmesine dayanmaktadır. Hatta, mülkiyeti muhafaza kaydıyla satın alınmış olan eşyanın meselâ bir üçüncü kişiye satılması durumunda dahi, güveni kötüye kullanma suçunun oluştuğu kabul edilmelidir. Bu zilyetlik devri, malik olmayan kişiye, aradaki hukukî ilişkinin niteliğine göre, şey üzerinde belli bazı tasarruflarda bulunma hak ve yetkisini vermektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için, failin suç konusu mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunması veya bu devir olgusunu inkar etmesi gerekir.

Güveni kötüye kullanma suçunun soruşturma ve kovuşturması mağdurun şikâyetine bağlı kılınmıştır.

…Maddenin ikinci fıkrasında güveni kötüye kullanma suçunun nitelikli hâli düzenlenmiştir. Buna göre, söz konusu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da, hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde, failin suçun temel şekline nazaran daha ağır ceza ile cezalandırılması gerekmektedir” açıklaması yapılmıştır.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır.

TCK’nun 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunumuzun 973. maddesinde;

“Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir” şeklinde açıklanmış,

Asli ve fer’i zilyetlik ise aynı Kanunun 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir” biçiminde tanımlanmıştır.

Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.

Bu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde ise, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli söz konusu olacaktır.

Meslek ve sanat, kişinin geçimini sağlamak için uğraştığı ve devamlılık gösteren işlerdir. Genellikle meslek ve sanat serbestçe yapılan ve bireylerin belli bir hizmeti almak veya yaptırmak için başvurdukları iş alanını ifade eder. Örneğin, televizyon tamirciliği, terzilik, dizgicilik, kuru temizlemecilik, matbaacılık, grafikerlik vs. Bu örneklerde de görüldüğü gibi, genellikle meslek ve sanatta, aralarında hizmet ilişkisi olmayan kişiler bu mesleği yapanlardan bir hizmet satın almaktadırlar.

Ticaret, kişilerin özel ilişkilerini ilgilendiren alanlarda yapılan ve bir mal değişimini konu alan hareketlerdir. Failin ticari amaçla hareket etmesi yeterlidir. Tacir olması aranmaz. Ancak, mal sahibi olan mağdurun ticaret amacıyla hareket etmesine gerek bulunmamaktadır.

Hizmet ise, hizmeti yapanla yaptıran arasında bir ilişkinin olmasını ifade eder. Hizmet ilişkisinin daimi olması zorunlu değildir. Ayrıca, suça konu eşya faile sürekli olarak ve tüm sorumluluğu ona ait olmak koşulu ile teslim edilmelidir.

Bu nitelikli halin uygulanabilmesi için, failin işi, mesleği, eşyanın hangi amaçla faile verildiği araştırılmalıdır.

Suçun nitelikli halleri arasında sayılan bir başka durum ise, hangi nedenden doğmuş olursa olsun “başkasının mallarını idare etmek yetkisine sahip kimselerin” güveni kötüye kullanmasıdır. Maddede de açık bir şekilde belirtildiği gibi, idare yetkisinin hangi nedenden doğmuş olduğu önemli değildir. Sözleşmeden doğmuş olabileceği gibi, yasadan veya resmi makam veya merciler tarafından verilen bir karardan da, bu yetki doğmuş olabilir (Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 4. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, 1. Baskı, s. 4531-4532).

Cezanın ağırlaştırılması sonucunu doğuran bu hâllerde, fail ile mağdur arasındaki hukuki ilişkiye dayanan güven ilişkisi daha yoğundur. Failin sıfatı, onun hukuki ilişkiye uyma konusunda daha özenli davranacağının bir göstergesi olmaktadır. Belli sıfata sahip kişilere karşı toplumda daha fazla güven duygusu vardır. Kişiler, meslek ve sanat icra edenlere, ticaret veya belli hizmeti görenlere, belli bir işi görüyor olmaları nedeniyle normal bir kişiye nazaran daha fazla güven beslerler ve bu güvene dayalı olarak zilyedi veya malik bulundukları malı fazlaca sorgulamadan belli bir maksatla muhataplarına teslim ederler. Suçu nitelikli hale getiren bu unsur, taraflar arasında güven ilişkisinin tesisini kolaylaştıran hâllerin kötüye kullanılmasını esas almaktadır. Bu ağırlaştırıcı nedenin uygulanması, malın teslimi ile failin sıfatı arasında nedensellik ilişkisi bulunmasına bağlıdır. Mal, faile, sadece sıfatından değil, aynı zamanda sıfatının doğurduğu bir ilişkiden dolayı teslim edilmiş olmalıdır (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1, 4. Baskı, Beta Yayım, Eylül 2017, s. 478; Veli Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınları, 12. Baskı, Eylül 2017, Ankara, s. 687; Mahmut Koca, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınları, 4. Baskı, Eylül 2017, Ankara, s. 639-640).

3- Dolandırıcılık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçlarının Farkları;

a) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi belirli biçimde kullanılmak için hukuka, yöntemlere uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edildiği hâlde, dolandırıcılık suçunda hileli davranışlar kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır.

b) Dolandırıcılık suçunda, haksız çıkarın sağlanması dolayısıyla suç tamamlanmaktadır. Suçun oluştuğu an, çıkarın sağlandığı, zararın verildiği andır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, kanunda öngörülen “zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunma veya bu devir olgusunu inkâr” gibi seçimlik hareketlerin gerçekleştiği an olup, bu âna kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmaz.

c) Dolandırıcılık suçunda başlangıçta oluşan bir kast bulunmaktadır. Zilyetliğin hileli davranışlar kullanılarak elde edilmesi, bu suçta malın teslimi öncesi kast bulunduğunu ortaya koymaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Mal fer’i zilyede belli amaçlar için tevdi edildikten sonra, iade edilmesi aşamasında malın tesliminden sonra kast oluşmaktadır. Kast öğesi olaysal olarak değerlendirilmeli, fail veya faillerin durumu, mağdurla olan ilişki ve olayın özellikleri ayrı ayrı nazara alınıp sonuca varılmalıdır.


Ceza Genel Kurulu 2015/215 E. , 2018/371 K.

  • TCK 155/2
  • Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu
  • Güveni kötüye kullanma suçu ile hırsızlık suçunun farkı

II- Güveni Kötüye Kullanma Suçu:

“Güveni kötüye kullanma” suçu ise 5237 sayılı TCK’nın 155. maddesinde;

“(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlemiş,

Maddenin gerekçesinde de; “Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır… Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir” açıklaması yapılmıştır.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır.

Bu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde ise, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli söz konusu olacaktır.

TCK’nın 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunu’nun 973. maddesinde; “Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir” şeklinde açıklanmış, asli ve fer’i zilyetlik ise aynı Kanun’un 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir” biçiminde tanımlanmıştır. Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.

III- Hırsızlık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçlarının Farkları:

Hırsızlık ile güveni kötüye kullanma suçlarının bazı ortak noktaları bulunmakla birlikte, bu iki suçun birbirinden ayrıldığı noktaları aşağıdaki şekilde belirlemek mümkündür:

a-) Hırsızlık suçunun konusu sadece taşınır bir mal iken, güveni kötüye kullanma suçunun konusunu hem taşınır hem de taşınmaz mallar oluşturabilir.

b-) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, muhafaza edilmek veya belirli biçimde kullanılmak üzere hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak yapılmaktadır. Hırsızlık suçunda ise taşınır mal zilyedinin rızası olmadan alınmaktadır.

c-) Hırsızlık suçunda, zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır malın bulunduğu yerden alınmasıyla suç oluşmaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulduğu veya bu devir olgusunun inkâr edildiği andır. Bunun sonucu olarak bu aşamaya kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmayacaktır.

d-) Hırsızlık suçunda failde başlangıçtan itibaren suç işleme kastı bulunmakta iken, güveni kötüye kullanma suçunda sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Malın fer’i zilyede belli amaçlar için tevdi edilmesinden sonra kast oluşmakta ve güveni kötüye kullanma suçu işlenmektedir.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 24.09.2013 tarih ve 1358-389, 04.06.2013 tarih ve 1353-287 ile 19.02.2013 tarih ve 1379-60 sayılı kararlarında da benzer hususlara işaret edilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Şikâyetçinin evden eve taşımacılık faaliyeti yürüttüğü iş yerinde hamal olarak çalışan ve şikâyetçi tarafından kendisine iş yerinin anahtarı teslim edilen sanığın, şikâyetçinin belirsiz ve uzun süreyle şehir dışında bulunduğu dönemde iş yerindeki eşyayı başkasına satması şeklinde gerçekleşen olayda; şikâyetçinin şehir dışında bulunduğu sürenin uzunluğu, sanığın suça konu eşyanın kendisine bırakıldığına yönelik savunması ve sanığa iş yerinin anahtarının teslim edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, yürütülen ticari faaliyetin bu süre zarfında devamlılığı açısından, hamallık görevinin ötesinde iş yeri idaresinin de sanığa bırakıldığı, bu bağlamda, şikâyetçiyle aralarındaki hizmet ilişkisi gereği muhafaza etmesi için herhangi bir eşya yönünden sınırlama olmaksızın iş yerinde bulunan tüm eşyanın zilyetliğinin de sanığa devredildiği ve sanığın suç konu eşya üzerinde, bu eşyayı iş yerinde özgülendikleri amaçla kullanması hususunda tasarruf yetkisinin bulunduğu anlaşıldığından, zilyetliğin devir amacı dışında bu eşyayı başka kişiye satan sanığın eyleminin hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.


Ceza Genel Kurulu 2016/753 E. , 2017/468 K.

  • TCK 155/2
  • Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu
  • Güveni kötüye kullanma suçu ile dolandırıcılık suçu arasındaki fark

Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi açısından dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçları üzerinde ayrıntısıyla durulmalıdır.

A- Dolandırıcılık Suçu:

5237 sayılı TCK’nun “Dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir” şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup, 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri sayılmıştır.

Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 765 sayılı TCK’nun 503. maddesinde bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yapma olmasına karşın, 5237 sayılı TCK’nun 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş, 765 sayılı Kanunda yer alan desise kavramına 5237 sayılı Kanunda yer verilmemiş ve hileye desiseyi de kapsayacak şekilde geniş bir anlam yüklenmiştir.

Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;

1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,

2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,

3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,

Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır. Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer malvarlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.

5237 sayılı TCK’nun 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir. Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.

Hile, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır… Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez” biçiminde tanımlanmıştır.

Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2.Bası, Cilt I. s. 456) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.

Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler gözönünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkanlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.

Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir” (Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 4. bası s.650), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Baskı, s.343), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Bası, Cilt I. s.462) Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.

Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında işlenen dolandırıcılık suçu ise, suç ve karar tarihi itibarıyla TCK’nun 158. maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde; “(1)Dolandırıcılık suçunun;… h- Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu maddenin gerekçesinin ilgili bölümlerinde ise, “Ticari faaliyeti meslek olarak icra eden kişilerin güvenilirliğini sağlamak amacıyla, dolandırıcılık suçunun tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında işlenmesi, bu suçun temel şekline nazaran daha ağır cezayı gerektiren bir nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir” açıklamalarına yer verilmiştir.

TCK’nun 158. maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi uyarınca tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında, kooperatif yöneticilerinin de kooperatifin faaliyeti kapsamında dolandırıcılık suçunu işlemeleri nitelikli hâl olarak öngörülmüştür. Ticari faaliyeti meslek olarak icra eden kişilerin güvenilirliğinin en üst düzeyde olması gereği, toplumsal hayatta ihtiyaç duyulan kişiler arasındaki dürüstlük ve güvenirliliğe ticari hayatın daha çok muhtaç olması nedeniyle, böyle bir artırım nedeni öngörülmüştür.

Anılan bentte iki tür suç öngörülmüştür. Bunlardan birisi ticari faaliyet sırasında dolandırıcılık; diğeri ise, kooperatifin faaliyeti kapsamında dolandırıcılıktır. Bu suç, özgü bir suçtur. Bu suçu ancak, tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişiler ya da kooperatif yöneticileri işleyebilir. Bunların dışındakilerin bu suçu işleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Örneğin, esnafın veya tacir sıfatı, şirket yöneticisi ya da şirket adına hareket eden kişi özelliği bulunmayan gerçek kişiler, kooperatif denetçileri ve üyeleri bu suçu işleyemezler.

Bu nitelikli hâlin oluşması için, failin tacir ya da şirket yöneticisi veya şirket adına hareket eden kimse olması yeterli değildir. Aynı zamanda aldatıcı nitelikteki eylemin, ticari faaliyetleri sırasında gerçekleştirilmiş olması gerekir.

B- Güveni Kötüye Kullanma Suçu:

“Güveni kötüye kullanma” suçu TCK’nun 155. maddesinde; “(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlemiş, Maddenin gerekçesinde de;

“Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır… Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir” açıklaması yapılmıştır. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır.

TCK’nun 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunumuzun 973. maddesinde; “Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir” şeklinde açıklanmış, Asli ve fer’i zilyetlik ise aynı Kanunun 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir” biçiminde tanımlanmıştır.

Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.

Bu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde ise, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli sözkonusu olacaktır.

C- Dolandırıcılık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçlarının Farkları:

a-) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi belirli biçimde kullanılmak için hukuka, yöntemlere uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edildiği halde, dolandırıcılık suçunda hileli davranışlar kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır.

b-) Dolandırıcılık suçunda, haksız çıkarın sağlanması dolayısıyla suç tamamlanmaktadır. Suçun oluştuğu an, çıkarın sağlandığı, zararın verildiği andır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, kanunda öngörülen “zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunma veya bu devir olgusunu inkâr” gibi seçimlik hareketlerin gerçekleştiği an olup, bu âna kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmaz.

c-) Dolandırıcılık suçunda başlangıçta oluşan bir kast bulunmaktadır. Zilyetliğin hileli davranışlar kullanılarak elde edilmesi, bu suçta malın teslimi öncesi kast bulunduğunu ortaya koymaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Mal fer’i zilyede belli amaçlar için tevdi edildikten sonra, iade edilmesi aşamasında malın tesliminden sonra kast oluşmaktadır. Kast öğesi olaysal olarak değerlendirilmeli, fail veya faillerin durumu, mağdurla olan ilişki ve olayın özellikleri ayrı ayrı nazara alınıp sonuca varılmalıdır.

…Holding A.Ş.’nin yönetiminde bulunan sanık … ve bu şirketin yönetimine sonradan dâhil olan sanıklar ….. ve ….. ile şirket tüzel kişiliği arasındaki ilişkinin hizmet ilişkisi kapsamında olması, şirketi idare etme yetkisinin gereği olarak şirkete ait mal varlığının sanıklara tevdi edilmesiyle şirket yönetiminde bulunan sanıkların sözleşme ile kendilerine bırakılan şirket mal varlığını korumak ve bu mal varlığı üzerinde ana sözleşmede belirtilen amaca uygun ve kâr getirecek şekilde tasarrufta bulunmakla yükümlü olmaları, katılan …‘ın hisselerinin eksiltildiğine ilişkin kararların müştereken alınması ve hisse dağılımına ilişkin hazırun cetvelinin sahte olduğuna yönelik herhangi bir iddianın da bulunmaması göz önüne alındığında; sanıkların şirket mal varlığı üzerinde kendilerinin veya başkalarının yararına olarak tevdi amacına aykırı şekilde tasarrufta bulunmalarından sonra, bu tasarrufların ortaya çıkmaması için gerçekleştirdikleri bir takım hileli davranışlarının eylemlerini dolandırıcılık suçuna dönüştürmeyeceği, zira dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için hileli hareketlerin haksız menfaatin elde edilmesinden önce sergilenmesi gerektiği, şirket yönetiminde bulunan sanıkların hizmet ilişkisi nedeniyle bağlı bulundukları katılan … Holding A.Ş. aleyhine hizmet ilişkisiyle bağdaşmayan tasarruflar yapmak suretiyle menfaat elde etmeleri şeklinde gerçekleşen eylemlerinin bir bütün hâlinde TCK’nun 155. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2017/2837 Karar: 2018/38 Tarih: 08.01.2018

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Sanığın, katılana ait kargo şirketinde şoför olarak çalıştığı sırada kendisine iş için teslim edilen araçla şehir dışına alkollü bir şekilde çıkmak suretiyle kaza yaptığı ve aracı terkederek evine gittiği, yapılan incelemede araçta 12.000 TL zarar bulunduğunun belirtildiği, böylece sanığın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda,

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi,failin kendisine verilen malı,veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Bu hukuksal bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, sanığın söz konusu aracı kullanmak suretiyle hizmet ilişkisi kapsamı dışına çıkmadığı, zilyetliği zaten kendisinde olan aracı kullanma yetkisinin bulunduğu, kullandığı araç ile alkollü olarak kaza yapmasının 179/3 kapsamındaki suçu oluşturacağı, eyleminin 155/2 kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gibi sanığın bir yakınını ziyaret etmek isterken kazanın meydana gelmesi karşısında suç işleme kastıyla hareket ettiğine dair delil de bulunmadığı dikkate alınarak, sanığın, 5271 sayılı CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,

Kabule göre de; katılan, 06/07/2011 tarihinde talimatla alınan ifadesinde, sanığın, zararını karşılamak amacıyla 2010 yılı Mayıs ayından Aralık ayına kadar yanında ücretsiz çalıştığını, Aralık ayında Tekirdağ’daki şubeyi bıraktıklarını, mahkemeye de sunduğu ücret bordrolarına göre sanığın maaşından net 4.633.84 TL aldıklarını, halen sanığın kendilerine 7.366.55 TL borcu bulunduğunu belirttiği, sanık soruşturma aşamasındaki ifadesinde, katılanın zararını gidereceğini ifade ettikten sonra 28/04/2011 tarihli duruşmadaki ifadesinde, katılanın zararını giderdiğini söylediği, temyiz dilekçesinde ise, katılanın işyerinde dokuz ay maaş almadan çalıştığını, ayrıca elden parça parça 2.350 TL daha para ödediğini belirttiği ve işyeri çalışanı İlkay Akgün imzalı olan kendisinden para alındığına dair belge fotokopilerini dosyaya sunduğu dikkate alınarak, sanığın gerçekte bu işyerinde ne kadar çalıştığı ve bu çalışma süreci içinde kaç aylık maaşını katılan işyerine verdiğinin belirlenmesi, işyeri kayıtlarının getirtilerek, çalışma süresi açısından sanık ve katılanın beyanları arasındaki çelişkinin giderilmesi, sanığın temyiz dilekçesine ek olarak sunduğu imzalı belgelerin gerçek olup olmadığının araştırılması varsa asıllarının dosyaya konulması, parayı aldığı belirtilen işyeri çalışanı İlkay Akgün isimli kişinin bilgi sahibi sıfatıyla dinlenilmesi, sanıktan para alıp almadığı, belgeler altındaki imzaların kendisine ait olup olmadığının sorulması ile verildiği iddia edilen bu paranın katılanın kayıtlarında yer alıp almadığının araştırılması, buna göre sanığın zararı gidermek amacıyla katılana gerçekte ne kadar ödeme yaptığının kesin olarak belirlenmesi, kısmi iade varsa, son durum itibariyle katılanın kısmi iadeye rızasının bulunup bulunmadığının sorulması, zararın tam giderilmesi söz konusu ise, sanık hakkında TCK’nın 168/2. maddesi kapsamında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun karar yerinde tartışılması gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, hükmün BOZULMASINA, 08/01/2018 tarihinde beraate karar verilmesi gerektiğiyle ilgili karar yönünden oyçokluğu, TCK’nın 168/2 maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması ile ilgili karar yönünden oybirliğiyle karar verildi.

Karşı Oy;

Sanık … hakkında Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığının 10.11.2010 tarih ve 2010/2945 esas sayılı iddianamesiyle, kendisine hizmet nedeniyle tahsis edilen 59 TC 488 plakalı aracı iş saatleri dışında iş yerine bırakması gerekirken bırakmayıp amacı dışında kullanarak gece Tekirdağ-Yeniköye gittiği ve kaza yaptığı iddiasıyla dava açılmış ve sanığın 155/2, 58,, 53/1-2 maddeleri gereğince cezalandırılması talep olunmuştur.

Mahkemesince sanığın suçu sabit kabul edilip hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir.

Mahkumiyet kararını sanığın temyiz etmesi üzerine, dairemiz çoğunluğunca sanığın suç kastıyla hareket ettiğine ilişkin delil bulunmadığı, dolayısıyla sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği, kabule göre de 168/2 maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması gerekçesiyle bozulmuştur.

Çoğunluğun beraat yönündeki görüşüne katılmıyoruz. Şöyleki; sanık katılana ait kargo şirketinde şoför olarak çalışmakta olup, sözkonusu araç kendisine hizmet gereği tahsis edilmiştir. Taraflar arasında tartışmasız olan aracın mesai dışında işyerinin önünde duracağı olgusudur. Sanık olay günü mesai dışında gece saatlerinde gelip aracı bulunduğu yerden almış ve rızasız-izinsiz bir şekilde özel işinde kullanmış araçla da kaza yapmıştır.

TCK; 155. madde güveni kötüye kullanma suçunu tanımlarken: başkasına ait olup da muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde kendisinin veya başkasının yararına olarak zilliyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan… denilmiştir.

TCK 155/2 maddesinde de hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu düzenlenmiş olup; olayımızda kargo şirketinin taşıma işinde kullanılan araç sanığa hizmet gereği kullanması amacıyla tahsis edilmiştir. Sanık da bu aracı “zilliyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunmak suretiyle kullanmıştır.” Olayımızda bir zaruret hali olmadığı gibi rıza da yoktur. Dolayısıyla suç oluşmuştur,

Çoğunluğun 168. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesine ilişkin görüşüne katılmakla birlikte, sanığın mahkumiyetine ilişkin kararın doğru olduğu düşüncesi ile çoğunluğun beraat yönündeki görüşüne katılmamaktayız.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/6749 Karar: 2017/18861 Tarih: 25.09.2017

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Sanığın … Barosuna kayıtlı avukat olduğu, katılanın elinde bulunan çeki icra takibine konulması amacıyla sanığa müracaat ettiği ve 29.06.2009 tarihinde söz konusu çeki icra takibine koyması amacıyla sanığa vekaletname verdiği, sanığın tarihsiz olan çeki 01.01.2009 tarihini atıp kambiyo senetlerine dayalı takip yerine ilamsız icra takibi yaptığı, bu süreç içerisinde sanığın katılandan çeşitli masraflar adı altında peyderpey yaklaşık 54.000 TL para aldığı, almış olduğu paralara karşılık aslı ele geçirilemeyen bilirkişi ücreti, tapu iptal davası ve icra takip harcı, tespit ve tescil harcı ve usulsüzlük cezası adı altında sahte tahsildar alındı makbuzlarını katılana verdiği, katılanın daha sonra çekin tahsili yönünde ilerleme sağlanamadığını görmesi üzerine başka bir avukata gidip durumunu anlattığı, katılanın sanık avukatın görevini yapmadığını ve kendisini aldattığını anlaması üzerine sanığı vekaletten azlettiği, sanığın durumu ortaya çıkınca almış olduğu 54.000 TL paranın 38.100 TL’sini katılana iade ettiği, böylece sanığın görevi kötüye kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda,

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması,malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi,failin kendisine verilen malı,veriliş gayesinin dışında,zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi,değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Sanığın, katılan adına icra takibi yaptığını, hukuk davalarında vekil olarak temsil ettiğini, yargılama gideri ve vekalet ücreti alacağının bulunduğunu, ayrıca aralarındaki özel ilişkiye istinaden bir kısım borç para aldığını, katılanın kendi hesabına yatırdığını iddia ettiği paraların bir kısmının başka hesaba yatırıldığının havale makbuzlarından anlaşıldığını, borç aldığı parayı ise iade ettiğini, katılan tarafından sunulan makbuzların fotokopi olup, bu makbuzları kendisinin katılana vermediğini bildirmesi, dosya da katılan ile sanık avukat arasında bir vekalet sözleşmesinin bulunmadığının anlaşılması karşısında,gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması bakımından, öncelikle taraflar arasında vekalet sözleşmesi bulunup bulunmadığının araştırılması varsa dosyaya konulması, sanığın, katılan vekili sıfatıyla takip ettiği icra dosyaları ve hukuk davaları belirlenerek bu davalar sebebiyle yargılama gideri vekalet ücreti alacağının tespiti için dosyanın konusunda uzman bilirkişiye tevdii edilmesi, buna göre sanığın hukuki durumun tayin ve takdir edilmesi, iddiaların sübut bulması halinde ise taraflar arasındaki vekalet ilişkilerinden kaynaklanan uyuşmazlık sebebiyle sanığın eyleminin TCK’nın 155. maddesinde belirtilen hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturup oluşturmayacağı karar yerinde tartışılması gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması,

SONUÇ : Kanuna aykırı olup, katılan vekili ve sanık müdafiinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde görüldüğünden, 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, hükmün BOZULMASINA, 25.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/4333 Karar: 2017/4205 Tarih: 05.06.2017

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

1- )Sanıklardan … hakkında özel belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma suçlarından dolayı kurulan beraat hükümlerine yönelik, mağdur vekilinin temyiz isteminin incelenmesinde;

Mağdurun 17.05.2012 tarihli oturumda …‘dan şikayetçi olmadığını beyan ettiği, 5271 Sayılı CMK’nın 243. maddesi gereği katılmanın sanık yönünden hükümsüz kaldığı cihetle, mağdur vekilinin vaki temyiz isteminin 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gerekli 1412 Sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca istem gibi REDDİNE,

2- )Sanıklardan … hakkında özel belgede sahtecilik suçundan kurulan hükme yönelik katılan … vekili ile katılan …‘ın temyiz isteminin incelenmesinde;

Sanığın suç kastının bulunmadığı dosya içeriğine uygun şekilde gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan … vekili ile katılan …‘ın temyiz itirazlarının reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA,

3- )Sanıklardan … hakkında güveni kötüye kullanma suçundan kurulan hükme yönelik katılan … vekili ile katılan …‘ın temyiz isteminin incelenmesinde ise;

Sanığın, babası ve katılanlardan….nun adını yazıp düzenlediği kira sözleşmelerine istinaden, kiracılardan aldığı ücretleri payları oranında katılanlara vermeyip menfaat temin ederek atılı suçu işlediğinin iddia edildiği olayda, eylemin 5237 Sayılı TCK’nın 155/1 maddesinde düzenlenen güveni kötüye kullanma suçunu oluşturacağı, bu suçun soruşturulması ve kovuşturulmasının şikayete bağlı olduğu, katılanlardan …‘ın 19.08.2009 tarihinde ortaklığın giderilmesi davası açtığı ve sanığınk …‘nun, babası adına kiraladığı yerden payına düşeni vermediğini dile getirdiği, katılanlardan …‘nun ise; yine 19.08.2009 tarihinde sanık …‘ya, babası adına kiraladığı yerden payına düşeni vermediği için alacak davası açarak, sanığın kendisinden habersiz olarak kiraladığını iddia ettiği ikameti 20.08.2009 tarihinde yeniden kiraya verdiği, böylece en aleyhe kabulle katılanlardan …‘ın suça konu eylemi 19.08.2009 tarihinde, katılanlardan …‘nun ise 20.08.2009 tarihinde öğrendikleri, ancak güveni kötüye kullanma suçuna yönelik şikayet tarihinin 14.05.2010 olduğunun tespiti karşısında, şikayetin fiilin ve failin öğrenilmesinden itibaren başlayan 6 aylık sürenin geçmesinden sonra yapıldığı gözetilerek, şikayetin süresinde yapılmaması sebebiyle sanık hakkında açılan davanın TCK’nın 73 ve CMK’nın 223/8. maddeleri uyarınca düşürülmesine karar verilmesi yerine yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,

SONUÇ : Yasaya aykırı, katılan … vekili ile katılan …‘ın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA; ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden aynı Kanun’un 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak sanık hakkındaki kamu davasının 5237 Sayılı TCK’nın 73 ve 5271 Sayılı CMK’nın 223/8. maddeleri gereğince DÜŞÜRÜLMESİNE, 05.06.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/22085 Karar: 2017/9709 Tarih: 24.04.2017

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Sanıkların ortağı oldukları … ve … Limited Şirketine ait ve şirketin finansal kiralama yoluyla kiraladığı makine ve ekipmanları, alacaklılardan ve diğer şirket ortaklarından kaçırarak ayrı bir şirket kurdukları ve bu makineleri yeni binaya götürdükleri, şirketi fazla borçlandırdıkları, şirkete ait çek hesabından şirket yetkilisi sanık …‘ye çek keşide ettirmek suretiyle mali olarak şirket kasasını boşalttıkları, şirkete ait karar defterine şirket ortağı olan katılanlar … ve … adına sahte imzalar atarak karar aldıkları, şirketin muhasebe işlerine bakan sanığın da bu işlere iştirak ettiği, böylece sanık …‘in nitelikli dolandırıcılık, hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma ve özel belgede sahtecilik suçlarını, sanık …‘ın özel belgede sahtecilik suçunu, sanıklar …, … ve …‘in hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma ve özel belgede sahtecilik suçlarını işlediklerinin iddia edildiği olayda,

1- )Sanık … hakkında, nitelikli dolandırıcılık, hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma, özel belgede sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri ve sanık … hakkında özel belgede sahtecilik suçundan verilen beraat hükmü ile sanıklar …, … ve … hakkında özel belgede sahtecilik suçundan verilen mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz incelemesinde;

Sanıklar … ve …‘ın, diğer sanıkların eylemlerine iştirak ettiklerine, söz konusu belgelerin sahte olduğunu bildiklerine ve bilerek kullandıklarına dair mahkumiyete yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, sanık, katılan ve tanık beyanları ile dosya kapsamına göre, özel belgede sahtecilik suçunun sanıklar …, … ve … tarafından işlendiği sabit olmakla bu gerekçelere dayanan mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamıştır.

Sanıklar … ve …‘in TCK’nın 37. maddesi kapsamında sahte özel belgeyi bilerek kullandıkları ve suçu asli faille birlikte işledikleri gözetilmeden, aynı Kanun’un 39. maddesi kapsamında yardım eden sıfatıyla cezalandırılmaları suretiyle eksik ceza tayini aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre;katılan vekilinin ve o yer Cumhuriyet Savcısının; beraat hükümlerinin yerinde olmadığına; sanıklar müdafiilerinin de mahkumiyet hükmü verilen suçların sabit olmadığı gerekçelerine dayanan temyiz itirazlarının reddiyle, hükümlerin ONANMASINA,

2- )Sanıklar …, … ve … hakkında hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz incelemesinde;

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması,malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi,failin kendisine verilen malı,veriliş gayesinin dışında,zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi,değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. TCK’nın 155. maddesinin gerekçesinde, bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi ( fail ) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır. Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir, açıklaması yapılmıştır. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere yasa koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır. TCK’nın 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 Sayılı Medeni Kanun’un 973. maddesinde; “bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir” şeklinde açıklanmış, asli ve fer’i zilyetlik ise Kanun’un 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir” biçiminde tanımlanmıştır. Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr yasa koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir. Ayrıca bu suçun oluşabilmesi için mağdur tarafından zilyetliğin sanığa tam bir şekilde devredilmesi gerekmektedir.

Bu hukuksal bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, katılanlar tarafından, aynı şirketin ortakları olan sanıklara herhangi bir şekilde zilyetlik devrinin yapılmadığı, bütün ortakların şirketi birlikte idare ettikleri, sanıklar tarafından kaçırılan malların tam bir şekilde sanıkların uhdesine bırakılan mallar olmadığı, sanıklar ile katılan arasında bir iş ilişkisi değil ortaklık ilişkisinin bulunduğu, bu sebeple hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçunun yasal unsurlarının somut olayda oluşmadığı, sanıkların sahte belge tanzim ederek hileli hareketlerle şirketin diğer ortaklarının zararına haksız menfaat temin etmeleri eyleminin, 5237 TCK’nın 157/1. maddesi kapsamında basit dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurularak fazla ceza tayini,

Kabule göre de; sanıklar … ve …‘in TCK’nın 37. maddesi kapsamında suçu asli faille birlikte işledikleri gözetilmeden, aynı Kanun’un 39. maddesi kapsamında yardım eden sıfatıyla cezalandırılmaları suretiyle eksik ceza tayini,

SONUÇ : Kanuna aykırı olup, o yer Cumhuriyet Savcısının ve sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde görüldüğünden, 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, hükümlerin BOZULMASINA, 24.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/12981 Karar: 2017/285 Tarih: 16.01.2017

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Sanıkların karı koca oldukları ve taşınmaz alım ve satım işiyle uğraştıkları, diğer sanığın dairesinin katılana satışı için katılanla aralarında anlaştıkları, katılanın dairenin parasını sanıklara vermesine rağmen, dairenin resmi devir işlemlerinin yapılmadığı, bu şekilde sanıkların eylem ve fikir birliği içinde hareket etmek suretiyle hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediklerinin iddia edildiği olayda,

1-)Sanıklar hakkında verilen beraat hükümlerine yönelik temyiz incelemesinde;

Sanıkların, diğer sanıkla birlikte suça iştirak ettiklerine dair delil bulunmaması karşısında mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamıştır.

Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçe gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin, beraat hükmünün kanuna aykırı olduğuna ve eylemin suç teşkil ettiğine dair temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,

2-)Sanık hakkında verilen beraat hükmüne yönelik temyiz incelemesinde;

Sanığın, katılandan hizmet ilişkisi gereği para aldıktan sonra edimini kasten yerine getirmediği, bu kapsamda; katılana taahhüt ettiği daireyi devretmediği gibi aldığı parayı da iade etmediği dikkate alınarak unsurları itibariyle oluşan suç sebebiyle sanığın 5237 Sayılı TCK’nın 155/2. maddesi gereğince mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde beraat hükmü verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde görüldüğünden, 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, hükmün BOZULMASINA, 16.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/31899 Karar: 2016/5033 Tarih: 15.06.2016

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- ) Oluş ve dosya içeriğine göre, sanığın, arkadaşı tanığın kullandığı araçla, kız arkadaşı olan katılan ile 17.11.2011 tarihinde buluşarak, gezip, sohbet etmek amacıyla saat 18.00 sıralarında, … Mahallesi, … Caddesi, … parkına gittiklerinde; sanığın, kendi cep telefonunun ses kısmında arıza olduğu için, kız arkadaşı katılandan, cep telefonunu bir kaç günlüğüne kullanmak için istediği, katılanın da, erkek arkadaşı sanık ile telefonda görüşebilmek amacıyla, sim kartını çıkartıp, marka ve model cep telefonunu rızasıyla sanığa verdiği, ancak daha sonra katılanın, annesine ait cep telefonuna kendi hattını takarak zaman zaman sanığı arayıp, cep telefonunu geri istediği halde, sanığın, belirttiği sürede katılana telefonu iade etmediği, bunun üzerine, katılanın yaklaşık bir ay beklemesine rağmen sanığın, süresinde telefonu iade etmemesi sebebiyle katılanın 13.12.2011 tarihinde polis merkezine müracatta bulunduğunun anlaşılması karşısında, katılanın, olay sırasında sanığın kendisine söylediğini belirttiği “… tamam verme, ama bir daha karşıma çıkarsan gömerim” şeklindeki, başkaca bir delille ispatlanmayan soyut tehdit iddiası dışında, erkek arkadaşı sanığın cep telefonu bozuk olduğu için, aralarındaki ilişkiyi devam ettirmek amacıyla birkaç günlüğüne kullanmak üzere sanığa cep telefonunu rızasıyla verdiği, ancak süresinde iade edilmeyince, sanığı birden fazla kez arayıp, geri istemesine ve yaklaşık bir aya yakın süre geçmesine rağmen geri getirilmemesi üzerine şikayetçi olduğu sanığın eyleminin 5237 Sayılı Kanun’un 155/1. maddesindeki “güveni kötüye kullanma” suçunu oluşturup oluşturmadığı tartışılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması,

2- ) Uygulamaya göre de; 24.11.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün, 2014/140-2015/85 Esas ve Karar sayılı kararı ile TCK’nın 53. maddesinde değişiklik yapıldığından yeniden takdiri lüzumu,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık savunmasının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan sebeplerle isteme uygun olarak BOZULMASINA, 15.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/3807 Karar: 2016/4689 Tarih: 05.05.2016

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Suçtan zarar gören ve kovuşturma aşamasında duruşmadan haberdar edilmeyen, … vekilinin katılma talebinin 3628 Sayılı Kanun’un 17, 18. maddeleri ile CMK’nın 237/2,, 260. maddelerinin verdiği yetkiye dayanılarak kabulüne karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Sanık hakkında kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle verilen beraat hükümleri usul ve kanuna uygun olduğundan katılan vekilinin ve O yer C.Savcısının temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,

Sanık hakkında kurulan mahkumiyet ve düşme hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.03.2010 tarih ve 2009/5-167-2010/70 Sayılı Kararında da açıklandığı üzere; icbar suretiyle irtikap suçunda mağdurun iradesini baskı altında tutmaya elverişli olmak koşuluyla, doğrudan doğruya veya dolaylı biçimde yapılan her türlü zorlayıcı hareketin icbar kavramına dahil olduğu, manevi cebirin, belli bir şiddete ulaşması, ciddi olması, mağdurun baskının etkisinden kolaylıkla kurtulma olanağının bulunmaması gerektiği, dosya kapsamı ve somut olayın oluş şekline göre sanığın öğreti ve uygulamada kabul edildiği üzere Kanun’un öngördüğü anlamda icbar ve ikna boyutuna varan davranışlarının bulunmadığı, bu itibarla irtikap suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı; Tapu Sicil müdürü olarak görev yapan sanığın tapu dairesinde işlem yaptıran bir kısım iş sahiplerine müdürlüğün bilgisayar donanımı, fotokopi makinası.. vb ile ilgili bazı giderlerin karşılanmadığını, kurumun telefon ve internet faturası borçlarının olduğunu, kaza geçiren arkadaşlarına yardım topladıklarını söyleyip müdürlük adına maddi yardım talebinde bulunarak bu şekilde almış olduğu bedelleri mal edindiğinin anlaşılması ve mağdurların yaptıkları ödemelerin yasal bir zorunluluk olmadığını bilebilecek konumda olmaları karşısında … dışındaki mağdurlara yönelik dosya kapsamına göre sabit olan eylemlerin; suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK’nın 257/3. maddesinde düzenlenen zincirleme biçimde görevinin gereklerine uygun davranması için kamu görevlisinin kendisine çıkar sağlaması suçu vasfında olduğu, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Dairesi Başkanlığının 16.03.2009 gün ve 1264 Sayılı yazısı, Başmüfettiş … tarafından düzenlenen 24.03.2009 gün ve 5 Sayılı Disiplin Soruşturma Raporuna göre; ipotek alacaklısı banka tarafından istenmesi halinde tanzim edilen onaylı resmi senet suretlerinin verilmesi, ipotek işleminin bir sonucu olmadığından 492 Sayılı Harçlar Kanununun 5035 Sayılı Kanun’un 31. maddesiyle değişen 123. maddesiyle getirilen muafiyet kapsamında kalmadığı ve aynı Kanuna ek 4 Sayılı tarifenin 1/17. maddesi kapsamında resmi senet suretlerinin beher sayfası için harç tahakkuk ve tahsil ettirilmesinin kanuni zorunluluk olması, dosyada mevcut 10.02.2009 tarihli banka yazısında da resmi senedin bir nüshasının verilmesinin talep edilmesi karşısında, sanığa suç isnat etmesi için neden bulunmayan mağdur …‘in ayrıntılı ve tanık tarafından da doğrulanan beyanları ile dosya kapsamına göre ipotek suret harcı olarak tanık … tarafından hesaplanan 150,00 TL’yi yatırmak üzere mağdurdan alan sanığın bu parayı mal edinmesi eyleminin, suç tarihinde suret harcının kurum veznesince tahsilinin mümkün olması halinde sıfatından kaynaklı koruma ve gözetim yükümlülüğünün bulunması sebebiyle zimmet suçunu, suret harcının kurum veznesince tahsili mümkün olmayıp Maliyece tahsilinin gerekmesi halinde ise eylemin kişisel tanışma ve güvene dayalı olarak gerçekleştirildiğinin kabulünün mümkün bulunmadığı, sanık ile çalıştığı yer arasındaki hizmet ilişkisinden ötürü fiilin şikayete tabi olmayan TCK’nın 155/2. maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı gözetilerek, suret harcının hangi kurum tarafından tahsil edileceği hususu açıklığa kavuşturulduktan sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ve oluşa uygun düşmeyen gerekçelerle eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi,

Kabule göre de;

Sanığın eylemini bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda işlediği, fiilin zincirleme suç olarak kabulüyle aynı Kanunun 3, 61. maddeleri de gözetilerek tek hüküm kurulması gerektiği nazara alınmadan ve suç kastının nasıl yenilendiği, eylemlerin neden bağımsız suç kabul edildiği denetime imkan verecek şekilde gerekçeleriyle gösterilmeden 6 ayrı görevi kötüye kullanma suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,

Suçun 5237 Sayılı Kanun’un 53/1-a maddesindeki hak ve yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlendiğinin kabul edilmesi karşısında aynı Kanun’un 53/5. maddesinin uygulanmaması,

Sanığa görevi kötüye kullanma suçundan verilen hapis cezaları adli para cezasına çevrildiği halde, hakkında TCK’nın 53. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna hükmedilmesi,

Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih ve E. 2014/140; K. 2015/85 Sayılı Kararının Resmi Gazetenin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması sebebiyle TCK’nın 53. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş sanık müdafiin, katılan vekilinin ve O yer C.Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 05.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/25677 Karar: 2016/3109 Tarih: 06.04.2016

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Katılanın aracını bir yıllığına … Sigorta’ya sigortalatmak için aracı şirket olan A… Hizmetleri Ltd. Şti.’ne başvurduğu, aracın kasko sigortası yapılması için bir yıllık kasko bedeli olarak belirlenen 17.404.00 TL’ni 03.12.2010 tarihinde aracı şirketin hesabına yatırdığı,olay tarihinde … Hizmetleri Ltd. Şti.’nin ortağı ve yetkilisi olan sanık … ile şirketin işlerini şirket ortakları olan eşi ve kardeşi … ve … adına fiilen yürüten sanık … ve … Hizmetleri isimli işletmenin sahibi sanık … ile birlikte hareket ederek katılanın bilgisi dışında … Hizmetleri üzerinden aracın … Şirketine bir yıllığına sigorta yaptırdıkları, katılanın kasko sigorta bedelini peşin ödemesine rağmen … Hizmetleri Ltd. Şti.’nin … Aracılık hizmetlerine kasko sigorta bedelinin bir kısmını taksitler halinde ödediği ancak bir kısmını ödemediği için aracın kasko sigortasının iptal edildiği, aracın beş ay süreli kasko sigortalı olarak kaldığı,her üç sanığın birlikte hareket ederek hileli hareketlerle katılanı kandırmak suretiyle menfaat sağladıkları bu suretle nitelikli dolandırıcılık suçunu işledikleri iddia edilen olayda;

03.12.2009 - 03.12.2010 tarihleri arasında geçerli olacak şekilde 1 yıllık … poliçe numaralı “… Poliçesi” nin sanıklardan …‘ın yetkilisi ve sahibi olduğu … Hizmetleri üzerinden … sigorta şirketi tarafından yapıldığı, katılan …‘un … Hizmetleri Ltd. Şti. ile temasa geçtiği ve aracın özellikleri sebebiyle … Hizmetleri Ltd. Şti.’nin bu sigortayı gerçekleştiremeyeceği anlaşıldığından; sanıklardan …‘nın sanıklardan … ile görüşüp maksimum kasko sigorta poliçesinin düzenlendiği; katılan …‘un … Hizmetleri Ltd. Şti.’den …‘in yönlendirmesiyle bu şirketin hesabına … plakalı araç için 17.404 TL’yi … Bankası aracılığıyla 03.12.2009 tarihinde 235 numaralı dekontla peşin olarak ödediği halde; … Hizmetleri Ltd. Şti.’nin sanıklardan …‘ın sigorta şirketine dosya içerisindeki … Bankasının 30.12.2009 tarih ve 01.02.2010 tarih ve 03.02.2010 tarih ve 08.02.2010 tarih ve 25.02.2010 tarih ve 26.02.2010 tarih ve 31.03.2010 tarih ve 14.05.2010 tarih ve … numaralı makbuzlarla para transferi gerçekleştirdiği; ancak taksitlerin bir kısmının ödenmemesi üzerine de maksimum kasko sigorta poliçesinin 30.06.2010- 03.12.2010 tarihleri arasındaki 156 günlük sürenin iptaline yönelik poliçe düzenlendiği, eylemin sigorta şirketleri arasında aracılık hizmetlerinden kaynaklı prim kazanmak ve vade farkı avantajı ile ödemede bulunmak şeklinde gerçekleştiği, sanık …‘in fiilen işlettiği şirket hesabına katılanın defaten yatırdığı poliçe bedelini, tasarruf amacı dışında kullanmak suretiyle TCK’nın 155/2 maddesi kapsamında hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği;

Sanık … ile …‘ın söz konusu eyleme iştirak ettiklerine dair savunmalarının aksine yeterli nitelikte, somut ve inandırıcı delil bulunmadığı halde suç vasfında hataya düşülerek, sanıklar hakkında yazılı şekilde karar verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin ve sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 06.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/14333 Karar: 2016/2624 Tarih: 21.03.2016

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Katılan T. U. , A. S. U. ve Ş. K. ile sanıklardan E. İ. Ö. U. ‘in U… Holding A.Ş.’nin hissedarları oldukları, A. U.’in 05.10.1998 tarihinde ölümüne kadar, U… Holding A.Ş.’nin hissedar yapısının A. U., T. U. , Ş. K. , E. İ. Ö. U. ve A. S. U. ‘den oluştuğu, A. U.’in ölümü nedeniyle U… Holding A.Ş.’deki gerçek kişi hissedar sayısının dörde düşmesi nedeniyle, beşinci ortağının oluşturulması amacıyla, U… Sınai Yatırım A.Ş.’ye 78.000 adet U… Holding A.Ş. payının usulsüz devredildiği, U… Holding A.Ş.’ye beşinci ortak olarak U… Sınai Yatırım A.Ş.yi temsilen şüpheli B. Ç. ‘in katıldığı, 09.08.2002 tarihinde gerçekleştirilen U… Holding A.Ş.’nin genel kurulunda şikayetçilerden T. U. ‘e ait olması gereken 1.956.194.353 adet U… Holding A.Ş. hissesinde, şikayetçinin bilgi ve onayı dışında herhangi bir yazılı devir ve temlik belgesi olmaksızın hisse eksiltmesi yoluna gidilerek, 6.213.853 adet hissenin Ş. K. , A. S. U. ve sanık E. İ. Ö. U. adına eşit oranda dağılımı yapılıp, U… Holding AŞ.nin gerçek kişi hissedarları olan, T. U. , Ş. K. , A. S. U. , E. İ. Ö. U. ‘in, hisselerinin 1.949.980.500 adet olmak üzere eşitlenmek suretiyle, U… Holding AŞ.’nin ortaklık yapısının değiştirildiği, bu şekilde E. İ., A. S. ve U… Sınai Yatırım A.Ş.’nin paylarının toplamının %50,0005’e ulaşması sağlanarak, U… Holding A.Ş.’nin yönetiminde karar alabilmek için gerekli olan mutlak çoğunluk oranının oluşturulduğu, bu aşamadan sonra, şikayetçilerden A. S., sanık E. İ. ile birlikte hareket etmeye başladığı, U… Holding A.Ş.’nin 19.08.2002 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında U… Holding A.Ş. yönetimine 3 yıllığına E. İ. Ö. U. , A. S. U. ve B. Ç. ‘in seçildiği, yönetimdeki karar yeter çoğunluğunun ele geçirilmesinden sonra U… Holding A.Ş.’nin içinin boşaltılması amacıyla paravan, zincir şirketler kurulması yoluna gidildiği, A. S. ve E. İ.’in sermayesi kendilerine ait U… Traktör Sanayi ve Tic. Ltd. Şti.’yi kurarak T. U. ‘e ait hisselerin usulsüz hisse devri ile elde ettikleri, U… Holding A.Ş. hisselerini kurdukları U… Traktör San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne devrettikleri, kurdukları U… Traktör ve Otomotiv Yedek Parça San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin %99 oranındaki hissesi ile U… Holding A.Ş.nin %49,9995 oranındaki hissesine sahip U… Traktör San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin %99 oranındaki hissesini U… İndustries NV firmasına sattıkları, U… İndustries NV firmasının 22.11.2005 tarihinde isim tadili yaparak U… Corporation NV ismini aldığı, oluşturulan zincir şirketlerin en tepesinde yer alan Langtry Trust Company Ltd. Şti.’nin A grubu hisselerinin 2 oy, A. S.’a ait B grubu hisselerin 1 oy sahibi olması şeklinde sözleşmeler hazırlayan E. İ.’in A. S. U. ‘ide bu şekilde devreden çıkararak oluşturulan tüm zincir şirketler ve U… Holding A.Ş.’nin kontrolünü ele geçirdiği, bunun üzerine A. S.’ın, U… Holding AŞ’nin hissedarı T. U. ‘in, eşi A. U.’in ölümünden önce kendisine ait olan, 6.213.853 adet hissenin,usulsüz olarak eksiltmesi ve devri nedeni ile, İstanbul 9. Ticaret Mahkemesinde açtığı 2003/1135 E. - 2005/211 K. sayılı dosyasında, açılan davayı kabul etmesi üzerine mahkemece yazılı devir ve temlik belgesine dayanmaksızın usulsüz bir şekilde dağıtımı yapılan hisselerin şikayetçilere iade edildiği, E. İ. ve Bedirhan’ın A. S. U. ‘in, U… Holding A.Ş.’de hissesinin kalmadığı ve yönetim kurulu üyeliğinin düştüğünü, 23.07.2007 tarihli yazı ile şikayetçi A. S. U. ‘e bildirerek yerine yönetim kuruluna üye olarak sanık M. İ. K. ‘yı atadıkları, U… Makine San. A.Ş. hisselerinin %83,19’unu U… Agri NV firmasına sattıkları ve daha sonra şüpheli E. İ. tarafından Singapur’da kurulan ödenmiş sermayesi 2 Singapur doları olan, SS Dıstrıbutıon PTE Ltd. şirketine U… Agri NV uhdesinde bulunan %83,19 oranındaki U… Makina San. A.Ş. hisselerinin %64,43 lük bölümünü 27.02.2008 tarihinde devrettikleri, sanık E. İ. tarafından borçlarının mahsubu amacıyla Ladybırd Invs Ltd ve Ladybırd Capital şirketlerinin U… Holding AŞ tarafından satın alındığı, Farmec.com isimli şirkete 4.000.000 USD bedelle iştirak kararı alındığı, Holder şirketi ile lisans ve distribütörlük anlaşması yapılarak 2.000.000 Euro gönderildiği, Holder şirketinin aynı tarihlerde şüpheli E. İ.’in kontrolündeki U… Corporatıon NV tarafından satın alındığı, satış bedelinin Holder şirketine lisans ve teknik destek bedeli olarak gönderilen paradan ödendiği, sanıkların bu şekilde birlikte hareket ederek, kurulan zincir ve paravan şirketlerle U… Holding A.Ş.’nin ve bağlı iştiraklerinin içini boşaltarak, hileli davranışlarla, U… Holding A.Ş.’nin diğer hissedarları olan şikayetçileri aldatıp, şikayetçilerin zararına olarak, 44.957.472,312 YTL kendilerine menfaat sağlamak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediklerinin iddia edildiği olayda;

1-Sanıklar hakkında kurulan hükümlere yönelik olarak U… Agri NV vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

U… Agri NV vekili vasıtasıyla kamu davasına katılma talebinde bulunmuş ise de iddianamede anlatılan dava konusu olaylardan doğrudan zarar görmediğinin anlaşılması karşısında müşteki şirket vekilinin katılma talebinin reddine dair 26.11.2014 tarihli ara karar yerinde olup hükmü temyize hukuken yetkileri bulunmadığından,temyiz istemlerinin 5320 Sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 Sayılı 317. maddesi gereğince REDDİNE,

2-Sanıklar hakkında kurulan dolandırıcılık suçuna ilişkin hükümlere yönelik olarak sanıklar müdafilerinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

5237 sayılı TCK’nın “Dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesinde5237 sayılı TCK’nın “Dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir” şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup, 158. maddesinde ise suçun nitelikli halleri sayılmıştır.

Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş olup, malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.

Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer malvarlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece malvarlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiğine vurgu yapılmıştır.

Güveni kötüye kullanma suçu ise 5237 sayılı TCK’nın 155. maddesinde düzenlenmiş olup, madde gerekçesinde; “Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi ( fail ) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır. Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir” açıklaması yapılmıştır.

Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere, güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisinin mevcut olması ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için ise tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.

Dairemiz uygulamalarında da bu yaklaşım benimsenmiş ve güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi, tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerektiği kabul edilmiştir.

Bu açıklamalar doğrultusunda her iki suça kast açısından bakıldığında; dolandırıcılık suçunda başlangıçta suça konu malın teslimi öncesi kast bulunmakta iken, güveni kötüye kullanma suçunda, suça konu malın ( değerin ) belli amaçlar için tevdiinden sonra kastın ortaya çıktığı görülmektedir.

Diğer taraftan, mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 312.maddesi ve devamında yönetim kuruluna ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Kanun’un 312. maddesinde yönetim kurulu üyelerinin genel kurulca seçileceği, 317. maddesinde yönetim kurulunun şirketi idare ve temsil yetkisine sahip olduğu düzenlenmiştir. Doktrinde yönetim kurulu üyeleri ile şirket arasındaki ilişkinin hukuki niteliği konusunda baskın olan görüş aksi sözleşmede kararlaştırılmadıkça bu ilişkinin vekalet ilişkisi olduğu yönündedir. Yine 6762 sayılı Kanunun 320. maddesinde Borçlar Kanununun 528. maddesine yapılan atıfla yönetim kurulu üyelerinin dikkat ve özenli davranma yükümlülüğü altında bulundukları hükme bağlanmıştır.

Yukarıda anlatılanlar ışığında somut olaya bakıldığında, U… Holding A.Ş. yönetim kurulu üyesi olan sanık E. İ. Ö. U. ‘in katılan T. U. ‘in yönetim kurulu başkanlığından ayrılmasını müteakip genel kurulca U… Holding A.Ş. yönetim kurulu başkanı olarak seçilerek göreve başladığı, TTK’nın bahsi geçen hükümleri gereğince yönetim kurulu üyeleri ile birlikte şirketi yönetme ve temsile yetkili olduğu, tüm eylem ve işlemlerinde şirketin yararını gözetmek, şirket malvarlığını korumak, şirket ana sözleşmesinde belirtilen amaca uygun tasarruflarda bulunmak yükümlülüğü ( özen borcu ) altında bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Sanığın başkanı olduğu yönetim kurulunca alınan kararlar ile yurt dışında, o ülke kanunlarına göre kurmuş olduğu şirketlere hisse devri yaptığı ve iştirak kararları aldığı, söz konusu kararları alırken kendisinden beklenen özen borcunu yerine getirmediği, yapılan sözleşmeler gereğince U… Holding AŞ’ye ödenmesi gereken bedellerin tahsil edilemediğinin dosya içinde mevcut bilirkişi raporları ile sabit olduğu, bu şekilde genel kurulca kendisine şirketi temsil ve yönetmek için verilen yetkiyi kullanmak suretiyle hakim ortağı konumunda olduğu şirketler dolayısıyla kendi yararına menfaat elde ettiği, yönetim kurulu üyesi olarak söz konusu işlemlere katılan diğer sanıklar B. Ç. ve M. İ. K. ‘nın da sanığın eylemlerine iştirak ettikleri, eylemlerin üçüncü kişilere yönelik olmadığı gözetildiğinde TCK’nın 158/1-h maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturmayacağı, sanıkların asıl olarak yönetim ve temsili ile görevli oldukları şirketin mal varlığını azaltıcı eylemlerinin bulunduğu, önceki bozma ilamında bahsi geçen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.03.2010 tarih 2010/48 sayılı kararının içerik olarak emsal alınmasının mümkün olmadığı anlaşılmakla, sanıklar E. İ. Ö. U. ve B. Ç. ‘in eylemlerinin kül halinde zincirleme şekilde işlenen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma, sanık M. İ. K. ‘nın eyleminin ise hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek her bir ortağa karşı eylemleri nedeniyle ayrı ayrı nitelikli dolandırıcılık suçundan hüküm kurulması,

Kabule göre de;

Katılan T. U. ‘in Sanık E. İ. Ö. U. ‘in annesi, katılanlar Ş. K. ve A. S. U. ‘in ise sanığın ayrı konutlarda yaşayan kardeşleri olduğu anlaşılmakla, 5237 sayılı TCK’nın 167. maddesi gereğince uygulama yapılması gerektiğinin gözetilmemesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı 321. maddesi uyarınca hükmün isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 21.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 22. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/11640 Karar: 2016/3801 Tarih: 15.03.2016

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

I- Suça sürüklenen çocuklar hakkında hakaret ve suça sürüklenen çocuk … hakkında tehdit suçu nedeniyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına yönelik temyiz isteğinin incelenmesinde:

5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinin5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinin 5. fıkrasına göre verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, aynı Kanun maddesinin 12. fıkrası uyarınca itiraza tabi olduğu, bu kararların temyizi mümkün olmadığı ve 5271 sayılı CMK’nın 264. maddesine göre de Kanun yolunun ve merciin belirlenmesinde yanılma başvuranın hakkını ortadan kaldırmayacağından, katılan … vekilinin temyiz dilekçesi itiraz niteliğinde kabul edilerek itirazın merciince incelenmesi için hükümlerin incelenmeksizin mahalline İADESİNE,

II- Suça sürüklenen çocuk … hakkında hırsızlık suçu nedeniyle kurulan beraat hükmünün incelenmesinde:

Katılan aşamalardaki ve annesi Zeliha’nın kollukta alınan ifadeleri, suça sürüklenen çocukların savunmaları ve tüm dosya kapsamına göre; birbirleriyle kardeş olan suça sürüklenen çocukların, olay günü aynı yerde oturup sohbet ettikleri sırada suça sürüklenen çocuk Yaren’in katılanın elinde tuttuğu telefonu aldığı ve ağabeyi n de bu telefonu Yaren’in elinden alarak kullanmak üzere kendisine ait kartını telefona taktığı, katılanın ısrarlarına rağmen sonra verecekleri bahanesiyle iade etmedikleri, bu kez katılanın telefonun sanıklar tarafından bir süre kullanılıp iade edilmesini kabul ettiği katılanın telefonun henüz suça sürüklenen çocukların tasarruf alanına geçmediği aşamada, kendisine daha sonra iade edileceği sözüne güvenerek, telefonun suça sürüklenen çocuklarda geçici süre ile kalması hususunda kabul göstererek olay yerinden ayrıldığı ve sonrasında suça sürüklenen çocukların istemesine rağmen telefonu iade etmedikleri olayda, suça sürüklenen çocuk Hamit’in eyleminin, TCK’nın 155/1. maddesinde düzenlenen güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu kabul edilerek yapılan incelemede;

Suç tarihinde 12-15 yaş grubunda olan suça sürüklenen çocuk …‘ın eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 155/1. maddesinde düzenlenen güveni kötüye kullanma suçu için öngörülen cezanın üst sınırına göre, aynı Kanunun 66/1-e ve 66/2. maddeleri uyarınca hesaplanan 4 yıllık olağan zamanaşımı süresinin en son zamanaşımını kesici işlem olan sorgusunun yapıldığı 21.02.2011 tarihinden temyiz incelemesi yapılan 15.03.2016 tarihine kadar geçmiş bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, katılan … vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeyen hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan, 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan açılan kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi gereğince DÜŞÜRÜLMESİNE,

III- Suça sürüklenen çocuk … hakkında hırsızlık suçu nedeniyle kurulan beraat hükmünün incelenmesinde:

Katılan aşamalardaki ve annesi Zeliha’nın kollukta alınan ifadeleri, suça sürüklenen çocukların savunmaları ve tüm dosya kapsamına göre; birbirleriyle kardeş olan suça sürüklenen çocukların, olay günü aynı yerde oturup sohbet ettikleri sırada suça sürüklenen çocuk Yaren’in katılanın elinde tuttuğu telefonu aldığı ve ağabeyi Hamit’in de bu telefonu elinden alarak kullanmak üzere kartının telefona taktığı, katılanın ısrarlarına rağmen sonra verecekleri bahanesiyle iade etmedikleri bu kez katılanın telefonun sanıklar tarafından bir süre kullanılıp iade edilmesini kabul ettiği, katılanın telefonun henüz suça sürüklenen çocukların tasarruf alanına geçmediği aşamada, kendisine kısa süre iade edileceği sözüne güvenerek, telefonun suça sürüklenen çocuklarda geçici süre ile kalması hususunda kabul göstererek olay yerinden ayrıldığı ve sonrasında suça sürüklenen çocukların telefonu istenmesine rağmen iade etmedikleri olayda, suça sürüklenen çocuk Hamit’in eyleminin, TCK’nın 155/1. maddesinde düzenlenen güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu ve bu suçtan mahkûmiyet hükmü kurulması gerektiği gözetilmeden, yerinde olmayan gerekçe ile beraatine karar verilmesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, katılan … vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün BOZULMASINA, 15.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/465 Karar: 2016/2165 Tarih: 29.02.2016

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Suç tarihinde yürürlükte olan Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri Yazı İşleri Yönetmeliğinin “Tutanak yazıcıları, mübaşirler bir muamelenin yapılması için ödenmesi gerekli harç ve masrafları iş sahiplerinden alamazlar” aynı yönetmeliğin ise “Harç ve yargılama masraflarının tahsili işi kendisine verilmiş olan kalem şefi (yazı işleri müdürü) veya muavini vazife sebebiyle yerlerinden ayrıldıkları zaman iş sahiplerinin beklememesi için tedbir alırlar, bu tedbirleri reis veya hakimin tasvibine arzederler.” şeklindeki hükümler karşısında, mübaşirlerin mahkeme hakimince görevlendirilmedikleri sürece harç ve masraf (pul) alma yetkilerinin bulunmadığı, zimmet suçunun faile görevi sebebiyle tevdii olunan veya koruma ve gözetim sorumluluğu altında bulunan para, mal ve sair kıymetleri kendisi veya başkası yararına mal edinmesiyle oluştuğu nazara alındığında İskilip Adliyesinde hizmetli kadrosunda olup fiilen mübaşir olarak görev yapan ve harç ve masrafları teslim alma yetkisi bulunmayan sanığın, kendisine teslim edilen Kadastro Mahkemesine ait tebligatların bedellerini almasına rağmen postaneye teslim etmeyerek verilen paraları uhdesinde tutmak şeklindeki eyleminin, zimmet suçunu oluşturmayacağı anlaşılmakla, zimmet suçunu oluşturacağından bahisle görev yönünden bozma isteyen tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiş, eylemin hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturacağı ve TCK’nın 155 /2. maddesinde düzenlenen bu suçun soruşturma ve kovuşturmasının şikayete tabi olmadığı gözetilmeden, oluşa uygun düşmeyen gerekçeler ve yanılgılı değerlendirme sonucu basit güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu, şikayete tabi olduğu ve süresinde şikayet bulunmadığı gerekçeleriyle düşme kararı verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, O yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 29.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/4244 Karar: 2015/7749 Tarih: 08.12.2015

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Gerekçeli karar başlığında 01.01.2006 olarak yazılan suç tarihinin suçun zincirleme bir şekilde işlendiği son gün olan 15.05.2008 olarak ve katılan M.. A.. ile mağdur F.. Y..’ün isimlerinin mükerrer yazılması ile mağdur F.. Y..’ün katılan olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir hata olarak değerlendirilmiştir.

Sanığın A.. İl T.. Müdürlüğü idari ve sosyal işler bürosunda 27.10.2004-19.10.2008 tarihleri arasında lojman kira, elektrik, su ve müdürlük muhtelif yazışmaları ile sağlık karnesi takibi ve koruyucu gıda işlerinden sorumlu olarak işçi statüsünde çalıştığı, bu kapsamda lojmanların tahsisi ve teslimi ile ilgili işlemleri yapmak üzere görevlendirildiği, ancak lojmanların kira, elektrik, su ve sair ücretlerinin tahsili ile ilgili yetkilendirilmediği ve bu işlerle ilgili kefalete tabi tutulmadığı, sanığın tahsisi ve tesliminden sorumlu olduğu lojmanlarda telekom müdürlüğünde çalışanların kira bedellerinin maaşlarından kesildiği, ancak diğer kamu kurumu personeli olup da lojmanda kalan kişilerin kendilerinin yatırmaları gereken lojman kira, elektrik, su ve çevre tüketim vergisine ait ücretlerin şirket muhasebesine yatırılmadığının belirlenmesi üzerine başlatılan incelemede sanığın suç tarihleri arasında katılanlar, şikayetçiler ve mağdurlar tarafından kira, elektrik, su ve çevre tüketim vergisi bedeli adı altında kendisine verilen 59.699.31 TL’yi katılan şirket kayıtlarına intikal ettirmediği, ayrıca bu işlemler karşılığında her hangi bir makbuz ya da bir belge vermediğinin belirlendiği, sanığın bu şekilde tahsil ettiği paraları uhdesinde tuttuğu ve kendi menfaatine kullandığı iddia olunan olayda;

Oluşa, sanığın savunmalarına, katılanlar beyanına, görev yazısına, bilirkişi raporuna ve tüm dosya kapsamına göre, sanığın işçi statüsünde çalıştığı katılan T.. A.Ş.’ne ait lojmanların tahsisi ve teslimi ile ilgili işlemleri yapmak üzere görevlendirilmiş olması, lojmanlarda oturanlardan kira, elektrik, su ve sair ücretlerin tahsili ile ilgili kendisine herhangi bir yetki verilmemiş bulunması, katılan T.. A.Ş. görevlisi olmayıp da kendisine lojman tahsis edilen kişilerin muhasebe birimine kendilerinin yatırması gereken kira ve diğer giderlere ilişkin paraları sanığa elden teslim etmeleri, sanığın da bu paraları muhasebe birimine intikal ettirmeyip uhdesinde tutması karşısında, sanığın eyleminin görevi ile ilgisinin bulunmayıp katılan T.. A.Ş. haricinde her bir katılan ve şikayetçiye karşı ayrı ve zincirleme olarak 5237 sayılı TCK’nın 155/1. maddesinde düzenlenen basit güveni kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmeden eylemin katılan T.. A.Ş. karşı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca bozulmasına, aynı Kanun’un 326/son maddesi uyarınca sanığın kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, 08.12.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/9594 Karar: 2015/12414 Tarih: 12.06.2015

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Ş.. Nazilli şubesinde krediler bölümünde görev yaptığını belirten sanığın, suç tarihinde hesabına para yatırmak isteyen katılana elektriklerin kesik olması nedeniyle sistemin çalışmadığını, daha sonra dekontunu vereceğini söyleyerek aldığı 10.000 TL karşılığında bir dekontun üzerine el yazısıyla teslim aldığını yazıp imzalayarak verdiği halde, parayı uhdesinde bırakması şeklinde eylemde bulunduğunun iddia edilmesi karşısında, sanığın para tahsil etme yetkisinin bulunup bulunmadığı araştırılıp neticesine göre yetkili olması halinde isnat edilen eylemin 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 160. maddesinde düzenlenen zimmet suçunu oluşturabileceği ve 5411 sayılı Yasanın 164. maddesindeki düzenleme de gözetilerek delillerin takdir ve değerlendirilmesinin üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu dikkate alınarak görevsizlik kararı verilmesi, aksi halde Ceza Hukuku uygulamasında (memur) “kamu görevlisi” sayılmayan ve “kamu görevlisi gibi” cezalandırılması olanağı bulunmayan sanığın eyleminin TCK’nın 155/2. maddesine uyan hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmeden eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirme ile hüküm kurulması,

Hükmün gerekçe kısmında eylem görevi kötüye kullanma suçu olarak kabul edilmesine rağmen, hüküm fıkrasında güveni kötüye kullanma olarak adlandırılıp, sonra TCK’nın 257/1-3. maddesinin tatbiki suretiyle temel cezanın belirlenmesi, yine bu suçta uygulanma olanağı bulunmayan aynı Yasanın 168. maddesine yer verilmek suretiyle hüküm ve gerekçede çelişkiye neden olunması,

Sonuç: Kanuna aykırı, katılan vekili ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 12.06.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 23. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/110 Karar: 2015/100 Tarih: 26.03.2015

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, failin kendisinin veya başkasının yararına olarak zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunması veya bu devir olgusunu inkar etmesi gerekmektedir.

Katılan M.K.’nın Didim ilçesi Atatürk Bulvarı üzerinde İpragaz bayii ve su dağıtım işleri yapan bir şirketin sahibi olduğu, katılan vekilinin dilekçesine ve dosya kapsamında sanık ve tanık ifadelerine göre katılanın işlerinin takip ve görülmesi için sanık N.K.’na vekalet verdiği; katılanın, sanığın bu işyerine ait 09 … 1872 plakalı Mazda bir kamyonet ile 09 … 2440 plakalı motosikleti kendi bilgisi ve rızası haricinde sattığına dair iddiada bulunduğu, davaya bakan Didim ( Yenihisar ) 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce her ne kadar sanıkla müşteki arasında hizmetten doğan bir güven ilişkisi olmadığı, yalnızca müştekinin sanığa Borçlar Kanunu anlamında satış için vekalet verdiği, sanığa teslim edilmiş bir malın bulunmadığı, sanıkla müşteki arasında vekalet akti ilişkisi bulunduğundan ve hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanmak suçundan dolayı açılmış bir kamu davası olmadığından, sanığın basit güveni kötüye kullanma suçundan dolayı Didim Sulh ceza mahkemesinde yargılanmak üzere… görevsizlik kararı vermiş ve bu karar icabınca Didim ( Yenihisar ) Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde “… Sanığın üzerine atılı güveni kötüye kullanmak suçunun takibinin şikayete bağlı suçlardan olması, olay tarihinin şikayet tarihinin 2010 yılı olması karşısında şikayet tarihi itibariyle yasal şikayet süresinin geçmiş olduğu anlaşılmakla sanık hakkında şikayet yokluğu…” sebebiyle düşme kararı verilmiş ise de;

Bahse konu vekaletnamenin araştırılarak sanığın katılanın mallarını idare etmek yetkisini içerir bir mahiyeti olup olmadığı ve bu anlamda 5237 Sayılı T.C.K.nın 155/2 maddesinde düzenlenen hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden eylemin 5237 Sayılı T.C.K.nın 155/1. maddesi kapsamında kaldığı değerlendirilerek yazılı şekilde düşme kararı verilmesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı C.M.U.K.nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde iadesine, 26.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/5569 Karar: 2014/21456 Tarih: 17.12.2014

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gaye­sinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve ben­zeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Katılanın, yurtdışında ikamet etmesi nedeniyle (E.) ilinde bulunan taşınmazlarını satma konusunda, kardeşinin eşi olan sanığa 09.08.2004 tarihinde vekaletname verdi­ği, sanığın vekaletnameye istinaden 18.08.2004 tarihinde katılanın 1/3 hissesinin bulunduğu taşınmazı tapu kaydına göre 3.514 TL karşılığında sattığı ancak satış yaptığını katılana 2007 yılında haber vererek arsa satış miktarı olduğunu söylediği 1.000 TL’yi katılana verdiği, katılanın yaptığı araş­tırmada, satışın üç yıl gerçekleştiğini ve arsanın kendisine ödenen miktardan daha yüksek fiyata satıldığını öğrendiği, bu suretle sanığın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda;

1- Sanık ile katılan arasında ticaret veya hizmet iliş­kisi bulunmadığı anlaşılmakla, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 155/1 maddesi gereğince güveni kötüye kullan­ma suçundan hüküm kurulması gerektiği gözetilmeksizin, yazılı şekilde hüküm kurularak fazla ceza tayin edilmesi,

2- Kabule göre de; hapis cezası alt sınırdan tayin edildiği halde adli para cezası belirlenirken yeterli ve ya­sal gerekçe gösterilmeksizin, aynı gerekçeyle tam gün sa­yısının asgari hadden uzaklaşılması suretiyle belirlenerek sanığa fazla ceza tayini,

3- Fiili işlediği tarihte altmış beş yaşını ikmal etmiş olup daha önce hapis cezasına mahkum edilmemiş bulu­nan sanık hakkında tayin olunan kısa süreli hapis cezasının 5237 sayılı TCK’nın 50/3. maddesi uyarınca, birinci fıkra­da yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi zorun­luluğuna uyulmaması,

4- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 06.04.2010 tarih ve 2010/4-71 Esas, 2010/76 Karar sayılı ilamında belirtil­diği gibi; 5237 sayılı TCK’nın 51. maddesiyle, bir infaz ku­rumu haline getirilip, sadece hapis cezasıyla sınırlı olarak kabul edilen ertelemede, maddenin 3. fıkrası uyarınca mahkemece bir yıldan az üç yıldan fazla olmamak üzere deneme süresinin belirlenmesi zorunlu olup, bu sürenin belirlenmemesi veya eksik belirlenmesinin, aleyhe bozma yasağı kapsamında değerlendirilemeyeceği ve denetim süresinin mahkum olunan hapis cezası süresinden az ola­mayacak şekilde belirlenmesi gerektiğinden hareketle, somut olayda anılan emredici düzenlemeye aykırı olacak şekilde, mahkemece sonuç olarak 10 hapis cezası verilen sanık hakkında 1 yıl denetim süresi belirlenmesi gerekir­ken 10 ay denetim süresi belirlenmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu ne­denlerle, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı 321. maddesi uyarınca bozulmasına, 17.12.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 13. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/3484 Karar: 2014/26656 Tarih: 24.09.2014

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Müştekinin suç tarihinde kendisine ait telefonu tamir ettirmesi için sanığa verdiği ancak sanığın telefonu tamir ettirmediği gibi iade de etmediği, bu hali ile sanığın eyleminin TCK’nın 155/1 maddesinde yazılı güveni kötü kullanma suçunu oluşturduğu, işyeri dokunulmazlığının ihlali suçunun ise unsurları itibariyle oluşmadığı anlaşıldığına göre, sanığın güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılmasına, unsurları itibariyle oluşmayan işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan beraatine karar verilmesi yerine yazılı şekilde hüküm kurulması,

Sonuç: Bozmayı gerektirmiş, sanık M. İ.’nin temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 24.09.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2013/790 Karar: 2014/14825 Tarih: 17.09.2014

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gaye­sinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve ben­zeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Somut olayda; şikayetçinin, kendisine ait av teske­resi belgesi bulunan 55 numaralı ve 16’lık çapında tek kırma tüfeğini, boyama işlemlerinin yapılması için …… İl Merkezinde galericilik yapan ve A. San. Tic. Ltd. Şti. adlı işyeri sahibi aynı zamanda akrabası sanık İ. A.’a bıraktığı, sanık İ.’ın da bu tüfeği şikayetçinin haberi olmadan beraat eden sanık M. T.’a bıraktığı ve bu şekilde güveni kötüye kullanma suçunu işlediğine yönelik kabulde bir isabetsiz­lik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde göste­rilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uy­gun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; sanığın yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak,

Sanık ile şikayetçi arasındaki ilişkinin hizmet ilişkisi­ne dayalı olmaması, sanığın galerici olması ve tüfek tamir ya da boyama işi yapmaması, şikayetçinin, aralarındaki akrabalık ve dolayısı ile hatır ilişkisine dayalı olarak bir başkasına boyatması için suça konu tüfeği sanığa bırakma­sı karşısında; sanığın, 5237 sayılı TCK’nın 155/1 maddesi yerine aynı Kanun’un 155/2 maddesi uyarınca cezalandı­rılmasına karar verilmesi,

Kabule göre de;

Hapis cezasının alt sınırdan tayin edilmesine rağ­men, adli para cezasının belirlenmesi sırasında, yeterli ve yasal gerekçe gösterilmeksizin, aynı gerekçeye dayanarak tam gün sayısının asgari hadden uzaklaşılması suretiyle sanığa fazla ceza tayini,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu iti­barla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu nedenler­le 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulan­ması gereken 1412 sayılı 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 17.09.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/21997 Karar: 2014/13628 Tarih: 08.07.2014

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.

Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için ise; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Sanığın, Vatan Kargo isimli iş yerinde çalıştığı, şikayetçi M. S.’ın, eşya taşınması için Vatan Kargo isimli iş yeri ile anlaştığı, sanığın şikayetçi Mehmet’in evini taşımak için diğer işçilerle birlikte gittiğinde kargo şirketinin haberi olmadan şikayetçiden sözde bazı malzemeler alacağını söyleyerek 300 TL aldığı ve oradan ayrıldığı, bu parayı Vatan Kargo isimli iş yerine vermediği ve ödemediği, bu şekilde hileli hareketlerle şikayetçiden menfaat temin ettiği ve atılı dolandırıcılık suçunu işlediği gözetilmeden yazılı şekilde güveni kötüye kullanma suçu gereğince uygulama yapılması,

Kabule göre de;

1- Sanığa atılı eylemin hizmet ilişkisinden kaynaklandığı gözetilmeden hakkında 5237 sayılı TCK’nın 155/2. maddesi yerine aynı Kanun’un 155/1. maddesi gereğince hüküm kurulması,

2- 5237 sayılı TCK’nın 155/1. maddesinden uygulama yapılırken, hapis cezası ile birlikte adli para cezasına da karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, sadece hapis cezasına hükmedilmesi,

3- Şikayetçinin 19.02.2009 tarihli duruşmada sanığın zararının yarısını karşıladığını belirtmesi karşısında; sanık hakkında TCK’nın 168. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması,

Sonuç: Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan diğer yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, CMUK’nın 326/son maddesi gereğince ceza miktarı bakımından kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, 08.07.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/21614 Karar: 2014/13164 Tarih: 02.07.2014

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi, tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Diş hekimi olan katılanın serbest muhasebeci olan A.’in yanında çalışan sanık ile muhasebe işlerinin yapılması konusunda anlaştıkları, aralarındaki iş takibi sona erdiğinde sigorta ile ilgili primlerinin yatmadığını öğrenen katılanın şikayetçi olduğunun iddia edildiği olayda;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

1- ) Serbest muhasebecilerin 3568 sayılı Kanun’un 2. maddesinde belirtilen görevlerinin arasında vergi borcunu yatırmak gibi bir görevleri olmadığı gibi, Türkiye Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği’nin Mecburi Meslek Kararlarına ilişkin 26.01.1996 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 1996/1 sayılı genelgesinin 1. maddesinde yer alan “Meslek mensupları, müşteri adına üçüncü kişilere ödeme yapmak üzere her ne isim altında olursa olsun mali değerler alamazlar” şeklindeki hükmüne göre, mali müşavir olan tanık A.’in yanında çalışan sanığın, vergi borçlarının yatırılması için şikâyetçi tarafından verilen paraları ilgili kuruma yatırmayarak özel işlerinde kullandığının iddia ve kabul olunması karşısında; eyleminin yanında çalışmış olduğu tanık A.’e karşı olmayıp, müşterileri olan şikâyetçiye yönelik olduğu, paranın kendisine serbest muhasebecinin yanında çalışmış olması nedeniyle verildiği, suça konu paranın yatırılmasının sanıkla şikâyetçi arasındaki görev ilişkisi kapsamında olmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, TCK’nın 155/1. maddesi gereğince güveni kötüye kullanma suçundan hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, aynı maddenin ikinci fıkrası uyarınca uygulama yapılması suretiyle sanık hakkında fazla ceza tayin edilmesi,

2- ) Sanığın, katılandan değişik dönemlere ilişkin vergi ve SGK borçları karşılığında almış olduğu paraları ilgili kurumlara yatırmadığının anlaşılması karşısında, sanık hakkında TCK’nın 43. maddesinde yer alan zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,

3- ) 5237 sayılı TCK’nın 53/4. maddesi gereğince, kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında, aynı Kanun maddesinin 1. bendinde gösterilen hak yoksunluğuna hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,

4- ) Adli para cezasının tayininde bir günün karşılığı olan miktarın takdirinde uygulama maddesinin gösterilmemesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesine istinaden uygulanması gereken CMUK’nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı Kanunun 326. maddesi gereğince sonuç ceza miktarı yönünden sanığın kazanılmış haklarının gözetilmesine, 02.07.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/13736 Karar: 2014/1748 Tarih: 19.02.2014

  • TCK 155. Madde

  • Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Türkiye Kızılay Derneği müfettişlerince hazırlanan teftiş raporu içeriğine göre sanık Ö. hakkındaki iddiaların genel merkez tarafından gönderilen yardım malzemesini teslim alması ve şubeye ait demirbaş buzdolabının yardım amacıyla kayıtlara geçirilmeden ihtiyaç sahibi bir kişiye verilmesinden ibaret olduğu, sanığın da savunmasında şube işleriyle kendisinin ilgilenmediğini, sadece bir defa genel merkezden gelen yardım malzemesini teslim aldığını, buzdolabı için ise kendisi memleketinde iken Ha. ve H. tarafından telefonla arandığını, şubede bulunan bir adet buzdolabının hibe edileceği ve ihtiyaç sahibi birisini tanıyıp tanımadığının sorulduğunu; kendisinin de ihtiyaç sahibi bir kimseyi telefonla şubeye yönlendirdiğini ifade ettiği, sanık Ha.’in ise görev süresinin kısalığı, şubede sanık H. tarafından getirilen faturaları onun arkasındaki imzalarına güvenerek sadece defterlere işlediği yönündeki savunması; şubede işlerin sanık H. tarafından yürütüldüğüne dair tanık beyanları, savunmaların aksine dosyada başkaca da kanıt bulunmaması sebebiyle kuşkudan sanık yararlanır ilkesi gereğince sanıklar Ö. B. ve H. S.’ın atılı suçtan beraatleri yerine dosya kapsamı ve oluşa uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde mahkumiyetlerine kararı verilmesi.

Sanık H. S. hakkında zimmet suçundan verilen mahkumiyet hükmünün temyiz incelemesinde:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak,

Mülga 2908 Sayılı Dernekler Kanununun 71 /son maddesinde ‘Türkiye Kızılay Derneğiyle Türk Hava Kurumunun mal ve paraları Devlet malı sayılır. Bunlara karşı suç işleyenler Devlet memuru gibi cezalandırılır.” hükmünün bulunduğu, bu düzenlemeye göre sanığın eylemlerinin zimmet suçunu oluşturacağı, ancak suç işlenmeden önce 23.11.2004 gün ve 25649 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5253 Sayılı Dernekler Kanununda Türkiye Kızılay Derneğiyle Türk Hava Kurumunun mal ve paralarına karşı suç işleyenlerin Devlet memuru gibi cezalandırılacağına dair düzenlemenin bulunmadığı, bu düzenlemenin yerine tüm kamuya yararlı dernekleri kapsayacak şekilde 27 /son maddesiyle “Kamu yararına çalışan derneklerin mallarına karşı suç işleyenler Devlet malına karşı suç işlemiş gibi cezalandırılır.” hükmüne yer verildiği ve ayrıca de “Her ne suretle olursa olsun kendisine tevdi olunan derneğe ait para veya para hükmündeki evrak, senet veya sair malları kendisinin veya başkasının menfaatine olarak sarf veya istihlak veya rehneden veya satan, gizleyen, imha, inkar, tahrif veya tağyir eden yönetim kurulu başkanı ve üyeleri veya denetçilerle derneğin diğer personeli Türk Ceza Kanununun güveni kötüye kullanma suçuna dair hükümlerine göre cezalandırılır. Ayrıca, mahkeme yargılama sırasında sanıkların, organlardaki görevlerinden geçici olarak uzaklaştırılmasına da karar verebilir.” şeklinde düzenleme yapıldığı,

Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.10.2013 tarih, 2012/1275 Esas, 2013/419 Sayılı Kararı ve yukarıdaki açıklamalar ışığında, zimmet suçunun kamu görevlileriyle özel yasalarında kamu görevlisi gibi cezalandırılacakları öngörülen kişiler tarafından işlenebileceği, 5252 Sayılı Kanunun geçici 1. maddesi uyarınca 5237 Sayılı T.C.K.nın 6/1-c maddesinin de ancak 1.1.2009 tarihinden itibaren özel yasalarda uygulanabileceği dikkate alındığında, suç tarihi itibarıyla 5253 Sayılı Dernekler Kanununda Türkiye Kızılay Derneği görevlilerinin veya dernek malına karşı suç işleyenlerin kamu görevlisi gibi cezalandırılacağına dair bir düzenleme bulunmaması sebebiyle sanığın zimmet suçunun faili olamayacağı, 5237 Sayılı T.C.K.nın 3, 61. maddeleri birlikte değerlendirilerek meydana gelen zararın ağırlığı, suç kastının yoğunluğu da gözetilip asgari hadden uzaklaşılarak 5237 Sayılı T.C.K.nın 155/2. maddesinde düzenlenen zincirleme hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılması gerekirken suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması.

Kabule göre de:

Suçun 5237 Sayılı Kanunun 53/1-d maddesindeki yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlendiği kabul edilmesine rağmen sanık hakkında aynı Kanunun 53/5. maddesinin uygulanmaması. Katılan yararına hükmedilen vekalet ücretinin sanıklardan eşit olarak tahsiline karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanıklar müdafiin ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek C.M.U.K.nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde iadesine, 19.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS