Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
CMK Madde 233
(1) Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir. Kovuşturma evresine geçildiğinde çağrı kâğıdına iddianame eklenir. Ayrıca, iddianameye ilişkin bilgiler ve duruşma tarihi; telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi iletişim bilgilerinin dosyada bulunması hâlinde bu araçlardan yararlanılmak suretiyle de bildirilir.
(2) Bu hususta yapılacak çağrı ve zorla getirme bakımından tanıklara ilişkin hükümler uygulanır.
CMK Madde 233 Gerekçesi
Şikâyetçi ve mağdur soruşturma veya kovuşturma evrelerinde Cumhuriyet savcısı, mahkeme başkanı veya hâkim tarafından davetiye ile çağrılarak dinlenecektir. Davet konusunda tanıklara ilişkin kurallar geçerli olacaktır.
CMK 233 (Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/1284 Karar : 2018/3092 Tarih : 27.06.2018
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Sanıktan tahsiline karar verilen yargılama gideri miktarının hükme esas teşkil eden kısa kararda gösterilmemesi sonradan tamamlanabilir eksiklik olarak görülmüştür.
Mahalli mahkemece verilen hükmün 5271 sayılı CMK`nun 35/2, 260, 6284 sayılı Kanunun 2/1-d ve 20/2. maddeleri gözetilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tebliği üzerine anılan kurum tarafından da temyiz edildiği anlaşılmakla, dosya incelenerek gereği düşünüldü.
Sanık … hakkında; maktul …’a yönelik nitelikli kasten öldürme ve nitelikli yağma suçlarından açılan kamu davalarında, 6284 sayılı Kanunun 2/1-d ve 20/2. maddeleri uyarınca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu suçun zarar göreni olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK’nun 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve CMK`nun mağdur ve katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafii, katılanlar vekili ve suçtan zarar gören Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, sair yönleri incelenmeyen hükmün öncelikle bu nedenle tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 27/06/2018 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2015/91 Karar : 2018/249 Tarih : 29.05.2018
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Sanık …‘ın kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan TCK`nun 125/1, 125/3-a, 125/5 delaletiyle 43/2, 62, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Sivas (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 27.01.2011 gün ve 24-84 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 06.05.2014 gün ve 3989-15318 sayı ile;
“…Sanığın Sivas Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğu sırada, kendisine verilen disiplin cezasının kaldırılması için yaptığı itirazın reddedilmesi üzerine … Başkanlığına hitaben yazdığı dilekçesinde adaletin alnına kara leke sürdünüz. Yalan mı? Bu kararınızı da ben tiksinerek kabul etmek zorunda kalacağım. Eğer ki infaz etmeme rağmen verilen haksız ve onursuzca cezalandırmayı despotça uygulattıran sizler bu kararı yok sayacak şekilde karar verirseniz açık ceza evine çıkabileceğim. Aksi halde PKK’lı teröristten daha teröristi kendi ellerinizle yetiştirmiş olacaksınız` şeklindeki sözleri, bir bütün halinde değerlendirildiğinde, yargı otoritesini sarsma veya tarafsızlığını bertaraf etme ya da muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide etme maksadıyla söylenmeyip, sanığın uğradığını düşündüğü haksızlığı dile getirme ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu, şikâyet hakkı kapsamında kaldığı ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, yasal olmayan ve yerinde görülmeyen gerekçeyle mahkûmiyet kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 06.06.2014 gün ve 245198 sayı ile;
“…Hünkar Taştan’ın Ünye M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olduğu, Sivas E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca sanığın kamu görevlisine hakaret etmesi nedeni ile 14.11.2008 gün ve 2008/354 karar sayı ile 5275 sayılı CGTİHK’nun 44. maddesinin 2. fıkrasının (j) bendi uyarınca beş gün hücre hapis cezası verildiği, ancak sanık hakkında Ünye Devlet Hastanesince verilen sağlık raporuna göre beş gün hücre hapis cezasını yerine getirmesinin sakıncalı olduğunun tespit edildiğinden sanığın almış olduğu hücre hapis cezasının anılan Kanunun 48. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi uyarınca on gün ziyaretçi kabulünden men cezasına çevrildiği, sanığın almış olduğu ziyaretçi kabul cezasının kaldırılması için Ünye M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığına itirazda bulunduğu, ancak disiplin kurulunca cezanın yasal kaldırılma süresi tamamlanmadığından cezanın kaldırılmamasına karar verilerek itirazın reddedildiği, sanığın Sivas 2. Ağır Ceza Mahkemesine 17.08.2009 tarihli dilekçe ile mahkeme heyetine hitaben, almış olduğu disiplin cezasının onanmasını kastederek adaletin alnına kara leke sürdünüz, yalan mı? Bu kararınızı da ben tiksinerek kabul etmek zorunda kalacağım. Eğer ki infaz etmeme rağmen verilen haksız ve onursuzca cezalandırmayı despotca uygulattıran sizler bu kararı yok sayacak şekilde karar verirseniz açık ceza evine çıkabileceğim, aksi halde PKK’lı teröristten daha teröristi kendi ellerinizle yetiştirmiş olacaksınız` şeklindeki sözlerin, yargı otoritesini sarsma, küçük düşürme ve itibarsızlaştırma anlamına gelecek nitelikte olduğu ve sanığın sarf ettiği sözlerin yargı görevlilerini hiçe sayan ve görev yapamaz duruma getiren otorite zaafiyeti yaratacak nitelikte bulunduğu gözetilerek sanığın dilekçesinde yazılı sözlerin hakaret suçunu oluşturduğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK`nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 04.12.2014 gün ve 30060-35075 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; öncelikle, kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan açılan davada, kendilerine hakaret edildiği iddia edilen görevlilerin, suçun mağduru olup katılan sıfatını alabilecek durumda olmalarına rağmen davadan haberdar edilmemeleri ve yokluklarında hüküm kurulması hâlinde, gerekçeli kararın bu kişilere tebliği sağlanmadan temyiz incelemesi yapılmasının mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sivas Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame ile; olay tarihinde Ünye M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan sanığın, Sivas E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca hakkında verilen on gün süreyle ziyaretçi kabulünden men kararına yönelik itirazının reddedilmesi üzerine, ret kararını veren Sivas 2. Ağır Ceza Mahkemesine hitaben yazdığı dilekçe ile mahkeme heyetine hakaret ettiği iddiasıyla hakkında kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sırasında bahse konu kararı veren mahkeme başkanı ve üyeleri olan Bekir Akkale, Hasan Ulaş ve Hakan Mavi`nin davadan haberdar edilmedikleri, yokluklarında hüküm kurulduğu ve gerekçeli kararın bu kişilere tebliğ edilmediği, Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için hakaret suçu, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK`nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Hakaret” başlıklı 125. maddesi;
1- Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
2- Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
3- Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır” şeklinde düzenlenmiştir. Bu suçun mağduru kendisine karşı hakaret eylemi gerçekleştirilen kişi veya kişilerdir.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarih ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir. (Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl: 2006, S. 3, s. 4-10) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
5271 sayılı CMK’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2)Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
1)Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2)Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3)Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK`nun 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme merciince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
5271 sayılı CMK`nun “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikâyet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikâyet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
5271 sayılı CMK`nun mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
“Kovuşturma evresinde;
1.Duruşmadan haberdar edilme,
2.Kamu davasına katılma,
3.Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
4.Tanıkların davetini isteme,
5.Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6.Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma” şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan “duruşmadan haberdar edilme” hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK`nun 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
5271 sayılı CMK`nun kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır” şeklinde olup, buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK’nun 260. maddesi uyarınca “katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören” sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK`nun 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nun 310. maddesi; “Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir” şeklindedir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyet olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur” hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüte mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre; yoklukta kurulan hükmün temyiz hakkı olanlara usulüne uygun tebliğ edilmediği hallerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir. Temyiz etme ihtimali tüketilmeden temyiz incelemesi yapılamayacağı, inceleme yapılıp onama kararı verilmesi halinde temyiz edilme ihtimali bulunduğundan hükmün kesinleşmesinden söz edilemeyeceği, onama kararının kendisine bağlanan hukuki sonucu doğuramayacağı, bu haliyle de hukuki değer ifade etmeyeceği gözetilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Olay tarihinde Ünye M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan sanığın, Sivas E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca hakkında verilen on gün süreyle ziyaretçi kabulünden men kararına yönelik itirazının Sivas 2. Ağır Ceza Mahkemesince 25.12.2008 gün ve 2008/705 sayı ile reddedilmesi üzerine kararı veren mahkeme heyetine yönelik kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu işlediğinin iddia edildiği, mahkeme başkan ve üyeleri olan Bekir Akkale, Hasan Ulaş ve Hakan Mavi’nin davadan haberdar edilmedikleri, yokluklarında hüküm kurulduğu ve gerekçeli kararın kendilerine tebliğ edilmediği anlaşılmakla; Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması amacına uygun olarak CMK’nun 234/1. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan mahkeme başkan ve üyelerinin mağdur olarak davadan haberdar edilmeleri zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK’nun 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan mağdurlara gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda adı geçen mağdurlara bu kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakları kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan mağdurların kamu davasına katılma imkânını kullanabilmeleri amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, gerekçeli kararın mağdurlara tebliğinin sağlanarak yedi günlük temyiz süresinin başlatılması, kararın mağdurlar tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanığın temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; mağdur veya mağdurlarlar tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK`nun 260. maddesi uyarınca mağdur veya mağdurların davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak bu aşamada mağdurların sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemeleri suretiyle katılma ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı gerekçesiyle, hükmün bozulmasına karar verilmesi mümkün görülmemiştir.
Bu nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 06.05.2014 gün ve 3989-15318 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, Sivas (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 27.01.2011 gün ve 24-84 sayılı kararının, mahkeme başkan ve üyeleri olan mağdurlar Bekir Akkale, Hasan Ulaş ve Hakan Mavi’ye tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.05.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4111 Karar : 2018/203 Tarih : 24.01.2018
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Mahalli mahkemece verilen hükmün 5271 sayılı CMK`nun 35/2, 260, 6284 sayılı Yasanın 2/1-d ve 20/2. maddeleri gözetilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tebliği üzerine, anılan kurum vekili tarafından da temyiz edildiği anlaşılmakla, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
1- UYAP sisteminden alınan güncel nüfus kayıt örneğine göre, sanık …`un 12/09/2017 tarihinde öldüğü anlaşılmakla, sanık hakkında açılan kamu davasının TCK.nun 64/1. maddesi uyarınca düşürülmesinde zorunluluk bulunması,
2- Sanık … hakkında; maktule …‘u nitelikli kasten öldürme, sanıklar …, …, … ve … hakkında; maktule …`u nitelikli kasten öldürmeye azmettirme suçlarından açılan kamu davalarında, 6284 sayılı Yasanın 2/1-d ve 20/2. maddeleri uyarınca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu suçların zarar göreni olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK’nun 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve CMUK’nun mağdur ve katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hüküm kurulması,
3- Sanıkların sorgusunun yapıldığı 08/07/2013 tarihli oturuma ait duruşma tutanağının Üye Hakim …. (…..) tarafından, 31/10/2013, 10/12/2013, 24/12/2013, 14/01/2014, 06/02/2014, 27/02/2014 tarihli oturumlara ait duruşma tutanaklarının Üye Hakim ….. tarafından elektronik olarak ve fiziken imzalanmaması suretiyle CMK`nun 219. maddesine muhalefet edilmesi,
4- Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.10.2009 gün ve 2009/1-85/242 sayılı kararında açıklandığı üzere; sanıklardan birisinin savunulmasının diğer sanık yönünden savunmada zaafiyet yarattığı durumlarda menfaat uyuşmazlığı bulunduğunun kabulü gerektiği; nitelikli kasten öldürmeye azmettirme suçundan yargılanan ve suçlamaları kabul etmeyen sanıklar …, …, … ve … arasında menfaat çatışmasının oluştuğu anlaşılmakla; sanıkların ayrı ayrı müdafiler yerine sanıklar … ile …‘ın ortak müdafii, sanıklar … ve …`un da ortak müdafii tarafından savunmalarının yapılması suretiyle 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 38/1 ve 5271 sayılı CMK’nun 152. maddelerine aykırı davranılması, Bozmayı gerektirmiş;
Cumhuriyet savcısının, sanıklar …, … ve … müdafilerinin, suçtan zarar gören Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle, sair yönleri incelenmeyen ve kısmen re`sen de temyize tabi olan hükümlerin, tebliğnamedeki düşünceden farklı gerekçelerle BOZULMASINA, 24/01/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/9667 Karar : 2018/205 Tarih : 18.01.2018
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelendi;
Sanıklar … ve … hakkında tayin olunan cezanın miktarına göre koşulları bulunmadığından ve sanık … müdafiin yasal süreden sonra vaki duruşma isteminin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK`nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
Sanıkların üzerlerine atılı zimmet, sahtecilik, görevi kötüye kullanma, ihmali davranışla görevi kötüye kullanma ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanununa muhalefet suçlarının zarar göreni olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, bu sıfatının gereği olarak CMK`nın 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve Ceza Muhakemesi Kanununun mağdur … katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde hükümler kurulması,
Kanuna aykırı, şikayetçi …, katılan kooperatif vekilleri ile sanık … ve müdafii, sanıklar… ve .. müdafiilerin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, sair yönleri incelenmeyen hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 18/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/21641 Karar : 2018/535 Tarih : 17.01.2018
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
I- 6136 sayılı Yasaya aykırılık ve mağdur …‘e yönelik kasten yaralama suçlarından zarar görme olasılığı bulunmayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bu suçlardan açılan davalara katılma ve hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığından vekilinin temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken CMUK.nun 317. maddesi uyarınca oybirliğiyle REDDİNE,
II- Sanık hakkında 6136 sayılı Yasaya muhalefet ve mağdur …‘e yönelik kasten yaralama suçlarından kurulan hükümlere yönelik sanığın temyizine ilişkin yapılan incelemede;
Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre, sanığın ceza ehliyetine ve suçun sübutuna yönelik ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,
1- Sanık hakkında mağdurlar … ve …‘ye yönelik kasten yaralama suçlarından kurulan hükümlere yönelik Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile sanığın temyizine gelince;
Duruşmadan usulüne uygun haberdar edilmeyen şikayetçi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın gerekçeli kararın tebliği üzerine hükmü temyiz ettiği anlaşıldığından, şikayetçi kurumun 5271 sayılı CMK.nun 260/1. madde ve fıkrası uyarınca yasa yollarına başvurma hakkı bulunduğu belirlenerek yapılan incelemede;
Şikayetçi kurumun duruşmadan haberdar edilip iddia ve delillerini sunma ve davaya katılma olanağı sağlanarak sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, iddia hakkı kısıtlanmak suretiyle CMK.nun 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması,
Yasaya aykırı, şikayetçi kurum vekilinin ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken CMUK.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 17.01.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/3501 Karar : 2018/200 Tarih : 17.01.2018
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Müşteki … ile katılan …‘ın dolandırıcılık suçundan, Müşteki Hazinenin ise dolandırıcılık, icrai ve ihmali davranışla görevi kötüye kullanma ve Türk Ticaret Kanununa muhalefet suçlarından katılan sıfatını alabilecek biçimde doğrudan zarar görmemesi nedeniyle bu hükümlere yönelik temyiz istemlerinin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, Hazinenin katılma talebinin zimmet suçuyla sınırlı olarak 3628 sayılı Kanunun 17 ve 18. maddeleri ile CMK’nın 237/2. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak KABULÜNE, incelemenin müşteki … vekili ile katılan … vekilinin zimmet, görevi kötüye kullanma ve Türk Ticaret Kanununa muhalefet suçlarından kurulan ortadan kaldırma, düşme ve mahkumiyet hükümlerine, sanıklar …, … ve … müdafiileri ile katılan Hazine vekilinin ise sanıklar hakkında zimmet suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarıyla sınırlı ve hükmedilen ceza miktarı nazara alındığında sanık … müdafiin duruşmalı inceleme talebinin 1412 sayılı CMUK’nın 318. maddesi gereğince reddiyle, duruşmasız olarak yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
Sanık … hakkında verilen düşme hükmünün temyiz incelemesinde;
Delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle verilen düşme hükmü usul ve kanuna uygun olduğundan katılan … vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,
Sanıklar …, … hakkında icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçundan verilen kamu davasının ortadan kaldırılması, sanıklar … ve … hakkında zimmet suçundan mahkumiyet zincirleme şekilde icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçundan verilen kamu davasının ortadan kaldırılması, … hakkında zimmet suçundan mahkumiyet ve icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçundan verilen kamu davasının ortadan kaldırılması, sanık … hakkında Türk Ticaret Kanununa muhalefet suçundan verilen kamu davasının ortadan kaldırılması hükümlerinin temyiz incelemesinde ise;
Kooperatif yöneticisi olan sanıklar hakkında zimmet, icrai davranışla görevi kötüye kullanma ve Türk Ticaret Kanununa muhalefet suçlarından kamu davası açıldığı, 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun Ek 2/son maddesine göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yapı kooperatifleri ve üst kuruluşlarının yönetim ve denetim kurulu üyeleri ile memurları hakkında görevlerine ilişkin olarak işledikleri suçlardan dolayı açılan kamu davalarına katılma hakkı olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK’nın 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve Ceza Muhakemesi Kanununun mağdur … katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hükümler kurulması, Kanuna aykırı, sanıklar Naki Kudret, Gönül ve Ümit müdafiileri, katılan … ve Hazine vekili ile müşteki Çevre ve Şehircilik Bakanlığının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, esası incelenmeyen hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 17/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 17. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/9921 Karar : 2017/9353 Tarih : 12.07.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
5271 sayılı CMK’nın 242/1 ve 260/1. maddelerinde, katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanların temyiz yoluna başvurabileceği düzenlenmiş ise de; aynı Kanun’un 233/1. maddesine göre duruşmaya çağrı kağıdı ile çağrılan şikayetçinin CMK’nın 234/1-b maddesine göre kovuşturma evresinde kamu davasına katılma hakkının bulunduğu, kovuşturma evresinin iddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade etmiş olmasına rağmen, CMK’nın 237/1. maddesine göre kovuşturma evresinin her aşamasında ancak hüküm verilinceye kadar kamu davasına katılmanın mümkün olduğu, kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamayacağı, ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda inceleneceği ve karara bağlanacağı, açıklanan yasal düzenlemeler gözönüne alınarak somut olay incelendiğinde, usulüne uygun davatiyeye rağmen müşteki vekilinin duruşmaya katılmadığı ve katılma talebine dair beyanı ve dilekçesi bulunmadığı görülmüş, belirtilen tarihte yapılan duruşmada sanık hakkında karar verildikten sonra 16.03.2016 tarihinde temyiz dilekçesi verdiğinin anlaşılması karşısında; kamu davası açıldıktan sonra 5271 sayılı CMK’nın 237/1 ve 238/1. maddelerine göre yöntemince mahkemeye başvurarak davaya katılmamış ve katılan sıfatı ile temyiz yetkisini kazanmamış müşteki vekilinin temyiz isteğinin 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca REDDİNE, 12.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/1209 Karar : 2017/2322 Tarih : 14.06.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
1- Suça sürüklenen çocuk …‘nın yaşı nazara alınmadan 11.08.2014 ve 24.09.2014 tarihli duruşmaların CMK.nun 185. maddesi uyarınca kapalı yerine açık yapılması telafisi mümkün olmayan hata olarak kabul edilmiştir.
2- Müdafiinin 1 haftalık yasal süre içindeki temyiz isteminden sonra, suça sürüklenen çocuk …‘nın cezaevinden gönderdiği 13.12.2016, 19.12.2016 ve 05.01.2017 tarihli dilekçeleriyle dosyasının onaylanmasını istediği anlaşılmakla, Dairemizce de benimsenen Ceza Genel Kurulunun 05.02.2008 gün ve 2008/1-9-15 sayılı kararı uyarınca, cezanın onaylanması isteği, temyiz isteminden feragat niteliği taşıdığından, inceleme suçtan zarar gören Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vekilinin temyiz talebi ile sınırlı olarak yapılmıştır.
3- Suça sürüklenen çocuk … hakkında; çocuk yaştaki mağdur …‘ı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan açılan kamu davasında, 6284 sayılı Yasanın 2/1-d ve 20/2. maddeleri uyarınca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu suçun zarar göreni olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK.nun 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve CMUK.nun mağdur ve katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, suçtan zarar gören Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA, 14.06.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4568 Karar : 2017/2246 Tarih : 12.06.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Mahalli mahkemece verilen hükmün 5271 sayılı CMK’nun 35/2, 260, 6284 sayılı Yasanın 2/1-d. ve 20/2. maddeleri gözetilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını temsilen ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tebliği üzerine anılan kurum tarafından da temyiz edildiği anlaşılmakla, dosya incelenerek gereği düşünüldü.
Sanık … hakkında mağdur …‘ı nitelikli yağma suçundan açılan kamu davasında 6284 sayılı Yasanın 2/1-d ve 20/2 maddeleri uyarınca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu suçun zarar göreni olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK’nun 233. ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve CMUK’nun mağdur … katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafiinin, katılan vekilinin ve suçtan zarar gören … vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA, 12/06/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/367 Karar : 2017/3399 Tarih : 25.04.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Taksirle yaralama suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın sair temyiz itirazlarının reddine ancak;
Sanığın tam kusurlu olarak müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği olayda; sanığın temyiz dilekçesinde müştekinin zararını karşılaması nedeniyle müştekinin şikayetten vazgeçtiğini, duruşmaya geç kalması nedeniyle ifade veremediğini iddia etmesi karşısında, soruşturma aşamasında müştekinin sanıktan şikayetçi olduğunu beyan ettiği, kovuşturma aşamasında ise usulüne uygun tebligata rağmen 11.11.2014 tarihli duruşmaya gelmeyen mağdurun şikayet ve delilleri sorulduktan sonra katılma hususunda beyanları da tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, CMK’nın 233 ve 234.maddesine aykırı hüküm kurulması,
Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 25.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 13. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/16056 Karar : 2017/3592 Tarih : 4.04.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
1-Kovuşturma aşamasında mahkemece beyanı alınmayan müştekilerden …‘in olaydan hemen sonra alınan 21.06.2012 tarihli kolluk ifadesinde, jandarma Karakolunda kendisine gösterilen resimlerden sanık … ile …‘in, olay günü araçlarının camını kırarak çantasını çalan şahıslar olduğunu söylediği ve aynı gün yaptırılan teşhis işleminde kendisine gösterilen … İlinde otodan hırsızlık olayına karışan şahısların resimlerinden sanık … ile …‘i teşhis ettiğinin anlaşılması karşısında, görgüye dayalı bilgisi olduğu anlaşılan müştekinin dinlenmesi, sanıklar ile yüzleştirilerek teşhis işleminin yüz yüze yapılması, mümkün olmadığı takdirde ise sanıkların teşhise elverişli fotoğraflarının temin edilip müştekiye gösterilmek suretiyle teşhis işlemi yapıldıktan sonra delillerin bir bütün halinde değerlendirilmesi suretiyle sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken, tek delil konumundaki müştekinin yargılama aşamasında beyanı alınmadan, 5271 sayılı CMK’nın 233., 234. ve 235. maddelerine aykırı davranılmak suretiyle eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi,
2-Olay yeri inceleme raporunda belirtildiği üzere, olay günü müştekilere ait aracın camını kırmakta kullanılan buji parçası üzerinde yaptırılan kriminal incelemenin akıbetinin araştırılarak, alınan raporun dosyaya eklenmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
3-Olayda kullanılan … plakalı araca ait ön ve arka plakaların olay tarihinden önce 20.06.2012 tarihinde çalınmasına ilişkin soruşturma dosyasının akıbetinin araştırılarak bu dosyaya celbedilmek suretiyle incelenmesi, derdest ise dosyaların birleştirilerek tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi; karara çıkmış ise ilgili dosyadaki delillerin Yargıtay denetimine olanak sağlayacak şekilde bu dosya içerisine konulmasından sonra sanıkların hukuksal durumlarının değerlendirilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık … müdafii ile sanık …‘nın temyiz istemleri bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin açıklanan nedenlerle tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, 04.04.2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/8452 Karar : 2017/814 Tarih : 2.03.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
CMK’nın 260/1. maddesine göre zimmet suçundan katılan sıfatını alabilecek surette zarar görmüş olan Hazinenin kanun yoluna başvurma hakkının bulunması ve hükmün vekili tarafından temyiz edilmesi karşısında 3628 sayılı Yasanın 18. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak zimmet suçuna hasren katılma talebinin kabulüne karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
1163 sayılı Kooperatifler Kanununun Ek 2/son maddesine göre Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının tarımsal kredi kooperatifleri ve üst kuruluşlarının yönetim ve denetim kurulu üyeleri ile memurları hakkında görevlerine ilişkin olarak işledikleri suçlardan dolayı açılan kamu davalarına katılma hakkı olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK’nın 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve Ceza Muhakemesi Kanununun mağdur … katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hükümler kurulması,
Sanıkların suç tarihinde…. Tarımsal Kredi Kooperatifinin yönetim ve denetim kurulu üyesi oldukları,Yönetim kurulu üyelerinin Uzunköprü Çeltik Üreticileri Tarımsal Birliğinden 4890 TL bedel karşılığında sulama suyu alarak, bu borç karşılığında senet düzenleyerek verdikleri halde bu bedeli kayıtlara nakit olarak ödenmiş gibi işleyerek,
gerçekte ödenmemiş olan senet bedelini zimmetlerine geçirdikleri iddiasıyla açılan davada; dava konusu senette imzaları olan sanıklar … ve …’in aşamalarda, çeltik ekimi için ruhsat almak istediklerini ve Uzunköprü Çeltik Üreticileri Tarımsal Birliği başkanı tanık…i’yle bu konuda görüştüklerini, ruhsat almak için 5.000 TL’yi nakit ödeyerek karşılığında su verileceğine dair belge aldıklarını, ayrıca ek su alımı olması halinde 5.000 TL daha vermeyi taahhüt ettiklerini ve teminat olarak da söz konusu belgeyi verdiklerini savunmaları, buna karşın tanıklar … ve …’nin ise; nakit olarak Birliklerine para ödenmediğini, 07/07/2005 tarihli senedi 30/06/2005 tarihli makbuzun teminatı olarak aldıklarını beyan etmeleri karşısında, maddi gerçeğin şüpheye yer bırakmayacak kesinlikte ortaya konulabilmesi için savunma ve beyanların üzerinde durulması, suç tarihinde İlçe Tarım müdürü olduğu beyan edilen…’ın olayla ilgili ayrıntılı beyanının alınması, sanıklar … ve …’in savunmalarında bahsi geçen ruhsatın temini için alınması zaruri olan su miktarı ve bu miktarın suç tarihindeki tahmini bedelinin Kurtköy belediyesi ve ilçe tarım müdürlüğünden sorulması sonrasında sanıkların teminat iradesi ile verdiklerini iddia ettikleri 4.890 TL meblağlı senedin, düzenlenme tarihi ve ödeme tarihi arasında bir haftalık süre bulunduğu hususunun da değerlendirilmesi, denetim kurulu görevlisi olan sanıklara atılı denetim görevini ihmal ederek zimmete neden olma suçunun ise zimmet suçu ile bağlantılı olduğu nazara alınarak tüm sanıkların eylem nedeniyle sorumlulukları ve eyleme katılma biçimleri de ayrı ayrı irdelenerek sonucuna göre hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde beraat hükümleri kurulması,
Kanuna aykırı, katılan kooperatif ve Hazine vekilleri ile müşteki … vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 02/03/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/3916 Karar : 2017/2176 Tarih : 27.02.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun ve kararın niteliği ile suç tarihine göre, mahkemece suçtan zarar gören…. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün duruşmalardan haberdar edilip kamu davasına katılma olanağı sağlanmamış ise de, temyiz dilekçesinin kapsamı karşısında, CMK’nın 237/2. maddesi uyarınca suçtan zarar gören…. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün katılan, vekilinin ise katılan vekili olarak kabulüne karar verilerek dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
I- Genel İlkeler:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 56/1. maddesine göre herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında getirilen düzenleme ile de çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek gerek Devlete gerekse vatandaşlara ödev olarak yüklenmiştir. Anayasada yer alan bu ilkeler 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 3/a maddesinde de benzer biçimde düzenlenmiştir. Buna göre; gerçek ya da tüzel kişi olarak herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup, alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdür. Bu bağlamda, “kamu sağlığını ve çevreyi koruma” prensibi Türk Ceza Kanunu’nun birinci maddesinde Kanun’un amaçlarından birisi olarak öngörülmüş, ayrıca “sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı” başta bu Kanunun 181 ilâ 184. maddeleri olmak üzere, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda ve diğer bir kısım mevzuatta koruma altına alınmış, çevreyi kirletme eylemi farklı suç ve kabahat türleri ile yaptırıma bağlanmıştır.
Türk Ceza Kanununun 181. maddesinin birinci fıkrasında suç olarak düzenlenen atık veya artıklarla çevrenin kasten kirletilmesi fiili, kanunlarda belirtilen teknik usullere aykırı olarak, çevreye zarar verecek şekilde atık veya artıkların alıcı ortamlar olan toprak, su ve havaya kasten verilmesidir. Buna göre suç, atık veya artıkların teknik usullere aykırı olarak bir defa alıcı ortama verilmesiyle oluşacaktır.
Fıkrada sözü edilen “ilgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırılık” hali; 2872 sayılı Çevre Kanunu, 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanunu, 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu, 3213 sayılı Maden Kanunu gibi kanunların, kapsadıkları alanlarla ilgili olarak “çevreyi kirletmeme” ilkesi gereğince çerçeve olarak benimsedikleri düzenlemelere dayanılarak oluşturulan yönetmeliklerde açıklanan ve somut olayın özelliklerine göre değerlendirilecek olan, arıtma, depolama, imha etme, taşıma, koruma, alıcı ortama verme, uzaklaştırma gibi hususlar bakımından öngörülen yükümlülüklere aykırı davranmayı ifade etmektedir.
“Çevreyi kirletmeme” prensibi ise genel olarak 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Kirletme Yasağı” kenar başlıklı 8. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;
“Her türlü atık ve artığı çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır.
Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle, kirlenmenin meydana geldiği hallerde ise kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.”
Yine aynı Kanunun “Tanımlar” kenar başlıklı 2. maddesine göre atık, herhangi bir faaliyet sonucunda oluşan, çevreye atılan veya bırakılan her türlü madde, alıcı ortam ise hava, su, toprak ortamları ve bu ortamlarla ilişkili ekosistemlerdir. Mevzuatımızda tanımı bulunmayan “artık” ise; öğretideki düşüncelerden de yararlanılarak, bir maddenin tüketimi, kullanımı ya da harcanmasından sonra artan, geriye kalan kısım olarak tanımlanabilir.
Türk Ceza Kanununun “çevreyi kasten kirletme” suçunu düzenleyen 181/1, “taksirle kirletme” suçunu düzenleyen 182/1 ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 8. maddelerinde suçun unsuru olarak kabul edilen “çevreye zarar verecek şekilde” kavramı ise, “gerçekleşen somut bir zararı” değil, “zarar vermeye elverişliliği, zarar ihtimalini” anlatmaktadır. Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere atık veya artığın; kasten su, hava ve toprak şeklinde gruplandırılan alıcı ortama ya da bu ortamlarla ilişkili ekosistemlerden birine verilmesi ile suç oluşacaktır. Çevrenin kasten kirletilmesi, kanunda tehlike suçu olarak düzenlenmiştir. Zararın gerçekleşmesi, bu suçta unsur olmadığı gibi cezalandırma şartı da değildir.
Öte yandan atık veya artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi hali TCK’nın 181. maddesinin 3. fıkrasında, bunların insan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek etkilerinin olması ise aynı maddenin 4. fıkrasında cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli haller olarak düzenlenmiştir.
II – Yargılamaya Konu Olayda Uygulanacak Mevzuat ve Düzenleyici İşlemler:
2872 sayılı Kanun’un 20. maddesinin (ı) ve (n) bentlerinde, denizler, içme ve kullanma suları (yapay ya da tabii göller, barajlar, akarsular, yer altı suları vs) ile içme ve kullanma suyu sağlama amacı dışındaki sular şeklinde üç grup su kaynağı belirlenmiş, tanker, gemi ve diğer deniz araçlarının kirletme faaliyetleri ayrıca düzenlenerek, sular her türlü kirlenmeye karşı koruma altına alınmıştır.
Öte yandan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 8, 9, 11, 12, 15 ve 20. maddelerine dayanılarak “Ülkenin yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanımının sağlanması için, su kirlenmesinin önlenmesini sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere gerekli olan hukuki ve teknik esasları belirleme” amacıyla kabul edilmiştir.
Bu Yönetmeliğin 16 ilâ 21. maddelerinde içme ve kullanma suyu temin edilen yüzeysel sularla ilgili kirletme yasaklarına, 23. maddesinde denizlerle ilgili kirletme yasaklarına yer verilmiş, 25 ilâ 36. maddelerinde ise atıksuların boşaltım ilkeleri açıklanmıştır.
Yine Yönetmeliğin 6. maddesinde alıcı su ortamını kirleten en önemli kaynaklar ve etkenler dokuz bent halinde örnekleme yoluyla sayılmış, sınırlayıcı bir belirleme yapılmamıştır. Buna göre, fekal atıklar, organik atıklar, kimyasal atıklar, aşırı üretim artışına neden olan besin maddelerinin alıcı ortamın dengesini bozacak şekilde aşırı boşaltımı, atık ısı, radyoaktif atıklar, deniz dibinden taranan malzeme, çamur, çöp ve hafriyat artıklarının ve benzeri atıkların boşaltımı, gemilerden kaynaklanan petrol türevli katı ve sıvı atıklar (sintine suyu, kirli balast, slaç, slop, yağ ve benzeri atıklar), Tehlikeli Maddelerin Su ve Çevresinde Neden Olduğu Kirliliğin Kontrolü Yönetmeliğinin eklerinde belirtilen maddeler, örnekleme yoluyla sayılmış kirletici unsurlardır.
Yönetmeliğin “Tanımlar” kenar başlıklı 3. maddesinde alıcı ortam; “Atıksuların deşarj edildiği veya dolaylı olarak karıştığı göl, akarsu, kıyı ve deniz suları ile yeraltı suları gibi yakın veya uzak çevre” şeklinde tüm su kaynaklarını kapsayacak şekilde tanımlanmıştır. Aynı maddede atık; “Her türlü üretim ve tüketim faaliyetleri sonunda, fiziksel, kimyasal ve bakteriyolojik özellikleriyle karıştıkları alıcı ortamların doğal bileşim ve özelliklerinin değişmesine yol açarak dolaylı veya doğrudan zararlara yol açabilen ve ortamın kullanım potansiyelini etkileyen katı, sıvı veya gaz halindeki maddelerle atık enerji”, atıksu ise “Evsel, endüstriyel, tarımsal ve diğer kullanımlar sonucunda kirlenmiş veya özellikleri kısmen veya tamamen değişmiş sular ile maden ocakları ve cevher hazırlama tesislerinden kaynaklanan sular ve yapılaşmış kaplamalı ve kaplamasız şehir bölgelerinden cadde, otopark ve benzeri alanlardan yağışların yüzey veya yüzeyaltı akışa dönüşmesi sonucunda gelen sular” şeklinde tarif edilmiştir.
Suların korunması ile ilgili esasları düzenleyen Yönetmeliğin 4/j maddesinde belirtilen genel ilke, atıksuların arıtılmadan doğrudan alıcı ortama verilmemesidir. Keza Yönetmeliğin 16/a-b bentlerinde arıtılsa dahi atıksular ile her türlü atık ve artığın içme ve kullanma sularına deşarjına izin verilemeyeceği açıkça belirtilmiştir. 21. maddesinde de, içme ve kullanma suyu temini dışındaki amaçlarla yapılmış göllere, göletlere ve set çekmek suretiyle biriktirilmiş sulara arıtılmamış evsel ve endüstriyel nitelikli atıksuların verilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Yine “Alıcı Ortama Doğrudan Boşaltım Esasları” kenar başlıklı 26. maddenin (d) bendinde ise “her türlü katı atık ve artıklarla, arıtma çamurları ve fosseptik çamurlarının alıcı su ortamlarına boşaltılması” yasaklanmıştır.
Burada önemle vurgulanması gereken husus şudur; Yönetmeliğin 21/1. maddesinde sözü edilen içme ve kullanma amacı dışındaki sulara deşarj izni, arıtılmış olma koşuluna bağlanmıştır. Atıksuyun arıtılmış su olduğunu kabul etmek için de, bunların Yönetmeliğin 31. maddesi ile ekinde 16 grup halinde belirlenerek tablolar halinde gösterilen sektör kapsamındaki tesis tipi için kabul edilen limit deşarj değerlerine uygun olması gerekir. Aksi durumda atıksuyun tam olarak arıtıldığından, içme ve kullanma amacı dışındaki sulara deşarj edilme koşulunu sağladığından bahsedilemez.
Özetle; içme ve kullanma sularına arıtılmış olsa dahi her türlü atık ve artığın deşarjı yasaklanmış, içme ve kullanma dışındaki sulara deşarj, arıtılmış olma koşuluna bağlanmış, atıksuyun arıtılmış olma ölçütü de, atıksuyun oluşum kaynağı dikkate alınarak Yönetmeliğin ekindeki sektörlere göre limit değerlerle ifade edilmiştir.
Görüleceği üzere; açıklanan mevzuatla, çevrenin kirletilmesinin önlenmesi amaçlanmış, kişilere, temiz, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı sağlanması hedeflenmiştir.
III - Yargılamaya Konu Olay
29/09/2007 günü saat 12.45 sıralarında …. ili,…. Köyü, Aksu çayı mevkiinde ….Otel adlı inşaatın harfiyat işini alan…. İnşaat’a ait…. ve …. plakalı kamyonlarla inşaatın moloz ve harfiyatının şirket elemanı sürücüler …. ve ….tarafından kamyonlara yüklenmiş ve aksu çayına döküldüğünü ve yine şirket mühendisi … ve aynı şirkette sorumlu şüpheli ….. denetiminde bu işlemlerin yapıldığının anlaşıldığı ve sanıkların bu suretle üzerlerine atılı çevrenin kasten kirletilmesi suçunu işledikleri iddiasıyla dava açılmıştır.
Sanık … savunmasında, olay tarihinde ben asya inşaatta işe yeni girmiştim aksu çayına kamyonla molozları döktüren ben değil ismini bilmediğim muhtar döktürmüştür ben sadece işe yeni girdiğim için oradan geçiyordum ben moloz dökmüyordum gözcülük yapmıyordum iş makineleri sorumlusu değildim şirketin avukatları duruşmaya gittiği için iş makinesi sorumlusu demişler suçlamayı kabul etmem eski adliyede savunmamı verdim bildirim yapan mahkemedeki cezayı ödedim şeklinde beyanda bulunmuş, önceki yapılan yargılama sırasında ise; “Ben bu hususta jandarmada da ifade verdim üzerime atılı suçu kabul etmem ben herhangi bir gözcülük yapmış değilim ben çim sahasında iş makineleri operatör olarak görevliyim, benim herhangi bir şekilde kamyonla nakil yada dereye bir şey dökme gibi işim yada eylemim kesinlikle yoktur bu nedenle suçlamayı kabul etmem.” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Dosya kapsamında yerel Mahkemece mahallinde keşif işlemi icra edilmiş, bilirkişi raporu temin edilmiştir.
Bilirkişiler raporunda özetle, hafriyat içeriğinde bulunan maddelerin kirletici maddeler olduğunu, çevreyi kirletecek nitelikte olduğunu beyan etmişlerdir. 2872 sayılı Kanun’a dayanılarak çıkartılan “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği”nin 16. maddesine göre, içme ve kullanma sularına arıtılmış olsa dahi her türlü atık ve artığın deşarjı yasaklanmıştır. İçme ve kullanma dışındaki sulara deşarj, arıtılmış olma koşuluna bağlanmış, atıksuyun arıtılmış olma ölçütü de, atıksuyun oluşum kaynağı dikkate alınarak aynı Yönetmeliğin 31. maddesi ile ekindeki sektörlere göre limit değerlerle ifade edilmiştir.
Aksu Deresine izinsiz harfiyat toprağı, inşaat yıkıntı atıkları dökümü ve depolama yapmak suretiyle Harfiyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliğinin 13/1. maddesinde yer alan “Hafriyat toprağı ile inşaat/yıkıntı atıklarının, üretici ve taşıyanları tarafından belediyelerin veya mahallin en büyük mülki amirinin gösterdiği ve izin verdiği geri kazanım ve depolama tesisleri dışında denizlere, göllere, akarsulara veya herhangi bir yere dökülmesi ve dolgu yapılması yasaktır.” biçimindeki düzenlemeye aykırı hareket edilerek çevrenin kasten kirletildiği anlaşılmıştır.
2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Denetim, bilgi verme ve bildirim yükümlülüğü” kenar başlıklı 12. maddesine göre kanun hükümlerine uyulup uyulmadığını denetleme yetkisi Çevre ve Orman Bakanlığı ile yetkisini devrettiği diğer kurumlara aittir. Bu durumda aynı Kanunun 30. ve CMK’nın 237/1 maddelerine göre Çevre ve Orman Bakanlığı ile denetleme yetkisinin devredildiği kurumlar veya çevreyi koruma ve çevre ile ilgili düzenleme yapma yetki ve görevi bulunan mahalli idareler davaya katılabileceği gibi, çevre kirliliği eyleminden zarar görmeleri koşulu ile gerçek ya da diğer tüzel kişilerin davaya katılması da mümkündür.
CMK’nın 234. maddesine göre suçtan zarar görenlerin, kanıt sunma, davaya katılma ve hükmü temyiz edebilme haklarını kullanabilmeleri için, açılmış davadan haberdar edilmeleri gerekir.
Ancak, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 12, 30, CMK’nın 233/1 ve 234. maddeleri gereğince il çevre ve orman müdürlüğüne dava duyurulmadan hüküm kurulmuştur.
Dosya kapsamı değerlendirildiğinde, sanığın savunmaları da dikkate alınarak, olay kapsamında çevre kirliliğinin meydana getirildiği eylemde, şirket kayıtları temin edilerek sanığın şirket bünyesinde görevinin açıkça tespitinin sağlanması suretiyle sanığın sorumluluğunun bulunup bulunmadığı araştırılmadan, eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması hukuka aykırı bulunmuştur.
Ayrıca, TCK’nın 53/1-b maddesinde yer alan hak yoksunluğunun, uygulanmasına ilişkin hükmün, Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle uygulanma olanağının ortadan kalkmış olması, bozmayı gerektirmiştir.
IV – Sonuç ve Karar
Açıklanan gerekçelerle katılan ….Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü vekili ile sanık …’ın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 27.02.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4485 Karar : 2017/5930 Tarih : 13.02.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Dolandırıcılık suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm ve müştekinin katılma sıfatı almadığı gerekçesiyle sıfat yokluğundan temyiz talebinin reddine dair verilen ek karar müşteki tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Müştekinin en başından beri şikayetçi olduğu ve müştekinin şikayetinde belirttiği adrese yapılan tebligatın böyle bir sokak olmadığı gerekçesiyle iade edildiği aynı adrese çıkarılan zorla getirme kararının da yerine getirilemediği ancak müştekinin mernis adresine her hangi bir teligatın çıkarılmadığı, bu nedenle duruşma gününden haberdar edilmeyerek CMK 233. madde gereğince davaya ilişkin şikayet ve katılma yönünde beyanları alınmaksızın karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, müştekinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca sair yönleri incelenmeksizin, BOZULMASINA, 13/02/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/9527 Karar : 2017/1122 Tarih : 9.02.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Duruşmadan usulüne uygun haberdar edilmeyen şikayetçi …. Bankasının gerekçeli kararın tebliği üzerine hükmü temyiz ettiği anlaşıldığından, şikayetçi kurumun 5271 sayılı CMK.nun 260/1. madde ve fıkrası uyarınca yasa yollarına başvurma hakkı bulunduğu belirlenerek yapılan incelemede;
Şikayetçi kurumun duruşmadan haberdar edilip iddia ve delillerini sunma ve davaya katılma olanağı sağlanarak sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, iddia hakkı kısıtlanmak suretiyle CMK.nun 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması,
Yasaya aykırı, Cumhuriyet Savcısı ve şikayetçi kurum vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken CMUK.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 09.02.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4101 Karar : 2017/280 Tarih : 8.02.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Mahalli mahkemece verilen hükümlerin 5271 sayılı CMK.nun 35/2, 260, 6284 sayılı Yasanın 2/1-d ve 20/2 maddeleri gözetilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tebliği üzerine anılan kurum tarafından da temyiz edildiği anlaşılmakla, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Sanık …‘un mağdur …`ye yönelik intihara yönlendirme ve hakaret suçlarından açılan kamu davalarında 6284 sayılı Yasanın 2/1-d ve 20/2 maddeleri uyarınca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu suçun zarar göreni olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK.nun 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve CMUK.nun mağdur ve katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafii ve suçtan zarar gören Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükümlerin kısmen tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak BOZULMASINA, 08/02/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/9398 Karar : 2017/399 Tarih : 7.02.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Mahalli mahkemece verilen hüküm ve ek karar temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
Sanık müdafiin temyiz isteminin reddine dair ek karara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Gerekçesi gösterilmek suretiyle verilen temyiz isteminin reddine dair 03/11/2010 tarihli ek karar usul ve kanuna uygun olduğundan yerinde görülmeyen sanık müdafiin temyiz itirazlarının reddiyle ek kararın ONANMASINA,
Müşteki Hazine vekilinin beraat hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;
Sanık hakkında tefecilik suçundan kamu davası açıldığı, Hazinenin bu suçun zarar göreni durumunda bulunduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK’nın 234/1-b maddesi gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için Hazinenin duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, iddianamenin ve duruşma gününün tebliğ edilmemesi suretiyle CMK`nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılarak davaya katılma hakkının kısıtlanması,
Kanuna aykırı, müşteki Hazine vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 07/02/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/9375 Karar : 2017/866 Tarih : 2.02.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Duruşmadan usulüne uygun haberdar edilmeyen şikayetçi kurumun gerekçeli kararın tebliği üzerine hükmü temyiz ettiği anlaşıldığından, şikayetçi kurumun 5271 sayılı CMK.nun 260/1. madde ve fıkrası uyarınca yasa yollarına başvurma hakkı bulunduğu belirlenerek yapılan incelemede;
Şikayetçi kurumun duruşmadan haberdar edilip iddia ve delillerini sunma ve davaya katılma olanağı sağlanarak sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, iddia hakkı kısıtlanmak suretiyle CMK.nun 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması,
Yasaya aykırı, şikayetçi kurum vekili ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.02.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/6455 Karar : 2017/303 Tarih : 25.01.2017
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Hazine vekilinin dilekçesinin içeriğine göre temyiz talebinin sanık … hakkında kurulan beraat hükmüne yönelik olduğu gözetilerek yapılan incelemede;
Sanık … hakkında tefecilik suçundan, … hakkında ise resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Anayasa Mahkemesinin hükümden sonra yürürlüğe giren 08/10/2015 tarih ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı TCK`nın 53. maddesinde yer alan bazı ibarelerin iptaline ilişkin kararının infaz aşamasında nazara alınması mümkün görülmüştür.
Delillerle iddia ve savunma duruşma göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş, sübutu kabul olunan fiilin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatı yapılmış bulunduğundan yerinde görülmeyen sanıklar … ve …`un temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükümlerin ONANMASINA,
Sanık … hakkında tefecilik suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Sanık hakkında tefecilik suçundan kamu davası açıldığı, Hazinenin bu suçun mağduru olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK`nın 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve Ceza Muhakemesi Kanununun mağdur ve katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hükümler kurulması,
Kanuna aykırı, müşteki Hazine vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden esası incelenmeyen hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 25/01/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2016/1448 Karar : 2018/177 Tarih : 17.04.2018
-
CMK 233. Madde
-
Suçun Mağduru ile Şikâyetçinin Çağırılması
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Mağdurenin fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediği, ruh bakımından kendisini savunacak durumda olup olmadığı, akıl sağlığı yerinde değilse veya zeka geriliği mevcutsa bu durumun hekim olmayanlarca anlaşılıp anlaşılamayacağı ve beyanlarına itibar edilip edilemeyeceği hususlarında Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılmasının gerekli olup olmadığı, bu bağlamda sanıklar hakkında eksik inceleme ile hüküm kurulup kurulmadığının,
2- Eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı sonucuna ulaşılırsa, sanık …’in nitelikli cinsel saldırı suçunu zincirleme şekilde işleyip işlemediğinin,
Belirlenmesine ilişkindir.
10.04.2018 tarihli oturumda birinci uyuşmazlık konusunda yapılan oylamada yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeniyle 17.04.2018 tarihinde yapılan ikinci müzakerede bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince 6284 sayılı Kanunun 20/2. maddesi uyarınca sanıklar hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının açılan dava ve duruşmalardan haberdar edilmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine bu husus, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle ele alınıp değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık … hakkında cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma; sanıklar … ve Hatun (Kanat) Çiftçi hakkında ise fuhuş suçlarından kamu davaları açıldığı,
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, 20.01.2015 gün ve 556-24 sayı ile sanıklardan …‘ın atılı suçun doğrudan faili olmayıp yardım ederek katıldığının kabulü ile tüm sanıkların anılan suçlardan mahkûmiyetlerine karar verildiği,
Yerel mahkemece, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı ve gerekçeli kararın tebliğ edilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi ve kadına karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasamızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
Anayasanın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasanın 41. maddesinin kenar başlığı “Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile “Ailenin korunması ve çocuk hakları” haline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15). Öte yandan Anayasanın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler tarafından 18.12.1979 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 14.10.1985 tarih ve 18898 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”, yaşamın her alanında kadın-erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırıp insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınlara tanınması için sözleşmeye taraf devletlerin kararlı şekilde eşitlik politikası izlemelerini sağlama amacı taşımaktadır. (Nazan Moroğlu, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl: 2012, Mart-Nisan S.99, s. 359-360; Ceylan, s. 15-16) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi de cinsiyete dayalı şiddetin, kadınların erkeklerle eşitlik temelinde hak ve özgürlüklerden yararlanma imkânına ciddi bir engel teşkil eden ve bu nedenle Sözleşmenin 1. maddesi kapsamında yasaklanan bir ayrımcılık şekli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Opuz/Türkiye Kararı, 09.06.2009, B.N:33401/02, &74)
Birleşmiş Milletler tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilip kadına yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası belge özelliği taşıyan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” ile şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda üye Devletlere düşen sorumluluklar ile görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenerek Devletlerin iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapması ve uygulamaya geçirmesi öngörülmüştür. (Bildirgenin Türkçe metni için bkz. Https://www.tbmm.gov.tr/ komisyon /kefe/belgeuluslararasibelgeler/kadina_karsi_siddet/BM) Bu kapsamda Türk hukukunda ilk kez kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.01.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.01.1998 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. (Moroğlu, s. 361-362)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https:.//rm…coe…int/09000016805e2612)
Türkiye’nin ilk imzalayan ve onaylayan ülke konumunda olduğu“Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise kadına yönelik şiddeti ilk kez açıkça insan hakkı ihlâli olarak tanımlamış ve taraf devletlere uluslararası hukukta kadına karşı ve aile içi şiddet konusunda yükümlülükler getirmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 11.05.2011 tarihinde çekince konulmaksızın imzalanmış, 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Ancak, 75. maddesindeki en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on devlet tarafından onaylanma şartı nedeniyle Sözleşme, Türkiye bakımından 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuzun parçası hâline gelmiştir.
Sözleşmenin 3/a maddesi kadınlara yönelik cinsel eylemleri, kadına yönelik şiddet kapsamına dahil etmiş, 5/2. maddesi ise taraf devletlere, sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki tedbirleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu Sözleşmenin etkisiyle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun kadına karşı ve aile içi şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı düşünülerek 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarih ve 28239 sayılı, bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği ise 18.01.2013 tarih ve 28532 sayılı Resmi Gazetelerde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu aşamada uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 6284 sayılı Kanun ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliğinde yer alan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının davaya katılma hakkına ilişkin hükümler, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi çerçevesinde tartışılmalıdır.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarih ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir.(Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
5271 sayılı CMK’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
1)Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2)Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
1)Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2)Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3)Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nun 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme merciince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için ise, CMK’nun davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının katılma hakkı hususunda yasal düzenlemelere gelince;
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde;
“(1) Bu Kanunda yer alan;
a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
…
d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı, ifade eder”,
“Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir”, şeklinde hükümler mevcut olup Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir.
Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılabilir” denilmek suretiyle katılma hususunda yürütme organı içindeki görevliler için de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
5271 sayılı CMK’nun “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikayet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikayet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
5271 sayılı CMK’nun mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
“Kovuşturma evresinde;
1.Duruşmadan haberdar edilme,
2.Kamu davasına katılma,
3.Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
4.Tanıkların davetini isteme,
5.Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6.Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma” şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan “duruşmadan haberdar edilme” hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK’nun 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
5271 sayılı CMK’nun kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır” şeklinde olup, buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikayetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK’nun 260. maddesi uyarınca “katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören” sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK’nun 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesi; “Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir” şeklindedir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyet olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur” hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüte mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre; yoklukta kurulan hükmün temyiz hakkı olanlara usulüne uygun tebliğ edilmediği hallerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir. Temyiz etme ihtimali tüketilmeden temyiz incelemesi yapılamayacağı, inceleme yapılıp onama kararı verilmesi halinde temyiz edilme ihtimali bulunduğundan hükmün kesinleşmesinden söz edilemeyeceği, onama kararının kendisine bağlanan hukuki sonucu doğuramayacağı, bu haliyle de hukuki değer ifade etmeyeceği gözetilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması hususunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ile pozitif ayrımcılık bağlamında Anayasanın getirdiği yükümlülüklere uygun düzenlemeler içeren 6284 sayılı Kanunun 20/2 ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddelerinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının açılan kamu davasına katılma hakkının bulunduğu belirtilmektedir.
Bu itibarla, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması ve pozitif ayrımcılık ilkesinin tesisi amacına uygun olarak CMK’nun 234/1. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK’nun 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan anılan Bakanlığa gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda sözü edilen kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan Bakanlığın kanundan kaynaklanan kamu davasına katılma konusundaki takdir hakkını kullanabilmesi amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, gerekçeli kararın Bakanlığa tebliğinin sağlanarak yedi günlük temyiz süresinin başlatılması, kararın Bakanlık tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanıklar müdafiinin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; Bakanlık tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK’nun 260. maddesi uyarınca Bakanlığın davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak bu aşamada Bakanlığın sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemesi suretiyle katılma ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı gerekçesiyle bozulmasına karar verilmesi mümkün görülmemiştir.
Bu nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 02.03.2016 gün ve 8751-2026 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 20.01.2015 gün ve 556-24 sayılı kararının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.04.2018 tarihli ilk müzakerede birinci uyuşmazlık konusunda yapılan oylamada yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeniyle, 17.04.2018 tarihinde yapılan ikinci müzakerede gündeme getirilen ön soruna ilişkin uyuşmazlık bakımından oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.