0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

CMK Madde 268

(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır.

(2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.

(3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:

a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.

b) Sulh ceza hâkimliğinin tutuklama ve adli kontrole ilişkin verdiği kararlara karşı yapılan itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulunduğu asliye ceza mahkemesi hâkimine aittir. İtirazı incelemeye yetkili mercilerin farklı olduğu hâllerde, itirazların gecikmeksizin incelenmesi amacıyla, kararına itiraz edilen sulh ceza hâkimliği tarafından gerekli tedbirler alınır. Sulh ceza hâkimliği işleri, asliye ceza hâkimi tarafından görülüyorsa itirazı inceleme yetkisi ağır ceza mahkemesi başkanına aittir (Yürürlük T. 01.01.2022).

c) Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir.

d) Naip hâkim kararlarına yapılacak itirazların incelenmesi, mensup oldukları ağır ceza mahkemesi başkanına, istinabe olunan mahkeme kararlarına karşı yukarıdaki bentlerde belirtilen esaslara göre bulundukları yerdeki mahkeme başkanı veya mahkemeye aittir.

e) Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay ceza dairelerinin esas mahkeme olarak baktıkları davalarda verdikleri kararlara yapılan itirazlarda; üyenin kararını görevli olduğu dairenin başkanı, daire başkanı ile ceza dairesinin kararını numara itibarıyla izleyen ceza dairesi; son numaralı daire söz konusu ise birinci ceza dairesi inceler.



CMK Madde 268 Gerekçesi

İtiraz edilebilecek kararları ilgili maddesinde gösteren Tasarı, bazen kararların özelliği bakımından itiraz süresini de maddesinde belirtmiştir. Belirtilmeyen hâllerde ise itiraz süresi kural olarak 36 ncı maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gündür.

Cumhuriyet savcısı ve taraflarca itiraz, kararı veren hâkim veya mahkemeye sunulacak dilekçe ile veya tutanağa geçirilmek koşuluyla zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla saptanan beyan ve imza mahkeme başkanı veya hâkim tarafından onaylanır.

Kararına itiraz olunan hâkim veya mahkeme itirazı uygun görürse kararını düzeltir. Aksi hâlde en çok üç gün içinde, acele itiraz hâllerinde ise, incelenmeksizin derhal itirazı incelemeye yetkili mercie göndermek zorundadır.

İtirazı inceleme görevi:

1.Sulh ceza hâkiminin kararına karşı yargı çevresinde bulunduğu asliye ceza mahkemesi hâkimine,

2.Sulh ceza işleri asliye ceza hâkimince görülüyorsa ağır ceza mahkemesi başkanına,

3.Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara karşı yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine,

4.Ağır ceza mahkemesi ile başkanınca verilen kararlar hakkında, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine,

5.Naip hâkim kararlarına yapılacak itirazların incelenmesi mensup oldukları ağır ceza mahkemesi başkanına, istinabe olunan mahkeme kararına karşı yapılacak itirazların incelenmesi maddenin (1), (2) ve (3) numaralı bentlerinde gösterilen esaslara göre bulundukları yerdeki mahkeme başkanı veya mahkemeye, aittir.

6.Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay ceza dairelerinin esas mahkeme olarak baktıkları davalardaki ilk ve son duruşmalarda verilen kararlara itirazları;

a) Üyelerin kararlarına karşı görevli olduğu daire başkanı,

b) Daire başkanının kararı ile dairenin kararına karşı diğer daire, inceler.

Bu incelemede sayı itibarıyla izleyen daire veya başkan ve sonuncu daire söz konusu ise birinci daire başkanı veya ceza dairesi görevlidir. O yerde bölge adliye mahkemesinin tek ceza dairesi varsa o itirazın incelenmesi en yakın bölge adliye mahkemesi ceza dairesine aittir.


CMK 268 (İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri) Emsal Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu 2015/302 E. , 2016/260 K.

  • CMK 268
  • İtiraz kanun yolunun mahiyeti nedir?

Ceza Genel Kurulunun 20.03.2012 gün ve 785-101; 10.04.2012 gün ve 783-150; 05.06.2012 gün ve 769-223; 22.01.2013 gün ve 534-15 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, 5237 sayılı TCK’nun 5560 sayılı Yasanın 7. maddesi ile değişik 191. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, cezaya hükmetmeden önce verilen tedavi ile birlikte denetimli serbestlik tedbiri ya da sadece denetimli serbestlik tedbiri kararlarının, 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinde hüküm olarak sayılan ve temyiz kanun yoluna tabi olduğu kabul edilen kararlar arasında gösterilmemesi, temyiz kanun yolunun mahkemelerin davanın esasını çözen kararlarına karşı başvurulan bir kanun yolu olarak kabul edilmiş olması ve 5237 sayılı TCK’nun 191. maddesi gerekçesinde, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak suçlarından dolayı açılan kamu davalarında, sanık ya da sanıklarla ilgili olarak cezaya hükmetmeden tedavi ile birlikte denetimli serbestlik tedbirine ya da sadece denetimli serbestlik tedbirine karar verilmesi halinde davanın derdest olmaya devam ettiğinin belirtilmiş bulunması karşısında; itiraz kanun yoluna tabi olduğu anlaşılmaktadır.

Olağan kanun yollarından olan itiraz, 5271 sayılı CMK’nun 267 ila 271. maddeleri, arasında düzenlenmiş olup “İtiraz olunabilecek kararlar” başlıklı 267. maddesinde; “Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir” şeklindeki düzenlemeye göre, kural olarak sadece hakim kararlarına karşı gidilebilecek olan itiraz yoluna, kanunlarda açıkça gösterilmiş olunması kaydıyla mahkeme kararlarına karşı da başvurulması mümkündür.

Kural olarak itiraz istemi, süresinde verilen dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla kararı veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak, süresinde olması koşuluyla dilekçenin kararı veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde Cumhuriyet savcılığına ya da bir başka merciye istemde bulunulması itiraz talebini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı mercii tarafından istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin itiraz yerine temyiz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yerel mahkemece sanığın yokluğunda verilen ve 10.09.2008 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edilen tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin karardaki kanun yolu bildiriminde yedi gün içinde itiraz kanun yoluna başvuruda bulunulabileceğinin gösterildiği, her ne kadar sürenin başlangıcının gösterilmemesi nedeniyle bildirimin eksik ve yanıltıcı olduğu ileri sürülebilirse de, yoklukta verilen karara ilişkin olarak sürenin, sanığın bu hükmü usulüne uygun olarak öğrenmesi yani tebliğle işlemeye başlayacağının açık olduğu, kanun yolu bildiriminde sanığı yanıltacak ya da tereddüde düşürecek bir ibarenin olmadığı, dolayısıyla tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin 24.06.2008 tarihli kararın itiraz edilmeksizin kesinleştiği, bu nedenle sanığın temyiz talebinin tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri kararına değil, bu karardan sonra dosyanın yeniden ele alınması üzerine kurulan mahkûmiyet hükmüne yönelik olduğu kabul edilmelidir.


Yargıtay 20. Ceza Dairesi 2018/6002 E. , 2019/609 K.

  • CMK 268
  • Durma kararı, itiraz kanun yoluna tabidir.

Adana Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesince, ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararı kaldırılarak verilen durma kararı hüküm niteliğinde olmadığından, itiraz kanun yoluna tabi olması nedeniyle, CMK 268/3-e maddesi uyarınca itirazla ilgili gerekli kararın yetkili ve görevli itiraz merciince verilmesi için,dosyanın incelenmeksizin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 04.02.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2012/24613 E. , 2012/28573 K.

  • CMK 268
  • Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarındaki hapis, adli para cezası ve güvenlik tedbirlerinin tamamına karşı CMK 268 gereği itiraz kanun yoluna başvurulabilir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları, bir suç için verilen hapis, adli para cezası ve güvenlik tedbirlerinin tamamını kapsayacağından ve 5271 sayılı CMK’da bu kararlar için öngörülen itiraz kanun yolu mahkeme kararı ile değiştirilemeyeceğinden, hükmün tamamının itiraz kanun yoluna tabi olduğu kabul edilerek yapılan incelemede;

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 5271 sayılı CMK’nın 231/12. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi bulunduğu, aynı Kanunun 264. maddesi uyarınca kabul edilebilir bir başvuruda mercide yanılmanın başvuranın hakkını ortadan kaldırmayacağı nazara alınarak, katılan vekilinin temyiz isteminin, itiraz mahiyetinde değerlendirilmesi suretiyle CMK’nın 264/2. maddesi uyarınca gereği merciince yapılmak üzere dosyanın incelenmeksizin mahkemesine iadesinin temini için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2021/18306 E. , 2022/3348 K.

  • CMK 268
  • Seri muhakeme usulü neticesinde verilen kararlar itiraz kanun yoluna tabidir.

Temyize konu seri muhakeme usulüne göre verilen hükme yönelik kanun yolunun CMK’nın 250/14 maddesi uyarınca “itiraz” kanun yolu olduğu, ek kararla verilen müsadereye ilişkin hükmün de itiraz kanun yoluna tabi olacağı anlaşılmakla, CMK’nın 264. maddesi uyarınca kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunda merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağından, istinaf dilekçesinin itiraz dilekçesi olarak kabulü ile itiraz konusunda gerekli kararın yetkili ve görevli itiraz merciince verilmesi için dosyanın incelenmeksizin mahalline İADESİNE, 24.02.2022 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/15188 Karar : 2017/5903 Tarih : 19.06.2017

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

..’nin 27/05/2014 tarihli nüshasının 1 ve 18. sayfasında “İşte Paralelin Türkiye İmamı” başlığı ile yayımlanan yazı, Takvim Gazetesi’nin 27/05/2014 tarihli nüshasında “Türkiye İmamı …” başlığı ile yayımlanan yazı ile anılan gazetelerin aynı tarihli web sitelerinde yayınlanan aynı nitelikteki yazılar nedeniyle ilgilisi … Holding A.Ş vekili Avukat …‘in vaki düzeltme ve cevap isteminin kabulü ile tekzip metninin yayımlanmasına dair İstanbul Anadolu 27. Sulh Ceza Mahkemesinin 26/06/2014 tarihli ve 2014/344 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/07/2014 tarihli ve 2014/388 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı`nın 15/11/2016 gün ve 5549-2015 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 24/11/2016 gün ve KYB. 2016/ 391258 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede; Dosya kapsamına göre, 1- İstanbul Anadolu 27. Sulh Ceza Mahkemesince, “yayınlanan yazıların kamuoyunca bilinmesinde kamu yararının bulunmadığı, haberin özü ile veriliş biçimi arasındaki ölçü fikir bağının korunmadığı, toplumun yararı ile bireyin yararı karşılaştırılması gerektiğinde toplum yararının üstünlüğünün tercih edildiğinden söz edilemeyeceği” şeklindeki gerekçe ile tekzip talebinin kabulüne karar verilmiş ise de, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, tekzibe konu haberin niteliği itibariyle basın özgürlüğü kapsamında kaldığı, bunun yanı sıra, tekzip metninin yayınlanması için …. Noterliğince … ve Takvim Gazetesi sorumlu müdürü Şefik Çalık’a gönderilen tebligatın, niçin daimi çalışana tebliğ edildiği, muhatap adreste bulunamamış ise hangi sebepten dolayı adreste bulunamadığının tebligatta belirtilmediği, tebligatın bu haliyle 7201 sayılı Tebligat Kanunu`nun 17 ve 20. maddelerine aykırı ve usulsüz olduğu, Takvim Gazetesi’nin 27/05/2014 tarihli nüshası ile Sabah ve Takvim gazetelerinin web sitelerine ilişkin yazıların dosya kapsamında bulunmadığı gözetilmeden, itirazın bu yönlerden kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde,

2- 28/06/2014 tarihli ve 29044 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 74. maddesi ile değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268/3-a maddesinde yer alan “ Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.” hükmü ile 6545 sayılı Kanun`un 48. maddesi ile değişik 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 10/1. maddesinde yer alan “ Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur.” şeklindeki düzenlemeler gereğince mercii kararının verildiği tarihte İstanbul Anadolu Sulh Ceza Mahkemesinin kaldırılarak Sulh Ceza Hakimliklerinin kurulduğu dikkate alındığında, mercii İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesince itiraz incelemesinin yapıldığı tarihte görevsiz olduğu, dosyanın itiraz incelemesi yapılmak üzere yetkili ve görevli itiraz merciine gönderilmesi gerektiği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesinde,

İsabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu`nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,

Gereği görüşülüp düşünüldü:

I- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma ihbarnamesinin, (2-) numaralı bendi yönünden yapılan incelemede; 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 74. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın “itiraz usulü ve inceleme mercileri” başlıklı 268. maddesi; “(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, Kanun’un ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır. (2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir. (3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir: a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir. b) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) İtiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usul uygulanır. Ancak, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemez, c) Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir. d) Naip hâkim kararlarına yapılacak itirazların incelenmesi, mensup oldukları ağır ceza mahkemesi başkanına, istinabe olunan mahkeme kararlarına karşı yukarıdaki bentlerde belirtilen esaslara göre bulundukları yerdeki mahkeme başkanı veya mahkemeye aittir. e) Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay ceza dairelerinin esas mahkeme olarak baktıkları davalarda verdikleri kararlara yapılan itirazlarda; üyenin kararını görevli olduğu dairenin başkanı, daire başkanı ile ceza dairesinin kararını numara itibariyle izleyen ceza dairesi; son numaralı daire söz konusu ise birinci ceza dairesi inceler…” şeklinde itiraz usulünü ve mercilerini düzenlemektedir. Kanun yararına bozmaya konu dosyada; düzeltme talebi ve metni tebliğ alınmasına rağmen yayımlanmayan şirketin, Sulh Ceza Mahkemesine başvurduğu, Düzeltme ve cevap metninin yayınlanmasına dair karar verildiği, karara başvuran Şefik Çalık vekilinin itiraz ettiği, itiraz üzerine dosyada inceleme yapan İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesinin kamu düzeninden olan görev hususunu her zaman re’sen gözetmesi ve yasada itiraz merciine dair yapılan değişiklik nedeniyle görevsizlik kararı vermesi gerekirken, dosyanın esasına girmek suretiyle 18.07.2014 tarihinde itirazın reddine karar vermesi kanuna aykırı bulunmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenle de yerinde görüldüğünden, İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/07/2014 tarihli ve 2014/388 değişik iş sayılı kararının CMK`nın 309/4-a. maddesi uyarınca kanun yararına BOZULMASINA,

II- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma ihbarnamesinin, (1-) numaralı bendi yönünden yapılan incelemede; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarnamesinde, her ne kadar bozma talebinde ayrı başlık altında ele alınmasa da düzeltme ve cevap metninin yayınlanmasına konu olan haberin “ifade ve basın özürlüğü” kapsamında kalmasıyla, “düzeltme ve cevap metni ihtarının” sorumlu müdüre usulüne uygun bir şekilde tebliğ edilmemiş olması itirazları ayrı başlık altında değerlendirilmekle; a-)Düzeltme ve cevap metni ihtarının, sorumlu müdüre usulüne uygun bir şekilde tebliğ edilip edilmediğine dair; Zarar gördüğünü iddia eden kişi tarafından hazırlanan düzeltme ve cevap metni ihtarının, 02.06.2014 günü sorumlu müdürün işyeri adresinde daimi çalışanına tebliğ edildiği, yasada öngörülen 3 gün içinde tekzip metninin yayımlanmaması nedeniyle Sulh Ceza Hakimliğine başvurulduğu görülmekle, tebliğ işlemlerinde bir usulsüzlük görülmemiştir. b) Düzeltme ve cevap metnine konu haberin “basın özgürlüğü” sınırları içinde olup olmadığına dair; 5187 sayılı Kanun kapsamında düzeltme ve cevap metninin yayınlanması için, bu kanunda yazılı şartların yanı sıra haberin “basın özgürlüğü” kapsamında kalıp kalmadığının tespiti de gerekmektedir. Yapılan haber, niteliği itibariyle kişi haklarını ihlal edici boyutları aşıp, basın yoluyla işlenen bir suç oluştursa bile, A.İ.H.S., Anayasa ve Basın Kanunu kapsamında; mevzuata göre suç oluşturan eylemin (haberin) karşılığında kamu iktidarı tarafından cezalandırılmaması sonucunu doğuran hukuka uygunluk nedenleri de vardır. Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken “basın özgürlüğü” kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenleri Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında da belirtilmiştir. İfade ve basın özgürlüğü kapsamında basına, görevini yapması sırasında ihtiyaç duyacağı bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma gibi haklar tanınmıştır. Haber içeriğinde ilk bakışta suçun unsurları oluştuğuna dair bir izlenim olsa dahi, yukarıda belirtilen basın özgürlüğüne dair hak ve yetkilerin, haber yoluyla işlenen suçlar bakımından birer hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için; -Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması, -Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması, -Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması, -Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması, -Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede “küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı” ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.

Yukarıda izah edilen hukuka uygunluk nedenlerinin hep birlikte bir haberin yapılması ve yayınlanması sırasında bulunması, basın yoluyla işlenen suçlarda, haberi yapanların cezalandırılmamasında, dolayısıyla toplumun habere ulaşmasında daha yüksek bir kamu yararı olduğunu göstermektedir. Haberin yayınlanması eyleminin, suç olup olmadığı veya suç unsuru oluştursa dahi haberde hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğundan bahisle haberi yapanların cezalandırılıp cezalandırılmaması, kuşkusuz bir yargılama sürecinden geçildikten sonra anlaşılacaktır. Ancak 5187 sayılı Kanunda yazılı düzeltme ve cevap metni yayınlanması hakkı, zarar görenin acil olarak haberi düzeltmesi ihtiyacından kaynaklanmaktadır.

Suç unsuru içeren bir haber yapılması halinde, bu eylemin cezalandırılmamasına yol açan “basın özgürlüğü” ve “hukuka uygunluk nedenleri” kavramlarının, basın kanununda yer alan “düzeltme ve tekzip metni yayınlanması kararı”nda veya internet yoluyla yapılan yayınların düzenlenmesi sırasında verilen “erişimin engellenmesi kararı”nda mutlak suretle gözetilmesi gerekmektedir. Çünkü söz konusu olan sadece basının değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlükleridir. Dolayısıyla, düzeltme ve tekzip metni ile zarar gördüğü iddia edilen kişinin kişilik haklarının korunması amaçlanırken, tüm toplumun gerçeklere dair bilgiye, zamanında ulaşması hakkının ve genel kamu yararının engellenmemesi gerekmektedir. Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tahdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu`nun 14. maddesi kapsamında “…kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı..”nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.

5187 sayılı Basın Kanunu`na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.

Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.

“İfade ve Basın Özgürlüğü” kavramının, uluslararası sözleşme metinlerindeki ve AİHM kararlarındaki görünümüne dair aşağıdaki açıklamaları yapmakta fayda görülmektedir;

4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”

Adı geçen sözleşmenin (AİHS) 10. maddesinin 2. fıkrasında; “Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.”, 17. maddesinde ise; “Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz” şeklinde düzenlemeler yapılarak devletlere kendi toplumlarını düzenlemeleri, bu açıdan da ifade özgürlüğünün sınırlarını sözleşmenin 10. maddesinde yer alan kriterleri gözeterek çizebilmeleri konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken; -önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması, -sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), -sınırlamanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, -yasayla sınırlama getirilmesi, hususlarını gözetmek zorundadırlar.

Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.

Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevini yapabilir.

Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.

Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.

Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb…) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme`nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde; … gazetesinde yapılan haber nedeniyle zarar gördüğünü iddia eden, haberin konusu olan tüzel kişinin, yasa dışı .. terör örgütünün kasası olduğu gerekçesiyle pek çok şirketi TMSF`ye devredilen … Holding A.Ş. olduğu bilinmektedir.

Yukarıda da izah edildiği üzere, düzeltme ve cevap metni yayımlanması taleplerinde, mahkemece yapılması gereken ilk inceleme; düzeltme ve cevap yayımlanması istenen haberin, okuyan herkes tarafından, habere konu olan kişinin şeref ve haysiyetini zedeleyici olarak algılanabilen bir takım ifadeler içerip içermediğinin, haberin yapıldığı anda toplum hafızasında güncel olarak görünen (zahiri), bilinen veya bilinmesi gereken bir gerçekliğe dair olup olmadığının tespitidir. Basın organları, haber yaparken kuşkusuz ilgili kişi adına yapılacak yargılamanın sona ermesini beklemeyecektir. Bu nedenle mahkemelerce, henüz hakkında dava açılmamış veya hakkındaki yargılama bitmemiş kişiler hakkında yapılan haberlerin içeriğinin gerçek olup olmadığı araştırması değil, toplumun her kesiminde bilinen, duyulan haberler nedeniyle tanınan kişiler hakkında, ilk bakışta yakın geçmişle bağlantısı kurulabilen güncel bilgilerden olup olmadığının sorgulanmasıdır.

Haberin yapıldığı 27.05.2014 tarihinde, 17 - 25 Aralık 2013 tarihinden sonra ülke çapında milli güvenlik kurulu toplantılarında ülke güvenliği açısından en önemli tehlikelerden olan adı geçen örgütle ve örgütün ele başıyla bağlantılı olduğu iddia edilen önemli isimler ile ilgili yapılan haberlerin, güncel ve kamunun ilgisi bakımından dikkate değer olduğu, ayrıca ilgili basın kuruluşunun haber kaynağını göstermek gibi bir zorunluluğu olmadığı değerlendirilmektedir.

Davaya konu haberde, adı geçen ve kanun yararına bozma yoluna giden kişi açısından haber yapıldığı anda birden fazla gazete ve dergi ile internet sitesi üzerinde yayınlar bulunduğu, bu yönüyle adı geçen kişinin toplumca basında yer alan aynı türde haberler nedeniyle tanındığı da göz önüne alındığında, yapılan haberin ifade ve basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, düzeltme ve cevap metni yayımlanmasına dair karara karşı itiraz merci olan İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/07/2014 tarihli kararıyla uyuşmazlığın esasına girmek suretiyle yapmış olduğu inceleme sonucu yanılgılı değerlendirmeyle, bu hususta toplumsal ilgi ve bilinen gerçeklik ile ulusal ve uluslararası metinlerle kabul gören ilkelere aykırı biçimde itirazın reddine karar verdiği anlaşılmakla,

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği, bu nedenle yerinde görüldüğünden, itirazın reddine ilişkin İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/07/2014 tarihli ve 2014/388 değişik iş sayılı kararının CMK`nın 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin kararı veren mahkeme tarafından, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yerine getirilmesine, 19/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2261 Karar : 2017/2591 Tarih : 25.04.2017

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemlerin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemlere uyan suç tipi ile aşağıda belirtilenler dışında yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1 - Tüm dosya kapsamına göre; haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yürütülen … ve …’nin birlikte kullanmak amacı ile sanıkların yanlarına gittikleri ve …’nın sanıklardan uyuşturucu madde temin ettiği ve bu eylemin tek suç oluşturduğunun anlaşılması karşısında sanıklar hakkında TCK’nın 43. maddesinde öngörülen “zincirleme suç” hükümlerinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayin edilmesi,

2 - Sanıklar hakkında,TCK’nın 188/3,188/4,188/5 maddeleri uyarınca verilen 22 yıl 6 ay hapis cezasının, TCK’nın 43.maddesi gereğince 1/4 oranında artırılması sonucunda “27 yıl 13 ay 15 gün” hapis yerine “28 yıl 10 ay 15 gün” hapis cezası olarak belirlenmesi,

3 - Tekerrüre esas alınan Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22/11/2007 tarihli 2007/201 esas ve 2007/355 karar sayılı ilamı ile verilen “6.000 TL” adli para cezası, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçuna ilişkin olup; karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanun’la TCK’nın 191. maddesinde değişiklik yapılmış olması karşısında ve koşullarının oluşması durumunda, “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” ve “davanın düşmesi” seçeneklerine de yer verilmesi nedeniyle, tekerrüre esas alınan ilamla ilgili olarak yasal değişiklik sonrası uyarlama işlemi yapılarak tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık müdafileri ile sanıklar … ve …’un temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, resen de temyize tabi olan hükmün BOZULMASINA, tutuklama koşullarında değişiklik olmaması ve tutuklu kalınan süre göz önüne alınarak sanık … hakkındaki salıverilme talebinin reddine; Adli Tıp Kurumu’nun 09/01/2017 tarihli raporu uyarınca “maruz kaldığı ağır hastalık nedeni ile hayatını yalnız idame ettiremeyeceği” ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmadığı anlaşılan sanık …’in CMK’nın 109/3 - b maddesi gereğince “yerleşim yerinin bulunduğu kolluk birimine hafta da bir gün imza atmasına” şeklinde adli kontrol altına alınarak SALIVERİLMESİNE, başka bir suçtan hükümlü ya da tutuklu bulunmadığı takdirde salıverilmesinin sağlanması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazı yazılmasına, adli kontrol kapsamında sanık salıverildikten sonra, belirtilen adli kontrol tedbirlerinin uygulanması konusunda gereğinin yapılması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılına yazı yazılmasına, adli kontrol tedbirine ilişkin karara karşı, sanık ve müdafii ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, CMK’nın 111. maddesinin 2. fıkrası ile kıyasen uygulanması gereken CMK’nın 268/3 - c maddesi gereğince, kararı öğrendikleri tarihten itibaren 7 gün içinde Dairemize verilecek dilekçe ile veya zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle itiraz edebileceklerine, 25/04/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/5803 Karar : 2017/1930 Tarih : 20.03.2017

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;

5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinin 10. fıkrası uyarınca adli yargı dışındaki yargı merciilerine yönelik görevsizlik kararları, yasa yolu açısından hüküm sayılmakta ve hükümlerin tabi olduğu temyiz yasa yoluna bağlı bulunmaktadır. Nitekim dairemizce de benimsenen Ceza Genel Kurulu’nun 27.10.2009 gün ve 2009/206-250 sayılı kararında belirtildiği gibi burada söz konusu olan karar, 5271 sayılı CMK’nun 223/10. fıkrası anlamında ve kabahatlerle ilgili değil suçlarla ilgili yapılan yargılamada verilmiş olan görevsizlik kararıdır.

Bu duruma göre 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamındaki idari yaptırım kararına karşı, sulh ceza mahkemesine başvuru üzerine, idari yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığı gerekçesiyle anılan Kanunun 28/1-b maddesine göre verilen başvurunun (görev yönünden) reddi veya bu anlamdaki görevsizlik kararları temyiz yasa yoluna tabi olmayıp, 14.4.2011 gün 27905 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanunun 27.maddesiyle değişik Kabahatler Kanunu’nun 29.maddesi uyarınca “Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre” itiraza tabidir.

Açıklanan gerekçeyle kararın temyizi mümkün bulunmayıp 5271 sayılı CMK’nun 268. maddesi uyarınca itiraz edilebileceğinden temyiz dilekçesi itiraz mahiyetinde kabul edilerek mahallinde değerlendirilmek üzere dosyanın incelenmeksizin iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.03.2017 günü oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/1737 Karar : 2016/666 Tarih : 7.03.2016

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

Adalet Bakanlığı’nın 02/02/2015 tarih ve 94660652-105-63-12191-2014-2642/7589 sayılı yazısı ile kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan sanık … hakkında verilen tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına ilişkin karara yönelik sanığın itirazı üzerine, … Ağır Ceza Mahkemesi’nce 18/08/2014 tarihinde 2014/1088 değişik iş sayı ile “itirazı inceleme görevinin … Asliye Ceza Mahkemesi`ne ait olduğu” gerekçesiyle verilen “görevsizlik kararının” kanun yararına bozulmasının istendiği; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 23/02/2015 tarihli ihbar yazısı ekinde talep yazısı ve dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşıldı.

Dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

A) Konuyla İlgili Bilgiler:

1- … Sulh Ceza Mahkemesi’nce 23/10/2007 tarihinde 2007/65 esas ve 2007/119 karar sayı ile sanık …‘ın, 07/05/2007 tarihinde işlediği iddia olunan kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan dolayı TCK`nın 191. maddesinin 2. fıkrası gereğince “tedaviye ve denetimli serbetlik tedbirine tabi tutulmasına” karar verildiği; sanık müdafiinin bu karara yönelik temyiz talebi üzerine, Dairemizce 08/07/2014 tarihinde 2010/19201 esas ve 2014/5230 karar sayı ile “kararın itiraz kanun yoluna tabi olması nedeniyle dosyanın merciine iadesine” karar verildiği,

3- İtirazı incelemek için dosyanın gönderildiği … Ağır Ceza Mahkemesi’nce 18/08/2014 tarihinde 2014/1088 değişik iş sayı ile “itirazı inceleme görevinin … Asliye Ceza Mahkemesi`ne ait olduğu” gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği; … Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 24/11/2014 tarihinde 2007/238 esas sayı ile “sulh ceza mahkemelerinin kaldırılması ve bu mahkemelerdeki dava dosyalarının asliye ceza mahkemelerine devredilmesi nedeniyle, itirazı inceleme görevinin ağır ceza mahkemesine ait olduğu” gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği; böylece bu iki mahkeme arasında “olumsuz görev uyuşmazlığının doğduğu” anlaşılmıştır.

B) Kanun Yararına Bozma Talebi:

Kanun yararına bozma talebi ve ihbar yazısında, «Dosya kapsamına göre, 28/06/2014 tarihli ve 29044 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 48. maddesi ile değişik 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 10., 6545 sayılı Kanun’un 49. maddesi ile eklenen ibare ile değişik 5235 sayılı Kanun’un 11., 6545 sayılı Kanun’un 83. maddesi ile eklenen 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un ek 1., 6545 sayılı Kanun’un 84. maddesi ile eklenen 5320 sayılı Kanun’un geçici 6., 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 267. ve 6545 sayılı Kanun’un 74. maddesi ile değişik 5271 sayılı Kanun’un 268. maddeleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde, Sulh Ceza Mahkemelerinin kaldırılması ile bu mahkemeler tarafından bakılan dava dosyaları Asliye Ceza Mahkemelerine devredilmiş olup bu dosyalar hakkında karar verme yetkisi Asliye Ceza Mahkemelerine ait olduğundan, Sulh Ceza Mahkemelerince karara bağlanmış olsa dahi, devir ile söz konusu dosyalar Asliye Ceza Mahkemeleri’nin görev alanına girmiş olduğundan bu dosyalar hakkında yapılan itirazların incelenmesi Asliye Ceza Mahkemelerince değil, Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince yargı çevresinde bulundukları Ağır Ceza Mahkemelerince yapılması gerektiği düşünüldüğünden, itirazın esası hakkında karar verilmeksizin dosyanın işlemsiz iadesine yönelik karar verilmesinde, isabet görülmemiştir.» denilerek, … Ağır Ceza Mahkemesi`nin 18/08/2014 tarihli kararının kanun yararına bozulması istenmiştir.

C) Konunun Değerlendirilmesi:

Sonradan kapatılan sulh ceza mahkemesi tarafından verilen, TCK`nın o tarihte yürürlükte olan 191. maddesinin 2. fıkrası gereğince “sanık hakkında tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına” ilişkin karara yönelik itirazın incelenmesi konusunda … Ağır Ceza Mahkemesi ile … Asliye Ceza Mahkemesi arasında “olumsuz görev uyuşmazlığı” doğmuş ve bu kararlar kesinleşmiştir.

5271 sayılı CMK’nın 4. maddesinin 2. fıkrasında, “Görev konusunda mahkemeler arasında uyuşmazlık çıktığında, görevli mahkemeyi ortak yüksek görevli mahkeme belirler” hükmü öngörülmüştür. Ağır ceza ve asliye ceza mahkemeleri yönünden ortak görevli mahkeme Yargıtay 5. Ceza Dairesi`dir.

Görev uyuşmazlığının çözümüne ilişkin 5271 sayılı CMK’nın sözü edilen hükmü de bir “olağan kanun yolu”dur. Aynı Kanun`un 309. maddesi uyarınca, “olağan kanun yoluna gidilmesi mümkün olan durumlarda olağanüstü bir kanun yolu olan kanun yararına bozma yoluna gidilemez”. Bu nedenle, kanun yararına bozma talebinin reddine karar verilmesi gerekmektedir.

D) Karar : Açıklanan nedenlerle;

… Ağır Ceza Mahkemesi’nin 18/08/2014 tarihli ve 2014/1088 değişik iş sayılı kararına yönelik kanun yararına bozma talebinin REDDİNE; dosyanın Adalet Bakanlığı’na sunulmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı`na gönderilmesine, 07/03/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/826 Karar : 2014/2204 Tarih : 7.04.2014

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 21.12.2012 gün ve 2009/1-4684 ilamat sayılı yazısı ile çeşitli suçlardan hürriyeti bağlayıcı cezalarına hükümlü bulunan Yiğit hakkında cezaların infazı sırasında, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 15.08.2012 gün ve 2012/840 Değişik iş sayılı kararı ile verilen içtima kararına konu TCK’nın 58. maddesi uyarınca mükerirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına karar verilen ilamların bulunduğu, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 108. maddesinde içtimalı cezalara ait tekerrür hükümleri düzenlenmeyip bu nedenle müddetnamenin tanziminde tereddüt hasıl olduğundan, 5275 sayılı Kanunun 98/1 ve 101/1 maddeleri uyarınca karar verilmesi için infaz dosyasının Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 31.12.2012 gün ve 2013/7 Değişik iş sayılı kararı ile aynı mahkemenin 15.08.2012 gün ve 2012/840 değişik iş sayılı içtima kararının çözülmesine ilişkin kararı sonucu 5 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis, 2 kez müebbet hapis ve 106 yıl 40 ay 54 gün hapis cezası verilen hükümlü hakkında 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun`un 107/6 ve 108/5. maddeleri gereğince hükümlünün şartla tahliyesinin 39 yıl olarak belirlenmesine, tekerrür nedeniyle 19 yıl 6 aylık sürenin şartla tahliye süresi olan 39 yıla eklenerek neticeten bulunacak 58 yıl 6 ay olarak belirlenmesine karar verildiği;

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15.02.2013 günlü yazısıyla bu karara karşı itiraz edilip Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 18.01.2013 gün ve 2013/7 değişik iş sayılı kararı ile itiraza konu edilen kararda bir isabetsizlik bulunmadığından, CMK`nın 268/2. maddesi uyarınca dosyanın itiraz konusunda karar verilmek üzere itiraz mercii olan Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, itirazı inceleyen Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.01.2013 gün ve 2013/121 değişik iş sayılı kararı ile de itiraza konu edilen kararın usul ve yasaya uygun bulunması nedeni ile itirazın reddine kesin olarak karar verildiği;

Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 02.01.2014 gün ve 946660652-105-06-8701-2013/71/167 sayılı yazısıyla ise Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin itirazın reddine ilişkin kararında isabet bulunmadığından bahisle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından kanun yararına bozma talebinde bulunulup Adalet Bakanlığının talebi doğrultusunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımın 13.01.2014 gün ve 2014/11357 sayılı ve kanun yararına bozma konulu yazısıyla ekte gönderilen infaz dosyası incelenerek;

Gereği düşünüldü:

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun`un “Koşullu Salıverme” hükümlerini düzenleyen 107. maddesinin (2.) fıkrasında “Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasına mahkum edilenler otuz yılını, müebbet hapis cezasına mahkum edilenler yirmi dört yılını, diğer süreli hapis cezalarına mahkum edilmiş olanlar cezanın üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıvermeden yararlanabilirler” denilmekte olup,

107/(3.) fıkrasında koşullu salıverme için infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre; birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde otuz altı yıldır hükmü yer almaktadır. Kanunda koşullu salıvermeden yararlanabilmek için geçirilmesi gereken sürelerin düzenlenmesinde ağırlaştırılmış müebbet ile müebbet ve aynı zamanda süreli hapis cezalarına mahkumiyet halinde geçirilmesi gereken süre ayrıca düzenlenmemiştir.

Aynı maddenin (6.) fıkrasında koşullu salıverilen hükümlünün tabi tutulacağı denetim süresi için de azami bir süre öngörmüş ve yukarıdaki fıkralara göre infaz kurumunda geçirilmesi gereken sürenin yarısı kadar olduğu ancak süreli hapislerde bu sürenin hak ederek (Bihakkın) tahliye tarihini geçemeyeceği düzenlenmiştir.

Aynı Kanunun “Mükerrirlere özgü infaz rejimi ve denetimli serbestlik tedbiri” başlığı altında düzenlenen 108. maddesinin (1.) fıkrasının (a) bendinde ise; “Tekkerrür halinde işlenen suçtan dolayı mahkum olunan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının otuz dokuz yılının infaz kurumunda iyi halli olarak geçirilmesi durumunda, koşullu salıvermeden yararlanılabilir” denilmekte olup;

(2.) fıkrasında “Tekerrür nedeni ile koşullu salıverme süresine eklenecek miktar, tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamaz” hükmü yer almaktadır.

İnfaz dosyasının incelenmesinde; hükümlü Yiğit hakkında Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 06.09.2011 gün ve 2010/538 Esas sayılı ilamıyla verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 12 yıl hapis cezasında Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.02.2005 gün ve 205/190 Esas sayılı ilamıyla verilen 10 ay hapis cezası, Tarsus 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.07.2007 gün ve 2007/75 Esas sayılı ilamı ile verilen ağırlaştırılmış müebbet ve 13 yıl hapis cezalarında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinin 2004/315 Esas sayılı kararı ile verilen 4 ay 27 gün hapis cezası, Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 299/1411 Esas sayılı kararı ile verilen 2 yıl, 3 yıl 6 ay, 2 yıl hapis cezalarında Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/214 Esas sayılı kararı ile verilen 1 yıl hapis cezası, Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/236 Esas sayılı ilamı ile verilen müebbet hapis ve 15 yıl hapis cezasında, Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2005/190 Esas sayılı kararı ile verilen 10 ay hapis cezası nazara alınarak 5237 sayılı TCK`nın 58. maddesine göre mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Yukarıda belirtilen kanun hükümleri ve infaz dosyası kapsamına göre;

Hükümlü Yiğit hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına karar verilen birden fazla ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve süreli hapis cezalarının bulunduğu, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun`un “Koşullu Salıverme” hükümlerini düzenleyen 107. maddesinin (3-a.) fıkrası ve aynı kanunun “Mükerrirlere özgü infaz rejimi ve denetimli serbestlik tedbiri” başlığı altında düzenlenen 108. maddesinin (1.) fıkrasının (a) bendi ile (2.) fıkrası birlikte değerlendirildiğinde, hükümlü hakkında uygulanacak koşullu salıverme süresinin 5275 sayılı Kanunun 107. maddesinin (3.) fıkrasının (a) bendi uyarınca otuz altı yıl olduğu, ancak hükümlünün mükerrir olması nedeni ile 108/1. fıkrasının (a) bendi uyarınca mahkum olunan ağırlaştırılmış müebbet cezasının otuz dokuz yılını ceza infaz kurumunda iyi halli olarak çekmesi durumunda koşullu salıvermeden yararlanacağı aynı Kanunun 108/2. maddesi uyarınca da tekerrür nedeni ile koşullu salıverme süresine eklenecek miktarın tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamayacağı gözetilerek 107/3-a maddesi uyarınca belirlenen otuz altı yıla tekerrüre esas alınan cezanın eklenmesi sonucunda belirlenecek sürenin azami otuz dokuz yıl olduğu, otuz dokuz yılı geçmemesi durumunda ise koşullu salıverme süresinin 108/2. maddesi nazara alınarak belirlenmesi ve buna göre otuz altı yıla eklenmesi gerektiği ve bu şekilde belirlenecek koşullu salıverme süresi üzerinden 107/6 maddesi uyarınca hak ederek tahliye tarihinin hesaplanması gerektiği gözetilmeksizin mükerrir hükümlü hakkında tekerrüre esas alınan cezalardan en ağır olanı ve 107/2. maddesi dikkate alınmaksızın 108/1-a maddesinin doğrudan uygulanması suretiyle koşullu salıverme süresinin otuz dokuz yıl olarak belirlenip hak ederek salıverme tarihinin de bu süre üzerinden hesap edilmesi nedeniyle Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince hükümlünün koşullu ve hak ederek tahliyesi sürelerinin belirlenmesine ilişkin Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 31.12.2012 gün ve 2013/7 değişik iş sayılı kararına yönelik vaki itirazının kabulüne karar verilmesi gerekirken yerinde ve yasal olmayan gerekçelerle itirazın reddine karar verilmesi yasaya aykırı görülmüştür.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talebi yerinde görüldüğünden, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.01.2013 gün ve 2013/121 değişik iş sayılı itirazın reddine dair kararının 5271 sayılı CMK.nın 309. maddesi uyarınca Kanun yararına BOZULMASINA, diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına (TEVDİİNE), 07.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/5929 Karar : 2012/13990 Tarih : 11.06.2012

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

Hakaret ve haksız suç isnadı suçlarından şüpheli Gültekin Alp A… hakkında Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/11838 sayılı dosyası üzerinden yürütülen soruşturma sırasında, Avukat Yılmaz M…`in soruşturma dosyasını inceleme talebinin reddine dair anılan Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 22/11/2011 tarihli karara karsı adı geçen avukatın itirazının kabulüne dair Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 24/11/2011 tarihli ve 2011/1049 değişik iş sayılı kararma yönelik itiraz üzerine karar verilmesine yer olmadığına ilişkin Aydın 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 02/12/2011 tarihli ve 2011/301 değişik iş sayılı kararının Adalet Bakanlığınca 13/02/2012 gün ve 8656 sayılı yazı ile yasa yararına bozulmasının istenmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23/02/2012 gün ve 53773 sayılı istem yazısıyla dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi:

İstem yazısında “ Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz üzerine, Aydın 3. Asliye Ceza Mahkemesince 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 271/4. maddesi gereğince itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğundan bahisle karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, anılan Kanun`un 267. maddesi uyarınca Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen karara karşı itiraz edilmesinin mümkün olduğu dikkate alınarak,

Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 21/11/2011 tarihli ve 2011/9206 esas, 2011/57200 sayılı ilamı ile Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 25/10/2011 tarihli ve 2011/10088 esas, 201 1/5760 sayılı ilamlarında da belirtildiği üzere,

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 46/2. maddesinde “Avukat veya stajyer, vekaletname olmaksızın dava ve takip dosyalarım inceleyebilir. Bu inceleme isteğinin ilgililerce yerine getirilmesi zorunludur. Vekaletname ibraz etmeyen avukata dosyadaki kağıt veya belgelerin örneği veya fotokopisi verilmez.”, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu`nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde “Bu Kanunun uygulanmasında; a) Şüpheli: Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,… b) Müdafii: Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı, c) Vekil: Katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukatı, d) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi, e) Kovuşturma: iddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,… f) Malen sorumlu: Yargılama konusu işin hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddi ve mali sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişiyi,… ifade eder”.

“Soruşturmanın Gizliliği” başlıklı 157. maddesinde “Kanunun başka hüküm koyduğu haller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir” hükümlerinin bulunduğu,

Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı ilk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik`in “Soruşturma Evrakının incelenmesi” başlıklı 45. maddesinin iptali için açılan davanın Danıştay 10. Dairesinin 22/05/2008 tarihli ve 2005/5971 esas, 2008/3448 sayılı kararı ile reddedildiği, anılan maddede, “Müdafi soruşturma evresinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmemek kaydıyla görevlendirme yazısı veya vekaletname ibraz ederek soruşturma evrakı içeriğini inceleyebilir ve dilekçeyle müracaatı halinde istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir. Mağdur veya şikayetçinin vekili soruşturma evresinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmemek kaydıyla görevlendirme belgesi veya vekaletname ibraz ederek soruşturma evrakının içeriği ile elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceleyebilir ve dilekçeyle müracaatı halinde istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir…” hükmüne yer verildiği,

Belirtilen yasal düzenlemeler ile dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, genel olarak soruşturma evresinin gizli olduğu, şüpheli müdafii ya da katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişi vekili olan avukatın soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmemek kaydıyla soruşturma evrakını inceleyebileceği, ancak bunun için de avukatın müdafii veya vekil olduğuna dair görevlendirme yazısı veya vekaletname ibraz etmesi gerektiği, vekaletname ya da görevlendirme yazısı olmadan sadece mahkemelerdeki dava dosyaları ile icra dairelerindeki takip dosyalarının incelenebileceği, soruşturma dosyalarının ise incelenemeyeceği gözetilerek, sulh ceza mahkemesince verilen itirazın kabulüne ilişkin karara karşı yapılan itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir” denilmektedir.

Gereği görüşüldü; Aydın Cuhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturmada, Avukat Yılmaz Menderes’in, 22.11.2011 tarihli dilekçe ile soruşturma dosyasını incelemek için Cumhuriyet savcılığından izin talep ettiği, Cumhuriyet Savcısının, vekâletname ibraz etmemesi ve baro tarafından görevlendirme yazısı da olmadığından, soruşturmanın gizliliği ilkesi gereğince talebi reddettiği, Avukat Yılmaz Menderes’in itirazı üzerine Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 24.11.2011 tarih ve 2011/1049 değişik iş sayılı kararı ile itirazın kabulüne ile Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının kararının iptaline karar verildiği, bu karara da Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz ettiği, Aydın 3. Asliye Ceza Mahkemesinin, 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 24.11.2011 tarih ve 2011/1049 değişik iş sayılı kararının CMK`nın 271/4. maddesi nedeniyle kesin olduğu gerekçesiyle, itirazın esasına girmeden karar vermeye yer olmadığı kararı verdiği anlaşılmaktadır.

İncelemeye konu olayda; Sulh Ceza Mahkemesinin kararına itiraz edildiğine göre, CMK`nın 268/3-a maddesi gereğince itirazı inceleyip karar vermeye yetkili mercii olan asliye ceza mahkemesinin, itiraz konusu ile ilgili bir karar vermesi gerekirken, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğundan bahisle yeniden karar vermeye yer olmadığı şeklindeki kararı hukuka uygun değildir.

Açıklanan gerekçelerle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden, Aydın 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 02.12.2011 tarih ve 2011/301 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı C.Y.Y.`nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, sonraki işlemlerin aynı yasa maddesinin 4-a fıkrası gereğince yerinde tamamlanmasına oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ Esas : 2005/17457 Karar : 2006/18582 Tarih : 6.12.2006

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

Gazetesinin 15.06.2005 tarihli nüshasının 1 ve 23. sahifelerinde yayımlanan başlıklı yazılar nedeniyle ilgilisi vekili marifetiyle vaki düzeltme isteminin kabulüne ve yayımlanmasına dair Küçükçekmece 1.Sulh Ceza Mahkemesince verilen 06.07.2005 tarihli ve 2005/330 değişik iş sayılı karara karşı Gazetesi Sorumlu Müdürü vekili tarafından vuku bulan itiraz konusunda karar verilmesine yer olmadığına ilişkin mercii KÜÇÜKÇEKMECE 2.Asliye Ceza Mahkemesince ittihaz olunan 29.07.2005 tarihli ve 2005/217 değişik iş sayılı kararı aleyhine Yüksek Adalet Bakanlığının 15.11.2005 gün ve 47586 sayılı Kanun Yararına Bozma istemini içeren dava dosyası Cumhuriyet Başsavcılığının 06.12.2005 gün ve K.Y.B. 2005-203219 sayılı ihbarnamesi ile daireye verilmekle okundu.

Mezkür ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 14. maddesinde yer alan Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütünlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.Hükmüne aykırı olarak, cevap ve düzeltme yazısının Gazetesi Sorumlu Müdürü yerine, Basın Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş. adına Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve söz konusu haberi yapan gönderilmesinin ve tekzip talebinin kabulüne ilişkin Sulh Ceza Mahkemesinin kararında da karşı taraf olarak sorumlu müdür yerine bahsi geçen şahısların gösterilmiş olmasının, sorumlu müdürün itiraz hakkını ortadan kaldırmayacağı, dolayısıyla Küçükçekmece 1.Sulh Ceza Mahkemesinin kararının Gazetesi Sorumlu Müdür vekili tarafından vuku bulan itirazın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268. maddesinde belirtilen 7 günlük yasal süre içerisinde yapıldığının kabulü ile itiraz konusunda bir karar verilmesi gerekirken, Sulh Ceza Mahkemesinin kararında taraf olarak gösterilen şahısların 3 gün içinde itiraz etmedikleri ve itiraz eden kararda taraf olmadığı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiş 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu`nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla gereği görüşülüp düşünüldü:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden

Küçükçekmece 2.Asliye Ceza Mahkemesinin 29.07.2005 gün ve 2005/217 D.iş sayılı kararının CMK.nın 309/4-a maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), müteakip işlemlerin mahallinde mahkemesince yapılmasına, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas: 2016/9688 Karar: 2016/19821 Tarih: 16.06.2016

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

… ekinin 08.05.2014, 09.05.2014 ve 13.05.2014 tarihli nüshalarının 1. sayfalarında “…” başlıkları ile yayımlanan ve 4. sayfalarında devam eden yazılar sebebiyle ilgilisi … vaki düzeltme ve cevap isteminin 08.05.2014 tarihli nüsha ile ilgili tekzip talebinin reddine, 09.05.2014 ve 13.05.2014 tarihli nüshalarla ilgili taleplerin kabulüyle tekzip metninin yayımlanmasına dair Sulh Ceza Mahkemesi’nin 13.06.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararına karşı … tarafından yapılan itirazın kabulüyle 08.05.2014 tarihli yazı ile ilgili tekzip talebinin kabulüne dair Asliye Ceza Mahkemesi’nin 03.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararını müteakip, … Sorumlu Yazı İşleri Müdürü tarafından Sulh Ceza Mahkemesi’nin 13.06.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararına yapılan itirazın reddine dair Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararları aleyhine Adalet Bakanlığının 11.05.2015 gün ve … ile 26.04.2016 gün ve … sayılı kanun yararına bozma istemlerini içeren yazıları ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.05.2016 günlü ihbarnamesi ile daireye verilmekle okundu.

Anılan Adalet Bakanlığının 11.05.2015 günlü yazısına yönelik ihbarnamede;

1- )08.05.2014 tarihli nüsha ile ilgili olarak yapılan inceleme sonucunda;

Sulh Ceza Mahkemesi’nin 13.06.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararı ile 08.05.2014 tarihli nüshaya dair tekzip talebinin daha önce aynı konuda … Üniversitesi tarafından yapılan tekzip talebinin kabulüne karar verildiğinden bahisle reddine karar verilmesini müteakip, ilgilisi … tarafından yapılan itiraz üzerine Asliye Ceza Mahkemesi’nin 03.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararı ile tekzip talebinin kabulüne karar verilmiş ise de, tekzibe konu yazının incelenerek nesnel bir olguya dayanıp dayanmadığı hususunun saptanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği, nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli ve 2007/7-28 Esas, 2007/34 Sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır.

Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 Sayılı Basın Kanun’un 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, tekzibe konu yazının haber değeri ile ilgili olarak, denetime olanak verecek şekilde mahkeme kararında somut hiçbir gerekçe bulunmadığı nazara alındığında, itirazın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi sebebiyle, Asliye Ceza Mahkemesi’nin 03.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararında,

2- )09.05.2014 tarihli nüsha ilgili olarak yapılan incelemede;

Sulh Ceza Mahkemesi’nin 13.06.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararı ile 09.05.2014 tarihli tekzip talebinin kabulünü müteakip, … Sorumlu Yazı İşleri Müdürü tarafından yapılan itiraz üzerine, Sulh Ceza Mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı karan ile itirazın reddine karar verilmiş ise de, Sulh Ceza Mahkemesince, “Tekzip talebi istenen yayında haber içeriğinin muteriz … kişilik haklarına, şeref, onur ve haysiyetine saldırı mahiyetinde olduğu, haber kaynağının ve gerçekliğinin araştırılmadığı ve söz konusu yazıda belirtilmemekle beraber iddia şeklinde ne olduğu anlaşılmayan ve muteber kabul edilemeyecek bir sava dayanılarak haberin yapıldığı, kamuoyuna yanlış bilgi aksettirilerek gerçeğe aykırı bilgilerin verildiği ve bilgilere dayalı olarak kişilik haklarının ihlal edildiği, Basın Ahlak Yasasına göre de haberlerin doğruluğu ve kaynağı araştırılmaksızın olayları kışkırtır mahiyette uydurma ve abartılmış yayın yapıldığı” şeklindeki soyut gerekçe ile tekzip talebinin kabulüne karar verilmiş olup söz konusu haberin anılan gazetenin 1 ve 4. sayfalarında kaleme alınmış bir yazı olduğu, tekzibe konu yazının incelenerek nesnel bir olguya dayanıp dayanmadığı hususunun saptanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği, nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli ve 2007/7-28 Esas, 2007/34 Sayılı kararında da yukarıda özetlendiği üzere aynı hususa işaret edildiği, bu sebeple tekzibe konu yazının haber değeri ile ilgili olarak, denetime olanak verecek şekilde mahkeme kararında somut hiçbir gerekçe bulunmadığı nazara alındığında, itirazın bu yönden kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesi sebebiyle Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararında;

3- )13.05.2014 tarihli nüsha ile ilgili yapılan inceleme sonucunda;

5187 Sayılı Basın Kanunu’nun 14/1. maddesinde5187 Sayılı Basın Kanunu’nun 14/1. maddesinde yer alan “Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği … düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde … yayımlamak zorundadır.” şeklindeki düzenleme ile 14/4. fıkrasında yer alan, “Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, … onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hakiminden yayımın yapılmasına … karar verilmesini isteyebilir.” şeklindeki düzenleme dikkate alındığında, … 13.05.2014 tarihli nüshasında yayınlanan yazı sebebiyle ilgilisinin en geç 2 ay içinde cevap ve düzeltme hakkını kullanması gerektiği, oysa ilgilisi tarafından tekzip metninin muhatabına gönderilmediği, bu sebeple 13.05.2014 tarihli yayın sebebiyle yasal şartların oluşmadığı gözetilmeksizin, tekzip talebinin kabulüne dair Sulh Ceza Mahkemesi’nin 13.06.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararına yapılan itirazın bu yönden kabulüne karar verilmesi yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesi sebebiyle Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararında,

Adalet Bakanlığının 26.04.2016 günlü yazısına yönelik ihbarnamesinde ise;

Dosya kapsamına göre, 28.06.2014 tarihli ve 29044 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 74. maddesiyle değişik 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268/3-a maddesinde yer alan “Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.” hükmü ile 6545 Sayılı Kanun’un 48. maddesiyle değişik 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 10/1. maddesinde yer alan “Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur.” şeklindeki düzenlemeler gereğince, … ve … Asliye Ceza Mahkemesi’nin karar tarihleri olan 03.07.2014 ve 14.07.2014 tarihinde 6545 Sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu ve Sulh Ceza Hakimliklerinin kurulduğu dikkate alındığında, merciince görevsizlik kararı verilip dosyanın itiraz incelemesi yapılmak üzere yetkili ve görevli itiraz merciine gönderilmesi gerekirken yazılı şekilde işin esasına girilmek suretiyle karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçeleriyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Adalet Bakanlığının 26.04.2016 günlü yazısına yönelik ihbarnamesi hakkında yapılan incelemede;

SONUÇ : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Asliye Ceza Mahkemesi’nin 03.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararı ile Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.07.2014 tarihli ve değişik iş sayılı kararlarının CMK’nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre Adalet Bakanlığının 11.05.2015 günlü yazısına yönelik kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yönünden itiraz merciince değerlendirme yapılması gerektiği cihetle karar verilmesine yer olmadığına, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına, 16.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2011/1-67 Karar: 2011/62 Tarih: 19.04.2011

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

Tasarlayarak kasten öldürme suçunun yanında 6136 Sayılı Yasaya aykırılık suçundan da sanık M. S.’in, kasten öldürme suçundan verilen mahkumiyetle birlikte 6136 Sayılı Kanunun 13/1, T.C.K.nın 62, 52 nci maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 500 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve C.M.K.nın 231 inci maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin, Şanlıurfa 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 7.5.2009 gün ve 219-89 Sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 2.2.2011 gün ve 7548-387 sayı ile;

“… Sanık M.’in 6136 Sayılı Kanuna Muhalefet suçundan kurulan hüküm yönünden;

Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6008 Sayılı Kanunla değişik 231/5 inci maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması…”,

Gerekçesiyle BOZULMASINA karar verilmiştir.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 11.3.2011 gün ve 301380 sayı ile;

“… Yerel mahkemece sanık hakkında ruhsatsız silah taşıma suçundan verilen kararda hükmün açıklanması geri bırakılmıştır.

Yargıtay 1. Ceza Dairesinin itiraza konu 2.2.2011 gün ve 2010/7548-2011/387 Sayılı kararında, yerel mahkemenin C.M.K.nın 231 inci maddesini değerlendirdiği gözden kaçırılmıştır.

İtirazla ilgili konu açısından, Başsavcılığımızla Daire arasındaki görüş farklılığı, mahkemece C.M.K.nın 231 inci maddesi uyarınca karar verildiği ve aynı Kanunun 231/12 nci maddesi gereğince söz konusu karara karşı itiraz yolu açık olduğu halde Dairece belirtilen madde değerlendirilmemiş gibi bir yorumla yerel mahkeme kararının bozulmasıdır.

C.M.K.nın 231/5 inci maddesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunu düzenlemiş, aynı maddenin 12 numaralı fıkrasında ise kesin bir ifadeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararların itiraz yasa yoluna tabi olduğu belirtilmiştir.

Dairece, ruhsatsız silah taşıma suçundan verilen ve sanık savunmanı tarafından süresinde temyiz edilen hükmün açılanmasının geri bırakılmasına dair kararla ilgili olarak, karar içeriğine girmeksizin, tebliğname doğrultusunda C.M.K.nın 231/12 nci maddesi uyarınca itiraz merciince değerlendirme yapılmak üzere temyiz incelemesi yapılmasına yer olmadığına ( yetkisizlik sebebiyle temyiz isteminin reddine ) karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde yerel mahkeme kararının bozulması yasaya aykırıdır…”,

Görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının ruhsatsız silah taşıma suçuna dair olarak kaldırılıp, itiraz merciince inceleme yapılmak üzere dosyanın mahalline gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık M. S. hakkında 6136 Sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı başvurulabilecek yasa yolunun itiraz mı, yoksa temyiz mi olduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Yerel mahkemece kasten öldürme suçundan sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmüyle birlikte 6136 Sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükmün, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu hükmün temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Özel Dairece; “hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6008 Sayılı Kanunla değişik 231/5 inci maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması” gerekçesiyle BOZULMASINA karar verildiği görülmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3.2.2009 gün ve 2009/4-13-2009/12 Sayılı kararında da açıklandığı üzere; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı başvurulabilecek yasa yolu temyiz olmayıp, 5271 Sayılı C.M.K.nın 231 inci maddesinin 12 nci fıkras 12 nci fıkrasında da açıkça belirtildiği gibi itirazdır.

Ağır Ceza Mahkemelerinin itiraza tabi kararlarını incelemekle görevli mercii, 5271 Sayılı C.M.K.nın 268/3-c maddesi uyarınca, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden fazla olması halinde numara olarak kendisini izleyen mahkeme, o yerde tek ağır ceza mahkemesi varsa en yakın yer ağır ceza mahkemesidir.

Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin 6136 Sayılı Yasaya aykırılık suçundan sanık M. S. hakkında verdiği bozma kararının kaldırılmasına, dosyanın itiraz olarak değerlendirilen istem konusunda karar verilmek üzere 5271 Sayılı C.M.K.nın 268 inci maddesi uyarınca, itiraz merciine gönderilmesi için mahalline iadesine karar verilmesi gerekmektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,

1- ) Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulüne,

2- ) Yargıtay 1. Ceza Dairesinin sanık M. S.’in 6136 Sayılı Yasaya aykırılık suçuna dair olarak verdiği 2.2.2011 gün ve 7548-387 Sayılı bozma kararının kaldırılmasına,

3- ) Dosyanın, itiraz mahiyetindeki istem konusunda bir karar verilmek üzere 5271 Sayılı C.M.K.nın 268 inci maddesi uyarınca itiraz merciine gönderilmesi için mahalline iadesi amacıyla Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 19.04.2011 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2011/6-403 Karar : 2012/81 Tarih : 6.03.2012

  • CMK 268. Madde

  • İtiraz Usulü ve İnceleme Mercileri

Hükümlü S. Ö.`ün yağmaya teşebbüs suçundan 5237 Sayılı T.C.K.nın 149/1-f, 35/2, 62 ve 53 üncü maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis, 6136 Sayılı Yasaya aykırılık suçundan ise, anılan Kanunun 13/1, 5237 Sayılı T.C.K.nın 62 ve 53 üncü maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 375 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin,

Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 30.5.2007 gün ve 302-171 Sayılı hüküm temyiz edilmeyerek 06.07.2007 tarihinde kesinleşmiştir.

Hükümlü ve müdafiinin kesinleşen cezalar yönünden C.M.K.nın 5278 Sayılı Yasayla değişik 231 inci maddesinin uygulanmasını talep etmeleri üzerine,

Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesince 31.3.2008 gün ve 302-171 sayı ile;

“… Sanığın dosyaya yansıyan kişiliği, hükmün açıklamasının geri bırakılması halinde bir daha suç işlemeyeceği hususunda olumlu bir kanaatin oluşmaması ve suçun işleniş biçimine göre hakkında 5728 Sayılı Yasayla değişik C.M.K.nun 231 inci maddesinin uygulanmasına takdiren yer olmadığına…”, Karar verilmiştir.

Hükümlü müdafiinin itirazı üzerine dosyayı inceleyen Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesince 17.4.2008 gün ve 501 sayı ile;

“… Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının 31.03.2008 gün ve 2006/302 esas 2007/171 numaralı kararıyla hükümlü hakkında C.M.K.nun 231 inci maddesi uyarınca duruşma açılmaksızın değerlendirme yapılarak C.M.K.nun 231 inci Maddesinin uygulanmasına yer olmadığına dair karar verildiği, C.M.K.nun 231/12 maddesine göre bu tür kararlara itirazın kabil olmayıp, temyize tabi olduğu anlaşıldığından mahkememizce bu konuda karar verilmesine yer olmadığına…” Karar verilmiştir.

Bu hükmün de hükümlü müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen

Yargıtay 6. Ceza Dairesince 05.10.2011 gün ve 16433-40469 sayı ile;

“… I- Yağma suçu yönünden yapılan incelemede; 5271 Sayılı Kanunun 231 inci maddesinde yazılı hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi için her şeyden önce hükmedilen cezanın 2 yıl ve altında olması gerektiği, hükümlü hakkında yağma eylemi sebebiyle hükmedilen cezanın 2 yıldan fazla olduğunun anlaşılması karşısında, hükümlü savunmanın temyiz istemi yerinde görülmediğinden hükmün ONANMASINA,

II- 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçu yönünden yapılan incelemeye gelince; Hükümlü ve savunmanın, 5271 Sayılı Kanunun 231 inci maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması istemi üzerine dosya üzerinden inceleme yapılıp 31.3.2008 tarihli ek kararla, “hükümlünün dosyaya yansıyan kişiliğine göre olumlu kanaat oluşmadığı gerekçesiyle” talebin reddine karar verildiğinin anlaşılması karşısında; Anayasanın “hak arama hürriyeti” başlığıyla düzenlenen 36 ncı maddesindeki “herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmayla adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmü ve taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`nin 6 ncı maddesindeki “adil yargılama” ilkesi gözetilerek;

hükmün açıklanmasına karar verilebilmesi için öncelikle ceza yargılamasının “vasıtasızlık” , “aleniyetlik” ve “sözlülük” ilkeleri gereği duruşma açılarak, sanığın, hakkında yapılan yargılamadan haberdar edilmesi gerektiği gözetilmeden ve hükmün gerekçesinde de iddia, savunma, sanığın lehine ve aleyhine olan tüm kanıtlar, sabit kabul edilen olaylar ve suçun yasal öğelerinin nasıl oluştuğu açıklanıp, tartışılması ve dayanaklarının gösterilmesi gerektiği düşünülmeden; Anayasanın 141 ve 5271 Sayılı C.M.K.nun 34 ile 230. maddelerine aykırı davranılmak suretiyle hiçbir gerekçeye yer verilmeden yazılı şekilde dosya üzerinde hüküm kurulması…”, İsabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA karar verilmiştir.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 27.10.2011 gün ve 120441 sayı ile;

“… Daha sonra hükümlü ve müdafiinin sadece C.M.K.231 inci maddenin uygulanması açısından uyarlama yapılmasına dair infaz aşamasında bulunan bu karara karşı yaptığı itiraza dair aynı mahkemece hükümden sonra hükümlü lehine yürürlüğe giren C.M.K.231 inci maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı açısından yaptığı değerlendirme ve sonuçta bu hükmün uygulanmamasına dair verdiği ek karar; Yargıtay Ceza Genel Kurulu`nun 3.2.2009 tarihli ve 2009/11-250 esas ve 2009/13 karar sayılı kararında da dolaylı belirttiği üzere gerek duruşmalı gerekse evrak üzerinde inceleme sonucu verilen uyarlama yargılaması sonucu verilen hükmün açıklamasının geri bırakılması talebinin reddine dair kararların itiraz yasa yoluna tabii bulunduğuna dair kararında da belirttiği üzere itiraz yasa yoluna tabidir.

Buna göre Yargıtay 6. Ceza Dairesi`nce hükmün esasına girerek tekrar temyiz incelemesi yapılması doğru olmayıp hükmün itiraz yasa yolu yönünden mahallinde incelenmesi amacıyla dosyanın iadesine karar verilmesi gerektiği…”, görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.

Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

Özel Daireyle Yargıtay C. Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; kesinleşmiş hükümlerde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması isteminin reddine dair kararlara karşı başvurulabilecek yasa yolunun itiraz mı, yoksa temyiz mi olduğunun belirlenmesine ilişkindir.

Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 gün ve 292-224; 17.5.2011 gün ve 66-96; 3.2.2009 gün ve 250-13; 24.1.2006 gün ve 136-3 ile 27.12.2005 gün ve 162-173 Sayılı kararlarında açıklandığı üzere;

Ceza yasalarının zaman bakımından uygulanmasına dair kurallar, 765 Sayılı Türk Ceza Yasasının 2 nci maddesiyle 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının 7 nci maddesinde benzer biçimde düzenlenmiş olup, anılan maddelerde iki önemli ilke vurgulanmaktadır. Bunlardan ilkine göre; ceza hukuku kuralları yürürlüğe girdikleri andan itibaren ileriye etkili olarak uygulanırlar. “Geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesi denilen 2. prensibe göre ise, failin lehine olan yasa geçmişe etkilidir.

Dolayısıyla suçtan sonra yürürlüğe giren ve fail lehine olan yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır. Bazen sonradan yürürlüğe giren Kanunun kendisi sonucu belirler ki, bu durumda yeni bir yargılama faaliyetine ihtiyaç bulunmaz. Kimi zaman da, sonradan yürürlüğe giren Kanunun suçun unsurlarını değiştirmesi, suça etkili halleri yeniden düzenlemesi, ceza miktarlarını öncekinden farklı alt ve üst sınırlar arasında belirlemesi gibi nedenlerle, önceki suç bakımından doğurduğu sonucun bir mahkeme kararıyla saptanması gerekir. Bu durumda “mahkumiyet hükmünde değişiklik yargılaması” veya kısaca “uyarlama yargılaması” denilen bir yargılama faaliyetine ihtiyaç vardır. Her yargılama faaliyeti gibi bu da bir davanın varlığını gerektirir. Daha önce bu tür bir yargılamayı münhasıran düzenleyen yasa normu mevcut olmadığından yerleşmiş yargısal uygulamalar doğrultusunda bu yargılama, 1412 Sayılı cyuy`nın mahkumiyet hükmünün yorumundan doğan duraksamanın giderilmesi bakımından hakimden karar istenmesi yöntemini düzenleyen anılan Kanunun 402 nci maddesine göre gerçekleştirilmekteydi.

Ancak, 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 Sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9 uncu maddesiyle 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 vd. maddelerinde uyarlama yargılamasını düzenleyen hükümler getirilmiştir.

Bunlardan 5275 Sayılı Kanunun 98 inci maddesinde; “ Mahkumiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilmeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir “ denilmiş;

Birden fazla hükümdeki cezaların toplanması için mahkemeden karar istenmesi 99 uncu maddesinde düzenlenmiş;

101 inci maddesinde de bu kararların duruşma yapılmaksızın verileceği belirtilerek yetkili mahkemeler ve yasa yolu gösterilmiştir.

Görüldüğü gibi 5275 Sayılı Kanunun 98 ila 101 inci maddeleri, herhangi bir ceza normunun hükmün kesinleşmesinden sonra değişmesi halinde yapılacak uyarlama yargılamasına dair genel bir düzenlemeyi içermektedir.

5252 Sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin 1 ve 2 nci fıkralarında ise; “ ( 1 ) 01 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak, Türk Ceza Kanununun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir. ( 2 ) Birinci fıkra hükmü, 01 Haziran 2005 tarihinden önce verilip de Yargıtay tarafından lehe olan hükümlerin uygulanması hususunda değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozularak mahkemesine gönderilen hükümler hakkında da uygulanır” hükmü getirilmiştir.

5252 Sayılı Kanunun amacı 1 inci maddesinde, kapsamı ise 2 nci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre Kanunun amacı; 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe konulmasına dair usul ve esasları belirlemek; Kapsamı ise diğer yasalarda 765 Sayılı Türk Ceza Yasasına yapılan yollamalar, 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe girmesiyle yürürlükten kaldırılan hükümler ve 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının uygulanması için diğer Yasalarda yapılan değişiklikler, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce işlenmiş suçlar hakkında ne surette hüküm kurulacağı ve kesinleşmiş cezaların nasıl infaz edileceğine dair hükümlerdir.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, 5252 Sayılı Kanunun “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlıklı 9 uncu maddesinin 1 inci fıkrası; a- ) Sadece 01 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş mahkumiyet hükümlerinde ve b- ) Münhasıran, 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe girmesi sebebiyle hükümde bir değişiklik yargılaması yapılması gerektiğinde uygulanabilecektir. Başka bir ifadeyle bu düzenleme, 5237 Sayılı Türk Ceza Yasası dışında başka herhangi bir Kanunun yürürlüğe girmesi ve lehe hüküm içermesi halinde yapılacak incelemeyi kapsamamaktadır.

Sonradan yürürlüğe giren yasa sebebiyle mahkumiyet hükmünde değişiklik yargılamasını düzenleyen bu iki farklı yasadan biri genel nitelikte, diğeri ise sınırlı uygulama alanına sahip özel nitelikte bir düzenlemeyi içermektedir. Bu durum yasa koyucunun uyarlama yargılaması konusunda iki farklı yasada iki ayrı düzenleme öngörmesinin bilinçli bir tercihe dayandığını ortaya koymaktadır. Bu itibarla, sonradan yürürlüğe giren ve lehe hüküm içeren Kanunun 5237 Sayılı Türk Ceza Yasası olması ve mahkumiyet hükmünün de 01 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş olması halinde, uyarlama yargılaması özel düzenlemeyi içeren 5252 Sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında öngörülen usule göre gerçekleştirilmeli, bu iki koşulun birden oluşmadığı hallerde ise, genel düzenleme getiren 5275 Sayılı Kanunun 98 vd. maddelerindeki yöntem uygulanmalıdır.

01 Haziran 2005 tarihinden sonra gerçekleştirilen yasa değişiklikleri sebebiyle uyarlama yargılamasının tabi olacağı ilkeler 5252 Sayılı Kanunun 9 uncu maddesine göre değil, 5275 Sayılı Kanunun 98 ila 101 inci maddelerine göre belirlenmelidir. Kaldı ki, aynı husus 5728 Sayılı Kanunun Geçici 1 inci maddesinde de açıkça belirtilmiştir. Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra kesinleşen hükümlerin, gerçekleştirilen yasa değişiklikleri sebebiyle uyarlama yargılamasına konu edilmeleri durumunda, uyarlama yargılaması sonucunda verilen kararlara karşı başvurulabilecek yasa yolu 5275 Sayılı Kanunun 101/3 üncü fıkrası uyarınca itirazdır.

Öte yandan kesinleşen hükümlerde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının reddine dair kararlar, 5271 Sayılı C.M.K.nın 223 üncü maddesi anlamında hüküm sayılmadığından ve salt bu nedene dayalı uyarlama yargılamasında da 5252 Sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin uygulanması olanağı bulunmadığından, 5728 Sayılı Kanunun Geçici 1 ve 5275 Sayılı Kanunun 101/3 üncü fıkrası uyarınca bu kararlara karşı başvurulabilecek yasayolu da itirazdır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Hükümlü ve müdafiinin kesinleşen hüküm yönünden C.M.K.nın 5278 Sayılı Yasayla değişik 231 inci maddesinin uygulanmasını talep etmeleri üzerine, yerel mahkemece dosya üzerinde yapılan incelemede istemin reddine karar verilmiştir.

5271 Sayılı C.M.K.nın 231 inci maddesinde değişiklik getiren 5728 Sayılı Kanunun 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 06.07.2007`de kesinleşen hükümde yapılan uyarlama yargılaması, 5275 Sayılı Kanunun 98 ila 101 inci maddelerinde belirlenen ilkelere tabi bulunduğundan uyarlama yargılaması sonucunda verilen karara karşı başvurulacak yasa yolu da 5275 Sayılı Kanunun 101/3 üncü fıkrası uyarınca itiraz olacaktır.

5271 Sayılı C.M.K.nın 231 inci maddesinin 12 nci fıkrası da gözetildiğinde; ağır ceza mahkemelerinin itiraza tabi kararlarını incelemekle görevli mercii, 5271 Sayılı C.M.K.nın 268/3-c maddesi uyarınca, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden fazla olması halinde numara olarak kendisini izleyen mahkeme, o yerde tek ağır ceza mahkemesi varsa en yakın yer ağır ceza mahkemesidir.

Bu itibarla, haklı nedene dayanan itirazın kabulüne, Özel Dairenin kısmen onama kısmen bozma kararının kaldırılmasına ve dosyanın itiraz mahiyetindeki istem konusunda bir karar verilmek üzere 5271 Sayılı C.M.K.nın 268 inci maddesi uyarınca itiraz merciine gönderilmesi için mahalline iadesine karar verilmelidir.

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay C.Başsavcılığının itirazının kabulüne,

2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 5.10.2011 gün ve 16433-40469 Sayılı kısmen onama kısmen bozma kararının kaldırılmasına,

3- Dosyanın itiraz olarak değerlendirilen istem konusunda itiraz merciince karar verilmesi için, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ( TEVDİİNE ), yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS