0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Kast

TCK Madde 21

(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.



TCK Madde 21 Gerekçesi

Kast, kişi ile işlediği suçun maddî unsurları arasındaki psikolojik bağı ifade etmektedir. Suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi, kastın varlığı için zorunludur. Suç tanımında yer almakla birlikte, fiilin ifade ettiği haksızlık üzerinde etkili olmayan koşulların gerçekleştiğinin bilinip bilinmemesi, kastın varlığı açısından önem taşımamaktadır. Örneğin objektif cezalandırılabilme koşulunun arandığı suçlarda bu koşulun veya şahsî cezasızlık sebebinin fail tarafından bilinmesi gerekmez.

Madde metninde doğrudan kasttan ayrı olarak olası kast da tanımlanmıştır. Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.

Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir. Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir.

Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir. Suçun olası kastla işlenmesi durumunda temel cezada indirim yapılması öngörülmüştür.

Kasten işlenebilen suçlar, ilke olarak hem doğrudan hem de olası kastla işlenebilir. Ancak, kanundaki tanımında “bilerek” ifadesine yer verilmiş olan suçlar sadece doğrudan kastla işlenebilir. Örneğin iftira suçunda, failin suçsuz olduğunu “bilerek” kişiye suç isnat etmesi gerektiğinden, bu suç ancak doğrudan kastla işlenebilir.


TCK 21 (Kast/Olası Kast) Emsal Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu 2019/372 E. , 2021/22 K.

  • Olası Kast ile İnsan Öldürme
  • TCK 82

Doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.

Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir. Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve “olursa olsun” düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.

5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.

Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmâli hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir. Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.

TCK’da taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür. Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

TCK’nın 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; “olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.

Olası kastla bilinçli taksiri ayırdetme konusunda doktrinde “Her ikisi arasındaki ayrımı belirlemek bakımından Frank formülü uygulanmalıdır. Buna göre eğer ‘öyle veya böyle fail her hâlde hareketi gerçekleştirirdi’ diyebiliyorsak olası kast; ‘neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti’ diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir…Her ikisi arasında bir ayrım yapılabilmesi için her somut olay bakımından failin ayrıca neticeyi göze almış, kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması zorunlu görünmektedir” şeklinde görüşler mevcuttur (Bahri Öztürk-Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, 17. Baskı, Ankara 2017, s. 303-304).

Öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Diğer bir deyişle, failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmesi durumunda olası kast, failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir söz konusu olacaktır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık …‘ın 26.11.2015 tarihinde saat 16.00 sıralarında uyuşturucu madde temin etmek amacı ile babasına ait…plakalı ve arkası kapalı kamyon ile Konya ili Tatlıcak Mahallesinde bulunan “Tatlı Su Çeşmesi” civarına gittiği, burada yanına yaklaşan ölen …‘e uyuşturucu madde olup olmadığını sorduğu, ölenin uyuşturucu bulunduğunu söyleyerek sanığa 60 TL karşılığında eroin sattığı, ölenin de uyuşturucu kullanacağını söyleyerek sanığın aracına bindiği, akabinde sanık ve ölenin, sanığın kullandığı kamyon ile Tatlıcak Mahallesinin arka tarafındaki su arıtma tesisinin bulunduğu yere gittikleri ve araç içerisinde uyuşturucu madde kullandıkları, bir süre sonra sanığın karşı yoldan geldiğini gördüğü bir aracın polis aracı olduğunu zannederek ölene bu hususu ilettiği, bunun üzerine ölenin araçtan indiği, sanığın kaçmak için aracı çalıştırıp hareket ettiği sırada ölenin aracın sağ ön yolcu kısmında bulunan kapısını açıp araca tekrar binmeye çalışan öleni görmesine rağmen kamyoneti yavaşlatmayıp aynı hızla yoluna devam ettiğinden dengesini sağlamayan maktulün yere düştüğü, arka tekerlek altında kalıp yaralandığını görmesine rağmen yoluna devam ettiği ve ölenin olay yerinde genel beden travmasına bağlı akciğer, kalp ve karaciğer yaralanmasından gelişen iç kanama ile birlikte kafa kaide ve kubbe kırığı ile müşterek kafa içi kanama ve beyin doku harabiyeti sonucu hayatını kaybettiği, olay yerinden kaçarak evine giden sanığın, araç içerisinde kaldığını fark ettiği ölene ait telefonu kendi ikamet ettiği evin yakınlarında bulunan bir büfeye bıraktığı anlaşılan olayda;

Ölenin yolcu koltuğu tarafındaki kapıyı açarak araca tekrar binmek isterken yere düşüp araç altında kalarak ölebileceğini öngörmesine rağmen fren yapmadığı ve hızını azaltmadığı, öngördüğü muhtemel neticeyi engelleme çabasının ya da neticeyi göze almadığına dair bir davranışının da bulunmadığı, başka bir ifadeyle gerçekleşen muhtemel neticeye kayıtsız kalarak bunu kabullendiği, açıklanan sebeplerle eylemini olası kastla gerçekleştirdiği kabul edilmelidir.


Yargıtay 1. Ceza Dairesi 2019/792 E. , 2019/2193 K.

  • Kast ve Olası Kast İlişkisi

Sanık …‘ın, mağdur …’ın ve maktul …’in aracına doğru hedef gözeterek birden fazla kez ateş etmesi eyleminde, sanığın açığa çıkan kastının doğrudan kastla öldürme suçuna yönelik olduğu gözetilmeden, yanılgılı değerlendirme sonucu uygulama şartları bulunmayan TCK’nin 21/2. maddesinde yer alan olası kast indirimi tatbiki suretiyle eksik ceza tayini,

Bozmayı gerektirmiş olup, sanıklar müdafii ile katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA, aynı Kanunun 304/2-a maddesi uyarınca dosyanın Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilamının bir örneğinin ise Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10/04/2019 gününde oy birliği ile karar verildi.


Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/545 E. , 2019/504 K.

  • Kast, Doğrudan Kast, Olası Kast, Bilinçli Taksir

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, “doğrudan kast”, “olası kast”, “taksir” ve “bilinçli taksir”e değinilerek, birbirlerinden ayırdedici ölçütlerin ortaya konulması gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nın “Kast” başlıklı 21. maddesi;

“(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir” şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de olası kast tanımlanmıştır.

Olası kastın tanımlandığı TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrasının gerekçesinde; “…Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır. Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir.

Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir.

Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiş ve olası kasta ilişkin örnek olaylar gösterilmiştir. Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.

Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir. Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve “olursa olsun” düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.

5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.

Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir. Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.

Türk Ceza Kanunu’nda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.

Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçütünü aynı maddenin gerekçesinde; “olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.

Öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Diğer bir deyişle, failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmiş ise olası kast, failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir vardır.

Bu aşamada, ilgili trafik mevzuatı ile Adli Tıp Beşinci İhtisas Kurulunun alkolün güvenli sürüş yeteneğine etkisine ilişkin görüşüne değinilmesinde fayda vardır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Karayollarında trafiğin akışı” başlıklı 46. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi uyarınca, sürücüler aksine bir işaret bulunmadıkça trafiği aksatacak veya tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmemek zorundadırlar.

2918 sayılı Kanun’un 11.06.2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile değişik 48. maddesinin birinci fıkrasında, alkollü olan sürücülerin kara yolunda araç sürmelerinin yasak olduğu, altıncı fıkrasında, yapılan tespit sonucunda alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücüler hakkında TCK’nın 179. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinin uygulanacağı, yedinci fıkrasında ise hususi otomobil sürücüleri bakımından 0,50 promilin, diğer araç sürücüleri bakımından 0,20 promilin üzerinde alkollü olan sürücülerin trafik kazasına sebebiyet vermeleri hâlinde, ayrıca TCK’nın ilgili hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Maddenin altıncı fıkrası ile TCK’nın 179. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükümlerine göre cezalandırılır” hükmü ile birlikte değerlendirildiğinde, kanun koyucunun, yapılan tespit sonucunda alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücülerin alkol nedeniyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olduklarını kabul ettiği görülmektedir.

2918 sayılı Kanun’un “Hız sınırları” başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrasında, motorlu araçların cins ve kullanma amaçlarına göre sürülebileceği en çok ve en az hız sınırlarının, şehirler arası çift yönlü karayollarında 90 km/saat, bölünmüş yollarda 110 km/saat, otoyollarda 120 km/saat hızını geçmemek üzere yönetmelikle belirleneceği düzenlenmiş, “Hız sınırlarına uyma zorunluluğu” başlıklı 51. maddesinin birinci fıkrasında, sürücülerin, aksine bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorunda oldukları belirtilmiş, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 100. maddesinde de otomobiller için yerleşim yeri içindeki saatteki azami hız sınırının 50 km/saat olduğu hüküm altına alınmıştır.

2918 sayılı Kanun’un “Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak” başlıklı 52. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca, sürücüler kavşaklara yaklaşırken hızlarını azaltmak zorundadırlar.

Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulu tarafından da, 1,01 promil ve üzerinde kan alkol düzeyine sahip sürücülerin, bireysel farklılıkları ortadan kaldırabilecek ölçüde alkollü olduklarının ve bu seviyede alkol tesiri altındaki sürücülerin emniyetli sürüş yeteneklerinin olumsuz olarak etkilendiğinin kabulü gerektiği, (Faruk Aşıcıoğlu-Belkıs Yapar-Aliye Tütüncüler-Ahmet Belce, Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçu Açısından Alkol, Adli Tıp Dergisi, cilt 23, sayı 3, 2009, s.15.) vücuda alınan etil alkolün kandaki seviyesinin de ortalama olarak saatte 0,15 promil azaldığının tıbben bilindiği belirtilmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık …’nın 25.12.2016 tarihinde yanında ölenler … ve … ile tanıklar … ve … olduğu hâlde alkollü içki satın aldıktan sonra Adıyaman il merkezinde bulunan Kent Sinemasına giderek burada ölen … haricindekilerle birlikte alkol almaya başladığı, alkol aldıkları sırada sanığın öğleden akşama kadar alkol alabileceğini ve alkolün kendisini etkilemeyeceğini söylediği, buradan ayrıldıkları ve hep birlikte sanığın kullandığı araca bindikleri, sanığın saat 23.20 sıralarında, Atatürk Bulvarı üzerinde, alkollü vaziyette, açık havada, aydınlatmanın olduğu, asfalt kaplamalı, ıslak ve nemli, 2 şeritli, 5 metre genişliğindeki bölünmüş devlet kara yolunda, sevk ve idare ettiği aracı ile hız limitinin çok üzerinde, yaklaşık 140 km/saat hızla, trafik ışıklarına riayet etmeksizin kırmızı ışık ihlalleri yapmak ve önünde seyir hâlinde bulunan araçlara makas atmak suretiyle seyir hâlinde bulunduğu, kırmızı ışık ihlali yaptığı bir esnada “Kırmızı ışıklara karşı takıntım var, durmuyorum.” şeklinde sözler söylediği, araçta bulunanların kendisinden yavaşlamasını istemesine rağmen uyarıları duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açıp seyrine devam ettiği, sanığın yaklaşmakta olduğu ışık kontrollü kavşakta kırmızı ışıkta bekleyen araçların yeşil ışığın yanmasıyla harekete geçtikleri, sanığın buna rağmen hızını azaltmayıp henüz hareket etmeye başlayan araçların arasından makas atmaya devam ederek tanıklar … ve …’in araçlarını da makas atmak suretiyle solladıktan sonra mağdur …’in aracının sol arka kısmına çarptığı, sonrasında savrularak orta refüjde bulunan demir korkuluklara çarptığı, bu esnada aracının arka koltuğunda bulunan …’nin araçtan fırlayıp yola düştüğü, seyrine devam eden sanığın tanıkların …’in araçta olmadığını söylemeleri üzerine çarpma noktasından yaklaşık 450 metre ileride durduğu, meydana gelen olay sonucunda sanığın aracında yolcu olarak bulunan …’nin genel beden travmasına bağlı çoklu kafatası, ekstremite ve pelvis kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve iç organ yaralanması sonucu vefat ettiği, yine sanığın aracında yolcu olarak bulunan …’ün yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yapılan müdahaleye ve tedavisine rağmen 02.01.2017 tarihinde genel beden travmasına bağlı çoklu kafatası, yüz ve ekstremite kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti ve gelişen komplikasyonlar sonucu vefat ettiği, sanığın çarptığı araçta bulunan mağdur …’in basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı, olaydan yaklaşık bir saat sonra 26.12.2016 tarihinde saat 00.24’te yapılan alkol ölçümünde sanıkta 1,12 promil alkol tespit edildiği, mağdurun kovuşturma aşamasında sanık hakkındaki şikâyetinden vazgeçtiği anlaşılmakla; sanığın 1,00 promilin üzerinde alkollü olarak güvenli sürüş yeteneği ortadan kalkmış bir vaziyette, yasal hız limitlerinin çok üzerinde bir hızla yerleşim yeri içerisinde kırmızı ışık ihlalleri yaparak ve makas atıp trafiği tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmek suretiyle seyretmek, araçta bulunanların kendisinden yavaşlamasını istemelerine rağmen uyarıları duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açıp seyrine devam etmek, olayın hemen öncesinde yaklaşmakta olduğu kavşakta yeşil ışığın henüz yandığını ve kırmızı ışıkta beklemekte olan araçların yeni harekete geçtiğini görmesine rağmen hızını azaltmayıp bu araçların arasından da makas atarak geçmek suretiyle, hiçbir kural tanımadan hareketlerini sürdürmesi ve öngördüğü neticeyi engellemeye yönelik hızını azaltmak, frene basmak gibi herhangi bir tedbire de başvurmaması karşısında öngördüğü muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlediği ve eylemini olası kastla gerçekleştirdiği kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu Kararı - Karar: 2017/26

  • TCK 21
  • Olası kast ve doğrudan kast nedir?

5237 sayılı TCK’nın “Kast” başlıklı 21. maddesi; “(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir” şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmış, ikinci fıkrasında ise; öğreti ve uygulamada “dolaylı kast” “belirli olmayan kast” “gayrimuayyen kast” “olursa olsun kastı” olarak da adlandırılan olası kast tanımına yer verilmiştir.

Buna göre, doğrudan kast, öngörülen ve suç teşkil eden bir fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail, hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın, işlediği fiilin muhtemel bazı neticeleri gerçekleştirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi durumunda ise olası kast söz konusu olacaktır.

5237 sayılı TCK’nın 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanarak, başkaca ayırıcı bir unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da, madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü, madde gerekçesinde; “Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.

Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da, doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.

Olası kastı, doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt ise; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda, muhakkak değil ama büyük bir ihtimalille gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve olursa olsun düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan neticenin gerçekleşmesine neden olunacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin gerçekleşmesi fail tarafından kabullenilmektedir.

Bu konuda öğretide; “Olası kastta tipikliğin gerçekleşmesinin muhtemel olarak öngörülmesi, böyle bir tehlikenin gerçekleşebileceğinin ciddiye alınması ve sebep olunan neticenin gerçekleşmesinin kabullenilmesi gerektir. Fail bakımından amaç o kadar önemlidir ki, bu amaca ulaşmak için muhtemel neticelerin gerçekleşmesi göze alınmaktadır. Ancak failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerin yanısıra hareketinin zorunlu neticesi ya da kaçınılmaz neticesi olarak öngördüğü ve iradi olarak kabul ettiği herşey bunları istemese dahi doğrudan kastın kapsamındadır” (Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. bası, Ankara, 2013, s. 162-164-165), “Failin öngördüğü ve istediği neticeyi gerçekleştirmek için işlediği fiile bağlı olarak ortaya çıkan ikincil neticeler, failin fiiline zorunluluk bağı ile bağlı ise bu halde failin ikincil neticelere yönelik kastının da doğrudan kast olduğu kabul edilir” (Hamide Z., Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İ., 2013, s. 244) “Failin gerçekleştirmeyi istediği neticeye zorunlu olarak bağlı bulunan neticeleri öngördüğü hallerde kastı bu neticeler bakımından da doğrudan kasttır. Vitrinin arkasındaki tezgahtarı vurmak isteyenin vitrin camını kırmak zorunda oluşu ya da hasmını öldürmek için yolcu otobüsüne bomba koyan failin eylemden diğer yolcuların da zarar göreceğini bilmesi gibi.” (Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökçen - Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Bası, Ankara, 2013, s.299), “Neticenin zorunlu ya da muhakkak olması ile kastedilen, fiile bağlı neticenin meydana gelme ihtimalinin yüzde yüz olması değildir. Küçük ihtimalil kaymaları zorunluluğu etkilemez, doğrudan kast söz konusudur” (Hakan Karakehya, İradilik Unsuru Bağlamında Ceza hukukunda Kast, Savaş Yayınevi, Ankara 2010, s.87-89) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/518

  • TCK 21
  • “Doğrudan kast”, “olası kast”, “taksir” ve “bilinçli taksir” kavramlarının açıklanması ve birbirlerinden farkları

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, “doğrudan kast”, “olası kast”, “taksir” ve “bilinçli taksir”e değinilerek, birbirlerinden ayırt edici ölçütlerin ortaya konulması gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nın “Kast” başlıklı 21. maddesi;

“(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir” şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de olası kast tanımlanmıştır.

Olası kastın tanımlandığı TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrasının gerekçesinde; “…Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır. Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir.

Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir. Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiş ve olası kasta ilişkin örnek olaylar gösterilmiştir.

Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.

Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.

Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve “olursa olsun” düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.

5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.” şeklinde tanımlanmıştır.

Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.

Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.

Türk Ceza Kanunu’nda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.

Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırt edici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır.” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; “olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir.” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.

Olası kastla bilinçli taksiri ayırt etme konusunda doktrinde “Her ikisi arasındaki ayrımı belirlemek bakımından Frank formülü uygulanmalıdır. Buna göre eğer ‘öyle veya böyle fail her hâlde hareketi gerçekleştirirdi’ diyebiliyorsak olası kast; ‘neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti’ diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir.Her ikisi arasında bir ayrım yapılabilmesi için her somut olay bakımından failin ayrıca neticeyi göze almış, kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması zorunlu görünmektedir.” şeklinde görüşler mevcuttur. (Bahri Öztürk-Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, 17. Baskı, Ankara 2017, s. 303-304.)

Öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Diğer bir deyişle, failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmesi durumunda olası kast, failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Bu aşamada, ilgili trafik mevzuatı ile Adli Tıp Beşinci İhtisas Kurulunun alkolün güvenli sürüş yeteneğine etkisine ilişkin görüşüne değinilmesinde fayda vardır.

Sürücüler 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Karayollarında trafiğin akışı” başlıklı 46. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi uyarınca aksine bir işaret bulunmadıkça trafiği aksatacak veya tehlikeye sokacak şekilde şerit değiştirmemek; aynı Kanun’un “Trafik işaret ve kurallarına uyma zorunluluğu” başlıklı 47. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca trafik ışıklarına uymak; yine aynı Kanun’un “Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak” başlıklı 52. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca kavşaklara yaklaşırken hızlarını azaltmak zorundadırlar.

2918 sayılı Kanun’un 11.06.2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile değişik 48. maddesinin birinci fıkrasında, alkollü olan sürücülerin kara yolunda araç sürmelerinin yasak olduğu, altıncı fıkrasında, yapılan tespit sonucunda alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücüler hakkında TCK’nın 179. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinin uygulanacağı, yedinci fıkrasında ise hususi otomobil sürücüleri bakımından 0,50 promilin, diğer araç sürücüleri bakımından 0,20 promilin üzerinde alkollü olan sürücülerin trafik kazasına sebebiyet vermeleri hâlinde, ayrıca TCK’nın ilgili hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Maddenin altıncı fıkrası ile TCK’nın 179. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükümlerine göre cezalandırılır.” hükmü birlikte değerlendirildiğinde, kanun koyucunun, yapılan tespit sonucunda alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücülerin alkol nedeniyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olduklarını kabul ettiği anlaşılmaktadır. Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulu tarafından da, 1,01 promil ve üzerinde kan alkol düzeyine sahip sürücülerin, bireysel farklılıkları ortadan kaldırabilecek ölçüde alkollü olduklarının ve bu seviyede alkol tesiri altındaki sürücülerin emniyetli sürüş yeteneklerinin olumsuz olarak etkilendiğinin kabulü gerektiği, (Faruk Aşıcıoğlu-Belkıs Yapar-Aliye Tütüncüler-Ahmet Belce, Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçu Açısından Alkol, Adli Tıp Dergisi, cilt 23, sayı 3, 2009, s. 15.) vücuda alınan etil alkolün kandaki seviyesinin de ortalama olarak saatte 0,15 promil azaldığının tıbben bilindiği belirtilmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanık R.A.’nın 09.04.2016 tarihinde saat 20.00 sıralarında sevk ve idaresindeki 06 .. .. plaka sayılı kapalı kasa kamyonet cinsindeki araç ile yanında bulunan akrabası ve arkadaşı olan tanıklar H.C. ve L.Y. ile birlikte Ankara Kalesi’ne giderek viski içtikleri, sanığın ayrıca enerji içeceği de içtiği, saat 22.00 sıralarında yine sanığın sevk ve idaresindeki aynı araç ile Gölbaşı ilçesine gidip bir süre dolaştıktan sonra evlerine dönmek üzere tekrar yola çıktıkları, Konya Yolu üzerinde Gölbaşı istikametinden şehir merkezine doğru yerleşim yeri merkezinde, aydınlatmanın olduğu, görüşe engel bir durumun bulunmadığı, azami hız sınırının otomobiller için 82, kamyonet cinsi araçlar için 70 km/saat olduğu, dört şeritli, düz, kuru ve asfalt yolda seyir hâlinde olan sanığın, saat 23.47 sıralarında D. Caddesi istikametine doğru sola dönüşün olduğu ışıklı kavşağa geldiğinde kırmızı ışık ihlali yaparak o esnada boş olan en sol şeritten hızlı bir şekilde geçmeye çalıştığı sırada, karşı yoldan gelen ve kendisine yanan yeşil ışıkla birlikte D. Caddesine geçmek için sola dönüş yapan sürücü G.Ç.’nin sevk ve idaresindeki 06 .. .. plaka sayılı otomobilin sağ yan tarafına çarptığı, çarpışmanın etkisiyle her iki aracın da savrulduğu ve sürücü G.Ç.’nin aracının 25,7 metre ileride durduğu, saat 00.57’de onaylanan rapora göre sanığın 2,46 promil alkollü olduğu, araçta sıkışan sürücü G.Ç.’in olay yerine gelen itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle araçtan çıkartılarak ambulansla hastaneye kaldırıldığı ancak araç içi trafik kazası sonucu oluşan kafa ve genel beden travması ile buna bağlı olarak gelişen hemopnömotoraks sonucu vefat ettiği olayda; daha önce 1,00 promilin üzerinde alkollü araç kullandığı gerekçesiyle trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı bulunan ve alkollü araç kullanması nedeniyle sürücü belgesi iptal edilen sanık R.A.’nın, olay tarihinde de sürücü belgesi alkol sebebiyle iptal edilmiş olmasına rağmen sevk ve idaresindeki kamyonet cinsi araçla trafiğe çıktığı, sanığın kaza anında emniyetli sürüş yeteneğini olumsuz olarak etkileyecek ölçüde alkollü olduğu, sanığın kazadan hemen önce yolda bir iki aracı makas atarak geçtiği, ışıklı kavşağa yaklaştığı sırada hızını azaltmadığı gibi kendisine kırmızı ışık yanmasına rağmen durmayarak kavşaktan hızlı bir şekilde geçtiği, bu suretle kazanın oluşumunda asli ve tam kusurlu olduğu, başka bir kimsenin kusurunun olmadığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Yerleşim yerinde bulunan ve gece vakti de olsa yoğun bir trafik akışı olan ışıklı kavşağa yaklaşan sanığın, kendisine kırmızı ışık yanması ve önündeki araçların durduğunu görmesine rağmen karşı istikametten gelip D. Caddesine gitmek için sola dönüş yapacak araçların önüne çıkabileceğini öngördüğü hâlde hızlı bir şekilde o esnada boş olan en sol şeritten geçmesi ve muhtemel olan neticenin meydana gelmesi suretiyle o sırada D. Caddesine geçmek için yeşil ışıkla birlikte sola dönüş yapan sürücü G.Ç.’nin sevk ve idaresindeki araca çarparak G.Ç.’nin ölümüne neden olması, kaza tespit tutanağı ve tanık ifadelerine göre fren yapmadığı ve hızını azaltmadığı sabit olan sanığın, öngördüğü muhtemel neticeyi engelleme çabasının ya da neticeyi göze almadığına dair bir davranışının bulunmaması, başka bir ifadeyle gerçekleşen muhtemel neticeye kayıtsız kalarak kabullenmesi, ayrıca somut olayın kanun koyucu tarafından olası kastın düzenlendiği madde gerekçesinde belirtilen örnek olaydaki gibi gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında sanığın eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Ceza Genel Kurulunun 06.06.2017 tarihli ve 108-311 sayılı kararında, sanığın, sevk ve idaresindeki LPG tankeri ile çevre yolunda seyir hâlinde iken ışık kontrollü kavşağa geldiğinde, kendi seyir yönüne kırmızı ışık yanmasına rağmen kavşağın henüz boş olmasından faydalanarak karşıya geçmeye çalıştığı ancak kendi yönlerindeki araçlara yeşil ışık yanması nedeniyle aynı kavşağa giren katılanların bulunduğu araca çarparak birden fazla kişinin yaralanmasına neden olduğu olayda, sanığın önüne çıkan aracı görür görmez frene basması nedeniyle meydana gelen muhtemel neticeyi engellemeye yönelik davranışlarda bulunduğundan bilinçli taksirle hareket ettiği; yine Ceza Genel Kurulunun 15.01.2019 tarihli ve 701-6 sayılı kararında, trafik ışığı bulunan kavşaktan kırmızı ışık ihlali yapmak suretiyle hızlı bir şekilde geçen sanığın, o esnada yaya bandı üzerinden yolun sağ tarafından sol tarafına bisikletiyle geçmekte olan kişiye çarparak ölümüne neden olduğu olayda, sarı ışığın yandığını gören sanığın kırmızı ışığa yakalanmamak için hızını artırmak suretiyle şoförlük becerisine ve şansına güvenerek kavşaktan geçtiği ve önüne çıkan bisikletliyi görür görmez frene basarak neticeyi önlemeye çalıştığından eylemini bilinçli taksirle işlediği kabul edilmiştir. Uyuşmazlık konusu somut olayda ise, kavşağa yaklaşırken hızını azaltmayıp kendisine kırmızı ışık yandığını ve diğer araçların durduğunu görmesine rağmen durmayarak hızlı bir şekilde kavşaktan geçen ve önüne araç çıkmasına rağmen frene basmayan sanığın, meydana gelen muhtemel neticeyi engellemeye yönelik herhangi bir davranışı bulunmadığından eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir. Ceza Genel Kurulunca kast-taksir kombinasyonuna ilişkin kararlardaki uygulama istikrarlı bir şekilde sürdürülmekte olup yukarıda belirtilen ve açıklanan özellikleri nedeniyle birbirinden farklı olan olaylarda farklı sonuçlara ulaşılması içtihat değişikliği anlamına gelmemektedir.

Öte yandan, sanık hakkında olası kastla öldürme suçundan verilen hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak TCK’nın 53. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen hak yoksunluklarının yanında ayrıca sürücü belgesinin geçici olarak geri alınmasına karar verilmiş ise de yalnızca taksirli suçlarda uygulanma imkânı bulunan anılan maddenin altıncı fıkrasının tatbiki hukuki değerden yoksun olduğundan bu hususun infaz aşamasında ele alınması mümkün görülmüştür.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/12575 Karar : 2017/28599 Tarih : 20.12.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

A-Katılan …‘un, kendisini yaralayan sanıklar … ve … haklarındaki şikayetini 18/02/2008 tarihli duruşmada geri alması karşısında temyiz edenin bu sanıklar açısından temyiz yetkisi bulunmadığı anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca katılan … vekilinin tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE,

B-Diğer hükümlere yönelik temyiz istemlerine gelince;

Temyiz isteklerinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1-Sanık … hakkında katılan …‘ı silahla yaralama, sanık … hakkında katılanlar … ile Yeter Temur’u silahla tehdit suçlarından verilen hükümlere yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde;

a-Sanık …‘a yükletilen silahla yaralama eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık … tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,

Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,

b-Sanık …‘un katılanlar … ile Yeter Temur’u silahla tehdit suçlarından kurulan beraat hükmünün usul ve yasaya uygun olduğu,

Anlaşıldığından katılan sanıklar … ve … müdafiileri ve katılan … Temur vekilinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak,TEMYİZ DAVALARININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA,

2-Sanık …‘un katılanlar Yeter Temur ve …‘u yaralama ile sanık …‘un katılanlar … ve …‘u yaralama suçlarından verilen mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde;

a-Sanık …‘un katılan … Temur’u yaralama eylemi ile ilgili olarak; Sanığın hedefi konumundaki katılan …‘a ateş ederken, onun önüne geçen annesi katılan … Temur’un isabet alıp yaralandığının iddia ve kabul edilmesi karşısında, sanık hakkında yaralama suçundan kurulan hükümde, olası kast hükümlerini düzenleyen TCK’nın 21/2. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması ve katılan … Temur’dan kaynaklanan sanığa yönelik hangi eylemin tahrik oluşturduğu açıklanıp tartışılmadan sanık hakkında TCK’nın 29.maddesinin uygulanması,

b-Sanık …‘un katılan …‘u yaralama eylemi ile ilgili olarak;

aa)Katılan …‘un, kendisini yaralayan sanıklar … ve … haklarındaki şikayetini 18/02/2008 tarihli oturumda geri alması karşısında, TCK’nın 73/5. maddesinin “İştirak halinde suç işlemiş sanıklardan biri hakkındaki şikayetten vazgeçme, diğerlerini de kapsar” hükmü gözetilerek, şikayetten vazgeçmenin basit yaralama suçunu iştirak halinde işlediği anlaşılan sanık …‘a sirayeti ile soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı basit yaralama suçu yönünden TCK’nın 73/4. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddeleri gereği, şikayet yokluğu nedeniyle düşme kararı verilmesi hususlarının değerlendirilmemesi,

bb)Kabule göre de; 02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanık …‘a isnat edilen TCK’nın 86/2. maddesi kapsamındaki basit yaralama suçu önceden de uzlaşma kapsamında ise de, 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesinin 24 ve 25. fıkralarındaki uzlaştırma bürosuna ilişkin düzenleme dikkate alınıp, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

cc-Sanık …‘un katılanlar … ve …‘u silahla yaralama eylemi ile ilgili olarak; CMK’nın 225/1.maddesine göre hükmün konusunun iddianamede anlatılan eylemlerle sınırlı bulunması ve davaya konu iddianame ile sanık … hakkında katılanlar … ve …‘a karşı eylemleri nedeniyle kasten yaralama suçlarından dava açılması karşısında, yargılama aşamasında sanığa ek savunma hakkı verilmeden ve iddianamede anlatılmayıp unsurları gösterilmeyen silahla yaralama suçlarından mahkumiyet hükümleri kurulması,

Bozmayı gerektirmiş, katılan sanıklar … ve … müdafiileri ile katılan … Temur vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, 2-a,c numaralı bozma nedenleri dışında diğer yönleri incelenmeksizin HÜKÜMLERİN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 20/12/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2344 Karar : 2017/2644 Tarih : 12.07.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

1- Sanık … hakkında;

TCK.nun 272/2, 62,53/1 ve 231. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve hak yoksunluğuna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına,

2- Sanık … hakkında;

TCK.nun 81/1, 21/2, 29, 62/1, 53/1ve 63. maddeleri uyarınca 15 yıl hapis cezası.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Sanık … hakkında yalan tanıklık suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karar itiraza tabi olduğundan inceleme dışı bırakılmıştır.

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …‘in maktul …‘a yönelik eyleminin sübutu kabul edilmiş, savunmaları inandırıcı gerekçelerle değerlendirilip reddedilmiş, duruşmalı olarak incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedeni dışında bir isabetsizlik görülmediğinden, o yer Cumhuriyet savcısının suç vasfına, katılanlar vekilinin bir sebebe dayanmayan ve sanık müdafiinin sübuta, delillerin değerlendirilmesine, yasal savunmaya, vesaireye yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,

Oluşa, tüm dosya içeriğine göre, olay günü daha önce aralarında bir sorun olmayan maktul ve sanıkların birlikte alkol aldığı, sanık … ile maktul arasında maktulün kız arkadaşı tanık … ile iletişim kurma konusunda tartışma yaşandığı, maktulün ayağa kalkıp silahını sallayarak müteaddit kez sanık …‘a “o kızla kimse konuşmayacak, sıkarım” demesine rağmen sanığın da kabullenmeyip maktulü kızdıracak şekilde konuştuğu, maktulün sıkarım demesine devam etmesi üzerine sanığın ayağa kalkıp silahı sallayan maktulün elini kavradığı, almaya çalıştığı, sırada silahın ateş aldığı ve maktulün yaşamını yitirdiği anlaşılan olayda, sanığın taksirle maktulün ölümüne neden olduğu ve TCK.nun 85. maddesine göre cezalandırılması gerektiği anlaşıldığı halde yazılı biçimde 81, 21/2. maddelerinin uygulanması suretiyle yanılgılı değerlendirme ile hüküm kurulması,

Bozmayı gerektirmiş olup, o yer Cumhuriyet savcısı, katılanlar vekili ve sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, re’sen de temyize tabi olan hükmün CMUK’nun 321. maddesi uyarınca tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA, bozma nedeni ve tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alındığında sanığın TAHLİYESİNE, başka suçtan tutuklu ya da hükümlü değilse derhal salıverilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavclığına müzekkere yazılmasına, 12/07/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

12/07/2017 gününde verilen işbu karar Yargıtay Cumhuriyet savcısı…‘un huzurunda ve duruşmada savunmasını yapmış bulunan sanık … müdafii Avukat …‘ın yokluğunda 13/07/2017 gününde usulen ve açık olarak anlatıldı.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/2375 Karar : 2017/5902 Tarih : 5.07.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2-Dairemizin 18/01/2017 gün ve 2016/12822 Esas, 2017/440 sayılı kararının KALDIRILMASINA,

Taksirle yaralama suçundan sanık …’in, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 89/1 (2 kez), 62 ve 52/2-4. maddeleri gereğince 2.500,00 Türk lirası adlî para cezası ( iki kez) ile cezalandırılmasına dair Çay Asliye Ceza Mahkemesinin 20/06/2016 tarihli ve 2015/669 esas, 2016/630 sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.

Dosya kapsamına göre, Çay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 01/09/2015 tarihli iddianamede, sanık hakkında sadece katılan ….’e yönelik taksirle yaralama suçundan cezalandırılması için kamu davası açıldığı halde, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225/1. maddesinde yer alan, “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir.” şeklindeki düzenlemeye aykırı olarak, katılan sanık ….’i de taksirle yaraladığından bahisle, aynı suçtan cezalandırılmasına karar verilmesinde isabet bulunmadığı, gerekçeleriyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararların bozulması Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 21/11/2016 gün ve 94660652-105-03-12387-2016-kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 06/12/2016 gün ve 2016/393522 sayılı tebliğnamesi ile ihbar ve talep edilmekle;

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

CMK’nın 225. maddesinde “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir” hükmü mevcut olup; maddenin gerekçesinde de maddenin uygulanma koşulları “Mahkeme dava edilmeyen bir fiil hakkında kendiliğinden yargılama yapamaz ve hüküm veremez. Bunun doğal sonucu, iddianamede gösterilen fiil hakkında hüküm kurulmasıdır.

Hükmün konusunu, iddianamede sınırları belirtilerek dava nedeni yapılan maddî olay (fiil) oluşturur. Diğer bir anlatımla, kamu davasının konusu ile hükmün konusu maddî olay (fiil) bakımından aynıdır. Hüküm, iddianamede gösterilen sanık ve ona yükletilen fiil hakkında kurulur.

Ancak mahkeme, fiilin hukukî yorumunda, değerlendirmede tamamen serbesttir; iddia, savunma mahkemeyi bağlamaz. Mahkeme aynı fiili başka suretle yorumlayabilir.” şeklinde açıklanmıştır.

Görüldüğü gibi hükmün konusu iddianamede sınırları çizilen eylemle ilgili olup, anılan hükmün sonucu olarak iddianamede kim hakkında, kime karşı ve hangi eylem nedeniyle dava açılmışsa hüküm de belirtilen eylem ve sanık hakkında tesis edilir.

Dosya incelendiğinde; sanık hakkında 01/09/2015 tarihli iddianame ile müşteki …..’e yönelik eylemi sebebiyle TCK’nın 89/1, 22, 21/1-2 ve 53.6 maddeleri gereği bir kez cezalandırılması için kamu davası açıldığı halde, CMK’nın 225. maddesine aykırı olarak ayrıca sanığın …‘e yönelik yaralama eylemi nedeniyle mahkumiyet hükmü kurulduğu anlaşılmakla;

Kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce yerinde bulunduğundan Çay Asliye Ceza Mahkemesinin 20/06/2016 tarihli ve 2015/669-2016/630 sayılı kararının B. fıkrasının CMK’nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA; CMK’nın 309/4-d maddesindeki “Hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektiriyorsa cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektiriyorsa bu hafif cezaya Yargıtay ceza dairesi doğrudan hükmeder.” şeklindeki düzenleme gereği bozma nedenine göre uygulama yapılarak, kararının B. fıkrasının hükümden tamamen çıkarılarak infazın buna göre yapılmasına, dosyanın mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/12265 Karar : 2017/5471 Tarih : 8.06.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 03/03/2001 tarih ve 4630 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle değişik “ İşaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı” başlıklı 25. maddesinde “ Bir eserin aslını veya çoğaltılmış nüshalarını, radyo-televizyon, uydu ve kablo gibi telli veya telsiz yayın yapan kuruluşlar vasıtasıyla veya dijital iletim de dahil olmak üzere işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla yayınlanması ve yayınlanan eserlerin bu kuruluşların yayınlarından alınarak başka yayın kuruluşları tarafından yeniden yayınlanması suretiyle umuma iletilmesi hakkı münhasıran eser sahibine aittir.

Eser sahibi, eserinin aslı ya da çoğaltılmış nüshalarının telli veya telsiz araçlarla satışı veya diğer biçimlerde umuma dağıtılmasına veya sunulmasına ve gerçek kişilerin seçtikleri yer ve zamanda eserine erişimini sağlamak suretiyle umuma iletimine izin vermek veya yasaklamak hakkına da sahiptir.

Bu madde ile düzenlenen umuma iletim yoluyla eserlerin dağıtım ve sunumu eser sahibinin yayma hakkını ihlal etmez.” şeklindeki düzenleme ile umuma iletimin niteliği ve çerçevesi belirlenmiştir.

Anılan Kanun’un “Umuma açık mahallerde eser, icra, fonogram, yapım ve yayınların kullanılması ve/veya iletilmesine ilişkin esaslar” başlıklı 03/03/2004 tarih ve 5101 sayılı Kanun’un 11. maddesiyle değişik 41. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Girişi ücretli veya ücretsiz umuma açık mahaller; eser, icra, fonogram, yapım ve yayınların kullanım ve/veya iletimine ilişkin 52 nci maddeye uygun sözleşme yaparak hak sahiplerinden veya üyesi oldukları meslek birliklerinden izin alır ve sözleşmelerde yazılı mali hak ödemelerini bu madde hükümlerine göre yaparlar.” şeklindeki düzenlemeye göre girişi ücretli veya ücretsiz

umuma açık mahallerde bir fonogramın, eser veya icranın umuma iletimi için işyeri sahiplerinin, eser sahiplerinden veya bunların temsilcisi meslek birliklerinden aynı Kanun’un 52. maddesine uygun şekilde yapacakları sözleşme ile izin almak zorunda oldukları düzenlenmiştir. Anılan maddenin sonraki bentlerinde ise , meslek birliklerine umuma açık yerlerde eserlerin umuma iletilmesi hakkı yönünden yıllık tarifeler belirleme hakkı ile ilgili hususlar düzenlenmiştir.

Aynı Kanun’un “Eser, icra, fonogram ve yapımların yayınlanmasına ve/veya iletilmesine ilişkin esaslar” başlıklı 03/03/2004 tarih ve 5101 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle değişik 43. maddesinde ise “Radyo-televizyon kuruluşları, uydu ve kablolu yayın kuruluşları ile mevcut veya ileride bulunacak teknik imkanlardan yararlanarak yayın ve/veya iletim yapacak kuruluşlar, yayınlarında yararlanacakları opera, bale, tiyatro ve benzeri sahneye konmuş eserlerle ilgili olarak hak sahiplerinden önceden izin almak zorundadırlar.

Bu kuruluşlar sahneye konmuş eserler dışında kalan eser, icra, fonogram ve yapımlar için ilgili alan meslek birlikleri ile 52 nci maddeye uygun sözleşme yaparak izin almak, söz konusu yayın ve/veya iletimlere ilişkin ödemeleri bu birliklere yapmak ve kullandıkları eser, icra, fonogram ve yapımlara ilişkin listeleri bu birliklere bildirmek zorundadırlar.

3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun çerçevesinde faaliyet gösteren radyo-televizyon kuruluşları Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından, anılan Kanun dışında kalan ve yayın ve/veya iletim yapan diğer kuruluşlar ise Bakanlık tarafından sınıflandırılır.

Faaliyet gösterdikleri sektörlerde eser sahipleri ve/veya bağlantılı hak sahipleri meslek birlikleri, yapılan sınıflandırmaya bağlı olarak eser, icra, fonogram ve yapımların yayın ve/veya iletiminden kaynaklanan ödemelere ilişkin tarifeleri tespit ederler. Meslek birlikleri ile kuruluşlar arasındaki sözleşmeler, bu tarife bedelleri veya taraflarca yapılan müzakereler sonucu belirlenecek bedeller üzerinden yapılır.

Meslek birliklerinin temsil ettikleri eser, icra, fonogram ve yapımlar ile üyelerine ilişkin bildirim zorunluluğu, tarifelerin belirlenmesi, duyurulması, müzakere edilmesi, sözleşme yapılması, uzlaşmazlıkların halli ve diğer hususlarda bu Kanunun 41 inci maddesinin dört ila onüçüncü fıkraları uygulanır. Ancak yayın ve/veya iletim yapan kuruluşlar bakımından 41 inci maddenin altıncı fıkrasının son cümlesinin uygulanması zorunlu değildir.

Ayrıca, 41 inci maddenin 10 uncu fıkrasının uygulanması bakımından, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, yayınlarında yer verdiği eser, icra, fonogram ve yapımları her üç ayda bir meslek birliklerince belirlenen yıllık tarifenin 1/4’ünü yatırmak suretiyle kullanabilir.” hükmü ile radyo ve televizyon kuruluşlarının umuma iletecekleri musiki eserleri yönünden ilgili meslek birlikleri ile anılan Kanun’un 52. maddesinde yer alan “ Mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların yazılı olması ve konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şarttır.” düzenlemesi kapsamında sözleşme yapma zorunluluğu getirilmiştir.

Yine aynı Kanun’un 03/03/2004 tarih ve 5101 sayılı Kanun’un 23. maddesi ile değişik 80/1-C maddesinde yer alan “Radyo-televizyon kuruluşları bu Kanunda öngörülen yükümlülüklerini yerine getirirler. Radyo-televizyon kuruluşları, gerçekleştirdikleri yayınlar üzerinde;

(1) Yayınlarının tespit edilmesine, diğer yayın kuruluşlarınca eş zamanlı iletimine, gecikmeli iletimine, yeniden iletimine, uydu veya kablo ile dağıtımına izin verme veya yasaklama,

(2) Özel kullanımlar hariç olmak üzere, yayınlarının herhangi bir teknik veya yöntemle, doğrudan veya dolaylı bir şekilde çoğaltılmasına ve dağıtımına izin verme veya yasaklama,

(3) Yayınlarının umuma açık mahallerde iletiminin sağlanmasına izin verme veya yasaklama,

(4) Tespit edilmiş yayınlarının, gerçek kişilerin seçtikleri yer ve zamanda yayınlarına ulaşılmasını sağlamak suretiyle umuma iletimine izin verme,

(5) Haberleşme uyduları üzerindeki veya kendilerine yöneltilmiş olan yayın sinyallerinin diğer bir yayın kuruluşu veya kablo operatörü veya diğer üçüncü kişiler tarafından umuma iletilmesi ve şifreli yayınlarının çözülmesine ilişkin izin verme veya yasaklama,

Hususlarında münhasıran hak sahibidirler.” şeklindeki düzenleme ile de, bağlantılı hak sahibi olan radyo- televizyon kuruluşlarının hak ve yetkileri belirlenmiştir.

Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca, Radyo-TV kuruluşlarıyla yapılan sözleşmelerde; ilgili kuruluşların yayın alanı ve şekli ile dinleyici/izleyici kitlesinin taraflarca bilinmediğinin kabulü mümkün değildir. Dolayısı ile normal şartlarda sözleşme koşulları ve bedelinin de belirtilen ölçütlere göre saptanması gerektiği nazara alındığında, şifresiz ve abonelik esasına bağlı olmadan yapılan ulusal ve/veya bölgesel yayınların kapsama alanındaki herkesi ve her yeri dinleyici/izleyici hedef kitlesi olarak belirlediğinde şüphe bulunmamaktadır. Kaldı ki izlenme/dinlenme oranları ve reklam vs. gelirlerinin de buna bağlı olduğu bir gerçekliktir.

Kişilerin cezai yönden sorumlu tutulmaları için 5237 sayılı TCK’nın 21. maddesinde düzenlenen ve “bilme ve isteme” olarak tanımlayabileceğimiz kastının olması gerekmektedir. Kastın oluşabilmesi için kişi, gerçekleştireceği eylemin bütün bileşenlerini bilmeli ve sonucunu istemelidir. Bu unsurun olmaması ceza hukuku açısından kasıtlı suçlar yönünden cezalandıramama sonucunu doğurmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, yayın akışı ve koşulları hususunda hiçbir tasarruf yetkisi bulunmaksızın, bir müzik eserini radyodan yapılan yayın aracılığıyla Biracı isimli işletmesinde müşterilerine dinletmekten ibaret eylemin hukuki ihtilaf niteliğinde olduğu nazara alındığında sanığın tazmini anlamda sorumluluğundan bahsedilebilir ise de, cezai yönden suç kastı bulunmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,

Kanuna aykırı ve sanık müdafiinin, temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 08.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/21722 Karar : 2017/4819 Tarih : 2.05.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1)Sanık …’na yükletilen müştekiler … ve …’e yönelik görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret, katılan …’ye yönelik kasten yaralama ve hakaret, sanık … hakkında katılan …’a yönelik kasten yaralama eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemlerin sanıklar tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu,

TCK’nın 53/1-(b) maddesinin, Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı ile iptal edilmesinin, infaz evresinde resen gözetilebileceği,

Anlaşıldığından,

Sanıklar … ile …’in ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA,

2)Sanık … hakkında müştekiler …ve …’a yönelik kasten yaralama suçundan kurulan hükümlerin temyizinde ise,

Sanığa yükletilen kasten yaralama eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemlerin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,

Eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,

TCK’nın 53/1-(b) maddesinin, Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı ile iptal edilmesinin, infaz evresinde resen gözetilebileceği,

Anlaşılmış ve ileri sürülen başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmediği gibi hükmü etkileyecek oranda hukuka aykırılığa da rastlanmamıştır.

Ancak;

Sanık hakkında müştekiler … ve …’e yönelik kasten yaralama suçundan kurulan hükümlerde, TCK’nın 21/2 maddesi uyarınca yapılan indirim sırasındaki hesap hatası nedeniyle sonuç cezaların, 4 ay 15 gün yerine, 6 ay olarak belirlenmesi suretiyle fazla ceza tayini,

Kanuna aykırı ve sanık …’in temyiz iddiaları bu nedenlerle yerinde ise de, bu aykırılık, yeniden duruşma yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikteolduğundan, temyiz edilen kararın açıklanan noktaları, tebliğnameye uygun olarak, sanık hakkında, müştekiler … ve …’a yönelik eylemlerinden kurulan hükümlerdeki sonuç hapis cezalarının uygulanan maddeler uyarınca “4 ay 15 güne” indirilmesi, biçiminde HÜKÜMLERİN DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 02.05.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 17. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/3882 Karar : 2017/5026 Tarih : 27.04.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, diğer temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1-Harran Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2014/118 Esas ve 2014/116 Karar sayılı dosyası ile sanık … hakkında, karşılıksız yararlanma suçundan yapılan yargılama sonunda, sanığın kurum zararı olan 1.756,98 TL yi denetim süresi içerisinde birbirini takip eden birer ay ara ile 8 eşit taksitte ödenmesi koşuluyla sanık hakkında HAGB kararı verildiği, söz konusu kararın 24/04/2014 tarihinde kesinleştiği, Harran Cumhuriyet Başsavcılığınca sanığa kesinleşen hükümden sonra kararda belirtildiği şekilde yapılan tebligatın ‘’ … muhatabın geçici olarak gittiğini beyan eden komşunun tebliğatı almaktan imtina ettiği TCK’nın 21. maddesi gereğince tebliğatın Çaltılı Muhtarı İsmail Baytekin’e 19/08/2014 tarihinde…’’ şeklinde tebliğ edilerek, sanığın nereye gittiği, bu adresten geçici olarak mı yoksa uzun süreli mi ayrıldığı açıklanmadan tebliğ edildiğinin anlaşılması karşısında; Sanığa kesinleşen hükümden sonra kararda belirtildiği şekilde Cumhuriyet Savcılığı tarafından yapılan tebligatın usulüne uygun olarak yapılmadığı anlaşıldığı gibi, sanığın yeniden yapılan yargılamada çalışmaya gittiği için tebligattan haberinin olmadığını savunması karşısında bu savunmanın yerinde olup olmadığı hususunda araştırma da yapılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hükmün açıklanmasına karar verilmesi,

Kabule göre de;

2-5237 sayılı TCK’nın 168/5. maddesinde; kamunun veya özel hukuk tüzel kişisinin uğradığı zararı, soruşturma tamamlanmadan önce tamamen tazmin etmesi halinde kamu davası açılmaz, düzenlemesinin getirildiği; bahsedilen zararın ise keşif yapılarak muhtemel tüketim miktarının tespiti ve buna göre kullanılması muhtemel enerjiye göre bilirkişi tarafından hesaplanacak vergili ve cezasız miktar olduğu, kanun koyucunun amacı doğrultusunda, sanığa soruşturma aşamasında bu yöntemle belirlenecek zararın miktarı, ödeme yeri ve süresi bildirildiği takdirde suça konu bedeli soruşturma aşamasında da ödeyebileceği; somut olayda kovuşturma aşamasında yaptırılan bilirkişi incelemesi ile vergiler ve cezalar dahil toplam

1.756,98 TL kullanım bedelinin tespit edildiği ancak vergili ve cezasız miktarın belirlenmediği, ek bilirkişi raporu aldırılması, usulünce belirlenen kullanım bedelinin sanığa bildirilip, ödeme için makul süre verdikten sonra sonuca göre hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması:

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz nedenleri bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 27/04/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/22919 Karar : 2017/7476 Tarih : 14.03.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Sanığın ….. ve Tüp Ticareti adı altında işyerinin bulunduğu, katılan hastanenin bu işyerinden …. markası ile damacana su almak için anlaşma yaptığı, ancak hastahaneye verilen suyun tadının farklı gelmesi üzerine yaptırılan incelemelerde sanığın gerçekte … olmayan, sonradan doldurulan ve içeriği itibari ile de insan sağlığı için tehlikeli olabilecek suyu sattığının tespit edildiği, bu suretle sanığın atılı suçları işlediği beyanlar, raporlar ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Sanığın, bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda katılana karşı dolandırıcılık suçunu birden fazla işlemesi nedeniyle TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; sanığın temyiz itirazlarının reddi ile hükümlerin ONANMASINA, 14/03/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI DÜŞÜNCE

Sanık … hakkında, dolandırıcılık ve bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaçların ticareti suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerinin, sanığın eyleminin kül halinde 5237 sayılı TCK.nun 157/1. madde ve fıkrasında düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturması nedeniyle bozulması gerekirken onanmasına karar verilmesi yerinde değildir. Şöyle ki;

Dosya kapsamı ve anlatımlardan, …. markasını pazarlamak üzere işyeri bulunan sanığın olay tarihinde suçtan zarar gören Hastane’ye ….. markası basılı damacana su sattığı, suyun tadının farklı gelmesi üzerine yaptırılan incelemede gerçekte …. olmayıp sonradan doldurulan ve içeriği itibariyle de insan sağlığı açısından tehlikeli olabileceğinin belirtildiği anlaşılmaktadır.

5237 sayılı TCK.nun 21/1. madde ve fıkrası “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.” Yine TCK.nun 44. maddesi “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” hükmünü içermektedir.

Dosya kapsamı, toplanan deliller, 5237 sayılı TCK.nun 21/1. madde ve fıkrasında “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.” şeklindeki düzenleme ve TCK.nun 44. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, sanığın kastının açıkça gerçekte …. olmayıp kendisinin doldurduğu damacana suyu satarak hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun zararına kendine yarar sağlamak suretiyle dolandırıcılık suçunu işlemek olduğu, ancak bu eylemi sonucu ayrıca TCK.nun 186/1. maddesinin de ihlal edildiği, …. yerine kendisinin su doldurması dışında ayrıca başka bir eyleminin bulunmadığı, TCK.nun 44. maddesi uyarınca da işlenen bir fiilin birden fazla suçun oluşmasına neden olması halinde en ağırından ceza verileceğine ilişkin düzenleme karşısında, sadece en ağır yaptırımı içeren TCK.nun 157/1. madde ve fıkrasından cezalandırılması yerine ayrıca TCK.nun 186/1. maddesindende cezalandırılması suretiyle fazla ceza tayini gerekçesiyle bozulması yerine, her iki maddeden kurulan usul ve yasaya uygun olmayan yerel mahkeme kararlarının onanması yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum. 14.03.2017


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/5 Karar : 2017/64 Tarih : 19.01.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan açılan davanın yargılaması sonunda Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 03.11.2011 tarih ve 2011/156-2011/344 sayılı mahkumiyet kararının sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 02.06.2016 tarih ve 2015/3967-2016/5421 sayılı kararı ile “ONANMASINA” oybirliğiyle karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 05.01.2017 tarihli itiraz dilekçesinde:

Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 03.11.2011 gün ve 2011/156 Esas, 2011/344 Karar sayılı kararında “Sanığın Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2007/299 esas

2008/27 karar sayılı ilamı ile 16.05.2008 tarihinde kesinleşen hapisten çevrilme 1.500 TL infaz edilmiş adli para cezası bulunduğu anlaşıldığından, TCK’nın 58/6. maddesi uyarınca cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirlerinin uygulanmasına,” şeklinde mükerrirlere özgü infaz rejimi uygulanması yönünde karar verilmiş ise de, 1412 sayılı CMUK’nun 305/1. maddesi uyarınca 2.000 TL altında kalan adli para cezalarının temyizi kabil olmadığının belirtildiği, bu hali ile Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bahse konu ilamı gereği verilen hapisten çevrilme 1.500 TL adli para cezasının temyizi kabil olmaması nedeniyle, temyiz edilmeksizin 16.05.2008 tarihinde kesinleştiği ve 1412 sayılı CMUK’nun 305/3. maddesi gereğince tekerrüre esas alınamayacağı, TCK’nın 58. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısmın hükümden çıkartılması sureti ile hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi” düşüncesiyle Dairemiz kararına karşı itirazda bulunmuştur.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Dairemiz arasındaki uyuşmazlık, sanık … hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tespitine ilişkindir.

Sanık … hakkında tekerrüre esas alınan ilamın incelenmesinde; sanığın 06.08.2007 tarihinde işlediği kasten yaralama suçundan dolayı Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12.02.2008 tarih ve 2007/299-2008/27 sayılı kararı ile TCK’nın 86/1, 86/3-e, 21/2, 39/2-c, 62, 50. maddeleri gereğince 1.500 TL adli para cezasına karar verildiği, hükmün 16.05.2008 tarihinde kesinleştiği, 5320 sayılı Kanun’un 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 305. maddesi uyarınca kesin nitelikte olduğu ve aynı maddenin son fıkrası gereğince tekerrüre esas alınamayacağı, sanığın tekerrüre esas nitelikte başka geçmiş mahkumiyetinin de bulunmadığı anlaşıldığından, itiraz yerinde görülerek aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

KARAR;

1-İtirazın kabulü ile itiraza konu Dairemizin 02.06.2016 tarih ve 2015/3967-2016/5421 sayılı kararının sanık … yönünden kaldırılmasına,

2- Sanık … hakkındaki hükmün incelenmesinde:

Yapılan yargılama sonunda aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda tartışılıp, sanığın suçunun sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümde düzeltme nedeni dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Sanık hakkında tekerrüre esas alınan hükümlülüğün, TCK’nın 86/1, 86/3-e, 21/2, 39/2-c, 62, 50. maddeleri gereğince tayin edilen 1.500 TL adli para cezası olup, 5320 sayılı Kanun’un 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 305. maddesi uyarınca kesin nitelikte olduğu ve aynı maddenin son fıkrası gereğince tekerrüre esas alınamayacağının gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenle BOZULMASINA, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından sanık … hakkında TCK’nın 58. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün çıkarılması suretiyle diğer yönleri usul ve kanuna uygun olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 19.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/14938 Karar : 2016/5987 Tarih : 8.04.2016

  • TCK 21. Madde

  • Kast

I- Sanıklar … ve … hakkında verilen beraat kararlarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Yapılan yargılama sonunda yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, mahalli Cumhuriyet Savcısının sanıkların mahkum olması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükümlerin isteme uygun olarak ONANMASINA,

II- Sanıklar …, …, … ve … hakkında göçmen kaçakçılığı suçundan verilen mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Anayasa Mahkemesinin, TCK’nın 53. maddesindeki hak yoksunluklarına ilişkin 24.11.2015 günlü Resmi Gazete`de yayımlanan 08.10.2015 tarihli, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararının infaz aşamasında gözetilebileceği değerlendirilerek yapılan incelemede:

6008 sayılı Yasa ile TCK’nın 79. maddesinde yapılan değişiklik ve gerekçesi gözetildiğinde, suçun mağdurunun kaçak göçmenler olup TCK`nın 43/2. maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanıklar müdafilerinin eksik incelemeye, suçun unsurları itibarıyla oluşmadığına ve kasta ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükümlerin isteme uygun olarak ONANMASINA,

III- Sanıklar …, …, … ve … hakkında taksirle öldürme suçundan verilen mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

1-Sanıkların göçmen kaçakçılığını beraber işlemeye karar vermeleri nedeniyle fikir ve eylem birliği içerisinde hareket etmeleri, göçmenleri taşımaya karar verdikleri teknenin fiziki ve mekanik durumu nedeniyle böyle bir olayın meydana gelebileceğini en başından bilip kabul etmeleri karşısında, tüm sanıkların meydana gelen neticeden sorumlu olmaları nedeniyle tebliğnamedeki sanıklar … ve …`in atılı taksirle öldürme suçundan sorumlu olmamaları nedeniyle beraatlerini isteyen görüşe iştirak edilmemiştir.

Olası kast TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrasında; “Kişinin, suçun kanunî tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi hâli” biçiminde tanımlanmış, fıkra gerekçesinde ise; “Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir.” şeklinde, olası kastın uygulanma şartları belirtilmiştir. Öğretide de, olası kast, suçun kanuni tanımındaki objektif unsurların gerçekleşebileceği, ciddi bir şekilde mümkün görülmesine rağmen, fiilin işlenmesi suretiyle tipikliğin gerçekleşmesi şeklinde tanımlanmıştır. (Koca/Üzülmez; Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler; 4. Baskı; sh. 152.)

Fail, hareketinden doğacak sonuçları bilerek ve isteyerek hareket etmişse kast gerçekleşmiştir. Buna karşılık, fail belli bir sonucu gerçekleştirmek üzere hareket ederken, bunun yanında başka sonuçların meydana gelmesini de göze almış ve bu sonuçlar da gerçekleşmişse, failin bu sonuçlar açısından da kasten hareket ettiği kabul olunur. Çünkü fail, asıl kastettiğinden başka, hareketinden doğacak diğer sonuçları tahmin ettiği veya öngördüğü halde hareketini devam ettirmiştir. Dolaylı kast olarak adlandırılan bu kast türüne, belirli olmayan kast, gayrimuayyen kast, olursa olsun kastı veya dolus eventualis de denilmektedir. (Nur Centel, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 2.Bası, s.349, Artuk-Gökcen-Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt 1, s.597 vd.), (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt.2, s. 293 vd, Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, s.139 vd., Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s.312 vd.)

İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmış olup, 5237 sayılı TCK’da, 765 sayılı TCK’da yer verilen, “tedbirsizlik”, “dikkatsizlik”, “meslek ve sanatta acemilik”, “nizamat, evamir ve talimata riayetsizlik”, “kayıtsızlık veya tedbirsizlik”, “hataen ve kayıtsızlıkla”, “müsamaha ve dikkatsizlik” şeklindeki taksir kalıplarına ilgili suç tiplerinde yer verilmemiş, ancak gerek öğretide, gerekse uygulamada, bu taksir kalıplarına yer verilmemiş olmasının, bir eksiklik veya farklılık oluşturmayacağı kabul edilmektedir.

Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Öğretide ve yargı kararlarında taksirin unsurları,

a) Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,

b) Hareketin iradiliği,

c) Neticenin iradi olmaması,

d) Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,

e) Neticenin öngörülebilmesi, ancak bu neticenin fail tarafından öngörülmemesi,

Şeklinde belirtilmiştir.

Bilinçli taksir kavramı mülga 765 sayılı TCK’nın 45. maddesine 8.1.2003 tarihli ve 4758 sayılı Kanun ile eklenen son fıkra ile hukukumuza girmiş olup, anılan fıkrada, “Failin öngördüğü neticeyi istememesine rağmen neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde ceza … arttırılır.” hükmüne yer verilmiş, aynı hüküm, 5237 sayılı TCK’nın 22. maddenin 3. fıkrasında da korunmuştur.

Taksirden söz edilebilmesi için neticenin öngörülebilir olması gerekli ve yeterli olmasına karşılık, bilinçli taksir halinde failin somut olayda ayrıca bu neticeyi öngörmüş olması da gereklidir.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

Bilinçli taksirde netice somut olarak öngörüldüğü halde, istenmemiştir.

Bilinçli taksiri, taksirden ayıran özellik, bilinçli taksirde istenmeyen netice fiilen öngörülürken, taksirde öngörülmemektedir.

Yasada, taksirin bir türü olarak düzenlenmiş bulunan bilinçli taksir esas itibariyle olası kastın sınırlarını daraltıcı bir işlev görmektedir. Bu nedenle, olası kastın anlamı ve sınırları belirlenmeden, bilinçli taksirin kapsamının tayini mümkün değildir.

Olası kast ve bilinçli taksir öngörme unsuru itibariye örtüşmesine rağmen, isteme unsuru bakımından ayrılmaktadır.

Olası kastı bilinçli taksirden ayıran özellik, mümkün yada muhtemel olarak öngörülen neticenin kabullenilmesi, failin öngördüğü tipik neticenin meydana gelmeyeceğine yönelik bir güveni olmadan hareket etmesidir. Başka bir anlatımla, fail öyle yada böyle herhalde hareketi gerçekleştirirdim diyorsa olası kast, neticenin gerçekleşeceğini bilseydim hareketi gerçekleştirmezdim, diyorsa bilinçli taksir söz konusudur.

Somut olaya gelince; sanık … tarafından 25/07/2013 günü devralınan ve sanık … ile sanık …‘ın beyanlarına göre; uzun zamandır kullanılmadığı için tahtalarının söküldüğü, elektronik aletlerinin ve GPRS’nin çalışmadığı, haberleşmeyi sağlayacak telsizi olmayan, Tekirdağ’dan Çanakkale gelinceye kadar bir kaç kez arıza yaptığı belirtilen ve diğer sanık …‘nın kaptanlığını yaptığı suça konu 10,5 metre boyunda, 2,50 metre genişliğinde 1977 model olan ECEM 2 isimli ticari gezi teknesi ile, gece vakti, her hangi bir harita ve diğer seyir yardımcılarından da yararlanmadan Çanakkale - Ezine - Geyikli mevkiinde gruplar halinde önceden getirilerek beklemekte olan ve bilirkişi raporuna göre (12) yolcu kapasitesinin oldukça üstündeki 35 yabancı uyruklu yolcuyu (göçmeni), kaptan olan sanık … yönetiminde yeterli can yeleği ve simidi tahsis edilmeden emniyetsiz biçimde tekneye bindirdikten sonra, aşırı yük nedeniyle su çekimi artan bu tekneyle yeterli ve gerekli sayıda personel bulundurmadan Yunanistan`a gitmek üzere sahilden uzaklaşmaya başladıkları, yaklaşık 2 saat kadar yol aldıktan sonra Tavaklı açıklarına geldiklerinde teknenin motor ve şanzumanın boşa çıktığı ve sancak kısmının altında iki karış genişliğinde bir karış uzunluğundaki delikten su almaya başladığı, hareket etmeden önce olası tehlikelere karşı gemiyi terkte uygulanacak kurallarla ilgili bilgilendirilmeyen ve aniden aldığı suyun etkisiyle aşırı yükten dolayı da hızla batan tekneden 24 kişinin kurtulamayıp suda boğularak ölümleri ile sonuçlanan olayda;

Teknik donanımdan yoksun, eski ve bakımsız, motoru arızalı, denize açılmaya elverişli olmayan tekneyle, yeterli araç ve personel olmaksızın, yolcu kapasitesinin üç katı göçmeni komşu bir ülkeye gönderen ve götüren sanıkların, öngerebildikleri sonucu kabul ettiklerinin zorunlu bulunması karşısında, sanıkların olası kastla hareket ettikleri gözetilmeden, suç vasfında yanılgı ile bilinçli taksirle öldürme suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması,

2- Kabule göre de;

Taksirli suçlarda iştirakın mümkün bulunmadığı gözetilmeden TCK`nın 37/1. maddesi göndermesi ile temel ceza tayini,

Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca, hükümlerin isteme aykırı olarak BOZULMASINA, CMK`nın 326/son maddesi gereğince ceza miktarı yönünden kazanılmış haklarının gözetilmesine, suç vasıfları ve cezaların miktarı ile kaçma şüpheleri de dikkate alınarak tahliye taleplerinin reddiyle tutukluluk hallerinin devamına, 08/04/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/331 Karar : 2016/1521 Tarih : 11.02.2016

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Sanığın, anne ve babasına ait olan evdeki eşyaları tutuşturarak yangın çıkardıktan sonra, duman çıkan bölgeye alkol dökerek alevlerin hızlanmasını sağladığı,polis ve itfaiye marifetiyle yangının söndürüldüğü sırada mağdurların evlerine de sirayet ederek hasar görmesine ve zarar görmesine sebep olduğunun iddia edildiği olayda;

Sanığın asıl kastının kendi anne ve babasına ait olan eve yönelik olduğu, alevlerin yayılması üzerine yangının diğer şikayetçilerin evlerine sirayet ettiği dikkate alındığında, anne ve babasına yönelik eyleminin, şahsi cezasızlık sebebi gerektiren 5237 sayılı Kanunun 167/1-b maddesi kapsamında kaldığından, diğer şikayetçilere yönelik eylemi nedeniyle TCK’nın 21/2 maddesinde yer alan olası kast hükümlerinin uygulanması tartışılarak hasıl olacak sonuca göre sanığın hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, Cumhuriyet savcısı ile sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesine istinaden halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK`un 321. maddesi uyarınca hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas : 2013/12595 Karar : 2014/1666 Tarih : 21.01.2014

  • TCK 21. Madde

  • Kast

1 ) Sanığın şikayetçiler İ… Ş…, H… Ş… ve Y… Ö…`e karşı işlediği kasten yaralamaya teşebbüs suçundan kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde;

Hükmolunan adli para cezasının tür ve miktarı, 14/04/2011 tarihinde yürürlüğe giren 31/03/2011 tarih ve 6217 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakındaki Kanuna eklenen geçici 2. madde uyarınca kesin nitelikte bulunduğundan, sanık müdafiinin temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK`un 317. maddesi uyarınca isteme uygun REDDİNE,

2 ) Sanık hakkında F… İ..`i kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanuna Muhalefet suçundan kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde; Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün isteme uygun ONANMASINA,

3 ) Sanık hakkında A.. G…`ü kasten yaralama ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarından kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde; Yerinde görülmeyen diğer itirazların reddine,

Ancak;

a ) Olayla ilgisi bulunmayan mağdur A… G..’ün iftar hazırlığı yapmak için mangal kömürü almaya gittiği sırada, sanıklar ile diğer şikayetçiler arasında geçen olayı gördüğü, olay yerine yaklaşık 10-15 metre mesafede bulunduğu esnada sanığın ateşlediği mermilerden birinin mağdur A…‘e isabet ettiğinin anlaşılması karşısında sanığın eyleminin TCK`nin 21/2. maddesi olası kastla yaralama suçunu oluşturduğa gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,

b ) Sanığın, mağdurların arkasından birden fazla kez ateş ederek olayla ilgisi olmayan mağdur A.’in yaralanmasına neden olduğu olayda, gerçekleşen eylemin hem yaralama hem de korku, kaygı ve panik yaratacak biçimde ateş etme suçunu oluşturacağı gözetilerek 5237 sayılı TCK ‘nin 44. maddesi uyarınca en ağır cezayı gerektiren yaralama suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, ayrıca 5237 sayılı TCK`nin 170/1-c. maddesindeki genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan da mahkumiyet hükmü kurulması,

Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafıinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK`un 321. maddesi uyarınca isteme uygun (BOZULMASINA), oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas : 2011/2993 Karar : 2012/5599 Tarih : 26.04.2012

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Sanıkların kendilerini iki araçla takip ederek yakalamak isteyen polis memurlarınca önleri kesilip araçları durdurulduktan sonra ellerinden kurtulmak için geri manevrayla önce arkadaki sonra da öndeki polis araçlarına çarpıp kendilerine yol açarak kaçmaları eyleminde, araçlara doğrudan kastla zarar verildiği gözetilmeden yazılı gerekçe ile eylemin olası kastla işlendiği kabul edilerek cezasından TCK`nın 21/2. maddesi uyarınca indirim yapılması aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ( ONANMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2012/3647 Karar : 2012/2455 Tarih : 8.02.2012

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Hakaret suçundan sanık A.’in, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125/1, 21/2, 62/1, 52/2. maddeleri uyarınca 1.500,00 Türk Lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına dair ( Silivri İkinci Sulh Ceza Mahkemesi )’nin 17.05.2011 tarihli ve 2010/374 esas, 2011/165 sayılı karar aleyhine Yüksek Adalet Bakanlığı’nca verilen 10.10.2011 gün ve 12571/51686 sayılı kanun yararına bozma talebine dayanılarak dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı`nın 04.01.2012 gün ve 2011/366337 sayılı tebliğnamesiyle Dairemize gönderilmekle okundu.

Kanun yararına bozma isteyen tebliğnamede;

Dosya kapsamına göre, sanığın üzerine atılı hakaret suçundan belirlenen cezasından uygulama yeri bulunmayan 5237 sayılı Kanun’un 21/2. maddesine göre indirim yapılamayacağının gözetilmemesinde isabet görülmediğinden 5271 sayılı CMK`nın 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozma talebine dayanılarak ihbar olunmuştur.

Gereği düşünüldü:

Hakaret suçunun, neticesi harekete bitişik şekli suçlardan olması, suç kastının varlığı için eylemin iradi olarak gerçekleştirilmesinin yeterli olması ve kanunda öngörülen neticenin hareketin gerçekleşmesi ile zorunlu olarak doğması nedeniyle, olası kast ile işlenemeyecek suçlardan olduğu gözetilmeden; TCK`nın 21. maddesinin 2. fıkrası uyarınca cezada indirim yapılması nedeniyle kanun yararına bozma istemi yerinde görüldüğünden,

Silivri İkinci Sulh Ceza Mahkemesi’nden verilip kesinleşen, 17.05.2011 gün ve 2010/374, 2011/165 sayılı kararın, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu`nun 309. maddesinin 4. fıkrasının ( c ) bendi uyarınca aleyhe sonuç doğurmamak ve yeniden yargılama yapılmamak üzere ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2006/863 Karar : 2006/15551 Tarih : 28.09.2006

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Alkollü araç kullanarak trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçundan sanık Mehmet Bulut`un yapılan yargılaması sonucunda; MAHKUMİYETİNE dair ( KİLİS ) Sulh Ceza Mahkemesinden verilen 09.11.2005 tarihli hükmün Yargıtayca incelenmesi sanık tarafından istenmekle ve dosya C.Başsavcılığının 21.01.2006 tarihli tebliğnamesiyle dairemize gelmekle yapılan inceleme sonunda gereği düşünüldü:

Sanık hakkında 5237 sayılı TCK.nun 179/3, 21/2, 62. maddeleri uyarınca tayin olunacak olan 5 ay hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi halinde bulunacak miktarın 2.000 YTL`yi aşacak olması nedeniyle hükmün temyizi kabil olduğu anlaşılmakla yapılan incelemede ;

Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine.

Ancak;

1- Oluş ve dosya kapsamına göre ;sanık olay günü trafik görevlilerince yapılan denetimlerde 73 promil alkollü olarak araç kullanırken yakalanmış, hakkında 2918 sayılı Yasanın 48 ve yönetmeliğin 97. maddesi uyarınca yasal işlem yapılmıştır. Ayrıca mahkemece de sanığın 5237 sayılı TCK.nun 179/3. maddesi aracılığı ile aynı Kanunun 179/2. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir.

5237 sayılı TCK.nun 179/3. maddesinde belirtilen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun oluşması için, kişinin alkol yada uyuşturucu madde etkisiyle veya başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına karşın araç kullanması gerekir. Olayda sanığın aldığı alkolün etkisiyle, emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek durumda olup olmadığı hususu konunun uzmanlarınca saptanmadan yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,

2- Sanık hakkında hükmolunan 6 ay hapis cezasının 5237 sayılı TCK.nun 50/1. maddesinin a bendi uyarınca adli para cezasına çevrilirken aynı yasanın 52/2. maddesi gereğince tayin olunan sonuç hapis cezasının beher günü 20 YTL ile 100 YTL arasında bir miktarın çarpılması suretiyle bulunması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden 1412 sayılı CMUK.nun 326. maddesi gereğince kazanılmış hakları saklı kalmak kaydıyla hükmün bu sebepten dolayı ( BOZULMASINA ) oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas: 2016/5082 Karar: 2018/237 Tarih: 24.01.2018

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …‘in maktül …‘ı öldürme suçunun sübutu kabul, takdire ilişkin cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde düzeltme nedeni dışında bir isabetsizlik görülmediğinden, sanık müdafiinin sanık lehine 5237 sayılı TCK.nun 85/1,, 27/2, 29. maddelerinin uygulanması gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

1)Tanık …‘ın hazırlık ve kovuşturma beyanları, tanık …‘nun hazırlık beyanı, otopsi raporu içeriği ve tüm dosya kapsamına göre eylemini doğrudan kast ile gerçekleştiren sanık … hakkında koşulları oluşmadığı halde 5237 sayılı TCK.nun 21. maddesinde düzenlenen olası kast hükümlerinin uygulanması suretiyle eksik ceza tayini,

2)Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı Kararı ile 5237 sayılı TCK.nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında mahkemenin bu maddeyle yaptığı uygulamanın hukuka aykırı olduğunun anlaşılması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi uyarınca aynı yasanın 326/son maddesi gözetilmek suretiyle re’sen de temyize tabi olan hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA, hükmolunan cezanın miktarı, bozmanın mahiyeti ve temyiz incelemesi dışında tutuklulukta geçen süre göz önüne alınarak sanık müdafiinin tahliye talebinin REDDİNE, 24.01.2018 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas: 2016/4469 Karar: 2017/2039 Tarih: 02.03.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

1- ) Sanık … hakkında müşteki sanıklar … ve …‘a yönelik yaralama suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde;

Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanığın, suçun sübut bulmadığına yönelik temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddiyle hükümlerin ONANMASINA,

2- ) Sanık … hakkında 6136 Sayılı yasaya aykırılık suçlarından kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde;

Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanığın, yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

6136 Sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükümde, 5252 Sayılı Kanun’un 5/2. madde ve fıkrası uyarınca suç tarihi itibariyle temel adli para cezasının 450,00 TL’den fazla olamayacağı ve gün para cezası bulunmadığı gözetilmeden, 30 gün karşılığı adli para cezasına hükmedilerek sanığa fazla ceza tayin edilmesi,

Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun, 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK.nun 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, 6136 Sayılı Kanun’un 13/1. maddesi uyarınca hapis cezası yanında hükmolunan temel adli para cezasına esas alınan “30 gün” yerine 450 TL yazılması, hükümden 52/2. maddesinin uygulanmasına dair bölümün çıkarılması suretiyle hükmün oybirliğiyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

3- ) Müşteki-suça sürüklenen çocuk … ve sanık … haklarında mağdur …‘ı yaralama suçundan kurulan hükümlere yönelik temyizlerine gelince;

Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

a- ) Suç tarihi itibarıyle 15-18 yaş grubunda olan suça sürüklenen çocuk … hakkında hükmedilen cezadan 31/3. maddesi gereğince indirim yapılması gerektiği gözetilmeyerek yazılı şekilde fazla cezaya hükmedilmesi,

b- ) Suç tarihi itibariyle 18 yaşını ikmal etmeyen suça sürüklenen çocuk … hakkında 5237 Sayılı TCK.nun 53/4. madde ve fıkrasına aykırı olarak aynı Kanun’un 53/1. madde ve fıkrasında yer alan hak yoksunluklarına hükmolunması,

c- ) Mağdur …‘deki kemik kırığının hayat fonksiyonlarına etkisinin 3/6 oranında olduğunun adli rapordan anlaşılması ve 87/3. maddesi gereğince kırığın hayat fonksiyonlarına etkisinin derecesi gözetilerek orantılı artırım yapılması gerekirken sanıkların cezasınından ( 1/6 ) oranında artırım yapılarak eksik ceza tayini,

d- ) Oluşa, ve dosya kapsamına göre; sanıkların birbirlerine ateş ettikleri sırada olay yerinde bulunan ve olayla ilgisi olmayan mağdurun yaralanmasına sebep oldukları, sanıkların mağdura yönelik doğrudan yaralama kastlarının bulunmadığı ancak; olayın meydana geldiği yerde mağdur veya başkalarınında olduğunu düşünüp onların da yaralanabileceğini öngören sanıklar hakkında, olası kasta dair 21/2. maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi suretiyle fazla ceza tayini,

SONUÇ : Yasaya aykırı, suça sürüklenen çocuk … ve sanık …‘ın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 321. ve 326/ son maddeleri gereğince sanıklar hakkında yaralama suçundan ceza miktarı yönünden kazanılmış hakları saklı tutularak BOZULMASINA, 02.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 22. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/13301 Karar: 2016/8336 Tarih: 17.05.2016

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, kararların nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

1- Askerdeyken çarşı iznine çıkan sanığın mağdura ait bahçenin olduğu bölgeye ticari bir taksiyle giderek uyuşturucu kullandığı, nasıl olduğu belirlenemeyen şekilde yaralandığı, belirlenemeyen bir saatte havanın karanlık ve yağışlı olması nedeniyle mağdurun bahçesinde bulunan bina vasfındaki kulübeye giderek, elbiselerini çıkardığı ve mağdurun deri ceket ve ayakkabılarını giydiği, daha sonra olay yerine yakın bölgede araziden şişe toplayan tanıklar

Taşkın ve Ali isimli şahısların sanığın yardım istediğini duymaları üzerine kulübeye gittikleri, sanığı yerde yaralı vaziyette görüp sırtlarına alarak devlet hastanesine götürdükleri, hastanede kolluk görevlilerine tanıkların verdiği bilgi üzerine olay yeri ve mağdurun tespit edildiği, mağdurun eşyaları teşhis etmesi üzerine kendisine teslim edildiği, tanıkların sanığı götürürken sanığın kendi giysilerinin kulübede kaldığı, kulübede başka eşyalar da bulunmasına rağmen çalınmadığı, sanığın da savunmasında hırsızlık yapma amacı olmaksızın sadece sığınmak amaçlı kulübeye girdiğini, kendi giysilerinin ıslak ve çamurlu olması nedeniyle mağdura ait giysileri kullandığını, zor durumda kaldığı için sözkonusu eşyaları kullandığını savunduğu olayda, sanığın savunmasının aksine, mağdura ait kulübeye hırsızlık amacıyla girdiğine, ayrıca yararlanma kastı taşıdığına ilişkin somut ve inandırıcı kanıtların neler olduğu da kararda gösterilip tartışılmadan ve de olayda TCK’nın 147. maddesinin, olanaklı görülmemesi durumunda ise 145. maddesinin uygulanma olanağı değerlendirilmeden yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması,

2-TCK’nın 151/1. maddesinde tanımlandığı üzere, başkasının mülkiyetinde bulunan taşınır veya taşınmaz malın kısmen veya tamamen yıkılması, tahrip edilmesi, yokedilmesi, bozulması kullanılamaz hâle getirilmesi veya kirletilmesiyle oluşan mala zarar verme suçu açısından: somut olayda sanığın TCK’nın 21/1. maddesinde öngörüldüğü şekilde, bu suçun kanuni tanımındaki unsurlarını bilerek ve isteyerek zarar verme kastıyla hareket ettiğine dair somut kanıtların neler olduğu tartışılıp değerlendirilmeden mahkumiyetine hükmedilmesi,

3- Mağdurun bahçesi içerisinde bulunan ve devamlı içinde ikamet edilmeyen bağ evi niteliğindeki kulübe tarzı binanın ikamet amaçlı kullanılmadığı, bu nedenle konut niteliğinin olmadığı gözetilmeksizin, sanığın konut dokunulmazlığını ihlal suçundan mahkumiyetine hükmedilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık Murat’ın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebeplerden dolayı isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 17.05.2016 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas: 2016/3964 Karar: 2016/11132 Tarih: 03.05.2016

  • TCK 21. Madde

  • Kast

1)Sanık hakkında katılan Yılmaz ve mağdur Ömer’e karşı kasten yaralama suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih ve 2014/140 Esas - 2015/85 Karar sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesindeki bazı ibareler iptal edilmiş ise de; bu husus infaz aşamasında dikkate alınabileceğinden bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre sanık müdafiin ve o yer Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin istem gibi ONANMASINA,

2)Sanık hakkında mağdur Mehmet’e karşı kasten yaralama suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazların reddine, ancak;

a) Oluşa ve dosya içeriğine göre; olay öncesinde sanık ve mağdurun tanışmadığı ve aralarında herhangi bir husumetin bulunmadığı, mağdurun aşamalarda alınan beyanlarında, sanık ve katılan Yılmaz arasındaki kavgayı ayırmaya çalıştığı sırada yaralandığını beyan etmesi karşısında, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 21/2. maddesi gereğince olası kast hükmünün uygulanıp, uygulanmayacağının tartışılmaması,

b) Mağdurun zarar talebinin olmadığı olayda, adli sicil kaydı itibariyle engel sabıkası bulunmayan sanık hakkında, diğer koşulların da değerlendirilmesi suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması,

c) Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih ve 2014/140 Esas -2015/85 Karar sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesindeki bazı ibarelerin iptal edilmesi nedeniyle hak yoksunlukları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın ve o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden 5320

sayılı Kanun’un 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 03.05.2016 gününde oy birliğiyle karar verildi


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/14918 Karar: 2015/30475 Tarih: 02.11.2015

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Sanığın diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Mağdurun, olayın sıcağı sıcağına kollukta alınan beyanında daha önceden emanet olarak verdiği matkabı istemek amacıyla sanığın evine gittiğini, biraz oturup konuştan sonra şakalaşırken sanığın kendisini kesici aletle yaraladığını beyan etmesi karşısında sanık hakkında hükmolunan cezada 5237 sayılı TCK’nin 21/2. maddesince olası kastın uygulanıp uygulanamayacağının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı 321. maddesi uyarınca 326/son maddesince sanığın kazanılmış hakkı dikkate alınarak isteme aykırı bozulmasına, 02.11.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/36953 Karar: 2015/10823 Tarih: 25.03.2015

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1)Suça sürüklenen çocuk, mağdur İ. K. ve tanık H. İ.’nın aşamalarda değişmeyen tutarlı beyanlarında; olay günü suça sürüklenen çocuk ile tanık H. arasında langırt yüzünden çıkan kavgada suça sürüklenen çocuğun tanık H.’e sopa ile vurmak istediği sırada, sopanın kavgayı ayırmak isteyen ve koruma yurdunda sosyolog olarak görev yapan mağdur İ.’in başına isabet etmesi sonucunda, mağdurun basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanması karşısında, sanık hakkında 5237 Sayılı TCK’nin 21/2. maddesi gereğince olası kast hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi,

2)Suça sürüklenen çocuğun, hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasından sonra denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemesi nedeniyle önceki hükmün açıklanması ile yetinilmesi gerekirken, suça sürüklenen çocuk hakkında tayin edilen cezanın ayrıca 5237 sayılı TCK’nin 50/1-c maddesine göre seçenek yaptırımlara çevrilmesi suretiyle 5271 sayılı CMK’nin 231/11. maddesine aykırı hareket edilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak bozulmasına, 25.03.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas: 2010/17216 Karar: 2012/4600 Tarih: 09.04.2012

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1-) Suçu olası kastla işlediği kabul edilen sanık hakkında tayin olunan cezadan TCK’nın 21/2. maddesi uyarınca indirim yapılmaması suretiyle fazla ceza tayini,

2-) Sanığa verilen temel ceza TCK’nın 151/1. maddesi uyarınca alt sınırdan tayin edildiği halde, cezada TCK’nın 152/2-a maddesi gereğince gerekçe gösterilmeden üst sınırdan arttırım yapılması,

3-) Mağdur Melek’e ait önlük ve kabanın yakılması nedeniyle üzerinde asılı olduğu okul idaresine ait portmantonun zarar göreceği kesin biçimde öngörülmesine karşın eylemlerini gerçekleştiren sanığın bu suçtan da sorumlu tutulması gerekirken, tüm eylemlerin tek suç oluşturduğu kabul edilerek eksik cezaya hükmolunması,

Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sanığın CMUK’nın 326. maddesi uyarınca kazanılmış hakkı da gözetilerek hükmün bu sebeplerden dolayı (BOZULMASINA), 09.04.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2015/13-331 Karar: 2017/30 Tarih: 31.01.2017

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Sanık …‘nun, hırsızlık suçuna teşebbüsten 5237 Sayılı 142 /1-b, uyarınca 7 ay hapis cezası; mala zarar verme suçundan 151/1, uyarınca 2 ay hapis cezası; işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna teşebbüsten ise 116/2-4, uyarınca 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, Malatya 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 11.04.2013 gün ve 158-360 Sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 13. Ceza Dairesince 29.01.2015 gün ve 17482-2388 sayı ile;

“… I-Sanık hakkında hırsızlık ve mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz incelenmesinde;

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre sanık …‘nun temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin tebliğnameye uygun olarak onanmasına,

II-Sanık hakkında işyeri dokunulmazlığını bozma suçundan kurulan hükme yönelik temyiz incelenmesine gelince;

Sanığın, müştekinin işyerinin kepenk kilitlerini kırdıktan sonra güvenlik kamerasını fark edip olay yerinden uzaklaştığının anlaşılması karşısında, 5237 Sayılı TCK’nın 44. maddesi gereği sanığın eyleminin sadece hırsızlığa teşebbüs suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin, yazılı şekilde anılan suçtan da teşebbüs aşamasında kaldığı belirtilerek mahkumiyetine karar verilmesi…”,

İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 26.02.2015 gün ve 232321 sayı ile;

“… Yargılamaya ve itiraza konu somut olay incelendiğinde; suç tarihinde saat 03.00 sularında müştekinin il merkezi Akpınar Mahallesi üzerinde bulunan kepenk demiri ile kilitli marketinin kapısına, elindeki bıçakla gelen sanığın, bıçak ile zorlamak suretiyle kapı kilitlerini kırdığı ve elindeki poşeti biraz ileriye bırakıp tekrar dönerek içeriye gireceği sırada kapı üzerindeki güvenlik kamerasını fark edip kameraya el sallayarak olay yerinden ayrıldığı ve bilahare yakalandığı anlaşılmaktadır. Sanığın hırsızlık niyet ve kastıyla kapıyı açıp işyeri içerisine girmeye çalıştığı dosya kapsamına göre sübuta ermiştir. Bu eylemde sanık üç ayrı yasa normunu ihlal etmiş ve üç ayrı suçu da icra etmiştir.

Yüksek Daire ise, hırsızlığa teşebbüs suçundan kurulan hükmü onamış, işyeri dokunulmazlığını bozmaya teşebbüs suçundan kurulan hükmü ise 44. maddesini gerekçe göstererek bozmuştur.

Yüksek Daire’nin bozma gerekçesinde dayandığı fikri içtima başlıklı 44. maddesinin metnine bakıldığında;

‘Madde 44- ( 1 ) İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır’ hükmü yer almaktadır.

Yasa metninde bu şekilde tarif edilen fikri içtima hakkında doktrinde çok farklı görüşler ileri sürülmekle beraber temel unsur tek bir fiil ile kanunun birden fazla farklı hükmünün ihlal edilmesine dayanmaktadır. Bu durumda failin hangi suçtan sorumlu tutulacağı tartışmalı bir durumdur. Failin sadece tek bir fiili ile kanunen suç sayılan birkaç neticeyi meydana getirmesi durumunda sadece en ağırından sorumlu tutulması durumunda sadece fiile önem atfedilmekte netice dikkate alınmamaktadır. Oysa ki, bir kurşunla birden fazla kişinin öldürülmesi, bir bomba ile çok sayıda kişinin öldürülüp yaralanması eylemlerinde failin eylemi tek ise de dış dünyada meydana getirdiği neticeler çok ağır ve birden fazladır ve fail bunlardan sorumlu tutulmalıdır.

5237 Sayılı Kanunun içtima hususunda temel kabulü, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.10.2012 tarih, 2012/6-375 esas, 2012/1809 karar sayılı içtihadında da açıklandığı şekliyle, ‘5237 Sayılı hazırlanmasında esas alınan asıl kural gerçek içtima olup buna göre ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza’ söz konusudur. Nitekim Adalet Komisyonu raporunda bu husus; ‘Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır’ şeklinde ifade edilmiştir ( TBMM Adalet Komisyonu’nun 03.08.2004 gün ve 1/593-60 Sayılı Raporu ). Bu kuralın istisnaları ise, 5237 Sayılı ‘suçların içtimaı’ bölümünde, 42 ( bileşik suç ), 43 ( zincirleme suç ) ve 44. ( fikri içtima ) maddelerinde düzenlenmiştir.

Gerçek içtima kuralının istisnalarından birisi olan ve uyuşmazlık konusuyla yakından ilgisi bulunan bileşik suç, 42. maddesinde; ‘Biri diğerinin unsurunu veya ağırlaştırıcı nedenini oluşturması dolayısıyla tek fiil sayılan suça bileşik suç denir’ şeklinde tanımlanmış ve bununla da yetinilmeyerek; ‘bu tür suçlarda içtima hükümleri uygulanmaz’ hükmü getirilmiştir.

Sanığın olay tarihinde işlediği ve suç tarihinde yürürlükte bulunan bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkındaki hırsızlık suçunun düzenlendiği 5237 Sayılı TCK’nun 142/1-b maddesindeki; ‘Hırsızlık suçunun;…b ) Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında,… işlenmesi hâlinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur’ şeklinde ifadelerin ilk bakışta ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ kuralının bir istisnası olduğu, yani bileşik suç tanımına uyduğu söylenebilir ise de, yasa koyucu bu madde ile hırsızlık suçunun ‘bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış eşya’ hakkında işlenmiş olması halini nitelikli bir hal olarak düzenlemiş, bina veya eklentiye girmeyi bu suçun oluşumu açısından bir unsur olarak aramamıştır. Buna göre hırsızlık suçunun bu nitelikli halinin, ‘bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış eşya’ hakkında bina veya eklentileri içine girilerek işlenmesi olanaklı olduğu gibi bina veya eklentiye girilmeden de işlenebilmesi olanaklı olup her iki durumda da Kanun’un 142/1-b maddesinin uygulanması gerekecektir. Başka bir anlatımla; maddedeki düzenleme ile, bina veya eklentilerine girilip girilmemesi hususu değil, çalınan eşyanın bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olması nitelikli hal açısından önemsenmiştir. Yasa koyucunun, bu suç tipini bileşik suç olarak düzenlemek istemesi halinde madde metnini, ‘bina veya eklentilerine girilmek suretiyle işlenirse’ şeklinde düzenlemesi gerekirken mevcut düzenlemeyi tercih etmesi de bu hususu doğrulamaktadır.

Bu nedenle, hırsızlık suçunun işlenmesi sırasında bina veya işyerine girilmiş olması ve mal varlığına zarar verilmesi halinde hırsızlık suçunun yanında ayrıca konut veya işyeri dokunulmazlığını bozma ile mala zarar verme suçları da oluşmakta ve buna bağlı olarak failin bu suçlardan da cezalandırılması gerekmektedir.

Bunun yanında, bu hususu pekiştirecek şekilde 5560 Sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 5237 Sayılı TCK’nun 142. maddesine; ‘Hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konut dokunulmazlığının ihlâli veya mala zarar verme suçunun işlenmesi halinde, bu suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikâyet aranmaz’ şeklindeki 4. fıkra eklenmiştir. Eklenen fıkranın gerekçesinde de; ‘Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza kuralı gereğince, hırsızlık suçunu işlemek için başkasının konutuna girilmesi veya mal varlığına zarar verilmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmetmek gerekir’ denilmek suretiyle hırsızlık suçunun işlenmesi sırasında işlenen diğer suçlardan dolayı da failin ayrıca cezalandırılması gerektiği açıkça ortaya konulmuştur. Nitekim Ceza Genel Kurulunun ve Yüksek Dairelerin uygulaması da tamamlanan hırsızlık ve konut ( işyeri ) dokunulmazlığını bozma suçlarının her ikisinin birlikte oluşacağı yönündedir. Yüksek 13. Ceza Dairesinin uygulaması da pek çok kararında görüldüğü gibi bu yöndedir. Nitekim; 14.10.2014 tarihli 2013/24199 esas, 2014/27971 karar sayılı ilamında, benzer olay için ‘sanığın işyerinin kepenginin asma kilidini kurcalamaya başlaması ile konut dokunulmazlığını ihlal suçunun icrai hareketlerine başlamış olduğunu kabul etmek zorunluluğu karşısında tebliğnamedeki konut dokunulmazlığını ihlal suçuna teşebbüsten beraat kararı verilmesi yönündeki düşünceye iştirak edilmemiştir’ açıklamasını yazarak hükmü onamıştır. O halde, hırsızlık ve konut dokunulmazlığını bozma suçlarının tamamlanması durumunda iki ayrı suç oluştuğuna göre, aynı suçların teşebbüs halinde kalması durumunda 44. madde hükmü dikkate alınarak sadece hırsızlığa teşebbüs fiilinden uygulama yapılmasının yasal dayanağı bulunmamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, sanık işyeri içerisindeki eşyaları almak için eşyaların içeride olduğunu, bunları almak için kapının kırılmasının ve içeri girilmesinin gerekli olduğunu suça karar verirken bilmektedir ve neticeleri ayrı ayrı öngörüp istemektedir. Bu sebeplerle, her üç fiilden de ayrı ayrı sorumlu tutulması gerekmektedir…”,

Düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Dairenin işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükme dair bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 13. Ceza Dairesince 12.03.2015 gün ve 5426-4387 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Sanık hakkında hırsızlık suçuna teşebbüs ve mala zarar verme suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme, işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna teşebbüsten kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemlerinin nitelikli hırsızlık suçuna teşebbüs ve mala zarar verme suçu yanında, ayrıca işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna teşebbüsü de oluşturup oluşturmayacağı noktasında toplanmaktadır.

İncelenen dosya kapsamından;

Şikâyetçinin, iş yerinden hırsızlığa teşebbüs edildiği yolunda ihbarda bulunması üzerine soruşturma başlatıldığı,

Olay yeri inceleme raporunda; iş yerinin alüminyum kapısının asma kilitlerinin kırıldığı ancak içeri girilemediği tespitlerine yer verildiği,

İşyerinde bulunan güvenlik kamerası görüntülerine dair çözüm tutanağında; sanığın saat 02.54’de cadde üzerindeki bir binanın zemin katında bulunan şikâyetçiye ait iş yerinin giriş kapısının kilitli olup olmadığını kontrol ettiği, sonra belinden çıkarttığı sert bir cisim ile defalarca kilit yerlerini zorladığı, elinde bulunan poşeti, iş yerinin ilerisindeki kaldırımın kenarında bulunan bir minibüsün yanına bırakarak tekrar iş yerine doğru gelmekteyken, güvenlik kamerasını fark etmesi üzerine hızlı bir şekilde poşetini bıraktığı yerden alarak geri döndüğü ve iş yerinin önünden geçtiği sırada güvenlik kamerasına doğru el salladığının belirtildiği,

Anlaşılmaktadır.

Şikâyetçi aşamalarda; olay akşamı saat 20.30 sıralarında iş yerinin kapısını kilitlediğini, ayrıca kapı üzerinde monteli iki adet demir halkayı da asma kilit ile kilitleyip evine gittiğini, ertesi sabah iş yerine geldiğinde, iki adet asma kilidin zorlanmak suretiyle açıldığını, ancak iş yerine girilmediğini ve çalınan bir eşyası olmadığını tespit ettiğini, iş yerine girmeye çalışan şahıstan davacı ve şikayetçi olduğunu beyan etmiş,

Sanık soruşturma aşamasında; şikâyetçiye ait iş yerinin kapı kilidini kırdığını, daha sonra güvenlik kamerasını fark ettiğini, kameraya dönüp özür dileyerek olay yerinden uzaklaştığını, bu eylemi hırsızlık yapmak için gerçekleştirmediğini,

Kovuşturma aşamasında ise önceki beyanından farklı olarak; olay tarihinde yürürken kalabalık bir grubun kavga ettiğini gördüğünü, onların elinden bıçağı aldığını, bıçağı kırmaya çalıştığını, kırılmadığı için şikâyetçinin iş yeri kilidine doğru bıçağı vurduğunu, amacının bıçağı kırmak olduğunu,

Savunmuştur.

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından; “kast, suça teşebbüs, suçların içtimaı ve bileşik suç” kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.

5237 Sayılı TCK’nun “Kast” başlıklı 21. maddesi5237 Sayılı TCK’nun “Kast” başlıklı 21. maddesi; “ ( 1 ) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

( 2 ) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir” şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmıştır.

Buna göre, doğrudan kast, öngörülen ve suç teşkil eden bir fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kastla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir. Failin hareketiyle hedeflediği doğrudan sonuçların yanısıra, hareketin zorunlu sonuçları ya da kaçınılmaz yan sonuçlar da, açık bir isteme olmasa dahi doğrudan kast kapsamında değerlendirilecektir.

Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan kural “gerçek içtima” olup, bu ilke uyarınca “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusudur. Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu Raporunda; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” denilmektedir. Anılan kuralın istisnaları, Türk Ceza Kanununun birinci kitabının “Ceza Sorumluluğunun Esasları” başlıklı ikinci kısmının, “Suçların İçtimaı” başlığını taşıyan beşinci bölümünde bileşik suç, zincirleme suç ve fikri içtima maddelerinde düzenlenmiştir.

TCK’nun 42. maddesinde, gerçek içtima kuralının istisnalarından olan bileşik suç; “biri diğerinin unsurunu veya ağırlaştırıcı nedenini oluşturması dolayısıyla tek fiil sayılan suça bileşik suç denir” şeklinde tanımlanmış, kanun koyucu bununla da yetinmeyerek; “bu tür suçlarda içtima hükümleri uygulanmaz” düzenlemesini getirmiştir.

Bileşik suçta tek başlarına suç teşkil eden iki ayrı eylem birleşmekte, ancak suçlardan biri diğerinin içinde eridiğinden, faile iki ayrı suçtan değil, yalnızca en ağır neticenin karşılığı olan suçtan ceza verilmektedir. Bir başka anlatımla, farklı suç olarak düzenlenen birden fazla sonuç bir araya gelip, kendisini oluşturan suçlardan tamamen ayrı isim ve özellikte bağımsız bir suç oluşturmaktadır. İki suçun bir araya gelip birleşerek, bileşik suç oluşturma durumu iki şekilde meydana gelebilmektedir. Bunlardan ilki, bir suçun diğerinin unsuru; ikincisi ise, bir suçun diğer suçun ağırlaştırıcı nedeni olması halidir. Bileşik suçun birinci halinin tipik örneği, yağma suçudur. Gerçekten de yağma, hırsızlık ve cebir şiddet suçlarından ibarettir. Fakat bu iki suç, bağımsız kimliklerini, hatta isimlerini kaybetmek suretiyle başka bir suç şekline, yani yağmaya vücut vermektedir. Bir suçun diğerinin ağırlaştırıcı nedeni olduğu bileşik suç tipine ise, konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde işlenen yağmayı örnek göstermek mümkündür. Bu durumda aslında bağımsız bir suç olan konut dokunulmazlığının ihlali yağmanın nitelikli halini meydana getirmekte, bu sebeple faile yalnızca nitelikli yağma suçunun cezası tatbik edilmekte, ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçundan ceza verilememektedir. Bileşik suçun varlığından söz edebilmek için, bir suçun diğerinin unsuru veyahut da ağırlaştırıcı nedeni olduğu hallerde iki suçun kaynaşarak tek suç haline gelmesi gerekmektedir. Bu suretle kaynaşan suçlardan birinin, kanundaki açık hüküm gereğince diğerinin unsurunu ya da ağırlaştırıcı sebebini teşkil etmesi şarttır. ( Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazari Ve Tatbiki Ceza Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 1999, 14. Baskı, C. 1, s. 406 )

TCK’nun 43. maddesinin 1. fıkrasında, “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş,

2.fıkrada ise, “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” şeklinde aynı neviden fikri içtima kurumu düzenlenmiş, üçüncü fıkrasında da zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.

Aynı neviden fikri içtima, tek bir fiille aynı anda birden fazla kişiye karşı aynı suçun işlenmesi hallerinde gündeme gelmektedir. Örneğin; bir sözle birden fazla kişiye karşı hakaret edilmesi halinde aynı neviden fikri içtima söz konusu olacaktır.

TCK’nun 44. maddesinde ise “işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde farklı neviden fikri içtima müessesesi düzenlenmiştir.

Kanun koyucu, gerçekleştirdiği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması sebebiyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı birden fazla cezalandırılmasının önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır yaptırımı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.

Bu bağlamda tek fiil veya bir fiilden ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.

Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki manada hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tek olması, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliği ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar, suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki tek bir fiili oluşturmaktadır. ( Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2016, s. 492 ) Örneğin; failin mağduru birden fazla yumruk vurmak suretiyle yaralaması durumunda, failin birden fazla hareketi olmasına rağmen kastı bir kişiyi yaralamaya yönelik olduğundan ortada tek fiil ve neticesi ile birlikte tek suç vardır.

Bu aşamada suça teşebbüs hükümleri üzerinde de kısaca durulmalıdır.

TCK’nun 35. maddesinin birinci fıkrasında; “kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan sebeplerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” şeklinde tanımlanan suça teşebbüsün varlığından söz edilebilmesi için;

1- ) Fail ya da faillerde kasıtlı bir suç işleme kararı olmalı,

2- ) Elverişli hareketlerle suçun doğrudan doğruya icrasına başlanmalı,

3- ) Failin elinde bulunmayan sebeplerle suç tamamlanamamalı veya amaçlanan sonuç gerçekleşmemelidir.

Suça teşebbüste fail, eylemini tamamlamak amacıyla hareket etmesine karşın, elinde olmayan nedenlerden dolayı fiilini gerçekleştirememekte, bu durumda kişiye tamamlanmış suça oranla daha az ceza verilmektedir.

Genel olarak suçun dış dünyada oluşmaya başladığı süreç, “hazırlık hareketleri” ve “icra hareketleri” olmak üzere birbirinden farklı iki evreye ayrılmaktadır. Suçu işlemek için kullanılacak âletlerin üretilmesi ya da temini, eylem yerinin araştırılması veya gözetlenmesi, eylemle ilgili çeşitli bilgilerin toplanması, suç işlendikten sonra sorumlu tutulmayı önleyici tedbirler alınması, suçtan elde edilecek eşyalar için güvenli bir yer ayarlanması gibi fiiller hazırlık hareketleri olup, suç tipini oluşturan icra hareketlerinden önce gerçekleştirilen ve cezalandırılmayan davranışlardır. Teşebbüs, suçun tamamlanmasından önce, fakat hazırlık hareketleri aşamasından sonra gelen, başlanmış ancak bitirilememiş bir eylemli evreyi ifade etmektedir. Bu kapsamda cezalandırılabilir davranışların, yani suça teşebbüsün sınırlarının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle suç yolunda ilerleyen sanık ile ilgili olarak, ceza hukukunun hangi andan itibaren devreye gireceği sorununun çözülmesi gerekmektedir.

Öğretide; teşebbüs açısından “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütünün kabul edilmesiyle “objektif teori”nin benimsendiği, suçun kanuni tanımında unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra hareketlerinin başladığının kabul edilmesi, örneğin öldürmek için silahını hasmına doğrultarak nişan alınmasının icra hareketi sayılması gerektiği, ancak öldürmek için elverişli silah veya zehir satın alınmasının belirleyici bir niteliğe sahip olmaması sebebiyle hazırlık hareketi sayılabileceği belirtilmiştir. ( Koca-Üzülmez; s. 401 )

Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili bir değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna subjektif unsur denir. Failin davranışı ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini tespit edebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçlarda da, işlenmek istenen suç tipindeki tüm unsurlar fail tarafından bilinmelidir. ( Kayıhan İçel-Füsun Sokullu Akıncı-İzzet Özgenç-Adem Sözüer-Fatih Selami Mahmutoğlu-Yener Ünver, İçel Suç Teorisi, 2. Kitap, 2. Baskı, Sebat Yayınevi, İstanbul 2000, s. 315 )

Gelinen aşamada işyeri dokunulmazlığının ihlali ve nitelikli hırsızlık suçları üzerinde de kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.

Türk Ceza Kanununun “konut dokunulmazlığının ihlali” başlıklı 116. maddesinin birinci fıkrası; “bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır,” ikinci fıkrası ise; “birinci fıkra kapsamına giren fiillerin açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi halinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir.

Konut dokunulmazlığının ihlali suçunun tanımlandığı birinci fıkranın gerekçesinde; “Konut dokunulmazlığının ihlali, kişinin kendisine özgü barış ve sükûnunu ve yuvasındaki yaşamın sulh ve selametle cereyanı için var olması gerekli güvenlik duygusunun sarsılmasını ifade etmektedir. Bireylere karşı işlenen ve aynı zamanda onların muhtaç oldukları güvenlik ve sükûnu ihlal eyleyen bu fiillerin, hürriyete karşı işlenen suçlar arasında bir suç olarak tanımlanması uygun görülmüştür.”

Maddenin işyeri dokunulmazlığının ihlali düzenleyen ikinci fıkrasının gerekçesinde; “Birinci fıkrada tanımlanan fiillerin açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyeri ve eklentileri hakkında işlenmesi ayrı suç olarak tanımlanmıştır. Bu fıkranın uygulanmasında, birinci fıkrada sözkonusu olan koşullar aranacaktır. Niteliği itibarıyla açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi alışılmış, mutat olan yerler dışında kalan yerlere rıza bulunmaksızın girilmesi bu suçu oluşturacaktır. Avukatlık bürosu ve özel muayenehane gibi izinle girilmesi gereken yerlere örnek olarak gösterilebilir. Keza herkesin herhangi bir koşulu yerine getirmeksizin girebileceği yerlere, söz gelimi süpermarketlere, dükkânlara, mağazalara, halka açık olmadıkları zamanlarda, mesela mesai saatleri dışında rıza hilafına girilmesi halinde de bu suç oluşacaktır. Zira hak sahipleri bu gibi yerlere isteyenin girmesi hususunda daha başlangıçta rızalarını örtülü olarak açıklamış sayılırlar” biçimindeki açıklamalara yer verilmiştir.

Madde gerekçesinde de özenle vurgulandığı üzere, konut dokunulmazlığının ihlali ile mülkiyet ve zilyetlik hakkı değil, kişi hürriyeti korunmaktadır. Kanunda mülkiyet ve zilyetliği koruyan başka hükümler bulunmakta olup, bu suçla kişilerin konutlarındaki güvenlik duygusu, sükûn ve huzurlarının korunması amaçlanmaktadır.

Gerek kanun, gerekse gerekçesinde suçun maddi konusunu oluşturan “konut, işyeri ve eklenti” kavramlarının tanımı yapılmamış, bu kavramlardan ne anlaşılması gerektiği öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır.

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde işyeri; “bir görevin yapıldığı yer, işçinin iş sözleşmesine göre çalıştığı yer” olarak tanımlanmış, öğretide; “esas olarak belirli bir zaman dilimi içinde ya da sürekli, sınaî, sanatsal, bilimsel ve benzeri amaçlara hizmet eden, sabit ya da sabit olmayan kapalı işletme veya satış yerleri” şeklinde açıklanmıştır. ( Serap Keskin Kiziroğlu, Konut Dokunulmazlığının İhlali Suçu, Birinci Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, s. 68 )

Türk Ceza Kanununun nitelikli hırsızlık başlıklı 142. maddesinin birinci fıkrasının suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ( b ) bendinde, sanığın işlemeye kalkıştığı bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkındaki hırsızlık suçu;

“Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, …

İşlenmesi hâlinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” biçiminde düzenlenmiş, yerel mahkemenin hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 18.06.2014 gün ve 6545 Sayılı Kanun’un 62. maddesiyle 142. maddesinin birinci fıkrasının ( b ) bendi yürürlükten kaldırılmış ve maddeye;

“Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, …” şeklindeki ( h ) bendi eklenmiştir.

İlk bakışta bu düzenlemenin “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır” kuralının istisnası olduğu, yani bileşik suç tanımına uyduğu söylenebilir ise de, kanun koyucu bu madde ile hırsızlık suçunun “bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış eşya” hakkında işlenmiş olmasını nitelikli hal olarak düzenlemiş, bina veya eklentiye girmeyi suçun oluşumu açısından unsur olarak aramamıştır. Buna göre, hırsızlık suçunun bu nitelikli halinin, “bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış eşya” hakkında, bina ya da eklentilerine girilerek işlenmesi mümkün bulunduğu gibi, bina veyahut eklentiye girilmeden de işlenebilmesi mümkün olup, her iki durumda da anılan maddenin uygulanması gerekecektir. Bir başka ifadeyle, maddedeki düzenleme ile bina veya eklentilerine girilip girilmemesi değil, çalınan eşyanın bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış olması nitelikli hal açısından önemsenmiştir. Kanun koyucu bu suç tipini bileşik suç olarak hüküm altına almak isteseydi, maddeyi 765 Sayılı Kanunda olduğu gibi “bina veya eklentilerine girilmek suretiyle işlenirse” şeklinde düzenlerdi. Bu sebeple hırsızlık suçunun bu nitelikli halinin işlenmesi sırasında bina veya işyerine ya da eklentilerine girilmesi halinde hırsızlık suçunun yanında ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçu da oluşmakta, buna bağlı olarak failin bu suçtan da cezalandırılması gerekmektedir.

Diğer taraftan kanun koyucu hırsızlık suçunun bina veya eklentilerine ya da işyerine girilerek işlenmesi halinde hırsızlık suçunun yanında ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçunun da oluşacağına dair iradesini pekiştirecek şekilde 5560 Sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 142. maddesine; “hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konut dokunulmazlığının ihlali veya mala zarar verme suçunun işlenmesi halinde, bu suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikâyet aranmaz” biçimindeki dördüncü fıkrayı ilave etmiştir. Eklenen fıkranın gerekçesinde de; “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza kuralı gereği, hırsızlık suçunu işlemek için başkasının konutuna girilmesi veya malvarlığına zarar verilmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmetmek gerekir” denilmek suretiyle, kanun koyucunun amacının, hırsızlık suçunun işlenmesi sırasında gerçekleştirilen diğer suçların da ayrıca cezalandırılması olduğu açıkça ortaya konulmuştur.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın, hırsızlık amacıyla şikâyetçinin cadde üzerindeki bir binanın zemin katında bulunan iş yerinin önüne gelip, iş yerinin giriş kapısının üzerinde bulunan asma kilitleri kırdıktan sonra, güvenlik kamerasını fark etmesi üzerine iş yerine giremeden oradan kaçtığı sabit olan olayda, kanunun benimsediği objektif teori esas alındığında, şikâyetçiye ait iş yerinden hırsızlık yapmak amacıyla kapı üzerindeki asma kilitleri kıran sanığın, şikayetçinin taşınır malını koruduğu egemenlik ve tasarruf alanına müdahale edip, hırsızlık ve işyeri dokunulmazlığının ihlali suçlarının kanuni tanımında belirtilen elverişli hareketlere başladığı, ancak güvenlik kamerasını fark etmesi üzerine içeriye giremeden ve hırsızlık suçunu tamamlayamadan olay yerinden kaçtığı, bu ana kadar gerçekleştirdiği eylemin, işyeri dokunulmazlığının ihlali ve hırsızlık suçunun kanuni tanımında öngörülen neticeyi meydana getirmeye elverişli olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, eyleminin tamamlanmış mala zarar verme suçunun yanında, nitelikli hırsızlık ve işyeri dokunulmazlığının ihlali suçlarına teşebbüsü de oluşturacağının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 01.03.2016 gün 484-108 ve 05.04.2016 gün 849-175 Sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu itibarla, yerel mahkemece sanık hakkında mala zarar verme suçunun yanında, nitelikli hırsızlık ve işyeri dokunulmazlığının ihlali suçlarına teşebbüsten mahkûmiyet hükmü kurulmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, usul ve kanuna uygun olan yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- )Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- )Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 29.01.2015 gün ve 17482-2388 Sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- )Usul ve kanuna uygun olan Malatya 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 11.04.2013 gün 158-360 Sayılı işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna teşebbüsten kurulan mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA,

4- )Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 31.01.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2016/3-843 Karar: 2016/379 Tarih: 25.10.2016

  • TCK 21. Madde

  • Kast

Kasten yaralama suçundan sanık …‘nın 5237 Sayılı TCK’nun 86/1, 86 /3-e, 87/1-d,, 87/1-son,, 62,, 53,, 54, 63. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin, Alanya 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13.03.2014 gün ve 241-93 Sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 14.01.2016 gün ve 17141-709 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.02.2016 gün ve 191317 sayı ile;

“… Sanık …‘ı kasten yaralama suçundan, hakkında meşru savunma nedeni ile beraatına karar verilen …‘ın, bir arkadaşına ait motosikletin iade edilmemesi sebebiyle ….’ın bilgisine başvurduğu, bu şekilde başlayan diyaloğun, …‘ın agresif tutumuyla kavgaya dönüştüğü, bu sırada …‘ın arkadaşı olan mağdur … ve arkadaşlarının kavgayı ayırmaya kalkıştığı anda, sanığın bu kez Uğur’un karın bölgesine sap kısmı on bir santimetre, namlu kısmı onüç santimetre olan bıçakla kuvvetlice vurduğu, … ile birlikte çevreden yetişenlerin ve polisin de müdahaleleri ile sanığın eylemini tamamlayamadığı, aldığı bu bıçak darbesi sonucu, karaciğerde çift taraflı harabiyete, midede yırtılmaya ve hayati tehlikeye neden olacak şekilde yaralanan mağdurun, yapılan ameliyat sonucu hayatta kaldığı olayda, Başsavcılığımız ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, sanığın mağdura karşı işlediği fiilin, ‘kasten yaralama’ suçunu mu, yoksa ‘öldürmeye teşebbüs’ suçunu mu oluşturduğuna ilişkindir.

Suçta kullanılan aletin öldürmeye elverişliliği, hedef alınan vücut bölgesi, darbenin şiddeti, yaranın niteliği ve engel halin varlığı dikkate alındığında, eylemine bağlı olarak ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu anlaşılan sanığın, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı birlikte değerlendirilerek ‘öldürmeye teşebbüs’ suçundan sonuca etkili olacak şekilde makul bir ceza ile cezalandırılması yerine, suç niteliğinde yanılgıya düşülerek, yazılı biçimde ‘kasten yaralama’ suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi sebebiyle hükmün bozulması ve 1412 Sayılı 326/ son maddesi uyarınca sanığın ceza miktarı yönünden kazanılmış hakkının korunması yerine, aksi görüşle onanmasına karar verilmesinin kanuna aykırı olduğu…”,

Görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince, 17.03.2016 gün, 3000-6964 sayı ile itiraz nedeni yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Sanık … hakkında kasten yaralama suçundan verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme sanık … hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu mu, yoksa kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

29.06.2013 tarihinde saat 02.20 sıralarında Alanya ilçesinde bulunan … Bar isimli işyeri önünde kavga olduğunun kolluk kuvvetlerine ihbarı üzerine, olay yerine giden polis ekibinin, yaşanan kavgaya müdahale edip, karın bölgesinde kan olduğu görülen mağdur …‘ın hastaneye sevkini sağladığı, olay yerinde bulunan sanık …, tanık … ve …‘ın polis karakoluna götürüldükleri, bir adet bıçak ile sapı yaklaşık 30 cm olan zincir sarılı sopanın ise muhafaza altına alındığının tutanakla tespit edildiği,

Mağdur … hakkında Alanya İlçe Devlet Hastanesince düzenlenen kati raporda; mağdurun karın ön duvarında, göbek deliğinin 10 cm üzerinde, 1 cm genişliğinde 1 adet kesici delici alet yarasının bulunduğu, söz konusu yaranın batına nafiz olduğu, karaciğer sol lobu önden arkaya kateden bıçağın midede serozal yırtığa neden olduğu, batın içinde 300 cc kan bulunduğu, söz konusu yaralanmanın mağdurun yaşamını tehlikeye soktuğunun bildirildiği,

Sanık … hakkında düzenlenen adli raporda; sırt bölgesinde yatay şekilli yaklaşık 20 cm uzunluğunda kızarıklık bulunduğu, yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, alkolmetre ile yapılan ölçümde 0,64 promil alkollü olduğunun belirtildiği,

Kavgaya karışan … hakkında düzenlenen adli raporda; sağ göz kapağı dış yanında 0,5 cm uzunluğunda kesi bulunduğu ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu bilgilerine yer verildiği,

Tanık … hakkında düzenlenen adli raporda ise; herhangi bir darp cebir izinin bulunmadığının ifade edildiği,

Bilirkişi raporlarında sanığın suçta kullandığı sap kısmı 10,5 cm, kesici kısmı 11,5 cm uzunluğunda olan tek tarafı keskin bıçağın, mutfak bıçağı niteliğini taşıdığı, … tarafından kullanılan sap kısmı 38 cm uzunluğundaki sopa üzerinde ise çengelli vida ile tutturulmuş 74 cm uzunluğunda çift sargı metal zincir bulunduğu her iki aletin, 6136 Sayılı Kanun kapsamında yasak nitelikteki aletlerden olmadığı tespitlerine yer verildiği,

Anlaşılmaktadır.

Mağdur …; 29.06.2013 tarihinde … karşısında arkadaşları … ve … ile birlikte oturduğu sırada, daha önceden tanımadığı sanık …‘nın bir arkadaşı ile birlikte yanlarına geldiğini, sanığın yanındaki arkadaşı ile sözlü olarak tartıştığını, olay anında alkollü olduğu için tartışma konusunu hatırlamadığını, daha sonra aralarında bir arbede yaşandığını, … ile bir şahsın da tartıştığını, ayırmak istediği sırada yaralandığını, bıçaklanma anını hatırlamadığını, kimseden şikayetçi olmadığını beyan etmiş,

Tanık …; 29.06.2013 günü saat 02.00 sıralarında …‘ın ara sıra gördükleri sanık ile konuşmak için yanına gittiğini, sanık ile …‘ın kavga etmeye başladıklarını, sanığın …‘a yumruk attığını, kendisi ve mağdurun teknenin yanında bulunduklarını hemen yanlarına gidip kavgayı ayırmaya çalıştıkları sırada sanığın cebinden çıkardığı bıçağı rastgele sallamaya başladığını ve bıçağı mağdurun karnına sapladığını, ayırmaya çalıştıkları sırada polislerin geldiğini belirtmiş,

… kollukta; olay günü sanığı gördüğünü, konuşmak için yanına gidip koluna dokunduğunu, sanığın kendisine yumruk attığını, bir anda ortalığın kalabalıklaştığını, arkadaşları olan mağdur ve …‘in gelerek kavgayı ayırmaya çalıştıklarını, sanığın bu sırada cebinden çıkardığı büyük bir bıçağı rastgele sallayıp, mağdurun karnına sapladığını, kendisinin de tekneye giderek iki tarafı ahşap, ortası zincirli sopayı alıp geri geldiğini, bu sırada polislerin kendilerini yakaladıklarını,

Cumhuriyet savcılığında; olay tarihinde, daha önceden tanıdığı sanığın birileriyle kavga ettiğini, mağdur ile kavgayı ayırmaya çalışırken mağdurun yaralandığını, sanığın kendisine yönelik bir hareketinin bulunmadığını,

Mahkemede ise; sanığı önceden tanımadığını, olay günü konuşmak için yanına çağırdığını, ancak sanık ve yanındakilerin kendisine ve arkadaşlarına saldırdıklarını, sanığın kendisine yumruk attığını, daha sonrada cebinden çıkardığı bıçak ile mağduru yaraladığını, kendisinin de çalıştığı tekneden zincirli bir sopa aldığını ama bunu kullanamadan polislerin gelip kendilerini yakaladığını anlatmış,

Sanık … Cumhuriyet savcılığında; olay günü arkadaşı …‘la marketten bira aldığını, kale civarında saat 01.30’a kadar içtiklerini, daha sonra iskeleye inip … karşısında gezdiklerini, bu sırada üç kişinin aralarında tartıştıklarını, ne olduğunu merak ettiği için yanlarına gittiğinde, bu üç kişinin birden kendisini dövmeye başladıklarını, sarhoş olduğu için diğer ayrıntıları hatırlamadığını, kimseyi bıçaklamadığını,

Mahkemede ise; olay günü arkadaşları ile birlikte kaleye çıkıp içki içtiklerini, daha sonra tekrar iskeleye indiklerinde tanımadığı bir şahsın omzuna çarptığını, alkollü olan bu kişi ile aralarında bir arbede çıktığını, 7-8 kişinin birden kendisine saldırarak darp ettiklerini, … ve mağduru daha önceden tanımadığını, hiçbiriyle husumetinin bulunmadığını, olay sırasında yanında olan dayısının oğlunun kavgayı ayırmaya çalıştığını, abisinin ise sonradan kavga yerine geldiğini, yanında bıçak ya da benzeri bir cisim olmadığını, mağdurun nasıl yaralandığını bilmediğini savunmuştur.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun “Suça teşebbüs” başlıklı 35. maddesinde5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun “Suça teşebbüs” başlıklı 35. maddesinde; “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan sebeplerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” hükmü yer almaktadır.

Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kastolunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından sonra, elde olmayan sebeplerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel nedenlerden kaynaklanmalıdır.

Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna “sübjektif unsur” denir. Failin gerçekleştirdiği davranış ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini belirleyebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçta da, işlenmek istenen suç tipindeki bütün unsurlar failce bilinmelidir. ( İçel Suç Teorisi, Kayıhan İçel, Füsun Sokullu Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih S. Mahmutoğlu, Yener Ünver 2. Kitap, 2. Baskı, İstanbul, 2000, s.315. )

Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 765 Sayılı yürürlükte olduğu dönemde verilmiş olup, kabul edilen ilkeler açısından 5237 Sayılı teşebbüse dair 35. maddesi yönüyle de varlığını devam ettiren 04.06.1990 gün ve 101-156 Sayılı kararında da; “teşebbüste aranan kast, icrasına başlanmış cürmü teşebbüs aşamasında bırakma kastı olmayıp, söz konusu suçu tamamlamaya yönelmiş kasttır” şeklinde açıklanmıştır.

Kasten yaralama suçu ile kasten öldürme suçuna teşebbüs arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayandığından, sanığın kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun çözülmesi gerekmektedir.

5237 Sayılı TCK’nun 21/1. maddesine göre, suçun kanuni tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.

İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2003 gün ve 2003/1-196-212, Ceza Genel Kurulu’nun 30.09.2003 gün ve 2003/1-226-229, Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2008 gün ve 2008/1-88-184, Ceza Genel Kurulu’nun 31.03.2009 gün ve 2008/1-248-82 ile Ceza Genel Kurulu’nun 18.02.2014 gün 2013/1-325-73 Sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesinde; fail ile mağdur arasında husumet bulunup bulunmadığı, varsa husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânı olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir sebepten dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmalıdır.

Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken ölçütler farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Olay günü, gece saat 02.30 sıralarında alkol alarak dolaşmakta olan sanık ile …‘ın Alanya iskelesinde karşılaştıkları, sanığın tartışmaya başladığı …‘ın yüzüne yumrukla vurması sonucu kavga çıktığı, …‘ın arkadaşları olan mağdur ile tanık …‘in kavgaya müdahale ettikleri sırada, sanığın üzerinde taşıdığı bıçağı çıkarıp sallamaya başladığı, bu esnada mağdurun batın üst bölgesine isabet eden tek bıçak darbesi sonucu karaciğer ve midesinden yaralanarak yaşamsal tehlike geçirdiği, yaşanan kavganın polis memurlarının gelmesi ile sona erdiği anlaşılan olayda; mağdurla aralarında husumet bulunmayan sanığın ani gelişen hareketli kavga ortamında mağdurun hayati bölgesine bilerek ve isteyerek vurduğuna dair kesin bir belirlemenin yapılamayışı, mağdurda tek bıçak darbesinin bulunması, mağdurun dahil olduğu tarafın sayıca daha üstün olduğu karşılıklı kavgada sanığın mağdura vurduğu ilk darbe sonrasında öldürmeye yönelik sonucu elde ettiğini belirlemesinin mümkün olmayışı, oluşan yaralanma sonrasında sanığın eylemini devam ettirmek istediğini gösterir kesin delillere ulaşılamaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, sanığın kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine dair yerel mahkeme hükmü ve bu hükmün onanmasına dair Özel Daire kararı isabetli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,

1- )Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- )Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.10.2016 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS