0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Tanımlar

TCK Madde 6

(1) Ceza kanunlarının uygulanmasında;

a) Vatandaş deyiminden; fiili işlediği sırada Türk vatandaşı olan kişi,

b) Çocuk deyiminden; henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi,

c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,

d) Yargı görevi yapan deyiminden; yüksek mahkemeler, adlî ve idarî mahkemeler üye ve hakimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar,

e) Gece vakti deyiminden; güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve doğmasından bir saat evvele kadar devam eden zaman süresi,

f) Silah deyiminden;

1.Ateşli silahlar,

2.Patlayıcı maddeler,

3.Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet,

4.Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler,

5.Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler,

g) Basın ve yayın yolu ile deyiminden; her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracıyla yapılan yayınlar,

h) İtiyadi suçlu deyiminden; kasıtlı bir suçun temel şeklini ya da daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerini bir yıl içinde ve farklı zamanlarda ikiden fazla işleyen kişi,

i) Suçu meslek edinen kişi deyiminden; kısmen de olsa geçimini suçtan elde ettiği kazançla sağlamaya alışmış kişi,

j) Örgüt mensubu suçlu deyiminden; bir suç örgütünü kuran, yöneten, örgüte katılan veya örgüt adına diğerleriyle birlikte veya tek başına suç işleyen kişi, Anlaşılır.



TCK Madde 6 Gerekçesi

Bu madde metninde, kanunda kullanılan bazı kavramlar tanımlanmaktadır. Suçta ve cezada kanunilik ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmaması dolayısıyla, “kadın” ve “örgüt” tanımları Tasarı metninden çıkarılmıştır. Tekerrüre ilişkin olarak sistem değişikliği yapıldığı için “Aynı türden suç” tanımı ve ayrıca, tanımlanmasına gerek görülmemesi nedeniyle “Cebir ve şiddet” tanımı metinden çıkarılmıştır.

Kişinin vatandaşlığının belirlenmesinde 11.2.1964 tarihli ve 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun esas alınacağını belirten tanım, ceza uygulaması itibarıyla önemli olan hususu belirlemektedir. Böylece suçu işlediği sırada Türk vatandaşı iken sonradan uyruğunu değiştiren kişi suçun unsuru veya kovuşturma koşulu bakımından Türk sayılacağı gibi, suçu işlediği sırada Türk uyruğuna girmiş olan kişi de Türk vatandaşı sayılacaktır. Çifte uyruğu olanlar da, Türk vatandaşı sayılacaklardır.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi hükümleri göz önünde bulundurularak, “Çocuk” deyiminden henüz onsekiz yaşını doldurmamış olan kişilerin anlaşılması gerektiğine dair bir tanıma yer verilmiştir.

765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki “memur” tanımının doğurduğu sakıncaları aynen devam ettirecek nitelikte olan tanım, Tasarı metninden çıkarılarak; memur kavramını da kapsayan “kamu görevlisi” tanımına yer verilmiştir. Yapılan yeni tanıma göre, kişinin kamu görevlisi sayılması için aranacak yegane ölçüt, gördüğü işin bir kamusal faaliyet olmasıdır.

Bilindiği üzere, kamusal faaliyet, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir. Bu faaliyetin yürütülmesine katılan kişilerin maaş, ücret veya sair bir maddî karşılık alıp almamalarının, bu işi sürekli, süreli veya geçici olarak yapmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu bakımdan, örneğin mesleklerinin icrası bağlamında avukat veya noterin kamu görevlisi olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Keza kişi, bilirkişilik, tercümanlık ve tanıklık faaliyetinin icrası kapsamında bir kamu görevlisidir. Askerlik görevi yapan kişiler de kamu görevlisidirler. Bu bakımdan örneğin bir suç vakıasına müdahil olan, bir tutuklu veya hükümlünün naklini gerçekleştiren jandarma subay veya erleri de, kamu görevlisidirler.

Buna karşılık, kamusal bir faaliyetin yürütülmesinin ihaleye dayalı olarak özel hukuk kişilerince üstlenilmesi durumunda, bu kişilerin kamu görevlisi sayılmayacağı açıktır.

“Gece vakti” ve “silâh” deyimleri, ayrıca açıklamaya gerek bırakmayacak şekilde tanımlanmıştır.

“Basın ve yayın yolu ile” deyimine ilişkin tanım, sadece kitle iletişim araçlarını kapsayacak biçimde değiştirilmiştir. Tasarıdaki bireysel iletişimi de içine alacak şekilde ifade edilmiş olan tanımın oluşturduğu sakıncanın giderilmesi için, tanımda değişiklik yapılarak “kitle iletişim araçları” ifadesine vurgu yapılmıştır.

Tasarının 45, 46 ve 47 nci maddelerinde yer alan “İtiyadi suçlu”, “Suçu meslek edinen kişi” ve “Örgüt mensubu suçlu” deyimlerine ilişkin tanımlar, bu madde kapsamına alınmıştır.


TCK 6. Madde Emsal Yargıtay Kararları


Yargıtay 3. Ceza Dairesi
2019/16919 E. , 2019/22607 K.

  • TCK 6. Madde
  • Çakmak Silah Sayılır

Sanığın katılanının üzerine kolonya dökerek, çakmak ile yaraladığına ilişkin ikrarı ile sanığın eylemini silahtan sayılan eşya ile gerçekleştirdiği sabit olduğu halde, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nin 86/3-e maddesinin uygulanmaması suretiyle eksik ceza tayini, bozmayı gerektirmiştir.


Yargıtay 4. CD -Esas : 2020/25020 Karar : 2021/15174

  • TCK 6
  • Stajyer avukat görevini ifa ederken kamu görevlisidir.

a) Sanığın yargılama esnasındaki savunmasında, katılandan stajer avukat olarak bahsetmesi nedeniyle, stajyer avukat katılana karşı görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği iddia edilen olay kapsamında, katılanın, stajyer avukat olup olmadığının araştırılması, stajyer avukat ise yanında staj yaptığı avukatın yazılı onayı olmak koşuluyla 1136 sayılı Kanunun 26. maddesinde sayılan işleri yaparken kamu görevlisi sayılacağı göz önüne alınarak, katılanın sözü edilen şartları taşıyıp taşımadığı ilgili Baro kayıtlarından araştırılmadan, eksik kovuşturma sonucu, TCK’nın 265/1. maddesi uyarınca yazılı şekilde hüküm kurulması,

b) Sanığın haciz sırasında gerçekleşen görevi yaptırmamak için direnme eyleminin TCK’nın 6/1-d maddesinde belirtilen yargı görevini yapan kişilerden olan avukata karşı gerçekleştirilmesi karşısında, TCK’nın 265/2. maddesine göre hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi, bozma nedenidir.


Yargıtay Ceza Genel Kurulu- Karar : 2019/112

  • TCK 6
  • Ceza hukukunda “silah” kavramının anlamı

Uyuşmazlık konusuyla ilgisi bakımından “silah” kavramı üzerinde de durulması gerekmektedir. Silah kavramı, 5237 sayılı TCK’nın 6. maddesinde;

“(1) Ceza kanunlarının uygulanmasında;

… f) Silâh deyiminden;

  1. Ateşli silâhlar,

  2. Patlayıcı maddeler,

  3. Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet,

  4. Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler,

  5. Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, biyolojik maddeler,

… Anlaşılır.” biçiminde tanımlanmıştır.

Her iki Kanun normu ana hatları itibarıyla benzer düzenlemeleri içermekte ise de anılan normların, farklı yönlerinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesine geçmeden önce 765 sayılı TCK’nın yürürlüğü döneminde 189. maddenin yargısal kararlarda nasıl yorumlandığını belirlemek gerekmektedir. 765 sayılı Kanun döneminde, 189. maddenin 1, 2 ve 4. bendlerinin yorumunda herhangi bir sorunla karşılaşılmamış ise de, “Tecavüz ve müdafaada kullanılan her türlü kesici, delici veya bereleyici âletler” şeklindeki 3. bent farklı uygulamalara yol açmış, bendin “tecavüz ve müdafaada kullanılan silahlardan her türlü aletler, saldırma, kama ve her nevi bıçaklar ve çakılar ve yine bunlar gibi kesici olan ustura ve jiletler ve delici aletler, şişli bastonlar, şişleri ve uçları sivriltilmiş demir çubukları, büyük çivileri ve hülasa batmaya, delmeye yarayan bütün aletler ve Amerikan yumruğu, ustura, topuz ve matrak gibi taarruz için hazırlanmış aletleri ifade eder.” şeklindeki gerekçesi uygulamaya yol göstermiş, “alet” kavramı silah tanımında anahtar kavram olarak kabul edilmiştir. Ancak ne var ki bendin uygulanması yönünde genel bir ilke ortaya konulamamış, nelerin silah sayılacağı, nelerin sayılmayacağı olaysal olarak belirlenmiştir. Bu uygulamanın sürdürülmesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesine geçmeden önce, öğretinin konuya bakışının da açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

Bu konuda öğretide; “Tanım kapsamına giren her şey silah olmakla birlikte, silahın bir suçun temel veya nitelikli şekline ilişkin unsur oluşturduğu hâllerde, kullanılan aletin işlenmesi kastedilen suç açısından elverişli olması gerekir. Başka bir deyişle, kullanılan aletin işlenmesi kastedilen suçla bağlantılı olarak elverişli silah olup olmadığını değerlendirmek gerekir. Bu itibarla, bir nesne, bir suçun işlenmesi ile ilgili olarak elverişli silah niteliğini taşımakla birlikte; başka bir suç açısından bu niteliği haiz olmayabilir. Örneğin fiilen saldırıda kullanılmaya elverişli olan, sopa, taş vs. kasten yaralama suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurunu oluşturan elverişli silah niteliğini taşımaktadır. Buna karşılık, taş, sopa, kazma ve kürek gibi aletler, devletin güvenliğine karşı suç işlemek üzere silahlı örgüt kurma suçunun unsurunu oluşturan elverişli silah niteliğini haiz değildir.” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, 3. Bası, s.107.); “Objektif olarak, bir silahın etkisini oluşturmaya elverişli her objenin silah kapsamında görülmesi gerekir. Silahın saldırı ve savunma aracı olarak kullanılması gerekir. Bu nedenle vücut kısımları silah sayılmaz. Ancak, suç işlenirken kullanılan aracın silah sayılması ve fail hakkında ağırlaştırıcı nedenin uygulanması için, Yargıtay kararlarında da belirtildiği gibi, saldırı ve savunmada kullanılmak üzere, özel olarak üretilmiş olması şart değildir. Öte yandan silah taşınabilir olmalıdır. Somut olayın özellikleri dikkate alındığında, aracın kullanılma biçimiyle yaratılan tehlike, objenin silah olarak değerlendirilmesinde esas alınmalıdır. Dolayısıyla, yapısına ve olaydaki kullanılış biçimine göre, yaralanmaya neden olan her çeşit araç, silah olarak kabul edilmeli ve ağırlaştırıcı neden uygulanmalıdır.” (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut; Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Beta Yayınevi, 4. Baskı, Eylül 2017, İstanbul, s. 155-157.); “Suçun silahla işlenmiş olmasının nitelikli hâl sayılmasının altında yatan düşünce, söz konusu aracın mağdurun yaşamı, vücut bütünlüğü ve özgürlüğü bakımından ortaya çıkardığı (potansiyel) tehlikedir. Suçun silahla işlenmesinin nitelikli hâl sayılması, silahın suçun işlenmesini kolaylaştırdığı ve mağdur üzerindeki korkunun etkisini artırdığı düşüncesine dayanmaktadır. Silah denildiğinde bundan anlaşılması gereken, somut olayda objektif niteliğine ve kullanma biçimine göre önemli yaralanmaya yol açabilen saldırı ve savunmaya yarayan her türlü teknik araçtır. Aracın etkisini vücudun dışından mı, yoksa içerisinden mi gösterdiği önem taşımaz. Aracın ‹saldırı ve savunma aracı’ olarak kullanılması zorunluluğu nedeniyle, vücudun bölümleri de silah kavramının dışında kalır. Bu nedenle yumruk, elin kenarı, çıplak ayak veya diz, TCK uygulamasında silah sayılmazlar. Bir aracın TCK anlamında silah sayılabilmesi için, aynı zamanda bunun taşınabilir olması da gerekir. Bu nedenle mağdurun kafasını duvara veya sert zemine vurma durumunda suç silahla işlenmiş sayılmaz. Kullanılan bir aracın silah sayılabilmesi bakımından önemli olan, somut olayda aracın kullanma biçiminden ortaya çıkan tehlikedir. Bu bakımdan kullanılan aracın silah sayılıp sayılmayacağı konusunda ‹somut olayın özellikleri’ göz önünde bulundurulur.” (Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayınevi, 15. Baskı, Ankara 2017, s. 232-234.); “Maddede sınırlı bir sayım yapıldığı izlenimi bulunsa da ‘saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler’ ibaresi maddede sayılı olmayan ve fakat silah etkisi doğurmaya elverişli her şeyin silah olarak anlaşılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle fiili işlerken faile bir avantaj sağlamış veya mağdurun suça karşı direncinin kırılmasına yardımcı olmuş veya mağdurun üzerinde bu nesnenin kullanılmamış olmasına göre, daha ağır bir etki yapmış ise bu nesne silah sayılır. Bu yönüyle TCK’da silah tanımının 765 s. TCK’daki tanımdan daha geniş olduğu ifade edilmelidir. Bir vasıtanın silah sayılabilmesi için suçun niteliği, kullanılış şekli, mesafe ve mağdur üzerinde yarattığı etki de değerlendirmede göz önünde tutulmalıdır. Yaralama neticesine yol açabilecek nitelikte olan her vasıta silahtır.” (Veli Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 12. bası, Ankara 2017, s. 204.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.

Tüm bu hususlar göz önüne alındığında Ceza Genel Kurulunca yapılan değerlendirme ve varılan sonuçlar şöyle özetlenebilir:

1) Gerek 765 sayılı TCK’nın 189. maddesi gerekse 5237 sayılı TCK’nın 6. maddesinin 1/f bendi benzer düzenlemeleri içermekte ise de her iki düzenlemedeki en temel ayrım, 6. maddenin 1. fıkrasının (f) bendinin 4. alt bendinde; “Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler”in silah kapsamına alınmasıdır.

2) Bu alt bent ile silah kapsamı, 5237 sayılı TCK’da genişletilmiş ve önceki daraltıcı uygulama terk edilmiştir.

3) Kanun koyucu bu düzenleme ile “fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli” olmak şartı ile her nesneyi, imal edilip edilmediğine ve hangi amaçla yapılmış olduğuna bakmaksızın silah kapsamına dâhil etmiştir.

4) Buradaki ayırıcı ölçüt, “saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişliliktir.”

5) Kullanılan alet veya diğer eşyanın, işlenmesi kast edilen suç açısından saldırı ve savunmada etkinliği sağlamaya elverişli olması yeterlidir.

6) Fiilen istenen sonucun gerçekleşmesi, kullanılan şeyi silah olarak değerlendirmek açısından, hâkime bir kanaat verebilecek ise de sonucun gerçekleşmesi zorunlu bulunmamakta, başka bir anlatımla suçun teşebbüs safhasında kalması hâllerinde de, silah faktörünün varlığını kabul ve buna göre ceza tertibi mümkün bulunmaktadır.

7) Her somut olayda hâkim; olayın bütünlüğü içinde bir değerlendirme yaparak kullanılan nesnenin silah niteliğinde bulunup bulunmadığını 5271 sayılı CMK’nın 63/1. maddesi kapsamında “hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgisiyle” değerlendirmeli, hukuki bilgisinin yeterli olmadığı durumlarda ise bu konuda bilirkişi görüşüne başvurmalıdır. Nesnenin ele geçirilemediği hâllerde değerlendirmeyi ortaya çıkan sonuca göre yapmalı, “elverişlilik” faktörünü gözetmelidir.

8) Kullanılan aletin silah sayılıp sayılmayacağı hususunda işlenmesi kastedilen suçun niteliği de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu itibarla, bir nesne, bir suçun işlenmesi için elverişli silah niteliğini taşımakla birlikte başka bir suç açısından bu niteliği haiz olmayabilecektir.

9) Vücudun bölümleri, el, ayak, kafa gibi uzuvlar, eylemde kullanılış yöntemine göre saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli sayılabilirse de kişinin beden bütünlüğüne dâhil olmaları nedeniyle silah kapsamında değerlendirilmeleri mümkün değildir.

10) Yine aynı şekilde sabit bir direk, sert bir zemin ve duvar, doğurduğu sonuç ne kadar ağır olursa olsun silah kapsamında değerlendirilmemelidir.

Sonuç olarak; uyuşmazlık konusu kasten yaralama suçu bakımından somut olayın özelliklerine göre örneğin yumruk veya tokatla verilebilecek zararın ötesinde yaralamaya yol açan veya yaralama tehlikesini barındıran, faile bir avantaj veya üstünlük sağlayan ya da korkutucu ve caydırıcı özelliği nedeniyle mağdurun suça karşı direncinin kırılmasına yardımcı olan ve bu doğrultuda saldırı veya savunmada etkin şekilde kullanılan her nesne, yapısı, kullanılış biçimi ve elverişlilik kriteri de göz önünde bulundurularak silah olarak kabul edilmeli ve ağırlaştırıcı neden uygulanmalıdır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanık A.A. ile eski damadı olan mağdur B.K.’nın, boşanma meselesinden kaynaklanan sorunları görüşmek amacıyla Y.B. Mahallesinde bulunan B. Çarşısında buluştukları, aralarında çıkan tartışmada sanığın su dolu 500 ml’lik pet şişeyi mağdura fırlattığı ve tekme atmaya çalıştığı olayda; kullanılış amacı ve yapısı bakımından saldırı ve savunma amacıyla üretilmediği, caydırıcı ve korkutucu özelliğe sahip olmadığı hususunda tereddüt bulunmayan su dolu 500 ml’lik pet şişenin, sanık tarafından kullanılış biçimine göre mağdurun yaralanması sonucunu doğuracak elverişlilikte olmaması, yine kullanılış biçimine göre kavgada tokat veya yumrukla meydana getirilebilecek zarardan öte sanığa bir avantaj veya üstünlük sağlamaması, kavgada sanık tarafından etkin bir şekilde kullanılmaması ve dosyada mağdurun yaralandığına dair herhangi bir adli rapor da bulunmaması karşısında, su dolu 500 ml’lik pet şişenin, kullanılış biçimine göre kasten yaralama suçu bakımından silah olarak nitelendirilemeyeceği kabul edilmelidir. Bu itibarla, sanığın eylemi TCK’nın 86/2. maddesinde düzenlenen ve takibi şikâyete bağlı olan kasten yaralama suçu kapsamında kaldığından, mağdurun şikâyetinden vazgeçmesi nedeniyle kamu davasının düşmesine ilişkin Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün onanmasına karar verilmelidir.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/8437 Karar : 2018/12538 Tarih : 31.10.2018

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

5237 sayılı TCK`nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihinde yürürlüğe giren 08.10.2015 gün ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında değerlendirilmesi mümkün görülmüş, dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Sanık …’nın soruşturma aşamasında 30.01.2013 günü alınan beyanında akşam 19.00- 19.30 sıralarında eylemi gerçekleştirdiğini, müştekinin soruşturma aşamasında olay günü saat 20.00 sıralarında, kovuşturma aşamasında ise saat 19.00 sıralarında evden ayrıldığını beyan etmesi, güneşin doğuş ve batış zamanlarını gösteren çizelgeye göre, suç tarihinde güneşin batış saatinin yaz saati uygulaması da dikkate alındığında saat 18.28 olduğu, 5237 sayılı TCK’nın 6/1-e maddesine göre gecenin saat 19.28’te başladığının anlaşılması karşısında; eylemin işlendiği saatin kesin olarak belirlenememesi nedeniyle şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince, hırsızlık ve konut dokunulmazlığını bozma suçlarının gündüzleyin işlendiğinin kabulü gerektiği gözetilmeden sanık hakkında 5237 sayılı TCK`nın 143. ve 116/4. maddelerinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini,

Bozmayı gerektirmiş o yer Cumhuriyet savcısı ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı isteme uygun olarak BOZULMASINA, 31.10.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/8580 Karar : 2018/3100 Tarih : 21.03.2018

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

I- Suça sürüklenen çocuklar … ve … hakkında katılan …‘e karşı işlenen hırsızlık suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine ilişkin temyiz istemlerinin incelenmesinde;

Katılan …‘in ifadelerinde, direksiyon kilidiyle kilitlediği motosikletinin bulunduğunda ön göğüs takımının kırılmış olduğuna dair beyanları ile suça sürüklenen çocuk …‘ın savunmasında, motosikletlerin ön göğüs kısımlarının kırık olduğuna dair beyanları karşısında, suça sürüklenen çocukların sokak üzerinde direksiyon kilidiyle park edilmiş katılan …‘e ait motosikleti düz kontak yaparak çalmaları şeklindeki eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nın 142/1-e maddesinde tanımlanan suçu oluşturduğu gözetilmeden aynı Kanun’un 141/1. maddesi ile uygulama yapılarak eksik ceza tayin edilmesi karşı temyiz olmadığından, suça sürüklenen çocuklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 50/3. maddesinde düzenlenen zorunlu uygulama karşısında TCK’nın 50. maddesi hakkında hiçbir değerlendirme yapılmadan aynı Kanunun 51. maddesinin uygulanması isabetsizliği ise, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04/03/2008 gün ve 47/43 sayılı kararında açıklandığı üzere, yukarıda eleştiri konusu yapılan ve suça sürüklenen çocukların gerçekte almaları gereken ceza miktarından daha az bir ceza almalarına yol açan mahkeme uygulamasının suça sürüklenen çocuklar lehine olması nedeniyle, bu yanılgılı uygulamada yapılan hatadan ötürü ikinci kez atıfet sağlayacak şekilde bozma yapılmasının adalet ve hakkaniyete uygun olmayacağı anlaşıldığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan duruşmaya toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükümlerin istem gibi ONANMASINA,

II- Suça sürüklenen çocuk … hakkında iftira suçu ile katılan …‘e karşı işlenen hırsızlık suçundan ve suça sürüklenen çocuk … hakkında katılan …‘e karşı hırsızlık suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine ilişkin temyiz istemlerinin incelenmesinde;

Dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1- Güneşin doğuş ve batış zamanlarını gösteren çizelgeye göre, suç tarihinde güneşin batış saatinin 16.48 olduğu, 5237 sayılı TCK’nın 6/1-e maddesine göre gecenin saat 17.48’de başlayacağı, katılan …‘in aşamalarda alınan beyanlarına göre eylemin saat 17.00 ila 17.30 arasında gündüz vakti işlendiğinin anlaşılması karşısında; suça sürüklenen çocuklar hakkında katılan …‘e karşı hırsızlık suçu yönünden 5237 sayılı TCK’nın 143. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini,

2- Daha önce hapis cezasına mahkum edilmemiş olan ve fiili işlediği tarihte 18 yaşını doldurmamış olan suça sürüklenen çocuk … hakkında iftira suçundan hükmolunan kısa süreli hapis cezasının, 5237 sayılı TCK’nın 50/3. maddesi gereğince, aynı maddenin 1. fıkrasında yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesinin zorunlu olduğunun gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebeplerden dolayı isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 21/03/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/3428 Karar : 2018/514 Tarih : 20.02.2018

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

I-Terör örgütü propagandası yapma suçuna yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;

Sanığın hükmolunan cezanın süresine göre şartları bulunmayan duruşmalı inceleme isteminin CMUK’nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE,

1-Anayasanın 138/1. maddesi hükmü, TCK`nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle, aynı Kanunun 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde; suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana gelen tehlike ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik de göz önünde bulundurularak; hukuka, vicdana, dosya kapsamına uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken sanık hakkında teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek asgari hadden fazla uzaklaşılmak suretiyle yazılı şekilde ceza tayini,

2-Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin “25.10.2014” yerine “2014” olarak yazılması,

3-Sanığın TCK`nın 6/g maddesi anlamında herkese açık sosyal medya hesabından, içerik itibarı ile terör örgütünün propagandası mahiyetindeki paylaşımları yaptığının anlaşılmış olmasına göre, hakkında ceza hükmü tesis edilirken 3713 sayılı Kanunun 7/2 maddesi uyarınca tayin olunan temel cezanın aynı madde ve fıkranın 2. cümlesi gereğince artırılması gerektiğinin gözetilmemesi,

4-Sanığın sosyal medya hesabından içerik itibarı ile terör örgütünün propagandası mahiyetindeki paylaşımları aynı suçu işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda birden çok kez yaptığının anlaşılmış olmasına göre, belirlenen cezanın TCK`nın 43/1. maddesi uyarınca artırılarak sonuç cezanın tayini gerekirken yazılı şekilde uygulama ile noksan ceza tayini,

5-TCK’nın 53. maddesinin 3. fıkrası uyarınca 53/1-c bendindeki “velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan” yoksunluğun sanığın sadece kendi altsoyu yönünden koşullu salıverme tarihine kadar süreceği, altsoyu haricindekiler yönünden ise hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar devam edeceğinin gözetilmemiş olması ve ayrıca TCK’nın 53. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarının uygulanması bakımından, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararının gözetilmesi lüzumu,

II-Silahlı terör örgütüne üye olma suçuna yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;

1-Tanık beyanları, 12.09.2014 ve 04.11.2014 tarihli tutanak içerikleri ile tüm dosya kapsamına göre; Suriye’ye illegal yollardan geçerek IŞİD terör örgütüne katılan ve faaliyetlerde bulunan, Türkiye’ye döndükten sonra 01.05.2015 tarihinde kendiliğinden gelerek ifade veren sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkumiyeti yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,

2-Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin “01.05.2015” yerine “2014” olarak yazılması,

Kanuna aykırı, sanığın, müdafiinin ve Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, sanığın terör örgütü propagandası yapma suçu açısından CMUK`nın 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden kazanılmış hakkının korunmasına, 20.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/6413 Karar : 2018/1037 Tarih : 25.01.2018

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Kararın gerekçe kısmında, sanığın basit yaralama suçunu gerçekleştirdiği kanaatine varıldığı belirtilmiş ise de, esasa etki etmeyen mahallinde düzeltilmesi mümkün yazım hatası olduğundan, kardeşi olan müştekiyi 5237 Sayılı TCK’nin 6/1-f maddesi uyarınca silahtan sayılan sopa ile yaralamak suretiyle birden fazla nitelikli hal ihlaline neden olan sanık hakkında, TCK’nin 86/1. maddesince temel cezaya hükmedilirken meydana gelen zararın ağırlığı ve kastının yoğunluğu da dikkate alınarak alt sınırdan uzaklaşılması gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz olmadığından ve Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas-2015/85 karar sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nin 53. maddesindeki bazı ibareler iptal edilmiş ise de, bu husus infaz aşamasında dikkate alınabileceğinden bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA, 25.01.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4984 Karar : 2018/213 Tarih : 24.01.2018

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

1- …`yi kasten öldürmeye teşebbüs etmek suçundan; TCK.nun 81, 35, 31/3, 62, 53. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis cezası,

2- …`yu silahla kasten yaralama suçundan; TCK.nun 86/2-3-e, 31/3, 62. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezası, CMK.nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına.

TÜRK MİLLETİ ADINA

1- Suça sürüklenen çocuk … hakkında kasten yaralama suçlarından CMK`nun 231/5. maddesi gereğince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, aynı Kanunun 231/12. maddesi gereğince itiraz yoluna tabi olup, temyiz kabiliyeti bulunmadığından, inceleme dışı bırakılmıştır.

2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, suça sürüklenen çocuk …‘in, mağdur …`ye yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçunun sübutu kabul, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, suça sürüklenen çocuk müdafiinin suçun sübutuna yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak; a)O1uşa ve tüm dosya kapsamına göre; mağdur ve arkadaşlarının suça sürüklenen çocuğun beklediği ekili tarladan geçmek istemeleri nedeniyle çıkan ve kavgaya dönüşen tartışmada, ilk haksız hareketin hangi taraftan geldiğinin tespitinin mümkün olmadığı ve oluşan şüphenin suça sürüklenen lehine yorumlanması gerektiği nazara alınarak, suça sürüklenen çocuk lehine haksız tahrik hükmü uygulanıp TCK`nun 29. maddesi uyarınca asgari düzeyde indirim yapılması gerektiğinin düşünülmemesi,

b) Suç tarihinde 18 yaşını ikmal etmeyen mağdurun, TCK`nun 6/1-b maddesi kapsamında çocuk vasfında olduğunun anlaşılması karşısında; suça sürüklenen çocuk hakkında aynı Kanunun 82/1-e maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,

c) Suça sürüklenen çocuk hakkında yaş küçüklüğü nedeniyle ceza indirimi uygulanırken kanuni dayanak olan ilgili yasa maddesinin gösterilmemesi,

d) Suça sürüklenen çocuğun suç tarihinde 18 yaşını ikmal etmediği dikkate alınmayıp, TCK`nun 53/4. maddesine aykırı olarak, aynı Yasanın 53/1. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına hükmedilmesi,

Bozmayı gerektirmiş olup, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak, CMUK`nun 326/son maddesi gözetilmek kaydıyla BOZULMASINA, 24/01/2018 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/10258 Karar : 2018/197 Tarih : 16.01.2018

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Avea İletişim Hizmetleri Anonim Şirketinin özel hukuk statüsüne tabi şirket olması nedeniyle Ceza Hukuku uygulamasında (memur) “kamu görevlisi” sayılmayan ve “kamu görevlisi gibi” cezalandırılması olanağı bulunmayan şirket adli yazışmalarından sorumlu olan sanığın, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2010/4744 sayılı soruşturma kapsamında şirkete yazılan müzekkerelere süresinde cevap vermeme şeklindeki eyleminin; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32. maddesinde düzenlenen emre aykırı davranış niteliğinde olduğu, anılan maddede öngörülen idari para cezasının miktarına göre eylem tarihi ile inceleme günü arasında 5326 sayılı Yasanın 20/2-c maddesinde öngörülen 3 yıllık zamanaşımı süresinin gerçekleştiği anlaşılmış ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, aynı Kanunun 322. maddesi uyarınca bu hususta bir karar verilmesi mümkün olduğundan gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle 5326 sayılı Kanunun 20. maddesi gereğince sanık hakkında İDARİ PARA CEZASI VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 16/01/2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

… İletişim Hizmetleri A.Ş.’de adli yazışmalardan sorumlu kişi olarak görev yapan sanığın Kadıköy C.Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında şirkete yazılan 04/02/2010, 24/11/2010, 7/2/2010 tarihli ve CMK’nın 332. maddesine havi şerhleri içeren müzekkerelere cevap vermeme eyleminin, TCK’nın 257/2. maddesinde belirtilen görevi

kötüye kullanma suçunu oluşturacağı kanaatiyle eylemi 5326 sayılı Yasanın 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranış olarak niteleyen sayın çoğunluğun düşüncesine iştirak edilmemiştir.

CMK’nın 332. maddesinde suçların soruşturması ve kovuşturması sırasında C.Savcısı, hakim veya mahkeme tarafından istenilen bilgilere cevap verilmemesi halinde TCK’nın 257. maddesine aykırılık oluşturacağı öngörülmüştür. Madde metnine göre bilgi yazılı olarak istenmeli ve müzekkereye 10 gün içinde cevap verilmesi, verilmemesi halinde CMK’nın 332. maddesi uyarınca işlem yapılacağı şerhi düşülmelidir. Düzenleme itibariyle belirtilen yükümlülüğe aykırı davranan kişinin kamu görevlisi olmasının zorunlu olmadığı, ancak kamusal faaliyet gördüğü için kamu görevlisi sayıldığı anlaşılmaktadır. (Y. 5 CD. 18/03/2015 tarih, 2013/7399 E., 2015/8476 ve 16/10/2014 tarih 2013/4711 E.-2014/9821 karar sayılı kararları 11/07/2012 tarih, 2012/7527 E., 2012/8180 K.)

Çünkü CMK’nın 161/2-4. maddesi uyarınca adli kolluk görevlileri ve diğer kamu görevlileri, yürütülmekte olan soruşturma ile ilgili ihtiyaç duyulan belgeleri talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür. Maddenin 5. fıkrasına nazaran da belge temininde ihmalleri görülen memur ve amirler hakkında doğrudan soruşturma yapılabilecektir. Görüldüğü gibi kamu görevlilerinin bilgi ve belge vermemeleri halinde bu madde gereği diğer bir ifade ile CMK’nın 332. maddesine ihtiyaç duyulmadan haklarında işlem yapılacaktır. Bu sebeple önemli olan husus özel hukuk tüzel kişilerinin C.savcısı ve mahkemelerin talebine cevap vermemesi durumunda sanıkların eylemlerinin hangi suçu oluşturacağıdır. CMK’nın 332/2. maddesinde bilgi istenen yazıda yukarıdaki fıkra hükmü ile buna aykırı hareket etmenin TCK’nın 257. maddesine aykırılık oluşturabileceği yazılır dendiğinden ve herhangi bir sınırlama yapılmadığından düzenleme tüm özel ve resmi kuruluşları kapsamaktadır. Cevap vermeme halinde oluşacağı belirtilen suçun görevi kötüye kullanma olduğu ve özgü suç niteliği taşıdığı için failinin ancak kamu görevlisi olabileceği sabittir. Anılan maddede kanun koyucu savcı veya mahkeme tarafından kendisinden yazılı bir talepte bulunulan kişinin tıpkı tanık, tercüman, bilirkişi görevlendirilmesinde olduğu gibi kamusal faaliyete katıldığını ön gördüğünden ve kendisine yargı görevi yüklenmiş olan özel bir şahısta hakim veya C.Savcısınca atama veya seçilme yoluyla yada her hangi bir surette geçici olarak kamusal faaliyetin yürütülmesine katılan kişi olduğundan, TCK’nın 6/C maddesi de nazara alındığında kamu görevlisi sayılacak ve kamu görevlisi gibi cezalandırılması gerekecektir. (Y. 5CD. 07/05/2014 tarih, 2013/1163 E.-2014/5088 K.)

Maddenin Adalet Komisyonuna sunulan teklif gerekçesinde de “suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının etkin bir şekilde yürütülmesinin sağlanması amacıyla söz konusu önergenin verildiği” belirtilmiştir. Gerekçe etkin suç soruşturması ve kovuşturmasının teminine yönelik olduğuna göre özel kişi ve kuruluşların bundan ayrık tutulduğu düşünülemez. Hatta bilgi ve belge temini resmi devlet kurumlarının ilgili biriminde çalışan kamu görevlilerinin görevinin normal fonksiyonu gereği olduğundan bu maddenin esasen özel kişi ve kurumlar için eklendiği anlaşılmaktadır.

Açıklanan tüm bu gerekçelerden dolayı müzekkerelere cevap vermemek suretiyle üç kez müzekkere yazılmasına sebebiyet verip, müştekinin şikayetinin etkin şekilde soruşturulmasını engelleyerek, kamunun zararına ve kişilerin mağduriyetine neden olan

sanığın eylemini görevi ihmal olarak niteleyen mahkeme kararında bir isabetsizlik bulunmadığından çoğunluğun 5326 sayılı Yasanın 20. maddesi gereğince sanık hakkında idari para cezası verilmesine yer olmadığına dair kararına katılmıyorum.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/4942 Karar : 2017/20428 Tarih : 25.09.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

A-Sanık …‘ın hakaret eyleminden kurulan kararda öngörülen cezanın nitelik ve niceliğine göre, verildiği tarih itibariyle hükmün temyiz edilemez olduğu anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca sanık …‘ın, TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE,

B-Sanık …‘ın hakaret eyleminden kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz isteğinin reddine dair hüküm ile katılan sanık …‘ın kasten yaralama eyleminden kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz isteğinin reddine dair hükme ve sanık … hakkında tehdit eyleminden kurulan beraat hükmüne yönelik temyizlere gelince,

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

1-Sanık …‘ın hakaret eyleminden kurulan mahkumiyet hükmüyle sanık …‘ın kasten yaralama eyleminden kurulan mahkumiyet hükmünün sanıklar tarafından temyizi üzerine mahkemenin, ceza miktarı nedeniyle sanıkların temyiz isteminin reddine ilişkin kararları yasaya uygun bulunduğundan, bu kararlara karşı sanıklar … ve … tarafından yapılan temyiz istemlerinin 1412 sayılı CMUK’nın 315/2 maddesi gereğince REDDİNE, Yerel Mahkemenin 10/01/2014 tarihli ret kararlarının ONANMASINA,

2-Sanık … hakkında tehdit eyleminden kurulan beraat hükmüne yönelik temyizde;

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:

a-Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.

Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.

Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.

Somut olayda; sanık … ‘ın kendisine ve eşine doğru taş atılması üzerine eline sopa alarak taş atmaya devam etmeleri halinde sopa ile vuracağını söylediğinin kabul edilmesi ve yukarıdaki açıklamalar karşısında, sanığın suçta kullandığını kabul ettiği sopanın vasıfları araştırılarak, TCK’nın 6/1-f maddesi kapsamında silah niteliğinde olduğunun belirlenmesi halinde silahla tehdit, silah olmadığının kabul edilmesi halinde ise TCK’nın 106/1-1. cümlesinde düzenlenen tehdit suçunun oluşup oluşmayacağı ve de suçun oluştuğunun kabulü halinde ise TCK’nın 25. ve 29. maddelerinin olayda uygulanma olanağının değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

b-Eylemin TCK’nın 106/1-1. maddesi kapsamında değerlendirilmesi durumunda da; 02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaştırma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın/sanıkların hukuki durumunun/durumlarının bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

Kanuna aykırı ve katılan …‘ın temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 25/09/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2485 Karar : 2017/2646 Tarih : 15.06.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Görevi kötüye kullanma, görevi ihmal, zimmete sebebiyet vermek ve dolandırıcılık suçlarından müdahil sıfatını alabilecek surette doğrudan zarar görmesi söz konusu olmayan, Hazinenin usulsüz olarak müdahilliğine karar verilmesi hükmü temyiz hakkı vermeyeceğinden, vekilinin bu suçlardan kurulan hükümlere yönelik temyiz taleplerinin CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, sanıklar … ve … hakkında tayin olunan cezanın miktarına göre duruşmalı inceleme istemlerinin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 318. maddesi uyarınca reddiyle, incelemenin duruşmasız olarak yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

Katılanlar Kızılay ve Hazine vekillerinin dilekçelerinin içeriklerine göre temyiz istemlerinin zamanaşımı nedeniyle düşme ve beraat hükümlerine yönelik olduğu, sanık … hakkında rüşvet, görevi kötüye kullanma, görevi ihmal ve zimmete sebebiyet vermek, sanıklar … ve … haklarında görevi kötüye kullanma, görevi ihmal ve zimmete sebebiyet vermek suçlarından da mahkemece hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.

Sanıklar …, …, …, …, …, … ve … hakkında görevi ihmal, sanıklar …, …, … ve … hakkında zimmet, sanık … hakkında rüşvet, sanık … hakkında rüşvet, görevi kötüye kullanma, görevi ihmal ve zimmete sebebiyet vermek, sanıklar … ve … haklarında görevi kötüye kullanma, görevi ihmal ve zimmete sebebiyet vermek, sanık … hakkında görevi kötüye kullanma, sanıklar …, … ve … haklarında dolandırıcılık suçundan açılan kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine dair hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Gerekçesi gösterilmek suretiyle verilen kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle düşmesine dair hükümler usul ve kanuna uygun olduğundan yerinde görülmeyen katılanlar vekillerinin temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,

Sanık …‘in ihaleye fesat karıştırma suçundan beraatine, sanıklar …, …, …, …, …, … ve …`in edimin ifasına fesat karıştırma suçundan mahkumiyetlerine dair hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;

Sanık …‘un … … Şubesinde olay sırasında başkan, sanık …‘in veznedar, sanık …‘un muhasebeci, …‘nun memur, sanık …‘in …. Ltd. Şirketinin fiili sorumlusu ve çalışanı, sanık …‘ün … Ltd. Şti. sahibi ve sorumlusu, sanık …‘un dernek başkanı …‘un oğlu olduğu, sanıkların eylemlerinin bir bütün olarak 765 sayılı TCK`nın 205. maddesinde yazılı, devlet alım satım ve yapımına fesat karıştırma, suçunu oluşturduğu ifade edilip lehe olduğu değerlendirilen 5237 sayılı Yasanın 236. maddesinde düzenlenen edimin ifasına fesat karıştırma suçundan hüküm kurulmuş ise de;

Mülga 2908 sayılı Dernekler Kanununun 71/son maddesinde “… ile Türk Hava Kurumunun mal ve paraları Devlet malı sayılır. Bunlara karşı suç işleyenler Devlet memuru gibi cezalandırılır.” hükmünün bulunduğu, bu düzenlemeye göre sanıkların eylemlerinin zimmet suçunu oluşturabileceği, ancak 23/11/2004 gün ve 25649 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanunu`nda … ile Türk Hava Kurumunun mal ve paralarına karşı suç işleyenlerin devlet memuru gibi cezalandırılacağına ilişkin düzenlemenin bulunmadığı, bu düzenlemenin yerine tüm kamuya yararlı dernekleri kapsayacak şekilde anılan Yasanın 27/son maddesi ile “Kamu yararına çalışan derneklerin mallarına karşı suç işleyenler Devlet malına karşı suç işlemiş gibi cezalandırılır.” hükmüne yer verildiği ve ayrıca 32/1-f maddesi ile de “Her ne suretle olursa olsun kendisine tevdi olunan derneğe ait para veya para hükmündeki evrak, senet veya sair malları kendisinin veya başkasının menfaatine olarak sarf veya istihlâk veya rehneden veya satan, gizleyen, imha, inkâr, tahrif veya tağyir eden yönetim kurulu başkanı ve üyeleri veya denetçiler ile derneğin diğer personeli Türk Ceza Kanununun güveni kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümlerine göre cezalandırılır. Ayrıca, mahkeme yargılama sırasında sanıkların, organlardaki görevlerinden geçici olarak uzaklaştırılmasına da karar verebilir.” şeklinde düzenleme yapıldığı,

Dairemizce de benimsenen Ceza Genel Kurulunun 22/10/2013 gün ve 2012/1275 Esas, 2013/419 sayılı Kararı ve yukarıdaki açıklamalar ışığında 765 sayılı Yasanın 205. maddesinde düzenlenen suçun kamu görevlileri ile özel yasalarında kamu görevlisi gibi cezalandırılacakları öngörülen kişiler tarafından işlenebileceği, 5237 sayılı TCK’nın 6/1-c maddesinin de 5252 sayılı Yasanın geçici 1. maddesi uyarınca ancak 01/01/2009 tarihinden itibaren özel yasalarda uygulanabileceği dikkate alındığında, 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesi de gözetilerek suç tarihlerinden sonra yürürlüğe giren ve sanıklar lehine olan 5253 sayılı Dernekler Kanununda … görevlilerinin veya dernek malına karşı suç işleyenlerin kamu görevlisi gibi cezalandırılacağına dair bir düzenleme bulunmaması nedenleriyle, dernek görevlisi sanıkların 765 sayılı Yasanın 205. maddesinde düzenlenen suçun faili olamayacakları, eylemlerinin sübutu halinde güveni kötüye kullanma suçunu, diğer sanıkların eylemlerinin ise güveni kötüye kullanmaya iştirak suçunu oluşturacağı, bu suçun; 765 sayılı TCK’nın 510. maddesinde öngörülen cezasının üst sınırı itibarıyla aynı Kanunun 102/4 ve 104/2. maddelerinde belirtilen yedi yıl altı aylık asli ve ilave zamanaşımına tabi olduğu, suç tarihi olan 2002-2003 ile inceleme günü arasında bu sürenin gerçekleştiği anlaşıldığından, 5237 sayılı TCK’nın 7/2 ile 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddeleri de gözetilmek suretiyle hükümlerin CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden sanıklar haklarındaki kamu davalarının aynı Yasanın 322 ve 5271 sayılı CMK`nın 223/8. maddeleri uyarınca zamanaşımı nedeniyle ayrı ayrı DÜŞMESİNE, 15/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/16518 Karar : 2017/5128 Tarih : 14.06.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- TCK’nın 6/1-g madde, fıkra ve bendinde ceza kanunlarının uygulanmasında, basın ve yayın yolu ile deyiminden; her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracıyla yapılan yayınların anlaşılacağı belirtilmiş olup, sanığın, eski eşi olan mağdura ait özel görüntüleri, 02.04.2011 tarihine kadar, pornografik içerikli internet sitelerinde yayımlayarak, üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasındaki görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu işlediğinin iddia edilmesi ve mahkemenin hükmün gerekçesindeki kabulünün de bu yönde olması karşısında, sanık hakkında, karar tarihinden önce 05.07.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan, “31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı; a) Soruşturma evresinde, 04/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine, b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine, karar verilir.” biçimindeki hüküm gereğince, kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,

2- Kabul ve uygulamaya göre de:

a) Sanığın, eski eşi olan mağdurun cinsel ve fiziksel mahremiyetine ilişkin müstehcen görüntülerini, mağdurdan habersiz ve onun rızasına aykırı şekilde, pornografik içerikli internet sitelerinde yayımladığı ve mahkemenin hükmün gerekçesindeki kabulü de bu yönde olduğu halde, mağdurun özel hayatına ilişkin görüntülerini hukuka aykırı olarak ifşa eden sanık hakkında, görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dolayı TCK’nın 134/2. madde ve fıkrası gereğince mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, aynı Kanun’un 134/1. madde ve fıkrası gereğince hüküm kurulması ve suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK’nın 134/2-2. madde, fıkra ve cümlesi yerine uygulama alanı bulunmayan TCK’nın 134/1-2. madde, fıkra ve cümlesi gereğince hükmedilen temel cezada yarı oranında artırım yapılması suretiyle gerekçeyle hükmün karıştırılması,

b) TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasının 1. cümlesinde, kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya seslerinin ifşası halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüş, aynı madde ve fıkranın 2. cümlesinde, fiilin basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, cezanın yarı oranında artırılacağı düzenlenmiş iken, 05.07.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 81. maddesi ile TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasında yapılan değişiklikle, temel ceza miktarı iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak belirlenmiş ve ifşanın basın ve yayın yoluyla gerçekleşmesi halinde de aynı cezaya hükmolunacağının belirtilmiş olması karşısında, TCK’nın 7/2. madde ve fıkrası gereğince, suçun işlendiği zamandaki kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunun ilgili tüm hükümlerinin somut olaya ayrı ayrı uygulanması ve her iki kanuna göre hükmedilecek sonuç cezalar belirlendikten sonra sanığın lehine olan kanunun tespiti ile lehe kanunun bir bütün halinde uygulanması ve bu durumun hükmün gerekçesine yansıtılması suretiyle hüküm tesisi gerekirken, sanık hakkında temel ceza iki yıl hapis cezası olarak tayin edilip, soyut olarak 6352 sayılı Kanun’un 81. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasının sanık lehine olduğu kabul edilerek sanığın neticeten üç yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına dair yazılı şekilde hüküm kurulması,

c) Sanığın, bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda, farklı internet sitelerinde katılana ait özel görüntüleri ifşa etmesi karşısında, sanık hakkında hükmedilen cezada TCK’nın 43/1. madde ve fıkrası gereğince artırım yapılması gerekirken, zincirleme suç hükümleri uygulanmamak suretiyle sanığa eksik ceza tayini,

d) Vekalet ücretinin, sanık ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen diğer sanık tarafından katılana eşit şekilde ödenmesine hükmedilmesi gerekirken, sanıklardan müteselsilen alınmasına ve davanın tarafı olmayan katılan vekiline verilmesine hükmolunması, kanuna aykırı,

e) Sanık hakkında TCK’nın 53. maddesi tatbik edilirken, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 08.10.2015 tarihli, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararının gözetilmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, aynı Kanun’un 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 14.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/21839 Karar : 2017/6881 Tarih : 31.05.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Sanığa yükletilen görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerin ve bu eylemlerin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu,

Görevi yaptırmamak için direnme eyleminin TCK’nın 6. maddesi kapsamında saldırıda kullanılmaya elverişli, silahtan sayılan bira şişesiyle gerçekleştirilmesine karşın, TCK’nın 265/4. maddesi uygulanmamış ise de, aleyhe temyiz olmadığından bozma yapılamayacağı,

Anlaşıldığından sanık … vasisi …’ın ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA, 31/05/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/2470 Karar : 2017/2262 Tarih : 18.05.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’a aykırılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından sanıklar …, …, …, …, …, … ve … haklarında yapılan yargılama sonunda mahkemenin görevsizliğine, sanıklara yüklenen eylemin kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği olacağı kanaatiyle 4708 sayılı Kanun’un 9/2. maddesi delaleti ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/2. maddesi uyarınca yargılanabilmeleri için dosyanın görevli ve yetkili … Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine dair Edremit 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 07/05/2015 tarihli ve 2014/688 esas, 2015/550 sayılı kararına yönelik itirazın kabulü ile anılan kararın kaldırılmasına ilişkin … 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 03/07/2015 tarihli ve 2015/645 değişik iş sayılı kararının;

Dosya kapsamına göre adı geçen bir kısım sanıkların … İli, Edremit İlçesi, Altınoluk Beldesinde bulunan ve haklarında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair ek karar verilen … ve … isimli kişilere ait inşaatın yapı denetim görevini üstlenen… Yapı Denetim Ticaret Limited Şirketinin ortakları olduğu, diğer bir kısım sanıkların ise söz konusu şirkette mühendis, mimar ve proje denetçisi olarak görev yaptıkları ancak, yapı denetim görevlerini yerine getirirken gerçeğe aykırı olarak belge düzenledikleri iddiası ile haklarında dava açılmış olması karşısında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 6/1-c maddesinde yer alan “Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi anlaşılır.” şeklindeki düzenleme uyarınca sanıkların eylemlerinin 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’un 9/2. maddesi delaleti ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/2. maddesine uyduğu, anılan maddede düzenlenen kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçuna bakma görevinin ise ağır ceza mahkemesine ait olduğu, benzer bir görev uyuşmazlığı kapsamında Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 06/05/2015 tarihli ve 2015/6096 esas, 2015/11389 karar sayılı ilâmında ağır ceza mahkemesinin görevli olduğuna karar verildiği cihetle, itirazın reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 09/04/2017 gün ve 94660652-105-10-2565-2017-Kyb sayılı Kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye ihbar ve dava evrakı ile birlikte tevdii kılınmakla gereği düşünüldü:

Kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname münderecatı yerinde görüldüğünden talebin kabulü ile … 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 03/07/2015 tarihli ve 2015/645 değişik iş sayılı Kararının CMK’nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine nazaran müteakip işlemlerin merciince yapılmasına, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 18/05/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/485 Karar : 2017/4650 Tarih : 26.04.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:

TCK’nın 80. maddesinde düzenlenen insan ticareti suçunun oluşabilmesi için failin mağdura yönelik olarak “tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliğinden yararlanarak rızasını elde etmek” biçiminde bir harekette bulunması ve bu hareketleri yaparken veya yaptıktan sonra mağduru ülkeye sokması, ülke dışına çıkarması, tedarik etmesi, kaçırması, bir yerden başka bir yere götürmesi, sevk etmesi veya barındırması gerekmektedir. Suçun oluşması için hem araç hareketlerden, hem de amaç hareketlerden en az birisinin bir arada bulunması gereklidir. Araç hareketler, asıl veya amaç hareketlerden önce veya en geç bu hareketlerle eş zamanlı olarak yapılmalıdır. Böylece öncelikle araç hareketler ile mağdurun iradesi kırılmalı ve görünüşte rızası elde edilmeli daha sonra da bu husustan yararlanarak suçu oluşturan asıl amaç hareketler gerçekleştirilmelidir. Bu durumun tek istisnası, TCK’nın 80/3. maddesindeki “on sekiz yaşını doldurmamış olanların birinci fıkrada belirtilen maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları hâllerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile birinci fıkrada belirtilen cezalar verileceği” yönündeki düzenlemedir.

Bu düzenleme uyarınca, çocuk mağdurların fuhuş yaptırılmak amacıyla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları durumunda suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da insan ticareti suçu oluşacak, mağdura karşı fuhuş yaptırmak saikiyle amaç fiillerin gerçekleştirilmesi durumunda ise, sanığın saikini gerçekleştirip gerçekleştirmemesinin insan ticareti suçunun oluşumuna bir etkisi olmayacağından, amaç fiilleri gerçekleştirdikten sonra saiki oluşturan eylemlerden olan fuhuş eyleminin yaptırılmasıyla ayrıca fuhuş suçu oluşacak, bu durumda ise, fuhuş suçu ile insan ticareti suçu arasında fikri ictima hükümlerinin uygulanması mümkün olmayacaktır.

Ancak, sanığın fuhuş yaptırdığı mağdurun 15 yaşından küçük olması halinde, fuhuş suçu ile birlikte işlenen cinsel istismar suçu arasında TCK’nın 44. maddesindeki koşullar oluşacağından, fail hakkında daha ağır ceza gerektiren cinsel istismar suçundan hüküm kurulması gerekecektir.

TCK’nın 6/1-a maddesinde, “henüz 18 yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlanan çocuk kavramının, yasakoyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, “on beş yaşını bitirmiş”, “on beş yaşını tamamlamamış” şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmekte olup, bu bölümde “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklar ile “on beş yaşını bitirmiş olup da on sekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCK’nın 103/1-a maddesinde, “onbeş yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken, aynı maddenin (b) bendinde ise, diğer çocuklar ifadesiyle “onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Yasakoyucu bu maddede “on beş yaşını bitirmiş olup da on sekiz yaşını tamamlamamış”‘olan çocuklara karşı rızalarıyla yapılan cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken, “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. TCK’nın 104. maddesinde ise, cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikayete bağlı bir suç olarak düzenlemiştir.

Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı işlenen “cinsel istismar” suçunda, çocukların rızaları hukuken bir değer ifade etmeyecek, mağdurun rızası olsa dahi TCK’nın 26/2. maddesinde düzenlenen “ilgilinin rızası” biçimindeki hukuka uygunluk nedeninin uygulanması mümkün olmayacaktır.

Yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca somut olay değerlendirildiğinde, suç tarihinde 14 yaşındaki mağdurun, sanık … ‘ün kendisini diğer sanıklar … ile…‘nın yanına getirerek bu kişiler tarafından fuhuşa sürüklendiği yönündeki anlatımları dikkate alındığında, sanıklar …, … ile…‘nın, çocuk yaştaki mağdura karşı fuhuş eylemini sağlamaya yönelik davranışlarında, TCK’nın 80/3. maddesinde yazılı olan; “On sekiz yaşını doldurmamış olanların birinci fıkrada belirtilen maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları hâllerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile birinci fıkrada belirtilen cezalar verilir” biçimindeki düzenleme nedeniyle, TCK’nın 44. maddesindeki fikri ictimadan söz edilemeyeceği, bu durumda sanıkların eylemlerinin insan ticareti suçu dışında 15 yaşından küçük olan mağdura karşı “fuhuş ve cinsel istismar” suçlarını da oluşturabileceği, bu suçların insan ticareti suçunun bir unsuru olmaması nedeniyle, TCK’nın 44. maddesi uyarınca zincirleme biçimde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan eylemlerine uyan TCK.nın 103/2, 43. maddeleri uyarınca sanıklar …, … ile… hakkında dava zamanaşımı süresi içerisinde mahkemesince, suç duyurusunda bulunulabileceği değerlendirilerek, yapılan incelemede:

Sanıklara yükletilen insan ticareti eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerin ve bu eylemlerin sanıklar tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,

TCK’nın 53/1-b maddesinde yer alan hak yoksunluğunun uygulanmasına ilişkin hükmün, Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uygulanma olanağı ortadan kalkmış ise de, bu hususun infaz aşamasında resen dikkate alınabileceği,

Anlaşıldığından, …, …, … , … müdafilerinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA, 26/04/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/822 Karar : 2017/884 Tarih : 22.03.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

1- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …‘in maktuller … ve …‘e yönelik nitelikli kasten öldürme suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde bozma sebebi saklı kalmak kaydıyla suçların niteliği tayin, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin niteliği takdir kılınmış savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma ve düzeltme nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin temyiz dilekçesi ve duruşmalı incelemedeki, suç vasfına, eksik incelemeye, katılan … vekilinin eksik incelemeye yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle,

A) Sanık … hakkında maktul …‘e yönelik nitelikli kasten öldürme suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün incelenmesinde;

24.11.2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında mahkemenin bu madde ile yaptığı uygulama yasaya aykırı ise de, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, CMUK.nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hüküm fıkralarında yer alan 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün “Anayasa Mahkemesinin iptal kararındaki hususlar gözetilerek 5237 sayılı TCK’nun 53/1-2-3 maddelerinin tatbikine” şeklinde, değiştirilmesine karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN, re’sen de temyize tabi hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,

B) Sanık … hakkında maktul …‘e yönelik nitelikli kasten öldürme suçundan kurulan hükmün incelenmesinde ise;

ba)-Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre; sanık ile evli olan maktulün evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümlülüğüne aykırı hareket ederek, bir başka erkek ile telefonla görüşüp, zaman zaman evinde buluşmaktan ibaret haksız tahrik oluşturan eylemlerin ulaştığı boyut nazara alındığında, 18 yıldan 24 yıla kadar hapis cezası öngören TCK’nun 29. maddesinin uygulanması sırasında, yasal sınırlar dahilinde ve makul oranda indirim yapılmasının yeterli olduğu gözetilmeden, tahrikin düzeyinin belirlenmesinde yanılgıya düşülerek en üst hadden indirim yapılması suretiyle eksik ceza tayini,

bb)- Suç tarihinde 18 yaşını ikmal etmeyen maktulün, TCK’nun 6/1-b maddesi kapsamında çocuk vasfında olduğunun anlaşılması karşısında; sanık hakkında TCK’nun 82/1-d maddesi ile birlikte 82/1-e maddesinin de uygulanması gerektiği gözetilmeden; yalnızca kanunun 82/1-d maddesi uyarınca hüküm kurulması,

bc)- 24.11.2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafii ile katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, re’sen de temyize tabi hükmün kısmen tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak BOZULMASINA, 22/03/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/4479 Karar : 2017/1161 Tarih : 20.03.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Sanıklar müdafiinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1-Sanık savunmaları, iletişim tespit tutanakları, tanık beyanı ve teşhisi ile tüm dosya kapsamına göre; sınır kaçakçılığı işiyle uğraşan sanıkların, PKK silahlı terör örgütünün kırsaldaki mensuplarıyla irtibat halinde bulunmak suretiyle gerçekleştirdikleri yardım faaliyetlerini sürekli ve karşılıksız şekilde yerine getirdiklerine dair dosya kapsamında delil bulunmadığı nazara alındığında, sübut bulan eylemlerinin TCK’nın 220/7. maddesi delaletiyle aynı Kanunun 314/2. maddesi uyarınca örgüte yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeden, suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

2-Kabul ve uygulamaya göre de;

a-Gerekçeli karar başlığında suç adının “Terörizmin finansmanı” yerine “Silahlı terör örgütüne üye olmak” şeklinde yazılması,

b-Hüküm fıkrasında sanık …‘ın adının “…”, sanık …‘nın adının “….” ve sanık …‘ın soy adının da “…” olarak belirtilmesi,

c-Ancak örgüt mensubu suçlu hakkında uygulanabilen ve 5237 sayılı TCK’nın 6/1-j maddesinde tanımlanıp tahdidi olarak sayılan; suç örgütü kuran, yöneten, örgüte katılan/üye olan veya örgüt adına suç işleyenlerden olmadığı için örgüt mensubu sayılmayan, hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden sanık hakkında verilen cezanın 3713 sayılı Kanunun 17/1. maddesi delaleti ile 5275 sayılı Kanunun 107/4 ve 108.maddeleri gereğince infaz edilmesi gerekmekte ise de şartları oluşmadığı halde TCK’nın 58/9. maddesinin tatbik edilmesi,

d-Müsadere esnasında uygulanan kanun ve maddesinin gösterilmemesi suretiyle CMK’nın 232/6. maddesine muhalefet edilmesi,

e-Suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan 3713 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile sonradan yürürlüğe giren 6415 sayılı Kanunun 4/1. maddesinin uygulanması suretiyle bulunacak ceza miktarları bakımından, TCK’nın 7/2 ve 5252 sayılı Kanunun 9/3. maddeleri uyarınca, lehe kanun değerlendirmesi yapılması gerektiğinin gözetilmemesi,

f-Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas 2015/85 karar sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53/1. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulmasında zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, bu sebeplerden dolayı hükümlerin BOZULMASINA, CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanıkların kazanılmış haklarının korunmasına, 20.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/21493 Karar : 2017/2675 Tarih : 13.03.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre, dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre, yapılan incelemede;

Sanığa yükletilen görevi yaptırmamak için direnme eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerin ve bu eylemin sanıklar tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,

Sanığın, görevi yaptırmamak için direnme eylemini TCK’nın 6. maddesi gereğince silahtan sayılan araba ile gerçekleştirmesine karşın, TCK’nın 265/4 maddesi uygulanmamış ise de, aleyhe temyiz olmadığından bozma yapılamayacağı,

TCK’nın 53/1-b maddesinde yer alan hak yoksunluğunun uygulanmasına ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle uygulanma olanağı ortadan kalkmış ise de, mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak infaz evresinde re’sen, TCK’nın 53. maddesinin 1. fıkrasında öngörüldüğü biçimde uygulanabileceği,

Anlaşıldığından, sanık … müdafiinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnamedeki isteme uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA 13/03//2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2818 Karar : 2017/715 Tarih : 26.01.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Temyiz incelemesi; sanıklar müdafiinin süresinde duruşmalı inceleme istemi üzerine duruşmalı olarak yapılmıştır.

Suça konu 36.478 gram eroinin miktarına bağlı olarak önem ve değeri dikkate alınarak, temel hapis cezalarının alt sınır aşılarak tayin edilmesi yerinde ise de, TCK’nın 6. ve 3/1. maddesine aykırı olacak şekilde üst sınıra yaklaşılarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, karşı temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Bozmaya uyulduğu, yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların eleştiri dışında doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; sanıklar müdafilerinin yerinde görülmeyen temyiz itirazları ve duruşmadaki sözlü savunmalarının reddiyle, hükümlerin ONANMASINA, 26/01/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

TEFHİM TUTANAĞI: 26.01.2017 tarihinde verilen bu karar Yargıtay Cumhuriyet savcısı …. katılımıyla ve duruşmada savunmasını yapmış bulunan sanıklar … ve … müdafileri Av. …..n yokluğunda 09.02.2017 tarihinde, açık olarak okundu.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/6413 Karar : 2017/745 Tarih : 18.01.2017

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre, sanık hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan kurulan hükümde uygulanan madde numarasının, TCK’nın 106/1-1 cümlesi şeklinde yazılmasının mahallinde düzeltilebilir maddi hata olduğu kabul edilerek yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Sanığa yükletilen hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemlerin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu,

Sanığın, TCK’nın 6/1-d maddesi kapsamında yargı görevlisi sayılan avukat olan katılana yönelik eyleminin, TCK’nın 265/2. maddesine uyduğu gözetilmemiş ise de, karşı temyiz bulunmadığından bozma yapılamayacağı,

Anlaşıldığından, sanık …‘ın ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA, 18.01.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 21. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/9697 Karar : 2016/7996 Tarih : 27.12.2016

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

1-TCK’nun 204/2. maddesinde yazılı memurun resmi belgede sahteciliği suçu özgü suçlardan olup, failinin anılan Yasanın 6. maddesinde tanımlandığı şekliyle kamu görevlisi niteliğini taşıması ya da özel yasası gereğince kamu görevlisi gibi cezalandırılabilen bir kimse olması gerekmektedir.

KİT rejimine tabi bulunan … Genel Müdürlüğünde 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler kapsamında istihdam edilen personel, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 11/b maddesi uyarınca, “ifa ettikleri görevlerinden doğan suçlardan dolayı” kamu görevlisi sayılmaktadırlar. Diğer taraftan, 7201 sayılı Tebligat Kanununun 1. maddesi gereği anılan kanun hükümlerine göre tebligat işlemlerini yapmakla … Genel Müdürlüğünün yetkili kılınmış ve anılan Kanunun 52. maddesi gereğince de “bu kanunun tatbikinde görevli memur ve hizmetliler ile mahalle, köy muhtar ve ihtiyar heyeti meclisi azalarının” işledikleri suçlarda kamu görevlisi gibi sayıldıkları kabul edilmiştir. 5584 sayılı Posta Kanununun 29.4.2009 tarihli ve 5893 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle eklenen “Ulaştırma Sözleşmeleri” başlıklı 10/2. maddesinde “…İdaresi postaların ayrım ve dağıtım işlerini ihale yoluyla üçüncü şahıslara gördürebilir” hükmü yer almaktadır. Ayrıca 5237 sayılı TCK`nın 6/1-c madde ve fıkrasının gerekçesinde; “kamusal faaliyetin, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş bir siyasal kararla, belli bir hizmetin kamu adına yürütülmesi” olduğu, kamu faaliyetinin yürütülmesinin ihaleye dayalı olarak, özel hukuk kişilerince üstlenilmesi durumunda ise bu kişilerin kamu görevlisi sayılmayacağına yer verilmiştir.

Yukarıdaki açıklamaya göre; suç tarihinde sanık …’ ın, … Turizm Tekstil İnş ve Otomotiv ve Tic. Ltd. Şti. ile imzaladığı 14.06.2010 tarihli belirli süreli iş sözleşmesi uyarınca … Başmüdürlüğünde çalıştığının anlaşılması karşısında; gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi bakımından, ilgili Kuruma müzekkere yazılarak sanık …’ ın …Genel Müdürlüğü personeli ya da yüklenici firma elemanı olup olmadığının sorularak kamu görevlisi tarafından işlenebilen memurun resmi belgede sahteciliği suçunun faili olup olamayacağının açıklığa kavuşturulmasından sonra hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde memurun resmi belgede sahteciliği suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,

Kabule göre de;

2-T.C. Anayasa Mahkemesi’nin, TCK’nın 53. maddesine ilişkin olan, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararının 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanmış olmasından kaynaklanan zorunluluk,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 27.12.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 22. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/13540 Karar : 2016/2697 Tarih : 29.02.2016

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1)Sanık …‘nın 30/05/2012 tarihli duruşmada “Ben olay günü gece saat 05:00 sıralarında alkollü vaziyette Beyazıt Parkı’nda bulunduğum sırada Emrah parka geldi” şeklinde beyanda bulunduğu, 30/04/2012 tarihli tutanak başlıklı evrakta “29/04/2012 günü saat 06:00 sıralarında İlimiz Beyazıt Mahallesi Postanesi civarında üç dört şahsın otoları kurcaladığı anonsu üzerine olay yerine gidildiğinin” tespiti, sanıkların aşamalarda suçlamayı inkar etmeleri ve suç tarihinde gecenin 05:02 saatinde bitmesi karşısında; hırsızlık suçlarının 5237 sayılı TCK’nın 6/1-e maddesine göre gece sayılan zaman diliminde işlendiklerine ilişkin kanıtların nelerden ibaret olduğu karar yerinde açıklanıp tartışılmadan, her iki suç nedeniyle uygulamada 5237 sayılı TCK`nın 143. maddesi ile uygulama yapılması,

2)Hapis cezasının kanuni sonucu olarak 5237 sayılı TCK`nın 53. maddesinin uygulanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

3)Anayasa Mahkemesi’nin hüküm tarihinden sonra 24.11.2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 gün, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı TCK`nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin kararının değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … müdafiinin temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebeplerden dolayı isteme aykırı olarak ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/16670 Karar : 2016/2038 Tarih : 25.02.2016

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:

1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesindeki avukatlığın kamu hizmeti ve yargının kurucu unsurlarından olduğuna ilişkin belirleme, 2. maddesinde yazılı amacı, 76/1 ve 109/1-2. maddelerindeki baroların ve Türkiye Barolar Birliğinin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olduğuna ilişkin hükümler ile 5237 sayılı TCK`nın 6/1-c maddesindeki tanım ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde; avukatların, 1136 sayılı Kanunun 35/1 ve 35/A maddelerinde yazılı ve münhasıran avukatlar tarafından yapılabilecek iş ve işlemler ile uzlaştırma işlemi ve barolar ile Türkiye Barolar Birliğinin organlarında ifa ettikleri görevleri yönünden kamu görevlisi oldukları, ancak aynı Kanunun 35/2. maddesi uyarınca takip edebilecekleri birinci fıkradakiler dışında kalan özel ve resmi dairelerdeki bütün işler yönünden kamu görevlisi sayılamayacakları gözetildiğinde, müvekkili adına taşınmaz satın alma yetkisi veren vekaletname gereğince yüklendiği görevin 1136 sayılı Kanunun 35/2. maddesinde yazılı işlerden olması nedeniyle kamu görevlisi sayılamayacağı ve görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarının oluşmadığı anlaşılmakla, sanığın leh ve aleyhindeki toplanan tüm kanıtları inceleyip, irdeleyen ve iddianın reddine ilişkin sebepleri karar yerinde ayrı ayrı gösteren, savunmayı tercih nedenlerini açıklayan, aleyhteki kanıtları hükümlülük için yeterli görmeyen mahkemenin beliren takdir ve kanaati karşısında tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmediği gibi katılan vekilinin temyiz itirazları da yerinde görülmediğinden reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 21. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/685 Karar : 2016/1579 Tarih : 23.02.2016

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Sanık ……….. .. hakkında, mühür bozma suçundan…………… Asliye Ceza Mahkemesinin …/…./….. tarih, 2013/…….esas, 2014/….. sayılı kararıyla kurulan hükmün katılan vekili tarafından temyizi üzerine, Dairemizce yapılan temyiz incelemesi sonunda; 22.12.2015 tarih, 2015/…….esas, 2015/…… sayılı ilam ile beraat hükmünün ( ONANMASINA ) karar verildiği ve bu karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15.01.2016 gün ve 2014/162481 sayılı yazısı ile 6352 sayılı Kanun’un 99. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK`nun 308. maddesi uyarınca sanık aleyhine itirazda bulunulması üzerine dosya yeniden incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Anayasa’nın 38. maddesine göre “kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” Aynı hususlar, 5237 sayılı TCK`nun “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi” başlıklı 2. maddesinde de vurgulanmış ve “İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

5237 sayılı TCK`nun “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümünde, 203. maddede düzenlenen “mühür bozma” suçunun konusu, kanun veya yetkili makamların emri uyarınca bir şeyin olduğu gibi korunması veya üzerinde değişiklik yapılmaması için konulan mühürdür. Suçla korunan değer, kamu idaresinin, dolayısıyla devletin otoritesidir. Kanunla verilmiş yetkiye dayalı olarak ve usulüne uygun bir şekilde yetkili makam tarafından konulan mührün kaldırılması ya da konuluş amacına aykırı hareket edilmesi ile mühür bozma suçu oluşur.

Devlet daha önce, elektrik dağıtım ve satışını Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile bunlara bağlı müessese ve ortaklıklar eliyle gerçekleştirirken, bu hizmet özelleştirme uygulamaları kapsamında, dağıtım ve perakende satış lisansı sahibi özel hukuk tüzel kişileri olan şirketlere devredilmiştir. Elektrik ve Doğalgaz’ın dağıtım ve satışının Kamu İktisadi Teşebbüsleri tarafından gerçekleştirildiği dönemde ve özelleştirme programının yürütüldüğü sürece, usulsüz veya kaçak kullanımların tespiti üzerine usulünce yapılan mühürleme işlemine aykırı davranışların TCK’nun 203. maddesi kapsamındaki suçu oluşturduğu tartışmasız ise de Elektrik ve Doğalgaz`ın dağıtım ve satışının, özelleştirme uygulamaları sonucu lisans sahibi özel şirketlere devredilmesinden sonra özel şirket yetkililerince yapılan mühürleme işlemi ve buna aykırı davranışların ceza hukuku açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.

24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un 37. maddesinin 27.04.1995 tarih ve 4105 sayılı Yasayla değişik (a) bendine göre “Bu Kanun hükümleri gereğince özelleştirme programına alınan kuruluşlar özel hukuk hükümlerine tabi olup, bunlar hakkında varsa kendi kuruluş kanunları ile diğer kanunlarda yer alan bu Kanuna aykırı hükümler ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanmaz.”

5237 sayılı TCK’nun “Tanımlar” başlıklı 6. maddesinin gerekçesinde “kamusal faaliyet, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir. Buna karşılık, kamusal bir faaliyetin yürütülmesinin ihaleye dayalı olarak özel hukuk kişilerince üstlenilmesi durumunda, bu kişilerin kamu görevlisi sayılmayacağı” belirtilmiştir.

Mühür bozma suçunun fiil öğesi bağlamında hukuka aykırılık unsurunun oluşması için, mühürleme yetkisinin kanuni dayanağının bulunması zorunludur. Ne yukarıda anılan 4046 sayılı Kanun’da, ne 20.02.2001 tarih ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile 14.03.2013 tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nda, ne de başka bir özel Yasada özelleştirme sonrasında özel şirketlere mühürleme yetkisi verildiğine ve buna aykırı davrananlar hakkında TCK’nun 203. maddesi hükümlerinin uygulanacağına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir.

4628 sayılı Kanun’a dayanılarak çıkarılan 25.09.2002 tarihli “Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği’nin 13/3. maddesinde “Dağıtım lisansı sahibi tüzel kişi, kaçak elektrik enerjisi tükettiği tespit edilen gerçek veya tüzel kişilerin elektriğini keserek Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunacağı” belirtilmişse de bu düzenleme, yukarıda yer verilen Anayasa’nın 38 ve TCK’nun 2. maddeleri hükmü karşısında özel bir şirketin tatbik ettiği mührün bozulması eylemini suça dönüştürmez.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; suça konu mühürleme işlemini gerçekleştiren katılan ….. Anonim Şirketi’nin mühürleme tarihinden önce 29.12.2010 tarihinde özelleştirilmesi nedeniyle, lisans sahibi özel şirket görevlileri tarafından yapılan bu mühürleme işlemine aykırı davranışta, 5237 sayılı TCK`nun 203. maddesinde düzenlenen “mühür bozma” suçunun unsurları oluşmayacaktır.

Dosya içeriği ve Dairemizin kararındaki gerekçeye göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazları yerinde görülmediğinden KARARIN DÜZELTİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK`nun 308/3. maddesi uyarınca itiraz konusunda karar verilmek üzere dosyanın YARGITAY CEZA GENEL KURULUNA gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/14399 Karar : 2016/575 Tarih : 20.01.2016

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Kasten yaralama suçundan sanık hakkında açılan şikayetten vazgeçme nedeniyle düşmesine yönelik hüküm, o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanığın meydana gelen trafik kazası sonrası meydana gelen tartışma sırasında mağdura tahta sopa ile vurarak basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına neden olduğu olayda; 5237 sayılı TCK’nın 6/f-4. maddesine göre, saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeylerin silah sayılacağı hüküm altına alınmış olmakla ve sanık tarafından kullanılan sopanın da, bu anlamda silahtan sayılması gerektiğinin anlaşılması karşısında, şikayete tabi olmayan ve aynı Kanun’un 86/2, 3-e maddesi gereğince silahla basit kasten yaralama suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, suçun basit yaralama kapsamında değerlendirilmesi sonucu, 5237 sayılı TCK’nın 73/4 ve 5271 sayılı CMK`nın 223/8. maddesi gereğince, şikayetten vazgeçme nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmesi,

Kanuna aykırı olup, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK`un 321. maddesi uyarınca hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/8909 Karar : 2015/12058 Tarih : 2.06.2015

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Kocaeli Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yapan sanığın, 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesinin son fıkrasındaki “ Veraset yolu ile intikal eden, bu Kanun hükümlerine göre şüyulandırılan Kat Mülkiyeti Kanunu uygulaması, tarım ve hayvancılık, turizm, sanayi ve depolama amacı için yapılan hisselendirmeler ile cebri icra yolu ile satılanlar hariç imar planı olmayan yerlerde her türlü yapılaşma amacıyla arsa ve parselleri hisselere ayıracak özel parselasyon planları, satış vaadi sözleşmeleri yapılamaz. “

hükmünü bertaraf etmek amacıyla, uygulama imar planı haricinde bulunan Bursa İli Yıldırım İlçesi Şirinevler Mahallesi 1400 Ada 96 parsel sayılı taşınmazdan haricen hisse satın almış ve bir kısmı taşınmaz üzerine yapı da yapmış olan 23 kişiden vekaletnamelerini toplu olarak aldığı ve gerçekte aralarında bir alacak borç ilişkisi bulunmamasına rağmen danışıklı olarak vekilleri sıfatıyla taşınmaz maliki O… S… hakkında Kandıra İcra Müdürlüğünün 2007/92 sayılı takip dosyasında sahte takip talebi düzenleyerek icra takibi başlattığı, borçlunun herhangi bir itirazının bulunmaması üzerine takibin kesinleştiği, borçlu adına kayıtlı söz konusu taşınmazın haczedildiği,

bilahare Bursa 7. İcra Müdürlüğünün 2007/1669 talimat sayılı dosyasında söz konusu taşınmazın cebri icra yoluyla satılmasına karar verildiği, yapılan ihalede taşınmazı alacaklılar vekili sıfatıyla 23 alacaklı adına alacağa mahsuben eşit hisselerde satın aldığı ve tapuda tescilini sağlamaya çalıştığı, 5237 sayılı TCK`nın 6. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde; “ kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” denilmek suretiyle “kamu görevlisi” nin tanımı yapıldığı,

maddenin gerekçesinde de “…kişinin kamu görevlisi sayılması için aranacak yegane ölçüt, gördüğü işin bir kamusal faaliyet olmasıdır.” dendikten sonra;

kamusal faaliyetin de; “ Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir” şeklinde tanımlandığı,

Yargıtay CGK`nın 12/04/2011 gün 2010/9-258 Esas, 2011/46 sayılı Kararına göre de, “ 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 6. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendindeki “kamu görevlisi” tanımında yer alan “katılan kişi” ibaresi ile madde gerekçesinde yer alan “kamusal faaliyet” açılımından hareketle, bir kimsenin Ceza Yasası uygulamasında “kamu görevlisi”, yapılan faaliyetin de “kamusal faaliyet” sayılabilmesi için, kamu adına yürütülen bir hizmetin bulunması, bunun da Anayasa ve yasalarda belirlenmiş usullere göre verilmiş bir siyasal karara dayalı olması ve ayrıca faaliyetin kamuya ait güç ve yetkilerin kullanılması suretiyle gerçekleştirilmesi gerekmektedir.” denildiği,

1136 sayılı Avukatlık Kanununun, 1.maddesindeki avukatlığın kamu hizmeti ve yargının kurucu unsurlarından olduğuna ilişkin belirleme, 2.maddesinde yazılı amacı, 76/1 ve 109/1-2. maddelerindeki baroların ve Türkiye Barolar Birliğinin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olduğuna ilişkin hükümler ile 5237 sayılı TCK`nın 6/1-e maddesindeki tanım ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde;

Avukatların 1136 sayılı Kanunun 35/1 ve 35/A maddelerinde yazılı ve münhasıran avukatlar tarafından yapılabilecek iş ve işlemler ile uzlaştırma işlemi ve barolar ile Türkiye Barolar Birliğinin organlarında ifa ettikleri görevleri yönünden kamu görevlisi olduklarında kuşku bulunmadığı, kamu görevlisi olan sanığın görevi gereği düzenlediği takip talebinin içeriği itibarıyla sahte, buna bağlı olarak kamu görevlileri tarafından düzenlenen haciz kararı, satış kararı ve taşınmazın satışına ilişkin işlemlerin de gerçeğe aykırı olduğu, bu itibarla eylemlerin 5237 sayılı TCK’nın 204/2., 43/1. maddelerinde tanımlanan kamu görevlisinin zincirleme resmi belgede sahteciliği suçunu oluşturacağı gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde TCK`nın 257/1. maddesine göre uygulama yapılması,

Kabule göre de;

TCK`nın 53/1-e maddesindeki hak ve yetkileri kötüye kullanmak suretiyle atılı suçu işlediği kabul edilen ve adli para cezasıyla cezalandırılan sanık hakkında aynı Kanunun 53/5. maddesi ve fıkrası gereğince hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir katına kadar süreyle bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 321 ve 326/son maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/6625 Karar : 2015/494 Tarih : 15.01.2015

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

1-Sanık hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet hükmüne yönelik katılan vekili tarafından yapılan temyiz itirazlarının incelemesinde;

Katılan vekilinin yüzüne karşı tefhim olunan 11.04.2011 tarihli mahkumiyet hükmüne yönelik, katılan vekilinin yasal süresi geçtikten sonra yaptığı,16.05.2011 tarihli temyiz inceleme başvurusunun, 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nın 317. maddesi uyarınca istem gibi REDDİNE,

2-Sanık hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet hükmüne yönelik sanık müdafi tarafından yapılan temyiz itirazlarının incelemesinde;

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı,veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Sanığın, sağlığında F…‘e Kadıköy 2.Sulh Hukuk Mahkemesince vasi tayin edildiği, ancak sanığın görevini ihmal ederek vasi tayin edildiği günden beri hesapları mahkemeye düzenli vermediği gibi mahkeme emri olmadan kısıtlıya ait paraları çektiği ve zimmetinde yüksek miktarda para bulundurduğu, bu şekilde sanığın üzerine atılı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, 5237 sayılı TCK’nın 6/1.c maddesi anlamında kamu görevlisi olan sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK`nın 247/1-2 maddelerinde öngörülen zimmet suçunu oluşturup oluşturmadığına ilişkin delilleri takdir ve tartışmanın üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken duruşmaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün bu nedenle, 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), ceza miktarı itibariyle sanığın kazanılmış haklarının CMUK`nın 326/son maddesi uyarınca saklı tutulmasına, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/5620 Karar : 2014/21354 Tarih : 16.12.2014

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;

Failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

TCK`nın 158. maddenin İkinci fıkrasında yer alan bu düzenlemeyle failin, kamu görevlileriyle ilişkisi olduğunu, onlar nezdinde hatırı sayıldığını ileri sürerek ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin etmesi nitelikli dolandırıcılık kabul edilmektedir. Suçun maddî unsuru, kamu görevlileri yanında hatıra sayıldığının, onlarla ilişkisi bulunduğunu iddia ederek yapılacak aracılık karşılığında kamu görevlisine verilmek üzere para veya başkaca menfaat almak, kabul etmektir.

Kamu görevlisi, TCK madde 6’da tanımlanmış ve açıklanmıştır. Bu suçun meydana gelmesi için, suç konusunun resmî nitelikte bir iş olması ve failin kamu görevlileriyle ilişkisi olduğundan bahsederek dolandırıcılık eylemini gerçekleştirmesi gerekir. Faildeki ahlaki kötülüğün yalnız başkalarını dolandırmakla kalmayıp, aynı zamanda kamu görevlilerini şüphe altına sokmasındaki vahameti suçu nitelikli hâle getirmiştir.

Bu iddia yapıldığında o kamu görevlisinin gerçekten var olup olmadığı yada o işi yapmaya yetkili bulunup bulunmadığının bir önemi yoktur. Ancak nüfuzdan faydalanacağı söylenen kişinin kamu görevlisi olması gerekir. Kamu görevlisi sayılmayan bir kişiyle ilişkisinden dolayı bir yarar sağlanması halinde bu nitelikli hal uygulanmayacaktır. Kamu görevlisinin taraflarca tanınan ve bilinen bir görevli olması aranmaz. Asıl olan tarafların anladıkları ve anlattıkları memurun makam olarak belirlenebilen bir görevli olmasıdır. Failin mağdurdan sağladığı çıkarı “….Başsavcısına,…kaymakamına vereceğim” şeklindeki beyanında başsavcının, kaymakamın kişi, makam ve görev olarak yeterince belirliliği bulunmaktadır. Failin belirli bir memur yanında hatırı sayıldığından bahsedilmeksizin, bakanlardan, milletvekillerinden, hakimlerden tanıdıkları olduğu ve işi halledeceğini söyleyerek çıkar sağlanması halinde basit dolandırıcılık söz konusu olacak ve TCK`nın 158/2. maddesi uygulanamayacaktır. Keza failin, belli bir memur yanında hatırı sayıldığından söz etmeksizin kendisini kamu kurumunda görevli (müfettiş, genel müdür vb.) olarak tanıtıp müştekinin tayinini yaptırabileceğini söylemesi halinde eylemi basit dolandırıcılık suçunu oluşturacaktır.

Kamu görevlisine gerçekten ve onun bilgisi içinde çıkar sağlanmış ise eylem rüşvet suçunu oluşturacaktır.

Somut olayda; sanık Murat E… ile katılan Bayram C…‘ın Nazilli ilçesi Yalınkuyu köyünde ikamet ettikleri, bu sebeple birbirlerini tanıdıkları, kahvede oturdukları sırada sanığın, katılan Bayram’ın satın aldığı ikinci el cep telefonunu incelediği ve telefonun çalıntı olduğunu söyleyerek Jandarma Komutanlığı’nda görev yapan Jandarma Başçavuş Ahmet’i arayacağını beyan ettiği, katılana ait telefona kendi hattını takarak telefonda Ahmet başçavuş ile konuşuyormuş gibi yaptığı ve telefonu kapattıktan sonra katılana Ahmet başçavuşun evrakı savcılığa göndermemek için 500,00 TL istediğini söylediği, hafif derecede zeka geriliğine sahip olduğu alınan Adli Tıp Kurumu raporu ve Adnan Menderes Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı raporlarından anlaşılan katılanın bundan çekindiği ve evde babasına ait sandıktan 500,00 TL alarak sanığa verdiği anlaşılmakla; eylemin 5237 sayılı TCK`nın 158/2. maddesinde yer alan “Kamu görevlileriyle ilişkisi olduğundan bahisle bir işin gördürüleceği vaadiyle dolandırıcılık” suçunu oluşturduğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Hapis cezasının alt sınırdan tayin edilmesine rağmen, adli para cezasının belirlenmesi sırasında, yeterli ve yasal gerekçe gösterilmeksizin, aynı gerekçeye dayanarak tam gün sayısının asgari hadden uzaklaşılması suretiyle sanık hakkında fazla ceza tayini,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), ancak yeniden duruşma yapılmasını gerektirmeyen bu hususun aynı kanunun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından adli para cezasına ilişkin sırasıyla “120 gün”, “100 gün” ve “2.000 TL” adli para cezası terimlerinin tamamen çıkarılarak, yerlerine sırasıyla “5 gün”, “4 gün” ve “80 TL” adli para cezası ibarelerinin eklenmesi suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün düzeltilerek ( ONANMASINA ), oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/6928 Karar : 2014/5698 Tarih : 26.03.2014

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 27.01.2014 gün ve 2013/2171/6585 sayılı kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 07.02.2014 gün ve KYB 2014/41523 sayılı ihbarnamesi ile;

Mühür bozma suçundan sanık Lütfi K…`nın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 203/1, 62 ve 52/2. maddeleri gereğince 3.000 Türk lirası adlî para cezası ile cezalandırılmasına dair Samsun 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/06/2013 tarihli ve 2013/425 esas, 2013/639 sayılı kararını kapsayan dosyanın incelenmesinde;

Dosya kapsamına göre, benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 11. Ceza Dairesinin Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 30/10/2013 tarihli ve 2012/22539 esas, 2013/15593 sayılı ilâmında belirtildiği üzere; “Anayasa’nın 38. maddesine göre “kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” Aynı hususlar, 5237 sayılı Kanun’un “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi” başlıklı 2. maddesinde de vurgulanmış ve “İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.” hükmüne yer verilmiştir. 5237 sayılı Kanun`un “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümünde, 203. maddede düzenlenen “mühür bozma” suçunun konusu, kanun veya yetkili makamların emri uyarınca bir şeyin olduğu gibi korunması veya üzerinde değişiklik yapılmaması için konulan mühürdür. Suçla korunan değer, kamu idaresinin, dolayısıyla devletin otoritesidir. Kanunla verilmiş yetkiye dayalı olarak ve usulüne uygun bir şekilde yetkili makam tarafından konulan mührün kaldırılması ya da konuluş amacına aykırı hareket edilmesi ile mühür bozma suçu oluşur. Devlet daha önce, elektrik dağıtım ve satışım Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile bunlara bağlı müessese ve ortaklıklar eliyle gerçekleştirirken, bu hizmet özelleştirme uygulamaları kapsamında, dağıtım ve perakende satış lisansı sahibi özel hukuk tüzel kişileri olan şirketlere devredilmiştir.

Elektrik ve Doğalgaz’ın dağıtım ve satışının Kamu İktisadi Teşebbüsleri tarafından gerçekleştirildiği dönemde ve özelleştirme programının yürütüldüğü sürece, usulsüz veya kaçak kullanımların tespiti üzerine usulünce yapılan mühürleme işlemine aykırı davranışların TCK’nun 203. maddesi kapsamındaki suçu oluşturduğu tartışmasız ise de bunların dağıtım ve satışının, özelleştirme uygulamaları sonucu lisans sahibi özel şirketlere devredilmesinden sonra özel şirket yetkililerince yapılan mühürleme işlemi ve buna aykırı davranışların ceza hukuku açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un 37. maddesinin 27.4.1995 tarih ve 4105 sayılı Yasayla değişik (a) bendine göre “Bu Kanun hükümleri gereğince özelleştirme programına alınan kuruluşlar özel hukuk hükümlerine tabi olup, bunlar hakkında varsa kendi kuruluş kanunları ile diğer kanunlarda yer alan bu Kanuna aykırı hükümler ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanmaz.” 5237 sayılı Kanun`un “Tanımlar” başlıklı 6. maddesinin gerekçesinde “kamusal faaliyet, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir.

Buna karşılık, kamusal bir faaliyetin yürütülmesinin ihaleye dayalı olarak özel hukuk kişilerince üstlenilmesi durumunda, bu kişilerin kamu görevlisi sayılmayacağı” belirtilmiştir. Mühür bozma suçunun fiil öğesi bağlamında hukuka aykırılık unsurunun oluşması için, mühürleme yetkisinin kanuni dayanağının bulunması zorunludur. Ne yukarıda anılan 4046 sayılı Kanun’da, ne 20.2.2001 tarih ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile 14.3.2013 tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nda, ne de başka bir özel Yasada özelleştirme sonrasında özel şirketlere mühürleme yetkisi verildiğine ve buna aykırı davrananlar hakkında TCK’nun 203. maddesi hükümlerinin uygulanacağına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4628 sayılı Kanun’a dayanılarak çıkarılan 25.09.2002 tarihli “Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği’nin 13/3. maddesinde “Dağıtım lisansı sahibi tüzel kişi, kaçak elektrik enerjisi tükettiği tespit edilen gerçek veya tüzel kişilerin elektriğini keserek Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunacağı” belirtilmişse de bu düzenleme, yukarıda yer verilen Anayasa’nın 38 ve TCK’nun 2. maddeleri hükmü karşısında özel bir şirketin tatbik ettiği mührün bozulması eylemini suça dönüştürmez.” Şeklindeki açıklamaları dikkate alındığında somut olayda Yeşilırmak Elektrik Dağıtım A.Ş`nin suç tarihi olan 04/07/2012 tarihinde özelleştirilmiş olması sebebiyle suçun yasal unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeden yazılı şekilde sanığın mahkumiyetine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması istenilmiş olmakla, Dairemize gönderilen dosya incelenerek gereği görüşüldü:

İncelenen dosya içeriğine göre; 04.07.2012 tarihli mühür bozma tutanağına konu 26.01.2012 tarihli mühürleme işlemini gerçekleştiren katılan Yeşilırmak Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin mühürleme tarihinden önce 29.12.2010 tarihinde özelleştirilmesi nedeniyle lisans sahibi özel şirket görevlileri tarafından yapılan bu mühürleme işlemine aykırı davranışta, 5237 sayılı TCK`nun 203. maddesinde düzenlenen “mühür bozma” suçunun unsurlarının oluşmayacağı anlaşılmakla; kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarnamedeki istem yerinde görüldüğünden,

Samsun 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.06.2013 gün ve 2013/425 Esas, 2013/639 sayılı kararının CMK`nun 309. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), bozma nedenine göre aynı maddenin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca karar verilmesi mümkün görüldüğünden yüklenen suç unsurları itibariyle oluşmadığından sanığın beraatine, cezanın çektirilmemesine, dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/9697 Karar : 2014/2280 Tarih : 3.02.2014

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Katılanın maddi bir zararının belirlenmediği olayda, duruşmadaki olumlu tutumundan dolayı takdiri indirim maddesi uygulanarak cezasında indirim yapılan, sabıkası bulunmaması nedeniyle hükmedilen 10 ay hapis cezası ertelenen sanık hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmamasına karar verilirken gösterilen, “şikayetçinin kendisi hakkındaki şikayetinden vazgeçmeyip üstelik davaya katılma başvurusunda bulunmuş olması karşısında kendisinin suçtan kaynaklanan manevi zararının ortadan kalkmadığı kanısına varıldığından takdiren” şeklindeki gerekçenin yasal ve yeterli olmadığı anlaşılmakta ise de, dosya kapsamına göre, mahkemenin takdirinde bir isabetsizlik görülmediğinden, tebliğnamedeki bu sebeple bozma öneren düşünceye iştirak edilmemiştir.

Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanığın, bir süre duygusal boyutta arkadaşlık ilişkisi içerisinde olduğu katılan tarafından arkadaşlıklarına son verilmesine tepki olarak, facebook adlı sosyal paylaşım sitesinde, katılan adına üyelik işlemleri yapıp, oluşturduğu profilde, katılanla beraber oldukları dönemde onun rızası dahilinde çekilmiş çıplak resmini ve özel fotoğraflarını yayımladığı iddiasına konu olayda,

Sanığın, katılana ait çok sayıda özel resim ve görüntüyü kendi bilgisayarında depolamış olmakla beraber bahse konu üye profilini kendisinin oluşturmadığına dair savunmasının aksine, soruşturma aşamasında, internet ve bilişim suçları kısım amirliğinde görevli polis memurlarınca hazırlanan 17.06.2009 tarihli teknik analiz ve hard disk inceleme raporunda, sanığın kullanımındaki bilgisayarda, şikayete konu profil ile ilgili bilgisayar dosyalarına rastlanıldığının ve tespiti yapılan silinmiş dosyalar incelendiğinde söz konusu profilin bu bilgisayar kullanıcısı tarafından kullanıldığının ifade edilmiş olması karşısında, sanığın, kendisini cezalandırılmaktan kurtarmaya yönelik, inandırıcılıktan uzak, soyut savunmalarına itibar edilemeyeceği, katılanın, özde değişmeyen, maddi delillerle de doğrulanan samimi beyanlarına nazaran, iddiaya konu eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmakla,

Katılanın fiziksel mahremiyetini içeren görüntülerini, onun bilgisi dışında, başkalarının görgüsüne sunan sanığın eyleminin, TCK`nın 134/2. maddesindeki özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturduğunun kabulünde bir isabetsizlik görülmediğinden,

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin sübuta ilişkin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine; ancak,

1- TCK`nın 61/1. maddesinde yer alan ölçütler nazara alınarak, aynı Kanunun 3/1. maddesi gereğince işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken, temel cezanın asgari hadden tayin edilmesi,

2- TCK’nın 6/1-g maddesinde, ceza kanunlarının uygulanmasında, basın ve yayın yolu ile deyiminden; her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracıyla yapılan yayınların anlaşılacağının belirtilmesi karşısında, katılanın fotoğraflarını belirsiz sayıda kişinin bilgi ve görgüsüne sunan sanık hakkında, hükmedilen temel cezada, karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan TCK`nın 134/2-2. cümlesi gereğince, yarı oranında artırım yapılması gerektiği gözetilmeden, anılan maddenin uygulanmaması suretiyle, sanığa eksik ceza tayini,

3- Sanığa hükmolunan 10 ay hapis cezası TCK’nın 51/1. maddesi uyarınca ertelendikten sonra, tayin olunan sonuç ceza miktarı ile orantısız ve dosya içeriğiyle bağdaşmayacak şekilde sanık hakkında TCK`nın 51/3. maddesi gereğince üst hadden 3 yıl denetim süresi belirlenmesi,

4- TCK`nın 51/7. maddesinde, denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işleyen hükümlünün ertelenen cezasının kısmen veya tamamen infaz kurumunda çektirilmesine karar verileceğinin düzenlendiği gözetilmeden, infazı kısıtlar biçimde, sanığın, “erteleme süresi içinde kasıtlı bir suç işlemesi durumunda, ertelenen 1. fıkradaki cezasının aynen çektirilmesine” şeklinde hüküm kurulması, kanuna aykırı,

5- TCK’nın 134/2. maddesinde, kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya seslerinin ifşası halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüş, fiilin basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, cezanın yarı oranında artırılacağı düzenlenmiş iken, hükümden sonra 05.07.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun 81. maddesi ile TCK`nın 134/2. maddesinde yapılan değişiklikle, temel ceza miktarı iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak belirlenmiş ve ifşanın basın ve yayın yoluyla gerçekleşmesi halinde de aynı cezaya hükmolunacağının belirtilmiş olması nedeniyle;

ayrıca, 6352 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin, “31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı; a) Soruşturma evresinde, 04/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine, b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine, karar verilir.” hükmü ve

TCK’nın 134/2. maddesinde öngörülen ceza miktarına göre, TCK`nın 7/2. maddesi gereğince, sanığın hukuki durumunun yeniden tayin ve takdirinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK`un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak ( BOZULMASINA ), aynı Kanunun 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/22354 Karar : 2013/21058 Tarih : 26.12.2013

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

TCK`nın, 158. maddenin İkinci fıkrasında yer alan bu düzenlemeyle failin, kamu görevlileriyle ilişkisi olduğunu, onlar nezdinde hatırı sayıldığını ileri sürerek ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin etmesi nitelikli dolandırıcılık kabul edilmektedir. Suçun maddî unsuru, kamu görevlileri yanında hatıra sayıldığının, onlarla ilişkisi bulunduğunu iddia ederek, yapılacak aracılık karşılığında kamu görevlisine verilmek üzere, para veya başkaca menfaat almak, kabul etmektir.

Kamu görevlisi, TCK madde 6`da tanımlanmış ve açıklanmıştır. Bu suçun meydana gelmesi için, suç konusunun resmî nitelikte bir iş olması ve failin kamu görevlileriyle ilişkisi olduğundan bahsederek dolandırıcılık eylemini gerçekleştirmesi gerekir. Faildeki ahlaki kötülüğün, yalnız başkalarını dolandırmakla kalmayıp, aynı zamanda kamu görevlilerini şüphe altına sokmasındaki vahameti,suçu nitelikli hâle getirmiştir.

Bu iddia yapıldığında, o kamu görevlisinin gerçekten var olup olmadığı yada o işi yapmaya yetkili bulunup bulunmadığının bir önemi yoktur. Ancak nüfuzdan faydalanacağı söylenen kişinin kamu görevlisi olması gerekir. Kamu görevlisi sayılmayan bir kişiyle ilişkisinden dolayı bir yarar sağlanması halinde bu nitelikli hal uygulanmayacaktır. Kamu görevlisinin taraflarca tanınan ve bilinen bir görevli olması aranmaz. Asıl olan tarafların anladıkları ve anlattıkları memurun makam olarak belirlenebilen bir görevli olmasıdır. Failin mağdurdan sağladığı çıkarı… başsavcısına,… kaymakamına, vereceğim şeklindeki beyanında başsavcının, kaymakamın kişi, makam ve görev olarak yeterince belirliliği bulunmaktadır. Failin, belirli bir memur yanında hatırı sayıldığından bahsedilmeksizin, bakanlardan, milletvekillerinden, hakimlerden, tanıdıkları olduğu ve işi halledeceğini söyleyerek çıkar sağlanması halinde basit dolandırıcılık söz konusu olacak ve TCK`nın 158/2. maddesi uygulanamayacaktır. Keza, failin belli bir memur yanında hatırı sayıldığından söz etmeksizin kendisini kamu kurumunda görevli (müfettiş, genel müdür vb.) olarak tanıtıp müştekinin tayinini yaptırabileceğini söylemesi halinde eylemi, basit dolandırıcılık suçunu oluşturacaktır.

Kamu görevlisine gerçekten ve onun bilgisi içinde çıkar sağlanmış ise eylem rüşvet suçunu oluşturacaktır.

Sanıklardan Mustafa D…‘ın Büyükkabaca Belde Belediyesi Yazı İşleri Müdürü olduğu, katılanlara Cezaevi Bölük Komutanlığı’nda uzman çavuş olarak görev yapan Muammer Konuk’u jitemci yüzbaşı olarak tanıtmasına müteakip tarihi eser kazısı yapmak ve define bulmak vaadiyle; devletten izin alarak ve Genelkurmay’ın bilgisi dahilinde; aralarında Isparta, Aydın ve Denizli Alay Komutanları ile Senirkent İlçe Jandarma Komutanı’nın da bulunduğu yüksek rütbeli askerlerin de katılacakları yasal bir kazı yapılacağını, yapılacak kazı sonucunda elde edilecek gelirlerden kazıya katılmaları halinde kendilerine de pay verileceğini, ancak bu süreçte izin alma, kazı yaptırma, yüksek rütbeli askerlerin konaklama masrafları ve benzeri masraflar için paraya ihtiyaç olduğundan bahisle; sanıkların katılanlar Bayram Kılıç ve Muammer C…‘dan, müştekiler Metin Tekin T… ve Ali Ç…‘ten farlı zamanlarda para aldıkları, yine sanık Muammer K…‘un müşteki Altan E…‘tan bir kez yaklaşık olarak 2,250 TL para aldığı, söz konusu paralardan Metin Tekin Tuncay tarafından gönderilen kısımların, PTT kanalı ile doğrudan sanık Mustafa Demiralay’ın adına değil, sanık Mustafa Demiralay’a verilmek üzere, tanık olarak beyanları alınan İbrahim Koçak ve Mehmet Y…‘ın ad ve hesaplarına gönderildiği, bilahare sanık Mustafa’ya tevdi edildiği, sanıkların aralarındaki iletişimin kayda alındığı, konuşmalarda adı geçen sanık Hasan Ö…`ın evinde yapılan aramada 6136 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilen bir adet silah ve 109 adet merminin ele geçirildiği somut olayda;

A-Sanık Hasan Ö… hakkında 6136 sayılı Kanun`a muhalefet suçundan verilen mahkumiyet kararına karşı sanığın temyiz isteminin incelenmesinde; Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA,

B-Sanıklar Muammer K…ve Mustafa D…hakkında dolandırıcılık suçundan verilen mahkumiyet kararlarına karşı, O yer Cumhuriyet Savcısı, katılanlar vekili, sanık Muammer Konum müdafii ve sanık Mustafa Demiralay`ın temyiz istemlerinin incelenmesinde;

Sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararlarının TCK’nın 51. maddesi uyarınca ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle, aynı Kanun’un 53/4. maddedeki düzenlemeye aykırı olarak 53/1. maddesinin uygulanması gerektiğine ve yine kamu kurumu olan PTT’nin sadece ödeme aracı olarak kullanılması karşısında eylemin TCK`nın 158/1-d maddesi kapsamına girdiği yönündeki tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmeyerek yapılan incelemede;

1-Sanıkların ismen söylemeseler bile kimden söz edildiğini karşı tarafın anlayacağı şekilde makamı, rütbesi ve ünvanını söyleyerek, kamu görevlilerin tanıdığını, hatırının sayıldığını, işini yaptırabileceğini söyleyerek mağdurlardan haksız menfaat temin ettiklerinin anlaşılması karşısında, eylemin TCK 158/2. maddede düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçu oluşturduğunun gözetilmemesi,

2-Mağdur sayısınca suç oluştuğu ve her bir mağdur bakımından değişik zamanlarda aynı suç işleme kararının icrası kapsamında haksız menfaat temin edilmesi nedeniyle mağdurlar bakımından ayrıca ve ayrı ayrı TCK 43/1. maddenin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerektiği dikkate alınmaksızın, eylemin tek suç kabulü ile tayin edilen cezanın TCK`nın 43. maddesi uyarınca artırılması suretiyle eksik ceza tayini,

3-Hükmedilen 1 yıl 15 gün hapis cezası, 5237 sayılı TCK’nın 51/1. maddesine göre ertelenirken, aynı Kanun`un 51/3. maddesinde yer alan deneme süresinin hükmedilen ceza süresinden az olamayacağının gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, O yer Cumhuriyet savcısı, katılanlar vekili, sanık Muammer Konum müdafii ve sanık Mustafa Demiralay’ın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu nedenlerle, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 26.12.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/16054 Karar : 2013/15398 Tarih : 25.10.2013

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Anayasa’nın 38. maddesine göre kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur. Aynı hususlar, 5237 sayılı TCK`nun Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi başlıklı 2. maddesinde de vurgulanmış ve İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz. hükmüne yer verilmiştir.

5237 sayılı TCK`nun Kamu güvenine karşı suçlar bölümünde, 203. maddede düzenlenen mühür bozma suçunun konusu, kanun veya yetkili makamların emri uyarınca bir şeyin olduğu gibi korunması veya üzerinde değişiklik yapılmaması için konulan mühürdür. Suçla korunan değer, kamu idaresinin, dolayısıyla devletin otoritesidir. Kanunla verilmiş yetkiye dayalı olarak ve usulüne uygun bir şekilde yetkili makam tarafından konulan mührün kaldırılması ya da konuluş amacına aykırı hareket edilmesi ile mühür bozma suçu oluşur.

Devlet daha önce, elektrik dağıtım ve satışını Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile bunlara bağlı müessese ve ortaklıklar eliyle gerçekleştirirken, bu hizmet özelleştirme uygulamaları kapsamında, dağıtım ve perakende satış lisansı sahibi özel hukuk tüzel kişileri olan şirketlere devredilmiştir. Elektrik ve Doğalgaz’ın dağıtım ve satışının Kamu İktisadi Teşebbüsleri tarafından gerçekleştirildiği dönemde ve özelleştirme programının yürütüldüğü süreçte, usulsüz veya kaçak kullanımların tespiti üzerine usulünce yapılan mühürleme işlemine aykırı davranışların TCK’nun 203. maddesi kapsamındaki suçu oluşturduğu tartışmasız ise de Elektrik ve Doğalgaz`ın dağıtım ve satışının, özelleştirme uygulamaları sonucu lisans sahibi özel şirketlere devredilmesinden sonra özel şirket yetkililerince yapılan mühürleme işlemi ve buna aykırı davranışların ceza hukuku açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.

24.11.1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun`un 37. maddesinin 27.4.1995 tarih ve 4105 sayılı Yasayla değişik (a) bendine göre Bu Kanun hükümleri gereğince özelleştirme programına alınan kuruluşlar özel hukuk hükümlerine tabi olup, bunlar hakkında varsa kendi kuruluş kanunları ile diğer kanunlarda yer alan bu Kanuna aykırı hükümler ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanmaz.

5237 sayılı TCK`nun Tanımlar başlıklı 6. maddesinin gerekçesinde kamusal faaliyet, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir. Buna karşılık, kamusal bir faaliyetin yürütülmesinin ihaleye dayalı olarak özel hukuk kişilerince üstlenilmesi durumunda, bu kişilerin kamu görevlisi sayılmayacağı belirtilmiştir.

Mühür bozma suçunun fiil öğesi bağlamında hukuka aykırılık unsurunun oluşması için, mühürleme yetkisinin kanuni dayanağının bulunması zorunludur. Ne yukarıda anılan 4046 sayılı Kanun’da, ne 20.2.2001 tarih ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile 14.3.2013 tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nda, ne de başka bir özel Yasada özelleştirme sonrasında özel şirketlere mühürleme yetkisi verildiğine ve buna aykırı davrananlar hakkında TCK`nun 203. maddesi hükümlerinin uygulanacağına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir.

4628 sayılı Kanun’a dayanılarak çıkarılan 25.09.2002 tarihli Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği’nin 13/3. maddesinde Dağıtım lisansı sahibi tüzel kişi, kaçak elektrik enerjisi tükettiği tespit edilen gerçek veya tüzel kişilerin elektriğini keserek Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunacağı belirtilmişse de bu düzenleme, yukarıda yer verilen Anayasa’nın 38 ve TCK`nun 2. maddeleri hükmü karşısında özel bir şirketin tatbik ettiği mührün bozulması eylemini suça dönüştürmez.

Bu açıklamalar ışığında, özelleştirme uygulamaları neticesinde elektrik dağıtım ve satışının katılan Göksu Elektrik Dağıtım A.Ş. ne hangi tarihte devredildiği araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerle 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK`nun 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/11197 Karar : 2013/6909 Tarih : 20.06.2013

  • TCK 6. Madde

  • Tanımlar

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

5237 sayılı TCK`nın 6. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde; “ kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” denilmek suretiyle de “kamu görevlisi”nin tanımı yapıldığı,

maddenin gerekçesinde de “…kişinin kamu görevlisi sayılması için aranacak yegane ölçüt, gördüğü işin bir kamusal faaliyet olmasıdır.” dendikten sonra kamusal faaliyetin de; “Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir” şeklinde tanımlandığı,

Yargıtay CGK`nın 12.04.2011 gün 2010/9-258 Esas, 2011/46 sayılı Kararına göre de, “ 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 6. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendindeki “kamu görevlisi” tanımında yer alan “katılan kişi” ibaresi ile, madde gerekçesinde yer alan “kamusal faaliyet” açılımından hareketle, bir kimsenin Ceza Yasası uygulamasında “kamu görevlisi”, yapılan faaliyetin de “kamusal faaliyet” sayılabilmesi için, kamu adına yürütülen bir hizmetin bulunması, bunun da Anayasa ve yasalarda belirlenmiş usullere göre verilmiş bir siyasal karara dayalı olması ve ayrıca faaliyetin kamuya ait güç ve yetkilerin kullanılması suretiyle gerçekleştirilmesi gerekmektedir.” denildiği,

1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesindeki avukatlığın kamu hizmeti ve yargının kurucu unsurlarından olduğuna ilişkin belirleme, 2.maddesinde yazılı amacı, 76/1 ve 109/1-2. maddelerindeki baroların ve Türkiye Barolar Birliğinin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olduğuna ilişkin hükümler ile, 5237 sayılı TCK`nın 6/1-c maddesindeki tanım ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde; Avukatların 1136 sayılı Kanunun 35/1 ve 35/A maddelerinde yazılı ve münhasıran avukatlar tarafından yapılabilecek iş ve işlemler ile uzlaştırma işlemi ve barolar ile Türkiye Barolar Birliğinin organlarında ifa ettikleri görevleri yönünden kamu görevlisi olduklarında kuşku bulunmadığı,

5237 sayılı TCK`nın “Özel Kanunlarla ilişki” başlıklı 5. maddesinde; “Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.” hükmünün yer aldığı,

maddenin gerekçesinde; “ Özel Ceza Kanunlarında ve ceza içeren kanunlarda suç tanımlarına yer verilmesinin yanı sıra, çoğu zaman örneğin teşebbüs, iştirak ve içtima gibi konularda da bu Kanunda benimsenen ilkelerle çelişen hükümlere yer verilmektedir. Böylece, ceza kanununda benimsenen genel kurallara aykırı uygulamaların yolu açılmakta ve temel ilkeler dolanılmaktadır. Tüm bu sakıncaların önüne geçebilmek bakımından, ayrıca hukuk uygulamasında birliği sağlamak ve hukuk güvenliğini sağlamak için; diğer kanunlarda sadece özel suç tanımlarına yer verilmesi ve bu suçlarla ilgili yaptırımların belirlenmesi ile yetinilmelidir. Buna karşılık, suç ve yaptırımlarla ilgili olarak bu kanunda belirlenen genel ilkelerin, özel kanunlarda tanımlanan suçlar açısından da uygulanmasının temin edilmesi gerekmektedir” denilmek suretiyle; Yasa koyucunun amacının ortaya konulduğu;

TCK`nın 5. maddesinin 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe girmiş olması nedeniyle anılan Kanunun genel hükümlerine aykırı olan sınırlayıcı nitelikteki Avukatlık Yasanın 62. maddesinin de özel nitelikteki görevi kötüye kullanma suçları açısından zımnen ilga edilmiş sayılmasının gerektiği ve

TCK`nın 247. maddesine göre zimmete geçirilen malın devlete veya özel kişilere ait olmasının suçun oluşması bakımından öneminin bulunmadığı, dosya içerisinde bulunan PTT havale belgeleri, katılan ve tanık beyanları ile;

avukat olan sanığın müvekkili olan katılan adına borçludan 15.500 lira tahsil ettiği, ancak bu paranın 7.700 lirasını katılana ödemeyerek mal edindiğinin sabit olması ve eylemin ancak beyanlar ve belgelerle ortaya çıkartılması karşısında, sanığın oluşa uygun olarak sübutu kabul edilen eyleminin nitelikli zimmet suçunu oluşturacağı gözetilmeden suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kanuna aykırı ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün kazanılmış hakkı saklı kalmak kaydıyla (BOZULMASINA), oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS