0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Tarafsızlığını Şüpheye Düşürecek Sebeplerden Dolayı Hâkimin Reddi İsteminin Süresi

CMK Madde 25

(1) Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer hâllerde, inceleme başlayıncaya kadar hâkimin reddi istenebilir.

(2) Sonradan ortaya çıkan veya öğrenilen sebeplerle duruşma veya inceleme bitinceye kadar da hâkimin reddi istenebilir. Ancak bu istemin, ret sebebinin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde yapılması şarttır.



CMK Madde 25 Gerekçesi

Hâkimin davaya bakmaktan yasaklı olduğu hâllerde ret istemleri yargılamanın her aşamasında ileri sürebilir. Oysa, kanun, tarafsızlığı konusunda kuşku yaratan nedenlerden dolayı hâkimin reddi için zaman bakımından sınırlama getirmiş, reddin ilk derece mahkemelerinde iddianame okununcaya, duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya, diğer hâllerde de inceleme başlayıncaya kadar istenmesi gerektiği öngörülmüştür; bu sürelerin geçirilmesi durumunda istem dikkate alınmayacaktır.

Madde, yalnızca kovuşturma evresinde uygulanmak amacıyla düzenlenmiş olmakla birlikte, hâkimin tarafsızlığının yargılamanın tüm evrelerinde korunması zorunlu bulunmaktadır.

Sonradan ortaya çıkan nedenlere dayanılarak, duruşma bitinceye kadar, tarafsızlık konusunda kuşku yaratan nedenin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde hâkimin reddinin istenebilmesi Tasarının getirdiği yeni bir hüküm niteliğindedir. İstemin yedi gün içinde ileri sürülmesi koşulu, davanın uzatılmasına yönelik çabaları önlemek için gerekli ve yararlı sayılmıştır.


CMK 25 (Tarafsızlığını Şüpheye Düşürecek Sebeplerden Dolayı Hâkimin Reddi İsteminin Süresi) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2013/6-39 Karar: 2014/372 Tarih: 16.09.2014

  • CMK 25. Madde

  • Tarafsızlığını Şüpheye Düşürecek Sebeplerden Dolayı Hâkimin Reddi İsteminin Süresi

Sanık S. G.’nın resmi evrakta sahtecilik suçu ile irtikap suçuna teşebbüsten beraatına; sanığın, bacanağı Şinasi ile ilgili davalarda hakimin reddi ve çekilme nedenleri gerçekleştiği halde duruşma ve keşiflerini yapıp anılan davacıyı kayırma fikriyle kanuna ve hukuka aykırı karar ve hüküm verdiği gerekçesiyle 765 sayılı TCK’nun 244,, 80,, 59, 647 sayılı Kanunun 4. maddeleri uyarınca sonuç olarak 435.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve 2 ay 27 gün süreyle memuriyetten yoksun bırakılmasına, bu cezanın 4616 sayılı Kanunun 4758 sayılı Kanun ile değişik 1. maddesinin 4. bendinin 4. bendinin 3. paragrafı uyarınca dava zamanaşımı süresince ertelenmesine ilişkin, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince verilen 11.09.2003 gün ve 13044-6298 sayılı hükmün, sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 20.01.2004 gün ve 257-10 sayı ile sonuç olarak;

“… 1-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 esas sayılı dosyasında, bacanağı olan Ş. K.’nın davacı konumunda olmasına ve davaya bakmasına kanuni engel bulunmasına rağmen, dava dilekçesini 13.10.1994 tarihinde havale edip aynı gün tensip yaparak keşif icra ettiği, mahalli bilirkişi N. K.’nin söylememesine rağmen ona atfen “diğer davacılar taşınmazın bir bölümünü Ş. K.’ya sattılar” biçiminde tutanağa yazdırıp tutanağı okutturmadan imzalattırması nedeniyle sanığın 765 sayılı TCK’nun 244, 80. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına ilişkin hükmün, eylemin resmi evrakta sahtekarlık suçuna uyduğu nazara alınmadan suç niteliğinin belirlenmesindeki kanuna aykırılık nedeniyle bozulmasına,

2-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27,, 28 ve 30 esas sayılı dosyalarında 30.05.1997 tarihinde keşfe gitmediği halde keşif tutanaklarını bilgisayarla yazdırıp dairede imzalattırması nedeniyle sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi kanuna aykırı olduğundan bozulmasına,

3-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesine ait bir kısım dosyalarda SİT alanının belirlenmesine ilişkin keşiflere gitmediği halde dairede keşif tutanakları düzenlemesi nedeniyle sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi kanuna aykırı olduğundan bozulmasına,

4-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/131 esas sayılı dosyasında mahalli bilirkişi İlia Banago ile zilyetlik tanığı H. V.. keşifte bulunmadıkları halde var göstererek, serdedilmeyen görüşleri bizzat tutanağa yazdırıp imzalarını dairede tamamlattırdığı iddiasıyla ilgili kanıtların incelenmesinde; sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmünün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi kanuna aykırı olduğundan bozulmasına”,

Oyçokluğuyla karar verilmiştir.

Yargıtay 6. Ceza Dairesince 07.10.2004 gün ve 4229-11518 sayı ile önceki hükümde direnilmiştir.

Bu kararın da sanık ve müdafii, katılan vekili ile Yargıtay Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Ceza Genel Kurulunca 28.12.2004 gün ve 210-231 sayı ile, dosya tebliğname düzenlenmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına gönderilmiş, bu işlem tamamlandıktan sonra Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme sonucunda 11.10.2005 gün ve 40-114 sayı ile;

“… Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bozma kararından sonra Özel Dairece yapılan yargılama aşamasında, önceki hüküm sanık aleyhinde bozulurken beyanları dayanak olarak alınan tanıklardan H. Y.’ın 29.07.2004, N. Y., H. V.. ve Ş. Y.’ın 30.07.2004, N. K.’nin ise 31.07.2004 havale tarihli dilekçeler vererek, baskı altında verdiklerini ileri sürdükleri önceki suçlayıcı beyanlarından döndükleri ve daha önceki suçlayıcı beyanlarında katılmadıklarını söyledikleri keşiflerde hazır bulunduklarını belirttikleri anlaşılmaktadır. Ancak, bu dilekçelerin anılan kişilere ait olup olmadığı hususunda herhangi bir tespit bulunmadığı gibi, dilekçelerin duruşma sırasında okunduklarına ve yargılamanın sujelerinin görüşüne sunularak tartışıldığına dair duruşma tutanaklarında da bir bilgi bulunmamaktadır. Kaldı ki beyanlarını değiştirmeyen diğer tanıkların anlatımları ile anılan dilekçe sahiplerinin yazılı beyanları arasında bir çelişki doğduğu ve bu çelişkinin giderilmediği de açıktır. Buna göre, adı geçen tanıklar Özel Dairece olanakların elverişliliği halinde yüzyüze veya elverişsizliği durumunda istinabe yoluyla dinlenmek suretiyle, söz konusu dilekçelerin kendileri tarafından verilip verilmediğinin, verildiğinin kabulü halinde ifadelerini değiştirme nedenlerinin ne olduğunun sorulmasında, diğer tanıkların anlatımları ile doğan çelişkiler nedeniyle tanıklar yüzleştirilerek çelişkinin giderilmesine çalışılmasında ve böylece ceza yargılamasının amacına uygun olarak tüm kanıtların toplanmasından sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde ve suçlayıcı ilk şahadetlere dayalı olarak şekillenen mahkumiyete ilişkin kanaatlerin, ortaya çıkacak yeni kanıtlar ışığında sorgulanmasının sağlanmasında zorunluluk bulunmaktadır…”,

Gerekçesiyle ve oyçokluğuyla hükmün eksik soruşturma nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay 6. Ceza Dairesince bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 13.09.2006 gün ve 16467-7987 sayı ile, sanığın lehe olduğu kabul edilen 765 sayılı TCK’nun 339/1,, 80,, 59/2. maddeleri uyarınca 2 yıl 11 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Bu hükmün de sanık ve müdafii, katılan vekili ve Yargıtay Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 04.12.2007 gün ve 296-267 sayı ile;

“… Tüm dosya kapsamı ile sanığın;

1-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 esas sayılı dosyasında, bacanağı olan Ş. K.’nın davacı konumunda olmasına ve davaya bakmasına yasal engel bulunmasına rağmen, dava dilekçesini 13.10.1994 tarihinde havale edip aynı gün tensip yaparak keşif icra ettiği, mahalli bilirkişi N. K.’nin söylememesine rağmen ona atfen ‘diğer davacılar taşınmazın bir bölümünü Ş. K.’ya sattılar’ biçiminde tutanağa yazdırıp tutanağı okutturmadan imzalattırdığı, Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/53 ve 54 esas sayılı dosyalarında da aynı kişinin taraf olduğu davalara bakıp kabulle sonuçlandırdığı, bu suretle yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişinin söylemediği hususları söylemiş gibi onun ağzından tutanağa geçirerek gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği,

2-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27,, 28 ve 30 esas sayılı dosyalarında 30.05.1997 tarihinde keşfe gitmediği halde keşif tutanaklarını bilgisayarla yazdırıp dairede imzalattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanakları düzenlediği,

3-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesine ait tescil davalarında bir kısım dosyalarda SİT alanının belirlenmesine ilişkin keşiflere gitmediği halde dairede, keşfe gidilmiş gibi gerçeğe aykırı keşif tutanakları tanzim ettiği,

4-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/131 esas sayılı dosyasında mahalli bilirkişi İlia Banago ile zilyetlik tanığı H. V.. keşifte bulunmadıkları halde var göstererek, serdedilmeyen görüşleri bizzat tutanağa yazdırıp imzalarını dairede tamamlattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği,

Sabittir.

Özel Dairece yapılan yargılama sonucunda, elde edilen kanıtlara ve dosya kapsamına göre sanığın açıklanan eylemlerinin sabit olduğunun kabul edilmesi isabetlidir.

Sabit olduğu kabul edilen eylemlerin hangi suç niteliğine uyduğunun belirlenmesine ilişkin yapılan incelemede;

Özel Dairece lehe olduğu kabul edilen 765 sayılı Türk Ceza Yasasının, 6. Bab 3. faslında düzenlenen evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu ise kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp, yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de fiilen bir zararın ortaya çıkması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir. Resmi evrakta sahtekarlık suçunda, evrakın sahte olarak düzenlenmesi yeterli olup, kullanılması suçun oluşması için gerekli değildir.

Bunlardan resmi belgenin aslında ya da yiten asıl belgenin yerine geçen onaylı örneği üzerinde sahtecilik; görevli memur tarafından görevi nedeniyle işlenmiş ise 339. maddesi uygulanacaktır.

Sahteciliğin, sahteliği ispat edilmedikçe geçerli bir resmi evrak üzerinde yapılması halinde ise, 339. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uygulanacaktır.

Somut olayda sanığın sabit olan eylemleri, hakimlik görevi gereği düzenlediği resmi belge niteliğindeki keşif tutanaklarının gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesinden ibarettir. Gerçeğe aykırı düzenlenen bu sahte keşif tutanakları esas alınarak verilen hükümlerin de nitelikleri itibariyle sahte mahkeme ilamı niteliğinde olacağı açıktır.

1086 sayılı HUMK’nun 295. maddesinde1086 sayılı HUMK’nun 295. maddesinde, mahkeme ilamlarının sahteliği ispat edilmedikçe geçerli evrak niteliğinde olduğu hükme bağlanmıştır. Kaldı ki, Ceza Genel Kurulunun 15.03.1993 gün ve 45-65 sayılı kararında keşif tutanaklarının, sahteciliği ispat edilmedikçe geçerli resmi evrak niteliğinde olduğu esası kabul edilmiştir.

O halde sanığın sabit olan eylemleri, sahteliği ispat edilmedikçe geçerli evrakta sahtecilik suçuna uymakta olup, 765 sayılı TCK’nun 339. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmelidir.

Özel Dairece suç niteliğinin yanlış değerlendirilmesi sonucunda sanığın 765 sayılı TCK’nun 339. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır.

Zincirleme (müteselsil) suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesinde;

Zincirleme (müteselsil) suç, 765 sayılı TCK’nun 80. maddesinde; ‘Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün birkaç defa ihlâl edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır’ denilerek tarif edilmiş, bu durumda faile verilen cezanın belli oranda artırılması öngörülmüştür.

Bu tanımdan yola çıkıldığında, zincirleme suçun varlığının kabulü bakımından gerekli birinci koşul; farklı zamanlarda işlenmiş olsalar dahi ortada birden çok suçun olması, ikinci koşul; bu suçların yasanın aynı hükmünü ihlâl etmesi ve nihayet üçüncü koşul da; suç işleme kararında birlik bulunmasıdır.

Bunlardan en önemlisi, Yasada ‘suç işleme kararında birlik’ şeklinde ifadesini bulan, sübjektif koşuldur. Muhtelif suçları birbirine bağlayan, birleştiren ve müteselsil suçu yapısal olarak cezaların içtimaından ayıran da bu koşuldur. (Türkân Yalçın Sancar, Müteselsil Suç, Ankara-1995, s.86.) Bu sübjektif koşul, ‘aynı suç kasdı’ olarak anlaşılmamalıdır. Nitekim 80. maddenin ilk halinde kullanılan ‘kasdı cürmî’ deyimi karışıklıklara yol açtığından dolayı daha sonra değiştirilmiş ve madde günümüzdeki şeklini almıştır. Bu bakımdan, her biri bağımsız olan ve ayrı ayrı kastlarla işlenen bu suçların, aynı kastın ürünü olduklarını söylemek, Yasanın lafzına da uygun olmayacaktır. (Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Ankara-1973, s.56.)

Aynı ve tek olan şey, bu bağımsız kastları birleştiren ve bu sebeple kasttan başka bir anlam ifade etmek zorunda bulunan ‘suç işleme kararı’dır. Suç işleme kararından, kanunun aynı hükmünü birkaç defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plân, genel bir niyet anlaşılır. Fail, önceden böyle bir plân veya niyet tespit etmiş, bunu bir defada gerçekleştirecek yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plâna göre hareket etmiş olduğu içindir ki, birden fazla olan kısımlar, tek bir müteselsil suç meydana getirirler. (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Cilt I, 14. bası, s.398)

Ceza Genel Kurulunun 24.11.1998 gün ve 1998/6-280-359 sayılı kararında vurgulanan ölçüte göre de; kesin, belirli, somut suçların maddi ve sübjektif öğelerini kapsayan bir tasarlamanın mevcudiyeti halinde, suç işleme kararında birliğin bulunduğunu kabul etmek gerekir.

Ancak, suç işleme kararında birlik koşulu daha ziyade failin iç dünyası ile ilgili bulunduğundan, gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi güçtür. O halde, bu konuda gözleme özel bir önem verilmelidir. Bu hususta takdir hakkı bulunan yargıç, bu işlem sırasında gündelik hayat deneyimlerini genel bir yol gösterici olarak gözönünde bulundurmalı, sübjektif bağın belirlenmesinde; suçların işleniş biçimlerindeki benzerlik, suçların işlenme zamanları ve yerleri arasındaki ilişki, suçların işlenmesine hükümden sonra devam edilip edilmediği gibi yardımcı kriterlerden de yararlanmalıdır. (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul-1972, s.138 vd)

80.madde, birden fazla ihlâllerin ‘muhtelif zamanlarda’ meydana gelse de bir suç sayılacağını belirtmiştir. Bu bakımdan, suçlar arasında bir zaman aralığının bulunması doğaldır ve fasıla bu suçların aynı suç işleme kararıyla işlenip işlenmedikleri hususunda kesin bir ölçüt sayılamaz. Buna karşın, zamanın uzunluğu yahut kısalığı, tamamen göz ardı edilebilecek bir husus da değildir. Burada dikkate alınması gereken şudur; genellikle müteselsil suçun varlığı, suçlar arasındaki zaman aralıklarıyla ters orantılıdır. Örneğin; suçlar arasındaki zaman fasılaları çok uzunsa, bu durum failin “aynı suç işleme kararı” ile hareket etmediğine karine oluşturabilir. Bununla birlikte, suçların kısa zaman aralıklarıyla işlenmeleri de her zaman aynı suç işleme kararıyla hareket edildiğine işaret etmez.

Öte yandan, Yasamız zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Bir başka önemli sorun da, suçların farklı mağdurlara yönelik olması halinde, aynı suç işleme kararının bulunup bulunamayacağının tayinidir. Bazı yazarlar, mağdurların değişmesi halinde, müteselsil suçun hiçbir şekilde gerçekleşmeyeceğini ileri sürmektedirler. Bir kısım yazarlar ise, bazı suçların yapısında bir sınır bulunduğunu; hayat, vücut bütünlüğü, hürriyet, cinsel özgürlük gibi münhasıran kişiye ait değerleri ihlâl eden suçların, zorunlu olarak teselsül dışında kaldığını savunmaktadırlar. Ancak bu yazarların hemen hepsi, mala karşı işlenen suçlarda mağdurlar farklı da olsa, suç işleme kararının değişmeyebileceğini kabul etmektedirler. (Maggıore ve Majno’ya atfen, Sancar, s.106 vd.)

Bu hususta Ceza Genel Kurulunun 18.11.1985 gün ve 220-585 sayılı kararı da önemli bir emsal oluşturmaktadır. Anılan kararda, suç işleme kararında birlik bulunması halinde suçtan zarar görenin birden fazla olmasının, eylemlerdeki bağlantıyı ve teselsülü etkilemeyeceği, müteselsil suçu ancak kararın yenilenmiş olmasının ortadan kaldıracağı belirtilmiş, böylece dolandırıcılık suçunda mağdur sayısının fazlalığının teselsüle mutlak engel bir hal olmadığı kabul edilmiştir.

Açıklanan bilimsel görüşler ve yargısal kararlar ışığında somut olayı değerlendirecek olursak;

Sanık hakimin gerçekleştirdiği sahtecilik eylemleri yukarıda dört grup halinde özetlenmiştir. Tüm bu eylemlerin bir bütün halinde aynı suç işleme kararı ile işlenmiş olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır. Çünkü, eylem tarihleri nazara alındığında aralarında 1 yıl veya daha fazla sürelerin bulunduğu, ayrıca her bir gruptaki sahtecilik olaylarında yeni ve farklı bir kasıtla eylemlerin gerçekleştirildikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerek Ceza Genel Kurulunca gerekse Özel Dairece sanığın eylemleri dört farklı grupta ele alınmış ve her biri için ayrı değerlendirme yapılmıştır.

O halde sanığın dört ayrı sahtecilik suçundan cezalandırılmasına karar verilmeli, buna bağlı olarak da her bir suç grubu yönünden kendi içinde aynı suçu işleme kastı ile işlenmiş birden fazla eylemin varlığı durumunda zincirleme suç hükümlerinin uygulanması ayrıca değerlendirilmelidir.

Özel Dairece sanığın bütün eylemlerini bir suç işleme kararı ile gerçekleştirdiğinin kabulüyle bir kez sahtecilik suçundan cezalandırılması ve bu cezasının zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırılması dosya kapsamına ve yasaya aykırı olup isabetsizdir.

Bu itibarla, katılan hazine vekili ve Yargıtay C. Savcısının temyiz itirazları yerinde görüldüğünden, suç niteliğinin belirlenmesinde ve sanığın dört ayrı resmi evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılması yerine koşulları oluşmadığı halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak bir kez cezalandırılmasına karar verilerek eksik ceza tayin edilmesindeki isabetsizlikler nedeniyle Özel Daire hükmünün bozulmasına…”,

Karar verilmiştir.

Bozmaya uyan Yargıtay 6. Ceza Dairesince, aleyhe olan bozmaya karşı savunmasının alınması amacıyla duruşmada hazır bulunması için sanığa tebligat yapılamaması nedeniyle yakalama kararı çıkarılmış, ancak sanığın yakalanamaması üzerine 14.11.2012 gün ve 2415-1 sayı ile; sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2. maddeleri gereğince dava zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir:

Bu hükmün de sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının onama istemli 02.01.2013 ile 20.06.2006 gün ve 110809 sayılı tebliğnameleriyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Karar: Sanık hakkındaki kamu davasının, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel Dairece dava zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiyle 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2. maddeleri uyarınca düşürülmesine karar verilen somut olayda Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkındaki kamu davasının dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle düşmesine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

Ancak, sanık tarafından verilen 03.02.2013 tarihli dilekçede reddi hakim talebinde bulunulması nedeniyle öncelikle bu hususun değerlendirilmesi gerekmektedir:

2797 sayılı Yargıtay Kanununun 39. maddesinin2797 sayılı Yargıtay Kanununun 39. maddesinin 3. fıkrasında yer alan; “Dairelerin veya genel kurulların başkan ve üyeleri reddolunabilirler. Ret hususundaki istemler, reddedilen başkan veya üye katılmaksızın ilgili daire veya genel kurullarca incelenerek kesin karara bağlanır. Daire ve kurulların toplantılarını engelleyen toplu ret istemleri dinlenmez” şeklindeki düzenleme uyarınca sanık tarafından reddedilen Yargıtay Başkan ve Üyelerinin katılımı olmaksızın oluşturulan Ceza Genel Kurulu tarafından red istemi değerlendirilmiş, inceleme tarihi itibariyle emekli olmuş olmaları nedeniyle görevde bulunmayan Yargıtay Başkan ve Üyeleri hakkındaki reddi hakim talebi inceleme dışında bırakılmıştır.

İncelenen dosya kapsamından; sanığın vermiş olduğu 03.02.2013 tarihli dilekçe ile; halen görevde bulunan Ceza Genel Kurulu Başkanı Abdulkadir İlhan, Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Şerafettin İste, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Erdal Gökçen, Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı Hüseyin Eken, Yargıtay 13. Ceza Dairesi Başkanı İ. Rüştü Cirit ile Yargıtay Üyesi M. Metin Kaya hakkında reddi hakim talebinde bulunduğu, red gerekçesi olarak ise; aynı hukuki durumda bulunan ve birinci sınıf olmamaları nedeniyle Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan diğer sanıklar hakkında verilen beraat kararının Yargıtay 6. Ceza Dairesince onanarak kesinleşmesine rağmen Ceza Genel Kurulunun 04.12.2007 gün ve 296-267 sayılı kararına katılarak aleyhine oy kullanılmış olmasının gösterildiği anlaşılmaktadır.

Konuyla ilgili yasal düzenlemelere kısaca değinmek gerekirse;

5271 sayılı CMK’nun 22. maddesinde5271 sayılı CMK’nun 22. maddesinde “Hâkimin davaya bakamayacağı hâller”, 23. maddesinde “Yargılamaya katılamayacak hâkim” düzenlenmiş, “Hâkimin reddi sebepleri ve ret isteminde bulunabilecekler” başlıklı 24. maddesinde; “(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.

(2) Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekili, hâkimin reddi isteminde bulunabilirler…”,

“Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi” başlıklı 25. maddesinde de; “(1) Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtay’da görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer hâllerde, inceleme başlayıncaya kadar hâkimin reddi istenebilir.

(2) Sonradan ortaya çıkan veya öğrenilen sebeplerle duruşma veya inceleme bitinceye kadar da hâkimin reddi istenebilir. Ancak bu istemin, ret sebebinin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde yapılması şarttır” şeklinde hükümlere yer verilmiştir.

Buna göre, konumuza ilişkin olarak tarafsızlığı şüpheye düşürebilecek hallerin varlığı durumunda hakimin reddi istenebilecek, tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddinin istenmesi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya kadar, duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtay’da görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar diğer hâllerde ise, inceleme başlayıncaya kadar mümkün olabilecektir.

Yargıtay’da görev yapan Başkan ve Üyelerin, inceleme konusu dosyada daha önce temyiz incelemesini yapan heyette yer alması tarafsızlığı şüpheye düşürecek sebeplerden değildir. Bu nedenle Yargıtay’da aynı dosyada daha önce temyiz incelemesine katılan Başkan ve Üyeler, aynı dosyanın tekrar incelenmesi sırasında da temyiz incelemesi yapan heyette yer alabilecektir.

Bu açıklamalar ışığında reddi hakim talebi değerlendirildiğinde;

Sanık tarafından reddi hakim gerekçesi olarak ileriye sürülen, “aynı dosyanın daha önce temyiz incelemesine katılmış olmak” tarafsızlığı şüpheye düşürecek bir neden olmadığı gibi somut olayda reddi istenen Yargıtay Başkan ve Üyelerinin tarafsızlıklarını şüpheye düşürecek başka bir neden de bulunmamaktadır.

Bu itibarla, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı Abdulkadir İlhan, Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Şerafettin İste, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Erdal Gökçen, Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı Hüseyin Eken, Yargıtay 13. Ceza Dairesi Başkanı İ. Rüştü Cirit ile Yargıtay Üyesi M. Metin Kaya hakkında yapılan ve 5271 sayılı CMK’nun 31/1 maddesi kapsamında bulunmayan reddi hakim talebinin 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 39. maddesi gereğince kesin olarak reddine karar verilmelidir.

Sanık hakkındaki kamu davasının dava zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının değerlendirilmesine gelince;

İncelenen dosya içeriğinden;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun önceki kararlarında da belirtildiği üzere sanığın eylemleri;

1-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 esas sayılı dosyasında, bacanağı olan Ş. K.’nın davacı konumunda olmasına ve davaya bakmasına yasal engel bulunmasına rağmen, dava dilekçesini 13.10.1994 tarihinde havale edip aynı gün tensip yaparak keşif icra ettiği, mahalli bilirkişi N. K.’nin söylememesine rağmen ona atfen “diğer davacılar taşınmazın bir bölümünü Ş. K.’ya sattılar” biçiminde tutanağa yazdırıp tutanağı okutturmadan imzalattırdığı, bu suretle yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişinin söylemediği hususları söylemiş gibi onun ağzından tutanağa geçirerek gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği, bu dosyanın 13.05.1996 tarihinde sonuçlandırıldığı,

2-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27,, 28 ve 30 esas sayılı dosyalarında 30.05.1997 tarihinde keşfe gitmediği halde keşif tutanaklarını bilgisayarla yazdırıp dairede imzalattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanakları düzenlediği,

3-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesine ait tescil davalarında bir kısım dosyalarda SİT alanının belirlenmesine ilişkin keşiflere gitmediği halde dairede, 12.06.1997 ve önceki tarihlerde keşfe gidilmiş gibi gerçeğe aykırı keşif tutanakları tanzim ettiği,

4-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/131 esas sayılı dosyasında, 26.10.1996 tarihinde yapılan keşifte mahalli bilirkişi İlia Banago ile zilyetlik tanığı H. V.. keşifte bulunmadıkları halde var göstererek, serdedilmeyen görüşleri bizzat tutanağa yazdırıp imzalarını dairede tamamlattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği,

Şeklinde açıklanarak, bu eylemleri nedeniyle sanığın 765 sayılı TCK’nun 339. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca dört kez cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiğinin kabul edildiği,

Sanık hakkında soruşturma izninin 18.12.2000, kovuşturma izninin ise 22.03.2001 tarihinde verildiği,

Anlaşılmaktadır.

765 sayılı TCK’nun 102. maddesinde765 sayılı TCK’nun 102. maddesinde, kanunlarda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, maddenin üçüncü fıkrasında da, 5 yıldan çok 20 yıldan az hapis cezalarını gerektiren suçlarda bu sürenin 10 sene olacağı hüküm altına alınmıştır. Aynı kanunun 104/2. maddesi uyarınca kesen bir nedenin bulunması halinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.

Ceza Genel Kurulunun 18.12.2012 gün ve 864-1861, Ceza Genel Kurulunun 26.06.2012 gün ve 2012/2-978-250 ile Ceza Genel Kurulunun 23.01.2007 gün ve 2006/3-254-5 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, re’sen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığa yüklenen resmi belgede sahtecilik suçunun 765 sayılı TCK’nun 339. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde öngörülen yaptırımı 5 seneden 12 seneye kadar hapis cezasıdır. Aynı kanunun 102/3. maddesi uyarınca bu suçların asli dava zamanaşımı 10 yıl, 104/2. maddesi de göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı ise 15 yıldır.

Daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 13.05.1996, 26.10.1996, 30.05.1997 ve 12.06.1997 tarihlerinde gerçekleştirilen eylemlerle ilgili olarak 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2. maddelerinde öngörülen 15 yıllık dava zamanaşımı, soruşturma izni ile kovuşturma izni verilmesi arasında geçen 3 ay 4 günlük sürenin ilavesi halinde bile, en son tarihli işlenen suç yönüyle dahi 16.09.2012 tarihinde ve Özel Dairenin 14.11.2012 günlü kararından önce dolmuş bulunmaktadır.

Bu itibarla; Özel Dairenin sanık hakkında 765 sayılı TCK’nun 102/3,, 104/2 ve 223. maddeleri uyarınca dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle verdiği düşme kararı isabetli olduğundan onanmasına karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı Abdulkadir İlhan, Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Şerafettin İste, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Erdal Gökçen, Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı Hüseyin Eken, Yargıtay 13. Ceza Dairesi Başkanı İ. Rüştü Cirit ve Yargıtay Üyesi M. Metin Kaya hakkındaki sanığın reddi hakim talebinin 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 39. maddesi gereğince kesin olarak REDDİNE,

2- Yargıtay 6. Ceza Dairesince 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2 maddeleri uyarınca dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle verilen 14.11.2012 gün ve 2415-1 sayılı düşme kararının ONANMASINA,

3- Dosyanın, Özel Daireye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.09.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS