0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Hâkimin Reddi Sebepleri ve Ret İsteminde Bulunabilecekler

CMK Madde 24

(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.

(2) Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekili, hâkimin reddi isteminde bulunabilirler.

(3) Bunlardan herhangi biri istediği takdirde, karar veya hükme katılacak hâkimlerin isimleri kendisine bildirilir.



CMK Madde 24 Gerekçesi

Maddede, hâkimin davaya bakmaktan yasaklı olduğu hâller ve tarafsızlığı konusunda kuşku yaratacak diğer nedenlerle reddinin istenebilmesi kabul edilmiş, böylece taraflar yönünden güvence sağlanması amaçlanmıştır.

Hâkimin davaya bakmaktan yasaklı olduğu, görevini yapamayacağı hâller 23 üncü maddede sayılmıştır. Tarafsızlık konusunda kuşku yaratacak diğer nedenleri önceden belirleme olanağı bulunmadığından, öne sürülecek hâllerin değerlendirilmesi, reddi inceleyecek mercie bırakılmıştır. Ancak ileri sürülecek ret nedeninin nesnel ve akla uygun olması gerekir.

Maddenin ikinci fıkrasında hâkimi ret isteminde bulunabilecekler açıklanmıştır. Kişisel dava usulü Tasarıda kabul edilmediği için, buna metinde yer verilmemiştir.

Hâkimlerin isimlerinin istendiğinde bildirilmesi, taraflar için ek bir güvence oluşturmakta ve ayrıca, ret işlemlerinin ciddîliğini sağlayabilecek bir tedbir niteliğini göstermektedir.


CMK 24 (Hâkimin Reddi Sebepleri ve Ret İsteminde Bulunabilecekler) Emsal Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2018/270

  • CMK 24
  • Eşlerden birinin düzenlediği iddianame ile açılan davada diğer eşin hâkim sıfatıyla yargılama yapması ve karar vermesinin, başlı başına adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracak şekilde objektif ve subjektif anlamda tarafsızlık ilkesini zedelemediği kabul edilmelidir.

Avrupa Savcıları Konferansının 29-30 Mayıs 2005 tarihli 6. oturumunda kabul edilerek, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca 10.10.2006 gün ve 424 sayı ile benimsenmesine karar verilip, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünce de hâkim ve savcılara duyurulan Savcılar İçin Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Avrupa Esasları “Budapeşte İlkeleri” de Bangalor Yargı Etiği İlkeleri ile hemen hemen benzer düzenlemeler içermektedir.

Uyuşmazlık konusunun hukuki çözüme kavuşturulması bakımından ceza muhakemesinde tarafsızlığın güvence altına alınmasına yönelik düzenlemelerin üzerinde de durulması gerekmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun’da hâkimin tarafsızlığını etkileyen nedenler; görev yasakları ve tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebepler olarak düzenlenmiştir. Buna göre görev yasakları,

5271 sayılı CMK’nın “Hâkimin davaya bakamayacağı hâller” başlıklı 22. maddesinde;

“(1) Hâkim;

a) Suçtan kendisi zarar görmüşse,

b) Sonradan kalksa bile şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlilik, vesayet veya kayyımlık ilişkisi bulunmuşsa,

c) Şüpheli, sanık veya mağdurun kan veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyundan biri ise,

d) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlât edinme bağlantısı varsa,

e) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında üçüncü derece dahil kan hısımlığı varsa,

f) Evlilik sona ermiş olsa bile, şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında ikinci derece dahil kayın hısımlığı varsa,

g) Aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adlî kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği veya mağdur vekilliği yapmışsa,

h) Aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmişse, Hâkimlik görevini yapamaz” ,

“Yargılamaya katılamayacak hâkim” başlıklı 23. maddesinde ise;

“(1) Bir karar veya hükme katılan hâkim, yüksek görevli mahkemece bu hükme ilişkin olarak verilecek karar veya hükme katılamaz.

(2) Aynı işte soruşturma evresinde görev yapmış bulunan hâkim, kovuşturma evresinde görev yapamaz.

(3) Yargılamanın yenilenmesi hâlinde, önceki yargılamada görev yapan hâkim, aynı işte görev alamaz”, Şeklinde düzenlenmiştir.

Görev yasakları, CMK’nın 22 ve 23. maddelerinde tek tek gösterilmiş ve bu hâllerde hâkimin tarafsız olamayacağı varsayılmıştır. Hâkim, yargılama faaliyeti sırasında görev yasağı bulunup bulunmadığını resen göz önünde bulundurmak zorundadır. Görev yasaklarına uymamanın yaptırımı, hukuka kesin aykırılıktır.

CMK’nın “Hâkimin reddi sebepleri ve ret isteminde bulunabilecekler” başlıklı 24. maddesinde ise;

“(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.

(2) Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekili, hâkimin reddi isteminde bulunabilirler.

(3) Bunlardan herhangi biri istediği takdirde, karar veya hükme katılacak hâkimlerin isimleri kendisine bildirilir” hükmüne yer verilmiştir.

Bu maddede, Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekilinin, hâkimin davaya bakamayacağı hâllerin veya tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerin mevcut olduğunu ileri sürerek reddini isteyebilecekleri hüküm altına alınmıştır. Kanun’da hâkimin görev yasakları tek tek gösterilmesine karşın, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebepler sayılmamıştır. Zira, hâkimin tarafsızlığından şüphe duyulmasının dayanağı her somut olayda farklılık arz edebilir. Ancak, red sebebi olarak ileri sürülen hâl mantıklı ve objektif olmalıdır.

Yargılamanın tarafsız hâkimlerce yapılmasını sağlayan diğer bir düzenleme de hâkimin çekinmesi olup, CMK’nın “Hakimin çekinmesi ve inceleme mercii” başlıklı 30. maddesinde;

“(1) Hâkim, yasaklılığını gerektiren sebeplere dayanarak çekindiğinde; merci, bir başka hâkimi veya mahkemeyi davaya bakmakla görevlendirir.

(2) Hâkim, tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebepler ileri sürerek çekindiğinde, merci çekinmenin uygun olup olmadığına karar verir. Çekinmenin uygun bulunması hâlinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.

(3) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yapılan işler hakkında 29 uncu madde hükmü uygulanır” şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü gibi, hâkim, reddini gerektirecek nedenlerin bulunduğu kanısına vardığı takdirde, davaya bakmaktan çekinebilecektir. Hâkimin, yasaklılığını gerektiren sebeplere dayanarak davaya bakmaktan çekinmesi hâlinde merci, bir başka hâkimi veya mahkemeyi davaya bakmakla görevlendirecek; tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebepler ileri sürerek çekinmesi hâlinde ise, çekinmenin uygun olup olmadığına karar verecek ve çekinmeyi uygun bulması hâlinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkemeyi görevlendirecektir.

Yine tarafsızlık ilkesinin güvence altına alınmasıyla ilgisi bulunan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 46. maddesinin birinci fıkrasında, “Karı-koca, ikinci derece dahil kan ve sıhri hısımlar bir mahkemenin aynı dairesinde görev yapamazlar” hükmüne yer verilmiş olup, maddede sözü edilen yasağın kapsamının belirlenmesi bakımından “bir mahkemenin aynı dairesi” ifadesinin irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

2802 sayılı Kanun’un 5. maddesinin ikinci fıkrası; “Mahkeme başkanlarının, yargılamanın düzenli bir şekilde yürütülmesine ilişkin olarak görevli oldukları mahkeme dairelerindeki hâkimler üzerinde gözetim hakkı vardır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere “bir mahkemenin aynı dairesi” ibaresi, aynı mahkemeyi ifade etmektedir.

Buna göre, 2802 sayılı Kanun’un 46. maddesinin birinci fıkrasında yer alan bir mahkemenin aynı dairesinde görev yapamama olgusu, eşlerin hem hâkim hem de birinin hâkim, diğerinin Cumhuriyet savcısı olarak aynı mahkemede görev yapamaması anlamına gelmektedir. Bu aşamada, uyuşmazlık konusuyla ilgisi bakımından ceza muhakemesinde kıyas kavramı ile bu kavramın hâkimin davaya bakamaması ve reddi ile ilişkisine dair açıklamalarda bulunulması gerekmektedir.

Ceza hukukunda kanunilik ilkesinin bir sonucu olarak yasaklanan ve kanunda açıkça suç olarak gösterilmemiş olan bir fiilin, kanunda yer alan ve söz konusu fiile en çok benzeyen suça ilişkin hükümler uygulanmak suretiyle cezalandırılması şeklinde tezahür edebilecek kıyas metodu, ceza hukukunun aksine ceza muhakemesi hukukunda kural olarak serbesttir. Ancak, ceza muhakemesi hukukunda da kıyasa başvurulmasının sınırları vardır. İstisnai ve sınırlayıcı hükümler kıyas yasağı kapsamındadır. Yukarıda değinildiği üzere CMK’nın 22 ve 23. maddelerinde hâkimin görev yasakları sınırlı bir şekilde sayıldığından, istisnai nitelikteki bu hükümlerin kapsamının kıyas yoluyla genişletilmesi mümkün değildir. Aynı Kanun’un 24. maddesinde, görev yasakları dışında, hâkimin tarafsızlığını şüpheye düşüren ve kanunda sayılmayan diğer sebeplerden dolayı da hâkimin reddi isteminde bulunabileceği, 2802 sayılı Kanun’un 46. maddesinde de eşlerin, bir mahkemenin aynı dairesinde görev yapamayacakları hüküm altına alınmış, ancak her iki maddede de eşlerden birinin iddianame düzenlemesi durumunda, diğer eşin hâkim olarak davaya bakamayacağına ilişkin açık bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Bu nedenle 5271 sayılı CMK’nın konuyla ilgili diğer hükümleri de değerlendirilerek yapılacak yorumla bir sonuca ulaşılmalıdır. Bu kapsamda CMK’nın, Cumhuriyet savcısının soruşturma evresindeki görev ve yetkilerini düzenleyen 160 ve devamı maddeleri ile karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un, kanuna muhalefet hâllerinden “mahkemenin kanunun dairesinde teşekkül etmemiş olması”na ilişkin 308. maddesine de değinmek gerekmektedir.

5271 sayılı CMK’nın 160. maddesinin ikinci fıkrasında, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlü olduğu düzenlenmiştir. Geniş görev ve yetkilere sahip olan Cumhuriyet savcısının, şüphelinin lehine ve aleyhine olan tüm delilleri topladıktan sonra, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmaması hâlinde, CMK’nın 172. maddesi uyarınca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vereceği, suçu işlediğine yönelik yeterli şüphe bulunması hâlinde ise aynı Kanun’un 170. maddesi uyarınca iddianame düzenleyeceği ve iddianamenin sonuç kısmında şüphelinin sadece aleyhine olan hususları değil lehine olan hususları da ileri süreceği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere Cumhuriyet savcısı, şüphelinin haklarını korumak ve gözetmekle yükümlüdür.

Hüküm tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un “Kanuna muhalefet halleri” başlıklı 308.maddesinin birinci bendi; “Aşağıda yazılı hâllerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır. 1 - Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,.” biçiminde hüküm altına alınarak mahkemenin kanuna uygun şekilde teşekkül etmemesi hukuka kesin aykırılık hâllerinden biri olarak düzenlenmiştir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen iddianame üzerine eşi olan hakimin yargılama yapıp karar verdiği olayda; ceza muhakemesinin bir süjesi olan Cumhuriyet savcısının, yargılamayı yapıp karar verecek hâkimin şahsından bağımsız olarak şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplamayı, muhafaza altına almayı ve haklarını korumayı kapsayan yükümlülüklerinin bulunması, eşlerden birinin düzenlediği iddianame ile açılan kamu davasında, diğer eşin hâkim sıfatıyla yargılama yapmasının ve karar vermesinin CMK’nın 22 ve 23. maddelerinde sınırlı olarak sayılan hâkimin davaya bakamayacağı ve yargılamaya katılamayacağı hâller arasında gösterilmemesi, sanık N.P. hakkında iddianame düzenleyen Cumhuriyet savcısının kovuşturma evresinde mahkemede görev almadığı gibi görüş de bildirmemesi, sanık tarafından, hâkimin davaya bakamayacağı veya tarafsızlığını şüpheye düşürecek nedenlerin bulunduğu ileri sürülerek yapılmış bir hâkimin reddi isteğinin bulunmaması, hâkimin de davaya bakmaktan çekinmemesi, eşlerin bir mahkemenin aynı dairesinde görev yapma hâlinin bulunmaması, ceza muhakemesi hukukunda kıyas yoluyla istisnai hükümlerin kapsamının genişletilmesinin mümkün bulunmaması ve yargı sistemimizde uzun süredir devam eden yerleşik uygulamanın da bu doğrultuda olması karşısında, eşlerden birinin düzenlediği iddianame ile açılan davada diğer eşin hâkim sıfatıyla yargılama yapması ve karar vermesinin, başlı başına adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracak şekilde objektif ve subjektif anlamda tarafsızlık ilkesini zedelemediği kabul edilmelidir.


YARGITAY 21. CEZA DAİRESİ Esas: 2016/7846 Karar: 2016/5471 Tarih: 21.06.2016

  • CMK 24. Madde

  • Hâkimin Reddi Sebepleri ve Ret İsteminde Bulunabilecekler

Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 03.04.2016 gün ve 94660652-105-34-352-2016-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 18.04.2016 gün ve KYB 2016/144437 sayılı ihbarnamesi ile:

KARAR : Özel belgede sahtecilik suçundan şüpheliler …, … ve …. haklarında yapılan soruşturma sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 11.09.2015 tarihli ve … soruşturma, … sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz üzerine ilgili mahkeme hakiminin tarafsızlığını şüpheye düşürecek bir hal bulunup bulunmadığına yönelik 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 30/2. maddesi gereğince dosyaya bakmaktan çekinmesine, çekinme sebeplerinin değerlendirilmesi ve başka bir Sulh Ceza Hakiminin itirazı incelemek üzere görevlendirilmesine dair Sulh Ceza Hakimliğinin 30.11.2015 tarihli ve Değişik iş sayılı talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair Asliye Ceza Mahkemesi’nin 01.12.2015 tarihli ve Değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine dair Ağır Ceza Mahkemesi’nin 08.12.2015 tarihli ve değişik iş sayılı kararını kapsayan dosyanın incelenmesinde;

Usul hükümlerinde kıyasın mümkün olduğuna dair genel hukuk prensibi doğrultusunda yapılan incelemede, 5271 Sayılı Kanun’un 30/2. maddesinde yer alan “Hâkim, tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebepler ileri sürerek çekindiğinde, merci çekinmenin uygun olup olmadığına karar verir. Çekinmenin uygun bulunması halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.” şeklindeki hükümde yer alan mercii kavramı vazıh olmamakla birlikte, 5271 Sayılı Kanun’un 24/1. maddesi gereğince hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden reddinin istenebileceği belirtilerek anılan Kanun’un 27/2. maddesinde; “Ret istemi sulh ceza hâkimine karşı ise, yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesi ve tek hâkime karşı ise, yargı çevresi içerisinde bulunan ağır ceza mahkemesi karar verir.” şeklinde ret istemi hakkında karar verecek mahkemenin tayin olunması karşısında, belirtilen hükmün kıyasen hakimin tarafsızlığını şüpheye düşüren hallere istinaden çekinmesi halinde uygulanabileceği düşünüldüğünden, merciince yapılan itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması istenilmiş olmakla, Dairemize gönderilen dosya incelenerek gereği görüşüldü:

SONUÇ: Kanun yararına bozma isteminin mercii tayini hususuna dair olmasına, Başkanlar Kurulu kararlarına ve Yargıtay Kanunun’nun 14. maddesine göre kanun yararına bozma istemini inceleme görevinin Yüksek Yargıtay 5. Ceza Dairesine ait olduğu anlaşılmakla, Dairemizin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın görevli Daireye gönderilmesine, 21.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas: 2010/8331 Karar: 2010/11661 Tarih: 22.10.2010

  • CMK 24. Madde

  • Hâkimin Reddi Sebepleri ve Ret İsteminde Bulunabilecekler

Nitelikli dolandırıcılık suçundan sanığın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 158/1-e,, 43/1,, 62/1. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 6.240.000 yeni Türk Lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına dair Burdur Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27/07/2007 tarihli ve 2006/75 Esas, 2007/155 Karar sayılı kararının, Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 05/11/2008 tarihli ve 2008/1105-11178 sayılı ilâmı ile onanarak kesinleşmesini müteakip, sanık müdafii tarafından yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine ilişkin aynı mahkemenin 25/02/2009 tarihli ve 2009/236 Değişik İş sayılı kararına yönelik itirazın keza reddine dair Isparta Ağır Ceza Mahkemesi’nin 02/04/2009 tarihli ve 2009/480 Değişik İş sayılı kararının tüm dosya kapsamına göre; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 23/3. maddesindeki “Yargılamanın yenilenmesi halinde önceki yargılamada görev yapan hakim aynı işte görev alamaz” şeklindeki düzenleme ile aynı kanunun 318/1. maddesindeki “Yargılamanın yenilenmesi istemi, hükmü veren mahkemeye sunulur. Bu mahkeme, istemin kabule değer olup olmadığına karar verir” şeklindeki düzenlemeler karşısında, ilk kararı veren heyetin olayla ilgili kanaatinin oluştuğu, görüşünün ilk hükümle belirginleştiği, yeniden yargılama aşamasında ya da bu aşamaya götürecek talebin kabule değer olup olmadığına dair vereceği kararda önceki kanaat ve görüşünün etkisi altında kalabileceği, bu sebeple adil yargılama hakkının bir uzantısı olarak olaya tamamen yabancı, farklı bir heyetin yargılamanın yenilenmesi talebini incelemesi gerektiği hususu gözetilmeden itirazın bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309.maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza işleri Genel Müdürlüğü 04/05/2010 gün ve B.03.0.CIG.0.00.00.04-105-32-2639-2010/5145/28524 sayılı kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay C.Başsavcılığı’nın 18.05.2010 gün ve KYB.2010/113848 sayılı ihbarnamesiyle daireye ihbar ve dava evrakı tevdii kılınmakla incelenip gereği görüşüldü:

KARAR : Yargılamanın yenilenmesine ilişkin hükümleri düzenleyen 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Yenileme isteminin kabule değer olup olmadığı kararı ve mercii” başlıklı 318. maddesinin ( 1 ) numaralı fıkrasında; “Yargılamanın yenilenmesi istemi, hükmü veren mahkemeye sunulur. Bu mahkeme, istemin kabule değer olup olmadığına karar verir” şeklindeki düzenleme mevcut olup, aynı yasanın “Yargılamaya katılamayacak hakim” başlıklı 23. maddesinin ( 3 ) numaralı fıkrasında da “Yargılamanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev yapan hakim, aynı işte görev alamaz” hükmü getirilmiştir.

5271 sayılı CMK’nın 23. maddesinin ( 3 ) numaralı fıkrası ile ilgili olarak, komisyon gerekçesinde de; “Tasarının 24’üncü maddesine, yargılamanın yenilenmesi talebi halinde de, önceki yargılamada görev yapan hakimin aynı işte görev alamayacağı şeklinde üçüncü fıkra eklenmiştir. Böylece, aynı uyuşmazlık hakkında daha önce kanaatini belirtmiş olan hakimin daha sonra yargılamanın yenilenmesi sürecinde görev yapması önlenerek, hakim tarafsızlığı bu yönüyle de sağlanmak istenmiş ve 23. madde olarak kabul edilmiştir “ biçimindeki gerekçe mevcuttur.

Anılan yasa hükümleri ile önceki yargılamada görev yapan hakimin, yargılamanın yenilenmesi talebi halinde artık bu davaya bakamayacağı öngörülerek, bu suretle hakimin tarafsızlığının sağlanması amaçlanmıştır.

Somut olayda; Burdur Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27.07.2007 gün ve 2006/75 Esas, 2007/155 Karar sayılı kararının, kesinleşmesini müteakip, yargılamanın yenilenmesi talebi üzerine önceki yargılamada görev yapan ( 34948 ) sicil sayılı mahkeme başkanı ile ( 29963 ) sicil sayılı üye hakimin, yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine dair aynı mahkemenin 25.02.2009 gün ve 2009/236 Değişik İş sayılı kararına 5271 sayılı CMK’nın 23. maddesinin ( 3 ) numaralı fıkrasına aykırı olarak iştirak ettiği anlaşılmakta; anılan karara vaki itirazın bu yönden kabulü gerekirken reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Bu itibarla, kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce yerinde bulunduğundan, Burdur Ağır Ceza Mahkemesi’nin 25.02.2009 gün ve 2009/236 Değişik Iş sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Isparta Ağır Ceza Mahkemesi’nin 02.04.2009 gün ve 2009/480 Değişik İş sayılı kararının CMK’nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, gereğinin mahkemesince takdir ve ifasına, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 22.10.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2013/6-39 Karar: 2014/372 Tarih: 16.09.2014

  • CMK 24. Madde

  • Hâkimin Reddi Sebepleri ve Ret İsteminde Bulunabilecekler

Sanık S. G.’nın resmi evrakta sahtecilik suçu ile irtikap suçuna teşebbüsten beraatına; sanığın, bacanağı Şinasi ile ilgili davalarda hakimin reddi ve çekilme nedenleri gerçekleştiği halde duruşma ve keşiflerini yapıp anılan davacıyı kayırma fikriyle kanuna ve hukuka aykırı karar ve hüküm verdiği gerekçesiyle 765 sayılı TCK’nun 244,, 80,, 59, 647 sayılı Kanunun 4. maddeleri uyarınca sonuç olarak 435.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve 2 ay 27 gün süreyle memuriyetten yoksun bırakılmasına, bu cezanın 4616 sayılı Kanunun 4758 sayılı Kanun ile değişik 1. maddesinin 4. bendinin 4. bendinin 3. paragrafı uyarınca dava zamanaşımı süresince ertelenmesine ilişkin, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince verilen 11.09.2003 gün ve 13044-6298 sayılı hükmün, sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 20.01.2004 gün ve 257-10 sayı ile sonuç olarak;

“… 1-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 esas sayılı dosyasında, bacanağı olan Ş. K.’nın davacı konumunda olmasına ve davaya bakmasına kanuni engel bulunmasına rağmen, dava dilekçesini 13.10.1994 tarihinde havale edip aynı gün tensip yaparak keşif icra ettiği, mahalli bilirkişi N. K.’nin söylememesine rağmen ona atfen “diğer davacılar taşınmazın bir bölümünü Ş. K.’ya sattılar” biçiminde tutanağa yazdırıp tutanağı okutturmadan imzalattırması nedeniyle sanığın 765 sayılı TCK’nun 244, 80. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına ilişkin hükmün, eylemin resmi evrakta sahtekarlık suçuna uyduğu nazara alınmadan suç niteliğinin belirlenmesindeki kanuna aykırılık nedeniyle bozulmasına,

2-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27,, 28 ve 30 esas sayılı dosyalarında 30.05.1997 tarihinde keşfe gitmediği halde keşif tutanaklarını bilgisayarla yazdırıp dairede imzalattırması nedeniyle sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi kanuna aykırı olduğundan bozulmasına,

3-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesine ait bir kısım dosyalarda SİT alanının belirlenmesine ilişkin keşiflere gitmediği halde dairede keşif tutanakları düzenlemesi nedeniyle sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi kanuna aykırı olduğundan bozulmasına,

4-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/131 esas sayılı dosyasında mahalli bilirkişi İlia Banago ile zilyetlik tanığı H. V.. keşifte bulunmadıkları halde var göstererek, serdedilmeyen görüşleri bizzat tutanağa yazdırıp imzalarını dairede tamamlattırdığı iddiasıyla ilgili kanıtların incelenmesinde; sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmünün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi kanuna aykırı olduğundan bozulmasına”,

Oyçokluğuyla karar verilmiştir.

Yargıtay 6. Ceza Dairesince 07.10.2004 gün ve 4229-11518 sayı ile önceki hükümde direnilmiştir.

Bu kararın da sanık ve müdafii, katılan vekili ile Yargıtay Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Ceza Genel Kurulunca 28.12.2004 gün ve 210-231 sayı ile, dosya tebliğname düzenlenmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına gönderilmiş, bu işlem tamamlandıktan sonra Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme sonucunda 11.10.2005 gün ve 40-114 sayı ile;

“… Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bozma kararından sonra Özel Dairece yapılan yargılama aşamasında, önceki hüküm sanık aleyhinde bozulurken beyanları dayanak olarak alınan tanıklardan H. Y.’ın 29.07.2004, N. Y., H. V.. ve Ş. Y.’ın 30.07.2004, N. K.’nin ise 31.07.2004 havale tarihli dilekçeler vererek, baskı altında verdiklerini ileri sürdükleri önceki suçlayıcı beyanlarından döndükleri ve daha önceki suçlayıcı beyanlarında katılmadıklarını söyledikleri keşiflerde hazır bulunduklarını belirttikleri anlaşılmaktadır. Ancak, bu dilekçelerin anılan kişilere ait olup olmadığı hususunda herhangi bir tespit bulunmadığı gibi, dilekçelerin duruşma sırasında okunduklarına ve yargılamanın sujelerinin görüşüne sunularak tartışıldığına dair duruşma tutanaklarında da bir bilgi bulunmamaktadır. Kaldı ki beyanlarını değiştirmeyen diğer tanıkların anlatımları ile anılan dilekçe sahiplerinin yazılı beyanları arasında bir çelişki doğduğu ve bu çelişkinin giderilmediği de açıktır. Buna göre, adı geçen tanıklar Özel Dairece olanakların elverişliliği halinde yüzyüze veya elverişsizliği durumunda istinabe yoluyla dinlenmek suretiyle, söz konusu dilekçelerin kendileri tarafından verilip verilmediğinin, verildiğinin kabulü halinde ifadelerini değiştirme nedenlerinin ne olduğunun sorulmasında, diğer tanıkların anlatımları ile doğan çelişkiler nedeniyle tanıklar yüzleştirilerek çelişkinin giderilmesine çalışılmasında ve böylece ceza yargılamasının amacına uygun olarak tüm kanıtların toplanmasından sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde ve suçlayıcı ilk şahadetlere dayalı olarak şekillenen mahkumiyete ilişkin kanaatlerin, ortaya çıkacak yeni kanıtlar ışığında sorgulanmasının sağlanmasında zorunluluk bulunmaktadır…”,

Gerekçesiyle ve oyçokluğuyla hükmün eksik soruşturma nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay 6. Ceza Dairesince bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 13.09.2006 gün ve 16467-7987 sayı ile, sanığın lehe olduğu kabul edilen 765 sayılı TCK’nun 339/1,, 80,, 59/2. maddeleri uyarınca 2 yıl 11 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Bu hükmün de sanık ve müdafii, katılan vekili ve Yargıtay Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 04.12.2007 gün ve 296-267 sayı ile;

“… Tüm dosya kapsamı ile sanığın;

1-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 esas sayılı dosyasında, bacanağı olan Ş. K.’nın davacı konumunda olmasına ve davaya bakmasına yasal engel bulunmasına rağmen, dava dilekçesini 13.10.1994 tarihinde havale edip aynı gün tensip yaparak keşif icra ettiği, mahalli bilirkişi N. K.’nin söylememesine rağmen ona atfen ‘diğer davacılar taşınmazın bir bölümünü Ş. K.’ya sattılar’ biçiminde tutanağa yazdırıp tutanağı okutturmadan imzalattırdığı, Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/53 ve 54 esas sayılı dosyalarında da aynı kişinin taraf olduğu davalara bakıp kabulle sonuçlandırdığı, bu suretle yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişinin söylemediği hususları söylemiş gibi onun ağzından tutanağa geçirerek gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği,

2-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27,, 28 ve 30 esas sayılı dosyalarında 30.05.1997 tarihinde keşfe gitmediği halde keşif tutanaklarını bilgisayarla yazdırıp dairede imzalattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanakları düzenlediği,

3-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesine ait tescil davalarında bir kısım dosyalarda SİT alanının belirlenmesine ilişkin keşiflere gitmediği halde dairede, keşfe gidilmiş gibi gerçeğe aykırı keşif tutanakları tanzim ettiği,

4-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/131 esas sayılı dosyasında mahalli bilirkişi İlia Banago ile zilyetlik tanığı H. V.. keşifte bulunmadıkları halde var göstererek, serdedilmeyen görüşleri bizzat tutanağa yazdırıp imzalarını dairede tamamlattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği,

Sabittir.

Özel Dairece yapılan yargılama sonucunda, elde edilen kanıtlara ve dosya kapsamına göre sanığın açıklanan eylemlerinin sabit olduğunun kabul edilmesi isabetlidir.

Sabit olduğu kabul edilen eylemlerin hangi suç niteliğine uyduğunun belirlenmesine ilişkin yapılan incelemede;

Özel Dairece lehe olduğu kabul edilen 765 sayılı Türk Ceza Yasasının, 6. Bab 3. faslında düzenlenen evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu ise kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp, yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de fiilen bir zararın ortaya çıkması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir. Resmi evrakta sahtekarlık suçunda, evrakın sahte olarak düzenlenmesi yeterli olup, kullanılması suçun oluşması için gerekli değildir.

Bunlardan resmi belgenin aslında ya da yiten asıl belgenin yerine geçen onaylı örneği üzerinde sahtecilik; görevli memur tarafından görevi nedeniyle işlenmiş ise 339. maddesi uygulanacaktır.

Sahteciliğin, sahteliği ispat edilmedikçe geçerli bir resmi evrak üzerinde yapılması halinde ise, 339. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uygulanacaktır.

Somut olayda sanığın sabit olan eylemleri, hakimlik görevi gereği düzenlediği resmi belge niteliğindeki keşif tutanaklarının gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesinden ibarettir. Gerçeğe aykırı düzenlenen bu sahte keşif tutanakları esas alınarak verilen hükümlerin de nitelikleri itibariyle sahte mahkeme ilamı niteliğinde olacağı açıktır.

1086 sayılı HUMK’nun 295. maddesinde1086 sayılı HUMK’nun 295. maddesinde, mahkeme ilamlarının sahteliği ispat edilmedikçe geçerli evrak niteliğinde olduğu hükme bağlanmıştır. Kaldı ki, Ceza Genel Kurulunun 15.03.1993 gün ve 45-65 sayılı kararında keşif tutanaklarının, sahteciliği ispat edilmedikçe geçerli resmi evrak niteliğinde olduğu esası kabul edilmiştir.

O halde sanığın sabit olan eylemleri, sahteliği ispat edilmedikçe geçerli evrakta sahtecilik suçuna uymakta olup, 765 sayılı TCK’nun 339. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmelidir.

Özel Dairece suç niteliğinin yanlış değerlendirilmesi sonucunda sanığın 765 sayılı TCK’nun 339. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır.

Zincirleme (müteselsil) suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesinde;

Zincirleme (müteselsil) suç, 765 sayılı TCK’nun 80. maddesinde; ‘Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün birkaç defa ihlâl edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır’ denilerek tarif edilmiş, bu durumda faile verilen cezanın belli oranda artırılması öngörülmüştür.

Bu tanımdan yola çıkıldığında, zincirleme suçun varlığının kabulü bakımından gerekli birinci koşul; farklı zamanlarda işlenmiş olsalar dahi ortada birden çok suçun olması, ikinci koşul; bu suçların yasanın aynı hükmünü ihlâl etmesi ve nihayet üçüncü koşul da; suç işleme kararında birlik bulunmasıdır.

Bunlardan en önemlisi, Yasada ‘suç işleme kararında birlik’ şeklinde ifadesini bulan, sübjektif koşuldur. Muhtelif suçları birbirine bağlayan, birleştiren ve müteselsil suçu yapısal olarak cezaların içtimaından ayıran da bu koşuldur. (Türkân Yalçın Sancar, Müteselsil Suç, Ankara-1995, s.86.) Bu sübjektif koşul, ‘aynı suç kasdı’ olarak anlaşılmamalıdır. Nitekim 80. maddenin ilk halinde kullanılan ‘kasdı cürmî’ deyimi karışıklıklara yol açtığından dolayı daha sonra değiştirilmiş ve madde günümüzdeki şeklini almıştır. Bu bakımdan, her biri bağımsız olan ve ayrı ayrı kastlarla işlenen bu suçların, aynı kastın ürünü olduklarını söylemek, Yasanın lafzına da uygun olmayacaktır. (Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Ankara-1973, s.56.)

Aynı ve tek olan şey, bu bağımsız kastları birleştiren ve bu sebeple kasttan başka bir anlam ifade etmek zorunda bulunan ‘suç işleme kararı’dır. Suç işleme kararından, kanunun aynı hükmünü birkaç defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plân, genel bir niyet anlaşılır. Fail, önceden böyle bir plân veya niyet tespit etmiş, bunu bir defada gerçekleştirecek yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plâna göre hareket etmiş olduğu içindir ki, birden fazla olan kısımlar, tek bir müteselsil suç meydana getirirler. (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Cilt I, 14. bası, s.398)

Ceza Genel Kurulunun 24.11.1998 gün ve 1998/6-280-359 sayılı kararında vurgulanan ölçüte göre de; kesin, belirli, somut suçların maddi ve sübjektif öğelerini kapsayan bir tasarlamanın mevcudiyeti halinde, suç işleme kararında birliğin bulunduğunu kabul etmek gerekir.

Ancak, suç işleme kararında birlik koşulu daha ziyade failin iç dünyası ile ilgili bulunduğundan, gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi güçtür. O halde, bu konuda gözleme özel bir önem verilmelidir. Bu hususta takdir hakkı bulunan yargıç, bu işlem sırasında gündelik hayat deneyimlerini genel bir yol gösterici olarak gözönünde bulundurmalı, sübjektif bağın belirlenmesinde; suçların işleniş biçimlerindeki benzerlik, suçların işlenme zamanları ve yerleri arasındaki ilişki, suçların işlenmesine hükümden sonra devam edilip edilmediği gibi yardımcı kriterlerden de yararlanmalıdır. (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul-1972, s.138 vd)

80.madde, birden fazla ihlâllerin ‘muhtelif zamanlarda’ meydana gelse de bir suç sayılacağını belirtmiştir. Bu bakımdan, suçlar arasında bir zaman aralığının bulunması doğaldır ve fasıla bu suçların aynı suç işleme kararıyla işlenip işlenmedikleri hususunda kesin bir ölçüt sayılamaz. Buna karşın, zamanın uzunluğu yahut kısalığı, tamamen göz ardı edilebilecek bir husus da değildir. Burada dikkate alınması gereken şudur; genellikle müteselsil suçun varlığı, suçlar arasındaki zaman aralıklarıyla ters orantılıdır. Örneğin; suçlar arasındaki zaman fasılaları çok uzunsa, bu durum failin “aynı suç işleme kararı” ile hareket etmediğine karine oluşturabilir. Bununla birlikte, suçların kısa zaman aralıklarıyla işlenmeleri de her zaman aynı suç işleme kararıyla hareket edildiğine işaret etmez.

Öte yandan, Yasamız zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Bir başka önemli sorun da, suçların farklı mağdurlara yönelik olması halinde, aynı suç işleme kararının bulunup bulunamayacağının tayinidir. Bazı yazarlar, mağdurların değişmesi halinde, müteselsil suçun hiçbir şekilde gerçekleşmeyeceğini ileri sürmektedirler. Bir kısım yazarlar ise, bazı suçların yapısında bir sınır bulunduğunu; hayat, vücut bütünlüğü, hürriyet, cinsel özgürlük gibi münhasıran kişiye ait değerleri ihlâl eden suçların, zorunlu olarak teselsül dışında kaldığını savunmaktadırlar. Ancak bu yazarların hemen hepsi, mala karşı işlenen suçlarda mağdurlar farklı da olsa, suç işleme kararının değişmeyebileceğini kabul etmektedirler. (Maggıore ve Majno’ya atfen, Sancar, s.106 vd.)

Bu hususta Ceza Genel Kurulunun 18.11.1985 gün ve 220-585 sayılı kararı da önemli bir emsal oluşturmaktadır. Anılan kararda, suç işleme kararında birlik bulunması halinde suçtan zarar görenin birden fazla olmasının, eylemlerdeki bağlantıyı ve teselsülü etkilemeyeceği, müteselsil suçu ancak kararın yenilenmiş olmasının ortadan kaldıracağı belirtilmiş, böylece dolandırıcılık suçunda mağdur sayısının fazlalığının teselsüle mutlak engel bir hal olmadığı kabul edilmiştir.

Açıklanan bilimsel görüşler ve yargısal kararlar ışığında somut olayı değerlendirecek olursak;

Sanık hakimin gerçekleştirdiği sahtecilik eylemleri yukarıda dört grup halinde özetlenmiştir. Tüm bu eylemlerin bir bütün halinde aynı suç işleme kararı ile işlenmiş olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır. Çünkü, eylem tarihleri nazara alındığında aralarında 1 yıl veya daha fazla sürelerin bulunduğu, ayrıca her bir gruptaki sahtecilik olaylarında yeni ve farklı bir kasıtla eylemlerin gerçekleştirildikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerek Ceza Genel Kurulunca gerekse Özel Dairece sanığın eylemleri dört farklı grupta ele alınmış ve her biri için ayrı değerlendirme yapılmıştır.

O halde sanığın dört ayrı sahtecilik suçundan cezalandırılmasına karar verilmeli, buna bağlı olarak da her bir suç grubu yönünden kendi içinde aynı suçu işleme kastı ile işlenmiş birden fazla eylemin varlığı durumunda zincirleme suç hükümlerinin uygulanması ayrıca değerlendirilmelidir.

Özel Dairece sanığın bütün eylemlerini bir suç işleme kararı ile gerçekleştirdiğinin kabulüyle bir kez sahtecilik suçundan cezalandırılması ve bu cezasının zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırılması dosya kapsamına ve yasaya aykırı olup isabetsizdir.

Bu itibarla, katılan hazine vekili ve Yargıtay C. Savcısının temyiz itirazları yerinde görüldüğünden, suç niteliğinin belirlenmesinde ve sanığın dört ayrı resmi evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılması yerine koşulları oluşmadığı halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak bir kez cezalandırılmasına karar verilerek eksik ceza tayin edilmesindeki isabetsizlikler nedeniyle Özel Daire hükmünün bozulmasına…”,

Karar verilmiştir.

Bozmaya uyan Yargıtay 6. Ceza Dairesince, aleyhe olan bozmaya karşı savunmasının alınması amacıyla duruşmada hazır bulunması için sanığa tebligat yapılamaması nedeniyle yakalama kararı çıkarılmış, ancak sanığın yakalanamaması üzerine 14.11.2012 gün ve 2415-1 sayı ile; sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2. maddeleri gereğince dava zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir:

Bu hükmün de sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının onama istemli 02.01.2013 ile 20.06.2006 gün ve 110809 sayılı tebliğnameleriyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Karar: Sanık hakkındaki kamu davasının, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel Dairece dava zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiyle 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2. maddeleri uyarınca düşürülmesine karar verilen somut olayda Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkındaki kamu davasının dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle düşmesine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

Ancak, sanık tarafından verilen 03.02.2013 tarihli dilekçede reddi hakim talebinde bulunulması nedeniyle öncelikle bu hususun değerlendirilmesi gerekmektedir:

2797 sayılı Yargıtay Kanununun 39. maddesinin2797 sayılı Yargıtay Kanununun 39. maddesinin 3. fıkrasında yer alan; “Dairelerin veya genel kurulların başkan ve üyeleri reddolunabilirler. Ret hususundaki istemler, reddedilen başkan veya üye katılmaksızın ilgili daire veya genel kurullarca incelenerek kesin karara bağlanır. Daire ve kurulların toplantılarını engelleyen toplu ret istemleri dinlenmez” şeklindeki düzenleme uyarınca sanık tarafından reddedilen Yargıtay Başkan ve Üyelerinin katılımı olmaksızın oluşturulan Ceza Genel Kurulu tarafından red istemi değerlendirilmiş, inceleme tarihi itibariyle emekli olmuş olmaları nedeniyle görevde bulunmayan Yargıtay Başkan ve Üyeleri hakkındaki reddi hakim talebi inceleme dışında bırakılmıştır.

İncelenen dosya kapsamından; sanığın vermiş olduğu 03.02.2013 tarihli dilekçe ile; halen görevde bulunan Ceza Genel Kurulu Başkanı Abdulkadir İlhan, Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Şerafettin İste, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Erdal Gökçen, Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı Hüseyin Eken, Yargıtay 13. Ceza Dairesi Başkanı İ. Rüştü Cirit ile Yargıtay Üyesi M. Metin Kaya hakkında reddi hakim talebinde bulunduğu, red gerekçesi olarak ise; aynı hukuki durumda bulunan ve birinci sınıf olmamaları nedeniyle Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan diğer sanıklar hakkında verilen beraat kararının Yargıtay 6. Ceza Dairesince onanarak kesinleşmesine rağmen Ceza Genel Kurulunun 04.12.2007 gün ve 296-267 sayılı kararına katılarak aleyhine oy kullanılmış olmasının gösterildiği anlaşılmaktadır.

Konuyla ilgili yasal düzenlemelere kısaca değinmek gerekirse;

5271 sayılı CMK’nun 22. maddesinde5271 sayılı CMK’nun 22. maddesinde “Hâkimin davaya bakamayacağı hâller”, 23. maddesinde “Yargılamaya katılamayacak hâkim” düzenlenmiş, “Hâkimin reddi sebepleri ve ret isteminde bulunabilecekler” başlıklı 24. maddesinde; “(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.

(2) Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekili, hâkimin reddi isteminde bulunabilirler…”,

“Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi” başlıklı 25. maddesinde de; “(1) Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtay’da görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer hâllerde, inceleme başlayıncaya kadar hâkimin reddi istenebilir.

(2) Sonradan ortaya çıkan veya öğrenilen sebeplerle duruşma veya inceleme bitinceye kadar da hâkimin reddi istenebilir. Ancak bu istemin, ret sebebinin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde yapılması şarttır” şeklinde hükümlere yer verilmiştir.

Buna göre, konumuza ilişkin olarak tarafsızlığı şüpheye düşürebilecek hallerin varlığı durumunda hakimin reddi istenebilecek, tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddinin istenmesi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya kadar, duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtay’da görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar diğer hâllerde ise, inceleme başlayıncaya kadar mümkün olabilecektir.

Yargıtay’da görev yapan Başkan ve Üyelerin, inceleme konusu dosyada daha önce temyiz incelemesini yapan heyette yer alması tarafsızlığı şüpheye düşürecek sebeplerden değildir. Bu nedenle Yargıtay’da aynı dosyada daha önce temyiz incelemesine katılan Başkan ve Üyeler, aynı dosyanın tekrar incelenmesi sırasında da temyiz incelemesi yapan heyette yer alabilecektir.

Bu açıklamalar ışığında reddi hakim talebi değerlendirildiğinde;

Sanık tarafından reddi hakim gerekçesi olarak ileriye sürülen, “aynı dosyanın daha önce temyiz incelemesine katılmış olmak” tarafsızlığı şüpheye düşürecek bir neden olmadığı gibi somut olayda reddi istenen Yargıtay Başkan ve Üyelerinin tarafsızlıklarını şüpheye düşürecek başka bir neden de bulunmamaktadır.

Bu itibarla, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı Abdulkadir İlhan, Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Şerafettin İste, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Erdal Gökçen, Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı Hüseyin Eken, Yargıtay 13. Ceza Dairesi Başkanı İ. Rüştü Cirit ile Yargıtay Üyesi M. Metin Kaya hakkında yapılan ve 5271 sayılı CMK’nun 31/1 maddesi kapsamında bulunmayan reddi hakim talebinin 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 39. maddesi gereğince kesin olarak reddine karar verilmelidir.

Sanık hakkındaki kamu davasının dava zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının değerlendirilmesine gelince;

İncelenen dosya içeriğinden;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun önceki kararlarında da belirtildiği üzere sanığın eylemleri;

1-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 esas sayılı dosyasında, bacanağı olan Ş. K.’nın davacı konumunda olmasına ve davaya bakmasına yasal engel bulunmasına rağmen, dava dilekçesini 13.10.1994 tarihinde havale edip aynı gün tensip yaparak keşif icra ettiği, mahalli bilirkişi N. K.’nin söylememesine rağmen ona atfen “diğer davacılar taşınmazın bir bölümünü Ş. K.’ya sattılar” biçiminde tutanağa yazdırıp tutanağı okutturmadan imzalattırdığı, bu suretle yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişinin söylemediği hususları söylemiş gibi onun ağzından tutanağa geçirerek gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği, bu dosyanın 13.05.1996 tarihinde sonuçlandırıldığı,

2-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27,, 28 ve 30 esas sayılı dosyalarında 30.05.1997 tarihinde keşfe gitmediği halde keşif tutanaklarını bilgisayarla yazdırıp dairede imzalattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanakları düzenlediği,

3-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesine ait tescil davalarında bir kısım dosyalarda SİT alanının belirlenmesine ilişkin keşiflere gitmediği halde dairede, 12.06.1997 ve önceki tarihlerde keşfe gidilmiş gibi gerçeğe aykırı keşif tutanakları tanzim ettiği,

4-Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/131 esas sayılı dosyasında, 26.10.1996 tarihinde yapılan keşifte mahalli bilirkişi İlia Banago ile zilyetlik tanığı H. V.. keşifte bulunmadıkları halde var göstererek, serdedilmeyen görüşleri bizzat tutanağa yazdırıp imzalarını dairede tamamlattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği,

Şeklinde açıklanarak, bu eylemleri nedeniyle sanığın 765 sayılı TCK’nun 339. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca dört kez cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiğinin kabul edildiği,

Sanık hakkında soruşturma izninin 18.12.2000, kovuşturma izninin ise 22.03.2001 tarihinde verildiği,

Anlaşılmaktadır.

765 sayılı TCK’nun 102. maddesinde765 sayılı TCK’nun 102. maddesinde, kanunlarda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, maddenin üçüncü fıkrasında da, 5 yıldan çok 20 yıldan az hapis cezalarını gerektiren suçlarda bu sürenin 10 sene olacağı hüküm altına alınmıştır. Aynı kanunun 104/2. maddesi uyarınca kesen bir nedenin bulunması halinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.

Ceza Genel Kurulunun 18.12.2012 gün ve 864-1861, Ceza Genel Kurulunun 26.06.2012 gün ve 2012/2-978-250 ile Ceza Genel Kurulunun 23.01.2007 gün ve 2006/3-254-5 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, re’sen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığa yüklenen resmi belgede sahtecilik suçunun 765 sayılı TCK’nun 339. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde öngörülen yaptırımı 5 seneden 12 seneye kadar hapis cezasıdır. Aynı kanunun 102/3. maddesi uyarınca bu suçların asli dava zamanaşımı 10 yıl, 104/2. maddesi de göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı ise 15 yıldır.

Daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 13.05.1996, 26.10.1996, 30.05.1997 ve 12.06.1997 tarihlerinde gerçekleştirilen eylemlerle ilgili olarak 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2. maddelerinde öngörülen 15 yıllık dava zamanaşımı, soruşturma izni ile kovuşturma izni verilmesi arasında geçen 3 ay 4 günlük sürenin ilavesi halinde bile, en son tarihli işlenen suç yönüyle dahi 16.09.2012 tarihinde ve Özel Dairenin 14.11.2012 günlü kararından önce dolmuş bulunmaktadır.

Bu itibarla; Özel Dairenin sanık hakkında 765 sayılı TCK’nun 102/3,, 104/2 ve 223. maddeleri uyarınca dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle verdiği düşme kararı isabetli olduğundan onanmasına karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı Abdulkadir İlhan, Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Şerafettin İste, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Erdal Gökçen, Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı Hüseyin Eken, Yargıtay 13. Ceza Dairesi Başkanı İ. Rüştü Cirit ve Yargıtay Üyesi M. Metin Kaya hakkındaki sanığın reddi hakim talebinin 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 39. maddesi gereğince kesin olarak REDDİNE,

2- Yargıtay 6. Ceza Dairesince 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2 maddeleri uyarınca dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle verilen 14.11.2012 gün ve 2415-1 sayılı düşme kararının ONANMASINA,

3- Dosyanın, Özel Daireye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.09.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS