0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun Uygulanacağı Haller

İYUK Madde 31

  1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, dosyanın taraflar ve ilgililerce incelenmesi, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler, elektronik işlemler ile ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma icrasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. (Ek cümle: 5/4/1990-3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re’sen yapılır. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/22 md.) Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.

  2. Bu Kanun ve yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere, vergi uyuşmazlıklarının çözümünde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.



İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) 31. Madde Emsal Danıştay Kararları


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2013/11565 Karar : 2018/3853 Tarih : 17.04.2018

  • İYUK 31. Madde

Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesindeki tedavisi sırasında Hebatit C virüsü bulaştığı ileri sürülerek uğranıldığı iddia edilen 450.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi olmak üzere toplam 700.000 TL zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 08.03.2010 tarih ve 2408 sayılı Raporunda; davacı adına düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerin incelenmesinden; 2006 yılında Anti HCV (+) pozitifliği saptanan kişinin bu tarihten önceki operasyon, kan alma, cerrahi girişimler ve daha az oranda da bilinmeyen yollarla bu enfenksiyonu almış olabileceği, 1998 yılındanki girişimden önceki ve sonraki serolojileri bilinmediğinden mevcut tıbbi belgelerle enfenksiyonun bu girişimle illiyet bağının kurulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, idare lehine 28.850,00 TL nisbi vekalet ücretine hükmedilmiştir.

Davacı tarafından olayda hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Mahkeme kararının maddi ve manevi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmı yönünden; 2577 sayılı 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, davacının bu kısımlara yönelik temyiz istemi yerinde görülmemiştir. Temyize konu Mahkeme kararının davalı idare lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmına gelince;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde, yargılama giderlerinin belirlenmesinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı kurala bağlanmış; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Yargılama Giderleri` başlıklı 323.maddesinde ise; vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti yargılama giderleri arasında sayılmıştır.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun Avukatlık Ücreti` madde başlıklı 164. Maddesinde de, avukatlık ücretinin, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade ettiği, 168. maddesinin son fıkrasında ise, avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı kurala bağlanmıştır.

Kamu idarelerinin hukuk hizmetleri ise 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenmiştir.

659 sayılı KHK’da idareleri idari yargı mercilerinde temsil etme yetkisi, hukuk birimi amirlerine, muhakemat müdürlerine, hukuk müşavirlerine ve avukatlara tanınmış bulunmaktadır. KHK`nın 14. maddesinde; idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edileceği düzenlenmiştir.

Tüm bu düzenlemelerle birlikte vekalet ücreti olarak hükmedilen miktarın fazlalığı, konunun hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkı bağlamında incelenmesini gerektirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası`nın 90. maddesinin son fıkrasında; usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı düzenlenmiştir.

Yine Anayasa`nın 148. maddesinin 3. fıkrasında ise, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. “ hükmü yer almıştır.

Bir tam yargı davası sonucunda, davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuru sonucunda verilen Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarih ve B. No:2012/791 numaralı kararında konuya ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur.

Buna göre, “Sözleşme`nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1) numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek hakkı…” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.

Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.

Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. …… Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 - 39).

Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.

Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.

Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir.” denilmektedir.

Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelere göre, istenen tazminatın reddedilmesi üzerine belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemeyecektir. Ancak her bir uyuşmazlığın kendini özgü niteliklerinin ve uyuşmazlığa konu olayın, davacıların mahkemeye erişim hakkı üzerinde farklı sonuçlar doğurabilmesi de mümkündür.

Açılan bir tam yargı davasında istenilen tazminatın miktarının, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra elde edilen verilere göre mahkemece takdir edildiği bilinmektedir. Tazminat davasının bu özelliği gereği, gerçekte hak edilen tazminat miktarının dava açılmadan önce davacılar tarafından tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, davacıları yüksek miktarlı istemlerde bulunmaya yönlendirebileceği açıktır.

Talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah), tazminat davasının başındaki belirsizlik karşısında bir güvence oluşturabilecekse de, davanın açıldığı tarihte 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nda böyle bir kuruma yer verilmemiştir. Dolayısıyla, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır.

Davacı taraf bu hukuki ve fiili bu şartlar altında açtığı davasında, 450.000,00 TL maddi ve 250.000,00 TL manevi zararın tazminini istemiş olup, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.

Yukarıda açıklanan şekilde davacının, kullandığı Anayasal hakları nedeniyle olağan dışı ağırlıkta bir mali yük altında kalmış olması, bu durumun hak arama özgürlüğü ve mahkeme erişim hakkı üzerinde olağan dışı bir kısıtlama oluşturması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında mahkemelerin yargılama usullerini uygularken davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten kaçınmaları gereğini vurgulaması bir arada değerlendirildiğinde, nispi vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uygunluk görülmemiştir.

Bu durumda, İdare Mahkemesince verilen kararda, reddedilen maddi tazminata ilişkin olarak maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısımda hukuka uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kısmen kabulüne, İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 29/03/2013 tarih ve E:2012/1830; K:2013/628 sayılı kararının, reddedilen maddi tazminata ilişkin davalı idare lehine nisbi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının BOZULMASINA, davacının temyiz isteminin kısmen reddi ile anılan kararın diğer kısımlarının ONANMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2016/2753 Karar : 2017/1175 Tarih : 27.04.2017

  • İYUK 31. Madde

Dava, İstanbul İli, Bakırköy İlçesi, Ataköy mevkiinde ikamet eden davacı tarafından; Bakırköy - Zeytinlik Mah., 18-2 pafta, 564 ada, 160 parsel sayılı yerde bulunan taşınmaz ile ilgili olarak 13.07.2010 tarihinde gerçekleşen kiralama ihalesinin iptali istemiyle Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na karşı açılmış, İdare Mahkemesi`nce; dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idare ve davalı idare yanında müdahil tarafından temyiz edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Sürelerle ilgili genel esaslar” başlıklı 8. maddesinde, sürelerin, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlayacağı; tatil günlerinin sürelere dâhil olduğu, sürenin son gününün tatil gününe rastlaması hâlinde, sürenin tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzayacağı kurala bağlanmıştır.

2577 sayılı Kanun’un 46. maddesinin 2. fıkrasında, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde, Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihaî kararlarına karşı tebliğ tarihini izleyen otuz gün içinde Danıştay’da temyiz yoluna başvurulabileceği; 48. maddesinin 6. fıkrasında, temyizin kanuni süre geçtikten sonra yapılması hâlinde kararı veren mahkeme, ilk derece mahkemesi olarak davaya bakan Danıştay dairesinin temyiz isteminin reddine karar vereceği; 7. fıkrasında ise, temyizin kanuni süre geçtikten sonra yapıldığının dosyanın gönderildiği Danıştay’ın ilgili dairesi ve kurulunca saptanması hâlinde de 6. fıkrada sözü edilen kararın daire ve kurulca verileceği kurala bağlanmıştır. Aynı Kanuna sonradan eklenen ve 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren İvedi yargılama usulü` başlıklı 20/A maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde; ihaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemlerinden doğan uyuşmazlıklarda ivedi yargılama usulünün uygulanacağı, 2. fıkrasının (g) bendinde ivedi yargılama usulünde verilen nihai kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.

Temyizen incelenerek bozulması istenen Mahkeme kararının davalı idare vekiline 27.04.2016 tarihinde tebliğ edildiği, Mahkeme kararında temyiz süresinin 15 gün olarak belirtildiği, bu karara karşı temyiz süresinin son günü olan 12.05.2016 tarihinde temyiz isteminde bulunulması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 13.05.2016 tarihinde Mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile temyiz isteminde bulunulduğu anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle incelenmesine imkân bulunmamaktadır.

Davalı idarenin temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle incelenemediği durumda, davalı idare yanında müdahil olan şirketin temyiz istemine gelince;

2577 sayılı Kanun’un 31. maddesinin bu Kanun’da hüküm bulunmayan hususlarda atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 68. maddesinin 1. fıkrasında, müdahilin katıldığı tarafın yararına olan iddia ve savunma vasıtalarını ileri sürebileceği, onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabileceği; 69. maddesinin 1. fıkrasında, müdahilin de yer aldığı asıl davada hükmün taraflar hakkında verileceği, 2. fıkrasında ise, fer`i müdahilin tarafla rücu ilişkisinde, asıl davadaki uyuşmazlık hakkında yanlış karar verildiği iddiasının dinlenemeyeceği kurallarına yer verilmiştir.

Temyize konu Mahkeme kararına karşı müdahil tarafından da temyiz isteminde bulunulduğu, ancak temyiz isteminde bulunanın, davalı Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı yanında müdahil sıfatı ile davaya katıldığı anlaşıldığından ve davalı idarenin temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiğinden, davalı idarenin temyiz yoluna başvurmamış sayılması nedeniyle, davanın taraflarından olmayan, dava sonucunda hakkında hüküm kurulmayan, ancak yanında katıldığı tarafa yardımcı olabilen ve yanında katıldığı tarafla birlikte hareket edebilen müdahilin tek başına kanun yollarına başvuramayacağı dikkate alındığında, müdahilin temyiz isteminin incelenmesi mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle; davalı idarenin TEMYİZ İSTEMİNİN SÜRE AŞIMI NEDENİYLE REDDİNE, davalı yanında müdahilin TEMYİZ İSTEMİNİN İNCELENMEKSİZİN REDDİNE, temyiz giderlerinin istemde bulunanlar üzerinde bırakılmasına, kullanılmayan 48,10-TL yürütmeyi durdurma harçlarının istemleri hâlinde davalı idare ve davalı yanında müdahile ayrı ayrı iadesine, dosyanın İstanbul 8. İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun`un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 27.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 8. DAİRE Esas : 2017/759 Karar : 2017/3169 Tarih : 20.04.2017

  • İYUK 31. Madde

Dava; 25/09/2016 tarihinde yapılan Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS)`nda yer alan Temel Tıp Bilimleri Testi 55. soru ile Klinik Tıp Bilimleri Testi 12, 21 ve 64. soruların iptali ile hatalı olduğu tespit edilen soruların cevaplarının tüm adaylar yönünden doğru kabul edilmesi ve tam puan üzerinden sınav sonuçlarına yansıtılarak sonuçların yeniden değerlendirilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen bilirkişi raporları doğrultusunda davaya konu Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı`nda (2016-TUS Sonbahar Dönemi) yer alan Temel Tıp Bilimleri Testi 55. soru ile Klinik Bilimler Testi 21. sorunun iptaline, Klinik Bilimler Testi 12. ve 64. soruların iptali isteminin reddine karar verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller” başlıklı 31. maddesinde; “1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. (Ek cümle: 5/4/1990 - 3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı (…)

Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re`sen yapılır. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/22 md.) Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır. “ kuralı yer almaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun “Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266. maddesinde; “ (1) Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. (Değişik cümle: 3/11/2016-6754/49 md.) Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/49 md.) Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.” düzenlemesi ile; “Bilirkişi sayısının belirlenmesi” başlıklı 267. maddesinde; “(1) Mahkeme, bilirkişi olarak, yalnızca bir kişiyi görevlendirebilir. Ancak, gerekçesi açıkça gösterilmek suretiyle, tek sayıda, birden fazla kişiden oluşacak bir kurulun bilirkişi olarak görevlendirilmesi de mümkündür.” düzenlemesi bulunmaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden, Tıp Fakültesi mezunlarına yönelik olarak 25.09.2016 tarihinde yapılan ve davacının katıldığı Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavında (2016-TUS Sonbahar Dönemi) yer alan Temel Tıp Bilimleri Testi 55. soru ile Klinik Tıp Bilimleri Testi 12, 21 ve 64. soruların iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesince sorular üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş ve Temel Tıp Bilimleri Testi 55. soru için Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi olan bir bilirkişi, Klinik Bilimler Testi 12. sorusu için Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı öğretim üyesi olan bir bilirkişi, 21. sorusu için Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi bir bilirkişi ve 64. sorusu için ise Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri öğretim üyesi bir bilirkişi tarafından hazırlanan raporlar esas alınarak karar verilmiştir.

Davalı idare tarafından Mahkeme kararının iptale ilişkin kısmı temyiz edilmiştir.

Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı gibi tüm ülke çapında uygulanan sınav hakkında yaptırılan bilirkişi incelemesinde; sınavda sorulan sorulara verilen cevaplara yönelik olarak, farklı görüşlere yer vermek ve objektif bir değerlendirme yapılmasını temin etmek amacıyla, alanlarında uzman üç bilirkişi tarafından hazırlanan bir raporun esas alınarak daha isabetli bir karar verilmesi gerekirken, yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde tek bilirkişi tarafından hazırlanan rapor hükme esas alınarak karar verilmesi yerinde görülmediği için, Dairemizce alanlarında uzman üç kişilik bilirkişi heyeti oluşturulmak suretiyle yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiştir.

Dairemizce Temel Tıp Bilimleri 55. soru için yaptırılan alanlarında uzman üç kişilik bilirkişi heyetinin incelemesi sonucu düzenlenen 31/03/2017 tarihli ortak bilirkişi raporunda özetle; soru kökünde kantitatif kültür gereken örneklerin sorulduğu, kantitatif kültür yapılabilir denmediği, dışkı, kan gibi örnekler için kantitatif kültür uygulamasının rutin bir uygulama olmadığı, bu durumda soru ve cevabının doğru olduğu; Klinik Tıp Bilimleri 21. soru için yaptırılan alanlarında uzman üç kişilik bilirkişi heyetinin incelemesi sonucu düzenlenen 22/03/2017 tarihli ortak bilirkişi raporunda özetle; oral kavitenin, dudaklar, ağız tabanı, dilin ön 2/3 kısmı, bukkal mukoza, sert damak, üst ve alt alveolar kabartılar ve retromolar trigonunu içerdiği, edidemiyolojik ve moleküler verilerin HPV ile baş boyun kanserleri arasındaki nedensel ilişkiyi gösterdiği, eldeki veriler ışığında oral kavite kanseri ile nedensel ilişkisi olan virüs tipi HPV olduğu, soru ve cevabın doğru olarak değerlendirildiği sonucuna varılmıştır.

Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporlarına itirazda bulunulmamış olup, bilirkişi raporlarının hükme esas alınabileceği sonucuna varılmıştır. Bu durumda; Dairemizce yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen bilirkişi raporları doğrultusunda 25.09.2016 tarihinde yapılan ve davacının katıldığı Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavında yer alan Temel Tıp Bilimleri 55. soru ve cevabı ile Klinik Tıp Bilimleri 21. soru ve cevabı objektif ölçme ve değerlendirme ilkelerine ve hukuka aykırılık teşkil etmemektedir.

Açıklanan nedenlerle; Ankara 7. İdare Mahkemesi`nce verilen kararın temyize konu kısmının kaldırılmasına, 25.09.2016 tarihinde yapılan Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavında yer alan Temel Tıp Bilimleri 55. soru ve Klinik Tıp Bilimleri 21. soru yönünden de davanın reddine, sonuç olarak dava ret ile sonuçlandığından aşağıda dökümü gösterilen 1.394,70 TL Mahkeme aşamasında yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, temyiz aşamasında davalı idare tarafından 4.902,30 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine; karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 990,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, davacı tarafından yatırılan artan posta avansının davacıya iadesine, 2577 sayılı Kanunun 20/B maddesi uyarınca kesin olarak, 20/04/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2014/6558 Karar : 2017/3429 Tarih : 30.03.2017

  • İYUK 31. Madde

Uyuşmazlık, yasal defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmediğinden bahisle indirimlerin reddi yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak 2008/Ocak-Aralık dönemleri için re’sen tarh edilen katma değer vergisi ile kesilen üç kat vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı; defter ve belge isteme yazısının davacı şirket temsilcilerine usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen ortada kabul edilebilir bir mücbir sebep hali bulunmaksızın defter belge ibrazı gerçekleştirilmediğinden dava konusu cezalı tarhiyatta hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden Vergi Mahkemesi kararının; yasal defter ve belgelerin ibraz edilmek üzere hazır bulundurulduğu ileri sürülerek bozulması istemine ilişkindir.

213 sayılı Vergi Usul Kanununun 30. maddesinde “re’sen vergi tarhı” tanımlanmış, aynı maddenin 3. bendinde, bu Kanun’a göre tutulması mecburi olan defterlerin hepsi veya bir kısmı tutulmamış veya tasdik ettirilmemiş veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlara herhangi bir sebeple ibraz edilmemiş olması halinde maddi delillerin var olmadığının kabul edileceği açıklanmıştır. Madde hükmüne göre, defter ve belgelerin her ne sebeple olursa olsun ibraz edilmeme halinin, re’sen takdir sebebi sayılacağı kuşkusuzdur.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 29. maddesinin 1/a bendinde, mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu kanunda aksine hüküm olmadıkça faaliyetlerine ilişkin olarak kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisini indirebilecekleri, aynı Kanunun 34. maddesinin 1. bendinde, yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait katma değer vergisinin alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebileceği düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu hükümler karşısında katma değer vergisinin indirim konusu yapılabilmesi için indirim konusu yapılacak verginin fatura veya benzeri belgeler ile gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmesi ve söz konusu belgelerin kanuni defterlere kaydedilmiş olması gerekmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda re’sen araştırma ilkesi benimsenmiş, aynı Kanunun 31. maddesinin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266. maddesinde, hakimin özel veya teknik bilgiyi gerektiren bir konuda bilirkişi incelemesi yaptırmaya yetkili olduğu belirtilmiştir.

Olayda, davacı tarafından hem dava dilekçesinde hem de temyiz dilekçesinde defter ve belgelerin incelenmek üzere hazır olduğunun belirtildiği görüldüğünden, yukarıda sözü edilen re’sen araştırma ilkesi uyarınca Vergi Mahkemesince vergi dairesi de haberdar edilmek suretiyle, söz konusu belgelerin gerçekten alış yapılan emtialara ilişkin alış faturaları olup olmadığının araştırılması ve gerçek alış faturaları gözönüne alınarak ödenecek verginin tespiti için bu defter ve faturalar üzerinde gerekirse bilirkişi incelemesi de yaptırılarak hasıl olacak duruma göre bir karar verilmesi gerektiğinden, böyle bir inceleme yapılmaksızın verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2016/9833 Karar : 2017/1093 Tarih : 28.02.2017

  • İYUK 31. Madde

….. İli, ….. İlçesi, Gaziosmanpaşa Mahallesi, ….. ada, 34 sayılı parselde bulunan yapının 6306 sayılı Kanun kapsamında riskli yapı olarak tespit edilmesine ilişkin ……. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün işlemine yapılan itiraz üzerine …… İli Riskli Yapı Tespitine İtiraz Değerlendirme Teknik Heyeti`` tarafından (binanın Riskli Yapı kapsamına girmediğine ilişkin) verilen 22.07.2014 günlü, 2014/45 sayılı kararın iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen rapor hükme esas alınarak, davacının da bağımsız bölümünün bulunduğu …… İli, …….. İlçesi, Gaziosmanpaşa Mahallesi, ….. ada, 34 parsel sayılı taşınmazın, 6306 sayılı Kanun kapsamında “Riskli Yapı” niteliğinde olduğu anlaşıldığından, anılan yapının riskli yapı kapsamına girmediğine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar, davalı İdareler tarafından temyiz edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde; “iptal davaları; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar” olarak tanımlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14. maddesinin 3. fıkrasının (f) bendinde; dava dilekçelerinin husumet yönünden inceleneceği, 15/1-c maddesinde ise; davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması durumunda dava dilekçesinin belirlenecek gerçek hasma tebliğ edileceği, aynı Kanunun 14. maddesinin 6. fıkrasında; yukarıda belirtilen usule aykırılığın ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde davanın her aşamasında 15. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş, yine aynı Kanunun 49/1-c maddesinde ise; usul hükümlerine uyulmamış olunması, kararın bozulmasını gerektiren sebepler arasında sayılmıştır.

6306 sayılı Kanunun 3. maddesinde; “Bakanlıkça veya İdarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır.” hükmüne yer verilmiştir. 6306 sayılı Kanun Uygulama Yönetmeliğinin 9. maddesinin 1.fıkrasında; riskli yapı tespitlerine karşı yapılacak itirazları değerlendirmek üzere, ihtiyaca göre Bakanlıkça gerekli görülen yerlerde yeteri kadar teknik heyet teşkil edilir. 5. fıkrada ise, (Değişik:RG-25/7/2014-29071) Bakanlıkça iki yılda bir Ocak ayında teknik heyet üyelikleri yenilenir. Yeni üyeler görevlendirilinceye kadar mevcut üyeler görevine devam eder. Görev süresi dolan üye tekrar görevlendirilebilir.” hükmü ile teknik heyetlerin teşkilinin Bakanlıkça sağlanacağı açıkça belirtildiğinden, bu heyetlerin alacağı kararların iptali istemiyle açılan davalarda da husumetin ile görülmesi gerekmektedir.

Dosyanın İncelenmesinden; …… İli, …… İlçesi, Gaziosmanpaşa Mahallesi, ….ada, 34 sayılı parselde bulunan taşınmaz üzerindeki binanın riskli yapı olduğuna dair işlemin itiraz sonucu …… İli Riskli Yapı Tespitine İtiraz Değerlendirme Teknik Heyeti`` tarafından itirazın kabulüne ilişkin (binanın Riskli Yapı kapsamına girmediği sonucuna varıldığından) 22.07.2014 günlü, 2014/45 sayılı kararın iptali istemiyle açıldığı, Mahkeme tarafından, ile husumetiyle davanın görüldüğü ve reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda; dava konusu işlemi tesis etmediği anlaşılan nin davanın tarafı olmasına yasal olanak bulunmadığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi uyarınca “” hasım mevkiinden çıkarılarak, davanın yalnızca “” husumetiyle görülüp karara bağlanması gerekirken, nin de husumet mevkine alınmak suretiyle verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında usul hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; ….13. İdare Mahkemesinin 20/04/2016 günlü, E:2014/1863, K:2016/1219 sayılı kararının BOZULMASINA, yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmediğinden, yürütmeyi durdurma harcının istemi halinde davacılara iadesine,dosyanın Mahkemesine gönderilmesine,bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 28/02/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2013/8535 Karar : 2016/1137 Tarih : 3.03.2016

  • İYUK 31. Madde

Uyuşmazlıkta, davacı adına, 2007 yılına ilişkin yasal defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmediğinden bahisle düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak 2007/Ocak-Aralık dönemleri için re`sen tarh edilen katma değer vergisi ile tekerrür nedeniyle artırılarak kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı; davacının yasal defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmemesine neden olacak bir mücbir sebebin olayda bulunmadığı, her ne kadar bir cilt faturanın eksik olması nedeniyle ibraz edilen defter ve belgelerin kabul edilmediği ileri sürülse de mahkemelerince buna ilişkin belge istenilmesine karşın cevap verilmediği, buna göre indirimlerin reddinde isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle bir katı aşan vergi ziyaı cezası yönünden kabul eden, diğer kısımlar yönünden reddeden vergi mahkemesi kararının; dilekçelerde ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.

Vergi Mahkemesi kararının, bir katı aşan vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasının dayandığı hukuki sebepler ve gerekçesi Dairemizce de uygun görülmüş olup, davalı idarece ileri sürülen iddialar temyize konu kararın bu hususlara ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirir nitelikte bulunmamıştır.

Vergi Mahkemesi kararının, tekerrür nedeniyle artırılarak kesilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisine ilişkin hüküm fıkrasına yönelik davacının temyiz istemine gelince;

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 30. maddesinde “re’sen vergi tarhı” tanımlanmış, aynı maddenin 3. bendinde, bu Kanun’a göre tutulması mecburi olan defterlerin hepsi veya bir kısmı tutulmamış veya tasdik ettirilmemiş veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlara herhangi bir sebeple ibraz edilmemiş olması halinde maddi delillerin var olmadığının kabul edileceği açıklanmıştır. Madde hükmüne göre, defter ve belgelerin her ne sebeple olursa olsun ibraz edilmemesi halinin, re`sen takdir sebebi sayılacağı kuşkusuzdur.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinin 1/a bendinde, mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanun’da aksine hüküm olmadıkça faaliyetlerine ilişkin olarak kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisini indirebilecekleri, aynı Kanun`un 34. maddesinin 1. bendinde, yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait katma değer vergisinin alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmesi ve bu vesikaların kanuni defterlere kaydedilmesi şartıyla indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Bu hükümler karşısında katma değer vergisinin indirim konusu yapılabilmesi için, indirim konusu yapılacak verginin fatura veya benzeri belgeler ile gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmesi ve söz konusu belgelerin kanuni defterlere kaydedilmiş olması gerekmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda re’sen araştırma ilkesi benimsenmiş, aynı Kanun’un 31. maddesinin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 266. maddesinde, hakimin özel veya teknik bilgiyi gerektiren bir konuda bilirkişi incelemesi yaptırmaya yetkili olduğu belirtilmiştir.

Olayda, defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmemesi nedeniyle re’sen takdire gidilmesi yerinde ise de, davacı tarafından, defter ve belgelerin incelenmek üzere hazır olduğu, istenmesi halinde ibraz edilebileceği hususu dava ve temyiz dilekçelerinde ileri sürüldüğünden, yukarıda sözü edilen re`sen araştırma ilkesi uyarınca Vergi Mahkemesince yükümlünün defter ve belgelerinin istenilmesi, ibraz edilecek olan defter ve belgelerden vergi dairesinin de haberdar edilmek suretiyle söz konusu belgelerin gerçekten alış yaptığı emtialara ait faturalar olup olmadığının araştırılması ve gerçek alış faturaları gözönüne alınarak ödenecek verginin tespiti için bu defter ve faturalar üzerinde gerekirse bilirkişi incelemesi de yaptırılmak suretiyle ortaya çıkacak sonuca göre uyuşmazlık hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davalı idare temyiz isteminin reddine, davacı temyiz isteminin kabulüne, Vergi Mahkemesinin kararının bir katı aşan vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına, tekerrür nedeniyle artırılarak kesilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 03.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2015/6954 Karar : 2016/646 Tarih : 10.02.2016

  • İYUK 31. Madde

Dava, Şırnak Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü emrinde mühendis olarak görev yapan davacının eş durumu özrüne istinaden Osmaniye İline atanmak istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Mardin İdare Mahkemesince verilen 29/07/2015 günlü, E:2015/894; K:2015/1721 sayılı kararla; dava konusu olayda; davacının talebi, dava tarihinden sonra davalı idarece yerine getirildiğinden bakılan davanın konusunun kalmadığı gerekçesiyle konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına; davanın açılmasına yol açtığından dolayı yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin davalı İdareden alınarak davacıya verilmesine hükmedilmiştir.

Davalı İdare, davanın açılmasına sebebiyet verilmediğini öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının vekalet ücreti ve yargılama giderleri yönünden incelenerek bozulmasını istemektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31. maddesi ile, yargılama giderleri konusunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıf yapılmış; 01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 447. maddesinin 2. fıkrasında, “Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 18/06/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa yapılan yollamalar, Hukuk Muhakemeleri Kanununun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır” hükmü düzenlenmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 323. maddesinde yargılama giderleri arasında, celse, karar ve ilam harçlarına, dava nedeniyle yapılan tebliğ ve posta giderlerine ve vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücretine yer verilmiş; 326. maddesinin 1. fıkrasında, Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği hükme bağlanmıştır.

İdare Mahkemesince, konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı yolunda hüküm kurulmuş ve davalı İdarenin, davanın açılmasına yol açtığı gerekçesiyle yargılama gideri ve vekâlet ücretinin davacıya ödenmesi gerektiğine karar verilmiş ise de; Mahkemece “karar verilmesine yer olmadığı” yolunda verilen kararın, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu tespitini içeren bir karar türü olmadığı gibi, davanın taraflarından herhangi birinin haklılığı ya da haksızlığını ortaya koyacak nitelikte bir karar da olmadığı açıktır.

Bu itibarla; yargılama sonucunda davalı İdarenin tesis ettiği dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu veya davanın açılmasına davalı İdarenin sebep olduğu sonucunu çıkarmak mümkün olmadığından, yargılama giderinin ve vekalet ücretinin davayı açan davacı üzerinde bırakılması yerine, İdareye yüklenmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; davalı İdarenin temyiz isteminin kabulüyle, Mardin İdare Mahkemesince verilen 29/07/2015 günlü, E:2015/894; K:2015/1721 sayılı kararın; yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkin kısmının; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/c fıkrası uyarınca bozulmasına; aynı maddenin 3622 sayılı Kanun`la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Temyiz edilen İdare Mahkemesi kararı ve dayandığı gerekçe hukuka ve usule uygun olduğundan, kararın onanması gerektiği görüşüyle karara karşıyım.


DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2015/428 Karar : 2015/4110 Tarih : 24.11.2015

  • İYUK 31. Madde

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi`nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, davacı şirketin karar düzeltme istemi kabul edilerek Dairemizin 11.11.2014 tarih ve E:2010/833, K:2014/3473 sayılı kararı kaldırıldı, işin gereği görüşüldü:

… Regülatörü ve HES projesine ilişkin olarak 05.03.2009 tarihinde davalı idare tarafından gerçekleştirilen Hidroelektrik Katkı Payı Teklif Verme Toplantısı neticesinde Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalayacak tüzel kişi olarak … A.Ş.’nin belirlenmesine ilişkin idari işlemin ve bu işleme dayanak olan işlemlerin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolundaki Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 20.01.2010 tarih ve E:2009/708, K:2010/56 sayılı kararı, Danıştay Onüçüncü Dairesi`nin 11.11.2014 tarih ve E:2010/833, K:2014/3473 sayılı kararıyla onanmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesiyle yollamada bulunulan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 307. maddesinde, feragat, davacıların talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olarak tanımlanmış; 309. maddesinde, feragat beyanının dilekçe ile veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılacağı; 311. maddesinde de, feragatin kesin hüküm gibi hukukî sonuç doğuracağı kurala bağlanmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından karar düzeltme yoluna başvurulduktan sonra, davacı vekilinin 13.11.2015 tarihinde Danıştay Genel Yazı İşleri Müdürlüğü kayıtlarına giren dilekçesiyle davadan feragat edildiğinin bildirildiği anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenle; davacının davadan feragat etmesi nedeniyle karar düzeltme isteminin esasını inceleme olanağı kalmadığından, feragat isteminin incelenerek karara bağlanabilmesi için karar düzeltme isteminin kabulüne, Dairemizce verilen 11.11.2014 tarih ve E:2010/833, K:2014/3473 sayılı kararın kaldırılarak, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 20.01.2010 tarih ve E:2009/708, K:2010/56 sayılı kararının ( BOZULMASINA ), feragat nedeniyle dava hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 22. maddesi gereğince yatırılan maktu karar harcının üçte ikisine tekabül eden 10,40.-TL karar harcının mahsubu sonucu kalan 5,20.-TL’nin davacıya iadesine, posta giderleri avansından artan tutarın istemi hâlinde davacıya iadesine, ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam 407,15.-TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesince belirlenen 750.-TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun`un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak, 24.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2015/5600 Karar : 2015/8646 Tarih : 11.09.2015

  • İYUK 31. Madde

Dava dosyasının tekemmül ettiği görüldüğünden yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeyerek işin esasına geçildi.

Uyuşmazlıkta; davacı adına, 2011 yılına ilişkin defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmediğinden bahisle düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak 2011/Ocak-Aralık dönemleri için re’sen tarh edilen katma değer vergisi ile kesilen üç kat vergi ziyaı cezası ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu`nun mükerrer 355/2. maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasına karşı açılan davayı; vergi ziyaı cezasının bir katı aşan kısımları yönünden kabul eden, diğer kısımlar yönünden reddeden Vergi Mahkemesi kararının taraflarca bozulması istenilmektedir.

Vergi Mahkemesi kararının, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu`nun mükerrer 355/2. maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasına ilişkin hüküm fıkrası ile verginin bir katını aşan vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasının dayandığı hukuki sebepler ve gerekçesi Dairemizce de uygun görülmüş olup, taraflarca ileri sürülen iddialar temyize konu kararın bu hususlara ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirir nitelikte bulunmamıştır.

Vergi Mahkemesi kararının, bir kat ziyaı cezalı katma değer vergisine ilişkin hüküm fıkrasına yönelik davacının temyiz istemine gelince;

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 30. maddesinde “re’sen vergi tarhı” tanımlanmış, aynı maddenin 3. bendinde, bu Kanuna göre tutulması mecburi olan defterlerin hepsi veya bir kısmı tutulmamış veya tasdik ettirilmemiş veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlara herhangi bir sebeple ibraz edilmemiş olması halinde maddi delillerin var olmadığının kabul edileceği açıklanmıştır. Madde hükmüne göre, defter ve belgelerin her ne sebeple olursa olsun ibraz edilmemesi halinin, re`sen takdir sebebi sayılacağı kuşkusuzdur.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinin 1/a bendinde, mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu kanunda aksine hüküm olmadıkça faaliyetlerine ilişkin olarak kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisini indirebilecekleri, aynı Kanun`un 34. maddesinin 1. bendinde, yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait katma değer vergisinin alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmesi ve bu vesikaların kanuni defterlere kaydedilmesi şartıyla indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Bu hükümler karşısında katma değer vergisinin indirim konusu yapılabilmesi için, indirim konusu yapılacak verginin fatura veya benzeri belgeler ile gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmesi ve söz konusu belgelerin kanuni defterlere kaydedilmiş olması gerekmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda re’sen araştırma ilkesi benimsenmiş, aynı Kanun’un 31. maddesinin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 266. Maddesinde, hakimin özel veya teknik bilgiyi gerektiren bir konuda bilirkişi incelemesi yaptırmaya yetkili olduğu belirtilmiştir.

Olayda, defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmemesi nedeniyle re’sen takdire gidilmesi yerinde ise de, davacı tarafından, defter ve belgelerin incelenmek üzere hazır olduğu, istenmesi halinde ibraz edilebileceği hususu dava ve temyiz dilekçelerinde ileri sürüldüğünden, yukarıda sözü edilen re`sen araştırma ilkesi uyarınca Vergi Mahkemesince yükümlünün defter ve belgelerinin istenilmesi, ibraz edilecek olan defter ve belgelerden vergi dairesinin de haberdar edilmek suretiyle söz konusu belgelerin gerçekten alış yaptığı emtialara ait faturalar olup olmadığının araştırılması ve gerçek alış faturaları gözönüne alınarak ödenecek verginin tespiti için bu defter ve faturalar üzerinde gerekirse bilirkişi incelemesi de yaptırılmak suretiyle ortaya çıkacak sonuca göre uyuşmazlık hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idare temyiz isteminin reddine, davacı temyiz isteminin kısmen kabulüne, kısmen reddine, Kocaeli 1. Vergi Mahkemesi`nin 03/03/2015 tarih ve E:2014/895 K:2015/140 sayılı kararının; özel usulsüzlük cezalarına ilişkin hüküm fıkrası ile verginin bir katını aşan vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına, salınan katma değer vergisi ve bu verginin bir katı tutarındaki vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasının ise bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı 3 sayılı tarife uyarınca onanan kısım üzerinden hesaplanacak ilam harcının temyiz isteminde bulunan davacıdan alınmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Davacı hukuken kabul edilebilir geçerli bir sebep (mücbir sebep) bulunmadan defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmediğinden hakkında re`sen matrah takdiri ve cezalı vergi tarhiyatı yapılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Defter ve belgelerin vergi incelemesi aşamasında vergi inceleme elemanına sunulmayıp, açılan dava sonrasında mahkemeye ibraz edilmesi yönündeki davacı istemi (mücbir sebepler hariç) kabul edilmesi hukuken yerinde bir uygulama değildir. Zira, mahkemelerin karşıt inceleme yapma imkanı bulunmamaktadır. Yukarıda açıkladığım sebepler yönünden temyize konu kararın defter ve belgelerin ibraz edilmemesi nedeniyle indirimler reddedilmek suretiyle resen tarh edilen katma değer vergisi ve kesilen vergi ziyaı cezasına ilişkin kısmının onanması gerektiğini düşündüğümden, çoğunluk kararının ilgili kısmına katılmıyorum.


DANIŞTAY 11. DAİRE Esas : 2014/2232 Karar : 2015/46 Tarih : 2.02.2015

  • İYUK 31. Madde

Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince, Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 27.11.2012 tarihli ve E:2012/179; K:2012/1500 Sayılı kararını onayan Antalya Bölge İdare Mahkemesi kararının düzeltilmesi isteminin reddine dair Antalya Bölge İdare Mahkemesi`nin 8.11.2013 tarihli ve E:2013/1378; K:2013/2422 Sayılı kararının; faiz ile eksik nispi harca dair hüküm fıkralarının, Danıştay Başsavcılığı tarafından, kanun yararına temyiz edilerek bozulmasının istenilmesi üzerine işin gereği görüşüldü:

Dosyanın incelenmesinden; TAKSAN A.Ş.’de kapsamdışı personel statüsünde çalışmakta iken anılan kurumun özelleştirilme kapsamına alınması üzerine 4046 Sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca 13.7.2001 tarihinde 657 Sayılı Yasa’ya tabi olarak bir kamu kurumuna nakledilen davacı tarafından, TAKSAN AŞ.’de çalıştığı sürelere dair olarak 10.984,70 TL kıdem tazminatının iş akdinin feshedildiği 13.7.2001 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere mevduata uygulanan en yüksek faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada; Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 27.11.2012 tarihli ve E:2012/179; K:2012/1500 Sayılı kararı ile davanın kabulüne ve 10.984,70 TL kıdem tazminatının 13.7.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte hesaplanarak davacıya ödenmesine; 273,15 TL yargılama giderinin davalı İdareden alınarak davacıya verilmesine; hüküm altına alman miktar üzerinden hesaplanan nispi harçtan peşin alınan harç düşüldükten sonra kalan 426,70 TL harcın davacıya tamamlattırılmasına karar verildiği; davalı idare tarafından, davanın kabulüne dair hüküm fıkrası yönünden, davacı tarafından ise, faiz ile tamamlattırılan eksik nisbi harcın üzerinde bırakılmasına dair hüküm fıkrası yönünden itiraz edilerek anılan kararın bozulmasının istenildiği; tarafların itiraz istemlerinin reddedilerek Antalya Bölge İdare Mahkemesi’nin 8.3.2013 tarihli ve E:2013/14; K:2013/360 Sayılı kararı ile Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliği kararının onandığı; tarafların kararın düzeltilmesi istemlerinin de Antalya Bölge İdare Mahkemesi`nin 8.11.2013 tarihli ve E:2013/1378; K:2013/2422 Sayılı kararı ile reddedilmesi üzerine Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliği kararının kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Danıştay Başsavcılığı, Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 27.11.2012 tarihli ve E:2012/179, K:2012/1500 Sayılı kararını onayan Antalya Bölge İdare Mahkemesi’nin bu kararının düzeltilmesi isteminin reddine dair 8.11.2013 gün ve E:2013/1378, K:2013/2422 Sayılı kararının, faiz ile eksik nispi harca dair hüküm fıkralarının yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade etmesi sebebiyle 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına temyiz edilerek bozulmasını istemektedir.

Dava konusu olayda, davacı, TAKSAN A.Ş.’ de kapsamdışı personel statüsünde İş Kanunu hükümleri çerçevesinde görev yapmakta iken 4046 Sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca bir başka kamu kurumuna nakledilmiş ve TAKSAN A.Ş.`de görev yaptığı döneme dair olarak kıdem tazminatı ödenmesi talebiyle Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliğince bakılan davayı açmıştır.

Bu itibarla TAKSAN A.Ş.`de kapsamdışı personel statüsünde iş hukukuna tabi olarak görev yaptığı tartışmasız bulunan davacının kıdem tazminatı faizine dair talebinin de iş hukukuna dair kurallar çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir.

1475 Sayılı İş Kanunu`nun “kıdem tazminatı” başlıklı 14. maddesinin 11. fıkrasında, kıdem tazminatının zamanında ödenmemesi sebebiyle açılacak davanın sonunda hakimin gecikme süresi için ödenmeyen süreye göre mevduata uygulanan en yüksek faizin ödenmesine hükmedeceği kuralına yer verilmiştir.

Anılan Yasa kuralı uyarınca davacıya zamanında ödenmeyen kıdem tazminatı tutarının, fesih tarihinden itibaren mevduata uygulanan en yüksek faizi ile birlikte ödenmesi gerektiğinden, Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliği kararının, mevduata uygulanan faiz oranı yerine yasal faize hükmeden kısmı; yürürlükteki hukuka uygun bulunmamaktadır.

Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliği kararının, karar aşamasında tamamlattırılan nispi harcın yargılama giderlerine dahil edilmeyerek davacı üzerinde bırakılmasına dair kısmına gelince:

492 Sayılı Harçlar Kanunu’nun “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlıklı 28. maddesinin 1. fıkrasının 6009 Sayılı Kanun ile değişik ( a ) bendinde ise, “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. …Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez.” kuralına yer verilmiş; belirtilen kurala paralel olarak, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 302. maddesinde de, tarafların, harcının ödenmiş olup olmamasına bakılmaksızın ilamı her zaman alabilecekleri, bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olmasının, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmeyeceği kurala bağlanmıştır.

492 Sayılı Harçlar Kanunu`nun 37. ve 130. maddelerinde ise, 492 Sayılı Kanunda ödenmeleri için belli bir süre tesbit edilmiş olan harçların süresi içinde ödenmemesi durumunun, ilgili makam ve daireler tarafından, sürenin sonundan itibaren 15 gün içinde, bir müzekkere ile o yerin ilgili vergi dairesine bildirileceği düzenlenmiştir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesiyle, yargılama giderleri hususunda göndermede bulunulan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, 4.2.2011 günlü, 27836 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 450. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış; anılan Kanunun 447. maddesinin 2. fıkrasında, mevzuatta yürürlükten kaldırılan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na yapılan göndermelerin Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılacağı öngörülmüştür.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 323. maddesinin 1. fıkrasının ( a ) bendinde celse, karar ve ilam harçlarının yargılama giderlerinden olduğu; 326. maddesinde ise, yargılama giderlerinin aleyhine hüküm verilen, bir başka ifadeyle, davayı kaybeden taraftan alınmasına karar verileceği belirtilmiştir.

Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliğince, kıdem tazminatı talebiyle miktar belirtilerek açılan davanın kabulü yolunda verilen kararda; karar aşamasında davacıya tamamlattırılmasına hükmolunan eksik nispi harcın, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 326. maddesine aykırı olarak, yargılama giderleri toplamına dahil edilmeyerek davacı üzerinde bırakılması usule uygun bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüyle Antalya 1. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 27.11.2012 tarihli ve E:2012/179; K:2012/1500 Sayılı kararını onayan Antalya Bölge İdare Mahkemesi kararının düzeltilmesi isteminin reddine dair Antalya Bölge İdare Mahkemesi’nin 8.11.2013 tarihli ve E:2013/1378; K:2013/2422 Sayılı kararının; faiz ile eksik nispi harca dair hüküm fıkralarının, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca, hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına BOZULMASINA; kararın bir suretinin Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ile Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve bu kararın Resmi Gazete`de yayımlanmasına, 02.02.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


**DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2012/1672 Karar : 2014/7044** Tarih : 25.06.2014

  • İYUK 31. Madde

Trabzon ili, Of ve Dernekpazarı ilçelerinde bulunan Solaklı Deresi üzerinde projelendirilen Çaykara Regülatörü ve Hidroelektrik Santrali’ne dair verilen 13.8.2007 gün ve 740 Sayılı “ÇED Gerekli Değildir” kararı ile hidroelektrik santral projesinin uygulanma onayının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi`nce; dava dilekçesinde uyuşmazlığın mahallinde yapılacak keşif ve bilirkişi incelemesiyle çözümlenebileceği ileri sürülmesine rağmen gerekli keşif harcı ile keşif masrafları ve bilirkişilere ödenecek ücretin yatırılmaması sebebiyle mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılamayarak dosya üzerinden uyuşmazlığın çözümü yoluna gidilerek dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde, davacıların, keşif ve bilirkişi incelemesi için ön koşul olan keşif harcını ve keşif avansını Mahkeme veznesine yatırmadığı, davaya alt yapı oluşturan ve dava dilekçesinde yer verilen iddia ve itirazlarını ispatlayamadığı mevcut delil durumuna göre “idari işlemin hukuka uygunluğu karinesi” uyarınca davaya konu işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin yollamada bulunduğu 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 324. maddesinde, taraflardan her birinin ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorunda olduğu, aksi halde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılacağı, 325. maddesinde ise, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde; hakim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verileceği, belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedileceği kurala bağlanmıştır.

Dava konusu işlemin niteliği; mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasını zorunlu kılıyorsa, davacıdan keşif avansı yatırılmasının istenilmesine rağmen yatırılmaması üzerine 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 325. maddesi uyarınca keşif avansının yargılama sonucu haksız çıkan taraftan alınmak şartıyla hazineden veya davalı idareden istenerek mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden; davacılar tarafından; Trabzon ili, Of ve Dernekpazarı ilçelerinde bulunan Solaklı Deresi üzerinde projelendirilen ve müdahil şirketçe yapımı üstlenilen Çaykara Regülatörü ve Hidroelektrik Santrali`ne dair verilen 13.8.2007 gün ve 740 Sayılı “ÇED Gerekli Değildir” kararı ile hidroelektrik santral projesinin uygulanma onayının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda; uyuşmazlığın çözümünün, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasını zorunlu kıldığından, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 325. maddesi uyarınca keşif avansının yargılama sonucu haksız çıkan taraftan alınmak şartıyla davalı idareden istenilmesi, davalı idare tarafından da yatırılmaması halinde hazineden karşılanması suretiyle mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın reddi yolundaki temyize konu Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; Trabzon İdare Mahkemesi`nin 24.11.2011 günlü, E.2010/1539, K.2011/1539 Sayılı kararının ( BOZULMASINA ), dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2011/7268 Karar : 2012/3343 Tarih : 5.07.2012

  • İYUK 31. Madde

Davacı Ahmet Mahir C. vekili tarafından verilen ve 5.5.2011 tarihinde Mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile davacının davadan feragat ettiğini bildirdiği anlaşılmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda feragat konusu özel olarak düzenlenmemiş, anılan Yasanın 31.maddesiyle bu konuda Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göndermede bulunulmuştur. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 307.maddesinde, “Feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.” şeklinde tanımlanmış, 309 maddesinde, Feragat ve kabulün, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılacağı, feragat ve kabulün hüküm ifade etmesinin, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, 311. maddesinde ise Feragat ve kabulün, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğuracağı kurala bağlanmıştır.

2577 sayılı Yasanın 31. maddesiyle idari davalarda feragat istemleri üzerine Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı kurala bağlanmıştır Ancak, Hukuk Muhakemeleri Kanununun feragata ilişkin hükümlerinin ancak idari davaların türleri, nitelikleri ve idari yargılama usulüyle bağdaştığı ölçüde uygulanması mümkündür.

İdari dava türlerinden olan iptal davaları; bireysel hakları ihlal eden, somut, sübjektif nitelikteki idari işlemlere veya ortada herhangi bir hak ihlali olmaksızın bireyin menfaat ilgisinin kurulabildiği kamu yararını yakından ilgilendiren işlemlere karşı açılabilmektedir. Bireysel hakkın ihlaline dayanmayan kamu yararını yakından ilgilendiren konularda açılan iptal davaları, objektif ve somut nitelikte olup; bütünüyle kamu yararını amaçlamaktadır. Dolayısıyla iptal davalarında feragat isteminin de kamu yararı ölçütü kullanılarak karara bağlanması gerekmektedir. Bireysel hakların ihlaline dayanan iptal davalarında davacının herhangi bir kısıtlama olmaksızın davasından feragat edebileceğinde duraksama bulunmamaktadır.

Buna karşılık, düzenleyici işlemlere karşı ve kamu yararını yakından ilgilendiren konularda açılan iptal davalarında, işlemin yürütmesinin durdurulması veya iptali kararı verildikten sonra davacıya davadan feragat etme hakkının tanınması, kamu yararıyla ve idarenin yargısal denetimi yoluyla hukukun üstünlüğünü sağlama amacıyla bağdaşmamaktadır.

Dava konusu uyuşmazlıkta, İdare Mahkemesince, yapılan yargılama sonucunda, dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Temyiz isteminin incelenmesi sırasında davacıya davasından feragat etme hakkının tanınması, iptal davasının işleviyle, yani hukuk devleti ilkesinin gereği olarak idarenin faaliyetlerinde hukuka uygunluğun sağlanması amacıyla, dolayısıyla, kamu yararıyla bağdaşmayacaktır. Bu nedenle, davadan feragat ettiği yolundaki davacı istemi yerinde görülmeyecek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü.

İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.

SONUÇ : Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden, temyiz isteminin reddi ile Ankara 9. İdare Mahkemesinin 11.2.2011 tarih ve E:2010/309, K:2011/237 sayılı kararının ONANMASINA, 05.07.2012 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

AZLIK OYU :

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 309 maddesinde, feragat ve kabulün hüküm ifade etmesinin, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığının kurala bağlanmış olması karşısında davacının 5.5.2011 tarihinde Mahkeme kayıtlarına giren feragat dilekçesinin kabul edilerek bu yönde karar verilmesi gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.


DANIŞTAY 7. DAİRE Esas : 2011/3105 Karar : 2012/3131 Tarih : 14.06.2012

  • İYUK 31. Madde

Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince, kararın düzeltilmesi istemini içeren dilekçede ileri sürülen sebepler, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54’üncü maddesinin 1`inci fıkrasının (c) bendi uyarınca, Dairemizin 16.6.2010 gün ve E:2009/5905; K:2010/3143 sayılı kararının düzeltilmesini gerektirecek nitelikte bulunduğundan, istem kabul edilerek, anılan kararın ortadan kaldırılmasından sonra dosya yeniden incelendi:

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile yürürlükten kaldırılarak, Kanunun 447`nci maddesinde; mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa yapılan yollamaların, Hukuk Muhakemeleri Kanununun bu hükümlerinin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılacağı hükme bağlanmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31’inci maddesi ile atıf yapılan, 6100 sayılı Kanunun 447’nci maddesi dolayısıyla aynı Kanunun 310’uncu maddesinde, feragat ve kabulün hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabileceği; 311`inci maddesinde, feragat ve kabulün, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğuracağı belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Bakırköy Ondokuzuncu Noterliğince onaylanan 24.6.2004 gün ve 34717 yevmiye nolu vekâletnameyle, davacı Şirket tarafından vekil tayin edilen ve davadan feragate yetkili kılınan davacı vekilleri tarafından verilerek 15.1.2010 tarihinde İstanbul Üçüncü Vergi Mahkemesi kayıtlarına geçen dilekçe ile, Mahkemenin E:2008/3081 sayılı dosyasında görülen davadan feragat edildiğinin belirtildiği anlaşılmıştır.

Bu nedenle, mahkeme kararının ( BOZULMASINA ), davacı vekillerinin 15.1.2010 tarihinde İstanbul Üçüncü Vergi Mahkemesinde kayıtlara geçen dilekçesi göz önünde bulundurulmak suretiyle istem hakkında karar verilmek üzere dosyanın İstanbul Üçüncü Vergi Mahkemesine ( GÖNDERİLMESİNE ), oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulları kararlarının düzeltme yoluyla yeniden incelenebilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54`üncü maddesinde yazılı nedenlerden birinin bulunması ile mümkün olup, dilekçe sahibinin ileri sürdüğü nedenlerin ise bunlardan hiçbirine uymaması karşısında, kararın düzeltilmesi isteminin reddi gerektiği oyuyla karara katılmıyorum.


DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2012/923 Karar : 2012/2270 Tarih : 4.05.2012

  • İYUK 31. Madde

Öğretmen olup Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavı’ndan yeterli puanı alan, ancak yapılan değerlendirme sonucunda uzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamayan davacı tarafından, Anayasa Mahkemesi`nin 21.05.2008 günlü, E:2004/83, K:2008/107 sayılı kararından bahisle 2006 yılında yapılan değerlendirme sonucunda söz konusu unvanı elde eden öğretmenlerle aynı tarihten geçerli olmak üzere, uzman öğretmenlik unvanı verilmesi ve aynı tarihten geçerli olmak üzere mali haklardan yararlanabilmek için yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.

Konya 1. İdare Mahkemesi’nin 24.11.2011 günlü, E:2011/901, K:2011/1965 sayılı kararıyla; Anayasa Mahkemesi’nce, 5204 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesiyle, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu`nun 43. maddesinin sonuna eklenen 2. fıkrada yer alan hizmet içi eğitim ibaresinin, Yönetmelikle düzenlenecek hususların sayıldığı 6. fıkranın, toplam serbest öğretmen kadrosu içinde, uzman öğretmenlik kontenjan oranının %20, başöğretmenlik kontenjan oranının %10 ile sınırlanmasına ilişkin 7. fıkranın iptal edildiği göz önünde bulundurulduğunda, yasal dayanağının kalmadığı anlaşılan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin, davacının idareye başvurduğu tarihten ileriye yönelik kısmının iptali, idareye başvuru tarihinden öncesine yönelik kısmı yönünden ise davanın reddine hükmedilmiştir.

Davalı idareler, tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını ve davanın reddedilen kısmı için Milli Eğitim Bakanlığı lehine vekalet ücreti ödenmesine hükmedilmediğini öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının iptale ilişkin kısmı ile vekalet ücreti yönünden temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler.

İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkün olup, davalı idarelerce ileri sürülen hususlar mahkeme kararının, dava konusu işlemin, davacının idareye başvurduğu tarihten ileriye yönelik kısmının iptali ile ilgili kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmamıştır.

İdare Mahkemesi kararının vekalet ücretine hükmedilmemesine yönelik davalı Milli Eğitim Bakanlığı temyiz istemine gelince; 02.11.2011 günlü, 28103 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” başlıklı 14. maddesinin 1. fıkrasında, “Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” hükmüne yer verilmiş olup, anılan kuralda bahsi geçen “ilgili mevzuat”tan da, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile söz konusu Kanun’un 168. maddesinde değinilen Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ni anlamak gerekeceği, Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesinin son fıkrasında ise, avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı hükme bağlandığından, anılan 659 sayılı KHK`nin yürürlüğe girmesinden önce tekemmül etmiş olsa dahi, avukatlık vekalet ücretine hükmedilip edilmeyeceği hususunda hükmün verildiği tarihteki hukuki durumun esas alınması gerektiği açıktır.

Diğer taraftan, 2577 sayılı Yasa’nın 31. maddesinin gönderme yaptığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 326. maddesinde; yargılama giderlerinin, davayı kaybeden tarafa yükleneceği; 330. maddesinde vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücretinin, taraf lehine hükmedileceği; 323. maddesinde vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücretinin yargılama giderlerinden olduğu hükme bağlanmıştır.

03.12.2010 günlü, 27774 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve bu günden itibaren karar verilen davalarda uygulanacak olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi`nin 2. maddesinde, tarifelerde yazılı avukatlık ücretinin, kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemlerin karşılığı olduğu, 3. maddesinde de, yargı yerlerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücretinin, tarifelerde yazılı miktardan az ve üç katından çok olamayacağı, bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi ve niteliğinin gözönünde tutulacağı kuralı getirilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, hukuk müşaviri olan davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin süresinde savunmasını yaptığı ve avukatlık ücretine hak kazanmış olduğu görülmektedir.

Bu durumda, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca davalı Milli Eğitim Bakanlığı lehine avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarelerin dava konusu işlemin, davacının idareye başvurduğu tarihten ileriye yönelik kısmının iptaline ilişkin kısmına yönelik temyiz istemlerinin reddiyle, Konya 1. İdare Mahkemesi’nin 24.11.2011 günlü, E:2011/901, K:2011/1965 sayılı kararının bu kısmının oybirliğiyle ( ONANMASINA ), buna karşılık kararın redde ilişkin kısmı nedeniyle davalı idarelerden Milli Eğitim Bakanlığı vekili için avukatlık ücreti ödenmesine hükmedilmemesine ilişkin kısmı yönünden davalı Milli Eğitim Bakanlığı’nın temyiz isteminin kabulüyle bu kısmın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/c fıkrası uyarınca oyçokluğuyla ( BOZULMASINA ), aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar gözetilerek bozulan kısım hakkında yeniden karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye ( GÖNDERİLMESİNE ), tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay`a kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, karar verildi.

KARŞI OY

02.11.2011 günlü, 28103 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname`nin “davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” başlıklı 14. maddesinin (1). fıkrasında, tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edileceği yönünde düzenlemeye yer verilmiştir.

Buna göre, hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri ve hukuk müşavirlerinin idarelerin vekili sıfatıyla davaları takip etme yetkisinin, 659 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği 2.11.2011 tarihinden sonrası için geçerli olduğu dikkate alındığında, madde metninde yer alanların, 659 sayılı KHK`nın yürürlüğe girmesinden sonra bizzat katılarak takip ettikleri davaların idareler lehine sonuçlanması halinde söz konusu idareler lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu durumda, İdare Mahkemesince, 659 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra karar verilmekle birlikte, anılan KHK`nın yürürlüğe girmesinden önce tekemmül etmiş olan ve “kısmen ret” hükmü ile sonuçlanan davada, davalı Milli Eğitim Bakanlığı lehine vekalet ücreti verilmemesi gerektiği oyuyla aksi yönde verilen çoğunluk kararına bu kısmı itibarıyla katılmıyorum.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2010/13350 Karar : 2011/1738 Tarih : 11.05.2011

  • İYUK 31. Madde

Bursa İli, Yenişehir İlçesi, Burcun Köyü sınırları içerisinde … Çimento San. ve Tic. A.Ş. nin çimento fabrikası kurma isteminin kabulüne ilişkin 15.5.2008 tarih ve 2008/26 sayılı Toprak Koruma Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır.

Bursa 1. İdare Mahkemesince; olayda dava konusu tesisin yakın yerleşim yerlerinde yaşayan insanların sağlığı ve çevre açısından olumsuz etkisinin bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan raporda, tesisin kurulduğu sahanın genel yapısı, çevredeki tarım ve orman alanları ile mevcut bitki örtüsü, yerleşim yerlerine uzaklık, ayrıca hammadde temini ve bunun yaratacağı çevresel etkiler dikkate alındığında yer seçiminin uygun olmadığı ve bu konularda alınacak tedbirlere ÇED raporunda değinilmediğinin belirtilmesi üzerine, tesis edilen işlemde kamu yararına uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.

Davalı idare ve davalı idare yanında müdahil tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Davacı Güney Marmara Doğal ve Kültür Çevreyi Koruma Derneği tarafından verilen ve 20.7.2010 tarihinde İdare Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçe ile davacının davadan feragat ettiğini bildirdiği anlaşılmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda feragat konusu özel olarak düzenlenmemiş, anılan Yasanın 31. maddesiyle bu konuda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na göndermede bulunulmuştur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 91. maddesinde, “Feragat, iki taraftan birinin neticesi talebinden vazgeçmesidir” şeklinde tanımlanmış, 93. maddesinde, feragat beyanının dilekçe ile veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılacağı belirtilmiş; 94. maddesinde, “Feragat veya kabul eden taraf mahkum olmuş gibi masarifi muhakemeyi tediyeye mecburdur” hükmüne yer verilmiş, anılan Yasanın 95. maddesinde de “Feragat ve kabul kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl eder” kuralına yer verilmiştir.

2577 sayılı Yasanın 31. maddesiyle idari davalarda feragat istemleri üzerine Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun feragate ilişkin hükümlerinin ancak idari davaların türleri, nitelikleri ve idari yargılama usulüyle bağdaştığı ölçüde uygulanması mümkündür.

İdari dava türlerinden olan iptal davaları; bireysel hakları ihlal eden, somut, sübjektif nitelikteki idari işlemlere veya ortada herhangi bir hak ihlali olmaksızın bireyin menfaat ilgisinin kurulabildiği kamu yararını yakından ilgilendiren işlemlere karşı açılabilmektedir. Bireysel hakkın ihlaline dayanmayan kamu yararını yakından ilgilendiren konularda açılan iptal davaları, objektif ve somut nitelikte olup; bütünüyle kamu yararını amaçlamaktadır. Dolayısıyla iptal davalarında feragat isteminin de kamu yararı ölçütü kullanılarak karara bağlanması gerekmektedir. Bireysel hakların ihlaline dayanan iptal davalarında davacının herhangi bir kısıtlama olmaksızın davasından feragat edebileceğinde duraksama bulunmamaktadır.

Buna karşılık, düzenleyici işlemlere karşı ve kamu yararını yakından ilgilendiren konularda açılan iptal davalarında, işlemin yürütmenin durdurulması veya iptali kararı verildikten sonra, davacıya davadan feragat etme hakkının tanınması, yapılmış olan yargısal denetimin geçersiz sayılması, dolayısıyla davacı iradesinin yargı kararı üzerine çıkması sonucunu doğuracağından, kamu yararıyla ve idarenin yargısal denetimi yoluyla hukukun üstünlüğünü sağlama amacıyla bağdaşmamaktadır.

Uyuşmazlıkta, İdare Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, dava konusu işlemin iptaline karar verildiğinden, davalı idarenin temyiz isteminin incelenmesi sırasında davacıya davasından feragat etme hakkının tanınması, iptal davasının işleviyle, yani hukuk devleti ilkesinin gereği olarak idarenin faaliyetlerinde hukuka uygunluğun sağlanması amacıyla, dolayısıyla, kamu yararıyla bağdaşmayacaktır. Bu nedenle, davacının davadan feragat ettiği yolundaki isteminin kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır.

5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu`nun “Toprak Koruma Kurulunun Görevleri” başlıklı 5. maddesinde “Kurulun görevleri aşağıda belirtilmiştir.” cümlesinden sonra “a) Arazi kullanılan tüm faaliyetlerde, arazinin korunması, geliştirilmesi ve verimli kullanılmasına yönelik inceleme, değerlendirme ve izleme yapmak, ortaya çıkan olumsuzlukları belirlemek, toprak korumayı ve bununla ilgili sorunları giderici önlemleri almak, geliştirmek, uygulanmasını sağlamak için görüş oluşturmak, b) Arazi kullanımını gerektiren tüm girişimleri yönlendirmek üzere, yerel plân veya projelerin uygulanması amacıyla takibini yapmak, c) Toprak koruma önlemlerinin yerine getirilmesi sürecini yerel ölçekte izlemek, değerlendirmek ve çözümleyici öneriler geliştirmek, hazırlanacak toprak koruma ve arazi kullanım plânları doğrultusunda, yerel ölçekli yıllık iş programları için görüş oluşturmak ve uygulamaya konulmasının takibini yapmak, ç) Ülkesel, bölgesel veya yerel ölçekli yapılan plânlar arasındaki uyumu denetlemek, d) Kanunda yer alan konularla ilgili başvuruları almak ve ilgililere aktarmak, e) Kanunla verilen diğer görevleri yapmak” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Yasanın “Tarım Arazilerinin Amaç Dışı Kullanımı” başlıklı 13. maddesinde, “Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz. Ancak, alternatif alan bulunmaması ve Kurulun uygun görmesi şartıyla; (…) d) Bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış plân ve yatırımlar, e) Kamu yararı gözetilerek yol altyapı ve üstyapısı faaliyetlerinde bulunacak yatırımlar, (…) İçin bu arazilerin amaç dışı kullanım taleplerine, toprak koruma projelerine uyulması kaydı ile Bakanlık tarafından izin verilebilir. Bakanlık bu yetkisini valiliklere devredebilir.

Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri dışında kalan tarım arazileri; toprak koruma projelerine uyulması kaydı ile valilikler tarafından tarım dışı kullanımlara tahsis edilebilir. (…)

Tarım arazilerinin korunması ve amaç dışı kullanımına dair uygulamaların usûl ve esasları tüzükle düzenlenir. “ hükümleri amirdir.

Anılan Yasaya dayanılarak çıkartılan, “Tarım Arazilerinin Korunması, Kullanılması ve Arazi Toplulaştırmasına İlişkin Tüzüğün” 8.maddesinde, “Her ölçekteki imar ve çevre düzeni planlarının yapılması ve değiştirilmesinde tarım arazilerinin tarım dışı amaçlı faaliyetlere ayrılmasına kurulun uygun görüşü alınarak Bakanlık veya valiliklerce izin verilebilir.”, hükmü yer almış, “Tarım Arazilerinin Amaç Dışı Kullanımı” başlıklı 9.maddesinde de, “(1) Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri, sulu tarım arazileri alternatif alan bulunmaması ve kurulun uygun görmesi şartıyla; .(…) d) Bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış plan ve yatırımlar, e) Kamu yararı gözetilerek yol, altyapı ve üstyapı faaliyetlerinde bulunacak yatırımlar, (…)için bu arazilerin amaç dışı kullanım taleplerine, toprak koruma projesine uyulması kaydıyla Bakanlık tarafından izin verilebilir. Bakanlık bu yetkisini valiliklere devredebilir.(….) (3) Etüt raporunda belirtilen alternatif alanların; etüt raporu, teknik, ekolojik ve ekonomik kriterler ile tarım dışı amaçla arazi kullanım talebini yapanın yazılı görüşü dikkate alınarak kurul tarafından alternatif olup olamayacağı değerlendirilerek karara bağlanır.” (….) hükümleri yer almaktadır.

Yukarıda belirtilen Yasa ve Tüzük hükümlerinin birlikte incelenmesinden; tarım arazilerinin tarım dışı amaçlı faaliyetlere ayrılmasına izin verilmesinde, Kurulun uygun görüşünün bulunmasının zorunlu olduğu, diğer bir ifadeyle bu ön koşulun gerçekleşmediği durumlarda valilikçe veya bakanlıkça tarım arazilerinin tarım dışı amaçlı faaliyetlere ayrılmasına izin verilemeyeceği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 31. maddesi ile bilirkişi incelemesi yaptırılması ile ilgili hususlarda uygulanacak kurallara ilişkin olarak Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa yollamada bulunulmuş olup; anılan Yasanın 286. maddesinde, bilirkişi raporunun hakimi bağlamayacağı hükmü yer aldığından; sunulan bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek yeterlikte olmaması veya taraflarca yapılan itirazları karşılamaması halinde bilirkişilerden ek rapor istenilebileceği veya yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılabileceği gibi, verilen rapor dikkate alınmadan uyuşmazlığın çözümüne engel bir düzenleme bulunmamaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; Bursa İli, Yenişehir İlçesi, Burcun Köyü sınırları içerisinde … Çimento San. ve Tic. A.Ş. nin Çimento Fabrikası kurma istemiyle yaptığı başvuru üzerine düzenlenen etüt raporunda; söz konusu tesisin kurulmasının planlandığı alanın tamamının marjinal tarım arazisi niteliğinde olduğu ve üzerinde herhangi bir tarımsal faaliyet yapılmadığının belirtildiği, bu kapsamda Bursa Valiliği Toprak Koruma Kurulu tarafından talebin değerlendirildiği, 7`ye karşı 3 oyla talebin kabul edilmesi üzerine bu kararın iptali istemiyle davacı Güney Marmara Doğal ve Kültür Çevreyi Koruma Derneği tarafından bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Uyuşmazlığa konu olayda, Çimento Fabrikası kurma istemi üzerine yapılan inceleme sonucunda düzenlenen etüt raporunda; tesisin kurulmasının planlandığı arazinin özelliği ve üzerinde tarımsal faaliyet yapılıp yapılmadığı açısından bir değerlendirme yapıldığı açıktır.

Diğer taraftan, dava konusu tesisin başta Burcun Köyü olmak üzere yakın yerleşim birimlerine, çevre ve insan sağlığına, bölgedeki yeraltı ve yerüstü sularına, tarım alanlarına olumsuz etkisinin bulunup bulunmadığının ve tesisin kurulduğu sahanın genel yapısı, bitki örtüsü, yerleşim yerlerine, tarım alanlarına, su havzalarına mesafesi dikkate alındığında, yer seçim kriterlerine uygun olup olmadığı yönünden tespiti amacıyla mahkemece yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda, ÇED raporunun da birlikte değerlendirilmesi ile hazırlanan raporda, tesisin faaliyeti nedeniyle çevre ve insan sağlığının olumsuz yönde etkileneceği belirtilmesine rağmen bu hususlara ilişkin olarak nasıl tedbirler alınacağının ÇED raporunda yeterince ele alınmadığı, tesisin piyasada bulunan diğer tesislerle rekabet eşitliğini sağlayabilmesi için ek yakıt kullanması gerekeceği, ek yakıt kullanılması durumunda ise tesis tarafından alınacak tedbirlerin ÇED raporunda yer almadığı, tesisin işletme sırasında oluşturacağı emisyon değerlerinin 2014 yılına kadar geçerli olan sınır değerler baz alınarak değerlendirildiği, ancak tesisin inşa ve işletmeye alınma süresi ve Avrupa Birliği uyum sürecinde kabul edilecek yeni sınır değerler göz önüne alındığında ÇED raporundaki değerlendirmelerin yeterli olmadığı, ÇED raporunda tesisin ülke ekonomisine yapacağı katkı ve bunun karşılığında oluşturacağı çevresel, sosyal ve ekonomik zararların irdelenmediği, tesisin hammadde temin edeceği alanda yapılacak patlatmaların yerleşim yerlerinde meydana getireceği maddi etkinin yanı sıra insan ve hayvan psikolojisi ile yaşam konforu üzerindeki etkilerinin ÇED raporunda değerlendirilmediği, tesisten deşarj edilen kirleticilerin çökelme özellikleri dikkate alındığında, tesisin 3 km uzaklıkta bulunan ve tarımsal faaliyetler için önemli bir su kaynağı olan Burcun sulama göleti ve civardaki tarım arazileri için kirlilik kaynağı olacağı, dolayısıyla klasik hava kirleticilerin ve toksit bileşiklerin besin zinciri yoluyla insan sağlığını olumsuz yönde etkilemesinin de kaçınılmaz olduğu, tesisin kurulduğu sahanın genel yapısı, çevredeki tarım ve orman alanları ile mevcut bitki örtüsü, yerleşim yerlerine uzaklık, ayrıca hammadde temini ve bunun yaratacağı çevresel etkiler dikkate alındığında yer seçiminin de uygun olmadığı yönünde görüş belirtilmiştir.

Bu durumda, 5403 sayılı Yasa ve bu Yasaya dayanılarak düzenlenen Tüzük hükümlerine göre; tarım arazilerinin tarım dışı amaçlı faaliyetlere ayrılıp ayrılmayacağı konusunda izin vermeye Toprak Koruma Kurulu`nun yetkili olduğu sonucuna varıldığından, İdare Mahkemesince de, tesisin üzerine kurulacağı tarım arazisinin niteliğinin belirlenmesi amacıyla keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması ve bu çerçevede Toprak Koruma Kurulu kararının yargısal denetiminin yapılması gerekirken, tesisin çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkilerini belirleyen bilirkişi raporu esas alınarak verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

Öte yandan, Çimento fabrikası kurulmasına izin verilmesi talebiyle yapılan başvuru üzerine, tarım arazisinin niteliği değerlendirilerek verilen Toprak Koruma Kurulu kararı; söz konusu tesisin kurulmasına izin verilmesi işlemi bakımından, zincir işlemin bir halkası niteliğinde olup; tesisin kurulmasına izin verilmesi için, konunun tesisin yapılacağı arazinin niteliği dışında kalan yönleriyle de (çevresel etkiler, insan sağlığı, ÇED raporu vb.) idare tarafından ayrıca değerlendirileceği tabiidir.

Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı Yasanın 49. maddesine uygun bulunan davalı idarenin ve davalı idare yanında müdahilin temyiz isteminin kabulüne, Bursa 1. İdare Mahkemesinin 6.5.2010 tarih ve E:2008/565, K:2010/295 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan İdare Mahkemesine ( GÖNDERİLMESİNE ), oybirliğiyle karar verildi.


İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas : 2014/1859 Karar : 2015/2502 Tarih : 4.06.2015

  • İYUK 31. Madde

Antalya İli, Serik İlçesi, Belek Beldesi sınırları içinde akaryakıt istasyonu işletmeciliği faaliyetinde bulunan davacı şirket tarafından, aynı güzergâhta bulunan İsmail Baykara-Baykara Petrol İstasyonu adına düzenlenen 18.08.2005 günlü, BAY/537-128/14163 sayılı bayilik lisansının iptali istemiyle açılmıştır.

Danıştay Onüçüncü Dairesi’nin 24.10.2013 günlü, E:2009/5730, K:2013/2640 sayılı kararıyla; 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 8. maddesi ve anılan Kanun’un verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği`nin 45. maddesinde belirtilen asgari mesafe şartları dikkate alınmaksızın düzenlendiği anlaşılan bayilik lisansında hukuka ve mevzuata uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle, dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.

Davalı idare, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda … bilirkişi, keşif, delilerin tespiti… hallerinde Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı, ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçiminin Danıştay, mahkeme veya hâkim tarafından re`sen yapılacağı hükme bağlanmıştır.

Olayda, dava konusu bayilik lisansı, dava dışı … Petrol-.’ya ait olduğundan, anılan bayilik lisansının iptali istemiyle açılan davada, . Petrol-. firması açısından, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun ihbar ve şartlarını düzenleyen 61’inci maddesindeki şartların gerçekleştiği sonucuna varılmıştır.

Bu itibarla, Danıştay Onüçüncü Dairesince, davanın . Petrol-. `ya ihbarı yapıldıktan sonra bir karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle; davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile, davanın ihbarı yapıldıktan sonra yeniden bir karar verilmek üzere Danıştay Onüçüncü Dairesi`nin 24.10.2013 günlü, E:2009/5730, K:2013/2640 sayılı kararının bozulmasına, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.


İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas : 2014/3599 Karar : 2015/215 Tarih : 5.02.2015

  • İYUK 31. Madde

A… A.Ş.’nin çoğunluk hisselerinin, M… A.Ş. tarafından devralınması ve A… üzerinde tek kontrol uygulayan E… A.Ş.’nin M… Sinema üzerinde ortak kontrol uygulayan S… Limited Şirketi’nin %50 hissesini devralması işlemine izin verilmesine dair Rekabet Kurulu`nun 17.11.2011 günlü, 11-57/1473-539 Sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

Danıştay Onüçüncü Dairesi`nin 17.6.2014 tarihli E:2012/2013, K:2014/2507 Sayılı kararıyla; mevcut taahhüt paketinin Kurul kararının tesis edildiği dönemde oluşan verilerin analizi ışığında pazarda oluşacak rekabetçi endişeleri giderme konusunda yeterli olmadığı sonucuna ulaşılmakla, taahhüt paketinin bu şekliyle kabulüyle bildirim konusu birleşme/devralma işlemine izin verilmesine dair Kurul kararında hukuka uygunluk görülmediği; öte yandan, bu kararın uygulanması noktasında, kararda belirtilen gerekçelerin dikkate alınarak güncel pazar verileri ve analizleri ışığında, farklı taahhüt paketleri çerçevesinde işleme izin verilebileceğinin de açık olduğu gerekçesiyle, davaya konu işlemin iptaline karar verilmiştir.

Davalı idare ve davalı idare yanında davaya katılan bu kararı temyiz etmekte ve kararın bozulmasını istemektedirler.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin “feragat ve kabul” konusunda yollamada bulunduğu 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 307. maddesinde feragat, davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olarak tanımlanmış; 309. maddesinde, feragat beyanının dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılacağı; 310. maddesinde feragatin hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabileceği; 311. maddesinde de, feragatin kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğuracağı kurala bağlanmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 13.12.2012 tarihinde Danıştay kaydına giren dilekçesi ile davadan feragat ettiği görülmüştür.

Bu nedenle; davacının davadan feragat etmesi sebebiyle davanın esasının incelenmesi olanağı kalmadığından, feragat sebebiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, işin esasının incelenmesi suretiyle verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davalı idare ve davalı idare yanında davaya katılanın temyiz istemlerinin kabulüne, Danıştay Onüçüncü Dairesi`nin 17.6.2014 tarihli E:2012/2013, K:2014/2507 Sayılı kararının BOZULMASINA, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.02.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

X- KARŞI OY :

İdari yargıda iptal davası, kural olarak ilgililerin haklarını ve çıkarlarını korumanın yanında yürütme ve idarenin hukuka uygun davranmasını gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu özelliği ile iptal davalarının objektif ve soyut nitelikte bir dava türü olduğu teoride genel olarak ifade edilmekle birlikte istisnai olarak, iptal davalarının sübjektif ve somut nitelikte örneklerinin de olduğu uygulamada gözlenmektedir.

Bu çerçevede, feragate dair uyuşmazlık konusu olaylarda kamu yararı ve bireysel yarar ölçütünün belirlenmesinden sonra feragat hakkında karar vermek yerinde olacaktır. Olayda davacının davayla ilişkisinin iyi irdelenmesi gerekir. Örneklemek gerekir ise; davacılar veya kurum ve kuruluşlar tarafından belde veya semt sakini sıfatıyla açılmış objektif nitelikteki bir iptal davasında kamu yararı ölçütü mutlak olduğundan mahkemece verilen ve işlemin hukuka ve kamu yararına aykırı olduğunu belirleyen karardan sonra davacının davasından feragat etmesi düşünülemez. Bu nedenle, uyuşmazlık konularının içerik ve nitelendirilmelerine uygun olarak her davada davadan feragatin belirlenen ölçüler esas alınmak suretiyle karara bağlanması gerekmektedir.

Öte yandan, başkalarını da etkileyen işlemlere karşı açılan iptal davalarında davacının feragatinin kabul edilmesi, menfaatleri o işlemden etkilenen diğer kimselerin hak arama özgürlüğünü de kısıtlamış olacaktır. Zira birçok kimseyi aynı anda etkileyen bir idari işleme karşı sadece bir kişinin iptal davası açması normal şartlarda yeterlidir.

Bakılan uyuşmazlıkta da, davacının, sinema salonu hizmetleri işletmeciliği pazarında en büyük iki rakibin birleşerek tek güç haline gelmesine izin verilmesine dair Rekabet Kurulu kararının rekabete olumsuz etkisi olacağı, bir sinema izleyicisi olarak kendisinin ve tüm tüketicilerin almış olduğu hizmetin kalitesinin ve fiyatının olumsuz etkileneceğini belirterek davayı açmış olduğu, ayrıca, davaya konu işlemin sadece tüketicileri değil, davaya konu işlemin tarafları olan işletmecilerin faaliyet gösterdiği pazarda dikey ilişki içerisinde bulunduğu sinema yapımcıları ve dağıtıcılarını da etkileyecek nitelikte olduğu, öte yandan, açılan bu davada Danıştay Onüçüncü Dairesince, davaya konu işlemin açıkça hukuka aykırı olduğu ve uygulanması halinde telafisi güç ve imkansız zararların oluşacağı sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar verildikten sonra davacının davasından feragat ettiği anlaşıldığından, Danıştay Onüçüncü Dairesince, yukarda açıklanan sebeplerle davacının feragat isteminin kabul edilmesinde kamu yararı bulunmadığı gözetilerek, uyuşmazlığın esasının incelenmesi sonucunda karar verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığından, davalı idare ve davalı idare yanında davaya katılanın temyiz istemlerinin esasının incelenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiği oyuyla karara katılmıyorum.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS