Kamu Davasına Katılma
CMK Madde 237
(1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
(2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır.
Makaleler:
CMK Madde 237 Gerekçesi
Maddeye göre, yalnızca gerçek kişiler değil, tüzel kişiler de kamu davasına katılabileceklerdir. İlk olarak katılma ilk derece mahkemelerinde ve kovuşturma evresinde hüküm verilinceye kadar mümkün olabilecektir. Bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay aşamalarında yapılacak katılma istekleri kabul edilmeyecektir. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmüş olup da karara bağlanmayan veya reddolunan katılma istekleri, istinaf yoluna başvurulduğunda açıkça belirtilmiş olması koşuluyla incelenip bölge adliye mahkemesince karara bağlanacaktır.
Bu düzenlemeyle, katılmanın ne zamana kadar ve hangi aşamalarda istenebileceği sorusuna yasal düzeyde açık cevap verilmektedir. Kamu davasına katılanlar kişisel haklarını da isteyebilecekler; başka bir anlatımla kişisel hak isteminde bulunabileceklerdir.
CMK 237 (Kamu Davasına Katılma) Emsal Yargıtay Kararları
Ceza Genel Kurulu 2020/38 E. , 2020/516 K.
- CMK 237
- Kamu davasına katılma nedir?
- Küçükler kamu davasına nasıl katılır? Davaya müdahil olma hakkını nasıl kullanır?
- Ayırtme gücü olmayan küçüğün kamu davasına katılması
5271 sayılı CMK’nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Katılma, ceza muhakemesinde mağduru, suçtan zarar göreni ya da malen sorumlu olanları koruma araçlarından birisidir. Suçun işlenmesiyle mağdur olan ya da suçtan zarar görenlerin katılma hakkını kullanmaya veya kullanmaya devam etmeye zorlanamayacağı açıktır. Bu itibarla mağdur veya suçtan zarar gören kişi kamu davasına katılmak istemeyebileceği gibi, daha sonra bu hakkını kullanmaktan da vazgeçebilecektir. Nitekim CMK’nın 243. maddesinde katılanın vazgeçmesi hâlinde, katılmanın hükümsüz kalacağı hususu düzenleme altına alınmıştır.
Katılma hakkı niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardandır. Şahsa sıkı surette bağlı haklar kanunda tek tek sayılmamakla birlikte genel olarak öğretide, kişinin sadece kendisinin kullanabileceği, başkasına devredilemeyen ve miras yoluyla geçmeyen haklar olarak açıklanmaktadır. Bu tür haklar insanın kişiliğini yakından ilgilendirdiğinden, bunların kullanılmasına karar verme yetkisi başkasına bırakılmamıştır. Örneğin; evlenme, nişanlanma, nişanı bozma, evlat edinilmeye razı olma gibi… Katılmanın şahsa sıkı surette bağlı bir hak olmasının bir sonucu olarak katılanın ölümüyle katılma hükümsüz kalacaktır. Ancak mirasçıların katılanın haklarını takip etmek üzere davaya katılabilmeleri de mümkündür.
Katılma konusunda asıl hak sahibi olan kişi suçun mağduru veya suçtan zarar görenin bizzat kendisidir. Fakat bu hâlde suçun mağduru veya suçtan zarar görenin yaşının küçük ya da malul olması durumunda bu hakkını kullanmasında yani fiil ehliyetinde bir sorun bulunmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun fiil ehliyetine ilişkin hükümleri gözden geçirildiğinde, şu şekilde hükümler bulunduğu görülmektedir.
1- Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti bulunmamaktadır. (m.14)
2- Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmayacaktır. (m.15)
3- Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler, ancak karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir. Bunun yanında ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar. (m. 16)
Katılmanın niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardan olması ve Türk Medeni Kanunu’nun anılan hükümleri birlikte gözetildiğinde; suçun mağduru olan küçük veya kısıtlı, ayırt etme gücüne sahip ise davaya katılma veya katılmama noktasında iradesine bakılacak kişi mağdurun bizzat kendisi olup, gerek kanuni temsilcisinin gerek görevlendirilen vekilin bu konudaki beyanının bir önemi olmayacaktır. Ancak suçun mağduru olan küçük veya kısıtlı ayırt etme gücüne sahip değil ise, katılma ile ilgili kendisinin iradesinin önemi bulunmamaktadır. Böyle bir hâlde, katılma konusundaki haklarını onun yerine kanuni temsilcisi kullanabilecektir.
Nitekim 15.04.1942 tarihli ve 14-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve Ceza Genel Kurulunun 15.02.1972 tarihli ve 43-50 ile 02.03.2004 tarihli ve 44-58 sayılı kararlarında; “ayırt etme gücüne sahip (sezgin) küçüklerin doğrudan doğruya kişiliklerine karşı işlenmiş bulunan suçlardan dolayı dava ve şikâyet hakkına sahip oldukları” sonucuna ulaşılmıştır.
Yapılan bu açıklamalardan sonra ayırt etme gücünden ne anlaşılması gerektiği ve kimlerin ayırt etme gücünün bulunduğunun belirlenmesi önem arz etmektedir. Mülga 743 sayılı Medeni Kanun’daki “temyiz kudreti” kelimesinin karşılığını oluşturan ayırt etme gücü, 4721 sayılı Medeni Kanun’da; yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkesin ayırt etme gücüne sahip olduğu şeklinde açıklanmıştır. Öğretide genel olarak ayırt etme gücü, “Kişilerin makul surette hareket edebilme, fiillerinin sebep ve sonuçlarını idrak edebilme yeteneğine ayırt etme gücü denir” şeklinde tanımlanmaktadır. Medeni Kanun kişinin hangi yaştan itibaren temyiz kudretine sahip bulunduğuna ilişkin bir sınır getirmediğinden küçüğün yaşının temyiz kudretini etkileyip etkilemediğinin her olayın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Örneğin; 9 yaşındaki ilköğretim öğrencisi bir küçüğün kırtasiyeden ihtiyacı olan kalemi satın alırken ayırt etme gücüne sahip olduğu söylenebilecek ise de, bir ev veya araba satın almaya kalkması hâlinde aynı sonuca varılmayacaktır. Ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücü; kişinin kamu davasına katılma veya katılmamanın doğuracağı hukuki sonuçları algılayıp makul bir seçimde bulunabilmesidir. Davaya katılma bakımından ayırt etme gücü, mağdurun yaşı ve ayırt etme gücüne etki eden kişisel durumu kadar, mağdura karşı işlendiği iddia olunan suçun özellik ve niteliği ile de ilgilidir.
Medeni Kanun’da ayırt etme gücü bakımından asgari bir yaş sınırı gösterilmediği gibi Ceza ve Ceza Usul Kanunlarımızda da gerek katılma, gerekse katılma ile bağlantılı kurumlar olan şikâyet ve rıza bakımından da asgari bir yaş sınırı kabul edilmemiştir.
5237 sayılı TCK’nun 6/1-b maddesinde, “henüz 18 yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlanan çocuk kavramının, kanun koyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, “onbeş yaşını bitirmiş”, “onbeş yaşını tamamlamamış” şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmektedir. Buna göre bu bölümde “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklar ile “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCK’nun 103/1-a maddesinde, “onbeş yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken, aynı maddenin (b) bendinde ise; diğer çocuklar ifadesiyle “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Böylece kanun koyucu bu maddede “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı rızalarıyla işlenen cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken, “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. Aynı Kanun’un 104. maddesinde de; cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı ayrı bir suç olarak düzenlemiştir. Yine Türk Ceza Kanunu’nun yaş küçüklüğünün ceza sorumluğuna etkisine ilişkin 31. maddesinde; 12 yaşından küçüklerin hiçbir şekilde kusur yeteneğinin olmadığı, 15 yaşından büyüklerin ise kural olarak bu yeteneğe sahip oldukları, 12-15 yaş grubunda olanların ise kusur yeteneğinin olup olmadığına her somut olayın özelliğine göre mahkemece karar verileceği benimsenmiştir.
Bu düzenlemelerden de hareketle ve bu konuda uygulamada oluşan tereddütlerin giderilip yeknesak bir uygulamanın sağlanabilmesi için, herhangi bir malüllüğü bulunmayan çocukların mağdur oldukları suçlara ilişkin olarak beyanda bulundukları tarihte 15 yaşından küçük olmaları hâlinde ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücüne sahip olmadıkları, 15 yaşından büyük olmaları hâlinde ise bu yeteneğe sahip oldukları kabul edilmelidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 03.06.2008 tarihli ve 56-156 sayılı kararında 14 yaşındaki, 27.01.2009 gün ve 145-8 sayılı kararında da 10 yaşını tamamlamayan küçüğün cinsel istismar suçunda katılma açısından ayırt etme gücünün bulunmadığına karar verilmiştir.
Ergin olmayan küçükler anne ve babasının velayeti altında bulunmakta, hâkim tarafından vasi atanması gerekli görülmedikçe kısıtlanan ergin çocuklar da anne ve babasının velayeti altında kalmaktadır. Anne ve baba, Medeni Kanun hükümlerine göre çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişimini sağlamak ve korumakla yükümlü olup çocuğun aynı zamanda temsilcisidir. Üçüncü kişilere karşı çocuğu velayet hakkı çerçevesinde anne baba temsil etmektedir. Ancak 4721 sayılı TMK’nın 337/1. maddesi uyarınca anne ve baba evli değilse velayet kural olarak anneye ait olacaktır.
Anne-babanın kişilik haklarının bir parçası olan velayet hakkı, başkasına devredilemediği gibi bu haktan feragat da edilememektedir. Kanuni bir neden olmadıkça kaldırılamayan ve kısıtlanamayan velayet hakkı, sadece anne ve babaya, çocuk evlat edinilmiş ise evlat edinene tanınmıştır. Ancak bu hakta mutlak ve sınırsız olmayıp, sınırını “çocuğun yararı” ilkesi oluşturmaktadır.
4721 sayılı TMK’nın “Kayyımlığı gerektiren hâller”, “Temsil” başlıklı 426. maddesi;
“Vesayet makamı, aşağıda yazılı olan veya kanunda gösterilen diğer hâllerde ilgilisinin isteği üzerine veya re’sen temsil kayyımı atar:
-
Ergin bir kişi, hastalığı, başka bir yerde bulunması veya benzeri bir sebeple ivedi bir işini kendisi görebilecek veya bir temsilci atayabilecek durumda değilse,
-
Bir işte yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa,
-
Yasal temsilcinin görevini yerine getirmesine bir engel varsa.” şeklinde düzenlenmeyle küçüğün yararı ile kanuni temsilcinin yararı arasında çatışma bulunduğu hâllerde temsil kayyımı atanması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Mağdurun kanuni temsilcisinin, mağdura karşı işlenen suçun sanıklarından birisi olması veya sanıkla arasında akrabalık ilişkisi bulunması gibi kanuni temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaatinin çatışması durumunda Medenin Kanun’un 426. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca işlem yapılmalı ve kayyım atanması sağlanmak suretiyle, kayyımın iradesine üstünlük tanınarak mağdurun davaya katılıp katılmayacağı sorunu çözümlenmelidir.
Bu bilgiler ışığında ikinci ön sorun değerlendirildiğinde; suç tarihinde ve kovuşturma aşamasında 15 yaşını tamamlamayan yaşı küçük katılan mağdur … adına kamu davasına katılma hakkının yasal temsilcisi olan velayet hakkının verildiği annesi sanık … (…) tarafından kullanılabileceği, ancak mağdura yönelik işlendiği iddia olunan kasten yaralama suçunun sanığının da … (…) olduğu ve kanuni temsilci anne sanık ile mağdur arasında menfaat çatışması bulunduğu, bu hâlde mağdurun haklarının korunması bakımından Medeni Kanun’un 426. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca işlem yapılarak mağdura kayyım atanması sağlanıp kayyımın iradesine üstünlük tanınarak mağdurun davaya katılıp katılmayacağının belirlenmesi gereklidir. Bu işlemin hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise mağdura kayyım atanması sağlanarak CMK’nın 35. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca gerekçeli karar kayyıma tebliğ edilmelidir. Ancak Yerel Mahkemece mağdura kayyım atanması sağlanmamıştır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan tespitler karşısında, davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve hakkını korumanın başka bir yolu da bulunmayan mağdura atanacak kayyımın katılma hakkını kullanabilmesi amacıyla; öncelikle mağdura kayyım atanmasının sağlanması daha sonra ise yokluğunda verilen 22.04.2014 ve 21.01.2016 tarihli kararların mağdura atanacak kayyıma tebliğinin sağlanarak yasal temyiz süresinin başlatılması, kararın kayyım tarafından temyiz edilmemesi durumunda dosyanın Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi; kayyım tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp temyiz isteminin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir.
Ceza Genel Kurulu 2016/470 E. , 2019/592 K.
- CMK 237
- Mağdur, suçtan zarar gören, malen sorumlu nedir?
- Kamu davasına katılma hakkı
“Mağdur”, “Suçtan zarar gören” ve “Malen sorumlu” kavramları ile “Kamu davasına katılma” kurumu üzerinde de durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın 237. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.” şeklindeki hüküm ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup hâlinde belirtilmiştir. Bu düzenleme, 1412 sayılı CMUK’nın 365. maddesindeki; “Suçtan zarar gören herkes, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilir.” hükmü ile benzerlik göstermekte ise de yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur da eklenmek suretiyle, madde; öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların kanunun kendilerine tanıdığı hak ve yetkileri haiz olarak davada Cumhuriyet savcısının yanında yer almasına öğreti ve uygulamada “Davaya katılma” veya “Müdahale” denilmekte, davaya katılma talebinin kabul edilmesi hâlinde ise davaya katılma isteminde bulunan kişi “Katılan” ya da “Müdahil” sıfatını almaktadır.
Gerek CMK’da, gerekse CMUK’da kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı hâlinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin “Suçtan zarar görmesi” şartı aranmış, ancak Kanun’da “Suçtan zarar gören” ve “Mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tabi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle konuya açıklık kazandırılırken öğretideki görüşlerden de yararlanılarak, maddede katılma yetkisi kabul edilen “Mağdur”, “Suçtan zarar gören” ve “Malen sorumlu” kavramlarının, kamu davasına katılma hususundaki uygulamaya ışık tutacak biçimde tanımlanması gerekmektedir.
Malen sorumlu; işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddi ve mali sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğü’nde, “Haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de, bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökcen – A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s.289; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.214-217; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106-107; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2010, s.7702-7703).
Kamu davasına katılmak için aranan “Suçtan zarar görme” kavramı Kanun’da açıkça tanımlanmamış, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; “Suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hâli” olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 tarihli ve 155–80, 04.07.2006 tarihli ve 127–180, 22.10.2002 tarihli ve 234–366 ile 11.04.2000 tarihli ve 65–69 sayılı kararlarında; “Dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez.” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.
İnceleme konusuna ilişkin olarak bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet Ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca Hazine ve Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel kanun hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda, belirtilen kurumların suçtan zarar görüp görmediklerini ayrıca araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 tarihli ve 155-80, 22.10.2002 tarihli ve 234-366 ve 21.02.2012 tarihli ve 279–55 ile 15.04.2014 tarihli ve 599-190 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
İlk Derece Mahkemesince Maliye Hazinesinin kamu davasına katılmasına karar verilirken işaret edilen 3628 sayılı Kanun’un “Bu Kanunda Yazılı Suçlar ile Bazı Suçlardan Dolayı Soruşturma Usulü” genel başlığını taşıyan 4. bölümünün “Soruşturma” başlıklı 17. maddesinde;
“Bu Kanunda ve 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununda yazılı suçlarla, irtikâp, rüşvet, basit ve nitelikli zimmet, görev sırasında veya görevinden dolayı kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında 2.12.1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanmaz. Yukarıdaki fıkra hükmü müsteşarlar, valiler ve kaymakamlar hakkında uygulanamaz. Görevleri veya sıfatları sebebi ile özel soruşturma ve kovuşturma usulüne tabi olan sanıklarla ilgili kanun hükümleri saklıdır.”,
“Suçun ihbarı” başlıklı 18. maddesinde ise;
“Yukarıdaki maddede yazılı suçlara ilişkin ihbarlar doğrudan Cumhuriyet Başsavcılıklarına yapılır. İhbar üzerine derhal bir ihbar tutanağı düzenlenir ve bir örneği muhbire verilir. Acele ve gecikmesinde sakınca umulan hallerde tutanak düzenlenmesi sonraya bırakılabilir. Muhbirlerin kimlikleri, rızaları olmadıkça açıklanmaz. İhbar asılsız çıktığında aleyhine takibat yapılanın istemi üzerine muhbirin kimliği açıklanır.
(Ek fıkra: 12/12/2003-5020/13 md.) Yukarıdaki fıkraya göre yapılan ihbar veya takipsizlik kararı ve iddianame Cumhuriyet başsavcılığınca, Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü ile varsa diğer ilgili kamu kurum veya kuruluşlarına bildirilir. Hazine avukatının yazılı başvuruda bulunması hâlinde Maliye Bakanlığı, başvuru tarihinde müdahil sıfatını kazanır.
Bu suçlardan dolayı müfettiş ve muhakkikler de soruşturma neticesinde delil veya emare elde ettikleri takdirde, işi yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığına ihbar ve evrakı tevdi ederler. Cumhuriyet Başsavcılığı müfettiş ve muhakkikler tarafından kendisine tevdiine lüzum görülmediği halde dahi evrakın taalluk ettiği iş hakkında soruşturma yapmak üzere gerekçe göstererek evrakı ait olduğu merciden isteyebilir.
17 nci maddede yazılı suçlardan dolayı delil veya emare elde eden müfettiş ve muhakkikler durumu yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığına ihbar ve evrakı tevdi etmedikleri takdirde bunlar hakkında da yapılacak takibattan dolayı Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat Hükümleri uygulanmaz. İhbar konusu müsnet suç hakkında dava açılıncaya kadar bilgi vermek ve yayın yapmak yasaktır.”,
Şeklinde hükümlere yer verilmiş olup, temyize konu görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin Hazine ve Maliye Bakanlığının davaya katılma hakkından söz edilmemiştir. Ayrıca, Ceza Genel Kurulunca 25.03.2003 tarih ve 41-54 sayı ile; “Tazminat ödenmesi, itibar zedelenmesi ve güven kaybı gibi dolaylı zararlara dayanarak kamu davasına katılma, dolayısıyla verilen hüküm hakkında yasa yollarına başvurmanın olanaksız olduğu…” karara bağlanarak kamu davasına katılmanın ve dolayısıyla kanun yollarına başvurmanın mümkün olmadığı bazı durumlara örnek verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ilk inceleme konusu değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında açılan kamu davasına konu görevi kötüye kullanma suçunda korunan hukuki yararın; kamu görevlilerinin görevlerinin gereklerine uygun hareket ettikleri, bu görevleri dolayısıyla kendilerine tanınan yetkileri hukuken belirlenmiş sınırlar içinde kullandıkları konusunda toplumda hâkim olan güven olması, sanığa atılı görevi kötüye kullanma suçunun, Maliye Hazinesinin kamu davasına katılmasına karar verilirken işaret edilen 3628 sayılı Kanun’un 17 ve 18. maddelerinde değinilen suçlar arasında yer almaması, sanığın eylemi neticesinde somut olayda ekonomik bir zararın ortaya çıkmaması, norma aykırı her davranışın kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla, kamu zararına yol açtığı veya zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir düşünceyle hareket edilmesinin ve tazminat ödenmesi, itibar zedelenmesi ve güven kaybı gibi dolaylı zararlara dayanılarak kamu davasına katılmanın da mümkün olmaması birlikte değerlendirildiğinde; Maliye Hazinesinin yargılamaya konu suç yönünden kamu davasına katılma ve hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin olmadığı kabul edilmelidir.
Yargıtay 14. Ceza Dairesi 2020/8317 E. , 2021/2102 K.
- CMK 237
- İstinaf veya temyiz aşamasında davaya müdahale talebinde bulunulamaz.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 20/2. maddesi uyarınca davaya katılma hakkı bulunan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına yokluğunda yapılan yargılamaya ilişkin olarak mahkemelerce re’sen ihbarda bulunulmasının zorunlu olup olmadığı hususunda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan toplantı sonucunda verilen 13.12.2019 gün ve 2019/6 Esas, 2019/7 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile Bakanlığa bildirimde bulunulmasının zorunlu olmadığının kabul edilmesi, müşteki Bakanlığın kovuşturma evresinde katılma talep etmeyip istinaf dilekçeleri sunması ve 5271 sayılı CMK’nın 237/2. maddesine göre kanun yolu muhakemesinde davaya katılma talebinde bulunulamayacağının anlaşılması karşısında, Bakanlık vekilinin hükmü temyize hakkı bulunmadığından vaki temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi gereğince REDDİNE, karar verilmiştir.
Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/391
- CMK 237
- Posta memurunun usule aykırı bir şekilde sahtecilik yaparak tebligatı yapılmış gibi gösterdiği olayın yargılamasında; PTT Genel Müdürlüğü’nün davaya katılma hakkı yoktur.
Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel kanun hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda, belirtilen kurumların suçtan zarar görüp görmediklerini ayrıca araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Ceza Genel Kurulunun 15.04.2014 tarih ve 599-190, 21.02.2012 tarih ve 279–55 ile 03.05.2011 tarih sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır. Bu açıklamalar ışığında;
Katılan PTT Genel Müdürlüğünün, açılan kamu davasına katılma ve kurulan hükmü temyiz etme hakkının bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Posta dağıtıcısı olan sanığın, katılan M.’ye tebliğ etmesi gereken evrakı, katılanın adresine gitmemesine rağmen gitmiş ve katılanı adresinde bulamamış gibi ihbar ve şerh kayıtları düşerek “merciine” iade ettiği iddiasıyla açılan kamu davasında, resmî belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçundan doğrudan doğruya zarar görmeyen ve kamu davasına katılmasını özel olarak düzenleyen bir kanun hükmünün de bulunmaması nedeniyle anılan suçlar bakımından davayı takip etme görevi olmayan PTT Genel Müdürlüğünün, kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunmadığı gibi Yerel Mahkemece yanılgılı biçimde verilen katılma kararı hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz etme hakkı vermeyeceğinden, PTT Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmalıdır.
Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/185
- CMK 237
- Mağdurenin velayet hakkı sahibi annesi ve sanık da babası ise, mağdureyi temsil etmek üzere kayyım atanarak, mağdurenin kayyım tarafından temsili sağlanması gerekir.
15 yaşını tamamlamayan mağdure adına kamu davasına katılma hakkının yasal temsilcisi olan velayetinin bırakıldığı annesi şikâyetçi Y. tarafından kullanılabileceği, mağdurenin yasal temsilcisi şikâyetçi Y. ile babası olan sanık arasındaki akrabalık bağından dolayı mağdure ile yasal temsilcisi şikâyetçi Y. arasında menfaat çatışması bulunduğu, bu hâlde mağdurenin haklarının korunması bakımından Medeni Kanun’un 426. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca işlem yapılarak mağdureye kayyım atanması sağlanıp kayyımın iradesine üstünlük tanınarak mağdurenin davaya katılıp katılmayacağının belirlenmesi gereklidir. Bu işlemin hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise mağdureye kayyım atanması sağlanarak CMK’nın 35. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca gerekçeli karar kayyıma tebliğ edilmelidir. Ancak Yerel Mahkemece mağdureye kayyım atanması sağlanmamıştır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan tespitler karşısında, … mağdureye atanacak olan kayyımın katılma haklarını kullanabilmeleri amacıyla; öncelikle mağdureye kayyım atanmasının sağlanması daha sonra ise yokluğunda verilen 13.01.2015 ve 01.12.2015 tarihli kararların mağdureye atanacak kayyıma, … tebliğinin sağlanarak yasal temyiz süresinin başlatılması, kararın … kayyım tarafından tarafından temyiz edilmemesi durumunda dosyanın Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi; … kayyım tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir.
YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/56 Karar : 2018/6465 Tarih : 17.05.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
I- Müşteki … vekilinin temyiz isteminin incelenmesinde;
Usulüne uygun biçimde duruşma günü tebliğ edildiği halde, 5271 sayılı CMK’nın 237. ve 238. maddeleri uyarınca yöntemine uygun olarak davaya katılma talebinde bulunup katılan sıfatını kazanmayan müşteki İl Milli Eğitim Müdürlüğünün, hükmü temyize hakkı bulunmadığından, müşteki vekilinin temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
II- Kamu malına zarar verme suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin incelenmesinde;
Suç tarihinde 12-15 yaş grubunda bulunan suça sürüklenen çocuğun kamu malına zarar verme suçundan eylemine uyan 6545 sayılı yasa ile değişik 152/1-a, 31/2. maddelerinde öngörülen cezanın üst sınırına göre aynı Kanun’un 66/1-e, 66/2. maddelerinde öngörülen 4 yıllık zamanaşımının karar tarihi olan 28.11.2013 gününden inceleme tarihine kadar geçmiş bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan, 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, suça sürüklenen çocuk hakkında açılan kamu davasının, CMK’nın 223/8. maddesi gereğince zamanaşımı nedeniyle DÜŞÜRÜLMESİNE,
III- İşyeri dokunulmazlığını bozma ve hırsızlık suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;
Gerekçeli karar başlığında suç adının işyeri dokunulmazlığını bozma yerine konut dokunulmazlığını bozma şeklinde yazılması, mahallinde düzeltilebilir yazım hatası olarak kabul edilmiştir.
Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA, 17/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/11359 Karar : 2018/1523 Tarih : 20.02.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
erel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
I- Sanıklar … ve … hakkında kasten yaralama ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik sanıklar savunmanının temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, sanıklar … ve … savunmanının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, usul ve kanuna uygun bulunan hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA,
II- Sanık … hakkında tehdit suçundan kurulan mahkumiyet; sanıklar … ve … hakkında yağma; sanıklar … ve … hakkında yağma ve tehdit suçlarından kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;
Katılan …’ın sanık … hakkında 20.02.2012 tarihli duruşmada açıkça şikayetinden vazgeçtiğini beyan ile bu sanık yönünden katılan sıfatının sonlandığı anlaşıldığından katılan … vekilinin anılan sanık yönünden vaki temyiz istemi ile 5271 sayılı CMK’nın 237 ve devamı maddelerine göre usulen mahkemeye başvurulup katılan sıfatı alınarak temyiz yetkisinin kazanılmamış olması nedeniyle; mağdur … vekilinin temyiz isteminin, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi yollaması ile 1412 sayılı CMUK`nın 317. maddesi gereğince REDDİNE,
Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1-Sanıklar … ve … hakkında mağdur …’a yönelik tehdit suçundan verilen kararın gerekçe ve kabul kısmında sanıkların tehdit suçunu işlediklerinin kabul edildiği açıklandığı halde, kısa karar ve gerekçeli kararın hüküm kısmında beraat hükmü kurulmak suretiyle, gerekçe ile hüküm fıkrası arasında çelişki yaratılması;
2-Sanık … hakkında tehdit suçundan kurulan hükmün gerekçesinde, iddia, savunma, sanığın lehine ve aleyhine olan tüm kanıtlar, sabit kabul edilen olaylar ve suçun yasal öğelerinin nasıl oluştuğu açıklanıp, tartışılması ve dayanaklarının gösterilmesi gerektiği gözetilmeden, Anayasanın 141 ve 5271 sayılı CMK.nun 34, 230. maddelerine aykırı olarak yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması,
3-Oluş ve dosya içeriğine göre, mağdurun aşamalarda değişmeyen beyanları ile, sanıklar … ve …’in, işlettiği kahvehaneye gelerek “bize para vereceksin, biz buraya geleceğiz, işyerinde bilardo oynayacağız, çay içeceğiz, sen bize karışmayacaksın” dediklerini, kendisinin karşı çıkması üzerine kahvahanenin dışına çağırıp başına silah dayayarak “sen niye bizim istediklerimizi yapmıyorsun, para vermiyorsun, çay vermiyorsun, bu mahalle bizden sorulur” deyip tehdit ettiklerini, somut bir şekilde açıklayıp ileri sürmesi karşısında, mağdurun bu beyanlarına itibar edilmeyerek hangi nedenle savunmaya üstünlük tanındığı, gerekçeleri ile açıklanıp tartışılmadan, yazılı şekilde beraat kararı verilmesi;
4-Oluş ve dosya içeriğine göre, mağdurun tüm aşamalarda, sanık …’in telefon edip benzinin bittiğini söyleyerek kendisini yardıma çağırdığını, ….. tanık Sefa ve kendisinin birlikte arabayı benzinciye kadar ittiklerini, Hadis’in isteği üzerine Sefa’yı gönderdiğini, Hadis’in kullandığı arabaya bindiğini, annesiyle telefonda konuşmaya başladığı sırada sanık …’in telefonu elinden alıp kapatarak kendi cebine koyduğunu, portakal bahçesine götürüp kendisini darp ettiklerini ve cebinde bulunan 150 TL. parayı da bu sırada aldıklarını, beyan etmesi karşısında, mağdurun sanık … tarafından alındığını ve halen kendisine iade edilmediğini ileri sürdüğü telefonun imei numarasının tespit edilerek, olay tarihi ve sonrasında hangi baz istasyonlarından sinyal aldığının, kimler tarafından kullanıldığının ve sanıklarla bağlantısının bulunup bulunmadığının, ayrıca mağdurun, telefonun annesi ile konuştuğu sırada elinden alınarak kapatıldığına dair beyanı yönünden de annesinin aradığı telefon numarası tespit edilip olay saatlerinde mağduru arayıp aramadığının, HTS raporları da getirtilmek suretiyle araştırılması, mağdurun annesinin tanık olarak beyanının alınması ve sonucuna göre delillerin bir bütün halinde tartışılarak sanıkların hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeksizin, eksik soruşturma ile yetinilip, yazılı şekilde yağma suçundan beraat hükmü kurulması;
Bozmayı gerektirmiş, sanıklar … ve … savunmanı, katılan … vekili (sanık … yönünden) ile o yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, (1) ve (2) numaralı bozma nedenleri yönünden diğer yönleri incelenmeyen hükmün açıklanan nedenlerle isteme uygun olarak BOZULMASINA, 20.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/3857 Karar : 2018/297 Tarih : 15.02.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
CMK’nın 260. maddesi uyarınca katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören sıfatıyla temyiz hakkının bulunduğu kabul edilerek, hükmü temyiz etmek suretiyle katılma iradesini ortaya koyan suçtan zarar gören maliye hazinesinin kamu malına zarar verme suçu bakımından, CMK’nın 237/2. maddesi uyarınca davaya katılmasına karar verilerek yapılan incelemede;
Sanığın görüntülerdeki kişinin kendisi olmadığını savunması karşısında; sanık hakkında iddianamede belirtilen suç tarihinde gerçekleşen olayda çekilmiş fotoğraf, video görüntülerinin, mukayeseye elverişli fotoğrafları ve el konulan sanığa ait giyisiler ile birlikte Adli Tıp, TÜBİTAK veya TRT gibi uzman kuruluşlara mensup bilirkişilere gönderilip görüntü ve fotoğraf analizleri yaptırılarak; sanığın fotoğraf ve görüntülerde yer alan kişi olup olmadığı, yasadışı eylemler sırasında iddianamede yüklenen fiilleri bizzat gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin kuşkuya yer vermeyecek biçimde kesin olarak saptanmasından sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun takdir ve tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kanuna aykırı, o yer Cumhuriyet savcısı ve katılan vekillerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 15.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/15011 Karar : 2018/451 Tarih : 29.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
I-) Sanıklar … ve …‘ya atılı tefecilik suçu yönünden 5271 sayılı CMK’nın 260/1. maddesine göre, katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olan Hazine’nin kanun yoluna başvurma hakkının bulunması ve sanıklar hakkındaki beraat kararının Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi karşısında; Aynı Yasanın 237/2. maddesi uyarınca Hazine’nin katılma talebinin kabulüne karar verilerek yapılan incelemede;
Sanıklara yüklenen ve 5237 sayılı TCK’nın 241/1. maddesine uyan suçun gerektirdiği cezanın türü ve üst sınırına göre, beraat kararının verildiği 13/02/2009 tarihi ile inceleme tarihi arasında aynı Kanun’un 66/1-e maddesinde öngörülen 8 yıllık sürenin zamanaşımını kesen bir neden olmaksızın geçmiş bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, katılanlar Hazine vekili ile….. vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak sanıklar hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle DÜŞMESİNE,
II-) Sanıklar … ve … hakkında katılan …..ye yönelik yağma suçundan verilen beraat kararının incelenmesinde;
Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, kararın dayandığı gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, katılan Serdar Ünlü vekili ile sanık … savunmanının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, usul ve kanuna uygun bulunan hükmün kısmen istem gibi ONANMASINA, 29.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/6111 Karar : 2018/265 Tarih : 25.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunan ve 5271 sayılı CMK’nın 260/1. madde ve fıkrası uyarınca hükmü katılan olarak da temyize hakkı bulunduğu belirlenen müşteki kurum vekilinin açılan kamu davasına katılma istemi ilk derece mahkemesince karara bağlanmamış olması nedeniyle; 5271 sayılı CMK’nın 237/2. maddesi gereğince suçtan zarar gören müşteki kurumun davaya katılmasına karar verilerek yapılan incelemede;
Sanığın eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 163/3. maddesindeki karşılıksız yararlanma suçu için öngörülen cezanın türü ve üst sınırına göre, aynı Kanun’un 66/1-e maddesinde belirtilen 8 yıllık asli dava zamanaşımının, 02/11/2009 tarihli mahkumiyet hükmünden inceleme tarihine kadar geçmiş bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, katılan vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan, 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, sanık hakkında açılan kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi gereğince zamanaşımı nedeniyle DÜŞÜRÜLMESİNE, 25/01/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/12730 Karar : 2018/1475 Tarih : 24.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören ve davaya katılmak istediğini belirten müşteki …‘ın CMK’nın 260/1. maddesi uyarınca kanun yoluna başvuru hakkının bulunduğunun saptanması ve temyiz dilekçesinin kapsamı karşısında, CMK’nın 237/2. maddesi uyarınca müşteki …`ın davaya katılmasına karar verilerek dosya görüşüldü
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Soruşturma aşamasında dinlenilen ve olaya dair görgüye dayalı bilgileri bulunduğu anlaşılan tanıklar …,…,… ve … `in dinlenilmesi ve beyanlarında adı geçen “arıcı …” lakabı ile tanınan kişinin sanık … olup olmadığının tespiti ile delillerin takdiri ve değerlendirilmesi yerine eksik kovuşturma ile yazılı şekilde beraat kararları verilmesi,
Kanuna aykırı, katılan … vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 24.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/2573 Karar : 2018/191 Tarih : 23.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
…‘e ait vekaletnamesi bulunan Av. …‘nun gerekçeli karar başlığında maktul …`un vekili olarak gösterilmesi mahallinde düzeltilebilir hata olarak kabul edilmiş,
Müşteki … vekilinin hak ve yetkisi olmadığından duruşmalı inceleme talebinin CMUK.nun 318. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiş,
Müşteki … vekilinin temyiz dilekçesinin içeriğine göre, sadece sanık … hakkında; maktulü kasten öldürme ve iddianamaye göre, maktulün de mağdurların arasında olduğu kasten zincirleme nitelikli tehdit suçundan kurulan hükümleri temyiz ettiği anlaşılmakla, tebliğnamedeki bu yöndeki temyizin reddi düşüncesine iştirak edilmemiş, inceleme, sanık … hakkında; maktule yönelik kasten öldürme ve nitelikli tehdit, sanık … hakkında; mağdur …`a yönelik kasten yaralama suçlarından kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Müşteki … vekilinin duruşmalarda sanık …‘ın cezalandırılması talebinde bulunduğu ve bu talep davaya katılma niteliğinde olduğu halde, katılması konusunda bir karar verilmediği anlaşılmış ise de, Dairemizce benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.10.2010 tarih ve 2010/149-205 sayılı kararında belirtildiği üzere, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp karara bağlanmayan katılma isteklerinin, temyiz incelemesi sırasında herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmasını gerektirmiyorsa, karara bağlanması mümkün olduğundan, 5271 sayılı CMK’nun 237/2. maddesi uyarınca, suçtan zarar gören maktulün kardeşi …`un, sanık … hakkında kasten öldürme ve nitelikli zincirleme tehdit suçlarından açılan kamu davasına katılan olarak kabulüne karar verilerek yapılan incelemede;
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …‘un, maktul …‘u kasten öldürme ve sanık …‘in, mağdur …`ı kasten yaralama suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, cezaları azaltıcı takdiri indirim sebebi takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle değerlendirilip reddedilmiş, sanık … hakkında nitelikli tehdit suçundan suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmediğinden, katılan … vekilinin delillerin takdirine, eksik incelemeye vesaireye, sanık … müdafiinin suç vasfına, yasal savunmaya vesaireye, sanık … müdafiinin kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna, delillerin takdirine, eksik incelemeye, sübuta vesaireye yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,
A) Sanık …‘in, mağdur …`ı kasten yaralama ve sanık … hakkında; nitelikli tehdit suçlarından kurulan hükümlerin tebliğnamedeki düşünceye kısmen uygun olarak ONANMASINA,
B) Sanık …‘un, maktul …`u kasten öldürme suçundan kurulan hükmün incelenmesinde ise;
1)Oluşa, tüm dosya kapsamına göre, evinin önünde daha önceden tanıdığı arkadaşının oğlu mağdur … ile maktul ve yanındakilerin kavgasını gören sanığın, yukarıda pencereden sözlü olarak olaya müdahale etmesiyle aralarında küfürleşme yaşandığı, sanığın oğluna polisi aramasını söylemesinden sonra elinde bıçakla aşağıya indiği ve maktul ve yanındakilerle yaşadığı kavga sırasında bıçakla maktulü öldürdüğü anlaşılan olayda, 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası öngören TCK`nun 29. maddesinin uygulanması sırasında, makul bir indirim yapılması yerine, yanılgılı değerlendirmeyle çok daha vahim hallerde uygulanabilecek biçimde en üst sınırdan indirimle 12 yıl hapis cezasına hükmedilmek suretiyle eksik ceza tayini,
2)Sanığın adli sicil kaydındaki Ümraniye 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/246-2007/40 sayılı ilamın tekerrüre esas olduğu gözetilmeden, ek savunma verilmek suretiyle TCK`nun 58. maddesinin uygulanmaması,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafii ve katılan … vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün CMUK`nun 321. maddesi uyarınca tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak BOZULMASINA, 23/01/2018 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/2819 Karar : 2018/166 Tarih : 18.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, 2911 sayılı Kanunun 32/1 ve 33/1. maddelerine aykırılık, görevi yaptırmamak için direnme ve kamu malına zarar verme suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Usulüne uygun olarak duruşmadan haberdar edilmeyen Bitlis Maliye Hazinesinin, CMK’nın 260. maddesi uyarınca katılan sıfatını alabilecek surette mala zarar verme suçundan zarar gören sıfatıyla hükmü temyiz hakkı bulunduğundan ve kamu binaları, eşya ve araçlarına zarar verme suçuna yönelik olarak davaya katılma hakkının bulunduğu kabul edilerek, hükmü temyiz etmek suretiyle katılma iradesini ortaya koyan Bitlis Maliye Hazinesinin CMK’nın 237/2. maddesi uyarınca davaya katılmasına karar verilerek yapılan incelemede,
Sanığın örgüt adına suç işleme suçunda; Anayasanın 138/1. maddesi hükmü, 6352 sayılı Kanunun amaç, kapsam ve gerekçesi, TCK’nın 61. ve 3/1. maddelerinde düzenlenen ölçüt ve ilkeler çerçevesinde suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, suçtan sonraki davranışları, güttüğü amaç ve saik ile sübutu kabul edilen eylemin niteliği de gözetilerek, tayin olunan temel cezadan TCK’nın 220/6. fıkrasının 2. cümlesinde yer alan düzenleme uyarınca hukuka, vicdana, dosya kapsamına uygun ve gösterilen indirim miktarı ile orantılı makul bir indirim yapılması yerine yazılı olduğu üzere üst sınırdan tayini aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamış; Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararının TCK’nın 53. maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.
Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık hakkında örgüt adına suç işleme, 2911 sayılı Kanunun 32/1 ve 33/1. maddelerine aykırılık ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarının sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde suç vasfı tayin edilmiş, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin; kamu malına zarar verme suçunun işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan Cumhuriyet savcıları, PTT A.Ş. vekili ve … vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle mahkumiyet ve beraate ilişkin hükümlerin ONANMASINA, 18.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/17620 Karar : 2018/447 Tarih : 18.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Kamu davasına katılma hakkı bulunan şikayetçi kuruma davaya katılma talebinin bulunup bulunmadığı sorulmadan dava sonuçlandırılmış ise de; katılma iradesini gösterdiği dikkate alınarak, katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören ve 5271 sayılı CMK’nın 260/1. maddesi gereğince hükmü temyiz yetkisi bulunan şikayetçi kurumun aynı Kanunun 237/2. maddesi uyarınca davaya katılan, Av. …‘ın da katılan vekili olarak davaya kabullerine karar verilerek yapılan incelemede;
Bozmaya uyularak yapılan yargılamada, sanığa yüklenen ‘‘2005 takvim yılında sahte fatura düzenlemek’’ suçunun, suç tarihinde yürürlükte bulunan 213 sayılı VUK’nun 359/b-1. maddesinde öngörülen cezasının üst sınırı itibariyle tabi olduğu, 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e ve 67/4. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımının, en son faturanın düzenlendiği 22.06.2005 tarihinden, hüküm tarihine kadar gerçekleştiği gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması,
Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA; ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta aynı Yasanın 322. maddesindeki yetkiye dayanılarak sanık hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e ve 5271 sayılı CMK’nın 223/8 maddeleri gereğince DÜŞÜRÜLMESİNE, 18.01.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/10052 Karar : 2018/216 Tarih : 18.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelendi; CMK’nın 260/1. maddesine göre, rüşvet suçundan katılan sıfatını alabilecek surette zarar görmüş olan ve davadan haberdar edilmeyen Hazinenin kanun yoluna başvurma hakkının bulunması ve hükümlerin vekili tarafından süresinde temyiz edilmesi karşısında, 3628 sayılı Yasanın 17 ve 18. maddeleri ile CMK`nın 237/2. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak katılma isteminin KABULÜNE,
sanık … müdafiin yüzüne karşı verilen hükmü CMUK’nın 310. maddesinde öngörülen bir haftalık yasal süreden sonra 20/05/2013 tarihinde temyiz ettiği anlaşılmakla, süresinde yapılmayan temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 317. maddesi gereğince REDDİNE,
incelemenin O yer Cumhuriyet Savcısının ve katılan Hazine vekilinin temyiz itirazlarıyla sınırlı olarak yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
Sanıklar …. ve Cihan Vural haklarında verilen beraat hükümlerinin incelenmesinde;
Delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle verilen beraat hükümleri usul ve kanuna uygun olduğundan yerinde görülmeyen O yer Cumhuriyet Savcısının ve katılan Hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,
Sanıklar, …hakkında verilen beraat hükümlerinin incelenmesinde ise;
Sürücü belgesi bulunmayıp, aracında ruhsatsız tabanca ele geçirilen ve hakkında yakalama kararı bulunan sanık …`ın polis memuru olan diğer sanıklara rüşvet vererek hakkında işlem yapılmamasını sağladığı iddiasıyla, sanıkların rüşvet verme ve alma suçlarından cezalandırılmalarının talep edildiği,
Sanık…`ın aşamalarda polis memurlarına rüşvet verdiği hususunu doğruladığı ancak rüşvet verdiği polislerin teşhisi hususunda çelişkili beyanlarda bulunduğu nazara alınarak; suç tarihinde sanık … hakkında yakalama kararı bulunup bulunmadığı, sanık polis memurları tarafından sanık … Boztaş hakkında GBT sorgulaması yapılıp yapılmadığı, suça konu eylem tarih ve saatinde olay yerine ilişkin kamera kaydı olup olmadığı hususları ile , 06/02/2009 ve 10/02/2009 tarihlerinde ihbarda bulunan kişinin kimlik bilgilerinin araştırılması, belirlenmesi halinde tanık olarak olay hakkındaki bilgi ve görgüsünün tespiti sonrasında hasıl olacak sonuca göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken;
eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hükümler kurulması,
Kanuna aykırı, O yer Cumhuriyet Savcısının ve katılan Hazine vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca hükümlerin BOZULMASINA, 18/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/10131 Karar : 2018/118 Tarih : 15.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelendi;
Sanığın kazanç karşılığı ödünç para verdiği iddia edilen müşteki …‘ın tefecilik suçunun zarar göreni olması ve hükmün 23/05/2013 havale tarihli dilekçe ile vekili tarafından temyiz edilmesi karşısında, kamu davasına katılma ve hükmü temyiz hakkı bulunduğu anlaşılmakla, mahkemece verilen katılma isteminin reddine ilişkin kararın kaldırılmasına, 5271 sayılı CMK’nın 237/2 ve 260/1. maddeleri gereğince katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
TCK’nın 241. maddesinde tanımlanan tefecilik suçunun oluşabilmesi için kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verilmesinin yeterli oluşu, ayrıca birden fazla kişiye sistemli şekilde faiz karşılığı ödünç para verilmesinin suçun unsuru olarak aranmaması ve aralarında yakın akrabalık bağı veya iş ilişkisi bulunmayan kişiler arasında günün ekonomik koşulları nazara alındığında yüksek sayılabilecek miktarda paranın karşılıksız verilmesinin hayatın olağan akışına uygun olmaması; bu bağlamda, sanığın katılandan faiz almadığını savunması karşısında, maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından dosyada örneği bulunan … 25. İcra Müdürlüğünün 2012/11151 sayılı dosyası dışındaki alacaklı olduğu diğer icra dosyalarının aslı veya onaylı örneklerinin dosyaya alınarak borçluların tanık olarak beyanlarına başvurulması, tefecilik yapıp yapmadığına ilişkin ayrıntılı kolluk araştırması yaptırılması ile sanık ve katılanın beyanlarında geçen olaya ilişkin bilgisi olduğu belirtilen …‘nun tanık olarak dinlenmesinden sonra tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçelerle yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
Kabule göre de;
Sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda kazanç elde etmek amacı ile birden fazla ödünç para verdiğinin kabul edilmesine karşın TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanmaması,
Kendisini vekille temsil ettiren katılan … lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı TCK’nın 53. maddesinde yer alan bazı ibarelerin iptaline ilişkin kararının değerlendirilmesi lüzumu,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiin ve katılan … vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 15/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/5631 Karar : 2018/37 Tarih : 9.01.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelendi;
CMK’nın 260/1. maddesine göre rüşvet suçundan katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olan Hazinenin kanun yoluna başvurma hakkının bulunması ve hükümlerin 28/03/2016 havale tarihli dilekçe ile vekili tarafından temyiz edilmesi karşısında, 3628 sayılı Kanunun 18. maddesindeki “…Hazine avukatının yazılı başvuruda bulunması halinde Maliye Bakanlığı, başvuru tarihinde müdahil sıfatını kazanır.” düzenlemesinin verdiği yetkiye ve CMK’nın 237/2. maddesine dayanılarak Hazinenin sadece bu suçtan açılan kamu davalarına katılan olarak KABULÜNE, dolandırıcılık suçlarından doğrudan zarar görmesi söz konusu olmayan Hazinenin, bu hükümleri temyiz etme hakkı bulunmadığından vekilinin bu suçlardan sanıklar …, … ve … hakkında kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, incelemenin rüşvet suçundan sanıklar … ve … hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik olarak müdafiilerinin ve katılan … vekilinin, görevi kötüye kullanma suçundan sanıklar … ve … haklarında, nitelikli dolandırıcılık suçundan ise sanık … hakkında kurulan beraat hükümlerine yönelik olarak katılan … vekilinin, resmi belgede sahtecilik suçu yönünden sanık … ile nitelikli dolandırıcılık suçu yönünden sanıklar Reşat ve Nihat haklarında kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik müdafiilerinin temyiz itirazlarıyla sınırlı olarak yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
Sanıklar … ve … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan kurulan mahkumiyet, sanık … hakkında ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Sanıklar Nihat ve Reşat hakkında kurulan mahkumiyet hükümleri yönünden, Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren TCK’nın 53. maddesiyle ilgili iptal kararının infaz aşamasında nazara alınması mümkün görülmüştür.
Delillerle iddia ve savunma duruşma göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş sübutu kabul olunan fiillerin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatı yapılmış bulunduğundan kurulan mahkumiyet hükümleri ile delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle verilen beraat hükmü usul ve kanuna uygun olduğundan yerinde görülmeyen sanıklar müdafiilerinin mahkumiyet hükümlerine yönelik, katılan … vekilinin sanık … hakkında kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA, Sanık … hakkında dolandırıcılık, sanık … hakkında ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçlarından kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelemesinde;
Olay tarihinde … ilçe tarım müdürü olarak görev yapan sanık …‘in, tapu müdürlüğünce yazılan 16/06/2005 tarihli müzekkereyle kuruma sorulan davaya konu iki parselin 1/48 ve 1/65 hisseli satışının “imar kanunu 18/son fıkrasında sayılan istisnalardan tarım ve hayvancılık amacının gerçekleştirilmesine uygun olup olmadığına ilişkin soruya 17/06/2005 tarihli cevabında hiçbir inceleme ve araştırma yapmaksızın, tarım ve hayvancılık amaçlı satışta sakınca olmadığına dair cevap vermek suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinden bahisle açılan kamu davasında beraat kararı verilmiş ise de, sanığın 3194 sayılı Kanunun 18/son ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün Hisseli Satışlarla İlgili 1997/12 sayılı Genelgesine göre, hisseli satışa konu taşınmaz malın plan kapsamında kalmaması halinde, il-ilçe tarım müdürlüğünce düzenlenecek raporda, hisseli satışa konu taşınmazın vasıfları nazara alınarak, hisseli satış amacının 3194 sayılı Kanunun 18. maddesinin son bendinde yer alan istisnalardan tarım ve hayvancılık amacının gerçekleştirilmesine yeterli olduğunun ve satış işleminde sakınca bulunmadığı hususlarının yazması gerektiği düzenlenmesine karşın sanığın bahsi geçen hususlara aykırı olarak ve hiçbir araştırma, inceleme yapmadan tarım ve hayvancılık amaçlı satışta sakınca olmadığına dair cevap vermesi şeklinde gerçekleşen eyleminin icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu, sübut bulan bu suç ile sanık …‘ın işlediği iddia edilen görevi kötüye kullanma suçlarının; 5237 sayılı TCK’nın 257/1. maddesinde öngörülen cezasının üst sınırına göre aynı Kanunun 66/1-e ve 67/4. maddelerinde belirtilen 8 yıl asli ve 12 yıl ilaveli zamanaşımına tabi olduğu, suç tarihlerinin sanık … açısından 07/07/2005 ve sanık … açısından ise 17/06/2005 olduğu, belirtilen tarihler ile inceleme günü arasında Ali bakımından durma süresi de nazara alındığında zamanaşımı sürelerinin gerçekleştiği anlaşıldığından, hükümlerin 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesi ile 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilmek suretiyle CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı Yasanın 322/1 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddeleri uyarınca sanıklar hakkında açılan kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle DÜŞMESİNE,
Sanık … hakkında zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik ve rüşvet alma, sanık … hakkında rüşvet verme suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Yargılamaya konu 20 ada 21 parsel ve 4 ada 69 parsel sayılı taşınmazların satışı için sanık … ile bu taşınmazlara verasette iştirak halinde malik bulunan tanıklar arasında toplam 100 bin YTL satım bedeli belirlendiği halde sanık …‘ın adı geçen tanıklara 7.000 YTL eksik para verdiği, bu parayı sanık …‘ın, sanık …‘a, temyiz kudretine sahip olmadığı anlaşılan tanık …‘dan usule aykırı olarak tapu sözleşmesine bizzat imzasını alarak satış yapmasına ve tarım arazisi vasfındaki taşınmazın hisseli satışına göz yummasına karşılık olarak rüşvet verdiği yine sanık …‘nun, katılanlar …, … ve mağdur …‘e gerçekte satış yapıldığı izlenimi doğuracak şekilde gerçeğe aykırı tapu ve resmi senetleri düzenlemek suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddia ve kabul edilen olayda; tanık …‘nın soruşturma aşamasındaki soyut beyanına dayalı olarak rüşvet alma ve verme suçundan mahkumiyet hükmü kurulmuş ise de; adı geçen tanığın duruşmada bu beyanlarını doğrulamaması, sanıkların da savunmalarında böyle bir para alışverişini kabul etmemeleri, paranın ele geçirilememesi, eksik ödendiği belirtilen paranın sanık … tarafından sanık …‘a verildiğine ilişkin başkaca delil olmaması ve dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yüklenen rüşvet suçunun kuşkulu kaldığı, mahkumiyete yeter somut, tarafsız, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı bir delil bulunmadığı ancak sanık …‘ın …‘nın usulsüz olarak imzasını alarak ve tarım arazisinin hisseli satışını yapmak suretiyle icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçunu işlediği, sanık …‘ın ise TCK 40/2. maddesi uyarınca icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçuna iştirak ettiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
Dosya arasında aslı gibidir şerhli fotokopileri bulunan ve sahtecilik suçuna konu belgelerden;
29/08/2005 tarihli resmi senette; satıcı tarafta … ve alıcılar … ve …‘in imzalarının alındığı, resmi senedi düzenleyen memur olarak sanığın isminin yazılı olduğu, müdür sütununda da … yazılı olduğu ancak her iki memurun da imzasının bulunmadığı, resmi senedin sağ üst köşesinde tarih ve yevmiye numarası yazmadığı, kütüğe intikalden sonra alıcı adına tescili yapılmadığı, yevmiye defterine alınmadığı, resmi senedin arka sayfasında alıcıların tapu senedini aldıklarına dair imzaları bulunduğu,
02/05/2008 tarihli resmi senette; resmi senedin taraflar sütununda satıcı taraf olarak …, alıcı taraf olarak ise …‘in imzaların alındığı, resmi senedi düzenleyen memur olarak sanığın isminin yazılı olduğu ve imzasının da bulunduğu, müdür sütununda da … yazılı olduğu ancak imzasının bulunmadığı, işlemin yevmiye defterine alındığı ancak kütük sayfasına alıcı adına tescili yapılmadığı, resmi senedin arka sayfasında alıcının tapu senedini aldığına dair imzası bulunduğu,
26/04/2007 tarihli resmi senette; satıcı tarafta … ve alıcı taraf …‘in imzalarının alındığı, resmi senedi düzenleyen memur olarak sanığın isminin yazılı olduğu, müdür sütununda da … yazılı olduğu ancak her iki memurun da imzasının bulunmadığı, resmi senedin sağ üst köşesinde tarih ve yevmiye numarası yazmadığı, işlemin yevmiye defterine alınmadığı ve alıcı adına tescilinin yapılmadığı, anlaşılmakla;
Taşınmazın tapuda devri için bir takım usulü işlemlerin zorunlu olduğu, Borçlar Kanunu 213. maddesi gereği gayrimenkul malın satışının resmi senet ile yapılacağı, 2644 sayılı Tapu Kanununun 26. maddesine göre resmi senedi taraflar ve resmi senedi düzenleyen memurun ve tapu sicil muhafızının imzalaması gerektiği, 27. madde gereği resmi senetlere her iki tarafın fotoğraflarının yapıştırılacağı, Tapu Sicil Tüzüğü 16. maddeye göre yazılı istem olmadıkça tapu sicil üzerinde işlem yapılamayacağı, 22. madde gereğince akit işlemlerinde usulüne uygun resmi senet düzenlenerek taraflarca imzalanmasından sonra yevmiye defterine kaydedileceği, 101. madde gereği düzenlenen tapu senedinin bir örneğinin müdür tarafından hak sahiplerine verileceği, Medeni Kanunun 705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasının tescille olacağı düzenlemeleri karşısında, yukarıda düzenlenen resmi senetlerin kanun ve mevzuat gereği eksik ve usulüne uygun olmadan düzenlendiğinin tespit edildiği,
5-
resmi senedi düzenleyen görevli memur olarak 26/04/2007 ve 29/08/2005 tarihli belgelerde ismi geçen sanığın imzasının bulunmadığı, bu haliyle düzenlenen suça konu resmi senetlerin hukuki sonuç doğurmaya elverişli olmadığı, bu senetlere dayanılarak verilen tapu senetlerinin ise fiilen tek başına herhangi bir satış, miras intikali, tashih, taksim, bağış, intifa ve irtifak hakkı tesisi, trampa kadastro müdürlüklerince yapılan işlemlerde kullanılamayacağı, tapu senedinin tapu kütüğüne yapılan tescile dayandığı, tapu kütüğünde veya TAKBİS’de (tapu kadastro bilgi sisteminde) tescil yoksa tapu senedi mühürlü imzalı dahi olsa hukuki bir değerinin bulunmadığı, tescile dayanmayan tapu senedi geçersiz olduğu, tescilli olmayan tapu senedi ile tapuda işlem yapılamayacağı ve tek başına hukuki sonuç doğurmaya elverişli olmadığı, belgelerin şekil şartlarını taşımadığı, bu nedenlerle sanığa yüklenen resmi belgede sahtecilik suçunun unsurlarının oluşmadığı ancak eyleminin görevi kötüye kullanma suçu kapsamında kaldığı, resmi belgede sahtecilik ve rüşvet alma olarak kabul edilen sanık …‘ın eylemlerinin kül halinde zincirleme görevi kötüye kullanma suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ayrıca UYAP sisteminden yapılan sorgulamada; sanık hakkında … Ağır Ceza Mahkemesinin 28/11/2011 gün ve 2010/73 Esas, 2011/286 Karar sayılı ilamıyla sanığın görevi kötüye kullanma suçundan mahkumiyetine karar verildiği, dosyanın temyiz edilmesi üzerine 21. Ceza Dairesinin 2015/4849 Esas, 2016/6425 Karar sayılı ilamıyla bozulduğu anlaşılmakla; dava konusu eylemler arasında irtibat bulunup bulunmadığının, suç ve dava tarihleri itibarıyla, hukuki kesinti olup olmadığının ve teselsül hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağının belirlenmesi, mümkünse birleştirme hususunun düşünülmesi, kararın kesinleşmiş olması halinde ise onaylı bir suretinin dosyaya eklenmesinden sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken resmi belgede sahtecilik suçundan yazılı şekilde mahkumiyetine hükmolunması,
Kabule göre de;
Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı Kararının Resmi Gazetenin 24/11/2015 tarih ve 29542 sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması nedeniyle TCK’nın 53. maddesiyle ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, katılan … ile … vekillerinin ve sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 09/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/13124 Karar : 2017/6801 Tarih : 13.09.2017
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre; … firması vekili hükümden sonra 03.10.2016 havale tarihli dilekçesi ile katılma talebinde bulunmuşsa da; 5271 sayılı CMK’nın 237/2. maddesi uyarınca katılma talebinin reddine karar verilerek, dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun`da öngörülen suç tipine uyduğu,
Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,
Anlaşıldığından, sanık müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 13.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/6570 Karar : 2017/6560 Tarih : 11.09.2017
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören, CMK’nın 260/1 maddesi uyarınca hükmü temyize hakkı bulunduğu belirlenen ve mahkemece duruşmalara çağrılmayan, ancak gerekçeli kararı tebliğ alarak temyiz eden …‘nın, temyiz dilekçesinin kapsamı da gözetilmek suretiyle CMK`nın 237/2 maddesi uyarınca davaya katılmasına karar verildi.
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Gerekçeli karar başlığında, sadece 2013 olarak belirtilen suç tarihinin; 237 sayılı Kanun`un dava tarihinde yürürlükte bulunan 16. maddesinde yazılı seçimlik hareketlerin gerçekleştiği sürecin son günü olan 07.01.2013 olduğu, ancak maddi gerçeğin ortaya çıkartılması ve çoğu zaman başkaca kamu davalarında verilecek bir hükmün açıklanma sebebi olabilecek, bazen de tekerrür uygulaması bakımından önemli olabilecek bu hususun mahkemece hatalı belirlenmesi mahallinde düzeltilebilir bir yazım hatası olarak değerlendirilmiştir.
Eyleme veyükletilen suça yönelik katılan vekilinin temyiz nedenleri yerinde görülmediğinden, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 11/09/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/1281 Karar : 2017/6812 Tarih : 13.09.2017
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
1-Müşteki temsilcisinin temyiz talebi yönünden yapılan incelemede;
Duruşmadan haberdar edildiği halde, 5271 sayılı CMK’nın 237 ve 238. maddeleri uyarınca usulüne uygun olarak kamu davasına katılmayan müşteki temsilcisinin, sanık hakkında kurulan hükmü temyize hakkı bulunmadığından, müşteki temsilcisinin temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK`nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
2- Sanığın temyiz talebi bakımından yapılan incelemede;
Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun’da öngörülen suç tipine uyduğu,
Anlaşılmış ve ileri sürülen başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmediği gibi hükmü etkileyecek oranda hukuka aykırılığa da rastlanmamıştır.
Ancak,
1-Kasıtlı suçtan hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına hükmedilmiş ise de, 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı kararı ile anılan maddenin bazı hükümlerinin iptal edilmiş olması nedeniyle yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu,
2-Tekerrüre esas alınan ilamın kesinlik sınırında olması nedeni ile tekerrüre esas alınamayacağının gözetilmemesi,
Kanuna aykırı ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün tebliğnameye uygun olarak, BOZULMASINA, bu aykırılıklar yeniden yargılama yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte olduğundan, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi uyarınca, hükümden TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün çıkartılıp, yerine “24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararı da gözetilerek kasıtlı suçtan erteli kısa süreli olmayan hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak TCK`nın 53. maddesinin uygulanmasına” ibaresinin eklenmesi ve hükümden tekerrüre ilişkin bölümün çıkartılması suretiyle başkaca yönleri kanuna uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 13/09/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/14239 Karar : 2017/4005 Tarih : 20.06.2017
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
1 - Bozulmuş veya değiştirilmiş gıda ticareti yapma suçundan verilen beraat kararına yönelik temyiz telebinin incelemesinde;
“Bozulmuş veya değiştirilmiş gıda ticareti yapma” suçunun TCK’nın ikinci kitabının üçüncü kısmının ‘Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar’ başlığını taşıyan üçüncü bölümünde düzenlenmiş olması; belirtilen özelliği gereğince kişilerin ve kurumların, CMK’nın 237.maddesi uyarınca suçtan zarar gören sıfatıyla bu suçlarla ilgili davalara katılmalarına olanak bulunmaması nedeniyle mahkemece şikayetçilerin katılma talebinin kabulüne karar verilmesinin şikayetçiye hükmü temyiz hakkı vermeyeceği anlaşıldığından; şikayetçi vekilinin temyiz isteminin 5320 sayılı Kanun’un 8/1.maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 317.maddesi uyarınca REDDİNE,
2 - Taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan verilen beraat kararının incelenmesinde;
Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı anlaşıldığından; Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA,
20/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2128 Karar : 2017/5121 Tarih : 14.06.2017
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, şikayetçi tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Katılma isteminde bulunmasına rağmen bu konuda herhangi bir karar verilmeyen şikayetçinin, CMK’nın 260. maddesi uyarınca katılma istemi hakkında karar verilmeyenler sıfatıyla hükmü temyiz hakkı bulunması nedeniyle suçtan doğrudan zarar gördüğü anlaşılan ve hükmü temyiz etmek suretiyle katılma iradesini devam ettiren şikayetçinin, CMK’nın 237/2. maddesi uyarınca davaya katılmasına karar verilerek yapılan incelemede:
Katılanın sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Sanığa isnat edilen özel hayatın gizliliğini ihlal suçu, TCK’nın dokuzuncu bölümündeki özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlardan olup, salt gazetecilik mesleğini icra etmek, kişilerin özel hayatlarına koşulsuz ve sınırsız şekilde müdahalede bulunma hakkı vermez. Bilinmesinde kamu yararı olan bir bilgiye ulaşmak saikiyle hareket edilmesi ya da tesadüfen böyle bir bilginin öğrenilmiş olması halinde dahi bu sonuç değişmez. Aynı şekilde; Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, politikacılar, bürokratlar, diplomatlar, bilim adamları, sanatçılar, sporcular, gazeteciler gibi içinde bulundukları konum, mesleki faaliyetleri veya görevleri nedeniyle kamuoyu tarafından tanınan kişilerin, özel hayatlarının dokunulmaz ve gizli alanlarının, toplumda yer alan diğer kişilere oranla, daha sınırlı olması, bu kişilerin özel hayatlarına, ağır, ölçüsüz ve haksız müdahalede bulunulabileceği anlamına gelmez. Aksinin kabulü, kişilerin özel hayatlarını, Anayasal ve yasal korumadan yoksun bırakır. Basın ve yayın organları; bilgi edinme, bilgiyi yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını kullanırken ve habere ulaşmada, kamu yararını gözetmek zorunda oldukları gibi, haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun ve güncel olup olmadığını özenle irdelemek, haberin verilişinde tahkir edici bir dil kullanmayıp, ölçülülük ilkesine de uygun davranmak mecburiyetindedirler.
İncelenen dosyada; … isimli haftalık haber aktüel mecmuasının imtiyaz sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olan sanık …‘in, kendisi gibi yerel düzeyde gazetecilik mesleğini icra eden ve adliyeye yansıyan çok sayıda uyuşmazlıktan dolayı aralarında husumet bulunan katılan …‘ı hedef alarak hazırladığı anılan mecmuanın 20.11.2013 tarihli, 1. yıl ve 16 numaralı sayısının ilk sayfasındaki “Yine… İkilisi, Yine Skandal” başlıklı yazısında, açıklanmasında kamu yararı bulunmadığı ve hiç gerekmediği halde, adını ve soyadını açıkça yazdığı katılan hakkında, “…Evli ve 2 çocuğu bulunan …‘ın, gayriresmi yollarla yaşadığı ilişkinin meyvesi olacak çocuk birkaç ay sonra dünyaya gelecektir. Doğacak olan çocuğun böyle çarpık olaylarla anılan bir ortamda dünyaya gözlerini açması, ne Türk örf ve ananeleri ile uyuşmaktadır, ne de yasalarımızla…” biçiminde ibarelere yer vererek, katılanın, Songül isimli kadınla yaşadığı gayriresmi birlikteliğin boyutunu tüm ayrıntıları ile okuyucunun bilgisine sunması karşısında, ölçülülük ilkesine uygun davranarak basının haber verme hakkı sınırları içerisinde hareket ettiği ve hukuka uygun çerçevenin dışına çıkmadığı kabul edilemeyeceğinden, katılanın özel hayatına, ağır, ölçüsüz ve haksız müdahalede bulunan sanık hakkında TCK’nın 134/1-1. madde, fıkra ve cümlesinde tanımı yapılan özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dolayı mahkumiyet hükmü kurulması gerekirken, katılanın yerel basında tanınmakta olup, yayımlanan yazının magazin haberi niteliğinde olması nedeniyle sanığa yüklenen suçun yasal unsurlarının oluşmadığına dair yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle CMK’nın 223/2-a madde, fıkra ve bendi gereğince sanığın beraatine karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 14.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/8487 Karar : 2017/2651 Tarih : 15.06.2017
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelendi;
Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25/03/2003 gün ve 2003/5-41 Esas, 2003/54 sayılı Kararında belirtildiği üzere; tazminat ödenmesi, itibar zedelenmesi ve güven kaybı gibi dolaylı zararlara dayanarak kamu davasına katılmanın mümkün olmaması karşısında, PTT Genel Müdürlüğünün CMK’nın 237. maddesi kapsamında yüklenen suçtan doğrudan zarar görmediği, mahkemece usulsüz olarak verilen katılma kararının da temyiz hakkı vermeyeceği anlaşılmakla, vekilinin temyiz isteminin CMUK`nın 317. maddesi gereğince REDDİNE, incelemenin katılan … vekilinin temyiz itirazları yönünden yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
Bursa PTT Genel Müdürlüğünde posta memuru olarak görev yapan sanığın, Bursa 17. İcra Dairesi tarafından katılana gönderilen ödeme emrini yasaya uygun olarak tebliğ etmediği halde, tebligat evrakının üzerine usulüne uygunmuş gibi şerh düşerek icra takibinin kesinleşmesine, bu nedenle haciz yapılmasına ve katılanın mağduriyetine sebebiyet vermek suretiyle icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçunu işlediği tüm dosya kapsamından anlaşıldığı halde mahkumiyeti yerine yazılı gerekçelerle beraatine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 15/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2015/91 Karar : 2018/249 Tarih : 29.05.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; öncelikle, kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan açılan davada, kendilerine hakaret edildiği iddia edilen görevlilerin, suçun mağduru olup katılan sıfatını alabilecek durumda olmalarına rağmen davadan haberdar edilmemeleri ve yokluklarında hüküm kurulması hâlinde, gerekçeli kararın bu kişilere tebliği sağlanmadan temyiz incelemesi yapılmasının mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sivas Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame ile; olay tarihinde Ünye M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan sanığın, Sivas E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca hakkında verilen on gün süreyle ziyaretçi kabulünden men kararına yönelik itirazının reddedilmesi üzerine, ret kararını veren Sivas 2. Ağır Ceza Mahkemesine hitaben yazdığı dilekçe ile mahkeme heyetine hakaret ettiği iddiasıyla hakkında kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sırasında bahse konu kararı veren mahkeme başkanı ve üyeleri olan Bekir Akkale, Hasan Ulaş ve Hakan Mavi`nin davadan haberdar edilmedikleri, yokluklarında hüküm kurulduğu ve gerekçeli kararın bu kişilere tebliğ edilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için hakaret suçu, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK`nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Hakaret” başlıklı 125. maddesi;
1- Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
2- Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
3- Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır” şeklinde düzenlenmiştir. Bu suçun mağduru kendisine karşı hakaret eylemi gerçekleştirilen kişi veya kişilerdir.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarih ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir. (Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl: 2006, S. 3, s. 4-10) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
5271 sayılı CMK’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
1)Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2)Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
1)Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2)Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3)Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK`nun 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme merciince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
5271 sayılı CMK`nun “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikâyet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikâyet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
5271 sayılı CMK`nun mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
“Kovuşturma evresinde;
1.Duruşmadan haberdar edilme,
2.Kamu davasına katılma,
3.Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
4.Tanıkların davetini isteme,
5.Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6.Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma” şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan “duruşmadan haberdar edilme” hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK`nun 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
5271 sayılı CMK`nun kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır” şeklinde olup, buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK’nun 260. maddesi uyarınca “katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören” sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK`nun 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nun 310. maddesi; “Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir” şeklindedir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyet olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur” hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüte mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre; yoklukta kurulan hükmün temyiz hakkı olanlara usulüne uygun tebliğ edilmediği hallerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir. Temyiz etme ihtimali tüketilmeden temyiz incelemesi yapılamayacağı, inceleme yapılıp onama kararı verilmesi halinde temyiz edilme ihtimali bulunduğundan hükmün kesinleşmesinden söz edilemeyeceği, onama kararının kendisine bağlanan hukuki sonucu doğuramayacağı, bu haliyle de hukuki değer ifade etmeyeceği gözetilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Olay tarihinde Ünye M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan sanığın, Sivas E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca hakkında verilen on gün süreyle ziyaretçi kabulünden men kararına yönelik itirazının Sivas 2. Ağır Ceza Mahkemesince 25.12.2008 gün ve 2008/705 sayı ile reddedilmesi üzerine kararı veren mahkeme heyetine yönelik kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu işlediğinin iddia edildiği, mahkeme başkan ve üyeleri olan Bekir Akkale, Hasan Ulaş ve Hakan Mavi’nin davadan haberdar edilmedikleri, yokluklarında hüküm kurulduğu ve gerekçeli kararın kendilerine tebliğ edilmediği anlaşılmakla; Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması amacına uygun olarak CMK’nun 234/1. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan mahkeme başkan ve üyelerinin mağdur olarak davadan haberdar edilmeleri zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK’nun 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan mağdurlara gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda adı geçen mağdurlara bu kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakları kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan mağdurların kamu davasına katılma imkânını kullanabilmeleri amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, gerekçeli kararın mağdurlara tebliğinin sağlanarak yedi günlük temyiz süresinin başlatılması, kararın mağdurlar tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanığın temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; mağdur veya mağdurlarlar tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK`nun 260. maddesi uyarınca mağdur veya mağdurların davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak bu aşamada mağdurların sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemeleri suretiyle katılma ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı gerekçesiyle, hükmün bozulmasına karar verilmesi mümkün görülmemiştir.
Bu nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 06.05.2014 gün ve 3989-15318 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, Sivas (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 27.01.2011 gün ve 24-84 sayılı kararının, mahkeme başkan ve üyeleri olan mağdurlar Bekir Akkale, Hasan Ulaş ve Hakan Mavi’ye tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.05.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2016/1448 Karar : 2018/177 Tarih : 17.04.2018
-
CMK 237. Madde
-
Kamu Davasına Katılma
Nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından sanık …’in TCK’nun 102/2, 43 ve 62. maddeleri gereğince 8 yıl 4 ay, TCK’nun 109/2, 109/5 ve 62. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezası; fuhuş suçundan sanık … (Kanat) Çiftçi’nin 227/2, 227/5 ve 62. maddeleri gereğince 3 yıl 9 ay hapis ve 10.000 Lira adli para cezası, fuhuş suçuna yardım etmekten …‘ın ise 227/2, 227/5, 39 ve 62. maddeleri uyarınca 1 yıl 10 ay 15 gün hapis ve 5.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 20.01.2015 gün ve 556-24 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 02.03.2016 gün ve 8751-2026 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.06.2016 gün ve 231399 sayı ile;
“…İtirazımızın konusu mahkemenin sanıklar hakkındaki mahkûmiyet hükümlerini kurarken, işitme ve konuşma engelli olan mağdurenin tercüman aracılığıyla 20.07.2008 tarihli kolluk ve 22.07.2008 tarihli Cumhuriyet savcılığında alınan beyanlarını bu hükümlere dayanak yapması da gözetilerek, ATK Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 29.07.2008 tarihli raporda ‘Mağdurenin yapılan muayenesinde elde edilen bulgulara göre her hangi bir zeka geriliği yada akıl hastalığı tespit edilemediği, akli dengesinin yerinde olduğu’nun belirtilmesine karşın Dicle Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen 25.07.2008 tarihli raporda ‘Mağdurenin zihinsel performansının mental retardasyon düzeyinde olmasa da yetersiz olabileceği, bu nedenle kendisine karşı işlenmiş fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını yeterince anlayabilme ve davranışlarını yönlendirebilme yeteneklerinin gelişmemiş olabileceği, dolayısıyla kendisini savunma gücünden mahrum olabileceği, maruz kaldığı eylemler nedeniyle ruh sağlığının bozulmuş olabileceği, iletişim sorunu nedeni ile kesin bir kanaate varılamadığı, belirtilen hususlarda sağlıklı bir karar verilebilmesi için Adli Tıp Kurumundan görüş alınması gerektiği’nin belirtilmesi karşısında; mağdurenin Adli Tıp Kurumuna sevkinin sağlanarak, kendisine karşı gerçekleştirilen fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin gelişip gelişmediği, algılama yeteneği gelişmemiş ise bu durumunun hekim olmayanlarca anlaşılıp anlaşılmayacağı, fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olup olmadığı ve beyanlarına itibar edilip edilemeyeceği hususlarında açıklayıcı mütalaâ alındıktan sonra, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulmasına ilişkindir.
Mağdure Bahar Kanat tercüman vasıtasıyla ve vekili huzurunda kollukta alınan 20.07.2008 tarihli ifadesinde özetle; annesi sanık …‘nun para karşılığı kendisini zorla başka erkeklere pazarladığını, babası olan sanık …‘un en başta olayları bilmediğini ancak öğrenince bu duruma ses çıkarmadığını, suç tarihinde yine annesinin zorlaması ile sanık … ile buluştuğunu, bir süre gezip alkol aldıklarını, daha sonra Doğan’nın arabayı şehir dışında bir yere çektiğini, orada Doğan ile cinsel ilişkiye girdiğini, o sırada Doğan’nın yanında bulunan ayağında kurşun izleri olan şahsı yanına çağırınca korkarak kaçtığını, ancak sanığın kendisini yakalayarak evine götürüp annesine teslim ettiğini, ertesi gün ise saat 10.30 sularında yine annesinin zorlaması ile Doğan’nın evine gittiğini, daha sonra Doğan’nın kapıyı üzerinden kilitleyerek dışarıya gittiğini, balkona çıkarak çevredeki insanlardan yardım istediğini, bunun üzerine polisin olay yerine geldiğini beyan etmiş, 22.07.2008 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, bu defa kendisini fuhuşa sürükleyenin annesi Hatun olduğunu, babası Yusuf’un ise durumdan haberinin olduğunu, Doğan isimli şahısla, bu şahsın evinde cinsel ilişkiye girdiğini, bu sırada sanığın kendisine karşı darp ve cebirde bulunduğunu beyan etmiş, 14.10.2008 tarihli duruşmada yine tercüman vasıtası ile alınan ifadesinde ise annesini ve babasını sevdiğini, anne ve babasının kendisini fuhuşa zorlamadıklarını, Doğan ile arabada cinsel ilişkiye girmediklerini, evde cinsel ilişkiye girdiklerini, Doğan’nın kendisini dövmediğini, zor kullanmadığını, Doğan’nın evinde bulunan ayağı topal olan bir erkek şahsın kendisini dövdüğünü ve ilişkiye zorladığını beyan etmiş, her üç beyanında da açık çelişkilerin mevcut olduğu görülmüştür.
Mağdurenin anne ve babası olan sanıklar Hatun ve Yusuf’un savunmalarında mağdurenin küçük yaşlarda menenjit hastalığı geçirdiğini ve düştüğünü, bu nedenle psikolojik sorunları olduğunu, ayrıca işitme ve konuşma engelli olduğunu beyan etmişlerdir.
ATK Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 29.07.2008 tarihli raporda ‘Mağdurenin yapılan muayenesinde elde edilen bulgulara göre her hangi bir zeka geriliği ya da akıl hastalığı tespit edilemediği, akli dengesinin yerinde olduğu’nun belirtilmesine karşın Dicle Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen 25.07.2008 tarihli raporda ‘Mağdurenin zihinsel performansının mental retardasyon düzeyinde olmasa da yetersiz olabileceği, bu nedenle kendisine karşı işlenmiş fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını yeterince anlayabilme ve davranışlarını yönlendirebilme yeteneklerinin gelişmemiş olabileceği, dolayısıyla kendisini savunma gücünden mahrum olabileceği, maruz kaldığı eylemler nedeniyle ruh sağlığının bozulmuş olabileceği, iletişim sorunu nedeni ile kesin bir kanaate varılamadığı, belirtilen hususlarda sağlıklı bir karar verilebilmesi için Adli Tıp Kurumundan görüş alınması gerektiği’ belirtilmiş, rapor içeriklerinin yetersiz olmasına ve birbiri ile çelişmesine karşın mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmamıştır.
Oysa Mahkeme, mağdurenin tüm aşamalarda bir biri ile çelişen beyanlarda bulunmasına karşın, özellikle kollukta verdiği ifadesini hükme esas almıştır. Hal bu iken mağdurenin beyanlarına itibar edilip edilemeyeceği konusu önem taşımaktadır. Bu bakımdan mağdurenin Adli Tıp Kurumuna sevki sağlanarak, kendisine karşı gerçekleştirilen fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediği, algılama yeteneği gelişmemiş ise bu durumunun hekim olmayanlarca anlaşılıp anlaşılmayacağı, fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olup olmadığı ve beyanlarına itibar edilip edilemeyeceği hususlarında açıklayıcı mütalaâ alınmasında zorunluluk bulunmaktadır. Ancak bu husus yerine getirildikten sonra sanıkların tümünün hukuki durumlarının belirlenmesi gerekmektedir. Mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmaksızın ve sonraki beyanlarında da açık çelişkiye düşmesine rağmen, mağdurenin soruşturma aşamasındaki beyanlarına dayanılarak eksik araştırma ile müsnet suçlardan ayrı ayrı mahkûmiyetlerine karar verilmiş olmasının usul ve Kanuna aykırı olduğu düşünülmüştür” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 02.11.2016 gün ve 9530-7555 sayı ile, itiraz nedenleri yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Mağdurenin fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediği, ruh bakımından kendisini savunacak durumda olup olmadığı, akıl sağlığı yerinde değilse veya zeka geriliği mevcutsa bu durumun hekim olmayanlarca anlaşılıp anlaşılamayacağı ve beyanlarına itibar edilip edilemeyeceği hususlarında Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılmasının gerekli olup olmadığı, bu bağlamda sanıklar hakkında eksik inceleme ile hüküm kurulup kurulmadığının,
2- Eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı sonucuna ulaşılırsa, sanık …’in nitelikli cinsel saldırı suçunu zincirleme şekilde işleyip işlemediğinin, Belirlenmesine ilişkindir.
10.04.2018 tarihli oturumda birinci uyuşmazlık konusunda yapılan oylamada yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeniyle 17.04.2018 tarihinde yapılan ikinci müzakerede bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince 6284 sayılı Kanunun 20/2. maddesi uyarınca sanıklar hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının açılan dava ve duruşmalardan haberdar edilmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine bu husus, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle ele alınıp değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık … hakkında cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma; sanıklar … ve Hatun (Kanat) Çiftçi hakkında ise fuhuş suçlarından kamu davaları açıldığı,
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, 20.01.2015 gün ve 556-24 sayı ile sanıklardan …‘ın atılı suçun doğrudan faili olmayıp yardım ederek katıldığının kabulü ile tüm sanıkların anılan suçlardan mahkûmiyetlerine karar verildiği,
Yerel mahkemece, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı ve gerekçeli kararın tebliğ edilmediği, Anlaşılmaktadır.
Dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi ve kadına karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasamızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
Anayasanın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasanın 41. maddesinin kenar başlığı “Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile “Ailenin korunması ve çocuk hakları” haline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15). Öte yandan Anayasanın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler tarafından 18.12.1979 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 14.10.1985 tarih ve 18898 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”, yaşamın her alanında kadın-erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırıp insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınlara tanınması için sözleşmeye taraf devletlerin kararlı şekilde eşitlik politikası izlemelerini sağlama amacı taşımaktadır. (Nazan Moroğlu, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl: 2012, Mart-Nisan S.99, s. 359-360; Ceylan, s. 15-16) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi de cinsiyete dayalı şiddetin, kadınların erkeklerle eşitlik temelinde hak ve özgürlüklerden yararlanma imkânına ciddi bir engel teşkil eden ve bu nedenle Sözleşmenin 1. maddesi kapsamında yasaklanan bir ayrımcılık şekli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Opuz/Türkiye Kararı, 09.06.2009, B.N:33401/02, &74)
Birleşmiş Milletler tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilip kadına yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası belge özelliği taşıyan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” ile şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda üye Devletlere düşen sorumluluklar ile görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenerek Devletlerin iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapması ve uygulamaya geçirmesi öngörülmüştür. (Bildirgenin Türkçe metni için bkz. Https://www.tbmm.gov.tr/ komisyon /kefe/belgeuluslararasibelgeler/kadina_karsi_siddet/BM) Bu kapsamda Türk hukukunda ilk kez kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.01.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.01.1998 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. (Moroğlu, s. 361-362)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https:.//rm…coe.int/09000016805e2612)
Türkiye’nin ilk imzalayan ve onaylayan ülke konumunda olduğu“Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise kadına yönelik şiddeti ilk kez açıkça insan hakkı ihlâli olarak tanımlamış ve taraf devletlere uluslararası hukukta kadına karşı ve aile içi şiddet konusunda yükümlülükler getirmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 11.05.2011 tarihinde çekince konulmaksızın imzalanmış, 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Ancak, 75. maddesindeki en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on devlet tarafından onaylanma şartı nedeniyle Sözleşme, Türkiye bakımından 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuzun parçası hâline gelmiştir.
Sözleşmenin 3/a maddesi kadınlara yönelik cinsel eylemleri, kadına yönelik şiddet kapsamına dahil etmiş, 5/2. maddesi ise taraf devletlere, sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki tedbirleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu Sözleşmenin etkisiyle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun kadına karşı ve aile içi şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı düşünülerek 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarih ve 28239 sayılı, bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği ise 18.01.2013 tarih ve 28532 sayılı Resmi Gazetelerde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu aşamada uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 6284 sayılı Kanun ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliğinde yer alan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının davaya katılma hakkına ilişkin hükümler, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi çerçevesinde tartışılmalıdır.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarih ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir.(Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
5271 sayılı CMK’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
1)Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2)Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
1)Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2)Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3)Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nun 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme merciince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için ise, CMK’nun davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının katılma hakkı hususunda yasal düzenlemelere gelince;
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde;
(1) Bu Kanunda yer alan;
a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı, ifade eder”,
“Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir”, şeklinde hükümler mevcut olup Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir.
Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılabilir” denilmek suretiyle katılma hususunda yürütme organı içindeki görevliler için de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
5271 sayılı CMK’nun “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikayet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikayet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
5271 sayılı CMK’nun mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
Kovuşturma evresinde;
1.Duruşmadan haberdar edilme,
2.Kamu davasına katılma,
3.Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
4.Tanıkların davetini isteme,
5.Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6.Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma” şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan “duruşmadan haberdar edilme” hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK’nun 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
5271 sayılı CMK’nun kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır” şeklinde olup, buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikayetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK’nun 260. maddesi uyarınca “katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören” sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK’nun 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesi; “Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir” şeklindedir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyet olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur” hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüte mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre; yoklukta kurulan hükmün temyiz hakkı olanlara usulüne uygun tebliğ edilmediği hallerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir. Temyiz etme ihtimali tüketilmeden temyiz incelemesi yapılamayacağı, inceleme yapılıp onama kararı verilmesi halinde temyiz edilme ihtimali bulunduğundan hükmün kesinleşmesinden söz edilemeyeceği, onama kararının kendisine bağlanan hukuki sonucu doğuramayacağı, bu haliyle de hukuki değer ifade etmeyeceği gözetilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması hususunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ile pozitif ayrımcılık bağlamında Anayasanın getirdiği yükümlülüklere uygun düzenlemeler içeren 6284 sayılı Kanunun 20/2 ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddelerinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının açılan kamu davasına katılma hakkının bulunduğu belirtilmektedir.
Bu itibarla, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması ve pozitif ayrımcılık ilkesinin tesisi amacına uygun olarak CMK’nun 234/1. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK’nun 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan anılan Bakanlığa gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda sözü edilen kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan Bakanlığın kanundan kaynaklanan kamu davasına katılma konusundaki takdir hakkını kullanabilmesi amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, gerekçeli kararın Bakanlığa tebliğinin sağlanarak yedi günlük temyiz süresinin başlatılması, kararın Bakanlık tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanıklar müdafiinin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; Bakanlık tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK’nun 260. maddesi uyarınca Bakanlığın davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak bu aşamada Bakanlığın sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemesi suretiyle katılma ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı gerekçesiyle bozulmasına karar verilmesi mümkün görülmemiştir.
Bu nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 02.03.2016 gün ve 8751-2026 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 20.01.2015 gün ve 556-24 sayılı kararının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.04.2018 tarihli ilk müzakerede birinci uyuşmazlık konusunda yapılan oylamada yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeniyle, 17.04.2018 tarihinde yapılan ikinci müzakerede gündeme getirilen ön soruna ilişkin uyuşmazlık bakımından oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.