0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Dava Açma Süresi

İYUK Madde 7

1.Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.

2.Bu süreler;

a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,

b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği; Tarihi izleyen günden başlar.

3.Adresleri belli olmayanlara özel kanunlarındaki hükümlere göre ilan yoluyla bildirim yapılan hallerde, özel kanununda aksine bir hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün sonra işlemeye başlar.

4.İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz.



İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) 7. Madde Emsal Danıştay Kararları


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2015/5679 Karar : 2018/67 Tarih : 16.01.2018

  • İYUK 7. Madde

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi`nce; tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü’nde ikamet eden davacıların can ve mal güvenliği sağlanamadığı için 1995 yılında köylerini boşalttıkları ve halen köylerine geri dönüş sağlayamadıkları, 1995 yılı ile 2006 yılı arasındaki dönem için uğradıkları zararların kısmen kabul edildiği ve 28/12/2010 tarihinde ödendiği belirtilerek, 2006 yılından itibaren devam eden zararların tazmini ve ödeme yapılan kısım için ise boşalma tarihinden itibaren işletilecek yasal faizin ödenmesi istemiyle 26/12/2013 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Van 3. İdare Mahkemesi’nce; dava konusu işlemin L, , , , , , , , , , , , , , , , ‘e yönelik kısmının iptali istemi açısından davanın ehliyet yönünden reddine, diğer davacılar açısından ise 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27/07/2004 tarihinden sonra oluştuğu öne sürülen zararlara yönelik olarak Kanunun 6. maddesinde; zarar görenin veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her halde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları halinde gerekli işlemlere başlanacağının belirlendiği, bu sürelerden sonra yapılacak başvuruların kabul edilmeyeceğinin hükme bağlandığı anlaşılmakla davacının süregelen zararları yönünden başvuru yaptığı hususu da gözetilerek idareye başvuru yaptığı 26/12/2013 tarihinden geriye doğru bir yıllık süreyi aşan (26/12/2012 tarihinden önceki dönemlere ilişkin) kısmı bakımından süresinde yapılmış bir başvuru olduğunun kabulüne imkan bulunmadığından dava konusu işlemin bu kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin başvurudan geriye doğru bir yıllık dönemi aşan kısmı yönünden davanın reddine, dava konusu işlemin davacıların idareye başvuru yaptığı 26/12/2013 tarihinden geriye doğru bir yıllık süreye ilişkin kısmının incelenmesinden; 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra oluşan zararların tazminini de kapsadığı, davacıların terör olayları nedeniyle boşalttığı köyüne hali hazırda geri dönemediği ve süregelen zararların devam ettiği iddiaları da göz önüne alındığında, zarar tespit komisyonunca, anılan köyün tazminat istenilen dönemde boş olup olmadığı hususunun ilgili kurumlardan gerekli bilgi ve belgeler temin edilerek, anılan köyün terör olayları nedeniyle tamamen boşaltılması ve devam eden terör olayları nedeniyle geri dönüş yapılamamasının tespit edilmesi halinde davacıların mal varlıkları gerekirse mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle oluştuğu önü sürülen zararı tespit edilerek komisyonca bir karar verilmesi gerekirken aksi yönde tesis olunan işlemin bu kısmında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin başvurudan geriye doğru bir yıllık döneme ilişkin kısmının iptaline, davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faize yönelik olarak yapılan değerlendirme sonucunda, Uzundere Köyü’nün boş kaldığı 1995-2006 dönemine ilişkin olarak 28/12/2010 tarihinde ödeme yapıldığı, bu hususun taraflar arasında ihtilaf konusu olmadığı, 28/12/2010 tarihinden itibaren 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7.maddesi ve 11. maddesi kapsamında 60 günlük sürede dava açılması veya 11. madde kapsamında başvuru yapılarak süresi içinde dava açılması gerekirken bu sürelerden sonra yapılan başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğundan davanın bu kısmının esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faiz istemi hakkında ise davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Taraflarca, anılan mahkeme kararının aleyhlerine ilişkin hükümler yönünden hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

İdare Mahkemesi kararının, dava konusu işlemin L, , , , , , , , , , , , , , , , `e yönelik kısmının iptali istemi açısından davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı ile diğer davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faiz istemi hakkında davanın süre aşımı yönünden reddine yönelik temyiz istemi bakımından;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kararın Bozulması” başlıklı 49. maddesinin 2. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c) Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.

Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı ile faiz istemi hakkında davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin kısmının hukuka ve usule uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

Bu sebeple dava konusu işlemin L, , , , , , , , , , , , , , , , `e yönelik kısmının iptali istemi açısından davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı ile diğer davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faiz istemi hakkında davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin mahkeme kararının bu kısımlarında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Tarafların diğer temyiz istemleri incelenecek olursa;

5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinde; terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar, Kanunun kapsamı dışında tutulmuş, aynı Kanunun Başvurunun Süresi, Şekli, İncelenmesi ve Sonuçlandırılması` başlıklı 6. maddesinde; “Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz.” hükmüne yer verilmiş, 7. maddesinde ise; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri; terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına, ulaşamamalarından kaynaklanan maddi zararların, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla idarece ödeneceği kurala bağlanmıştır.

Aynı Kanun’un Geçici 1. maddesinde, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/07/1987 tarihi ile bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu`nun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” kuralı getirilmiştir.

Kanun’un Geçici 1. maddesi kapsamında müracaat hakkı bulunanların bir yıllık süre içinde müracaat edememeleri durumunda, mağduriyetlerinin önlenmesi ve zararlarının sulh yoluyla karşılanması amacıyla 03/01/2006 tarih ve 26042 sayılı Resmi Gazete yayımlanan 5442 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun`un Geçici 1. maddesi ve 5233 sayılı Kanuna, 30/05/2007 tarih ve 26537 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5666 sayılı Kanunla eklenen Geçici 4. maddesiyle; “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/07/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” kuralı getirilerek geçmiş dönemlere ilişkin başvuru süresi 30/05/2008 tarihine kadar uzatılmıştır.

5233 sayılı Kanun`un yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; “terör eylemleri” veya “terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler” sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle mal varlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Kanun hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından “tamamen” boşaltılmış/boşalmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından/boşalmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Kanunda tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür.

Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir.

Bunun yanında, 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinden anlaşıldığı üzere, terör olaylarına bağlı olarak güvenlik kaygıları nedeniyle (örneğin bu sebeple yerleşim yerinin terk edilmesi vb.) mal varlığına ulaşılamamadan kaynaklanan zararların da tazmini öngörülmektedir. Bir terör olayı sonucu münferit olarak kendisi veya yakınları doğrudan zarar gören ya da bu şekilde gerçekleşen ölüm ve/veya yaralama olayları kendisi veya yakınlarına yönelen kimselerin, başta yaşam haklarından endişe ederek, güvenlik kaygısı duymaları doğaldır. Dolayısıyla, bu kapsamda oluşan zararların tazmini de anılan hükmün bir gereğidir. Bu durum, yukarıda belirtilen nesnel kriterin yanında, her davacı yönünden ayrıca öznel olarak da bir irdeleme yapılmasını gerekli kılmaktadır. Aksi bir değerlendirme, her bir davacının öznel durumundan kaynaklı olarak ileri sürdüğü hususların irdelenmemesi anlamına gelir ki, bu durum Anayasa`da öngörülen adil yargılanma ilkesine aykırılık teşkil eder.

Dosyanın incelenmesinden; Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü`nde ikamet eden davacıların can ve mal güvenliği sağlanamadığı için 1995 yılında köylerini boşalttıkları ve halen köylerine geri dönüş sağlayamadıkları, 1995 yılı ile 2006 yılı arasındaki dönem için uğradıkları zararların kısmen kabul edildiği ve 28/12/2010 tarihinde ödendiği belirtilerek, 2006 yılından itibaren devam eden zararların tazmini ve ödeme yapılan kısım için ise boşalma tarihinden itibaren işletilecek yasal faizin ödenmesi istemiyle 26/12/2013 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

-5233 sayılı Kanun`un Geçici 4. maddesi ve 6. maddesi kapsamında mal varlığına ulaşamama nedeniyle uğranıldığı belirtilen zararların tazmini amacıyla yapılan başvuruların incelenmesi ve değerlendirilmesi neticesinde;

5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27/07/2004 tarihinden öncesine ait olmakla birlikte halen devam eden zararlar açısından ve 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27/07/2004 tarihinden Kanun’un Geçici 4. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda başvuru süresini uzatan 5666 sayılı Kanun`un yürürlük tarihi olan 30/05/2007 tarihine kadarki döneme ilişkin olarak uğranıldığı iddia edilen zararlar yönünden başvuru süresi en son 30/05/2008 tarihine kadar uzatılmıştır. Bu bakımdan söz konusu dönemler açısından başvuru süresinin en son 30/05/2008 tarihi olduğu konusunda tartışma bulunmamaktadır.

Ancak, 5233 sayılı Kanunun yürürlüğünden önce boşaltılan/boşalan yerleşim yerlerinde yerleşim yerinin halen boş olduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle mal varlığına ulaşılamadığı iddiasıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda; mal varlığına ulaşamadığını ileri süren kişilerin her yıl başvuru yapmasını ve sonucuna göre dava açmasını beklemenin hak arama özgürlüğünü kısıtlayacağı ve yargılamanın mümkün olan süratte ve az masrafla sonuçlandırılması yani usul ekonomisi ilkesine aykırı olacağından bunun yerine başvuru tarihinden geriye doğru (30/05/2007 tarihine kadar) bir değerlendirme yapılması hakkaniyete daha uygun düşecektir.

Bilindiği üzere, 5233 sayılı Kanun`un amacı; terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir. Söz konusu Kanunun 7. maddesinde terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddi zararların Kanun kapsamında karşılanacağı belirtilirken, terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar Kanun kapsamı dışında bırakılmıştır.

Uyuşmazlığa konu yerleşim yerinin, yerleşime kapalı kaldığı belirli bir dönem için davacının da aralarında bulunduğu yerleşim yerinde ikamet etmiş kişilerin zararlarının tespit edilerek ödendiği dosyadaki ve Dairemizdeki aynı köye ilişkin dosyalardaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Davacılar tarafından, anılan yerleşim yerinin halen boş olduğu, bu yere güvenlik kaygısı nedeniyle gidilemediği, bu nedenle mal varlığına halen ulaşılamadığı ileri sürülerek 5233 sayılı Kanun kapsamında zararlarının tazmini talep edildiğinden, değerlendirmenin bu hususa yönelik yapılması gerekmektedir.

Dairemizin yerleşik hale gelen ve istikrar kazanmış içtihatlarına göre, yerleşim yerinin tamamen boş olup olmadığının belirlenmesi amacıyla bazı kıstaslar belirlenmiş ve belirlenen bu kıstaslar ışığında uyuşmazlıkların çözümlenmesi esası benimsenmiştir.

-5233 sayılı Kanun kapsamında mal varlığına ulaşamamadan kaynaklı tazminat taleplerinde yerleşim yerlerinin tamamen boşaltıldığı/boşaldığı hususuna ilişkin belirleme yapılırken, yerleşim yerinin nüfus verileri, seçim yapılıp yapılmadığı, sandık kurulu oluşturulup oluşturulmadığı, varsa okulunun kapalı olup olmadığı, din görevlisi bulunup bulunmadığı, adli veya askeri mercilere intikal eden olaylar olup olmadığı, yerleşim yerinin boşaltılan/boşalan yerler listelerinde bulunup bulunmadığı gibi hususlar, yerleşim alanının boş olup olmadığının tespitinde baz alınan kıstaslardan bazılarıdır.

Bu verilerin çoğunluğunun idare kaynaklarından temin edilmesi sebebiyle idarenin söz konusu verileri çelişkiden uzak bir şekilde ortaya koyabilmesi herşeyden önce kamu menfaati açısından önemlidir.

Bilindiği gibi 1994 yılından itibaren uygulanmaya başlanan ve 5233 sayılı Kanun`un yürürlüğe girmesinden sonra da uygulaması hız kazanan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, terör ve güvenlik kaygılarıyla yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalan vatandaşlardan gönüllü olarak geri dönmek isteyenlerin geri dönüşlerinin kolaylaştırılması, geri dönülen yerlerde gerekli sosyal ve ekonomik alt yapının tesisi ile sürdürülebilir yaşam koşullarının oluşturulması, geri dönmek istemeyenlerin ise mevcut yaşadıkları yerlerde şehir hayatına uyumlarının geliştirilmesi, ekonomik ve sosyal durumlarının iyileştirilmesini amaçlayan bir projedir.

Bu proje kapsamındaki yerleşim yerlerinde, yerleşim yerine dönmek isteyen vatandaşların yaşamasını ve sürdürülebilir kalkınmasını sağlayabilecek şekilde planlaması yapılmakta, gerekli olan yol, sağlık ocağı, okul, çeşme, kanalizasyon, elektrik, telefon gibi altyapı hizmetlerinin tamamlanması gibi Devlete bir takım yükümlülükler yüklenmektedir.

-Bu kapsamda, başvuru tarihi itibariyle halen boş olduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle gidilemediği belirtilen yerleşim yerleriyle igili olarak 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan tazminat başvurularında öncelikle bu yerlerin Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP) kapsamında olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

-KDRP kapsamına alınmış ise; bu kapsamda idarenin yerleşim yerine yönelik yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği, yaşam için yerleşilebilir bir alan oluşturup oluşturmadığı, güvenlik kaygısının minimize edilip edilmediğinin belirlenmesi zararların tazmininin temini açısından önemlidir.

-Tüm bu hususların yanısıra; güvenlik kaygısı nedeniyle ikamet ettiği yerleşim yerini terk etmek zorunda kalan şahsın; söz konusu kaygının ortadan kaldırıldığı, yerleşim yerine dönebilme imkanının sağlandığı durumlarda; mal varlığına ulaşamamadan kaynaklı zararlarının tazmini olanağının ortadan kalktığı hususunda tartışma bulunmamaktadır. Kişinin yerleşim yerine dönme iradesini ortaya koyduğu; ancak bu yönde yetkili organlardan olumsuz bir cevap alındığı durumlarda veya idare yetkililerince herhangi bir cevap verilmeyerek ya da verilen cevabın aksini gösterir şekilde yerleşim yerinde devam ettiği belirtilen olay veya durumların tespiti halinde de terör ve terör faaliyeti nedeniyle güvenlik kaygısının halen devam ettiği ve kişinin söz konusu yerleşim alanında bulunan mal varlığı açısından zararının süregeldiği açıktır.

Tüm bu açıklamalar ışığında dosya ve Dairemizin aynı köye ilişkin dosyaları birlikte incelenecek olursa;

Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Beldesi’nin 1995 yılında terör olayları ve terörle mücadeleden kaynaklanan faaliyetler nedeniyle tamamen boşaltıldığı, Uzundere Belde Belediyesi`nin tüzel kişiliğinin 30/12/1998 tarih ve 98/50331 sayılı üçlü kararname ile kaldırıldığı,

Çukurca İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 26/11/2013 tarih ve 1419 sayılı yazısında Uzundere Köyü, terör olaylarından dolayı güvenlik amaçlı boşaltıldığından ilgili tarihten itibaren bahse konu köyde bulunan beş okul için herhangi bir öğretmen atamasının yapılmadığı,

Hakkari Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün 14/11/2013 tarih ve 6412 sayılı yazısında, Uzundere Köyü`nün 1995 yılında güvenlik nedeniyle boşaltılmasıyla beraber sağlık ocağının sağlık faaliyetlerine son verildiği, 1995 tarihinden sonra personel ataması yapılmadığı, anılan köyde kimse olmadığından dolayı güvenlik nedeniyle bu bölgeye herhangi bir sağlık faaliyeti olmadığı,

Hakkari İl Müftülüğü’nün 15/11/2013 tarih ve 1302 sayılı yazısında Uzundere Köyü`nün 1995 yılından bu yana güvenlik nedeniyle boş olduğu, cami kadrolarının değişik tarihlerde tenkis edilerek başka yerlere tahsis edildiği,

Vangölü Elektrik Perakende Satış Hizmetleri A.Ş. Hakkari İl Müdürlüğü Perakende Satış Hizmetleri Müdürlüğü`nün 18/11/2013 tarih ve 3355 sayılı yazısında, 1995 yılından beri köyde kimsenin ikamet etmediği gibi bu hususta herhangi bir başvuru olmadığından güvenlik sorunları nedeniyle elektirik hizmetleri sunulmadığı, yeni abone işlemleri yapılmadığı,

Çukurca İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı’nın 10/04/2015 tarih ve 48 sayılı yazısında 2006-2014 yılları arasında Uzundere Köyü`nde seçim sandığı kurulu oluşturulmadığı, genel ve yerel seçimlerin yapılmadığı,

Hakkari İl Jandarma Komutanlığı’nın 04/06/2014 tarih ve 9050-21133 sayılı yazısı ekinde sunulan ilçe jandarma karakol komutanlığı görevlilerince tutulan 21/05/2014 tarihli tutanakta;

-Uzundere Köyü`nün 1995 yılından beri boş olması sebebiyle bölgede sabit ve faal jandarma karakolu bulunmadığı, ancak bölgenin emniyet ve asayiş durumu, adli olaylar ile terör durumu da göz önünde bulundurularak gerekli görülen zamanlarda bölgede asayişi sağlamak amacıyla jandarma, diğer askeri birlikler ve diğer kolluk kuvvetleri ilgili makamlardan izin alınarak görevlendirildiği,

-Bölgede sabit ve faal jandarma karakolu bulunmadığından sabit jandarma personeli görevlendirilemediği,

-Uzundere bölgesi ve Çukurca İlçesi ile sınır hattında daha önceden de emniyeti ve asayişi sağlamak amacıyla ilçe jandarma haricinde birçok jandarma birliğinin olduğu, tamamının 20. Jandarma Sınır Tugay Komutanlığına bağlı olduğu, daha sonradan da 20. Jandarma Sınır Tugayının taşındığından dolayı en son jandarmanın belirtilen bölgeye ne zaman görevlendirilip görevlendirilmediğinin tespit edilemediği,

-Uzundere`nin hukuki boyutuyla ilgili olarak vatandaşlar ve köy muhtarından edinilen bilgiye göre 1995 yılından beri boş olduğu, köyün boş olması hakkında komutanlık kayıtlarında herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığının belirtildiği görülmekte olup idareye başvuru tarihi itibariyle köyün tamamen boş olduğu dosyadaki belgelerden anlaşılmaktadır.

İdareye başvuru tarihi itibariyle (26/12/2013), Uzundere Köyü`nün tamamen boş olduğu tespit edilmekle birlikte, köyün tamamen boş olmasının nedeninin terör olayları ve terörle mücadele nedeniyle yürütülen faaliyetler mi, yoksa köy halkının ekonomik ve sosyal nedenlerle köye dönme iradelerinin olmayışı mı olduğunun belirlenmesi 5233 sayılı Kanun kapsamında zararın tazmini açısından önem arz etmektedir.

Bu bağlamda dosyadaki ve Dairemizdeki aynı köye ilişkin dosyalardaki bilgi ve belgeler incelendiğinde;

Çukurca Kaymakamlığı`nın 30/06/2006 tarih ve 17 sayılı yazısına istinaden jandarma karakol komutanlığı görevlilerince düzenlenen 05/07/2006 tarihli tutanakta, Uzundere Köyü ve bağlı mezralarında keşif ve arazi tespiti için görevlendirilen komisyon ve ihtiyar heyetinin güvenliğinin sağlanıp sağlanamayacağının sorulması üzerine, yapılan araştırma ve soruşturma neticesinde bahsi geçen bölgenin teröre müzahir yer olmasından, köy ve mezraların yol güzergâhı ve çevresinde mayınlama ve tuzaklama olabileceği ayrıca operasyonel faaliyetlerin devam etmesi nedeniyle bu bölgelerde gerekli çalışmanın yapılması için gerekli güvenliğin olmadığı, çalışmanın sakıncalı olduğu,

Yine Çukurca Kaymakamlığının 03/09/2009 tarih ve 2009/06 sayılı yazısına istinaden jandarma karakol komutanlığı görevlilerince düzenlenen 30/09/2009 tarihli tutanakta, çukurca zarar tespit komisyonunda görevlendirilen kişilerin merkez ve köylere gitmeleri için güvenlik açısından bir sakınca bulunup bulunmadığının bildirilmesinin istenilmesi üzerine, Uzundere Köyü`nün 1995 yılında boşaltıldığı ve halen boş olduğu, güvenlik açısından sakıncalı olduğu,

Zarar Tespit Komisyonunun 2009/9008 sayılı yazısına istinaden jandarma karakol komutanlığı görevlilerince hazırlanan 14/12/2009 tarihli tutanakta, Uzundere Köyü’nde yaşayan vatandaşların bölgede terör olaylarının yaşanmasını sebep göstererek 1995 yılında kendi istekleri doğrultusunda köyü boşalttıkları, köyün halen boş olduğu, Uzundere Köyü`nün geçici askeri güvenlik ve yasak bölge sınırları içerisinde kaldığı,

Toplumla İlişkiler Bürosunun 18/05/2011 tarih ve 351 sayılı yazısında, Uzundere Beldesi’ne geri dönüşlerle ilgili olarak güvenlik açısından bir sakınca olup olmadığına ilişkin Çukurca 20. Jandarma Sınır Tugay Komutanlığına yazı yazıldığı, cevaben gönderilen yazıda Uzundere Beldesi`nin hâlen “Geçici Güvenlik Askeri Bölgesi” içerisinde olduğunun belirtildiği,

11/10/2011 tarihinde Uzundere Köy Muhtarına jandarma karakol görevlileri tarafından tebliğ edilen yazıda, geçici askeri güvenlik bölgeleri kapsamında bulunan köylerde vatandaşların can ve mal güvenliği açısından herhangi bir aksaklığa sebebiyet verilmemesi için geçici askeri güvelik bölgelerine girilmemesi, mecburi sebeplerden dolayı bölgeye girilmesi gerekiryorsa mülki makamlar ve yetkili komutanlıklar ile koordine edilmek suretiyle iznin alınması gerektiği, tüm ikaz ve uyarılara rağmen geçici askeri güvenlik bölgelerine giren vatandaşların meydana gelebilecek olaylardan kendilerinin sorumlu olacağının, konunun vatandaşlara bildirilmesinin yazılı olduğu görülmektedir.

İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü’nün 16/05/2013 tarih ve 2422 sayılı yazısına istinaden Hakkari İl Jandarma Komutanlığı’nın Temmuz 2013 tarih ve 9050/28794 sayılı yazısı ekinde; Uzundere Köyü`nün 1995 yılından beri boş olduğu, köyün 2. Derece Askeri Yasak Güvenlik Bölgesi içerisinde bulunduğu, 1995 yılından beri belirtilen köy ve çevresinde güvenlik güçleri ile BTÖ mensupları arasında silahlı çatışmaların yaşandığı, güvenlik güçleri ile BTÖ mensupları arasında yaşanan silahlı çatışmalardan dolayı Uzundere Köyü ve çevresinde mayın, EYP ve patlamamış mühimmat bulunabileceği, bu durumun ise bölgeye gidecek olan vatandaşlar açısından tehlike arz edeceğinin belirtildiği,

İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü tarafından Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı’na hitaben yazılan 29/08/2013 tarih ve 4523 sayılı yazıda, Uzundere Köyü`nün 2. Derece Askeri Yasak Güvenlik Bölgesi içerisinde olduğundan dolayı bölgeye gidecek olan vatandaşlar açısından uygun olmadığının belirtildiği,

tarafından Çukurca Kaymakamlığı`na hitaben yazılan 27/11/2013 tarih ve 6020 sayılı yazıda, terör ve terörle mücadeleden dolayı köyleri boşalmış olan vatandaşların Zarar Tespit Komisyonlarına hâlen köylerine dönemedikleri gerekçesiyle başvuruda bulunup tazminat talep ettikleri, nce Merkez ve İlçe köylerine dönüşe ilişkin olarak herhangi bir yasaklama bulunmadığı gibi, köylerine dönmek isteyen vatandaşların dönmesine engel herhangi bir durumun da bulunmadığı, bu durumun köy muhtarlarına tebliğ edilmesinin istenildiği, anılan yazının Uzundere Köy Muhtarı da dahil olmak üzere toplam 17 köy muhtarına 05/12/2013 tarihinde tebliğ edildiği,

Hakkari İl Özel İdaresi Yol ve Ulaşım Müdürlüğünün 24/06/2013 tarih ve 3391 sayılı yazısında, Çukurca İlçesi, Uzundere Beldesi yolunun Güvenlik Yolları Projeleri kapsamında yapılacağının, Hakkari İl Özel İdaresi Yol ve Ulaşım Müdürlüğü 14/04/2015 tarih ve 2656 sayılı yazısı ekinde sunulan köy ve bağlı mezralarına ait yol durumunu gösteren çizelgede Çukurca İlçesi, Uzundere Köy yoluna ilişkin bu yolun kullanılmadığının belirtildiği, İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü’nün 05/11/2014 tarih ve 7173 sayılı yazısı ekinde Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP) kapsamında yer alan köy ve mezra isimlerinin belirtildiği, anılan listede Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü’nün yer almadığı, ‘nin 05/11/2015 tarih ve 14670 sayılı yazısında da Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü`nün KDRP kapsamında olmadığının belirtildiği görülmektedir.

Yukarıda yapılan açıklamalardan; Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü’nün terör olayları ve terörle mücadele faaliyetleri nedeniyle 1995 yılında tamamen boşaltıldığı, idareye yapılan başvuru tarihi olan 26/12/2013 tarihine kadar tamamen boş kaldığı anlaşılmaktadır. 1995 yılında boşalan köye ilişkin, davacıların 2006 yılına kadar olan zararları karşılanmıştır. Boşalan köylerle ilgili olarak devam eden zararların tazmini istemli açılan davalarda ilgililerin köye ekonomik ve sosyal nedenlerle dönmemeleri halinde zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanmayacağı açıktır. 1995 yılında terör olayları nedeniyle boşaltılan Uzundere Köyü`ne vatandaşların dönmelerine engel bir durumun olmadığı 27/11/2013 tarihli yazısında belirtilmekte ise de, zarar tazmininin talep edildiği dönem zarfında bölgenin dönem dönem geçici askeri yasak bölge ilan edildiği, anılan yerin yerleşime uygun duruma getirilmesi amacıyla herhangi bir girişimde bulunulmadığı, bölgenin patlayıcı madde ve mayınlardan tamamen temizlenmemiş olduğu dolayısıyla köye dönüş için güvenliğin sağlanamadığı dosya ve Dairemizdeki aynı köye ilişkin dosyalardaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Öte yandan, davacıların köye dönme iradesinin olmadığına ilişkin somut bir tespit de bulunmamaktadır.

Durum böyle olunca, davacıların yaptığı başvuru üzerine, Zarar Tespit Komisyonunca mükerrer ödemeye sebep olmayacak şekilde, idareye başvuru tarihinden geriye doğru 30/05/2007 tarihine kadar, 5233 sayılı Kanun uyarınca davacıların varsa zararlarının tespiti ve tazmini gerekirken, talebin zımnen reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Van 3. İdare Mahkemesi`nin 30/12/2014 tarih ve E:2014/506; K:2014/1373 sayılı kararının bir kısım davacılar açısından davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı ile diğer davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faiz istemi hakkında davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin kısımlarının ONANMASINA, diğer kısımlarının BOZULMASINA, bozulan kısımlar hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 12. DAİRE Esas : 2016/7642 Karar : 2017/180 Tarih : 18.01.2017

  • İYUK 7. Madde

Dava; İstanbul İli, Kartal İlçesi, …. pafta, ….. ada, …. parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapıda 3 ayrı bağımsız bölüm maliki olan davacı tarafından, söz konusu yapının 6306 sayılı Kanun kapsamında riskli yapı kararı sonrası tahliyesi ve yıkımı nedeniyle 3 ayrı bağımsız bölüm için kira yardımı yapılması talebinin reddine ilişkin Deprem Dönüşüm ve Yapı Kontrol Müdürlüğünün 13.10.2015 günlü, E:26096 sayılı işleminin iptali ile 18 aylık kira yardımı toplamı olan 39.420,00 TL`nin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; davacının riskli yapı olarak tespit edilen taşınmazı anlaşarak tahliye etmesinde etkisi bulunan ve ikamet sınırlaması içermeyen 2014 yılı Kılavuz hükümlerine göre değil de bilahare (tahliye ve yıkım işlemlerinden sonra) yürürlüğe giren ve ikamet sınırlaması getiren 2015 yılı Kılavuz hükümlerine göre tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline, davacının talebi ile bağlı kalınarak toplam 39.420,00-TL kira yardımı bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verilmiş, bu karar, davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun “Tahliye ve yıktırma” başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, “Riskli yapıların yıktırılmasında ve bunların bulunduğu alanlar ile riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarındaki uygulamalarda, öncelikli olarak malikler ile anlaşma yoluna gidilmesi esastır. Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine veya malik olmasalar bile kiracı veya sınırlı ayni hak sahibi olarak bu yapılarda ikamet edenlere veya bu yapılarda işyeri bulunanlara geçici konut veya işyeri tahsisi ya da kira yardımı yapılabilir.” hükmü öngörülmüştür.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinde; dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, bu sürelerin, idari uyuşmazlıklarda, yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı, aynı Kanunun 8.maddesinde ise sürelerle ilgili genel esaslar başlığı altında sürelerin, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlayacağı hükme bağlanmıştır.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 6. maddesinin 9. fıkrasında ise, “bu Kanun uyarınca tesis edilen idari işlemlere karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu uyarınca dava açılabilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacının 6306 sayılı Kanun kapsamında kira yardımından yararlanabilmek için 2014 yılı içerisinde idareye müracaat ettiğine dair herhangi bir belgenin dosyada bulunmadığı, 01.09.2015 tarihli dilekçeyle 2014 yılı Kira Yardımı Kılavuzundan yararlanabilmek için müracaat edildiği, dava dilekçesinde iptali istenilen dava konusu işlemin 14.10.2015 tarihinde tebellüğ edildiğinin beyan edildiği ve davanın ise 14.12.2015 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, davacıya 14.10.2015 tarihinde tebliğ edilen dava konusu işleme karşı bu tarihten itibaren otuz gün içinde dava açılması gerekirken, bu süre dolduktan sonra 14.12.2015 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan, davanın süre aşımı nedeniyle reddi gerekirken, işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; İstanbul 13. İdare Mahkemesinin 29/04/2016 günlü, E:2015/…. K:2016/….. sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 18/01/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi


DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2016/15550 Karar : 2016/5897 Tarih : 9.06.2016

  • İYUK 7. Madde

Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği görüşüldü:

Uyuşmazlıkta davacının sahibi bulunduğu taşınmazlar nedeniyle 2015 yılı için tahakkuk ettirilen emlak vergisinin ve dayanağı asgari ölçüdeki arsa metrekare birim değerinin tespitine dair takdir komisyonu kararının iptali istemiyle açılan davayı süre aşımı nedeniyle reddeden Vergi Mahkemesi kararının; davanın, takdir komisyonu kararının öğrenildiği tarihten itibaren süresinde açıldığı, Anayasa`nın 125. maddesi gereği idarenin her türlü ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu ve etkili biçimde sağlanmasının gerektiği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı İkinci Kısmında yer alan 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü yer almıştır. 03.10.2011 tarihinde kabul edilen değişiklikle Anayasa`nın 40. maddesine “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü eklenerek, yasama, yürütme ve yargı organlarına yapılacak işlemlerde ve verilen kararlarda başvurulacak kanun yolları ile ilgili mercii ve başvuru süresini gösterme yükümlülüğü getirilmiştir. Söz konusu değişikliğin gerekçesinde ise, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, merci ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline geldiği belirtilmiştir. 90. maddesinin son fıkrasında ise, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı kurala bağlanmıştır.

Ülkemizin, 20.03.1952 tarihinde imza altına alarak kabul ettiği ve 19.03.1954 tarihli 8662 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanan 6366 sayılı İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve Buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun ile uygun bulunarak onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6. maddesinde ; “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” kuralı yer almıştır.

Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmekte olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir. (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23.01.2003)

Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmalıdırlar. (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007) Hukuk kurallarının ve İdari işlemlerin sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir.

Mahkemeye erişim hakkı adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için süre ve şekil gibi birtakım koşullar öngörülmesi, dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde katı olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin gereği olup mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen koşulların açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yorumlanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamadığı takdirde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabulü gerekir (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013; Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013; Neriman Polat, B. No: 2012/1223, 5/11/2014)

Hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarından olup hukuki güvenlik, hukuk kurallarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini; belirlilik ilkesi ise, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde açık, net ve anlaşılabilir olmasını ifade etmektedir.

Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını, dava açmak veya kanun yoluna başvurmak isteyen kişilerin ilgili mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir.

Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesinin gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa`da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar (Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996)

Öte yandan, dava açma hakkını engelleyen süre aşımına ilişkin yasa kuralları her vatandaşın kolaylıkla anlayabileceği açıklık ve belirginlikte olmalıdır. Aksi halde kişilerin adil yargılanma hakları elinden alınmış olur. Ayrıca, temel hak ve hürriyetlere ilişkin yasa kuralları, hakkın kullanımını daraltan değil genişleten şekilde yorumlanmalıdır.

Nitekim, AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşullarının birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise, mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmama veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerektiğini ifade etmiştir. (Beles/Çek Cumhuriyeti B. No: 42273/99, 12.11.2002)

Çünkü mahkemeye erişim hakkı konusunda, usul kurallarının katı yorumlanması durumunda, dolaylı bir şekilde mahkemeye erişim hakkının kısıtlanmasının gündeme geldiği, bunun da hak ihlali kapsamında değerlendirildiği görülmektedir. Hak arama özgürlüğü ve mahkemeye erişim hakkının, idari eylem ve işlemden doğrudan etkilenen kişiler açısından temin edilmesi bir gerekliliktir.

Mülkiyet hakkı, Anayasanın 35. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek-1 Nolu Protokolünün 1. maddesinde koruma altına alınan temel haklardan olup bu hakkın kullanımına ilişkin müdahaleler için hak sahibinin Anayasanın 36. maddesinde yer alan “hak arama hürriyeti” ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı” kapsamında mahkemelere başvuruda bulunmak ve hukuki korunma isteme hakkına sahip olduğu açıktır.

Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmeleri durumunda, mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006)

Ayrıca 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu, bu sürenin tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın, tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin, tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin, tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği tarihi izleyen günden başlayacağı düzenlemesine yer verilmiştir.

İdare hukuku ilkelerine göre, idari işlemler tesis edildikleri andan itibaren yürürlük kuvvetini ve doğruluk karinesini haizdirler. Bu husus idarenin tek taraflı kararlarına kişinin uyma zorunluluğunu doğurur. Bu ilkenin tabii sonucu olarak da idari işlemlerde devamlılık ve istikrar esastır. Kamu düzeninin bozulmaması için idari istikrar prensibine verilen önem nedeniyle yukarıda yer verdiğimiz 2577 sayılı Yasa hükümleri ile dava açma süresi sınırlandırılmıştır.

Bununla birlikte, dava açma süresi ile koruma altına alınanın idari istikrar ve kamu düzeni olduğu, idareye güven ilkesi ile bağdaşmayacak fiiller sonucu tesis edilen işlemlerin bu korumadan faydalanmasının söz konusu olamayacağı açık olup, idarelerce kurallara aykırı bir şekilde işlem tesis edildiğinin öğrenildiği tarihte artık yeni bir hukuksal durumun ortaya çıktığının kabulü ve dava açma süresinin de bu tarihten itibaren başlatılmasının gerekeceği açıktır. Diğer yandan 213 sayılı Vergi Usul Kanunu`nun mükerrer 49/b maddesinde; takdir komisyonlarının arsalara ve araziye ait asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin dört yılda bir yapacakları takdirlerin, tarh ve tahakkuk işleminin yapılacağı sürenin başlangıcından en az altı ay önce karara bağlanacağı, arsalara ait olanların takdirin ilgili bulunduğu il ve ilçe merkezlerindeki ticaret odalarına, ziraat odalarına ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları ile belediyelere, araziye ait olanların il merkezlerindeki ticaret ve ziraat odalarına ve belediyelere imza karşılığında verileceği, büyükşehir belediyesi bulunan illerde takdir komisyonu kararlarının, vali veya vekalet vereceği memurun başkanlığında, defterdar veya vekalet vereceği memur, vali tarafından görevlendirilecek tapu sicil müdürü ile ticaret odası, serbest muhasebeci mali müşavirler odası ve esnaf ve sanatkârlar odaları birliğince görevlendirilecek birer üyeden oluşan merkez komisyonuna imza karşılığında verileceği, merkez komisyonunun kendisine tebliğ edilen kararları onbeş gün içinde inceleyeceği, inceleme sonucu belirlenen değerleri ilgili takdir komisyonuna geri göndereceği, merkez komisyonunca farklı değer belirlenmesi halinde bu değerin ilgili takdir komisyonlarınca yeniden takdir yapılmak suretiyle dikkate alınacağı, kesinleşen asgari ölçüde arsa ve arazi birim değerlerinin, ilgili belediyelerde ve muhtarlıklarda uygun bir yere asılmak suretiyle tarh ve tahakkukun yapıldığı yılın başından Mayıs ayı sonuna kadar ilân edileceği hükme bağlanmıştır.

Emlak vergisinin tarh ve tahakkukuna ilişkin esaslar, bina vergisi için 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu`nun 11. maddesinde, arazi vergisi için ise 21. maddesinde düzenlenmiştir. Her iki madde de, “Verginin Tarh ve Tahakkuku” başlığını taşımakta ve birbirine paralel hükümler içermektedir. Anılan maddelerde, emlak vergisinin, ilgili belediye tarafından dört yılda bir defa olmak üzere takdir işlemlerinin yapıldığı yılı takip eden bütçe yılının Ocak ve Şubat aylarında, 29. maddeye göre hesaplanan vergi değeri esas alınarak yıllık olarak tarh olunacağı, bildirim posta ile gönderilmiş ise vergi, bildirim verme süresinin son gününü takip eden yedi gün içinde tarh olunacağı, bu suretle tarh olunan vergilerin, tarh edilen tarihte tahakkuk etmiş sayılacağı ve mükellefe bir yazı ile bildirileceği, yapılan tarh ve tahakkuku takip eden yıllarda, 29’uncu maddeye göre tespit edilen vergi değeri üzerinden hesaplanan emlak vergisinin, her bütçe yılının başından itibaren o yıl için tahakkuk etmiş sayılacağı, bir il veya ilçe hududu içerisinde birden fazla belediye olması halinde, belediye ve mücavir alan sınırları dışında bulunan binaya ait bina vergisini tarha yetkili olacak belediyenin, ilgili valiler tarafından belirleneceği kuralı mevcuttur.

Emlak vergisinin tarh ve tahakkuku ile ilgili yukarıda bahsedilen maddelerde yer alan “Bu suretle tarh olunan vergiler, tarh edilen tarihte tahakkuk etmiş sayılır ve mükellefe bir yazı ile bildirilir.” kuralı, mükellef adına tarh edilen emlak vergisinin ödenmesinden önce mükellef tarafından öğrenilmesinin sağlanması amacıyla getirilmiş bir düzenleme olup bunun yanısıra mükellef tarafından adına yapılan emlak vergisi tarhiyatına karşı açılan davada, dava açma süresinin de söz konusu yazının mükellefe tebliğ edilip edilmemiş olmasına göre belirlenmesi gerekmektedir. Zira, takdir komisyonlarınca dört yılda bir olmak üzere takdir edilen asgari birim değerleri esas alınarak belediyelerce hesaplanarak tarh olunan emlak vergisi mükelleflere bildirilmemekte, mükellefler haklarında yapılan emlak vergisi tarhiyatını ancak ödeme sırasında öğrenebilmektedirler.

Arsalara ve araziye ait asgari ölçüdeki birim değer tespiti takdir komisyonlarınca dört yılda bir yapılmakta olup, kesinleşen asgari ölçüdeki metrekare birim değerleri esas alınarak hesaplanan bina ve arazilere ilişkin emlak vergisi, takdirin yapıldığı yılı takip eden bütçe yılının Ocak ve Şubat ayında yıllık olarak tarh olunur ve tarh edilen tarihte tahakkuk etmiş sayılarak Kanunda mükellef olarak belirtilenler tarafından birinci taksiti Mart, Nisan ve Mayıs aylarında, ikinci taksiti ise Kasım ayında olmak üzere iki eşit taksitte ödenir.

Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının üçüncü paragrafı “takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları onbeş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler. Vergi Mahkemelerince verilecek kararlar aleyhine onbeş gün içinde Danıştay`a başvurabilirler” şeklinde iken, bu paragrafın ilk cümlesi Anayasa Mahkemesince Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş olup, iptal kararı esasen takdir komisyonu kararlarına karşı dava açabileceklerle ilgili olmasına rağmen, dava açma süresini içeren cümle tamamen iptal edildiğinden, takdir komisyonu kararlarına karşı açılacak davalarda 2577 sayılı İdari yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinde yer alan yasal dava açma süresinin uygulanması gerekmektedir.

213 sayılı Kanun`un mükerrer 49. maddesinin son fıkrasında; kesinleşen asgari ölçüde birim değerlerinin ilgili belediyelerde ve muhtarlıklarda uygun bir yere asılmak suretiyle tarh ve tahakkukun yapıldığı yılın başından Mayıs ayı sonuna kadar ilan edileceği belirtilmektedir. Maddede yer alan “kesinleşme” tabiri dava açılmayarak dava açma süresinin dolması ya da dava açılarak sonuçlanması anlamını taşıdığından, herhangi bir değerin ya da bedelin kesinleşmesinden sonra değiştirilmesi kanunen ve hukuken mümkün olamayacaktır.

Bütün bu hususların göz önüne alınması halinde 213 sayılı Kanun`un mükerrer 49. maddesi ile arsa ve arazi metrekare birim değerleri yönünden davanın açılması ve devamı özel olarak düzenlendiğinden, maddede kesinleşen değerlerin ilanından bahsedilerek Kanun Koyucu tarafından verginin tahakkuk ettirildiği yılın başından önce vergi değerinin kesinleşmesi sağlanmak istenildiğinden ve belediyelerce kesinleşen bu değerler esas alınarak tarh ve tahakkuk yapıldığından, takdir komisyonlarınca dört yılda bir belirlenen arsa ve arazi asgari metrekare birim değerlerinin kesinleşmesinden sonra belediyelerce olağan dönemde oluşturulan takdir komisyonlarınca değer takdir edildikten sonra kesinleşen değerlerin yeniden oluşturulan takdir komisyonu kararı ile değiştirilmesi de mümkün değildir.

Dosyanın incelenmesinden; 2014-2017 dönemlerinde uygulanmak üzere emlak vergisine esas asgari ölçüdeki arsa metrekare birim değerlerinin 2013 yılında takdir komisyonunca belirlendiği ve bu miktarların dava açılmaksızın kesinleştiği, daha sonra yapılan incelemede değer takdirine esas olarak 2013 yılı değerleri esas alınacakken 2009 yılına ait değerlerin alındığından bahisle yukarıda yer verilen 2577 sayılı Yasa’nın 7. maddesine göre komisyon kararının idareye tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açarak iptalini istemek yerine Gelir İdaresi Başkanlığı’ndan anılan kararın, 213 sayılı Kanun`da yer alan vergi hatası kapsamında olup olmadığı ve bu konuda takdir komisyonu teşekkülünden sonra yeniden asgari ölçüdeki arsa metrekare birim değerlerinin tespit edilip edilemeyeceğine yönelik özelge alarak emlak vergisi mükellefleri bakımından bağlayıcı olduğu kadar davalı idare için de bağlayıcılığı tartışmasız olan ve hukuken varlığını koruyan takdir komisyonu kararına rağmen, yukarıda yer verilen yasal usule uyulmaksızın yeniden asgari ölçüdeki metrekare birim değerlerinin takdiri yoluna gidildiği ve bu rayiç bedeller üzerinden tarh olunan emlak vergisinin idarece mükellefe bildirim yükümlülüğüne uyulmadığı ve davacı tarafından öğrenilmesiyle idareye yapılan düzeltme başvurusunun reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Olayda uyuşmazlık konusu alan içerisinde kalan kısımlar için 2013 yılında alınan takdir komisyonu kararına karşı süresi içerisinde dava açılmadığı, söz konusu değerin yasada belirtilen kurum ve kuruluşlar açısından kesinleştiği, belirtilen bu değerin düşük veya yüksek olduğu yolundaki iddiaların hukuki ihtilaf niteliği taşıdığı ve ancak olağan dönemdeki komisyon kararının süresinde vergi mahkemesinde açılmış bir davada incelenebileceği bu durumda kesinleşen değer yerine kaim olmak üzere düzeltme hükümleri uyarınca yeniden birim değer takdir edilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı açıktır.

Bu durumda, davacı tarafından 2015 yılı için yeniden belirlenen asgari ölçüdeki arsa metrekare birim değerlerini, adına tahakkuk ettirilen emlak vergisi nedeniyle öğrenmesi nedeniyle davalı idareye yapılan başvurunun 03.06.2015 tarih ve 3308 sayılı yazı ile reddi üzerine otuz günlük yasal süre dolmadan açılan davada süre aşımı bulunmadığı anlaşılmakta olup uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekirken Vergi Mahkemesince; emlak vergisine esas arsa metrekare birim değerlerinin 07.11.2014 tarihinde askıya çıkarıldığı, 07.12.2014 tarihinde askıdan indirilmesinden yani kesinleşmesinden sonra asgari arsa metrekare birim değerlerinin tespitine ilişkin takdir komisyonu kararına ve tahakkuk eden vergilere karşı dava açmak için öngörülen otuz günlük süreden sonra 16.06.2015 tarihinde kayda giren dilekçe ile açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

Ayrıca vergisi uyuşmazlık konusu tahakkuk işleminin de oluşan hukuki duruma göre karara bağlanması gerektiği tabiidir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne, Ankara 6. Vergi Mahkemesi`nin 03/02/2016 tarih ve E:2015/951, K:2016/180 sayılı kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 09/06/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2013/2579 Karar : 2016/689 Tarih : 11.02.2016

  • İYUK 7. Madde

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından davalı idarenin yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeksizin işin gereği düşünüldü:

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. Antalya 1. İdare Mahkemesince verilen 20.12.2012 günlü, E:2012/614; K:2012/1710 sayılı karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına; temyiz giderlerinin istemde bulunan davalı idare üzerinde bırakılmasına, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Dava, ilgilinin maaşının unsurları ve miktarı yönünden yapılan ilk belirleme işleminden kaynaklanmakta olup bu işlemden doğan zararın karşılanması istemiyle birlikte açılmış iptal ve tazminat davasıdır. Bu sebeple de, dava açma süresinin İYUK.`nun 12., 7. ve 11. maddeleri esas alınarak hesaplanması gerekmektedir.

Buna göre, davanın açıldığı tarihten önceki son bir-kaç aylık maaş ödemeleri davacının ödenecek maaşının ilk kez belirlenmesinden bağımsız işlemler olmadığından, davacının bu hususta ilk ödemenin yapıldığı, ya da maaş hesaplama unsurlarında bir değişiklik olmuşsa, buna göre ilk ödemenin yapıldığı tarihte başlayan süre içinde dava açmadığı anlaşılmaktadır. 9.2.2012 tarihli başvurusu ise 11. maddede belirlenen süre içinde olmadığından dava süresini etkilememektedir.

Uyuşmazlıkta, anılan 12. maddedeki işlemin icrasından doğan tam yargı davası ile ilgili süre başlangıcı hükmünün uygulanması olanağı bulunmamaktadır.

Bu nedenle davanın süre aşımı yönünden reddi gerektiğinden, İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği görüşüyle karara katılmıyoruz.


DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2013/11116 Karar : 2016/649 Tarih : 11.02.2016

  • İYUK 7. Madde

Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi`nce işin gereği düşünüldü:

Dava, Konya ili, Meram ilçesi, ……..Lisesi’nde kimya öğretmeni olarak görev yapan davacının, görev yaptığı okulda kimya dersi normunun üçten dörde çıkartılmasına ilişkin işlemin, buna bağlı olarak adı geçen okula ………‘ın kimya öğretmeni olarak atanması yolundaki işlemin ve daha sonra kimya öğretmenliği norm kadrosunun tekrar üçe düşürülmesi sonucunda norm kadro fazlası sayılarak …………Lisesi`ne geçici olarak görevlendirilmesine ilişkin 02/10/2012 günlü, 27241 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Konya 1. İdare Mahkemesi’nin 17/07/2013 günlü, E:2012/1456, K:2013/879 sayılı kararıyla; Konya ili, Meram ilçesi …….. Lisesi’nde kimya öğretmeni olarak görev yapan davacının, görev yaptığı okulda 18/08/2011 tarihinde isimli kimya öğretmeninin göreve başladığı, davacının kendi branşında yani kimya öğretmenleri zümresinde …….isimli öğretmeninin göreve başladığından, bir başka ifadeyle alanındaki norm kadro ile ilgili değişiklikten ve adı geçen öğretmenin atanmasından en geç 2011/2012 eğitim öğretim yılı başında haberdar olduğunun kabulünün gerektiği, bu tarihten itibaren altmış günlük yasal süre içinde veya 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 11. maddesinde belirtilen süreler içinde dava açması gerekirken , bu süreler geçtikten sonra 28/11/2012 tarihinde açılan davanın; ………… Lisesi’nin kimya branşı norm kadro sayısının üçten dörde çıkartılması ve ………… isimli öğretmenin atanmasına ilişkin 03/08/2011 günlü, 30465 sayılı işlemler yönünden süresinde olmadığı, davacının …………Lisesi’ne geçici olarak görevlendirilmesine ilişkin işlem yönünde ise; davacının görev yaptığı okulda kimya ders saatinin 53 olması nedeniyle kimya dersi norm kadro sayısının üç olarak belirlendiği, okulda görev yapan dört kimya öğretmenin arasından en düşük hizmet puanına sahip olan davacının ilgili mevzuat uyarınca gecici olarak görevlendirilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçeleriyle Konya ili, Meram ilçesi,…………Lisesi’nin kimya dersi norm kadro sayısının üçten dörde çıkarılması ve isimli kimya öğretmeninin anılan okula atanmasına ilişkin işlemler yönünden davanın süre aşımı nedeniyle reddine, davacının ……… Lisesi`ne geçici olarak görevlendirilmesi işlemi yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı, norm kadro sayısının üçten dörde çıkarılmasına ilişkin işlem ile ………`ın atanmasına ilişkin işlemin kendisine tebliğ edilmediğini, Mahkemece varsayımsal olarak karar verildiğini, norm kadro fazlası olduğunun 21/09/2012 tarihinde yazılı olarak bildirilmesi üzerine süresinde dava açtığını öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7. maddesinin birinci fıkrasında; dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, bu sürelerin, idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren başlayacağı hükmüne yer verilmiş, “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde de; ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Konya ili, Meram ilçesi, ……….Lisesi`nde kimya dersi branşı için 09/05/2011 tarihi itibariyle 66 saat ders yükü karşılığında norm kadro sayısının üç olarak belirlendiği, 22/07/2011 tarihinde ise 80 saat ders yükü karşılığında dördüncü norm kadronun verildiği, dördüncü kadroya 03/08/2011 günlü, 30465 sayılı işlemle ……… isimli kimya öğretmeninin atandığı, 2011-2012 eğitim öğretim yılında okulda 56 saat kimya dersi olduğu ve dört öğretmen tarafından bu dersin verildiği, 16/07/2012 tarihinde yapılan değerlendirmede kimya ders saatinin 53 olması nedeniyle norm kadronun üç olarak gösterildiği ve 21/09/2012 tarihinde dört kimya öğretmeni içinde hizmet puanı en düşük olan davacıya norm kadro fazlası olduğunun tebliği üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Olayda, okullar tatilde iken Temmuz ayında norm kadro sayısının üçten dörde çıkarıldığı ve yine Ağustos ayında isimli öğretmenin atamasının yapıldığı, söz konusu işlemlerin tesis edildiği tarihler itibariyle davacının dava açmasını gerektiren bir hak kaybının bulunmadığı ve hukuka aykırılığının açıkça anlaşılmasının mümkün olmadığı kuşkusuzdur.

Bu nedenle, davacının norm kadro fazlası olarak belirlenmesine ilişkin işlemin tebliğ edildiği 21/09/2012 tarihi itibariyle hak kaybının gerçekleştiği açık olduğundan, norm kadro fazlası durumuna düştüğünün tebliğ edildiği 21/09/2012 tarihi esas alınarak dava açma süresinin değerlendirilmesi gerekirken, temyize konu kararın kimya dersi normunun üçten dörde çıkarılmasına ilişkin işlem ile kimya dersi öğretmeni …….. `ın atanmasına ilişkin işlem yönünden davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin kısmında hukuki isabet bulunmamıştır.

Davacının norm kadro fazlası olması nedeniyle ……….. Lisesi’ne geçici olarak görevlendirilmesine ilişkin işlem yönünden ise; söz konusu işlemin dayanağı niteliğinden olan kimya dersi norm kadro sayısının belirlenmesi işlemi ile kimya dersi öğretmeni ……………..’ın atanmasına ilişkin işlemler hakkında İdare Mahkemesi`nce verilecek olan karara göre geçici görevlendirme işlemi hakkında da yeniden karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Konya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 17/07/2013 günlü, E:2012/1456, K:2013/879 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun temyize konu kararın verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan haliyle 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun’la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay`a kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2015/3716 Karar : 2016/669 Tarih : 4.02.2016

  • İYUK 7. Madde

üküm veren Danıştay Ondördüncü Dairesince işin gereği görüşüldü:

Dava; taş kırma, eleme, yıkama faaliyetiyle iştigal eden davacı şirkete, 2872 sayılı Çevre Kanununun 20/f maddesine muhalefet ettiğinden bahisle, 101.595,00 TL idari para cezası verilmesine ilişkin Karabük Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün 22.05.2013 günlü, 2013/12 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; dava konusu bila tarih ve 2187 sayılı işlemin davacı şirkete 30.05.2013 tarihinde tebliğ edildiği, bu işleme karşı 2872 sayılı Çevre Kanununun 25. maddesi uyarınca 30 gün içerisinde, en son 30.06.2013 tarihinde dava açılması gerekirken, bu süre geçildikten sonra 01.07.2013 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinde ; dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, bu sürelerin, idari uyuşmazlıklarda, yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükme bağlanmıştır.

2872 sayılı Çevre Kanununun 25. maddesinde, bu Kanunda öngörülen idarî yaptırımların uygulanmasını gerektiren fiillerle ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir tutanak tanzim edileceği, bu tutanak denetleme elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî yaptırım kararını vermeye yetkili mercie intikal ettirileceği, bu merci, tutanağı değerlendirerek gerekli idarî yaptırım kararını vereceği, İdarî yaptırım kararı, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre idarî yaptırım kararını veren merci tarafından ilgiliye tebliğ edileceği ve idarî yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabileceği, hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; taş kırma, eleme, yıkama faaliyetiyle iştigal eden davacı şirkete ait işyerinde, 12.03.2013 tarihinde davalı idare teknik elemanlarınca yapılan denetim sırasında alınan numunelerin analizi sonucunda, katı atık madde parametresinin yüksek çıkması sebebiyle, 2872 sayılı Kanunun 20/f maddesine muhalefetten 101.595,00 TL idari para cezası verildiği, anılan işlemin davacı şirkete 30.05.2013 tarihinde tebliğ edildiği, bakılmakta olan davanın ise 01.07.2013 (Pazartesi) tarihinde Karabük Asliye Hukuk Mahkemesine verilen dava dilekçesiyle açılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri uyarınca; idare mahkemelerinde genel dava açma süresi altmış gün ve dava açma süresinin başlangıcı da işlemin tebliğ edildiği tarihi izleyen gün olup, bu genel usul ve esaslar, özel kanunlarda aksine bir düzenleme yoksa geçerli olabilecek, özel kanunlarda farklı düzenlemelere yer verilmiş olması halinde ise, bunun, işlemde ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekecektir.

Uyuşmazlıkta; dava konusu işlemin, davacı şirkete 30.05.2013 tarihinde tebliğ edildiği, söz konusu işlemde, 2872 sayılı Kanunun 25. maddesinde düzenlenmiş olan özel dava açma süresinin, yani işlemin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde İdare Mahkemesinde dava açılabileceğinin açıkça belirtildiği, anılan Yasa hükmünde, 2577 sayılı Kanunun 8. maddesinde yer verilen genel kuralın aksine, dava açma süresinin, işlemin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başladığı yönünde bir düzenlemeye ise yer verilmediği dikkate alındığında, otuz günlük özel dava açma süresinin hesabında, işlemin tebliğ edildiği günün de dikkate alınması gerekmektedir.

Bu durumda; davacı şirkete 30.05.2013 tarihinde tebliğ edilen ve içeriğinde özel dava açma süresi de açıkça belirtilmiş olan dava konusu işleme karşı, bu tarihten başlamak üzere 30 gün içinde ve en son 28.06.2013 (Cuma) tarihi mesai bitimine kadar dava açılması gerekirken, bu süre dolduktan sonra, 01.07.2013 (Pazartesi) tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen Mahkeme kararında sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; Kastamonu İdare Mahkemesinin 26/11/2014 günlü, E:2014/315, K:2014/737 sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oyçokluğuyla ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava; davacı şirkete, 2872 sayılı Çevre Kanununun 20/f maddesine muhalefet ettiğinden bahisle, 101.595,00 TL idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış olup, dava konusu işlemin, davacı şirkete 30.05.2013 tarihinde tebliğ edilmiş olduğu, bu tarihi izleyen otuz günlük dava açma süresinin de, son günün 29.06.2013 (Cumartesi) tarihine rastlaması nedeniyle, 01.07.2013 (Pazartesi) tarihi itibarıyla dolduğu, bakılmakta olan davanın da 01.07.2013 tarihinde, yani süresi içerisinde açılmış olduğu dikkate alındığında, İdare Mahkemesince işin esasının incelenmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı, bu nedenle de Mahkeme kararının bozulması gerektiği oyuyla, aksi yönde oluşan karara katılmıyoruz.


DANIŞTAY 3. DAİRE Esas : 2014/5292 Karar : 2015/42 Tarih : 21.01.2015

  • İYUK 7. Madde

Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 90’ıncı maddesinin 5`inci fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı belirtilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun dava açma süresi başlıklı 7’nci maddesinin 1`inci fıkrasında, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu hükme bağlanmıştır.

Davanın, davacı şirketin 5811 sayılı Bazı Varlıkların Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun’dan yararlanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 15.2.2010 tarih ve 5900 sayılı işlemin iptali istemiyle dava açma süresi içerisinde ilk önce Manisa İdare Mahkemesi nezdinde dava açıldığı, davayı inceleyen Manisa İdare Mahkemesinin 2.6.2011 gün ve E:2010/986, K:2011/1272 sayılı kararıyla; davacının mahsup uygulamasından faydalanabilmesi için öncelikle hakkında yürütülen incelemenin henüz tamamlanmadan ve gerekli tarhiyatlar yapılmadan önce bildirim veya beyanının bulunması ve diğer takip eden şartların varlığının gerektiği, dolayısıyla kanuni şartları taşımayan davacı isteminin karşılanmamasına yönelik dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği, davacı şirketin temyiz başvurusu üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 14.3.2012 gün ve E:2011/9369, K:2012/907 sayılı kararıyla; Mahkeme kararını; dava konusu olayda iptali istenen işlemin, 5811 sayılı Bazı Varlıkların Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun hükümlerinden faydalanmak amacıyla yapılan başvurunun reddine ilişkin olup, uyuşmazlığın para, döviz, altın, menkul kıymet ve diğer sermeye piyasası araçları ile taşınmazların beyan üzerine kayda alınarakvergilendirilmesi konusundaki vergi mevzuatıyla ilgili bulunduğunun kabulü gerektiğinden davanın görüm ve çözümünün vergi mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle bozulduğu, bozma kararına uyan Manisa İdare Mahkemesince davanın görev yönünden reddedilerek dosyasının görevli ve yetkili Manisa Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, görev ret kararı uyarınca dosya kendisine gelen Manisa Vergi Mahkemesince davanın, söz konusu işleme karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde dava açılması gerekirken bu süre geçirilerek 29.3.2010 tarihinde, işlemin tebliğ tarihine göre 38`inci günde açılan davanın, esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiylesüre aşımı nedeniyle reddedildiği anlaşılmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkı başlıklı 6’ncı maddesinin 1`inci fıkrasında; herkesin gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu düzenlemesine yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,Sözleşmenin 6’ncı maddesinin 1’inci fıkrasının ihlal edildiğine hükmettiği 14.10.2008 tarihli Mesutoğlu-Türkiye kararındaki olayın; trafik kazasında hayatını kaybedenlerin varisleri tarafından Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasında Mahkemece, dava görev yönünden reddedilerek davacıların başvurusuna binaen dava dosyasının İdare Mahkemesine gönderildiği, davanın kendisine geldiği tarihten yaklaşık iki yıl sonra Asliye Hukuk Mahkemesinin görev ret kararı üzerine doğrudan 30 gün içerisinde İdare Mahkemesinde dava açılmadığı gerekçesiyle davanın İdare Mahkemesince reddedilmesi ve kanun yollarından geçerek kesinleşmesi şeklinde gerçekleştiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararında mahkemeye erişim hakkının mutlak olmayıp, özellikle bir başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin koşullarla ilgili olarak zımnen kabul edilmiş bazı sınırlamalara tabi olabildiğini, zira erişim hakkının doğası gereği devlet tarafından bir düzenlemeyi gerektirdiğini ve Sözleşmeci Devletlerin bu konuda belirli bir takdir payına sahip olduklarını, bununla birlikte getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiğini, ayrıca mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde 6’ncı maddenin 1`inci fıkrası ile bağdaşabileceğin belirtmiştir.

Davacı tarafından dava konusu edilen işlemin hangi mahkemenin görevine girdiği hususunun idare mahkemesince dahi tespit edilemediği göz önünde bulundurulursa, bu tespitin davacıdan beklenilmesinin hakkaniyete uygun düşmeyeceği ve davanın konusunun görev yönünden arzettiği bu muğlaklığa rağmen getirilecek kısıtlamanın, mahkemeye erişim hakkının özünü ortadan kaldıracak bir mahiyet kazanacağı ve bu durumun daAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin6`ncı maddesinin ihlali anlamına geleceği açıktır.

Bu durumda; davayı süre aşımı nedeniyle reddeden Mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerletemyiz isteminin kabulüne, Manisa Vergi Mahkemesi 7.12.2012 gün ve E:2012/879, K:2012/1047 sayılıkararının bozulmasına, yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından temyiz isteminin reddi ve kararın onanması gerektiği oyuyla karara katılmıyoruz.


DANIŞTAY 6. DAİRE Esas : 2012/3617 Karar : 2014/7478 Tarih : 19.11.2014

  • İYUK 7. Madde

Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava, Konya ili, Meram İlçesi, Yenice Mahallesi, 16K III pafta, 3368 ada, 14 parsel sayılı taşınmazın bulunduğu alanda yapılan 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğine ilişkin Büyükşehir Belediye Meclisinin 16/04/2010 tarihli, 258 sayılı kararı ile bu karara göre hazırlanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliğine ilişkin Meram Belediye Meclisinin 07/05/2010 tarihli, 81 sayılı kararı ve bu kararın onanmasına ilişkin Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 18/06/2010 tarihli, 371 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, 17.5.2010-18.6.2010 tarihleri arasında askıya çıkarılan 1/5000 ölçekli nazım imar planına askı süresi içerisinde itirazda bulunmayan davacı tarafından askı tarihini izleyen 60 günlük süre içerisinde dava açılması gerektiği, yasal dava açma süresi geçirilerek 01.10.2010 tarihinde açılan davanın 1/5000 ölçekli nazım imar planına ilişkin kısmının süre aşımı yönünden reddine; 1/1000 ölçekli plan yönünden ise; yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan rapor ile dosyadaki bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilerek, davacıların taşınmazlarının bulunduğu alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanında kaldığı, 1/1000 ölçekli imar planının, kentsel döşüm ve gelişim alanına dair hazırlanan 1/5000 ölçekli revizyon nazım imar planında öngörülen arazı kullanım kararlarına uygun olduğu, Meram Belediyesinin, bu alanda bulunan taşınmaz sahiplerinin % 95` i ile anlaşma sağlandığı, taşınmazların çoğunun yeni yapılaşma amacıyla yıkıldığı, TOKİ tarafından inşaata başlandığı bu durumda kentsel dönüşüm sürecinin devam etmesinin, bu bağlamda yapılan 1/1000 ve 1/5000 ölçekli planların uygun görülmesinin kamu yararına uygun olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın 1/1000 ölçekli plana ilişkin kısmının da esastan reddine karar verilmiş, bu karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkeme kararının, 1/5000 ölçekli imar planına ilişkin olarak davanın süre yönünden reddine ilişkin kısmında; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı, ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilecekleri hüküm altına alınmakla, ilanı gereken düzenleyici işlemler yönünden ilgililere uygulama üzerine dava açma olanağı tanındığı tartışmasızdır.

İmar mevzuatı ve 2577 sayılı Yasanın 7. maddesi İle üst makamlara başvurmayı düzenleyen 11. maddesi hükümleri karşısında, imar planlarına karşı, bir aylık askı süresi içinde 2577 sayılı Yasa`nın 11. maddesi kapsamında başvuruda bulunulması ve bu başvuruya idari dava açma süresinin başlangıç tarihi olan son ilan tarihinden itibaren 60 gün içinde cevap verilmeyerek isteğin reddedilmiş sayılması halinde, bu tarihi takip eden 60 günlük dava açma süresi içinde veya son ilan tarihini izleyen 60 gün içinde cevap verilmek suretiyle isteğin reddedilmesi halinde bu cevap tarihinde itibaren 60 günlük dava açma süresi içinde idari dava açılabileceği; imar planlarına askı süresi içinde bir itirazda bulunulmamış ise, davanın, 2577 sayılı Yasanın 7. maddesi uyarınca imar planının son ilan tarihini izleyen günden itibaren 60 gün içinde açılması gerektiği, ancak bu süreler içerisinde dava açılmamış olması halinde imar planının uygulanmaya konulması ile birlikte uygulama işlemi üzerine işlem ile birlikte imar planına veya doğrudan işlemin dayanağı olan imar planına karşı yeniden dava açma hakkının bulunduğu ve bu aşamada dava açma süresinin uygulama işleminin süresine tabi olduğunda tartışma bulunmamaktadır.

3194 sayılı İmar Kanunu`nun 5. maddesinde, nazım imar planı; varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan plan; uygulama imar planı da; tasdikli halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren plan olarak tanımlanmıştır.

Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelikte de İmar Kanununa paralel olarak tanımlama getirilmiş, Yönetmeliğin 7. maddesinde çevre düzeni planı ilke ve kararlarına aykırı imar planı yapılamayacağı belirtilmiştir.

Anılan hükümler uyarınca, planlar arasındaki hiyerarşi kapsamında bir bölgede çevre düzeni planı varsa, o bölgede yapılacak olan imar planlarının (nazım imar planı ve uygulama imar planı) bu plana uygun olması ve yine çevre düzeni planına uygun yapılan nazım imar planından sonra yapılacak olan uygulama imar planının da üst ölçekli planlara uygun yapılması gerekmektedir.

İmar, planları arasındaki hiyerarşik ilişkinin diğer düzenleyici işlemlerden farklı olduğu ve alt ölçekli planların üst ölçekli planların uygulanması amacıyla tesis edildiği, dolayısıyla üst ölçekli plan varsa alt ölçekli planın (düzenleyici işlem olmakla birlikte) uygulama işlemi niteliğinde olduğu ve bunun sonucunda da nazım imar planı veya uygulama imar planı yapıldıktan sonra henüz subjektif işlem tesis edilmemiş olsa dahi bu planlar ile birlikte üst ölçekli plana dava açılabileceği, aksi halde 1/1000 ölçekli planın nazım imar planına uygun tesis edilmiş olması durumunda uygulama programlarını direkt etkilemesine karşın bu planların iptali için açılan davalarda işin esasının incelenmesi suretiyle yargısal denetim yapılamayacağı açıktır. İncelenen olayda, dava konusu 1/1000 ölçekli uygulama imar planının 02.07.2010-02.08.2010 tarihleri arasında ilan edilmesi üzerine 01.10.2010 tarihinde süresi içerisinde, 1/1000 ölçekli plan ile birlikte dayanağı olan 1/5000 ölçekli nazım imar planına karşı dava açılmış olması nedeniyle, 1/5000 ölçekli nazım imar planı yönünden de davanın esasının incelenmesi gerekirken süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Mahkeme kararının, 1/1000 ölçekli imar planına ilişkin olarak davanın reddine ilişkin kısmına gelince;

Dosyada yer alan bilirkişi raporunda, uyuşmazlığa konu bölgenin, kent ana merkezine yakın, yapılaşma baskısının arttığı, işlevini yitirmiş sanayi alanları ile arasında kaçak yapılaşmanın da bulunduğu, düşük yoğunluklu konut bölgesi içinde kaldığı, dolayısıyla davacıların parselinin bulunduğu alanın kentsel dönüşüm ve yenileme çalışmaları kapsamında düşünülmesi gereken bir bölge olduğu, ancak yapılacak uygulamaların, üst 1/25.000 ölçekli Revizyon Nazım İmar Planı ile ilişki kurularak planların kademeli birlikteliği ilkesi çerçevesinde yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmesine karsın, Mahkemece bu davada, dava konusu edilen 1/5000 ölçekli imar planıyla ilgili olarak süre aşımı nedeniyle yargısal denetim yapılmadığı için, bilirkişi raporundaki bu husus değerlendirilmeden diğer dava konusu edilen 1/1000 ölçekli imar planının 1/5000 ölçekli plana uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddinde isabet görülmemiştir.

Öte yandan, bilirkişi raporunda, 1/25000 ölçekli revizyon nazım imar planı incelendiğinde, alanın mevcut plan stoğu alanı içinde bulunduğu, lejant ifadesinin de plan raporunda 2020 yılı için önerilen yeni gelişme alanları dışında kalıp, önceki plandaki arazi kullanımının sürdürüleceği alan manasında kullanıldığı, ayrıca bu planla Konya kenti için düşünülen merkez hiyerarşisinin de tanımlandığı, buna göre, Yeni Meram bölgesinin, dördüncü derecede küçük alt merkezde kaldığı, güney ve güney doğuda teklif edilen düşük yoğunluklu meram konutlarının bulunduğu bölge olduğu, dolayısıyla kentsel dönüşüm bölgesine rastlayan üst ölçekli bir merkez öngörüsünün bulunmadığı, bu bölgeye ilişkin iptali istenen 1/5000 ölçekli planın, bütüncül bir nazım imar planı olmaması sebebiyle, 1/25000 ölçekli planla uyumunun değerlendirilemediği, dava dosyasında yer alan 2007 ila 2010 yılları arasında yapıldığı anlaşılan nazım imar planı değişikliklerinin, hangi planları değiştirdiğinin anlaşılamadığı, davalı idarelerce söz konusu bölgeye ilişkin kentsel dönüşüm ve gelişim projesinin Meram Bölgesi Alt Merkez Senaryosuna dair önemli bir adım olacağı iddia edilmişse de, Meram Bölgesi Alt Merkez Senaryosunun, 1/25000 ölçekli planın revizyonunu gerektirecek bir çalışma olduğu, bahsedilen alt merkez senaryosu ile kentsel dönüşüm projelerinin etap etap hazırlanacağı tüm kentsel dönüşüm alanına dair bütüncül bir nazım imar planına ihtiyaç duyulduğu, aksi takdirde parçacıl nazım imar planları ile arttırılan nüfus yoğunluğu sonucunda 1/25000 ölçekli planda öngörülen kentsel kullanım alanlarının yetersiz hale gelerek üst ölçekli plan kararlarının uygulanamaması sorunu doğacağı, diğer taraftan 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında, üst ölçekte ayrıntılanamayan yapı yoğunluklarının ve arazi kullanım biçimlerinin soyut olarak tanımlanabilmesi için, nazım imar planlarının, konut bölgeleri çapında nüfus yoğunlukları ile birlikte üretilmesi gerektiği, 2007 ve 2010 yıllarına ait söz konusu nazım imar planlarında “az yoğun veya yüksek yoğun konut bölgesi” şeklinde sınırlama getirilmeden boşlukta bırakılarak tanımlandığından, planın nüfus kapasitesi ve bu veriye göre olması gereken donatıların hesaplanması amacıyla davalı idarelerden, nüfus yoğunluğuna ilişkin belgelerin istenildiği, edinilen verilerden, 1/1000 ölçekli planla mevcut duruma göre 3,6 kat nüfus yoğunluğunun arttırıldığının gözlemlendiği, sonuç olarak, 2010 yılma ait nazım imar planı ile 2007 yılma ait nazım imar planı karşılaştırıldığında, yapılan değişikliklerin, kuzeydeki yeşil alanın plan sınırı dışına alınması, kuzeydeki konut bölgesi içindeki yeşil alanların ve otoparkın kaldırılması, batıdaki Antalya yolu bağlantısını sağlayan 35 metre yolun 40 metreye çıkarılması, ana taşıyıcı yollardan arındırılarak semt ya da mahalle biriminin merkezi olarak planlanan bölgenin birbirini kesen 20 metrelik yollarla trafiğe açılarak, buradaki merkez donatılarının bir bölümünü kuzeybatı güneydoğu aksındaki yüksek gerilim hattı güvenlik bandı olan yeşil aksa lineer olarak dağıtılması, merkezdeki kentsel donatılardan ilköğretimin, batıdaki plan sınırına taşınması, merkezdeki ortaöğretimin ise kaldırılması, dini tesis alanının ortaöğretim alanı yerine taşınması, buna karşılık önceki planda tanımlanamayan ve yüksek gerilim hattı koruma yeşil bandı içine yerleştirilen kültürel tesis alanı öngörülmesi”, semt merkezini ve konut alanlarını besleyen üç adet genel otoparkın kaldırılarak yerlerine yine yüksek gerilim hattı koruma yeşil bandı içinde iki adet, yüzölçümü öncekine göre küçültülmüş otopark alanlarının önerilmesinden ibaret olduğu, söz konusu nazım imar planı değişikliklerinin, arazi kullanım biçimini ve kentsel donatıları etkileyebilecek boyutta olduğu, trafiğe açılan sektör içi bağlayıcı yol, eşdeğerini yine dönüşüm bölgesi içinde getirdiği bir kısım donatı alanı yer değişikliği önerisinin ölçek kapsamında yapılabilecek değişiklikler olduğu, ancak ticari tesis ve kültürel tesislerin, yüksek gerilim hattı korama bandı içinde yapılması önerisinin, 1/25000 ölçekli planın açıklama raporunda belirtilen “hat boyu 50 metrelik toprak şeridinin yerleşme dışında tutulması” esasını ihlal ettiği açıklanmış olmasına rağmen. 1/1000 ölçekli uygulama imar planının ise 1/5000 ölçekli revizyon nazım imar planında öngörülen arazi kullanım kararları yönünden uygun olduğunun belirtildiği, ayrıca alana kuzeyden komşu Güzel Bahçe Konutlarının yüksek yoğunluklu konut bölgesi olduğu, demiryolunun önemli bir eşik olarak bölgeyi Pirebi Mahallesinden ayırdığı, nazım imar planı dışında kalan alana güneyden ve batıdan bitişik konut bölgesinin de plan üzerinde düşük yoğunluklu konut bölgesi olarak gösterildiği, Konya şehrinin, genelinin sayfiye ve istirahat alanlarından oluşan az yoğun iskan bölgesi olan Meram`ın kentsel gelişme baskılarından uzakta kalmasına rağmen yapı yoğunluğunu artırma ve arsa spekülasyonlarının odağına sürüklenmesine yol açacak planlamanın, şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına uygun olmadığı, ancak söz konusu bölgenin kentleşme dışında tutularak kentsel olanak ve gelirden eşit oranda istifade etmesine imkan verilmesinin de sağlanması gerektiği, bunun aracının ise üst ölçekli planlama olduğu, bir kentin bütününün 1/5000 ölçeğinde irdelenmeden, birbirinden kopuk gelişme kararlarının üretilmesinin planlama esaslarına aykırılık teşkil ettiği tespitlerine yer verilmiştir.

Raporun sonuç kısmında ise, uyuşmazlığa konu parsel çevresinde yapıldığı belirtilen nazım imar planı değişikliklerinin, bütüncül olmadığı ve 1/25000 ölçekli plana aykırı olduğu belirtilmekle birlikte, davacıların parselinin bulunduğu alanın Büyükşehir Belediye Meclisinin 16/07/2010 tarihli, 423 sayılı kararı ile onaylanan “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı” içinde kaldığı, Meram Belediyesinin bu alandaki mülk sahiplerinin % 95` i ile anlaşma sağladığı, taşınmazların çoğunun yıkılarak TOKİ tarafından yeni yapılaşma amacıyla inşaata başlandığı hususları göz önünde tutulduğunda, bu alanla ilgili olarak 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planlarının uygun görülmesinin kamu yararına olduğu görüşü ifade edilmiştir.

Yukarıda detaylı olarak aktarılan bilirkişi raporunda, uyuşmazlığa konu kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilen alanda yapılan 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinin, bütüncül bir planlamadan uzak olduğu, şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarına uygun olmadığına ilişkin tespitlere yer verildiği ve sonuç bölümünde açıkça 1/5000 ölçekli nazım imar planının 1/25000 ölçekli plana aykırı olduğu ifade edilmiş olmasına karşın; mülk sahiplerinin çoğu ile anlaşma sağlanmış olması ve bölgede yeni yapılaşmaya başlanmış olması sebebiyle, dava konusu her iki planın da uygun görülmesinin kamu yararına uygun olduğu yönünde görüş bildirildiği, Mahkemece de bu gerekçe hükme esas alınarak 1/1000 ölçekli uygulama imar planına yönelik olarak davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli teknik bilgi ve verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gereken bilirkişilerce düzenlenen raporda, mahkemece yöneltilen sorulara verilen cevapların şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, rapor içeriğinin ise maddi olayı aydınlatmaya yönelik tespitler ile bu tespitlerin özel ve teknik bilgiler ışığında değerlendirilmesinden ibaret olması gerekmektedir. Hukuki değerlendirmenin ise Mahkemece diğer deliller de dikkate alınarak serbestçe yapılması gerektiği açıktır.

Bu durumda, 1/5000 ölçekli nazım imar planı ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının iptali istemiyle açılan bu davada, öncelikle 1/5000 ölçekli nazım imar planına karşı açılan davanın süresinde olduğu kabul edilmek suretiyle, her iki plan bakımından bilirkişi raporundaki tespitler dikkate alınarak gerekirse yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak hukuki denetimin yapılması gerektiğinden, öncelikle nazım imar planına yönelik olarak yapılacak inceleme sonucunda söz konusu plan hakkında varılacak sonuca göre, nazım imar planına uygun olarak hazırlanması zorunlu olan uygulama imar planı ile ilgili bir karar verilmesi gerektiğinden, kararın 1/1000 ölçekli plana yönelik kısmında da hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Konya 1. İdare Mahkemesince verilen 07/03/2012 tarihli, E:2010/1824 K:2012/263 sayılı kararın (BOZULMASINA), dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 11. DAİRE Esas : 2012/5260 Karar : 2013/567 Tarih : 29.01.2013

  • İYUK 7. Madde

Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince İzmir Bölge İdare Mahkemesi`nin 3.3.2011 tarihli ve E:2010/4331; K:2011/776sayılı kararının Danıştay Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz edilerek bozulmasının istenilmesi üzerine işin gereği görüşüldü:

Dosyanın incelenmesinden; kadroları Sağlık Bakanlığına devredilen personelin mali haklarına ilişkin usul ve esasları düzenleyen 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun’ un 5. maddesinin (6). fıkrasına ilişkin olarak uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla yayımlanan Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 1.8.2005 tarihli ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9. maddesinin Danıştay Onbirinci Dairesinin 10.3.2008tarihli ve E:2006/6044, K:2008/2354 sayılı kararı ile iptali üzerine davacı tarafından, iptal edilen genel düzenleyici işlem nedeniyle fark tazminatından mahsup edilmek suretiyle eksik ödenen mali haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle başvuruda bulunulduğu, başvurunun reddi üzerine bu işlemin iptali ile eksik ödenen mali haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açıldığı, İzmir 1. İdare Mahkemesi Hakimliğince dava konusu işlemin iptaline, düzenleme tarihi olan 1.8.2005 tarihinden itibaren eksik ödenen ek ödeme tutarının, idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine karar verildiği, bu karara karşı davalı İdare tarafından yapılan itiraz başvurusunun kabul edilerek, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7., 11. ve 12. maddesi kapsamında değerlendirilmek suretiyle kararın bozulmasına ve davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararının, karar düzeltme aşamasından da geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Danıştay Başsavcılığı, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 1.8.2005 tarihli ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9. maddesinin Danıştay Onbirinci Dairesince iptal edilmesi sonucu doğan hukuki durumdan, davacının da yararlanmasının, iptal edilen düzenleyici işlemin uygulanması sonucu mahrum kalmış olduğu parasal haklarının tazmini istemiyle davalı idareye başvuruda bulunmasının ve bu başvurunun reddi üzerine idari dava yoluna gitmesinin olanaklı olduğunu belirterek, bu haliyle İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararının yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade etmesi nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesinde, “İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” kuralı yer almaktadır.

İdare Hukuku ilkelerine göre, iptal kararları, iptali istenilen işlemi tesis edildiği tarih itibariyle ortadan kaldırarak, o işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlar. Bir genel düzenleyici işlemin iptal edilmesi durumunda, verilen yargı kararının, sadece o davayı açanı değil, bu genel düzenleyici işlem ile ilgili diğer kişileri de etkileyeceği kuşkusuzdur. İptal kararı ile bu düzenleyici işleme dayanılarak yapılan işlemlerin doğurduğu etki ve sonuçlar ortadan kalkar. Bu nedenle iptal edilen bir düzenleyici işlemden dolayı, menfaati ihlal edilen veya kişisel hakkı etkilenen kişinin, verilen iptal kararının doğurduğu sonuçlardan yararlanmak amacıyla idareye başvurabileceği tabiidir.

Davacı tarafından 11.12.2009 tarihinde yapılan başvuru, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 1.8.2005 tarihli ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9. maddesinin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, Danıştay Onbirinci Dairesince verilen iptal kararının kendi hukuki durumunu da etkilemesi nedeniyle yapılmış bir başvuru olup, davacının, söz konusu iptal kararına da değinerek yaptığı bu başvurunun, genel ve düzenleyici nitelikteki bir idari işlemin iptali yolundaki kararın, o düzenleme ile ilgili herkes için hüküm ifade edeceği gerçeğinden hareketle ve o düzenleyici işlem nedeniyle daha önce menfaati ihlal edilmiş bir kişi olarak, iptal kararının doğurduğu hukuki sonuçlardan yararlandırılması istemiyle yapıldığının ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi kapsamında yapılan bir başvuru niteliğinde olduğunun kabulü gerekmektedir.

Bu durumda, 2577 sayılı Kanun`un 7., 11. ve 12. maddeleri uyarınca davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin bulunan İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının temyiz isteminin kabulü ile İzmir Bölge İdare Mahkemesince verilen 3.3.2011 tarihli ve E:2010/4331; K:2011/776sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına (BOZULMASINA); kararın bir suretinin İzmir Valiliği ile Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve bu kararın Resmî Gazete`de yayımlanmasına, 29.1.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2011/10774 Karar : 2012/4356 Tarih : 21.06.2012

  • İYUK 7. Madde

Muş İli, Varto İlçesi, Leylek İlköğretim Okulu’nda 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde sınıf öğretmeni olarak görev yapmakla iken eş durumu nedeniyle Adana İli, Karataş İlçesi, Bahçe Hamit Buğa İlköğretim Okulu`na atanan davacının, bu atama nedeniyle verilmeyen yolluğun ödenmesi istemiyle 17.03.2011 tarihinde yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve yolluğun yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Adana 1. İdare Mahkemesi Hakimi tarafından verilen 17.05.2011 günlü, E:2011/848, K:2011/772 sayılı kararla; Muş İli, Varto İlçesi, Leylek İlköğretim Okulu’nda 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde sınıf öğretmeni olarak görev yapmakla iken, eş durumu nedeniyle Adana İli, Karataş İlçesi, Bahçe Hamit Buğa İlköğretim Okulu’na 07.08.2009 günlü işlemle atanarak göreve başladığı 20.08.2009 tarihinden itibaren bir ay içinde harcırahının ödenmemesi üzerine sürekli görev yolluğuna ilişkin olarak dava açması ya da 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi uyarınca idareye başvurması gerekirken, bu süre geçirildikten çok sonra anılan atama işleminden kaynaklanan yolluğun verilmesi istemiyle idareye yapılan 17.03.2011 tarihli başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 21.04.2011 tarihinde açılan davanın, süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14/3-e ve 15/1-b maddesi gereğince süre aşımı yönünden reddine hükmedilmiş, itiraz üzerine davaya bakan Adana Bölge İdare Mahkemesi`nin 26.07.2011 günlü, E:2011/3506, K:2011/3508 sayılı kararıyla da, söz konusu karar onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Adana Bölge İdare Mahkemesi’nin 26.07.2011 günlü, E:2011/3506, K:2011/3508 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu belirtilerek kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine Danıştay Başsavcılığı “yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden” sözkonusu kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kanun Yararına Bozma” başlıklı 51. maddesinde, “1. Bölge idare mahkemesi kararları ile idari ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenler, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabilir.

2.Temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde karar, kanun yararına bozulur. Bu bozma kararı, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmaz.

3.Bozma kararının bir örneği ilgili Bakanlığa gönderilir ve Resmi Gazete`de yayımlanır.” hükmü yer yer almaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7’nci maddesinin 1’inci fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu ve bu sürenin idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükmü getirilmiş; 10’uncu maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri; 11`inci maddesinde de, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükmüne yer verilmiştir.

Yolluk ödenmesine (hak kazanılmasına) neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.

Dosyanın incelenmesinden; Muş İli, Varto İlçesi, Leylek İlköğretim Okulu’nda 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde sınıf öğretmeni olarak görev yapmakla iken eş durumu nedeniyle 07.08.2009 tarihli işlemle Adana İli, Karataş İlçesi, Bahçe Hamit Buğa İlköğretim Okulu’na atanarak yeni görev yerine 20.08.2009 tarihinde başlayan davacının, bu atama işleminden dolayı alamadığı sürekli görev yolluğunun ödenmesi için Bahçe Hamit Buğa İlköğretim Okulu Müdürlüğü’ne yaptığı 17.03.2011 tarihli başvurusunun Karataş İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü`nün 24.03.2011 tarih ve 998 sayılı işlemi ile reddi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Her ne kadar Adana Bölge İdare Mahkemesi’nce onanan Mahkeme kararında davacının atandığı okulda göreve başladığı 20.08.2009 tarihinden itibaren bir ay içinde harcırahının ödenmemesi üzerine sürekli görev yolluğuna ilişkin dava açması ya da 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi uyarınca idareye başvurması gerektiği belirtilerek bu süreçten çok sonra yapılan başvurunun süresinde olamayacağı gerekçe alınarak dava süre aşımı yönünden reddedilmiş ise de, dava konusu olayda başvuru öncesinde davacıya tebliğ edilmek suretiyle kendisine yolluk verilmeyeceğine ilişkin bir işlemin mevcut olmaması karşısında; yolluk ödenmesi talebiyle sonradan yapılan başvuru, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru niteliğini taşıdığından, bu konuda çıkan uyuşmazlıkta atandığı yerde göreve başlama tarihinin dava açma süresi için başlangıç olarak alınmasına hukuken olanak bulunmamaktadır.

Öte yandan, 6245 sayılı Harcırah Kanunu`nun 59. maddesinde belirtilen bir aylık süre, dava süresi olmayıp, verilen avansın kapatılması amacına yönelik bir beyanname verme süresi olarak düzenlenmiş olduğundan, dava açma süresinin hesabında dikkate alınmaması gerekmektedir.

Kaldı ki, uyuşmazlık konusu olayda, dava konusu işlemin yasal dayanaklarını oluşturan ve 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların 4. maddesinde yer alan; “Sözleşmeli personele geçici görev yolluğu dışında harcırah ödenemez.” ibaresi ile buna paralel olarak yürürlüğe sokulan Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2006/58 sayılı Genelgesi’nin 11. maddesinde yer alan; “Sözleşmeli öğretmenlere sürekli görev yolluğu ödenmeyecektir.” ibaresinin Danıştay İkinci Dairesi’nin 28.02.2011 günlü, E:2010/5994 sayılı kararıyla yürütmesinin durdurulmuş olması nedeniyle oluşan yeni hukuki durum karşısında, davacının sürekli görev yolluğunu alabilmek için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi kapsamında idareye her zaman başvurabileceği de açıktır.

Bu nedenle, Adana Bölge İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 26.07.2011 günlü, E:2011/3506, K:2011/3508 sayılı kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile Adana Bölge İdare Mahkemesi’nce verilen 26.07.2011 günlü, E:2011/3506, K:2011/3508 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına ( BOZULMASINA ); kararın birer suretinin Danıştay Başsavcılığına, Karataş Kaymakamlığı ile davacıya gönderilmesine ve bu kararın Resmî Gazete`de yayımlanmasına, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2009/4653 Karar : 2012/764 Tarih : 16.02.2012

  • İYUK 7. Madde

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Dava Açma Süresi” başlıklı 7.maddesinde, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay`da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu, bu sürelerin, idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı, vergi, resim ve harçlar ve benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin: tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin: tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği tarihi izleyen günden başlayacağı hükme bağlanmıştır.

Aynı Yasanın Üst Makamlara Başvurma Başlıklı 11. maddesinde ise, “İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” hükümlerine yer verilmiştir.

Dosyadaki belgelerin incelenmesinden 02.06,2008 tarihinde ödenen tahsil harcı için aynı tarihli sayman mutemedi alındısının düzenlendiği ve davanın bu tarihten itibaren 30 gün içinde 25.06.2008 tarihinde açıldığı, Vergi Mahkemesince de, 02.06.2008 tarihinde ödenen harcın iadesi istemiyle 10.6.2008 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, bu başvuru ile dava açma süresinin durduğu, davanın ise dava açma süresinin durduğu 25.6.2008 tarihinde açıldığı, dolayısıyla davalı idareye yapılan başvuru üzerine herhangi bir işlem tesis edilmesi beklenilmeksizin açılan davanın bu aşamada inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği anlaşılmıştır.

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu`nun 11. maddesinde yer alan başvuru yolu zorunlu değil ihtiyari bir başvuru yoludur. İlgililer dava açma süresi içinde doğrudan dava açabilecekleri gibi dava açmadan önce, tesis edilen işlemin kaldırılmasını, geri alınmasını değiştirilmesini veya yeni bir işlem yapılmasını üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan isteyebilirler. Öngörülen bu usulün ihtiyari bir usul olması nedeniyle de ilgililer bu yola başvursalar dahi, dava açma süresi içinde olmak şartıyla, idari dava da açabilirler. Zira getirilen bu düzenlemeyle ilgilere bir yükümlülük değil, bir hak tanınmaktadır. Hal böyle olunca, 11. madde kapsamında bir başvuru da bulunulmuş olması ve bu başvurunun henüz sonuçlanmamış olması ilgililer tarafından idari dava açma süresi içinde dava açılmasını engellemez.

Bu durumda, harcın ödendiği tarihten itibaren bu harcın iadesi istemiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda öngörülen 30 günlük süre içerisinde açılan davanın esasının incelenmesi gerekirken davanın reddedilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle İstanbul 4. Vergi Mahkemesinin 18.03.2009 tarih ve E.2008/2271, K:2009/690 sayılı kararının ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 7. DAİRE Esas : 2008/7430 Karar : 2009/5579 Tarih : 23.12.2009

  • İYUK 7. Madde

Dosyanın incelenmesinden; ihraç edilmek kaydıyla ihracatçılara teslim edilen eşyaya ilişkin özel tüketim vergisinin tecil-terkin ve mahsup edilmesi talebinin reddi yolundaki 9.2.2006 gün ve 2555 sayılı işlemin 10.2.2006 gününde tebliği üzerine, tecil-terkin işleminin yapılmasına ve 16.3.2006 gününde ihtirazı kayıtla ödenen özel tüketim vergisinin hesaplanacak yasal faiziyle iadesine hükmedilmesi istemiyle 17.4.2006 gününde vergi mahkemesi kayıtlarına intikal ettirilen dilekçeyle açılan davada, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle, ödenen verginin iadesine hükmedildiği anlaşılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Dava açma süresi” başlıklı 7’nci maddesinin 1’inci fıkrasında, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu; 2’nci fıkrasının (b) bendinde ise, bu sürelerin, tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı belirtilmiş; aynı Kanunun 15’inci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde de, 14’üncü maddenin 3`üncü fıkrasının (e) bendinde ilk inceleme konuları arasında sayılan süre aşımının bulunması halinde davanın reddine karar verileceği hüküm altına alınmıştır.

Olayda; Mahkemece ihtirazi kayıtla ödeme tarihinin esas alınması suretiyle davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna ulaşılmış ise de; gerek 2577 sayılı Kanunda, gerekse ilgili diğer kanunlarda, ihtirazi kayıtla ödemenin dava açma süresini başlatacağı yolunda herhangi bir düzenlemenin yer almaması karşısında; ihtirazi kayıtla ödemenin dava açma hakkı vermesi olanaklı olmadığından, dava açma süresinin ödeme tarihine göre belirlenmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, 9.2.2006 gün ve 2555 sayılı işlemin tebliği üzerine ödeme yapıldığı göz önünde tutulduğunda, davanın, uyuşmazlığı doğuran bu işlemin iptali istemiyle açıldığının kabulü gerekmektedir.

Bu bakımdan; 10.2.2006 gününde tebliğ edilen anılan işlemin iptali istemiyle, 2577 sayılı Kanunun 7’nci maddesinin yukarıda yer alan 1’inci fıkrası hükmünde öngörülen otuz günlük sürenin geçirilmesinden sonra, 17.4.2006 gününde açılan davanın, aynı Kanunun 15`inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca süre aşımı yönünden reddi gerekirken, işin esasının incelenmesi suretiyle sonuçlandırılması yolundaki vergi mahkemesi kararında isabet görülmemiştir.

Bu nedenle, temyiz isteminin kabulüne ve mahkeme kararının ( BOZULMASINA ); bozma kararı üzerine, Mahkemece, yeniden verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas: 2016/7642 Karar: 2017/180 Tarih: 18.01.2017

  • İYUK 7. Madde

Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, Sakarya ili, Kuzey ve Doğu Planlama Alt Bölgelerinde yapılan 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planına yapılan itirazın reddine dair 08.09.2014 tarihli ve 10/227 Sayılı Sakarya Büyükşehir Belediyesi Meclisi Kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, davacının plana yaptığı itiraza, askı ilan süresinin sonu olan 21.04.2014 tarihinden itibaren 60 gün içerisinde cevap verilmemesi sonucunda Haziran 2014 tarihinde zımnen ret işleminin oluştuğu, buna göre davacı tarafından bu tarihten itibaren 60 gün içerisinde dava açılması gerekirken 06.11.2014 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı sebebiyle reddine karar verilmiş, bu karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun “ Dava Açma Süresi “ başlıklı 7. maddesinde2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun “ Dava Açma Süresi “ başlıklı 7. maddesinde dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve İdare Mahkemelerinde altmış gün olduğu; ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı; yine aynı Kanun’un “Üst Makamlara Başvurma” başlıklı 11 .maddesinde, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebileceği bu başvurunun işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, kurala bağlanmıştır.

3194 Sayılı İmar Kanunun planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması başlıklı 8. maddesinin b bendinde “İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar” hükmü; aynı maddenin c bendinin 2., 3. fıkralarında ise “ Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar. Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir. ,f hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, Sakarya İli, Kuzey ve Doğu Alt Bölgelerinde yapılan 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planının 28.02.2014 tarihli ve 3173 Sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı işlemiyle onaylanarak 21.03.2014-21.04.2014 tarihleri arasında Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ilan panosunda askıya çıkarıldığı ve internet sayfasında ilan edildiği, davacının askı süresi içerisinde 18.04.2014 tarihli dilekçeyle davaya konu plana itiraz ettiği, davacının itirazının yetkili Çevre ve Şehircilik Bakanlığına iletilmediği itirazın yetkisiz olan Sakarya Büyükşehir Belediye Meclisince 08.09.2014 tarihli ve 10/227 Sayılı kararla reddedilerek 11.10.2014 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine söz konusu işlemin iptali istemiyle 06.11.2014 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, yukarıda anılan mevzuat uyarınca davacının itirazına konu olan il çevre düzeni planının 21.03.2014-21.04.2014 tarihleri arasında sadece Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ilan panosunda ilan edildiği, bunun yanında ilgili idare olan Sakarya Büyükşehir Belediyesi ilan panosunda ve internet sayfasında ilan edilmediği davacının itirazının yetkili olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilmediği dikkate alındığında itirazın reddine dair büyükşehir belediye meclisi kararının tebliği üzerine anılan işlemin iptali istemiyle yasal sürede açılan davada süre aşımı bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Sakarya 2. İdare Mahkemesince verilen 17.12.2014 tarihli, E:2014/1216, K:2014/1128 Sayılı kararın bozulmasına, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 24.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas: 2016/2834 Karar: 2016/2329 Tarih: 06.04.2016

  • İYUK 7. Madde

Dava; 17.04.2015 tarih ve 29329 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in 14. maddesinin iptali istemiyle açılmıştır.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin 4. fıkrasında, ilanı gereken düzenleyici işlemlere karşı, ilan tarihini izleyen günden itibaren 60 gün içinde dava açılması gerektiği; ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilecekleri hükmüne yer verilmiş; aynı Kanun’un 14/3 maddesinin ( e ) bendinde, dava dilekçelerinin süre aşımı yönünden inceleneceği; 15/1 maddesinin ( b ) bendinde de, 14/3-e bendi uyarınca davada süre aşımı bulunduğunun tespiti halinde, davanın reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır.

Buna göre; düzenleyici işleme karşı ilanını izleyen günden itibaren 60 günlük dava açma süresi içinde dava açılabileceği gibi; bu süre geçmiş olsa dahi, düzenleyici işlemin uygulanmasına dair olarak bir işlem tesis edilmesi halinde, uygulama işlemi ile dayanağı olan düzenleyici işlemin ayrı ayrı veya birlikte, yine yasal dava açma süresi içinde davaya konu edilebilecekleri sonucuna ulaşılmaktadır.

Dosya kapsamında davacı hakkında tesis edilmiş bir uygulama işlemi tespit edilemediğinden 17.04.2015 tarih ve 29329 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik maddesinin iptali istemiyle bu tarihi izleyen günden itibaren işlemeye başlayan yasal dava açma süresi olan 60 gün geçirildikten sonra 17.03.2016 tarihinde açıldığı anlaşılan davanın süre aşımı sebebiyle esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 2577 Sayılı Kanun’un 15/1-b maddesi uyarınca DAVANIN SÜRE AŞIMI NEDENİYLE REDDİNE, yargılama giderlerinin davacının üzerinde bırakılmasına, bu kararın tebliğinden itibaren 30 ( otuz ) gün içinde temyizen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na başvurulabileceğinin taraflara duyurulmasına, 06.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas: 2010/7934 Karar: 2010/6948 Tarih: 28.09.2010

  • İYUK 7. Madde

Dava, davacının Türk vatandaşlığına alınma talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Ankara 8. idare Mahkemesince; davacının Türk vatandaşlığına alınması istemiyle Tekirdağ Valiliği’ne yaptığı başvurunun 31.8.2009 tarih ve 77631 sayılı davalı idare işlemi ile reddedildiği, bu işlemin tebliğ edildiğine ilişkin olarak dosyada bir bilgi ve belgenin bulunmadığı, ancak davacının başvurusunun reddine ilişkin bu işlemi en geç, ret işleminin gerekçesini sorduğu 9.10.2009 tarihli başvurusu ile öğrenmiş sayılacağının kabulü gerektiği, dolayısıyla bu tarihten itibaren 60 gün içinde dava açılması gerekirken, 4.1.2010 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı, anılan kararın hukuka ve usule aykırı olduğunu ileri sürerek temyizen incelenip bozulmasını istemektedir.

Anayasanın 13. maddesinde “ ( Değişik: 3/10/2001-4709/2 md. )Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”,

36.maddesinde 36. maddesinde “ ( Değişik: 3.10.2001-4709/14 md. ) Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”,

40.maddesinde 40. maddesinde “ Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. ( Ek:3/10/2001-4709/16 md ) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.”,

74.maddesinde 74. maddesinde “Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.”

“Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinde “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinde ise “… idari işlemlere karşı açılacak davalarda süre yazılı bildirim tarihinden başlar.” hükmü yer almıştır.

Temel haklar ve hürriyetlerden olan dava açma hakkının, idari işlemler yönünden kullanımının çerçevesini yukarıda aktarılan yasal metinler belirlemektedir.

İdari işlemler re’sen veya başvuru üzerine tesis edilirler. İdari işlemlere ilişkin olarak usul yasasının bulunmaması nedeniyle idari işlemlerde bulunması gereken unsurlar ve işlemlerin tesis usulü; Anayasa, 2577 sayılı Yasa, 3071 sayılı dilekçe hakkının kullanımına ilişkin Yasa veya varsa uyuşmazlığın çözümünde esas alınacak düzenlemelerde yer alan hükümler dikkate alınarak ortaya konulmaktadır.

İdari işlemin usulüne uygun tebliği ve bütün unsurlarıyla ilgililer tarafından öğrenilmesi; ilgililerin dava açma haklarını kullanmalarını ve açılan davanın da gereği gibi yargı mercileri önüne getirilebilmesini doğrudan etkiler. Bu anlamda; bir idari işlemin iptali istemiyle açılan davada usul ve esas yönünden hukuki denetim yapılabilmesi; işlemin içeriğinin, davacı ile ilgisinin, işlemi tesis eden idareye ilişkin bilgilerin işlemde, işlem ilgiliye gönderilmiyor ise tebliğe ilişkin olarak düzenlenen belgede kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıkça anlaşılabilmesi halinde mümkündür.

İdari işlemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi Yasayla düzenlenmiş; Anayasanın 125. ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesi uyarınca bu hakkın kullanımının başlangıcı, yazılı bildirime bağlanmıştır.

Bu aşamada, bir temel hak ve hürriyet olan idari dava açma hakkının yasada belirtilen süreye ve bu sürenin de yazılı bildirime bağlanması karşısında, dava açma hakkının kullanımına başlangıç alınan yazılı bildirimin niteliğinin irdelenmesi, yazılı bildirimin hangi şartlarda gerçekleştiğinin tespiti gerekmektedir.

Yazılı bildirim esasının Anayasal kural olarak düzenlenmesinin temel amacı, idari işlemler karşısında kişilerin hak ve çıkarlarının yargısal yolla korunması; bunun sağlaması için de dava açma hakkının kullanılmasının anayasal güvence altına alınmasıdır. Başka bir ifade ile yazılı bildirim, özellikle kişilerin menfaatlerini ihlal eden idari işlemlere karşı dava açma hakkının kullanılmasında ortaya çıkmaktadır.

Dava açma süresinin işlemeye başlaması için, ilgilisine yazılı bildirimin usul kurallarına, Tebligat Kanununa uygun olarak yapılmış olması yetmez; yazılı bildirimde, işlemin “açık” ve “anlaşılır” bir biçimde ifade edilmiş olması; ayrıca, ilgilinin, hakkında tesis edilmiş olan idari işlemin hukuka uygun olup olmadığının irdeleyebilmesi için, işlemin “gerekçesi”nin de belirtilmiş olması gerekir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının Türk vatandaşlığına alınması istemiyle Tekirdağ Valiliği’ne yaptığı başvurunun 31.8.2009 tarih ve 77631 sayılı davalı idare işlemi ile reddedildiği, ancak bu işlemin davacıya tebliğ edildiğine ilişkin bir bilgi ve belgenin dava dosyasında bulunmadığı, davacı tarafından söz konusu ret işleminin şifahi olarak öğrenildiği belirtilmek suretiyle işlemin gerekçesinin, 9.10.2009 tarihli yeni bir başvuru ile davalı idareden sorulduğu, bu başvurunun da davalı idarenin 4.11.2009 tarih ve 79121 sayılı işlemi ile reddedildiği ve 4.1.2010 tarihinde Tekirdağ Valiliği’nce davacıya tebliğ edildiği, bakılmakta olan davanın ise 4.1.2010 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, Türk vatandaşlığına alınma talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişikin işlemin, davacıya Anayasa ve 2577 sayılı Yasanın öngördüğü şekilde yazılı tebliğinin 4.1.2010 tarihinde yapıldığının kabulü gerektiğinden, aynı gün açıldığı anlaşılan, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle 2577 sayılı Yasanın 49. maddesine uygun bulunan davacının temyiz isteminin kabulüne, Ankara 8. idare Mahkemesinin 8.3.2010 tarih ve E:2010/31, K:2010/383 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 28.09.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS