0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Gizliliğin İhlali Suçu

TCK Madde 285

(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/92 md.)

(1) Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun oluşabilmesi için;

a) Soruşturma evresinde yapılan işlemin içeriğinin açıklanması suretiyle, suçlu sayılmama karinesinden yararlanma hakkının veya haberleşmenin gizliliğinin ya da özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi,

b) Soruşturma evresinde yapılan işlemin içeriğine ilişkin olarak yapılan açıklamanın maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye elverişli olması, gerekir.

(2) Soruşturma evresinde alınan ve soruşturmanın tarafı olan kişilere karşı gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği olarak yapılan işlemlerin gizliliğini ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.

(3) Kanuna göre kapalı yapılması gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini alenen ihlal eden kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. Ancak, bu suçun oluşması için, tanığın korunmasına ilişkin olarak alınan gizlilik kararına aykırılık açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz.

(4) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların kamu görevlisi tarafından görevinin sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlenmesi halinde, ceza yarısına kadar artırılır.

(5) Soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak algılanmalarına yol açacak şekilde görüntülerinin yayınlanması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(6) Soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin haber verme sınırları aşılmaksızın haber konusu yapılması suç oluşturmaz.



TCK Madde 285 Gerekçesi

Hukukun genel kurallarından birisi, soruşturmanın gizliliğidir. Soruşturma evresinin içeriği ve sınırları, bu evrenin ne suretle cereyan edeceği, aktörleri ve yetkileri kanunla saptanmıştır. Soruşturma evresi genel olarak ve esas itibarıyla kamuya karşı gizli biçimde cereyan eder.

Soruşturma evresinin gizliliği, bir defa ceza adaletinin doğruluk, dürüstlük, gerçeğe ulaşma ilkelerine uyulması için bir zorunluluktur. Ancak, her şeyden önce suçsuzluk karinesinin sağlam tutulabilmesi yönünden de vazgeçilemez niteliktedir. Aksi takdirde, bizde ve yabancı ülkelerde örneklerine rastlandığı üzere yargısız infazlar sonucu insanlar ıstıraplara sürüklenmekte ve suçsuzluk karinesi böylece lafta kalmaktadır.

Usul kanunları, soruşturma evresinde tarafların ve özellikle şüphelinin ve avukatının yetkilerini belirtmektedir. Avukat, soruşturma dosyasını incelemek olanağına sahiptir. Avukat adalete hizmet eden bir mesleğin mensubu olarak dosyadan elde ettiği bilgileri kanunun verdiği olanaklar çerçevesinde sadece müvekkilini savunması için kullanacak, bunları yayınlamak, örneğin medyaya vermek gibi fiillere girişemeyecektir. Ancak, elbette ki, soruşturması yapılan suçlar hakkında, halkın bilgi sahibi olmak ihtiyacı da vardır. Medya bu suçlar hakkında bilgilenerek halkın bilgi edinmek ihtiyacını karşılamak görevindedir.

Medya mensupları, bu konularda doğru haber elde edemediklerinde öteden beriden devşirilen ve çok kere yanlış olan bilgileri halka yansıtmakta ve insanların en temel hakkı olan suçsuzluk karinesi böylece ihlâl edilmektedir; soruşturma da zarar görmekte ve delillerin yok edilmesi hususunda, elbette ki istemeden şüphelilere yardım sağlanmış olmaktadır.

Bu maddede, soruşturma evresinde yapılıp alenî olmayan gizli işlemlerin, yani ceza usulüne ilişkin kanunların netice ve içeriklerinin gizli olduğunu belirttiği işlem içeriklerinin yetkisiz kişilerce öğrenilmesinin sağlanması, suç olarak tanımlanmıştır. Ancak, bu nedenle cezaya hükmedilebilmesi için, bilgilendirmenin alenen gerçekleştirilmesi gerekir.

Soruşturma aşamasında alınan bazı kararların, örneğin telefon dinleme konusunda alınmış hâkim kararının ve buna dayalı olarak yapılan dinleme işleminin kanun gereğince gizli tutulması gerekmektedir. Bu gizliliğin ihlâli, alınan kararın uygulanmasını engelleyecektir. Bu nedenle, belirtilen kararların ve bunların uygulanmasına ilişkin işlemlerin gizliliğinin açıklanması açısından aleniyet koşulu aranmayacaktır.

Maddenin ikinci fıkrasına göre, kanun gereği olarak kapalı yapılması gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğinin ihlâli de, suç oluşturmaktadır. Bu nedenle cezaya hükmedilebilmesi için, birinci fıkrada olduğu gibi, gizlilik ihlâlinin alenen gerçekleşmesi gerekir.

Soruşturma evresi gibi kovuşturma evresinde, tanığın korunmasına ilişkin olarak kimlik bilgilerinin gizli tutulması gerektiği hususundaki karar alınabilir. Alınan bu kararlara ilişkin gizliliğin ihlâlinin suç oluşturabilmesi için, aleniyet koşulu aranmayacaktır.

Üçüncü fıkraya göre, bir ve ikinci fıkrada tanımlanan suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir.

Maddenin dördüncü fıkrasında, soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak damgalanmalarını sağlayacak şekilde görüntülerinin yayınlanması, bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır.


TCK 285 (Gizliliğin İhlali Suçu) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/797 Karar : 2018/3590 Tarih : 28.03.2018

  • TCK 285. Madde

  • Gizliliğin İhlali Suçu

Göreve ilişkin sırrın açıklanması suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, mahalli Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

İlçe Jandarma komutanı olarak görev yapan sanığın, içkili bir lokantada buluştuğu ilçe halkından bazı şahıslara, ateşli silah ve mühimmat kaçakçılığı suçundan haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerle ilgili iletişimin tespitine ilişkin karar içeriklerinden açıklamalarda bulunmak suretiyle şüphelilerin haklarındaki soruşturmadan haberdar olmalarına ve suç delillerini gizlemelerine sebebiyet verdiğinin iddia edildiği olayda;

Dosya kapsamına göre; sanığın mahkumiyetine yeter, her türlü derecede şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmamasından dolayı sanık hakkında beraat kararı verilmesine dair yerel mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiş, iddianamede ve iddianame yerine geçen son soruşturmanın açılması kararında TCK’nın 258. maddesindeki göreve ilişkin sırrın açıklanması suçu olarak nitelendirilen eylemin, iddianamedeki ve iddianame yerine geçen son soruşturmanın açılması kararındaki anlatım gözetilerek TCK’nın 285. maddesindeki gizliliğin ihlali suçu kapsamında değerlendirilmesi gerekmekte ise de, hukuki nitelendirmenin sonuca etkili olmadığı anlaşıldığından, bu husus bozma nedeni olarak kabul edilmemiştir.

Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, mahalli Cumhuriyet savcısının sübuta ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 28.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/4678 Karar : 2015/5185 Tarih : 14.12.2015

  • TCK 285. Madde

  • Gizliliğin İhlali Suçu

Yapılan incelemeye ve incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafiinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Oluşa ve dosya kapsamındaki delillere göre;

1-) Devrek Postası isimli günlük yayın yapan gazetenin yayın işleri müdürü olan sanığın, katılanın fotoğrafını da kullanarak “bahçesindeki kenevirleri sularken suçüstü yakalandığına” ilişkin haberi 08.05.2008 tarihli baskıda yayımlaması şeklinde gerçekleşen olayda, soruşturma evresinde katılanın suçlu olarak algılanmasına yol açacak şekilde görüntülerini yayınlayan sanığın eyleminin TCK 285/5. maddesine temas ettiği gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi,

2-) Mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu hükümde değişiklik yapılmaksızın açıklanmasıyla yetinilmesi gerekirken, deneme süresinde suç işlenmesi nedeniyle yapılan duruşmadaki iyi halinden bahisle sanık hakkında takdiri indirim maddesi olan 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesi uygulanmasıyla eksik ceza verilmesi,

3-) Kabule göre de;

a- Suç tarihinin gerekçeli karar başlığında haberin yayımlandığı tarih olan “08.05.2008” olarak yazılması yerine “07.05.2008” olarak yazılması,

b- Hangi madde ve fıkraya yollama yapıldığı hükümde belirtilmeksizin yalnızca artırım maddesi olan ve doğrudan ceza içermeyen TCK 285/4. maddesi uyarınca sanık hakkında doğrudan hapis cezasına hükmolunması,

c- Sanığa yüklenen suçun, hükümden önce 05.07.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi kapsamında kaldığı ve anılan maddenin birinci fıkrasının “b” bendinde yer alan “kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine karar verilir” şeklindeki düzenleme karşısında; sanık hakkında açılan davaya ilişkin olarak kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, CMUK’nın 326/son madde ve fıkrası uyarınca hükmolunan sonuç ceza yönünden kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 14.12.2015 tarihinde üye Nevzat Özsoy’un hükmün açıklanma koşullarının oluşmadığı yönündeki karşı oyu ve oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY:

Sayın çoğunluk görüşü hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra deneme süresi içinde yeniden suç işlenmesi nedeniyle verilen kararın cezanın miktarı itibariyle kesin hüküm olsa da; açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanabileceği yönündedir. Bu karara aşağıda belirtilen gerekçelerle katılmak mümkün olmamıştır.

5320 sayılı Kanunun 8. madde uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 305/2. maddesine göre 3000 TL’ye kadar para cezalarına ilişkin olan hükümlerin kesin olduğu ve olağan kanun yollarına başvurulamayacağı düzenlenmiştir. Bu kararlara karşı ancak kanun yararına bozma yoluna başvurmak mümkündür. CMUK’nın 305/son maddesine göre kesin olarak verilen hükümler tekerrüre esas olamaz ancak haklarında anılan kanunun 343. madde hükümleri dairesinde Yargıtaya başvurulabilir.

5271 sayılı CMK’nın 272/3-a maddesine göre de hapis cezasından çevrilen adli para cezaları hariç olmak üzere sonuç olarak belirlenen 3000 TL dahil adli para cezasına mahkumiyet hükümlerine karşı istinaf yoluna başvurulamayacağı düzenlenmiştir.

CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümler usule ilişkin normlardan olup kıyas yapmak mümkündür. Nitekim; CMK’nın 231/6-a maddesine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesine “Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmamış olması bulunması” gerekmekte olup Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 tarih 2008/11-250 E, 2009/13 K sayılı kararında özetle kasıtlı bir suçtan mahkumiyetten anlaşılması gereken hususların tartışılması sırasında 5237 sayılı TCK’nın 58. maddesinde tekerrür hükümlerinin uygulanması açısından gerekli sürelerin geçmiş olduğu mahkumiyetlerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yasal engel oluşturmayacağını kabulde zorunluluk bulunduğu belirtilmiştir. Görüldüğü üzere kıyas ve yorum yapmak suretiyle bu sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.

Dosyaya konu olayla ilgili hukuki problemin çözümünde ışık tutabilecek nitelikte olan Ceza Kararnamelerine ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28.02.2012 tarih 2011/4-522 E, 2012/71 K sayılı kararında özetle “…1412 sayılı CMUK’da yer alan düzenlemelere göre Ceza Kararnamesi ile verilen ve usulüne uygun olarak kesinleşmiş bulunan mahkumiyetlerin son karar niteliğinde bir hüküm olduğunda kuşku bulunmamakta ise de, genel yargılama kurallarından farklı ve kendine özgü istisnai bir yargılama yöntemiyle verilmiş olmaları, temyize tabi olmamaları nedeniyle tekerrüre esas alınmamaları, doğurduğu sakıncalar nedeniyle bu kuruma 5271 sayılı CMK’da yer verilmemesi, AİHM tarafından bu yöntemin adil yargılama ilkesine aykırı olduğuna karar verilmesi gibi hususlar gözönüne alındığında, Ceza Kararnamesi ile verilen mahkumiyetlerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturmayacaklarının kabulü hakkaniyete uygun düşecektir..” şeklinde sonuca varılmıştır.

Bu genel kurul kararının gerekçesinde belirtildiği üzere Ceza Kararnamesi temyiz yasa yoluna değil, 1412 sayılı CMUK’nın 190. maddesi uyarınca itiraz yoluna tabidir. İtiraz edilmeyen ve süresinde yapılan itirazın reddedilmesi halinde kesinleşen Ceza Kararnameleri “Son Karar” niteliğini aldığından hükmün sonuçlarını doğuracak ve infaz edilecektir. Kesin olarak verilen adli para cezalarında ise itiraz yolu dahil (Olağanüstü kanun yolu olan Kanun Yararına Bozma yolu hariç) herhangi bir kanun yoluna tabi olmadığı verildiği anda kesinleşmekte ve derhal infaz edilmektedir. Yine aynı genel kurul kararında; Ceza Kararnamesinin Anayasanın 36. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesine uygun bir düzenleme olmadığına yer verilmiştir.

Anayasanın 36. maddesinde , herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu öngörülmüştür.

Anayasanın 90. maddesi uyarınca iç hukuk kuralı haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Nitekim AİHM ülkemiz aleyhine açılmış olan birçok davada (Piroğlu ve Karayaka/Türkiye, no:36370/02; Dağlı/Türkiye, no:28888/02; Karahanoğlu/Türkiye, no:74341/01; Mevlüt Karaya/Türkiye no:1383/02; Taner/Türkiye, no:38414/02; Yeşilyurt ve Tutar/Türkiye, No:829605; Oyman/Türkiye, no:39856/02; Nurhan Yılmaz/Türkiye, no:16741/04; Akbulut/Türkiye, no:7076/05) aynı yöndeki başvuruları inceleyerek; “… Mahkeme, olay zamanında yürürlükte olan ilgili iç hukuk kurallarına uygun olarak başvuranın yargılanması sırasında açık duruşmaya yer verilmediğini gözlemler… Başvurana, davasını gören mahkemeler önünde kendisini bizzat ya da avukatı vasıtasıyla savunma imkanı tanınmamıştır. Bu nedenle mahkeme, başvuranın cezayi kovuşturmaya aktif olarak katılamadığı kanaatindedir.Yukarıda belirtilenler ışığında mahkeme, adli merciler tarafından usulün başvuranın savunma haklarını tam olarak kullanmasını engellediği ve dolayısıyla yargılamayı adil olmayan bir hale getirdiğine karar vermiştir.” gerekçesiyle Ceza Kararnamesi ile verilen hükümlerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna karar vermiştir. AİHM’nin bu gerekçeleri verildiği anda kesinleşen ve olağan yargı yolu kapalı olan kesin nitelikteki adli para cezaları içinde geçerli ve kabul edilebilecek niteliktedir. Nitekim AİHM’nin Piroğlu ve Karakaya/Türkiye 18 Mart 2008 tarihli kararında “AİHM, hükümetin değindiği iç hukuk yolunun Türk Hukuku bağlamında olağanüstü bir iç hukuk yolu olduğunu kaydetmesine rağmen CMK’nın 343. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bir davayı Yargıtay’a gönderme yetkisine sahip olmakla birlikte, bunu ancak Adalet Bakanı’nın resmi talimatı üzerine yapabilmektedir. Bu nedenle söz konusu iç hukuk yolu davalarına bakılmakta olan kişiler için doğrudan erişebilir değildir.” şeklinde tespitte bulunmuştur. Görüldüğü üzere kanun yararına bozma yolu erişilebilir olağan bir kanun yolu olarak kabul edilmemiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ek 7 nolu protokolünün 2. maddesinde düzenlenen iki dereceli yargılanma hakkına ilişkin düzenlemede;

“1.Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen herkişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkına haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanabilme gerekçeleri dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir.

2.Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” kuralı getirilmiştir.

Kesin nitelikteki adli para cezalarının diğer mahkumiyet hükümleri gibi hükmün açıklanması için yeterli kabul edilmesi halinde mahkeme açıklanması geri bırakılan hükmü açıklayacaktır. 5271 sayılı CMK’nın 231/11 maddesindeki “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.” şeklindeki düzenlemeye göre denetim süresi içerisinde yeni bir suç işlendiğini kabul ederek daha önce karara bağladığı hapis cezasını açıklayacaktır. Bunun sonucunda yargısal denetimden geçmemiş ve bu nedenle kişiye üst mahkemelere başvurma hakkı tanımamasından dolayı savunma hakkı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına göre kısıtlanmış olan bir karara göre sanık (açıklanması geri bırakılan kararda tespit edilen) hapis cezası ile karşılaşacaktır.

Her ne kadar hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümlerin maddi hukuka ilişkin sonuç doğuran normlardan olduğu ileri sürülmekte ise de gerek bilimsel doktrinde gerekse yargısal doktrinde bu kurumun usul hükümleri içerisinde kaldığı kabul edilmektedir. Açıklanması geri bırakılan hükmün denetimli serbestlik şartlarına uyulmaması sebebiyle açıklanması halinde mahkemece hüküm açıklanmadan önce denetimin ihlali hususu denetlenebildiği gibi denetim ihlalin mevcut olduğu kanaatine varıldığında yeniden hüküm kurulurken kişiselleştirmeye ilişkin 5237 sayılı Kanunun 50 ve 51. maddeleri uygulanabilecektir. Oysa denetim süresince suç işlendiğinin kabulü halinde kesin hükme konu olan suçun gerçekten işlenip işlenmediği hükmü açıklayacak olan mahkemece denetlemediği gibi açıklanması geri bırakılan hapis cezasına kişiselleştirmeye ilişkin hükümlerde uygulanamayacaktır. Bu durumda sanık sübutu ve suç niteliği denetlenmemiş kesin hüküm niteliğindeki bir karar nedeniyle doğrudan hapis cezasının açıklanmasıyla karşı karşıya kalacaktır.

Yukarıda belirtilen Anayasa hükmü, AİHM’nin kendine özgü yargılama yöntemlerine ilişkin kararlarla ilgili vermiş olduğu kararların gerekçeleri, Ceza Genel Kurulunun 2012/71 K sayılı kararı ile 2009/13 sayılı kararının gerekçeleri ve yukarıda sunulan diğer nedenler birlikte değerlendirildiğinde kesin nitelikteki adli para cezasına ilişkin hükümlerin ihbara esas alınması durumunda maddi hukuka ilişkin sonuç doğurabilecek yani sanığın hapis cezası ile cezalandırılması sonucunu doğurabilecek neticeleri doğurması karşısında çoğunluk görüşüne iştirak etmek mümkün olmamış ve kesin nitelikteki kararların hükmün açıklanmasına dayanak teşkil edilemeyeceği kanaatine varılmıştır.


YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/5457 Karar : 2015/3068 Tarih : 15.10.2015

  • TCK 285. Madde

  • Gizliliğin İhlali Suçu

Dosya kapsamına göre müşteki vekilinin 21.02.2014 tarihli dilekçesinde, şüphelinin … Gazetesinin 15.02.2014 tarihli nüshasında yayınlanan “aman kimseler duymasın” başlıklı yazısında, müşteki ile eşi hakkında halen Cumhuriyet Başsavcılığınca 2013/120653 sayı ile yürütülen soruşturma konusu olaya ilişkin olarak haber yapıldığı, ancak bahse konu soruşturma dosyasında gizlilik kararı olduğu belirtilerek şikayette bulunulması üzerine başlatılan soruşturma neticesinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, iddia konusu yazılarda müştekinin savcıya verme bahanesiyle eşi Rıza Zarrab’dan 200.000 Dolar para aldığı, şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde de durumu ikrar ettiği belirtilerek ifadenin ayrıntılarına yer verildiği, haberde olayın müştekinin dinlenilmesi ve kayda alınması yasak niteliğinde olan eşi ile yaptığı telefon görüşmelerinden tespit edildiği belirtilerek genel mahiyette bu görüşmelerden bahsedildiği, müştekinin bahse konu olaya ilişkin olarak hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca 2013/120653 sayı ile yürütülen soruşturma dosyasında 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 20.01.2014 tarihli 2014/58 Değişik İş sayılı kararı ile 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesi uyarınca yayın yasağı konulduğu cihetle yapılan haberlerde yayın yasağı konulmasına karşın soruşturmaya ilişkin ifade ve görüşme içeriklerine yer verilmek suretiyle soruşturmanın gizliliğinin ihlal edildiği dolayısıyla hakkında kamu davası açmaya yeterli delil bulunduğu, delillerin takdir ve değerlendirme yetkisinin mahkemede olduğu gözetilerek, itirazın kabulü ile kamu davasının açılmasına karar verilmesi yerine, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 29.06.2014 gün ve 94660652-105-34-4389-2015-E.13289/42896 sayılı yazılı istemlerine müsteniden ihbar ve mevcut evrak dairemize gönderilmiştir.

OLAYLAR VE HUKUKİ NİTELENDİRME:

Şüphelinin … Gazetesinin 15.02.2014 tarihli nüshasında yayınlanan “aman kimseler duymasın” başlıklı yazısında, müşteki ile eşi hakkında olay tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca 2013/120653 sayı ile yürütülen soruşturma konusu olaya ilişkin olarak haber yaptığı, ancak bahse konu soruşturma dosyasında gizlilik kararı olduğu belirtilerek, soruşturmanın gizliliğini ihlal, özel hayatın gizliliğini ihlal, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs, hakaret ve iftira suçlarından soruşturmaya başlanılmış, yapılan soruşturma sonucunda şüphelinin sözkonusu yazısında özellikle müştekiye yönelik hakaret içerikli söz ve yorumları bulunmadığından hakaret, müştekinin kendi beyanları haber konusu yapıldığından iftira, müşteki ile eşinin kamunun ilgisini ve dikkatini çeken şahıslardan olması ile haberin konusunun müştekinin ikrarına dayandırılması dolayısıyla özel hayatın gizliliğini ihlal ve verilen haberde hükme esas teşkil edebilecek tarafların lehine ve aleyhine delillere temas edilmediğinden soruşturmanın gizliliğini ihlal ile adil yargılamayı etkilemeye teşebbbüs suçlarının oluşamayacağından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş, verilen bu karara karşı müşteki vekilince yapılan itiraz Sulh Ceza Mahkemesinin 23.09.2014 tarihli 2014/898 Değişik İş sayılı kararıyla reddolunmuştur.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise, iddia konusu yazılarda, müştekinin savcıya verme bahanesiyle eşi Rıza Zarrab’dan 200.000 Dolar para aldığı, şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde de durumu ikrar ettiği belirtilerek ifadenin ayrıntılarına yer verildiği, haberde olayın müştekinin dinlenilmesi ve kayda alınması yasak niteliğinde olan eşi ile yaptığı telefon görüşmelerinden tespit edildiği belirtilerek genel mahiyette bu görüşmelerden bahsedildiği, müştekinin bahse konu olaya ilişkin olarak hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca 2013/120653 sayı ile yürütülen soruşturma dosyasında 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 20.01.2014 tarihli 2014/58 Değişik İş sayılı kararı ile 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesi uyarınca yayın yasağı konulduğu cihetle yapılan haberlerde yayın yasağı konulmasına karşın soruşturmaya ilişkin ifade ve görüşme içeriklerine yer verilmek suretiyle soruşturmanın gizliliğinin ihlal edildiği dolayısıyla hakkında kamu davası açmaya yeterli delil bulunduğu, delillerin takdir ve değerlendirme yetkisinin mahkemede olduğu gözetilerek, itirazın kabulü ile kamu davasının açılmasına karar verilmesi yerine, yazılı şekilde itirazın reddine karar verildiği gerekçesiyle kararın bozulmasını talep etmiştir.

05.07.2012 tarih ve 28344 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı Kanunun 92. maddesi ile değiştirilen ve gizliliğin ihlali suçunu düzenleyen TCK’nın 285. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bendlerinde, gizliliğin ihlali suçunun oluşabilmesi için, soruşturma evresinde yapılan işlemin içeriğinin açıklanması suretiyle suçlu sayılmama karinesinden yararlanma hakkının veya haberleşmenin gizliliğinin ya da özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesinin veya soruşturma evresinde yapılan işlemin içeriğine ilişkin olarak yapılan açıklamanın maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye elverişli olmasının gerektiğinin belirtildiği, aynı maddenin 6. fıkrasında da, soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin haber verme sınırları aşılmaksızın haber konusu yapılmasının anılan suçu oluşturmayacağına dair hüküm bulunduğu, iddia konusu haber içeriğinde müştekinin suçlu sayılmama karinesinden yararlanma hakkının, haberleşmenin gizliliğinin ya da özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesinin sözkonusu olmadığı, yine maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye yönelik ve bu amaçla yapılmış bir yorum, söz ve beyanın da bulunmadığı, haber içeriklerinin Anayasanın 28. ve 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü kapsamında kalmakla atılı soruşturmanın gizliliğini ihlal suçunu oluşturmayacağı anlaşılmakla talebin reddine karar vermek gerekmiştir.

KARAR:

Yukarıda açıklanan nedenlerle Sulh Ceza Hakimliğinin 23.09.2014 tarihli 2014/898 Değişik İş sayılı kararına yönelen “Kanun Yararına Bozma” isteminin REDDİNE, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/10823 Karar : 2014/26240 Tarih : 22.12.2014

  • TCK 285. Madde

  • Gizliliğin İhlali Suçu

Sanığın, günlük süreli yayın yapan Türkiye gazetesinin sorumlu müdürü olduğu, gazetenin 15.10.2009 tarihli baskısının 13. sayfasında yayımlanan haber içeriğinde, yargıtay üyesi olan mağdurun, görev yaptığı dairenin kamuoyunda … davası olarak bilinen ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan davanın muhtemel temyiz incelemesine bakacağı belirtilerek, mağdurun, anılan davanın sanıkları ile birlikte fotoğrafları yayımlanıp, sanıklarla kolkola olduğu, temyiz incelemesinde taraflı davranabileceği imasında bulunarak, mağdurun görevinden dolayı onur, şeref ve saygınlığına saldırıda bulunulduğu, kişisel fotoğraflarının kişilerin suçlu olarak damgalanmasını saglayacak şekilde yayımlandığının iddia edildiği olayda;

Basın yoluyla işlenen suçlarda hukuka uygunluk hallerinin, haber verme, eleştirme hakkı ve mağdurun rızası olduğu, haber verme ve eleştirme hakkının kabulü için, açıklama ve eleştiriye konu olan haberin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamu ilgi ve yararının bulunması, açıklama biçimiyle konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması gerektiği, CMK’nın 157 ve TCK’nın 285. maddeleri ile de, soruşturma aşamasındaki işlemler ile kovuşturma aşamasında kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini ihlal eden fiillerin suç olarak düzenlenip yaptırıma bağlandığı, somut olayda, mağdur hakkında yürütülen herhangi bir soruşturma ve kovuşturma bulunmadığı gibi haber içeriği ve yayımlanan fotoğrafın da bir soruşturma ve kovuşturma işlemi içeriğinin açıklanması niteliğinde olmadığı, bunun yanında, haberin içeriği itibariyle gerçek ve güncel olup Yargıtay üyesi olup daha önce çeşitli yayın organlarında hakkında haber yapılan ve görevi gereği kamuoyu tarafından tanınan katılanın, oğlunun sünnet düğününe, … isimli silahlı terör örgütü yöneticisi olmak suçundan yargılanan bir kişiyi davet ederek yakından ilgilendiğinin açıklanmasında, katılanın, yürüttüğü kamu hizmetinin niteliği ve toplum içindeki konumu gereği, kamusal ilgi ve yararının olduğu, haberin açıklama biçimi ve yayımlanan fotoğrafın, habere konu olayla düşünsel bağlantısının bulunduğu, haberin verilişinde tahkir edici, küçük düşürücü ve incitici bir bir dil kullanılmayıp, ölçülülük ilkesinin de ihlal edilmediği, haberin, eylemi hukuka uygun kılan basının haber verme ve eleştiri hakkı sınırları içerisinde kaldığı anlaşılmakla, sanığın atılı suçlardan ayrı ayrı beraatine karar verilmesinde isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılama sonunda yüklenen suçların kanuni unsurlarının gerçekleşmediği, gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan katılan vekilinin, suçların yasal unsurlarının oluştuğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, beraata ilişkin hükümlerin isteme aykırı olarak ONANMASINA, 22.12.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS