İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
HMK Madde 141
(1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.
HMK Madde 141 Gerekçesi
7251 sayılı kanunun 15. maddesiyle yapılan son değişikliğin gerekçesi:
Maddeyle, Kanunun 141 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Maddenin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hariç olmak üzere, iddia veya savunma genişletilemeyecek veya değiştirilemeyecektir. Mevcut hükme göre ön inceleme duruşmasına katılmayan tarafın yokluğunda, onun muvafakati olmaksızın iddia veya savunma genişletilebilmekte veya değiştirilebilmekteydi. Sırf ön inceleme duruşmasına katılım sağlanmadığı için aleyhte iddia veya savunmanın rahatlıkla genişletilebilmesi veya değiştirilebilmesi, silahların eşitliği ilkesinin ihlalini gündeme getirmektedir. Bu ihlal, davayı takip etmediğinde davayı inkâr ettiği kabul edilen ve duruşmaya katılma zorunluluğu bulunmayan davalı taraf bakımından çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilmektedir. Düzenleme, silahların eşitliği ilkesine hizmet etmesi bakımından adil yargılanmanın sağlanmasına da yardımcı olacak niteliktedir.
Öte yandan düzenleme, uyuşmazlığın ön inceleme aşamasında netleşmesine yardımcı olacak ve bu aşamanın, yargılamanın yol haritasını belirleme özelliğini güçlendirecektir. Ayrıca, ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmeyen tarafın muvafakati aranmaksızın, iddia veya savunmanın genişletilmesine veya değiştirilmesine imkân tanınması, gelmeyen tarafın genişletilmiş veya değiştirilmiş iddia ve savunma karşısında beyanda bulunup açıklama yapmak için dilekçe vermesine, diğer tarafın da bu dilekçeye karşı beyanda bulunmasına neden olmakta ve dilekçeler teatisi aşaması sona erdiği halde üst üste verilen bu dilekçeler Kanunun sistematiğine aykırı bir uygulamanın gelişmesine sebep olmaktadır. Bu dilekçelerin kabul edilip edilmemesi, kabul edileceklerse hangi ölçüye göre kabul edilecekleri uygulamada tartışmalara yol açma ve yargılamayı çetrefil hale getirerek uzatma potansiyelini bünyesinde barındırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, ön inceleme duruşmasına gelen tarafın ön inceleme tutanağının düzenlenmesine katılarak tahkikata ilişkin yol haritasına şekil verebilme imkânını elde etmesinin bir “ödül” olarak yeterli sayılması gerektiği kabul edilmektedir.
HMK 141 (İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi) Yargıtay Kararları
Hukuk Genel Kurulu 2017/2269 E. , 2021/56 K.
- HMK 141
- İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı ne zaman başlar?
HMK’nın 141. maddesine göre; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmaksızın uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında bu yasağın uygulanmaması ile daha uyuşmazlığın en başında, karşı tarafın açıklamasını, iddia ve savunmasını tam olarak görmeden, sağlıklı ve tam bir iddia ve savunma örgüsü kurmanın mümkün ve gerçekçi olmadığı gözetilerek; tarafların dilekçelerinde rahat, doğru ve sağlıklı bir iddia ve savunma bütünü oluşturmalarını sağlamak olduğu gibi, maddi ve hukuki nitelendirmeleri uyuşmazlığı çözecek doğrulukta ortaya koymaları amaçlanmaktadır. Şüphesiz ki bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile söz konusudur. Bu iki dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Bununla birlikte, HMK’nın 141/2. maddesinde, iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiştir.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/60 E. , 2021/354 K.
- HMK 141
- Davacı ve davalının, iddia ve savunmayı değiştirme yasağı
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. maddesinde “(1)Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” düzenlemesi bulunmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, iddia ve savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı dilekçe değişiminin bitmesinden sonra başlayacaktır. Davacının cevaba cevap dilekçesini vermesinden sonra onun bakımından iddianın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı başlayacaktır. Keza davalı bakımından savunmanın genişletilmesi yasağı ikinci cevap dilekçesinin verilmesinden sonra başlayacaktır. Ancak davalı cevap dilekçesi vermezse onun bakımından cevap süresinin sona ermesinden sonra yasak başlayacaktır. Bu durumda davacı bakımından da cevaba cevap dilekçesi veremeyeceği için yasak “cevap süresinin sona ermesinden sonra “ başlayacaktır. (Pekcanıtez, Pekcanıtez usul cilt II s. 1268-1269)
Somut olaya gelince; davacı vekili dava dilekçesinde bedelde muvazaa iddiasında bulunmamış, 01.07.2016 havale tarihli dilekçesi ile bedelde muvazaa olduğunu belirterek iddiasını genişletmiştir. Dava dilekçesi 06.06.2016 tarihinde davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş, davalı cevap dilekçesi vermemiştir. Davalı cevap dilekçesi vermediğinden davacı taraf için iddianın genişletilmesi yasağı davalının davaya cevap verme süresinin son günü olan 20.06.2016 tarihinden itibaren başlayacaktır. Davacının iddiasını genişletmesine davalının muvafakati bulunmamaktadır. Davacının usule uygun iddianın genişletilmesi isteminin bulunmadığı ve davalının iddianın genişletilmesi talebine açık muvafakatinin olmadığı anlaşıldığından mahkemece davacının bedelde muvazaa iddiasına itibar edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş hükmün bozulması gerekmiştir.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2020/3070 E. , 2021/2979 K.
- HMK 141
- Islah, iddia ve savunmayı değiştirme yasağının istisnasıdır.
6100 sayılı HMK’nın 141/1. maddesinde tarafların yargılamada iddia ve savunmalarını ne zamana kadar değiştirebilecekleri düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe, ön inceleme aşamasında ancak karşı tarafın açık muvafakati ile ön inceleme duruşmasında taraflardan birisi gelmez ise gelen tarafın, karşı tarafın muvafakati aranmaksızın iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi mümkündür. Yine HMK’nın 144/2. maddesinde, iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiştir. Bu anlamda ıslah, karşı tarafın rızasının olmadığı durumlarda yasağın başladığı andan itibaren iddia ve savunmaları değiştirme noktasında taraflar için tek çare olmaktadır.
Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (6100 sayılı HMK. m. 176). Taraflar ihmal, unutma, yetersiz bilgi ve benzeri sebeplerle eksik ya da hatalı şekilde iddia ve savunmada bulunmuş olabilecekleri gibi, yargılama sırasında meydana gelen gelişmeler neticesinde de yargılamanın başında sundukları iddia ve savunmalarında değişiklik yapma ihtiyacı duyabilirler. Islah müessesesi, dava değiştirme, başka bir deyişle iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılanabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapılabilmektedir (Üstündağ S: Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B.5, İstanbul 1992, s.534).
Islah, mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve açık bir irade beyanı olduğundan, yasal şartları yerine getirildiği takdirde, karşı tarafın ya da mahkemenin kabulüne bağlı olmaksızın yapılabilir. İddia ve savunmayı değiştirme ya da genişletme sayılmayan hallerde veya karşı tarafın genişletme ve değiştirmeye rıza gösterdiği hallerde ıslaha başvurmaya gerek olmadığı açıktır. Davanın tamamen ıslahı mümkün olduğu gibi kısmen ıslahı da mümkündür. Ancak ıslahın yapılması, Kanun uyarınca zaman bakımından sınırlandırılmış ve HMK’nın “Islahın Zamanı ve Şekli” başlıklı 177. maddesinin 1. fıkrasında tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği düzenlenmiştir. Bu noktada yargılamanın hangi aşamasına kadar ıslahın mümkün olacağını belirleyebilmek için tahkikat evresinden bahsetmek gerekmektedir. Zira ıslahın zaman bakımından sınırı, bozmadan sonra ıslahın yapılıp yapılamayacağı ile doğrudan ilgilidir.
Tahkikat, HMK’nın 147. maddesi uyarınca ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra başlamaktadır. Bu anlamda tahkikat evresinde işin esasına girilerek delillerin değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmek üzere taraflar duruşmaya davet edilir. Bu yönüyle tahkikat evresi, yargılamanın en önemli ve uzun aşaması olarak nitelendirilmektedir. Mahkeme, tahkikatın bitiminden sonra, sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet eder. Taraflara çıkartılacak olan davetiyede, belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususu bildirilir. Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve hükmünü verir (Madde 186). HMK’nın 184. ve 185. maddeleri gereğince tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığında Mahkeme, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim eder ve bu tefhim ile tahkikat aşaması sona erer.
Bununla birlikte, bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı hususu Yargıtay Hukuk Daireleri ve öğreti arasında tartışmalı bir hususken, 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde bozmadan sonra ıslah konusuna açıklık getirilmiştir. Bu maddeye göre; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz” düzenlemesine yer verilmiştir.
Bu bağlamda açıklanması gereken bir diğer husus ise usuli kazanılmış hak kavramıdır. Usuli kazanılmış hak, bir davada, mahkemenin veya tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine (diğeri aleyhine) doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan haktır. Usul hukukunun temel prensiplerinden birisi olan usuli kazanılmış hak kavramı, gerek HUMK, gerekse HMK’da düzenlenmemesine rağmen gerek öğretide gerekse uygulamada kabul edilmiştir.
Yargıtay’ın bozma kararı nedeniyle kazanılmış hak iki çeşit olup, birincisi Mahkemenin Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına kazanılmış hak, ikincisi bazı konuların bozma kararının kapsamı dışında kalması ile doğan usuli kazanılmış haklardır. Bozma kararına uymuş olması halinde Mahkeme, bu uyma kararı ile bağlı olup, usuli kazanılmış hak ilkesi uyarınca lehine bozulan taraf yararına araştırma ve inceleme yapmak zorundadır ( 04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Usuli kazanılmış hak yukarıda belirtildiği üzere açık bir kanun hükmüyle düzenlenmemiş olsa da önemli ve temel bir hukuk ilkesidir. Ancak usuli kazanılmış hak ilkesinin de istisnaları bulunmaktadır. Geriye etkili kanun değişikliği, görev kuralına aykırılık, sonradan ortaya çıkan içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK), hak düşürücü süre, kamu düzeni gibi hususlar kazanılmış hak kuralının istisnalarındandır. Bu durumda usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (HGK.nun 12.07.2006 T., 2006/4-519 E, 2006/527 K, 03.12.2008 T., 2008/10-730 E., 2008/732 K.). Zira usuli kazanılmış hak ilkesi kamu düzeniyle ilgilidir (09.05.1960 T., 21/9; 04.02.1959 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
Bu anlatımlar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece 17.09.2009 tarihinde verilen ilk kararın Dairemizin 12.04.2012 tarihli ilamı ile bozulduğu, bozma ilamına uyulmak suretiyle mahkemece tahkikata dair işlemler tesis edildiği, bu doğrultuda davacı-karşı davalı arsa sahipleri vekilinin talebini 01.04.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile artırdığı ve mahkemece ıslaha itibar edilerek karar verildiği, söz konusu kararın Dairemizin 04.03.2020 günlü ve 2019/2632 esas, 2020/898 karar sayılı ilamının 2. bendi ile davalı-karşı davacı-birleşen dosya davalısı yüklenicinin temyiz itirazları yönünden bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile yüklenici yararına bozulduğu anlaşılmaktadır.
Ne var ki 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2 maddesi ile Yargıtay’ın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar ıslah yapılması mümkün hale getirilmiştir. Sonradan aynı hususta bir kanun çıkarılmış olmasının usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğu, usule ilişkin kanun değişikliğinin geçmişe etkili olarak uygulanması gerektiği, mahkemece verilen nihai karardan sonra değişiklik yapılmış olsa dahi, bu değişikliğin uygulanmasında zorunluluk bulunduğu Yargıtay kararlarıyla açıklanmıştır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 20.02.2008 gün, 2008/13-160 esas, 2008/147 karar) Açıklanan nedenlerle, mahkemece davacı-karşı davalı arsa sahiplerinin 01.04.2013 tarihli ıslahına değer verilerek hüküm tesis edilmesinin yerinde olduğu bu defaki incelemeden anlaşılmakla, davalı-karşı davacı-birleşen dosya davalısı yüklenicinin tüm temyiz itirazları reddedilerek, Daire’mizin bozma ilamındaki ıslaha ilişkin bozma nedeninin kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/24092 Karar : 2018/10547 Tarih : 3.10.2018
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yersizdir.
2-Davalıya dava dilekçesi 23.12.2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş, davalı süresinde cevap dilekçesi sunmamıştır. İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi başlıklı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 141. maddesi “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarım genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklindedir.
Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Şüphesiz bu imkan, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi için söz konusudur. Bu dilekçelerden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Ön inceleme aşamasında, ancak karşı tarafın açık muvafakati (veya ön inceleme duruşmasına taraflardan birisinin mazeretsiz gelmemesi) durumunda iddia veya savunmaların genişletilmesi yahut değiştirilmesi kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulu 20.04.2016 tarih, 2014/2-605 esas, 2016/522 karar sayılı ilamı). Bu durumda; dava dilekçesinin davalıya 23.12.2014 tarihinde usulüne uygun bir şekilde tebliğ edilmesinden sonra süresi içerisinde cevap dilekçesi verilmediğinden savunmanın dayanağı olarak süresinde ileri sürülen bir delil (HMK m. 129/1-e) bulunmadığından yerel mahkemenin davalıya delil göstermesi için süre vermesine yasal olarak imkan bulunmadığının kabulü gerekir. Hal böyle olunca; süresinde cevap dilekçesi vermeyerek delillerini bildirmeyen davalı tarafın iddia ve savunmaları dikkate alınarak davacı kadına kusur yüklenmesi doğru görülmemiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delilerden; mahkemece davalı erkeğe kusur olarak yüklenen “tehdit” vakıasından sonra birlikte yaşamaya devam ettikleri, bu nedenle bu vakıa yönünden kadının erkeği affettiği, en azından hoşgörü ile karşıladığının kabulü gerektiğinden bu vakıa erkeğe kusur olarak yüklenemez. Yukarıda yapılan açıklamalarda dikkate alındığında boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkek tamamen kusurludur. Hal böyle iken davacı kadının az kusurlu bulunması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.
3- Yargılama giderleri haksız çıkan taraftan alınır (HMK m. 326/1). Vekil ücretleri yargılama giderlerindendir (HMK m. 323/ğ). Dava kabul edilmiştir. Dava kabul edildiği halde, davacı kadın yararına karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu vekalet ücreti takdiri gerekirken, davacı kadın lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 03.10.2018
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/21090 Karar : 2018/8866 Tarih : 11.09.2018
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır (HMK m. 141). Davalı kadın süresinden sonra verdiği 01.12.2015 tarihli dilekçe ile yoksulluk nafakası, tahkikat aşamasında 13.05.2016 tarihinde verdiği dilekçe ile de maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuş ancak davacı taraf bu taleplere açıkça muvafakat etmemiştir. Bu konuda usulünce yapılmış bir ıslah (HMK m. 176) işlemi de bulunmamaktadır. Bu durumda; davalı kadının yoksulluk nafakası ve tazminat talepleri hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilecek yerde, bu taleplerin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün bu yönden düzeltilerek onanmasına (HUMK m.438/son) karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple gerekçeli kararın hüküm fıkrasından 5. ve 6. bentlerinin tamamen çıkarılmasına, yerine “Davalının maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası talepleri hakkında karar verilmesine yer olmadığına” cümlesinin yazılmasına, hükmün bu bölümünün açıklanan şekilde düzeltilerek, diğer bölümlerinin ise yukarıda l. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 11.09.2018 (Salı)
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/19762 Karar : 2018/8374 Tarih : 2.07.2018
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle velayeti davalı-karşı davacı kadına verilen ortak çocuk 16.03.2000 doğumlu Kübranur’un inceleme tarihi itibariyle ergin olması sebebiyle bu çocuk yararına hükmolunan nafakanın ergin olduğu tarihte kendiliğinden sona ereceğinin tabi bulunmasına göre, davacı-karşı davalı erkeğin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Mahkemece; “davalı-karşı davacı kadının güven sarsıcı davranışlar sergilediği, davacı-davalı erkeğin ise evililik birliği devam ederken başka bir kadın ile birlikte yaşamaya başladığı, davalı-karşı davacı kadına hem bu kadına hem de evdeki diğer aile bireylerine bakma görevinin yüklendiği” gerekçesiyle boşanmaya sebep olan olaylarda davacı-karşı davalı erkeğin davalı-karşı davacı kadına nazaran ağır kusurlu olduğu kabul edilerek tarafların davalarının kabulü ile boşanmalarına ve boşanmanın fer’ilerine karar verilmiştir.
Dava dilekçesinde davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin gösterilmesi gereklidir (HMK m. 119/1). İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK m. 187/1). Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz (HMK m. 25). Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez (HMK m. 141/1).
Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davalı-karşı davacı kadının 2014 yılının nisan ayında ortak konutu terkederek başka bir erkekle birlikte yaşamaya başladığı, sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlar sergilediği anlaşılmaktadır. Davacı-karşı davalı erkeğin başka bir kadın ile birlikte yaşadığı, sadakatsiz davranışlar sergilediği, davalı-karşı davacı kadının o kadına ve diğer aile bireylerine bakmakla görevlendirildiği şeklinde davacı-karşı davalı erkeğe mahkemece kusur olarak yüklenen vakıalara davalı-karşı davacı kadın tarafından usulüne uygun şekilde dayanılmamış olup, yukarıda yer alan açıklamalar karşısında bu vakıaların davacı-karşı davalı erkeğe kusur olarak yüklenmesi mümkün bulunmamaktadır. Esasen davalı-karşı davacı kadının erkeğin birlikte yaşadığı iddia olunan kadına ve diğer aile bireylerine bakmakla görevlendirildiği hususuna ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Mahkemece, usulüne uygun şekilde ileri sürülmeyen vakıalar esas alınarak davacı-karşı davalı erkeğe kusur yüklenmesi ve bunun sonucu olarak davalı-karşı davacı kadının
boşanma davasının kabulüne karar verilmesi doğru değildir. O halde, boşanmaya sebep olan olaylarda sadakate aykırı davranışlar sergileyen davalı-karşı davacı kadının tamamen kusurlu olduğu kabul edilerek davasının reddine karar vermek gerekirken hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak kabulü doğru görülmemiştir. Ne var ki davacı-karşı davalı erkeğin kabul edilen boşanma davası temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olmakla kadının boşanma davasının konusu kalmamıştır. Gerçekleşen bu duruma göre hükmün kusur belirlemesi yönünden ve davalı-karşı davacı kadının boşanma davasının konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama gideri ile vekalet ücreti konusunda karar verilmek üzere bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
3-Türk Medeni Kanununun 174/1. maddesi, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini; 174/2. maddesi, boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Yukarıda 2/a. bentte açıklandığı üzere; evlilik birliğinin sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davacı-karşı davalı erkeğin ağır yada eşit kusurlu olmadığı, bu olayların onun kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK m.4, TBK m.50. ve 51.) dikkate alınarak davacı-karşı davalı erkek yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak bu taleplerin reddine yönelik yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
4-Türk Medeni Kanununun 174/1. maddesi, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini; 174/2. maddesi, boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Yukarıda 2/a. bentte açıklandığı üzere; evlilik birliğinin sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalı-karşı davacı kadın tamamen kusurlu olup, kadının yasal şartları oluşmayan maddi ve manevi tazminat isteklerinin reddine karar vermek gerekirken hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak bu taleplerin kabulüne yönelik yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
5-Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (TMK m.175). Yukarıda 2/a bentte açıklandığı üzere; evlilik birliğinin sarsılmasına sebep olan olaylarda yoksulluk nafakası talep eden davalı-karşı davacı kadın tamamen kusurlu olup, kadının yasal şartları oluşmayan yoksulluk nafakası isteğinin reddine karar vermek gerekirken hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak bu talebin kabulüne yönelik yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2., 3., 4. ve 5. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, hükmün bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, duruşma için takdir olunan 1.630 TL vekalet ücretinin Serdağ’dan alınarak Ayhan’a verilmesine, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 02.07.2018(Pzt.)
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/14184 Karar : 2018/3716 Tarih : 22.03.2018
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi başlıklı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 141. maddesi “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır” şeklindedir.
Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Şüphesiz bu imkan, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi için söz konusudur. Bu dilekçelerden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Ön inceleme aşamasında, ancak karşı tarafın açık muvafakati (veya ön inceleme duruşmasına taraflardan birisinin mazeretsiz gelmemesi) durumunda iddia veya savunmaların genişletilmesi yahut değiştirilmesi kabul edilmiştir ( Hukuk Genel Kurulu 20.04.2016 tarih, 2014/2-605 esas 2016/522 karar sayılı ilamı).
Somut olayda; davacı kadın, dava dilekçesinde herhangi bir vakaya dayanmamış, davalı erkeğin de hazır olduğu ön inceleme duruşmasında ise davacı vekili tarafından davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet, hakaret, baskı ve kıskançlık yaptığına dair iddiada bulunulmuş olup, davalı erkek tarafından iddianın genişletilmesine açık muvafakatinin olmadığı anlaşılmaktadır.
Usulüne uygun şekilde ileri sürülmeyen ve dayanılmayan bu vakıalar esas alınarak davalı erkeğe kusur yüklenemez. Gerçekleşen bu durum karşısında, yukarıda açıklanan sebeple davalı tarafa yüklenecek kusurlu bir davranış ispatlanamadığı halde, davalı erkek ağır kusurlu kabul olunarak davacı kadının boşanma davasının kabulüne karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 22.03.2018(Salı)
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/11110 Karar : 2017/12470 Tarih : 10.07.2017
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
A) Davacı isteminin özeti:
Davacı vekili, … 5. İş Mahkemesi’nin 2009/469 Esas sayılı dosyasının asıl dava olup bu dosyada hükmedilen haricinde bu dosya ile tespit edilen alacakların hüküm altına alınması gerektiğini ileri sürerek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti alacaklarını istemiştir.
B)Davalı cevabının özeti:
Davalı vekili, davacının işçi olmadığını, işçi ve işveren ilişkisi bulunmadığını, … 3. İş Mahkemesi’nin 2006/355 Esas sayılı kesinleşen Mahkeme kararına göre davanın reddinin gerektiği, bir kısım sair Mahkeme kararlarının da bu yönde olduğunu, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
C)Yerel Mahkeme kararının özeti:
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, taraflar arasında … 5. İş Mahkemesinin 2009/469 esas sayılı dosyasında yargılama yapılmış, tanıklar dinlenilmiş, deliller toplanmış, bilikişi raporu alınarak “taraflar arasında akdedilen 01/02/1983 tarihli sözleşme ve yaptığı işin niteliği nazara alındığnda davacının davalı işverenin talmiat ve denetimi altında aylık cüretle sürekli bir borç yükümlülüğü altına girdiği ve iş sözleşmesinin unsurları olan zaman bağımlılık ve ücreti unsurlarının gerçekleştiği taraflar arasıdna iş sözleşmesi ilişkisi bulunduğu anlaşılmış olup davacı davalı işyerinde çalışırken davacının iş sözleşmesi kendisine keşide edilen 25/12/2007 tarihli ihtarname ile 31/12/2007 tarihi itibariyle sona eridirildiği” kabul edilerek talep bağlı kalınarak işçilik alacaklarının kabulü yönünde hüküm kurulmuştur. İstanbul 5. İş Mahkemesinin 2009/469 esas sayılı dosyasındaki kararı Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 10/03/2014 tarih, 2012/3294 esas 2014/7603 karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği, bu dosyadaki tespitler ve alınan bilirkişi raporun kabul edilerek esas alındığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
D)Temyiz:
Karar süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
E)Gerekçe:
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle … 5. İş Mahkemesi’nin 2009/469 Esas sayılı kararının Dairemizin 2012/3294 Esas sayılı kararı ile onanmış olmasına göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.
Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).
Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir(818 sayılı BK. Mad.132).
6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134)
Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).
Somut uyuşmazlıkta, davalı vekilinin davaya karşı süresi içinde zamanaşımı def’inde bulunmasına rağmen, yıllık izin ücreti bakımından bu zamanaşımı def’inin gözetilmesi gerektiğinin düşünülmemesi hatalıdır.
3-Dairemiz tarafından onanan İstanbul 5. İş Mahkemesi’nin 2009/469 Esas sayılı kararında 14480,05 TL kıdem tazminatı, 921 TL ihbar tazminatı, 7631,08 TL yıllık izin ücreti olmak üzere toplam 23032,13 TL alacak olduğu tespit edilmiş ve bu miktardan kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve yıllık izin ücreti için 500’er TL.ye hükmedilerek toplam 1500 TL.’ye hükmedilmiştir. 2009/469 Esas sayılı karar ile tespit edilen alacak toplamından bu hükmedilen miktar düşülünce kalan 21532,13 TL. iken eldeki dava dilekçesinde toplam 20530 TL talep edilmiştir. Neticeten 1002,08 TL.ye Mahkeme tarafından HMK’nun 26. maddesine aykırı olarak talep aşılmak sureti ile hükmedilmiştir. Hangi alacak kalemi için kaçar Türk Lirası talep edildiği dava dilekçesinde açıklanmadığından, eksik talebin hangi alacak kalemine veya kalemlerine ilişkin olduğu davacı taraftan sorularak tespit edilmeli ve neticesine göre karar verilmelidir.
F)Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının isteği halinde ilgilisine iadesine, 10/07/2017 tarihinde oybirliği ile kabul edildi.
YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/3499 Karar : 2017/7504 Tarih : 15.06.2017
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
Davacı, emlak ve dekorasyon işleri ile uğraşan bir işyeri sahibi olduğunu ve işlerinin vekaletname ile eşi …tarafından yürütüldüğünü, davalının taşınmazının satışı için hizmet talebi üzerine davalı satıcı ile dava dışı alıcı …‘ı biraraya getirdiğini ve 15.11.2013 tarihinde taşınmazın 2.250.000,00 TL bedelle satılması konusunda komisyon sözleşmesi imzalandığını, tapuda 19.12.2013 tarihinde satışın gerçekleştirildiğini ve taşınmazın alıcı … adına tescil edildiğini, ancak kendisinin komisyon ücretinin ödenmediğini, bunun üzerine başlattığı takibin davalının haksız itirazı ile durduğunu ileri sürerek itirazın iptaline ve inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Davalı, kendisinin böyle bir taşınmazı bulunmadığını, dolayısıyla da bir satış işlemi gerçekleştirmediğini savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 67.500,00 TL asıl alacak ve 12.150,00 TL KDV alacağına yönelik itirazın iptali ile toplam 79.650,00 TL alacak üzerinden takibin devamına, fazlaya ilişkin talebin reddine, asıl alacağa takip tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına ve asıl alacağın % 20’si oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davacı, eldeki dava ile davalının taşınmazının satışına aracılık ettiğini ileri sürerek 15.11.2013 tarihli sözleşme ile kararlaştırılan ücretinin ödenmemesi nedeniyle başlattığı icra takibine vaki itirazın iptalini istemiş, davalı davanın reddini dilemiş, Mahkemece,+ davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davacı, dava dilekçesinde davalının taşınmazının satışı için davalı ile dava dışı alıcıyı bir araya getirdiği, taraflar arasında anlaşma sağlanıp 15.11.2013 tarihli sözleşmenin imzalandığını ve tapuda 19.12.2013 tarihinde taşınmazın alıcı adına tescil edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemece, tapu kayıtları getirtilerek incelenmiş dava konusu taşınmazın 15.10.2010 tarihinden itibaren … Stüdyo Daireleri İnşaat Kantincilik Turizm San. ve Tic. Ltd. Şti. adına kayıtlı olduğunun anlaşılması üzerine davacıdan bu konudaki beyanları sorulmuş; davacı 24.02.2015 havale tarihli dilekçesi ile dava konusu taşınmazın davalı adına değil, ortağı olduğu şirket adına kayıtlı olması nedeniyle taşınmazın tapu devri yerine, şirketin 19.12.2013 tarihinde tüm hisseleri ile birlikte alıcı dava dışı…a devredilmesi suretiyle devrin gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür. HMK’nun 141. maddesinde, tarafların, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebileceği yahut değiştirebileceği, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise iddia veya savunmanın genişletilemeyeceği yahut değiştirilemeyeceği, ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümlerinin saklı olduğu öngörülmüştür. Davacının, dava dilekçesi ile taşınmazın satışına aracılık ettiğini iddia edip, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonraki bir aşamada ise şirket hisse devrine aracılık ettiğini ileri sürmesi HMK’nun 141. maddesi uyarınca iddianın genişletilmesi kapsamında olup, davalı tarafından 16.04.2015 tarihli celse davacının iddiasının genişletilmesini kabul etmediğini beyan ettiği, ayrıca davacı tarafından ıslah da yapılmadığı anlaşılmaktadır. O halde Mahkemece, davacının 24.02.2015 tarihli dilekçesinde ileri sürdüğü hususların HMK’nun 141. maddesi kapsamında iddianın genişletilmesi niteliğinde olduğu gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davalı yararına BOZULMASINA, İkinci bentte açıklanan nedenlerle davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan 1.360,23 TL harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/1007 Karar : 2017/3634 Tarih : 12.06.2017
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
Davacı vekili, taraflar arasındaki ticari ilişki nedeniyle müvekkilinin davalıdan vade farkı faizi ve cari hesaba dayalı 38.795,67 TL alacaklı olduğunu ileri sürerek bu tutarın dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının kestiği 14.02.2014 tarihli vade farkı faturasının haksız olduğunu, müvekkilince iade edildiğini, taraflar arasında yazılı bir sözleşme hükmü bulunmadıkça vade farkı istenemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi kök ve ek raporları ile tüm dosya kapsamına göre, 6102 sayılı TTK’nın 1530/4. maddesine göre faturanın borçlu tarafından alınmasını takip eden 30 günlük sürenin sonunda alacaklının faize hak kazandığı, buna göre yapılan bilirkişi incelemesi sonucu davacının 36.926,42 TL faiz alacağının bulunduğu, ancak davacının vade farkı alacağını 33.078,18 TL olarak talep ettiği, bunun dışında satış sözleşmelerinden kaynaklanan bakiye davacı alacağının 5.717,49 TL olarak tespit edildiği gerekçesiyle davanın kabulüne, 5.717,49 TL asıl alacak, 33.078,18 TL vade farkı olmak üzere toplam 38.795,67 TL’nin asıl alacağa dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1-) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, davacı vade farkı adı altında fatura düzenlemişse de bu faturaya dayalı isteminin temerrüt faizine ilişkin olduğunun anlaşılmasına, mahkemece de temerrüt faizi hesabı yapmak suretiyle karar verilmiş olmasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2-) Dava, faturaya dayalı olarak başlatılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkin olup, mahkemece, davacı tarafından düzenlenen faturaların davalı defterlerine kaydından sonra 6102 sayılı TTK’nın 1530/4-a bendi uyarınca 30 gün eklenip bulunan bu tarihten her bir faturanın ödendiği tarihe kadar faiz hesabı yapılmak suretiyle, davacı tarafından hak kazanılan temerrüt faizi tutarının bulunması, 6098 sayılı TBK’nın 100, 101 ve 102. maddeleri uyarınca mahsup işleminin yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hangi satış faturasının ne zaman ödendiği ve dolayısıyla ne zamana kadar ve ne tutarda temerrüt faizine hak kazanıldığı belirtilmeyen, TBK’nın 100 vd. maddeleri uyarınca mahsup yapılmayan, davalı tarafından yapılan ara ödemeler ve ödeme tarihleri nazara alınmayan, sadece faturaların davalı tarafından deftere kaydından sonra 30 gün süre eklenip dava tarihine kadar temerrüt faizi hesaplandığı belirtilen, denetime elverişsiz bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
3-) Kabule göre de, davacı dava dilekçesinde 38.795,67 TL’nin tahsilini istemiş, dava dilekçesine ekli cari hesap ekstresinde de önceki dönemden devir alacağını 9.350,49 TL, vade farkı faturası alacağını da 29.445,18 TL olarak gösterdiği gibi 18.07.2014 tarihli açıklama dilekçesinde de dava konusu edilen alacağın 9.350,49 TL’sinin cari hesap alacağı, 29.445,18 TL’nin ise vade faturasından kaynaklandığını belirtmiştir.
HMK’nın 26. maddesinde düzenlenen taleple bağlılık ilkesi gereğince Hakim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. HMK’nın 141. maddesinde ise “Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” denilmek suretiyle iddia ve savunmayı genişletme yasağı ve bunun istisnaları açıklanılmıştır.
Somut olayda davacı vekili tarafından yukarıda açıklandığı üzere talep sonucu açıkça belirtildiği halde, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra 27.10.2015 tarihli son celsede dava dilekçesinde istenen 38.795,67 TL’nin 5.717,49 TL’sinin asıl alacak, bakiyesinin vade farkına ilişkin olduğu beyan edilmiştir. Davalının, iddianın genişletilmesine muvafakat verdiğine dair bir beyanı olmadığı halde mahkemece, davacı vekilinin 27.10.2015 tarihli celsedeki beyanı esas alınmak suretiyle dava dilekçesinde belirtilen ve 18.07.2014 tarihli dilekçede açıklanan talepler aşılmak suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması da yerinde görülmemiş, kararın bu yönden de bozulmasını gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 12.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/16114 Karar : 2017/4393 Tarih : 30.03.2017
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
Asıl davada davacılar vekili; müvekkillerinin murisinin de hissedarı olduğu Kayseri ili, Kocasinan İlçesi, Hacısaki Mahallesi 4077 ada, 3 parselde kayıtlı taşınmazın ….Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Müdürlüğü’ nün 2003/2 Satış dosyasından ihale ile satıldığını, taşınmazın satışı ile ilgili ….Sulh Hukuk Mahkemesinin ilamında sadece arsa satışı gibi hüküm kurulduğunu, halbuki taşınmaz üzerinde müvekkillerinin murisi ile diğer hissedarların atölye ve dükkanlarının bulunduğunu belirterek ihale satış bedelinin taraflara ödenmemesi, bina yönünden sataşmanın önlenmesi ve satış bedelinin gerçek hak sahiplerine paylaştırılmasını talep ve dava etmiş, 29/04/2004 tarihli ıslah
dilekçesi ile davasını sebepsiz zengenleşmeden dolayı bedelin iadesi talebine çevirmiştir.
Birleşen davada ise; müvekkilleri ile davalıların daha önceden …. Mahallesi 4077 Ada, 3 parsel nolu kayıtlı taşınmazın müşterek malikleri olup bu taşınmazın ortaklığın giderilmesi davası ile hissedarlardan … adına ihale edilmek suretiyle satıldığını bildirerek müvekkillerinden … adına haksız zarar miktarını teşkil eden 9.369,42 TL, … adına 9.369,42 TL ve diğer müvekkilleri … ve … adına birlikte 9.369,42 TL’nin, bu binada ve dolayısıyla satış bedelini teşkil eden bu parada hakkı bulunmayan davalılardan satış öncesi davaya konu taşınmaz arsasındaki hisseleri nispetinde tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili; davacıların bina bedelinden paylarına düşen bedeli istediklerini, bu bedelin müvekkilinden istenmesinin doğru olmadığını, müvekkilinin satılan taşınmaz üzerindeki binanın birinci katında bulunan dükkanı davacıların murisinden satın aldığını, bu tarihten itibaren müvekkili tarafından kullanıldığını, bina bedelinden dolayı bir ödeme yapılacaksa müvekkiline de ödeme yapılması gerektiğini belirterek davanın reddini dilemiştir.
Davalı … vekili; daha önce bu konuda ….Sulh Hukuk Mahkemesine dava açıldığını bu davanın reddedildiğini, ortada kesin hüküm bulunduğunu davanın değiştirilmesine muvafakatlarının olmadığını, ayrıca müvekkiline ait yapıdan da davacıların hakları olmadığı halde pay aldıklarını bu bedelin de davacılardan iadesi gerektiğini belirterek davanın reddini dilemiş, birleşen davada da davalılar Ayşe Kılıç, Hatice Kılıç, Mine Kılıç Dönmez, …, ve … vekili olarak davacıların sahibi olmadıkları kerestelik bedelinden pay aldıklarını ileri sürmüştür.
Mahkemece; bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karar süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacının sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacılar vekilinin, 29.06.2015 tarih dilekçesinde davalı … hakkında temyizden feragat ettiği anlaşıldığına göre, vaki temyiz talebinden feragat nedeniyle Dairemizce temyiz incelemesi yapılmasına yer yoktur.
3-Davalı kendisinin de davacıdan alacaklı olduğunu bildirerek bu alacağı ile davacıya olan borcunun takas edilmesini HMK’nun 132. maddesi ( HUMK’nın 204. mad.) ile hüküm altına alınan karşılık dava ile isteyebilir. Ancak, Türk Borçlar Kanununun 143/1 (BK.122.mad.) maddesi uyarınca, takas, borçlunun takas iradesini alacaklıya bildirmesiyle vaki olacağından, takasın sağlanması için mutlaka ayrı bir dava veya karşı dava açılması gerekmez. Borçlu, kendisine karşı açılmış olan bir dava içerisinde takas-mahsup talebinde bulunabilir ve böylesi bir talep, usul hukuku anlamında bir defi niteliği taşır. Davalı karşılık dava açmadan sadece takas savunmasında bulunmakla yetinebilir.
Bilindiği üzere, ilk itirazlardan (HUMK Md.187, HMK 117. mad.) farklı olarak, defilerin esasa cevap süresi içinde bildirilmeleri zorunlu değildir. Dolayısıyla, takas-mahsup defi, esasa cevap süresi geçtikten sonra dahi bildirilebilir. Ne varki, bir
definin esasa cevap süresi geçtikten sonra bildirilmesi savunmanın genişletilmesi anlamına geleceğinden, böylesi bir definin mahkemece dikkate alınabilmesi için, karşı tarafın buna muvafakat etmiş olması gerekir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 202/2. maddesinde (HMK 141. mad.) savunmanın genişletilmesi yasağının istısnalarından biri olarak gösterilen muvafakat, açık veya zımni olabilir. Bir davada, davalı tarafın savunmasını genişletmesi üzerine, davacı taraf buna hemen itiraz etmez; başka bir ifadeyle, savunmanın genişletilmesine muvafakati bulunmadığını hemen bildirmez, özellikle de, genişletilen savunmaya yönelik cevaplar verir ise, savunmanın genişletilmesine zımnen muvafakat etmiş sayılır. Davacı tarafın, savunmanın genişletilmesine muvafakat etmediğine dair beyanını bildirmesi (bu yönde itirazda bulunması), genişletmenin gerçekleştiği aşamaya göre, daima belirli bir zaman dilimine tabidir. Somut olaydaki gibi, savunmanın bir dilekçeyle genişletildiği hallerde, davacı taraf buna muvafakati olmadığını en geç, dilekçenin kendisine tebliğini izleyen oturumda bildirmek zorundadır. Aksi takdirde, savunmanın genişletilmesine zımnen muvafakat etmiş sayılır. Davacı tarafın zımni muvafakati, davalı taraf yararına, davanın genişletilen savunma çerçevesinde seyri (genişletilen savunmanın mahkemece dikkate alınması) şeklinde bir usuli kazanılmış hak doğurur; davacı taraf savunmanın genişletilmesine yargılamanın sonraki aşamalarında itiraz ederek, davalı yararına oluşan bu usuli kazanılmış hakkı ortadan kaldıramaz (Gerek, bu konuda geniş bilgi için ve gerekse yukarıdaki bir kısım açıklamalara referans olarak, bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, Demir Yayınevi, İstanbul 2001; s: 1801 ve devamı) (HGK 26.09.2007 gün, 2007/4-621-615)
Takas genellikle davadan önce değil dava sırasında ileri sürülür, eğer cevap dilekçesinde takas ileri sürülmemiş ise hakim dosyadan davalının mukabil bir alacağının olduğunu anlasa dahi takas sebebiyle hüküm tesis edemez, zira kullanılmayan takas hakkı itiraz hakkı doğurmamaktadır.
Nitekim, benzer bir davada Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1998 gün ve E.1998/11-829-K.1998/839 sayılı kararında -özetle-; “davalının takas mahsup savunması olmadığı da gözönüne alınarak davalının yönetim kurulu başkanı olarak aldığı huzur hakkı üzerinden dolayı sorumlu olduğu miktar belirlenerek, hüküm tesis edilmesi gerektiği” belirtilerek yerel mahkemenin direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Bu açıklamalar çerçevesinde, somut olaya dönüldüğünde; mahkemece hükme esas alınan 16.12.2013 tarihli bilirkişi raporunda, davalılardan …’in sorumluluğu hesaplanır iken davalıya ait olan bir adet dükkan bedelinden davacıların almış oldukları pay ile Mesut Kılıç’ın mirasçılarının sorumlulukları hesaplanır iken de murislerine ait olan kerestelik bedelinden davacıların almış oldukları pay mahsup edilmiştir. Dosya kapsamından davalı Mesut Görek’in ve Mesut Kılıç mirasçılarından Ayşe Kılıç, Hatice Kılıç, Mine Kılıç Dönmez, … ve …’ ın vekillerinin takas mahsup definde bulunduğu; fakat bunlar dışındaki davalıların takas mahsup definde bulunmadıkları anlaşılmaktadır.
Mahkemece; yukarıda zikrolunan maddi ve hukuki durum karşısında, takas mahsup talebi olmayan davalılar yönünden de bilirkişi raporuna itibar edilerek hüküm tesisi usul ve yasaya uygun görülmemiş, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1.bentte açıklanan nedenlerle davacının sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacının davalı … hakkındaki temyiz talebinin reddine, üçüncü bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/14365 Karar : 2017/215 Tarih : 17.01.2017
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
Davacı vekili, müvekkilinin 2014 yılı Aralık ayında … çalışmaya başladığını, 11.02.2009 tarihinde askerlik görevi nedeniyle isteği üzerine iş sözleşmesinin askıya alındığını, 23.05.2010 tarihinde askerlik görevini bitirdiğini ve 24.05.2010 tarihinde işe başlatılması için Pınarkent Belediyesine başvurduğunu ancak işe başlatılmadığını, 22.06.2010 tarihinde kıdem tazminatı, yıllık ücretli izin ve ikramiye ücretinin ödenmesi talebiyle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere…. İş Mahkemesinde dava açtıklarını,…. İş Mahkemesinin 22.08.2014 tarihli ve 2014/299 esas, 2014/283 kararı ile davanın kabulüne karar verildiğini belirterek anılan alacakların bakiyesinin hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
Davalı vekili, zamanaşımı itirazında bulunarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
…-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 316/l-d. maddesine göre, iş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır. Aynı Kanun’un 319. maddesine göre ise, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/II. maddesinin düzenlemesine göre, iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.
Somut olayda, dava dilekçesi davalı tarafa 09.10.2014 tarihinde tensip zaptı ve gerekli ihtarlar ile birlikte tebliğ edilmiş olup, zamanaşımı def’i 21.10.2014 tarihli cevap dilekçesi ile dermeyan edilmiştir. Bu durumda davalının süresi içerisinde zamanaşımı defini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Mahkemece, davalının davaya ilişkin zamanaşımı def’i konusunda bir değerlendirme yapılmamıştır. Gerekirse bilirkişiden ek rapor aldırılarak davaya karşı zamanaşımı def’i değerlendirildikten sonra karar verilmelidir. Bu yön gözetilmeden sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 17.01.2017 günü oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/32762 Karar : 2016/24072 Tarih : 22.12.2016
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
Davacılar, 18/02/2012 yılında vefat eden…‘ın yasal mirasçıları olduğunu, muris… ile davalı banka arasında 180.000,00 TL değerinde konut kredisi sözleşmesi yaptığını, ayrıca davalı banka şirketi tarafından yapılan teklif ile banka ve… arasında 25/11/2011 tarih 101000018179720 poliçe nolu …. Bünyesinde Ferdi kaza sigortası yapıldığını, 25/11/2011 tarihinde yapılan sigorta sözleşmesi kapsamında lehdar…‘in üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirip sözleşmeye uygun davranarak primlerini ödediğini, sözleşmenin lehtarı olan…‘in vefatı üzerine yasal mirasçıları olarak davalı bankaya vefatı bildirdiğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla icra takibi tazyiki ile ödemek zorunda kalınan 114.483,00 TL`nin ölüm olayının meydana geldiği 18/02/2012 tarihinden itibaren işleyecek avans faiz ile birlikte davalıdan tahsiline, davanın açılma tarihinden sonra kalan 157.427,00 TL için de borçlu olmadıklarının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, yasal süreden sonra zamanaşımı itirazında bulunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, TTK`nun 1420. maddesi uyarınca açılan davanın zaman aşımı sebebiyle usul yönünden REDDİNE, karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dava, 05.05.2014 tarihinde HMK.’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra açılmıştır. Davalı cevap dilekçesini yasal süre geçtikten sonra verdiğinden inkar çerçevesinde savunma yaptığı kabul edilmektedir (HMK. m.128) ve süresinde sunulmayan cevap dilekçesiyle ileri sürdüğü savunmalar ve ilk itirazlar için davacı tarafın açık muvafakati gerekmektedir (HMK. m.141). Zamanaşımı iddiasına davacı tarafça açıkça muvafakat edilmediğinden, mahkemece davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre, davacıların sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davacılar yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davacıların diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 1350,00 TL duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacılara ödenmesine, peşin alınan 27,70 TL harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/4872 Karar : 2016/17687 Tarih : 11.10.2016
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili dava dilekçesi ile özetle ; müvekkilinin 01/09/2005 tarihinde davalı işverenin Karaköy adresinde bulunan işyerinde çalışmaya başladığını, işyerinin 07/02/2012 tarihinde Maslak-Şişli adresine taşınması, fazla mesailerinin ödenmemesi, sigorta bildirimlerinin eksik ücret üzerinden yapılması nedenleriyle işten ayrılmak zorunda bırakıldığını, işten ayrılırken işverence ibraname imzalatıldığını, ancak ödeme yapılmadığını ileri sürerek, kıdem tazminatı, fazla mesai, ücret ikramiyesi, performans teşvik ücreti alacaklarını istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle ; davacının 01/09/2005 tarihli hizmet sözleşmesi gereğince …A.Ş.operasyon departmanında memur unvanı ile çalışmaya başladığını, Oyak emeklilik`in müvekkili şirket tarafından satın alınması üzerine 07/02/2012 tarihine kadar çalışmasını sürdürdüğünü, davacının istifa ederek işten ayrıldığını, istifa dilekçesinde istifa nedeni olarak şirket merkezinin taşınmasını gösterdiğini, işyerinde esnek çalışma saatleri uygulandığını, savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece toplanan deliller,tanık beyanları,bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamının değerlendirilmesinde;davacının işyeri adresinin değişmesi ve ulaşım zorluğundan bahsederek istifa ettiği, ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğu, davalı işyerinde 6 yıl 5 ay 6 gün hizmeti bulunan davacının tazminat hakkından vazgeçecek şekilde davranmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, işçi lehine yorum ilkesi de dikkate alınarak mevcut delil ve belgeler ile tanık beyanlarından ücret alacağı bulunan davacının haklı olarak iş akdine son verdiği kıdem tazminatına hak kazandığı 11/02/2014 havale tarihli hesap raporu ve davalı vekilinin rapora itirazı ve ıslah dilekçesine zamanaşımı itirazı üzerine bilirkişi tarafından 16/09/2014 havale tarihli ek rapor içeriği itibarıyla dosyadaki belgelere usul ve yasaya uygun olup mahkemece benimsendiğinden belirtilen miktarla sınırlı olarak kıdem tazminatı,fazla mesai ücreti, 2011 yılı maaş ikramiyesi, performans ve teşvik primi alacak taleplerinin kabulüne, fazla mesai alacağından takdiren %30 oranında indirim yapılmasına karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def`i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).
Somut uyuşmazlıkta davalı hem cevap dilekçesinde hem de bilirkişi raporuna beyan dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuş olup,mahkemece hükme esas alınan bilirkişi ek raporunda ıslaha karşı zamanaşımı itirazı değerlendirilerek 04.04.2014 ıslah tarihinden geriye 5 yıl gidildiğinde 04.04.2009 tarihine göre fazla mesai alacağı hesap edilmiştir.
Hükme esas kök raporda dava tarihi tarihi 04.05.2012 tarihinden geriye beş yıl gidildiğinde 04.05.2007 tarihinden öncesi alacaklar zamanaşımına uğramasına rağmen davaya karşı zamanaşımı itirazı değerlendirilmeden eksik inceleme ile hüküm kurulması hatalıdır.
Mahkemece yapılacak iş davalı vekilinin hem davaya hem ıslaha karşı yapmış olduğu zamanaşımı itirazlarının birlikte değerlendirilerek dava konusu işçilik alacaklarının hesap edilmesidir.
3-Mahkemece davacının performans teşvik primi alacağı olduğu kabul edilerek bu alacağa hükmedilmiştir. Tanık anlatımlarına göre performans teşvik priminin ödendiği anlaşılmaktadır. Ancak bu alacağın ödenmesine ilişkin kriterler ile davacının daha önceki dönemlerde aldığı ödemeler ve bu ödeme koşulları saptanmadan eksik inceleme ile bu alacağın hüküm altına alınması isabetsiz olup kararın bozulmasını gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 11.10.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/3725 Karar : 2016/13088 Tarih : 4.10.2016
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
Davacı … vekili, evlilik birliği içerisinde tamamının bedeli müvekkili tarafından ödenerek satın alınan davalı adına tapuda kayıtlı mesken yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 10.000,00 TL alacağın faiziyle bilikte davalıdan tahsilini talep etmişlerdir.
Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, her ne kadar dava dilekçesinde davanın katkı payı davası olduğu belirtilmiş ise de olayların izah ediliş şekline göre, davalının babası Kamil Yapar’ın vekaletnameye aykırı işlem yapmasından söz edildiği; dosya kapsamına göre, davalının babasına verilen vekaletnamenin ibraz edilemediği, gerek davacı vekilinin, gerekse davacının 04/03/2013, 27/11/2013, 17/02/2014 tarihli duruşmalarda evin alınışına ilişkin olarak farklı beyanlarda bulundukları, …. Genel Müdürlüğü’nden gönderilen hesap dökümünde davacının banka şubesinde mevduatı olduğu hususunun dahi ispat edilemediği, dava tarihinden sonra yürürlüğe giren HMK`nın 141/1 maddesi gereğince ön inceleme duruşmasından sonra davalının rızası ile dahi iddianın genişletilemeyeceği, davacının davayı ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davacı asıl tarafından temyiz edilmiştir.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 s.lı HMK 33 m). Her ne kadar Mahkeme yazılı gerekçe ile davanın reddine karar vermiş ise de iddianın ileri sürülüş şekline göre dava, katkı payı alacak isteğine ilişkindir.
01.01.2002 tarihinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejimi geçerliydi (TKM 170 m). TKM’de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri malvarlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu`nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak “katkı payı alacağı” hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulmalıdır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (eBK 544, TBK 646 m).
Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM 186/1 m). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM 189 m). Kadın veya kocanın, mal rejiminin devamı sırasında diğerinin edindiği malvarlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteğinde bulunabilmesi için mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir.
Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde satın alınan tasfiyeye konu mala çalışma karşılığı elde edilen gelirlerle(maaş, gündelik, kar payı vs gibi) katkıda bulunulduğunun ileri sürüldüğü durumlarda; çalışarak, düzenli ve sürekli gelire sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça, yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtay`ın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir.
Bu açıklamalar doğrultusunda; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışmanın sabit olmasına rağmen, bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup öğrenilerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı belirlenmelidir. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 sayılı TKM`nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama, eşlerin kendi gelirlerinden düşülerek, gerçekleştirebilecekleri tasarruf miktarları ayrı ayrı tespit edilmeli, daha sonra her eşin tasarruf miktarının, birlikte yaptıkları toplam tasarruf miktarı içerisindeki oranı belirlenmelidir. Her bir eşin bulunan bu tasarruf oranı, çalışmaları karşılığı elde ettikleri gelirleriyle malın alımına yaptıkları katkı oranı olarak kabul edilerek, tasfiyeye konu malın dava tarihi itibariyle belirlenecek sürüm(rayiç) değeri ile çarpılmak suretiyle katkı payı alacak miktarları hesaplanır.
Sözü edilen değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır.
Somut olaya gelince taraflar, 08.05.1975 tarihinde evlenmiş; 15.04.2011 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, 29.04.2013 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK`nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 sayılı TKM 170.m), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın 10, TMK 202/1.m). Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK 179.m). Tasfiyeye konu 9 nolu mesken, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 15.04.1982 tarihinde davalı adına tapuya tescil edilmiştir.
Mahkemece, iddia ve savunma çerçevesinde davacının talebinin katkı payı alacağı olduğu gözetilerek tarafların toplanmış ve toplanacak delilleri tartışılıp değerlendirilip, kanuni düzenleme ve Yargıtay ilkeleri göz önünde bulundurularak yöntemine uygun araştırma ve inceleme yapılması ve davalı asılın 17.02.2014 tarihli celsede davacının taşınmazın alımında bir miktar para verdiği yönündeki kısmı kabulü de gözönünde bulundurularak, talep hakkında hukuk ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesi gerekir. Anılan yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davacı asılın yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK`nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 5.151,70 TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 04.10.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/22856 Karar: 2017/2139 Tarih: 01.03.2017
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
1-)Boşanmaya sebep olan olaylarda mahkemeninde kabulünde olduğu üzere davacı erkek tam kusurlu olup, davalı kadından kaynaklanan kusurlu bir davranışının varlığı kanıtlanamamıştır. Türk Medeni Kanununun “evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerin her birinin boşanma davası açabileceği” hükme bağlanmıştır. Bu hükmü, tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamak ve değerlendirmek doğru değildir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Öyle ise Türk Medeni Kanununun göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır ( m. 166/2).
Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki, bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan sebeple isteğin reddi gerekirken, yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Ancak bu yön temyiz edilmediğinden bozma nedeni yapılmamış yanlışlığa değinilmekle yetinilmiştir.
2-)Davacı erkeğin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
a-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı erkeğin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yersizdir.
b-)Davalıya dava dilekçesi usulüne uygun şekilde tebliğ edilmiş, davalı kadın süreden sonra 19.03.2014 tarihinde cevap dilekçesi ile yoksulluk nafakası ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 141. maddesi “Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır” hükümlerini düzenlemiştir. Açıklanan sebeplerle davalı kadının, cevap süresinden sonra verdiği dilekçesinde yer alan yoksulluk nafakası ve manevi tazminat talepleri hakkında mahkemece karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken davalı kadın lehine yoksulluk nafakası ( m.175) ve manevi tazminat ( 174/2) verilmesi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bu sebeple bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda 2.(b) bendinde gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 2.(a) bendinde gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istenmesi halinde yatırana iadesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2014/1-1425 Karar: 2016/1039 Tarih: 09.11.2016
-
HMK 141. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi
Taraflar arasındaki “Elatmanın Önlenmesi ve Ecrimisil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Akhisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesince elatmanın önlenmesine yönelik davanın reddine, ecrimisil talebinin kısmen kabulüne dair verilen 12.07.2012 gün ve 2012/53 Esas, 2012/415 karar sayılı kararın temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25.02.2013 gün ve 2012/14348 E., 2013/2603 K. sayılı kararı ile;
( … Dava, Türk Medeni Kanunu’nun uyarınca mülkiyet hakkına dayanan elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, elatmanın önlenmesi isteğinin reddine, ecrimisil isteğinin ise taşınmazda üçüncü kişi lehine intifa hakkının tesis edildiği tarih olan 20.01.2011 tarihi ile sınırlı olarak kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mesken niteliğindeki taşınmazın kayden davacıya ait olduğu, taşınmazın intifa hakkının ise 21.01.2011 tarihli işlemle bedeli karşılığında ve süresiz olarak dava dışı B. E. P.’a devredildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzeri Türk Medeni Kanununun 683/ ; “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.” hükmünü içermektedir. Aynı maddenin ı da, malik olan kimseye o şeyi elinde bulunduran kimseye karşı istihkak ve her türlü haksız elatmanın önlenmesi davasını açabilme hakkını vermektedir.
Davacının mülkiyet hakkı sahibi olduğu tartışmasızdır. İntifa hakkı sahibinin dava açmamış olmasının, mülkiyet hakkı sahibinin dava açma hakkına engel teşkil etmeyeceği kuşkusuzdur.
Öte yandan, davalı çekişmeli taşınmazda davacının muvafakati ile uzun süredir oturduğunu savunmuş, davacı tanıkları da 10-15 yıldır evde davalının oturduğunu beyan etmişlerdir. Bu durumda, her hangi bir ihtar ile uyarılmayan davalının, dava tarihine kadar taşınmazı davacının izni ile kullandığı ve dava açılmakla muvafakatin geri alındığı, davanın açıldığı tarihe kadar ki kullanımın da kötüniyetli olmadığı kabul edilmelidir.
Bir başka ifadeyle, bu husus, taraflar arasında Borçlar Kanunu’nun 299. ( 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 379. ) maddesi uyarınca şifahi olarak ariyet aktinin gerçekleştirildiği, davanın açılması ile de 304. ( 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 384. ) maddesi gereğince feshedilerek akte son verildiği şeklinde değerlendirilmelidir.
O halde, mülkiyet hakkı sahibi davacının elatmanın önlenmesi isteğinin kabulüne, ecrimisil isteğinin ise yukarıdaki açıklamalar uyarınca reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece ecrimisil istemine yönelik olarak bozma kararına uyulmuş, elatmanın önlenmesi istemi yönünden önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 683. maddesi uyarınca mülkiyet hakkına dayanan elatmanın önlenmesi ve ecrimisil istemlerine ilişkindir
Davacı vekili bağımsız bölümün müvekkiline ait olduğunu; davacının, davalının boşandığı eski eşinin ablası olduğunu ve davalının bu taşınmazda haksız ve hukuka aykırı şekilde müvekkilinin satın aldığı tarihten bu yana oturduğunu belirterek davalı tarafın vaki elatmasının önlenmesi ile beş yıllık ecrimisil bedelinin tahsili isteminde bulunmuştur.
Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece elatmanın önlenmesine yönelik davanın reddine, ecrimisil talebinin kısmen kabulüne dair verilen karar, Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçe genişletilmek suretiyle elatmanın önlenmesi talebi yönünden direnilmiş; direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; üçüncü kişi adına intifa hakkı kurulan bağımsız bölüm üzerinde mülkiyet hakkı sahibinin elatmanın önlenmesini isteyip isteyemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre de davacıya ait çaplı taşınmaza davalının haksız elatması bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli, kendine özgü bir haktır.
1982 Anayasası, mülkiyet hakkını 1961 Anayasası’na göre daha da güçlendirerek, temel hak ve ödevler kısmına almıştır. 1982 Anayasasının 35. maddesinde; “herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, mülkiyet hakkı ancak kamu yararı ve kamu düzeni amacı ile sınırlandırılabilecektir.
Malik, mülkiyet hakkının sağladığı yetkileri, hukuk düzeninin çizdiği sınırlar içinde dilediği gibi kullanabilir. Eşya üzerindeki egemenliğin üçüncü kişilere karşı korunması için malike verilen bu yetkilerin yaptırımı olan davalar, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 683. maddesinde belirlenmiştir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun, “Mülkiyet Hakkının İçeriği” başlıklı 683. maddesi ( Mülga 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi 618. madde );
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir” hükmünü içermektedir.
Mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin malik tarafından gereği gibi kullanılmasını önleyen ve üçüncü kişilerden gelen etkilere karşı korunma aracı olarak haksız elatmanın önlenmesi, taşkınlığın giderilmesi, durdurulması için, elatmanın önlenmesi davası hakkı tanınmıştır.
Burada önemle vurgulanmalıdır ki, Yasa hükmünde “haksız elatmadan” söz edilmiş olması karşısında, bütün bu davranışların haksız olması, davalının bir hakka dayanmaması gerekli ve yeterlidir.
Tüm bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; davacı taşınmazın kayıt maliki olup, eldeki davada 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 683. maddesinden kaynaklanan mülkiyet hakkına dayanmaktadır. Davacı kayıt maliki tarafından taşınmazın intifa hakkının 21.01.2011 tarihli işlemle süresiz ve bedeli mukabilinde dava dışı B. E. P.’a devredildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Elatmanın önlenmesi davası açılabilmesi için mülkiyetin tam veya kuru mülkiyet olması davacılık sıfatını etkilemez, üzerinde intifa hakkı gibi mülkiyetten gayri ayni veya kira gibi kişisel hak bulunan taşınmaz maliki dahi elatmanın önlenmesi davası açabilir ( Eraslan Özkaya, Açıklamalı-İçtihatlı Elatmanın Önlenmesi Davaları 1, Ankara, 2008, s. 32-33 ).
Öte yandan davacıya ait çaplı taşınmaza davalının haksız elatmasının bulunup bulunmadığı hususuna gelince; eldeki dava 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ( ) yürürlük tarihinden sonra 23.01.2012 tarihinde açılmıştır. Davalı ön inceleme duruşmasından önce 21.03.2012 tarihli ikinci cevap dilekçesi ile intifa hakkı sahibi dava dışı B. E. P.’ın kiracısı olarak bağımsız bölümde oturduğunu savunmuş ve 15.11.2011 tarihli kira bedeline dair makbuz ibraz etmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun, “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. Maddesi: “Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır” hükmünü içermektedir. Dolayısıyla davalı ön inceleme aşamasından önce ikinci cevap dilekçesi ile karşı tarafın açık muvafakati aranmaksızın savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir, bu konuda herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır.
Gelinen noktada davalının intifa hakkı sahibinin kiracısı olduğunu kanıtlaması halinde taşınmaza haksız bir elatmadan söz edilemeyeceği için adı geçenin bu iddiası üzerinde durulması gerekir. Nitekim yerel mahkemece davalının ileri sürdüğü kira ilişkisinin bulunup bulunmadığı ve buradan varılacak sonuca göre haklı zilyet olup olmadığı yeterince araştırılmadığı gibi, özel daire bozma kararında da bu hususa yönelik bir açıklama bulunmamaktadır.
Bu durumda yerel mahkemece yapılacak iş; dava dışı intifa hakkı sahibi ile davalı arasında kira ilişkisi vs. olup olmadığı kapsamlı bir şekilde araştırılarak sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bozma nedeninin yerinde olduğu ve bozma kararında davalının davanın açıldığı tarihe kadar ki kullanımının kötüniyetli olmadığı, davacı lehine ecrimisile hükmedilmeyecekse elatmanın önlenmesi talebinin de reddedilmesi gerektiği belirtilerek değişik gerekçe ile onama görüşleri dile getirilmiş ise de her iki görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Buna göre yerel mahkeme kararı bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 440. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.11.2016 gününde yapılan oyçokluğu ile karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.