0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Şüpheli veya Sanık Beyanı Delilinin Mahiyeti Nedir?

(CGK-K.2022/430)

Ön sorunun sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulması bakımından “Ceza muhakemesinde delil türleri” kapsamında “Şüphelinin beyanı” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.

Ceza muhakemesinde delil türleri konusunda öğretide farklı tasnifler yapılmakla birlikte delillerin genel itibarıyla “Beyan”, “Belge” ve “Belirti” olmak üzere üç başlık altında incelendiği görülmektedir. Öğretide yar alan bu sınıflandırmanın yanında, deliller ispat işlevi yönünden (doğrudan delil - dolaylı (yan) delil) ve içeriği (konusu) yönünden (beyan delili - belge delili - belirti delili ve bilimsel deliller) de tasnife tabi tutulmaktadır (Fatih Birtek, Ceza Muhakemesinde Delil ve İspat, … Yayınevi, 2. Baskı, s. 71 vd.).

Yukarıda da ifade edildiği üzere amacı, isnada konu maddi gerçeği ortaya çıkarmak olan ceza yargılamasında, ispat işlevi yönünden somut olaya münhasır delillerden biri de “beyan” delilidir. Beyan, tanığa, şüpheli veya sanığa kendisi ya da başkaları dışındaki taraflardan birine ait olabilir. Şüphelinin beyanı, itirafı, inkarı veya kısmen itirafı içerebileceği gibi suç atma (atf-ı cürüm) şeklinde de olabilir (Vahit Bıçak, Suç Muhakemesi Hukuku, … 2011, s. 437). Sanığın isnat bakımından önemli görülen olayları beyanıyla kabul etmesi şeklinde tanımlanabilecek olan ikrar ise; eylem hakkında en çok bilgisi bulunanın beyanı olması, soruşturmayı esaslı surette kolaylaştırması, özgür iradeyle verilip gerçeğe de uygun olduğunun saptanması hâlinde yargıcın vicdani kanaatinin oluşumunda olumlu katkısının bulunması itibarıyla önemli bir sübut vasıtasıdır.

Bir suçun işlendiği bilgisinin alınmasından sonra, kolluk tarafından yapılan bilgi toplama faaliyeti kapsamında yapılan araştırma sırasında, henüz suç şüphesi altında olmayan kişilerin verdikleri bilgiler ifade alma ya da sorgu olarak değerlendirilemez (Birtek, s. 82). Ancak kolluğun belirli kimseler üzerinde şüphenin somutlaşmasını takiben bu kimselere soru sorması artık ifade almadır ve ifade alma usulüne tabi olmalıdır (Yener Ünver -Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, C. 2, … 2013, s. 107.).

Şüpheliye, kendisine yüklenen isnat bildirilmeksizin ve hakları hatırlatılmaksızın yapılan “Ön görüşme”, “Dostane sohbet” ya da “İfade öncesi mülakat” gibi yöntemlerle alınan beyanlar da “İfade alma” ve dolayısıyla “Delil” olarak kabul edilemez (Birtek, s. 82). Ancak şüphelinin kendiliğinden yaptığı açıklamalar ve Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 15. maddesi uyarınca soruşturmaya ilişkin bilgi toplama faaliyeti kapsamında kolluğa verilen cevaplar delil olarak kabul edilebilecektir (… Centel - Hanife Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Bası, … 2014, s. 216; Doğan Gedik - Mahir Topaloğlu, Ceza Muhakemesinde İspat ve Şüphenin Sanık Lehine Yorumlanması, … 2014, s. 49.). Nitekim henüz kendisine suç isnadı yapılmamış bir kimsenin tanık olarak dinlenmesine ve bu beyanın duruşmada okunarak delil olarak kabul edilmesinde hukuki bir engel bulunmamaktadır (Metin Feyzioğlu, Ceza Muhakemesi Hukukunda Tanıklık, … 1996, s. 49-50.). Bununla birlikte Roxin’in de belirttiği üzere tanık olarak dinlenen bu kimsenin beyanının ileride kendisi aleyhine delil olarak kullanılabilmesi mümkün değildir. Çünkü bir kimsenin beyanının kendisi aleyhine delil olarak kullanılabilmesi için haklarının hatırlatılmış olması gerekmektedir (Claus Roxin, İspat Hukukunun Esasları, Çeviren: Yener Ünver, … Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 8, Y. 4, Güz 2005/2, s. 283.).

Öte yandan CMK’nın 217. maddesinde;

“1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” şeklindeki düzenlemeyle hâkimin ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabileceği hüküm altına alınmıştır.

Anılan Kanun’un 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinde de, ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı ifade edilerek hukuka uygun olarak elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı açıklanmıştır. Kaldı ki, aynı Kanun’un 230. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur.

Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;

Olay tarihinde sanık ile ölenin yaklaşık dört yıldır evli oldukları, bu evlilikten sekiz aylık müşterek bir çocuklarının olduğu, … Üniversitesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı tarafından düzenlenen 05.01.2010 tarihli ve 2508-13/10 sayılı rapor ile diğer tıbbi evraktan anlaşıldığı üzere birkaç kez intihar girişiminde bulunmasına sebep olan psikolojik rahatsızlığı (major depresyon) bulunan ve daha önce de bu rahatsızlığı nedeniyle takip ve tedavi gören sanığın olay tarihinde saat 18.30 sıralarında dışarıda yemek yemek amacıyla sevk ve idaresindeki …plakalı aracıyla, yanında ölen de bulunduğu hâlde, kayınvalidesinin Bademli’de bulunan evine giderek müşterek çocuklarını buraya bıraktığı, ölenle birlikte sevk ve idaresindeki araçla Mudanya istikametinden … istikametine doğru giderken … Karayolunun 32. kilometresinde bulunan viraja geldiği, olay yerinden aracıyla geçmekte olan tanık …’ın ifadesinde belirtildiği üzere; sanığın aracının saatte 60-70 kilometre hızla girdiği virajı dönemeyerek yolun sağındaki yaklaşık 16 metrelik stabilize alanı da geçmek suretiyle uçuruma yuvarlandığı, 22.11.2009 tarihli ve 116 sayılı “Trafik Kazası Tespit Tutanağı”na göre sanığın olay sırasında fren tedbirine başvurmadığı gerek sanığın gerekse ölenin emniyet kemerlerinin takılı olup olmadığı hususunun belirli olması, bununla birlikte trafik bilirkişisi tarafından tanzim edilen 18.06.2014 tarihli raporda ölenin emniyet kemerinin takılı olmadığının değerlendirildiği, 11.01.2010 tarihli otopsi raporunda; …‘ın ölümünün trafik kazası ile husulü mümkün genel beden travmasına bağlı iç organ yaralanması, boyun omuru kırıklı çıkığı ve omurilik hasarından kaynaklandığının belirtildiği, 25.11.2009 tarihli olay yeri inceleme raporu ile mahallinde yapılan keşif sonucu düzenlenen 12.10.2011 tarihli bilirkişi raporunda; kazanın meydana geldiği yolun yedi metre genişliğinde ve iki yönlü asfalt kaplama olduğu, zeminin kuru, dik yokuş, geniş ve sola yatık viraj özelliklerini taşıdığı, olay yerinde aydınlatmanın bulunmadığı, kaza mahalline kadar yaklaşık beş kilometrelik yol keskin virajlı olmasına ve son 300 metre mesafede sağa keskin viraj bulunmasına rağmen sanığın bu kısımları başarıyla geçerek yola devam ettiği ve meydana gelen kazada 2918 sayılı Kanun’a aykırı hareket ettiği tespitlerine yer verildiği, 22.11.2009 tarihli “Olay … Tespit Tutanağı”nda ifade edildiği üzere; olay nedeniyle kazanın olduğu yere giden jandarma görevlileri tanıklar …, … … ve …‘nın sahil kenarında öleni yerde yatar vaziyette gördükleri, yaptıkları kontrol neticesinde ölende herhangi bir hayat belirtisi tespit edemedikleri, yaklaşık 15-20 metre mesafede aracı görüp o yöne gittiklerinde sanıkla karşılaştıkları, olayın nasıl gerçekleştiğini sordukları sanığın; “Ailevi sorunlarımız vardı. Yolda gelirken direk uçurumdan aşağıya direksiyonu kırdım. İkimiz de ölelim diye kırdım. Bilerek yaptım!” şeklinde karşılık verdiği, yerde yatan eşini gören sanığın; “Kesin ölmüştür. Ben de ölmeliydim, sadece o ölmemeliydi!” diyerek eşini kontrol etmek istediği, görevlilerce izin verilmemesi üzerine de “Sizin silahınız yok mu? Benim kafama sıkın! Benim ölmem gerekiyordu!” biçiminde sözler söylediği, sanığın sonraki aşamalarda vermiş olduğu tüm ifadelerde ise olayın kaza sonucu meydana geldiğini ve olayın hemen ardından jandarma görevlilerine söylediği sözleri hatırlamadığını savunduğu, … Üniversitesince düzenlenen 22.11.2009 tarihli “Adli Rapor”da, meydana gelen kaza nedeniyle yaralanan sanığın hayati tehlikesinin bulunmadığı görüşünün yer aldığı, 20.11.2019 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda sanığın cezai sorumluluğunun tam olduğunun belirtildiği, olayın tek görgü tanığı olan …‘ın da aşamalarda; fren sesi duymadığını, yerde fren izi görmediğini, havanın karanlık olduğunu ancak yağış ve sis bulunmadığını ifade ettiği hususunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Yargıtay 1. Ceza Dairesi arasında uyuşmazlık bulunmayan olayda;

Bir suçun işlendiği bilgisinin alınmasından sonra, kolluk tarafından yapılan bilgi toplama faaliyeti kapsamında yapılan araştırma sırasında, henüz suç şüphesi altında olmayan kişilerin verdikleri bilgiler ile şüphelinin kendiliğinden yaptığı açıklamalar ve Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 15. maddesi uyarınca soruşturmaya ilişkin bilgi toplama faaliyeti kapsamında kolluğa verilen cevapların ifade alma ya da sorgu kapsamında kalmaması nedeniyle delil olarak kabul edilmeleri ve hükme esas alınmaları mümkün ise de;

Jandarma görevlilerinin olay yerine gittiklerinde uçurumdan yuvarlanan aracın sürücüsü olan sanığı yaralı, sanığın eşi olan …‘ı ise ölü vaziyette görmeleri sebebiyle en azından taksirle ölüme neden olma suçu bakımından sanık üzerinde somutlaşan bir şüphenin bulunması, kolluk görevlileri tarafından bilgisine başvurulmadan önce sanığa CMK’nın 147. maddesinde belirtilen haklarının hatırlatılmaması ve eşinin ölümü ile sonuçlanan olayın hemen ardından müdafii bulundurulmaksızın jandarma görevlilerine verdiği 22.11.2009 tarihli tutanağa konu beyanların sonradan sanık tarafından doğrulanmaması sebebiyle anılan tutanak ile bu tutanağı düzenleyen tanık jandarma görevlileri …, … … ve … tarafından verilen ifadelerin CMK’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 206 ve 217. maddeleri uyarınca hükme esas alınmasının mümkün olmadığı kabul edilmelidir. Açıklanan sebeplerle Yerel Mahkemece, sanığın olayın hemen ardından jandarma görevlilerine verdiği 22.11.2009 tarihli tutanağa konu beyanları ile bu tutanağı düzenleyen tanık jandarma görevlileri …, … … ve … tarafından verilen ifadeler dışındaki mevcut delillere göre, gerektiğinde itiraza konu eylem ile ölüm neticesinin meydana gelmesinin muhakkak olup olmadığı hususunda bilirkişi raporu da aldırılmak suretiyle, sanığın eyleminin nitelendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.


Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı ve altı Üyesi;

“Sanığın olayın hemen ardından jandarma görevlilerine verdiği 22.11.2009 tarihli tutanağa konu beyanın ikrar niteliğinde olup olmadığı bu kapsamda yerel mahkemece hükme esas alınmasının hukuka uygunluğu değerlendirilecektir.

Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet Savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi, “ifade alma” olarak tanımlanmıştır. (CMK 2-1g md) CMK 161’inci maddesine göre, ifade alma işlemi bizzat Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılabileceği gibi; Cumhuriyet Savcısının talimatıyla kolluk görevlileri tarafından da yapılabilir. Cumhuriyet Savcısının talimatı olmaksızın kolluk görevlileri tarafından yapılan ve uygulamada “bilgi alma” şeklinde tutanağa bağlanan işlem 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 15’inci maddesi gereğince “Polis; yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat lazım gelen kimseleri çağırır ve kendilerine lüzumlu olan şeyleri sorar” hükmüne dayanmaktadır.

İfade alma sırasında CMK’da öngörülen sınırlayıcı kurallara uyulması zorunluluğu tartışmadan varestedir.

Şüpheli veya sanık olay hakkında doğrudan doğruya bilgi sahibi olan tek kişidir. Bir çok suçta mağdurun olaya ilişkin doğrudan doğruya bilgisi bulunamaz. Bu nedenle şüpheli veya sanık beyanı, olayın aydınlatılması bakımından son derece önemlidir. İfade alma genel bir tanımla, ifade alanın şüphelinin karşısına resmi bir sıfatla çıkmasını ve ondan bilgiyi istemesini ifade eder. Ceza muhakemesinde yapılan en önemli işlemlerden olan ifade almanın amacı muhakemenin amacıyla aynı doğrultudadır. Yani ifadeyi almada da, maddi gerçeği bulmak için, resmi makamlarca soru sorulması, bilgi toplanması, şüpheli açısından ise savunma söz konusudur. Kolluk, suçu öğrenir öğrenmez araştırmalara başlar. Suç şüphesinin belirli bir kişiyi göstermediği aşamada etraftakilere rastgele soru sorabilir. Henüz suç şüphesi altında olmayan kişilerin verdikleri bilgiler ifade alma ya da sorgu olarak değerlendirilemez (Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Bası, … 2014, Sayfa:215; Ünver Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, C. I-II, … 2013, C:2, Sayfa :107, 111; Gedik Topaloğlu, Ceza Muhakemesinde İspat ve Şüphenin Sanık Lehine Yorumlanması, … 2014, Sayfa:49.).

Ancak, kolluğun belirli kimseler üzerinde şüphenin somutlaşmasını takiben bu kimselere soru sorması artık ifade almadır ve ifade alma usulüne tabi olmalıdır (Ünver/Hakeri C:2, Sayfa:107.). Şüpheliye, kendisine yüklenen isnat bildirilmeksizin ve hakları hatırlatılmaksızın yapılan “öngörüşme”, “dostane sohbet” ya da “ifade öncesi mülakat” gibi yöntemlerle alınan beyanlarda “ifade alma” ve dolayısıyla da delil olarak kabul edilemez (Fatih Birtek, Ceza Muhakemesinde Delil ve İspat, 2. Baskı, Sayfa:82.).

Şüphelinin kendiliğinden yaptığı açıklamalar ve kolluğun soruşturmaya ilişkin bilgi toplama faaliyeti kapsamında kolluğa verilen cevaplar delil olarak kabul edilebilecektir (Centel, Zafer, Sayfa:216; Gedik Topaloğlu, Sayfa:49.).

Kendisine suç isnadı yapılmamış bir kimsenin tanık olarak dinlenmesine ve bu beyanı duruşmada okunarak delil olarak kabul edilmesinde hukuki engel bulunmamaktadır (Feyzioğlu, Tanıklık Sayfa:49-50.). O halde ani olarak yapılan açıklamalar ve bilgi toplama esnasında elde edilen bilgiler, henüz kimin şüpheli olduğu bilinmediğinden, ifade sayılmaz bunlar için ifade almaya özgü kurallara uyulması gerekmez. Bu arada, ileride şüpheli/sanık olabilecek kişilere de bu yolla soru sorulmuş veya o kendiliğinden açıklama yapmış olabilir. Ani açıklamalar ve bilgi toplama kapsamında kolluğun sorduğu sorulara verilen cevaplar, ifade alma usulüne uyulmamış olmasına rağmen kovuşturma evresinde değerlendirmeye alınır (Centel, Zafer, Sayfa:242-245.).

Şüpheli veya sanığın kendisine isnat olunan maddi vakıayı-olguyu ve bu vakıadan doğan ceza sorumluluğunu üstlenmesi “ikrar” olarak tanımlanmaktadır. İkrar bir emare olmayıp doğrudan doğruya delildir (Gedik, Topaloğlu Sayfa:41; Ünver Hakeri, C:2, Sayfa:116.).

Vakıanın bütününü kapsayan ikrarın tam ikrar olarak adlandırıldığı, hukukumuzda ikrarın bölünmezliği prensibi bulunmadığı için, kısmi ikrarda hakim tarafından delil olarak takdir edilebilir (Erem, Faruk, Ceza Usulü Hukuku, Genişletilmiş Beşinci Bası, … 1978, Sayfa: 404; Selçuk, Kanıtların Toplanmasında Yasallık, Sayfa:57.). Bilindiği üzere emare, “belirti, iz, ip ucu” anlamını taşımaktadır. Muhakeme Hukuku bakımından ise “suçun, sanıkça işlendiği kanısını uyandıracak nitelikte olmakla birlikte, bağımsız biçimde ve kesin bir kanıt gücü olmayan “ip ucu” anlamına gelmektedir (Birtek, age, 2. Baskı, Sayfa:25.).

Emareler tek başlarına eylemin sanık tarafından işlendiğini doğrudan ispat etmezler. Doğrudan delillerle hakimin zihninde ortaya çıkan “oluşun ya da kabulün” bir bütün haline getirilmesinde, olayın gelişiminin ortaya konulmasında hakime yardımcı olurlar. Bu yönüyle emareler tamamlayıcı mahiyette ispat araçlarıdır. Bir vakıanın belirti (emare) sayılabilmesi ve hükme esas alınabilmesi için, hakimin o vakıanın somut olayla ilgili olup olmadığını, akıl ve mantık kuralları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir (Erem, Ceza Usulü Hukuku Sayfa:398.).

Emareler diğer delillerle birlikte ve diğer delilleri doğrulayan tamamlayan tarzda ise ispat aracı olarak kullanılabilir. İkrarın delil olarak kabul edilebilmesi için, akli melekeleri yerinde olan şüpheli veya sanık tarafından, Cumhuriyet Savcısı veya hakim huzurunda, tesadüfen değil doğrudan doğruya hususen ve maddi veya manevi cebir altında olmadan, kendiliğinden, ispatı zorunlu hususlarda ilgili olacak ve karışıklığa mahal vermeyecek bir şekilde yapılmış olması ve daha sonradan geri alınmamış bulunması gerekmektedir (Erem, Ceza Usul Hukuku, Sayfa:402; Centel Zafer Sayfa:222; Bıçak, Suç Muhakemesi Hukuku, Sayfa:437.).

Yargıtayın istikrarlı uygulamasına göre de; “ vicdani delil sisteminin geçerli olduğu Ceza Muhakemesi Hukukumuzda, özgür iradeye dayalı olan ikrarın da, dosyada varlığını koruyan diğer tüm deliller gibi hakim tarafından serbestçe taktir edilip değerlendirilmesi gerekecektir. bir kimsenin, hangi saikle olursa olsun suçlu olmadığı halde kendisine suçlu sayılması veya bir başkasının suçunu kabullenmesi mümkündür. Bu durumda ikrarın hangi aşamada gerçekleştiği, özgür iradeye dayalı olup olmadığı, ikrarda bulunanın beyanının ciddiyetini ve doğacak sonuçları bilip bilmediği, ikrarın başka delillerle desteklenip desteklenmediği, hayatın olağan akışına uygun olup olmadığı, şüpheden arınmışlığını ve güvenirliğini zayıflatacak biçimde ikrardan dönülüp dönülmediği gibi hususlar göz önünde bulundurulmak suretiyle, somut olaydaki ikrarın değeri ortaya konulmalı ve ispat sorunu bu şekilde çözümlenmelidir.” (Yargıtay CGK 29.11.2005 tarih, Esas 2005/7-144, Karar 2005/150; 26.03.2013 tarih, Esas 2012/10-1319, Karar 2013/98.). Tüm bu açıklamalar ışığında somut olayda; sevk ve idaresindeki aracın kontrolden çıkıp uçuruma yuvarlanması sonucu sanığın yaralanması ve eşinin ölümüyle sonuçlanan olaydan hemen sonra olay yerine gelen Jandarma görevlilerine, hakları hatırlatılmadan ve kendisine soru yöneltilmeksizin kazanın oluşuyla ilgili bulunduğu beyanı “ikrar” olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmamakla birlikte, kendiliğinden verilen ifade olarak değerlendirilip maddi olayın oluşuna ilişkin “emare” niteliğinde değerlendirilmesi amacıyla, beyanların adli kolluk görevlileri tarafından tutanağa bağlanmasının hukuka aykırı olmadığı, ancak emare olarak kabul edilebilecek bu beyanın; savcılık aşamasında geri alınmış olması nedeniyle sanığın çok kısa süre önce gerçekleşen kazanın şoku içinde suçluluk psikolojisiyle beyanda bulunup bulunmadığı, bir başka deyimle sonuçlarının algılanması neticesinde özgür iradeye dayalı olup olmadığı değerlendirilerek, elde edilen diğer delillerle birlikte maddi vakıanın mahkemece belirlenmesi gerekmektedir. Diğer taraftan sanığın emare niteliğindeki beyanının hükme esas alınması halinde; meydana gelen eylem sonucunda sanık yönünden ölüm sonucunun gerçekleşmediğine göre, kaza yerinde keşif yapılarak kasten aracın uçuruma sürülmüş olması halinde, ölüm neticesinin muhtemel mi yoksa muhakkak mı olduğu değerlendirilerek suç vasfının da buna göre belirlenmesi gerektiğinden hükmün bozulmasına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmakla birlikte sanığın hakları hatırlatılmadan kendiliğinden beyanda bulunması hukuka aykırı yöntem olduğuna dair görüşe iştirak etmek mümkün olmamıştır.

UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS