0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İdari Davaların Açılması:

İYUK Madde 3

1.(Değişik: 10/6/1994-4001/2 md.) İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır.

2.Dilekçelerde;

a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya unvanları ve adresleri ile gerçek kişilere ait Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,

b) Davanın konu ve sebepleri ile dayandığı deliller,

c) Davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihi,

d) Vergi, resim, harç, benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarına ilişkin davalarla tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktar,

e) Vergi davalarında davanın ilgili bulunduğu verginin veya vergi cezasının nevi ve yılı, tebliğ edilen ihbarnamenin tarihi ve numarası ve varsa mükellef hesap numarası, Gösterilir.

3.Dava konusu kararın ve belgelerin asılları veya örnekleri dava dilekçesine eklenir. Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur.



İdari Yargılama Usulu Kanunu (İYUK) 3. Madde Emsal Danıştay Kararları


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/4326 Karar : 2017/1350 Tarih : 21.02.2017

  • İYUK 3. Madde

Dava, 2022 sayılı Kanun kapsamındaki aylığın kesilmesine ve yersiz aylıkların istirdadına ilişkin Kurum işleminin hukuka aykırı olduğunun tespiti ile iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, taraflar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

01.05.2003 tarihinden itibaren kendisine 2022 sayılı Kanun kapsamında özürlü aylığı bağlanan davacının 01.05.2008-28.02.2010 tarihleri arasında 2926 sayılı Yasa kapsamında, (5510 sayılı Kanun’un 4/1-b fıkrası kapsamında) tarım sigortalılığının bulunduğu gerekçesiyle davalı Kurum tarafından aylığının kesilmesi ve 01.05.2008-28.02.2010 tarihleri arasında davacıya yapılan ödemelerin faiziyle istirdadının talep edilmesi üzerine, davacı söz konusu işlemin iptaline karar verilmesini istemiş, Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

01.01.1977 tarihinde yürürlüğe giren 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında 2022 sayılı Kanunun 2’nci maddesinde, anılan Kanunun 1 ve ek 1’inci maddelerinde öngörülen koşulların varlığı durumunda hak sahiplerine aylıkların … aracılığı ile bağlanacağı ve ödeneceği belirtilmiş; 3’üncü maddesinde, bu aylıkların başlangıç tarihinin, ilgililerin …yapacakları yazılı başvurularını izleyen ay başı olduğu açıklanmıştır. 5434 sayılı …. Kanununun 1’inci maddesiyle; … bağlı olmak ve bu Kanunda yazılı emeklilik işlerini görmek üzere … tüzel kişiliğe sahip… ….kurulmuş ise de, 20.05.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5502 sayılı …43’üncü maddesiyle, 5434 sayılı Kanunun bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış, devredilen kurumlar ve devre ilişkin hükümler

.

içeren geçici 1’inci maddesiyle de, …, hiç bir işleme gerek kalmaksızın, bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla, görevleri ile birlikte, 1’inci maddeye dayanılarak kurulan kamu tüzel kişiliğine sahip ….’na devredilmiştir.

Diğer taraftan, 5510 sayılı … Kanunu’nun 106’ncı maddesi ile mülga 1479 sayılı Kanunun 70’inci ve mülga 506 sayılı Kanunun 134’üncü maddesinde bu Kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıkların, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği, 5510 sayılı … Kanununun 01.10.2008 günü yürürlüğe giren 101’inci maddesinde de, bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan durumlarda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği hüküm altına alınmıştır.

İdari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması durumunda izlenecek sürece ilişkin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununda bir birini tamamlayan düzenlemeler yer almaktadır. 2577 sayılı Kanunun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2’nci maddesinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ile idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenlerce açılan tam yargı davaları idari dava türleri olarak sıralanmış; “Görevli Olmayan Yerlere Başvurma” başlığını taşıyan 9’uncu maddesinde; çözümlenmesi …, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girmesine karşın, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi durumunda, bu konudaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, görevsiz yargı makamına başvuru tarihinin, …, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul dileceği, adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, anılan otuz günlük süre geçirilmiş olsa da, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabileceği bildirilmiştir. Belirtilmelidir ki, hukuk mahkemesince verilecek görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler söz konusu 9’uncu maddede düzenlendiğinden, bu aşamada 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193’üncü maddesi hükmünün uygulama alanı bulunmamaktadır. Adli ve/veya idari yargı yerlerine açılan davalarda yargı yolu yanlışlığına ilişkin olarak, taraflarca yargılama sonuna kadar itiraz ileri sürülebileceği gibi, bu hususun mahkemelerce de kendiliğinden gözetilmesi zorunludur. 1086 sayılı Kanunun 7’nci maddesinde; diğer bir mahkeme veya idari makam ya da yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan mahkeme tarafından, davanın her aşamasında kendiliğinden görevli olmadığı yönünde karar verilebileceği belirtilerek, yargı yolu itirazında verilecek karar “görevsizlik kararı” olarak tanımlanmış olmakla, burada ifade edilen karar, yargı yolunu değiştirici niteliktedir. 2577 sayılı Kanunun 3’üncü ve devamı maddeleri dikkate alındığında ise; hukuk mahkemesince görevsizlik kararı verilirken, ayrıca, idari yargı düzenindeki hangi mahkemenin görevli olduğu ve dava dosyasının ilgili mahkemeye gönderilmesi yönünde hüküm kurulması olanaksızdır.

Anılan maddelerde idari davalarda izlenmesi gereken dava açma yöntemi belirtilmiş olup, davanın idari nitelikte olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine karar verilmekle, başlangıçta adli yargı yerine açılmış olan davanın idari yargı yerine açılması sağlanamaz. İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye bağlanmış olup, 2577 sayılı Kanun hükümlerine bakıldığında, davanın süresinde açılmamasının yaptırımı, usul yönünden “reddine” karar verilmesidir (2577 sayılı Kanunun 14/3-e ve 15/1-b madde düzenlemeleri). Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.02.2008 gün ve …ayılı ilâmında da aynı yaklaşım ve görüş benimsenmiştir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında yapılan değerlendirmeye göre; davalı … (devredilen ….)’na yönelik iş mahkemesine açılan ve görülen inceleme konusu davada, taraflar arasındaki hukuki uyuşmazlığın çözümünde 506, 1479 veya 5510 sayılı Kanunun uygulama yeri bulunmadığından, sözü edilen 134, 70 ve 101’inci madde hükümlerine göre sınırlı yetki ile donatılmış iş mahkemeleri görevli olmayıp, bu tür davalar idari yargının görev alanı içerisinde yer almaktadır.

Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurularak yargı yolu yanlışlığı nedeniyle davanın dava şartı olmadığından usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu, işin esasına girilerek, hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, taraflar vekilleriinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 21.02.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2014/10-208 Karar : 2014/138 Tarih : 12.02.2014

  • İYUK 3. Madde

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; …1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi’nce mahkemenin görevsizliğine dair verilen 11.04.2012 gün ve 2011/8 E. 2012/195 K. sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 06.09.2012 gün ve 2012/16072 E., 2012/14112 K. sayılı ilamı ile;

“…İş Mahkemeleri, 5521 sayılı Kanun ile kurulmuş istisnai nitelikte özel mahkemeler olup, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106’ncı maddesi ile mülga 506 sayılı Kanunun 134`üncü maddesinde, bu Kanun uygulamasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde görüleceği, 5510 sayılı Kanun’un 101’inci maddesinde de, aksine hüküm bulunmayan hallerde, 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği düzenlenmiştir.

Davacı, Kurumun hatalı işlemleri neticesinde uğradığı zararın tazminini talep etmekte olup, uyuşmazlığın çözümünün aynı Kanunun 134`üncü maddesine göre iş mahkemesinin görevinde olduğu gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek, direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, gereği görüşüldü:

Davacı, dava dışı B….. Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş nin prim borçları nedeniyle yapılan haksız icra takibi sonucunda, kötü niyetli Kurum memurlarının yaptıkları usulsüz takip işlemleri nedeniyle uğradığı 25.500,00 TL tutarındaki maddi ve manevi tazminatın yasal faizleri ile birlikte ödenmesini, bu tazminatın 20.000,00 TL`sının yetki ve sorumlulukları oranında … ilgililere tebliğ tarihi itibariyle yasal faizleriyle birlikte rücuan tazminat olarak yansıtılmasını, dava ve talep etmiştir.

Davalı SGK vekili, davacının dava açma ehliyetinin olmadığını, talep hakkının zamanaşımına uğradığını, dava dilekçesinde hizmet ve görev kusurundan bahsedildiğinden görev yönünden de itiraz ettiklerini, bu nedenlerle usul ve yasaya aykırı olarak açılan davanın reddini istemiştir.

Yerel Mahkemece; “ Anayasamızın 129/5. maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13. madde hükümleri gereğince kamu görevlilerinin görev sırasında verdikleri hizmet kusurundan kaynaklanan zarar nedeniyle ancak bağlı bulundukları idareye karşı ve idari yargı yerinde dava açabilecekleri, somut olayda gerçek kişi olarak bildirilen ilgililerin kamu görevlisi olduğu, tazminat istemlerine konu olayın, kamu hizmetinin görüldüğü sırada ve hizmet ile ilgili bulunduğu, idarenin veya ajanlarının, hizmet kusuru niteliğindeki eylemi sonucu meydana gelen zararlardan dolayı, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b. maddesi gereğince İdareye karşı, idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerektiği” gerekçesiyle, mahkemenin görevsizliği nedeniyle davanın usulden reddine, 6100 sayılı HMK.`nun 20/1. maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren 2 haftalık süre içerisinde mahkemeye başvurulduğu takdirde, dosyanın yetkili ve görevli …İdare Mahkemesine gönderilmesine, süresinde başvurulmadığı takdirde 6100 sayılı Kanun’un 20/1-son cümlesi uyarınca davanın açılmamış sayılacağına karar verileceğinin ihtaratına, yargılama giderlerinin görevli ve yetkili mahkemede karara bağlanmasına dair verilen karar, davacının temyizi üzerine Özel Daire’ce yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, aynı gerekçelerle önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü temyize davacı getirmektedir.

Uyuşmazlık, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun hatalı işlemleri nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemli davanın, adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi görülüp sonuçlandırılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.

İş Mahkemeleri, 5521 sayılı Kanun ile kurulmuş istisnai nitelikte özel mahkemeler olup, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106’ncı maddesi ile mülga 1479 sayılı Kanunun 70’inci maddesinde ve 506 sayılı Kanunun 134. maddesinde, bu Kanunların uygulamasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde görüleceği, 5510 sayılı Kanun’un 101’inci maddesinde de, aksine hüküm bulunmayan hallerde, 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği düzenlenmiştir.

Bu özel düzenlemeye göre, 5510 sayılı Kanun (mülga 506 sayılı Kanun) hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde görevli mahkemenin; iş mahkemesi olduğunun kabulü gerekmektedir.

Kabule göre de, idari davaların açılış biçim ve yöntemi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun’un 3 ve devamı maddelerinde açıklanmış olup; adli yargı yerinde açılan bir davada, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı ile birlikte dosyanın idari yargı yerine gönderilmesine karar verilmesi olanaklı değildir. Bu cümleden olarak, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 20. ve 331/2.maddeleri hükmünün, ancak adli yargı yerleri arasındaki görevsizlik kararları bakımından uygulanması söz konusudur; diğer bir anlatımla, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı yanında ayrıca dosyanın idari yargı yerine gönderilmesine de karar verilmesi mümkün olmadığı gibi, yargılama giderleri hakkında görevsizlik kararı üzerine yargılamaya bir başka mahkemede devam edilmesi halinde yargılama giderine o mahkemenin hükmedeceğine karar verilmesi de mümkün değildir.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 23.06.2010 tarih ve 2010/9-314 E. 2010/342 K, sayılı kararında da aynı ilkeler vurgulanmıştır

Açıklanan nedenlerle; eldeki dava hukuki nitelikçe iş mahkemesinin görev alanına girdiğinden yerel mahkemece, işin esasına girilerek davanın esas yönünden karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının, Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince belirtilen gerekçeyle BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava dilekçesinde, “Sosyal Güvenlik Kurumu görevlilerinin, dava dışı bir şirketin prim borçlarının tahsili için haksız yere maaşına haciz konduğunu, hayali haciz tutanağı ile teslim edilen malların komisyon tarafından ihale ile satışının yapıldığı, ihaleye gizlice birinin sokularak, başka birinin tellallık yapmış gibi gösterildiği, eşyalarının değerinin düşük belirlenerek, bu düşük değerle satıldığı, telafi edilemeyecek maddi ve manevi zararının oluştuğu, organize şekilde şahsına yöneltilen suç unsuru taşıyan hukuk dışı tasarrufların olduğu, zarar verme amaçlı hileli komplolar kurulduğu, bu haciz işlemleriyle borçlu saydıklarına ceza verme amacı güttüklerini, kamu görevinin ve hizmet ilişkisinin sağladığı nüfusun kötüye kullanılması resmi sıfatlarına dayanılarak, planlı şekilde yapıldığı, hizmet kusuru olan gerçek hasımların görevli kişilerin kendileri olduğu, idari yönden hizmet kusuru ve kamu personeli yönünden ise görev kusuru esaslarına göre değerlendirilmesini talep ediyoruz” denilerek; davalı SGK’dan (kendisine borç çıkarılan tutarın %40`ı oranında) maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmaktadır.

Anayasanın 125. Maddesinin birinci fıkrası ile, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”; ve yine Anayasa`nın 37. Maddesi ile “hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz”. Anayasanın 125. Maddesinde yer verilen kural, yönetimin/idarenin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve işlemlerini kapsamaktadır.

İş mahkemeleri, esas olarak iş ve sosyal güvenlik hukuku uygulamasından kaynaklanan bireysel ve toplu hak uyuşmazlıklarını çözmek üzere, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununa dayanılarak kurulmuştur.

Bu kapsamda. Sosyal Güvenlik Kurumu`nun prim ve diğer alacaklarının hesaplanması, sigortalı olma hakkının kazanılması ya da kaybedilmesi, işçilik alacaklarının belirlenmesi gibi kendi içinde bütünlük ve uzmanlık gerektiren konular bu mahkemelerin görev alanına girmektedir.

Davaya konu somut olayda taraflar arasında, prim ve diğer alacakların tahsiline ilişkin olarak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında ki Kanundan kaynaklanan türden bir uyuşmazlığın çözülmesi olgusu yoktur; davaya konu uyuşmazlığın sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasıyla çözümlenmesi olanağı bulunmamaktadır.

Bu nedenle, uyuşmazlığın iş mahkemelerinin görev alanına girmediği, bir başka disiplinin konusu olacağı kabul edilmelidir.

İdari yargının görev alanı incelenirken öncelikle dava konusu işlemi veya eylemi yapan kuruluşun niteliğinin saptanması, daha sonra yürütülen faaliyetin hukuki rejiminin belirlenmesi gerekmektedir.

Eğer ortada, gerçek kişi ile idare arasında, idare hukukundan kaynaklanan bir uyuşmazlık saptanırsa, bu uyuşmazlığın çözümü idari yargının; aksi halde adli yargı içerisinde genel mahkemelerin konusunu oluşturacaktır.

Bu durumda da öncelikle davalı Sosyal Güvenlik Kurumunun niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir;

Mülga 4792 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun 1. maddesi ile, “Kurum bu kanun ve özel hukuk hükümlerine tabidir. Mali ve idari bakımdan muhtardır ve tüzel kişilikte bir Devlet kurumudur.”

Yargıtay HGK`nun 2003/21-95-113 sayılı kararında “Sosyal Sigortalar Kurumu 4792 ve 506 sayılı Yasalara göre kurulmuş özel hukuk hükümlerine tabi tüzel kişiliği haiz bir kuruluştur” denilerek bu yöne vurgu yapılmaktadır.

Davalı Kurumun yürürlükteki teşkilat Kanunu durumunda bulunan 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununun 1. Maddesinde de benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir.

Anılan maddede, “Bu Kanun ile Kuruma görev ve yetki veren diğer kanunların hükümlerini uygulamak üzere; kamu tüzel kişiliğini haiz, idarî ve malî açıdan özerk, bu Kanunda hüküm bulunmayan durumlarda özel hukuk hükümlerine tâbi Sosyal Güvenlik Kurumu kurulmuştur.” Denmektedir.

Sosyal Güvenlik Kurumunun tanımlanan yapısı göze alındığında tamamen bir gri alan yaratıldığı görülmektedir.

Sosyal Güvenlik Kurumunun yapısı, Anayasa Mahkemesi 2011/169 sayılı kararında ele alınarak birkaç sonuca ulaşıldığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin Kararında aynen; “… sosyal sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır:

5510 sayılı Kanun’un sistematiğinde sosyal sigortalardan yararlanacak kişiler ve sağlanacak haklar, bu haklardan yararlanma koşulları, finansman ve karşılanma yöntemleri belirlenmekte, sosyal sigortaların ve genel sağlık sigortasının işleyişine ilişkin ilke ve yöntemler yer almaktadır. 5502 sayılı Kanunda, Sosyal Güvenlik Kurumu`nun, “bu Kanunda hüküm bulunmayan durumlarda özel hukuk hükümlerine tâbi” olduğu belirtilmiştir:

5510 sayılı Kanun ile birlikte sosyal güvenlik tek çatı altında toplanmış, özel hukuk niteliği ağır basan sosyal güvenlik hukuku alanı oluşmuştur.” Saptamalarında bulunulmuştur.

Gerek Yargıtay, gerekse Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelerde; sosyal sigortacılık esasına dayalı işlemlerin idare hukuku kapsamında idari işlem niteliğinde sayılamayacağı; Kurumun özel hukuk hükümlerine tabi olduğu; sosyal güvenliğin özel hukuk niteliği ağır basan bir yapısının bulunduğu sonucuna vardıkları görülmektedir.

Yürütülen faaliyetin hukuki rejiminin; davaya konu işlemlerin dayanağının ne olduğuna gelindiğinde;

5510 sayılı Kanunun 88. maddesi uyarınca Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanmaktadır.

Bu yetkilerin kullanımı nedeniyle doğacak sorumluluğa ilişkin olarak 6183 sayılı Kanunun 4. maddesinde, “Amme idarelerinin bu kanunu tatbika salahiyetli memurlarının (vazifelerini teşkilat ve vazife kanunları veya bu konu ile ilgili diğer kanun veya nizamname ve talimatnameler,) mesuliyetlerini de; mesuliyeti tesis eden kanunlar tayin eder.”hükmü; benzer nitelikteki uyuşmazlıklara ilişkin olarak da 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 5. maddesinde “İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davaları, ancak idare aleyhine açılabilir. Devletin, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı saklıdır. Bu davalara adliye mahkemelerinde bakılır/` ifadesi yer almaktadır.

Mülga 506 sayılı Yasada, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda, nede teşkilat yasası durumunda bulunan 5502 sayılı Kanunda Kurumun, 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsili Usulü Hakkındaki Kanunun uygulanmasından kaynaklanan ihmal veya özensiz davranışları sebebiyle davacıya verdiği zarardan dolayı sorumluluğuna ilişkin herhangi bir hüküm mevcut değildir. Uyuşmazlığın çözümünde, yanlar arasındaki hukuki ilişkide öncelikle Borçlar Kanununun adam çalıştıranın mesuliyetine ilişkin hükümleri uygulanabilecektir. Açık kanun hükmü ile iş mahkemesinde görüleceği belirtilmemiş olan bu tür davalar genel mahkemelerde sonuçlandırılmalıdır.

Anayasa Mahkemesinin yukarıda ifade ettiğim kararı ve HGK`nın 2003/21-95-113 sayılı kararında belirtildiği gibi; uyuşmazlığın çözümünde yararlanılacak yasa hükümlerinin dikkate alınması karşısında bu davaların genel mahkemelerde bakılacağı kabul edilmelidir. Bu durumda yerel mahkeme kararının değişik gerekçeyle bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun aksi yöndeki bozma kararına katılmamaktayım.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2010/9-314 Karar : 2010/342 Tarih : 23.06.2010

  • İYUK 3. Madde

Ankara 6.İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.02.2009 gün ve 2007/345 E.-2009/23 K. sayılı kararın incelenmesinin davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 02.07.2009 gün ve 2009/20493 E.-2009/20271 K. sayılı ilamı ile;

(“…Davacı; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğünce, mülga 1475 sayılı İK’nun 25. ve 98., 4857 sayılı İK’nun 30., 101. ve 108. maddelerine göre idari para cezası verildiğini, söz konusu idari para cezasının tamamen ödendiğini ve idari para cezasının iptali için idare mahkemesinde açılan davanın reddedildiğini, temyiz taleplerinin, temyiz ve karar düzeltme yolu kapalı olduğu için yerinde görülmediğini, idari para cezasının yeteri kadar sakat ve eski hükümlü çalıştırılmaması gerekçesine dayalı olarak tahakkuk ettirildiğini, bunun haksız ve dayanaksız olduğunu belirterek, ödediği 46.842,00-YTL. idari para cezasına mahsuben 1.000,00-YTL.’nin faiziyle birlikte davalı Kurumdan tahsilini talep etmiştir. Davalı; İYUK’nun 2. ve 4857 sayılı İK`nun 108. maddesindeki düzenleme gereğince, dava konusu uyuşmazlığa bakmakla görevli mahkeme idare mahkemesi olduğunu belirterek davanın görev yönünden reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacıya işyerinde yasa ve yönetmelikte belirtilen oranda özürlü ve eski hükümlü çalıştırmadığı gerekçesi ile davalı idare tarafından idari para cezası kesilmiş, bu işleme karşı idare mahkemesine itiraz edilmiş, dava ret edilmiş ve kesinleşmiştir. Davacı kesinleşen karar üzerine tahakkuk ettirilen idari para cezasını idareye ödemiştir. Mahkemeye getirilen uyuşmazlık ödenen bu idari para cezasının geri alınmasına ilişkindir. İYUK’un 2.maddesinde ve 4857 Sayılı Yasanın 108. maddesinde idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı idare Mahkemelerinde itiraz edilebileceğine ilişkin düzenleme yapıldığı, davacının da buna göre idari yargıya başvurup yasal yolları tükettiği görülmüştür. Yeniden adli yargıya başvurmakla bir yargı yolu tarafından kesin hükümle sonuçlandırılan uyuşmazlık başka bir yargı yolu vasıtasıyla etkisiz hale getirilmiş olacağından ve-ortada kesinleşmiş bir hüküm varken uyuşmazlığın yeniden dava yoluyla gündeme getirilmesi usul ve yasaya uygun olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Görev konusu kamu düzenine ilişkin olup mahkemece kendiliğinden dikkate alınmalıdır. İş mahkemelerinin görev alanını hâkim, tarafların iddia ve savunmalarına göre değil, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 1. maddesini esas alarak belirleyecektir.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözüm yeri iş mahkemeleridir.

Somut uyuşmazlıkta; İş Kanunun 108. maddesi uyarınca para cezası verilmesi işlemine bağlı olarak açılan bu dava idari bir işlemin devamı niteliğinde olduğundan, idari yargının görevli olduğunun kabulü gerekmektedir. Bu durumda mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…”)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı, haksız olarak tahakkuk ettirilen idari para cezasına itirazının İdare Mahkemesince reddine dair kararın kesinleştiğini, idari yargı kararının temyiz edilememesine dayalı kesinliğin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini beyanla haksız ve yersiz olarak tahakkuk ve tahsil edilen idari para cezasının istirdadını talep etmiştir.

Yerel Mahkemece, idari para cezasının kesinleştiği gerekçesi ile davanın reddine dair verilen karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçelerle bozulmuş, yerel mahkemece, davacının talebinin idari para cezasının iptaline değil, yersiz ödemenin istirdadına ilişkin olduğu, İş Kanununa dayanan talebin incelenmesinde adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle ilk kararda direnilmesine karar verilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davanın hukuksal nitelikçe idari işlemin iptali mi yoksa istirdat mı olduğu ve buna göre yargı yolu bakımından davanın adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi görülmesi gerektiği ve sonuç olarak mahkemenin görevli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle davanın niteliğinin belirlenmesi ve yargı yoluna ilişkin düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır: Bilindiği üzere, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 76. maddesi ve 4/6/1958 tarih ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince, bir davada ileri sürülen olayları izah davacıya, maddi olayların hukuki tavsifi, uygulanacak yasa maddelerini bulmak ve uygulamak mahkemeye ait olup bu husus aynı zamanda hakimin doğrudan görevidir. Hakim, tarafların hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp maddi vakıalarla bağlıdır. Dayanılan maddi olguların salt ilgili tarafça bildirilen içeriğine ve o tarafın bunlara yönelik hukuki nitelendirmesine bağlı kalınarak bir sonuca ulaşılması, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 76. maddesindeki düzenlemeye aykırıdır.

Mahkeme, önüne gelen uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, hukuki nitelendirmeyi yaptıktan sonra, davaya konu edilen talebin dinlenilirliğini ve yasal koşullarını irdeleyecek, ortaya konulan deliller çerçevesinde yargılama yaparak; hukuka uygun olmak üzere, nihai kararını verecektir.

Diğer taraftan, usul kuralları (görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hata) kamu düzeni ile doğrudan bağlantılı olup, taraflar yararına usulü kazanılmış hak oluşturmamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 15.03.1972 gün ve 1968/1-277-176, 01.03.1995 gün ve 1995/7-641-117, 23.01.2002 gün ve 2001/1-1010-2002/1, 12.07.2006 gün ve 2006/4-519-527 sayılı kararları, Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü-2001 Baskı, cilt 5, sayfa 4771 vd.). Diğer bir ifade ile görev, kazanılmış hakkın istisnalarındandır.

Bu bağlamda, idari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması halinde izlenecek sürece ilişkin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu (İYUK)’nda birbirini tamamlayan düzenlemeler bulunmaktadır.

Davalı idare, hatalı yargı yolu nedeniyle yargılamanın bitimine kadar yargı yolu itirazında bulunabilir. HUMK m. 7, yargı yolu itirazı halinde verilecek kararı “görevsizlik kararı” olarak nitelendirmiş olup, burada ifade edilen görevsizlik kararı yargı yolunu değiştirici niteliktedir.

2577 sayılı İYUK 3 ve devamı maddeler dikkate alındığında; Hukuk mahkemesince ayrıca, idari yargı düzenindeki hangi mahkemenin görevli olduğuna ve dava dosyasının o mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi mümkün değildir.

Anılan maddelerde bir idari davanın nasıl açılacağı belirtilmiş olup, bu yönteme uyulması zorunludur. Bir davanın idari nitelikte olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine karar verilmekle, başlangıçta adli yargı yerine açılmış olan davanın idari yargı yerine açılması sağlanamaz.

İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye bağlanmıştır. İYUK’daki düzenlemelere bakıldığında; davanın süresinde açılmamasının yaptırımı, usul yönünden “reddine” karar verilmesidir (2577 sayılı İYUK. m. 14/3-e, 15/1-b).

Ne var ki, “Görevli Olmayan Yerlere Başvurma” başlıklı 9. madde;

“Çözümlenmesi Danıştay’ın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.” hükmünü içermektedir.

Bu düzenleme ile; Danıştay’ın, idare mahkemelerinin veya vergi mahkemelerinin görevine giren bir davanın, genel idari yargı düzeni dışındaki bir mahkemede açılması durumunda, mahkemece verilecek görevsizlik kararı üzerine genel idari yargıda açılacak davada, davanın süre aşımı nedeniyle reddinin önlenebilmesi için 30 günlük ek süre tanınmıştır.

Hukuk mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler İYUK m. 9’da düzenlendiğinden, HUMK m. 193 hükmü burada uygulanmayacaktır. Yapılan bu açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde:

Davacı dava dilekçesinde talebini haksız ve yersiz olarak ödediği miktarın istirdadı olarak açıklamış ise de dilekçenin bütünü ele alındığında, davacının gerçek amacının İdare Mahkemesi kararı ile kesinleşen idari kararın zımnen ilgasına, dolayısıyla idari bir hakkın istirdat yolu ile geri alınmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Davacı bu dava ile davalı Bakanlığın tesis ettiği işlem uyarınca ödenen idari para cezası miktarının kendisine iadesini sağlamayı amaçlamaktadır.

Diğer bir anlatımla, davacının talebi; idari para cezasına dair idari işlemin ilgasına yöneliktir ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2. maddesine göre, idarenin eylem ve işlemine karşı açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi, idari yargının görev alanına girmektedir.

Hal böyle olunca, eski hükümlü veya özürlü çalıştırma zorunluluğuna aykırılık nedeniyle düzenlenen idari para cezasının iptaline yönelik eldeki davaya bakma görevi idari yargıya ait olup, idari yönden kesinleşen idari para cezası kararının yerinde olup olmadığı iş mahkemesince incelenemez.

Kaldı ki, adli yargıya dahil mahkemelerin, bir kamu kurumunu belli yolda ve doğrultuda işlem yapmaya zorlayıcı karar vermeleri mümkün değildir. Esasen verilecek bu tür kararların idareyi ve kamu kurumlarını bağlayıcı niteliği de yoktur. Bu kabul şekli, tesis edilen idari işlemlerin iptali istemiyle açılacak davaların idari yargıda görüleceği; adli yargının bir idari işlemin hukuka uygunluğunu denetleme görev ve yetkisine sahip bulunmadığı kuralına da uygundur.

Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, idari davaların açılış biçim ve yöntemi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 3 ve devamı maddelerinde açıklanmış olup; adli yargı yerinde açılan bir davada, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı ile birlikte dosyanın idari yargı yerine gönderilmesine karar verilmesi olanaklı değildir. Bu cümleden olarak, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 27.maddesi hükmünün, ancak adli yargı yerleri arasındaki görevsizlik kararları bakımından uygulanması söz konusudur; diğer bir anlatımla, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı yanında ayrıca dosyanın idari yargı yerine gönderilmesine de karar verilmesi mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle; eldeki dava hukuki nitelikçe idari yargının görev alanına girdiğinden yerel mahkemece dava dilekçesinin yargı yolu (idari yargı yerinde görülmesi) bakımından reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek davanın esas yönünden reddine dair kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Direnme kararı, açıklanan bu değişik gerekçeyle bozulmalıdır.

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçeyle ( BOZULMASINA ), oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI :

Dava, idare mahkemesinin kararı ile kesinleşen ve ödenen idari para cezasının geri istenmesi (istirdatı) ile ilgili olarak iş mahkemesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na karşı açılan bir davadır.

Yerel mahkeme kendisini görevli kabul ederek açılan davayı esastan reddetmiştir.

Yargıtay 9.Hukuk Dairesi ise, söz konusu para cezasının idari bir işlemin sonucu olarak ödenmiş olmasına göre davaya bakma görevi idari yargıya ait olacağından görevsizlik kararı verilmesi gerekir gerekçesi ile kararı bozmuştur.

Uyuşmazlık, kesinleşen ve ödenen idari para cezasının istirdatı ile ilgili açılan davalarda, adli yargı mı? Yoksa idari yargı mı? görevli olacaktır? noktasında toplanmaktadır.

Görev konusu kamu düzeni ile ilgili olup yargılamanın her aşamasında ileri sürülmese dahi, hakim tarafından re’sen göz önünde bulundurulması gerekir.

Ayrıca, mahkemelerin görevleri kanunla belirlenir, kanun dışında mahkemelerin görevleri yargı kararları ile belirlenemez.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde, idari yargının görevine giren davalar açık olarak tek tek gösterilmiştir. Somut davamızda, tam yargı davası ile istenebilecek tazminat değil de ödenmiş bir paranın istirdatı için dava açıldığından ve yukarıda belirtilen ve idari yargıda görülebilecek davalar arasında istirdat davası bulunmadığından davaya bakma görevi Adli Yargıya aittir.

Bu nedenle direnme uygun daireye düşüncesinde olduğumdan, sayın çoğunluğun görüş ve düşüncelerine katılmıyorum.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas: 2011/3308 Karar: 2012/7625 Tarih: 30.04.2012

  • İYUK 3. Madde

Davacı, 15.12.2005 tarihli talebi ile 2022 sayılı Yasa gereği aylık bağlanmaması nedeniyle, ödenmeyen aylıklardan 00 TL ile manevi zararı için 1.500,00 TL’nin davalı Kurum’dan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtilen gerekçe ile, davanın reddine karar vermiştir.

Hükmün, taraflar avukatlarınca temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : 01.01.1977 tarihinde yürürlüğe giren 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında 2022 sayılı Kanun’un 2. maddesinde, anılan Kanun’un 1 ve ek 1. maddelerinde öngörülen koşulların varlığı durumunda hak sahiplerine aylıkların Emekli Sandığı aracılığı ile bağlanacağı ve ödeneceği belirtilmiş; 3. maddesinde, bu aylıkların başlangıç tarihinin, ilgililerin Emekli Sandığı’na yapacakları yazılı başvurularını izleyen ay başı olduğu açıklanmıştır. 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 1. maddesiyle; Maliye Bakanlığı’na bağlı olmak ve bu Kanun’da yazılı emeklilik işlerini görmek üzere Ankara’da, tüzel kişiliğe sahip Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı kurulmuş ise de, 20.05.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 43. maddesiyle, 5434 sayılı Kanun’un bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış, devredilen kurumlar ve devre ilişkin hükümler içeren geçici 1. maddesiyle de, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı, hiçbir işleme gerek kalmaksızın, bu Kanun’un yürürlük tarihi itibarıyla, görevleri ile birlikte, 1. maddeye dayanılarak kurulan kamu tüzel kişiliğine sahip Sosyal Güvenlik Kurumu’na devredilmiştir.

Diğer taraftan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile mülga 1479 sayılı Kanun’un 70. ve mülga 506 sayılı Kanun’un 134. maddesinde, bu Kanun’un uygulanmasından doğan uzlaşmazlıkların, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 01.10.2008 günü yürürlüğe giren 101. maddesinde de, bu Kanun’da aksine hüküm bulunmayan durumlarda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği hüküm altına alınmıştır.

İdari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması durumunda izlenecek sürece ilişkin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu )ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nda birbirini tamamlayan düzenlemeler yer almaktadır. 2577 sayılı Kanun’un “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ile idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenlerce açılan tam yargı davaları idari dava türleri olarak sıralanmış; “Görevli Olmayan Yerlere Başvurma” başlığını taşıyan 9. maddesinde; çözümlenmesi Danıştay’ın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girmesine karşın, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi durumunda, bu konudaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, görevsiz yargı makamına başvuru tarihinin, Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edileceği, adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, anılan otuz günlük süre geçirilmiş olsa da, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabileceği bildirilmiştir. Belirtilmelidir ki, hukuk mahkemesince verilecek görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler söz konusu 9. maddede düzenlendiğinden, bu aşamada 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu )hükmünün uygulama alanı bulunmamaktadır. Adli ve/veya idari yargı yerlerine açılan davalarda yargı yolu yanlışlığına ilişkin olarak, taraflarca yargılama sonuna kadar itiraz ileri sürülebileceği gibi, bu hususun mahkemelerce de kendiliğinden gözetilmesi zorunludur. 1086 sayılı Kanun’un 7. maddesinde; diğer bir mahkeme veya idari makam ya da yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan mahkeme tarafından, davanın her aşamasında kendiliğinden görevli olmadığı yönünde karar verilebileceği belirtilerek, yargı yolu itirazında verilecek karar “görevsizlik kararı” olarak tanımlanmış olmakla, burada ifade edilen karar, yargı yolunu değiştirici niteliktedir. 2577 sayılı Kanun’un 3. ve devamı maddeleri dikkate alındığında ise; hukuk mahkemesince görevsizlik kararı verilirken, ayrıca, idari yargı düzenindeki hangi mahkemenin görevli olduğu ve dava dosyasının ilgili mahkemeye gönderilmesi yönünde hüküm kurulması olanaksızdır. Anılan maddelerde idari davalarda izlenmesi gereken dava açma yöntemi belirtilmiş olup, davanın idari nitelikte olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine karar verilmekle, başlangıçta adli yargı yerine açılmış olan davanın idari yargı yerine açılması sağlanamaz. İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye bağlanmış olup, 2577 sayılı Kanun hükümlerine bakıldığında, davanın süresinde açılmamasının yaptırımı, usul yönünden “reddine” karar verilmesidir (2577 sayılı Kanun’un 14/3- e ve 15/1-b madde düzenlemeleri ). Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.02.2008 gün ve 2008/21-139 Esas, 2008/204 Karar sayılı ilamında da aynı yaklaşım ve görüş benimsenmiştir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında yapılan değerlendirmeye göre; davalı SGK Başkanlığı (devredilen Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı )’na yönelik iş mahkemesine açılan ve görülen inceleme konusu davada, taraflar arasındaki hukuki uyuşmazlığın çözümünde 506,, 1479 veya 5510 sayılı Kanun’un uygulama yeri bulunmadığından, sözü edilen 134,, 70, 101. madde hükümlerine göre sınırlı yetki ile donatılmış iş mahkemeleri görevli olmayıp, bu tür davalar idari yargının görev alanı içerisinde yer almaktadır.

Bu maddi ve hukuki olgular gözönünde bulundurularak yargı yolu yanlışlığı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu, işin esasına girilerek hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, taraflar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA ), 30.04.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2016/7530 Karar : 2016/4606 Tarih : 21.09.2016

  • İYUK 3. Madde

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesince 2577 sayılı Kanunun 14. maddesi uyarınca hazırlanan Tetkik Hakiminin raporu ve sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra gereği görüşüldü:

Dava; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu`nun 60. maddesinin 1. fıkrasının g bendi uyarınca genel sağlık sigortası kapsamında prim ödeme yükümlülüğü getiren tüm düzenleyici işlemlerin iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesinin 3. fıkrasında, dilekçelerin Danıştay`da daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından, görev ve yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve 3. ve 5.maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği, 15. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde ise otuz gün içinde 3. ve 5.maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak üzere dilekçelerin reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır.

Aynı Kanun’un 3. maddesinde, idari davaların, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılacağı; dilekçelerde tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya ünvanları ve adresleri ile gerçek kişilere ait Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasının, davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin, davaya konu olan işlemin yazılı bildirim tarihinin gösterileceği belirtilmiştir. Kanunu`un 5. maddesinin 1. Fıkrasında ise, her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı; ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabileceği hükmüne yer verilmiştir.

İptal davalarında iptali istenilen işlem ya da işlemlerin sayı, tarih, tebliğ tarihi belirtilmek ve menfaat bağı kurulmak suretiyle işlemin tamamının mı, yoksa belli kısımlarının mı iptalinin istenildiğinin hukuka aykırılık sebepleriyle birlikte açıkça gösterilmesi gerekmektedir.

Birden çok konuda düzenleme içeren ve çok sayıda maddeden oluşan bir düzenleyici işlemin tümünün iptali, ancak yetki veya şekil yönünden hukuka aykırılık sebebiyle istenebilecek olup, yargı yerince, dava konusu düzenlemeyi yapan idarenin yetkili bulunması ve işlemde şekil yönünden hukuka aykırılık bulunmaması halinde, tek tek maddelerin incelenmesine geçileceğinden, incelenecek her maddeye veya düzenlemeye yönelik olarak menfaat ilgisinin ve hukuka aykırılık sebeplerinin gösterilmiş olması gerekmektedir.

Bu nedenle bir düzenleyici işlemin tümüne yönelik yetki veya şekil yönünden hukuka aykırılık iddialarıyla birlikte düzenlemenin bir kısmının veya tamamının aynı anda dava konusu edilebilmesi mümkün bulunmaktadır. Ancak bu durumda, yukarıda da açıklandığı üzere, dilekçede istemin açık, tereddüt yaratmayacak şekilde belirtilmiş olması, hangi düzenleyici işlemin iptali istenmekte ise her bir madde veya kısım ile menfaat ilgisi kurulmak ve hukuka aykırılık sebeplerinin ortaya konulması gerekmektedir. Ayrıca birden çok düzenleyici işlemin birlikte dava edilebilmesi için de bu düzenleyici işlemler arasında maddi veya hukuki yönden ne tür bir bağlılığın bulunduğu hususunun da dava dilekçesinde ortaya konulması veya her bir düzenleyici işlem için ayrı ayrı dava açılması gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi uyarınca, bu kararın tebliğinden itibaren 30 (otuz) gün içinde, 2577 sayılı Kanun’un 3. ve 5. maddelerine uygun şekilde yeniden dilekçe düzenlenmek ve gerekli harç ve masrafları yatırılmak suretiyle dava açmakta serbest olmak üzere DAVA DİLEKÇESİNİN REDDİNE, anılan Kanun`un 15. maddesinin 5. fıkrası hükmüne göre dilekçenin reddi üzerine yeniden verilen dilekçede de aynı yanlışlıkların yapılması halinde davanın reddedileceğinin davacılara duyurulmasına, dava dilekçesi örneği ile eklerinin ve 60,80 TL karar harcının davacıya iadesine, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2013/1036 Karar : 2016/457 Tarih : 25.02.2016

  • İYUK 3. Madde

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi`nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava; Muğla ili, …Özel Çevre Koruma Bölgesi içerisinde yer alan Yuvarlak Çay üzerinde …Su Ürünleri ve Enerji Üretim Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile yapılan Otoprodüktör Statüsünde Üretim Tesisi Kurulması, İşletilmesi ve Enerji Fazlasının Satışına İzin Verilmesine İlişkin Sözleşme’nin iptali istemiyle yapılan 05.11.1999 tarih ve 3253 sayılı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; söz konusu tesisin Hassas Zon A alanında kalmaması, davacı idare ile Ege Üniversitesi`nin birlikte yaptığı incelemede de, söz konusu tesisin çevreye zararı olduğuna dair tespite yer verilmemesi karşısında, alabalık üretme ve yetiştirme tesisinin elektrik ihtiyacının karşılanması amacıyla kurulan ve üretilen elektrik miktarının ihtiyaçtan fazla olması hâlinde, fazladan üretilen elektriğin satılmasına yönelik tesis edilen sözleşmenin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu2nun 14/3. maddesinde, dilekçelerin görev ve yetki, idarî merci tecavüzü, ehliyet, idarî davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve aynı Kanun’un 3. ve 5. maddelerine uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği belirtilmiştir. Kanun`un 15/1-a maddesinde ise; yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın yetki yönünden reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır.

2577 sayılı Kanunun "İdarî davalarda genel yetki" başlıklı 32. maddesinde ise; 1. Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu Kanunda veya özel kanunlarda yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması hâlinde, yetkili idare mahkemesi, dava konusu olan idarî işlemi veya idarî sözleşmeyi yapan idarî merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir. 2. Bu Kanunun uygulanmasında yetki kamu düzenindendir.` kuralı yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, Muğla ili, … Su Ürünleri Üretim Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye 600 ton/yıl kapasiteli “Alabalık Üretim ve Yetiştirme Projesi”nin 15.08.1986 tarihinde onaylandığı, kapasite artırımı başvurusu üzerine 900 ton/yıl kapasite artırımı için 12.03.1997 tarihinde izin verildiği, tesisin de bulunduğu yeri kapsayan alanın 12.06.1988 tarihinde Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilerek, 18.01.1990 tarihinde sınırlarının genişletildiği, otoprodüktör santrali kurulması amacıyla yapılan 23.07.1996 tarihli başvuru sonrasında ilgili kuruluşlardan alınan görüşler doğrultusunda 19.08.1997 tarihli dava konusu sözleşmenin imzalanması üzerine, işletmenin “Hasas Zon A” içerisinde kaldığı ve kaynağında 1. sınıf kalitedeki suyun, çıkışta 4. sınıf kalite sulama suyu niteliğine kadar düştüğü ve Köyceğiz Gölü’nü besleyen en önemli kaynak durumunda olan … Çay`ın su kalitesinin bozularak çevre ve insan sağlığı için tehdit oluşturduğundan, söz konusu sözleşmenin iptal edilmesi istemiyle yapılan 05.11.1999 tarih ve 3253 sayılı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, uyuşmazlık konusu sözleşmenin `nca imzalandığı, söz konusu sözleşmenin iptaline ilişkin başvurunun da davalı idareye yapılması karşısında, uyuşmazlığın çözümünde görevli ve yetkili mahkemenin Ankara idare mahkemeleri olduğu anlaşıldığından, yetkisiz yargı yerince işin esasına girilerek verilen kararda usul hükümlerine uygunluk bulunmamıştır.

Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca Muğla 1. İdare Mahkemesi’nin 07.07.2010 tarih ve E:2008/2827, K:2010/1875 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme`ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2016/283 Karar : 2016/661 Tarih : 11.02.2016

  • İYUK 3. Madde

Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi’nce, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14/6. maddesi uyarınca tetkik hakimi ……..`un açıklamaları dinlenildikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği düşünüldü:

Dava; davacı tarafından, 25/03/2015 günlü, 29306 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sosyal Güvenlik Uzmanlığı Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 2.,3. ve 5. maddeleri ile anılan Yönetmelik hükümlerine dayanılarak tesis edilen 30/11/2015 günlü, 6071142 sayılı işlemin ve işleme konu yeterlik sınavlarının iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2. maddesinde idari dava türleri; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ile İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, olarak ifade edilmiş; aynı maddenin 2. fıkrasında, idari yargı yetkisinin, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, idari mahkemelerin yerindelik denetimi yapamayacağı, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremeyecekleri düzenlenmiştir.

Aynı Kanun`un 3. maddesinin 2/b fıkrasında, dilekçelerde davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin gösterileceği hükme bağlanmış; 15. maddesinin 1/d fıkrasında ise; yapılacak inceleme sonucu anılan maddeye aykırı bir durumun tespiti halinde uygun olmayan dilekçenin 30 gün içerisinde eksiklerin tamamlanarak yeniden dava açılmak üzere reddedileceği, 5. fıkrasında da; birinci fıkranın (d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine yeniden verilecek dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.

Dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden; dava dilekçesinin istem ve sonuç kısmında 25/03/2015 günlü, 29306 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sosyal Güvenlik Uzmanlığı Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 2.,3. ve 5. maddeleri ile anılan Yönetmelik hükümlerine dayanılarak tesis olunan 30/11/2015 günlü, 6071142 sayılı işlemin ve söz konusu işleme konu yeterlik sınavlarının iptalinin istenildiği, dilekçenin içeriğinde de yeterlik sınavlarının hukuka aykırı olduğu iddialarına yer verildiği, ancak iptali istenilen 30/11/2015 günlü işlemin yalnızca 22/10/2015 tarihinde yapılan yeterlik sınavına ilişkin olduğu görülmüş olup, 22/10/2015 tarihinde yapılan yeterlik sınavı ile birlikte 16/06/2015 tarihinde yapılan yeterlik sınavının da iptalinin istenilip istenilmediği hususunda istemin açık ve net olarak ortaya konmadığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, dava dilekçesinin; iptali istenilen yeterlik sınavları konusunda tereddüte yol açmayacak şekilde istemler açık ve net şekilde belirtilmek suretiyle yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı Kanun`un 3. maddesi hükmüne uygun bulunmayan dava dilekçesinin, aynı Kanun’un 15. maddesinin 1/d bendi uyarınca, kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 (otuz) gün içinde belirtilen noksanlar tamamlanarak yeniden dava açmakta serbest olmak üzere REDDİNE, dilekçenin yenilenmemesi halinde, yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, kullanılmayan 45,60 TL yürütmenin durdurulması harcının ve artan posta ücretinin istemi halinde davacıya iadesine; yeniden dava açılması halinde harç alınmamasına, yeniden verilecek dilekçede de aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde sözü edilen Kanunun 15. maddesinin 5. fıkrası gereğince davanın reddedileceği hususunun tebliğine, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2015/9877 Karar : 2016/155 Tarih : 22.01.2016

  • İYUK 3. Madde

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi`nce 2577 sayılı Yasanın 14. maddesi uyarınca hazırlanan Tetkik Hakiminin raporu ve sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra gereği görüşüldü:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesinin 3. fıkrasında, dilekçelerin Danıştay`da daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından, görev ve yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve 3. ve 5.maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği, 15. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde ise otuz gün içinde 3. ve 5.maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak üzere dilekçelerin reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır.

Aynı Kanun`un 3. maddesinde, idari davaların, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılacağı; dilekçelerde tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya ünvanları ve adresleri ile gerçek kişilere ait Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasının, davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin, davaya konu olan işlemin yazılı bildirim tarihinin gösterileceği belirtilmiştir.

İptal davalarında iptali istenilen işlem ya da işlemlerin sayı, tarih, tebliğ tarihi belirtilmek ve menfaat bağı kurulmak suretiyle işlemin tamamının mı, yoksa belli kısımlarının mı iptalinin istenildiğinin hukuka aykırılık sebepleriyle birlikte açıkça gösterilmesi gerekmektedir.

Birçok konuda düzenleme içeren ve çok sayıda maddeden oluşan bir düzenleyici işlemin tümünün iptali, ancak yetki veya şekil yönünden hukuka aykırılık sebebiyle istenebilecek olup, yargı yerince, dava konusu düzenlemeyi yapan idarenin yetkili bulunması ve işlemde şekil yönünden hukuka aykırılık bulunmaması halinde, tek tek maddelerin incelenmesine geçileceğinden, incelenecek her maddeye veya düzenlemeye yönelik olarak menfaat ilgisinin ve hukuka aykırılık sebeplerinin gösterilmiş olması gerekmektedir. Bu nedenle bir düzenleyici işlemin tümüne yönelik yetki veya şekil yönünden hukuka aykırılık iddialarıyla birlikte düzenlemenin bir kısmının veya tamamının aynı anda dava konusu edilebilmesi mümkün bulunmaktadır. Ancak bu durumda, yukarıda da açıklandığı üzere, dilekçede istemin açık, tereddüt yaratmayacak şekilde belirtilmiş olması, her bir madde veya kısım ile menfaat ilgisi kurulmak ve hukuka aykırılık sebeplerinin ortaya konulması gerekmektedir.

Dava dilekçesinde, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü tarafından 18.03.2015 tarih ve 177 sayılı yazıyla yayımlanan “Sigorta prim teşviklerinden geriye yönelik yararlanma talepleri” konulu 2015/10 sayılı Genelge’nin hukuka, yasalara ve normlar hiyerarşisine aykırı olduğu, 4447 sayılı Kanun’un Geçici 10. maddesindeki teşvik uygulamasından yararlanma imkanı veren ve 12.05.2010 tarih ve 27579 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 103/4. maddesine açıkça aykırılık teşkil ettiği ileri sürülerek iptali istenilmiş ise de, Genelge`nin hangi maddelerinin davacı ile ilgili olduğu ve davacının menfaatini nasıl ve ne şekilde ihlal ettiği ile hukuka aykırılık sebeplerinin açıkça ve tereddüte yer bırakmayacak şekilde dava dilekçesinde gösterilmediği anlaşılmaktadır.

Bu haliyle, dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanunun 3. maddesine uygun biçimde düzenlenmediği sonucuna varılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanunun 15/1-d maddesi uyarınca bu kararın tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde 3. maddeye uygun şekilde düzenlenmek ve noksanı tamamlanmak suretiyle, harç yatırılmaksızın yeniden dava açmakta serbest olmak üzere dava dilekçesinin reddine, aynı Kanunun 15/5. maddesi hükmüne göre yeniden verilen dilekçede aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde, davanın reddedileceğinin davacıya bildirilmesine, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2011/6523 Karar : 2012/383 Tarih : 6.02.2012

  • İYUK 3. Madde

Karar veren Danıştay Ondördüncü Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 54. maddesinin 1. fıkrasının ( c ) bendine göre kararın düzeltilmesi istemi yerinde görüldüğünden Danıştay Altıncı Dairesinin 20.04.2010 günlü, E:2008/l 1269, K:2010/3998 sayılı kararı kaldırılarak işin esası yeniden incelendi:

Dava, … İli, … ilçesi, … pafta, … ada, … parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapıda ruhsata aykırılıklar olduğundan bahisle, 3194 sayılı imar Kanunu`nun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesine ilişkin 01.03.2005 günlü, 16/20-A sayılı Kadıköy Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle açılan davada; dava öncelikle Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesinde açılmış, anılan Mahkemenin 31.01.2007 günlü, E:2006/330, K:2007/53 sayılı kararı ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizliğine ve taraflarca istekte bulunulması halinde dava dosyasının görevli idare Mahkemesine gönderilmesine karar verilerek dosyanın idare Mahkemesine gönderilmesi üzerine, İdare Mahkemesince, İdari Yargılama Usulü Kanununda, adli yargı mercilerince verilecek görevsizlik kararı üzerine dosyanın ilgili mahkemeye doğrudan gönderilmesine ilişkin bir kural bulunmadığından bahisle esas kaydın kapatılarak dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 3. maddesinde;”idari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır.

2.Dilekçelerde;

a ) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya unvanları ve adresleri

b ) Davanın konu ve sebepleri ile dayandığı deliller,

c ) Davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihi,

d ) Vergi, resim, harç, benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarına ilişkin davalarla tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktar,

e ) Vergi davalarında davanın ilgili bulunduğu verginin veya vergi cezasının nevi ve yılı, tebliğ edilen ihbarnamenin tarihi ve numarası ve varsa mükellef hesap numa ası,Gösterilir.

3.Dava konusu kararın ve belgelerin asılları veya örnekleri dava dilekçesine eklenir. Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur.” kuralı yer almaktadır.

Aynı Kanununun 7. maddesinde, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay ve idare mahkemelerinde dava açma süresinin altmış gün olduğu hükme bağlanmış; aynı Kanunun 9. maddesinin 1. fıkrasında, çözümlenmesi Danıştay’ın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, görevsiz yargı merciine başvurma tarihinin Danıştay`a, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edileceği hükmüne yer verilmiştir.

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesine göre, adli ve askeri yargı yerlerinde açılan davaların görev yönünden reddi üzerine, 2577 sayılı Kanunun 3. maddesine uygun biçimde dava dilekçesi düzenlenip, idari yargıda dava açılması mümkündür.

Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil Yargılanma Hakkı”nın düzenlendiği 6. maddenin 1. fıkrasında; Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde, veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir, kuralına yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, adil yargılanma haklarını ileri sürerek, ulusal mahkemelerin, idari Yargılama Usulü Kanunu hükümlerinin aşırı şekilci bir şekilde yorumlandığını ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle yapılan başvurular üzerine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesine dayanarak Ülkemiz aleyhine verilen çeşitli kararlarındaki gerekçelere bakıldığında, idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 4. maddesi ile birlikte 9. maddesinin kanunun koyuluş nedeni idare mahkemelerine erişimi kolaylaştırmak olduğundan, başvuranları, esas bakımından dilekçelerinin incelenmesinden yoksun bırakan usuli muameleye ilişkin bir gerekliliğin yorumu söz konusudur ki bu durum mahkemeler ve yüksek yargı organları tarafından sağlanan etkin koruma hakkına yönelik bir ihlal oluşturacak niteliktedir. AİHM, idari Yargılama Usulü Kanunu’nu 9. maddesinin çok katı bir şekilde uygulayan Türk idare mahkemelerinin aşırı şekilci davrandığı ve başvuranları mahkemeye erişim haklarından ve AİHS`nin 6/1 maddesi uyarınca adil yargılanma haklarından yoksun bıraktığı kabul ettiği görülmektedir. ( Örneğin; Mesutoğlu, No:36533/04 ).

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, … İli, … İlçesi, … pafta, … ada, … parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapıda ruhsata aykırılıklar olduğundan bahisle 3194 sayılı imar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca yıkımına, aynı Kanunun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesine ilişkin 01.03.2005 günlü, 16/20-A ve 16/20-B sayılı Kadıköy Belediye Encümeni kararlarının iptali istemiyle İstanbul 3. İdare Mahkemesince açılan davada anılan Mahkemenin 31.01.2006 gün ve E:2005/1560, K:20006/158 sayılı kararıyla dava konusu işlemlerin para cezasına ilişkin uyuşmazlığın Kabahatler Kanunu uyarınca adli yargının görevine girdiğinden bahisle her işleme karşı ayrı ayrı dava açılmak üzere 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu`un 15/1-d maddesi uyarınca dilekçenin reddine karar verildiği, bu karar uyarınca davacının para cezasının iptali istemiyle Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesine dava açtığı, anılan Mahkemenin 31.01.2007 günlü ve E:2006/330, K:2007/53 sayılı kararıyla Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizliğine ve taraflarca istekte bulunulması halinde dava dosyasının görevli idare Mahkemesine gönderilmesi kararı verildiği, bu karara istinaden davacılar vekilinin Kadıköy Sulh Ceza Hakimliğine verdiği 15.02.2007 tarihli dilekçe ile de dava dosyasının istanbul idare Mahkemesine gönderilmesi talebinde bulunulması üzerine dava dosyasının İstanbul 3. idare Mahkemesine gönderildiği, idare Mahkemesince, İdari Yargılama Usulü Kanununda, adli yargı merciilerince verilecek görevsizlik kararı üzerine dosyanın ilgili mahkemeye doğrudan gönderilmesine ilişkin bir kural bulunmadığından bahisle esas kaydının kapatılarak dosyanın mahkemesine iadesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı sonrası 2577 sayılı Kanunun 3. maddesine uygun biçimde düzenlenmiş bir dilekçe ile idari yargı yerine dava açılmamış ise de, idare mahkemesince, adli yargı yerine başvuru esnasında verilen dava dilekçesi esas alınıp, dilekçe ret kararı verilerek, davacıya 2577 sayılı Kanunun 3. maddesine göre dava dilekçesi düzenleme olanağının tanınması gerekmektedir.

Bu durumda, dava açma hakkının doğal olarak kanunlarla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunlarla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı geniş yorumlamalardan kaçınmaları gerekmektedir.

Sonuç olarak, para cezası verilmesine ilişkin belediye encümeni kararına karşı açılan davada, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesine göre, adli ve askeri yargı yerlerinde açılan davaların görev yönünden reddi üzerine gönderme kararı verilerek dosyanın görevli idare mahkemesine gönderilmesi üzerine, idare Mahkemesince adli yargı yerine başvuru esnasında verilen dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanunun 3. maddesine uygun biçimde düzenlenmek üzere dilekçenin reddine kararı verilmesi gerekirken, İdare Mahkemesince dosyanın esasının kapatılıp iadesine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, istanbul 3. İdare Mahkemesinin 08.11.2007 günlü, E:2007/1769, K:2007/2606 sayılı kararının ( BOZULMASINA ), dosyanın Mahkemesine ( GÖNDERİLMESİNE ), oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2006/7380 Karar : 2009/6440 Tarih : 16.06.2009

  • İYUK 3. Madde

İstemin Özeti: Niğde Doğum Hastanesine doğum için götürülen Esma G.’a eksik ve hatalı müdahalede bulunulması nedeniyle çocukları Hasan G.’nin zihinsel özürlü doğmasına sebep olunduğundan bahisle toplam 30.000-TL maddi ve toplam 100.000-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan dava sonucunda Konya 1. İdare Mahkemesince, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinin 12.5.2004 tarihli raporunda, doğum travayından sorumlu ebelerin, usulüne uygun olarak travay takibini yapmadıklarının ve doğum sırasında görevli kadın doğum doktoruna haber vermeyerek görevlerini gereği gibi yerine getirmediklerinin, bu sebeple de 4/8 oranında kusurlu olduklarının belirtildiği, bu durumda, davacıların zararının hizmet kusuru ilkesi uyarınca idarece tazmini gerektiği, mahkemelerince yaptırıları bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda, Hasan G.’ın çalışma gücü kaybı nedeniyle 175.658-TL zarara uğradığı, baba Kemal G. için 9.172,82 TL, anne Esma G. için 10.085,92 TL destekten yoksun kalma tazminatı hesaplandığı, davacıların istemleriyle bağlı kalınarak maddi tazminat isteminin kabulüyle toplam 30.000-TL maddi tazminatın davacıların idareye başvuru tarihi olan 1.12.2004 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, Hasan G.’ın spastik özrü nedeniyle uğranılan zarar ve manevi tazminatın manevi tatmin aracı olduğu dikkate alınarak, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüyle toplam 50.000-TL manevi tazminatın davanın açıldığı 2.2.2005 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin istemin ve ıslah isteminin reddine karar verilmiştir.

Davalı idare tarafından; olayda ağır hizmet kusuru bulunmadığından; davacılar tarafından ise; ıslah talebinin kabul edilmemesi nedeniyle; hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Davacıların Savunmasının Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.

Davalı idarenin Savunmasının Özeti: Cevap verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi: Yahya Şahin

Düşüncesi: Davanın açıldığı tarihte zararı öğrenen ancak zararın kesin miktarını bilmesi mümkün olmayıp, mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu kesin miktarı öğrenilen zararın, bilirkişi raporuyla öğrendiği tarihten itibaren 1 yıllık süre içinde ıslah dilekçesiyle aynı davada istemesine engel bir yasaklayıcı hükmün 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nda bulunmaması karşısında, davacıların temyiz isteminin kabulüyle, mahkeme kararının maddi tazminatın istemle bağlı kalınmasına ilişkin kısmının bozulması gerektiği, öte yandan davalı idarenin temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı: Ergün Özcan

Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:

İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.

Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddi ile Konya l. İdare Mahkemesinin 6.7.2006 tarih ve E:2005/87, K:2006/1567 sayılı kararının ( ONANMASINA ), oyçokluğuyla karar verildi.

AZLIK OYU

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 3. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinde, tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği; 15. maddesinde ise, 3. maddeye aykırı düzenlenen dava dilekçesinin reddedileceği belirtilmiş; ancak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın, karar verilinceye kadar geçecek sürede artırılmasını yasaklayan bir hükme yer verilmemiştir.

2577 sayılı Yasada yer almamasına karşılık, Danıştay içtihatlarıyla tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılamayacağı, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 87. maddesinde yer alan “Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edilemez” şeklinde ifade edilen istemle bağlı olma kuralı uygulanarak kabul edilmiştir. Fakat Danıştay içtihatlarının dayanağını oluşturan hukuk usulü kuralı, Anayasa Mahkemesinin 20.7.1999 tarih ve E:1999/1, K:1999/33 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.

İstemle bağlı olma kuralının hak arama özgürlüğünün kullanımına ve adil yargılama hakkına engel oluşturduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden sonra, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılamayacağı yolundaki Danıştay İçtihatları dayanaktan yoksun kalmış bulunmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nda bir yasaklama olmaması karşısında, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın karar verilinceye kadarki evrede harcı yatırılarak artırılabileceğinin kabulü gerekir.

Açıklanan nedenle, davacıların temyiz isteminin kabulüyle, mahkeme kararının maddi tazminatın istemle bağlı kalınmasına ilişkin kısmının bozulması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyoruz.


DANIŞTAY 12. DAİRE Esas: 2017/26 Karar: 2017/98 Tarih: 01.02.2017

  • İYUK 3. Madde

Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesi uyarınca Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

KARAR : 2575 Sayılı Danıştay Kanunu’nun 24. maddesinde, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülecek davalar belirlenmiş olup, aynı maddenin 1-c bendinde, bakanlıkların düzenleyici işlemleri ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere karşı açılacak iptal ve tam yargı davalarını Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak karara bağlayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenleme uyarınca bir davanın ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da karara bağlanabilmesi için davaya konu işlemin düzenleyici nitelikte bir idari işlem olması gerekmektedir.

2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 3410 Sayılı Kanun ile değişik 5. maddesinde, idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay’da çözümlenecek olanlar dışındaki dava ve işlerin yanısıra özel kanunlarda Danıştay’ın görevli olduğu belirtilen ve 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile idare mahkemelerinin görevli kılınmış bulunduğu davaları çözümleyeceği hükme bağlanmıştır.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 43. maddesinin2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 43. maddesinin 1. fıkrasında; idare ve vergi mahkemelerinin idari yargının görev alanına giren bir davada görevsizlik veya yetkisizlik sebebiyle davanın reddine karar verilirse dosyayı Danıştay’a veya görevli ve yetkili idare veya vergi mahkemesine gönderecekleri, anılan fıkranın ( a ) bendinde; görevsizlik sebebiyle gönderilen dosyalarda Danıştay’ın davayı görevi içinde görmezse dosyanın yetkili ve görevli mahkemeye gönderilmesine karar vereceği, aynı maddenin 3. fıkrasında ise, Danıştay ve bölge idare mahkemesince görev ve yetki uyuşmazlıkları ile ilgili olarak verilen kararların kesin olduğu hüküm altına alınmıştır.

Dosyanın incelenmesinden; polis memuru rütbesine aday memur olarak atanması amacıyla yapılan sözlü sınavın ve bu sınavın dayanağı olan 03.06.2015 tarihli ve 29375 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Emniyet Genel Müdürlüğü Kadrolarına Polis Memuru ve Komiser Yardımcısı Rütbelerine Aday Memur Olarak Atanacaklara Uygulanacak Sınav Yönetmeliği’nin iptali ve yürütmesinin durdurulması istenilmesi üzerine Danıştay’da ilk derece olarak açılan davada, Danıştay Onikinci Dairesinin 22.06.2016 tarihli ve E:2016/1831, K:2016/4113 Sayılı kararı ile, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesine uygun olmayan dava dilekçesinin reddine karar verildiği, bunun üzerine davacı tarafından iş bu davaya ait dilekçeyle sadece bireysel işlem davaya konu edilerek Ankara İdare Mahkemesinde dava açıldığı, Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 22.11.2016 tarihli ve E:2016/3581, K:2016/4546 Sayılı kararı ile dava dilekçesinin yenilenen davaya ait yenileme dilekçesi olduğu gerekçesiyle dosyanın Danıştay Onikinci Dairesine gönderilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dava konusunun bireysel nitelikte olması ve 2575 Sayılı Kanun’un 24. maddesi kapsamında ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülecek davalar arasında yer almaması nedeniyle, davanın genel görevli idari yargı mercii olan idare mahkemesinde görülüp çözümlenmesi gerekmektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davanın görev yönünden reddine, 2577 Sayılı Kanun’un 43. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrasının ( a ) bendi ve 32. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrası uyarınca dosyanın davayı çözümlemeye yetkili ve görevli olan Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine, 01.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 4. DAİRE Esas: 2014/6443 Karar: 2016/73 Tarih: 19.01.2016

  • İYUK 3. Madde

Tasfiye Halinde S. S. … Konut Yapı Kooperetifi adına düzenlenerek tasfiye memuru ‘a tebliğ edilen vergi ceza ihbarnameleri içeriği özel usulsüzlük cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davanın reddine dair Vergi Mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 3. maddesinin2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 3. maddesinin 1. bendinde; idari davaların vergi mahkemesi başkanlığına hitaben yazılmış imzalı dilekçeyle açılacağı, 2. bendinde, dilekçelerde; tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya ünvanları ve adreslerinin, davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin, davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihinin, vergi, resim, harç benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarına dair davalarla tam yargı davalarında, uyuşmazlık konusu miktarın, davanın ilgili bulunduğu verginin veya vergi cezasının nevi ve yılı, tebliğ edilen ihbarnamenin tarih ve numarası ve varsa mükellef hesap numarasının gösterileceği hükme bağlanmıştır.

Aynı kanunun Aynı kanunun 14/3. maddesinde dilekçelerin, Danıştay’da daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından, a)görev ve yetki, b)idari merci tecavüzü, c)ehliyet, d)idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e)süre aşımı, f)husumet, g)3. ve 5. maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği, 15. maddenin 1/(d) bendinde 1/(d) bendinde, dilekçelerde 14. maddenin 3/(g) bendinde 3/(g) bendinde yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülmüşse otuz gün içinde 3, 5. maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek üzere dilekçenin reddine karar verileceği, 15. maddenin 5. fıkras 5. fıkrasında da 1/(d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde davanın reddedileceği, 14. maddenin 6. fıkras 6. fıkrasında da, yukarıda belirtilen hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15. maddenin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden, davaya konu vergi ceza ihbarnamelerinin Tasfiye Halinde Sınırlı Sorumlu … Konut Yapı Kooperatifi adına düzenlendiği ve söz konusu ihbarnamelere karşı açılan davada Ankara 6.Vergi Mahkemesince dava dilekçesinin, “davanın tasfiye memuru tarafından Kooperatif adına açılması gerekirken kendi adına açıldığı” gerekçesi ile 2577 Sayılı Kanun’un 15. maddesinin 1/(d) bendine 1/(d) bendine göre kararın bildirim tarihinden itibaren otuz (30) gün içinde belirtilen noksanlıklar tamamlanarak yeniden dava açılmak üzere reddine karar verildiği, bu karar üzerine dava dilekçesinin yenilendiği, ancak yenilenen dava dilekçesinde de aynı yanlışlığın tekrarlandığı gerekçesi ile bu kez 2577 Sayılı Kanun’un 15. maddesinin 5. bendi 5. bendi uyarınca davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Dava konusu olayda, her ne kadar davanın tasfiye memuru tarafından Kooperatif adına açılmak yerine kendi adına açıldığı gerekçesi ile önce dilekçe ret ve sonrasında aynı yanlışlığın tekrarlandığından bahisle dava ret kararı verilmiş ise de, hem ilk dava dilekçesinin hem de yenileme dilekçesinin içeriğinden ve son sayfalarının “S.S. … Yapı Kooperatifi Tasfiye Memuru “ kaydıyla imzalanmış olmasından, tasfiye memuru ‘ın muradının Yapı Kooperatifi adına dava açmak olduğu açıkça anlaşılmakta olup Vergi Mahkemesince aksi görüş ile verilen dilekçe ret ve sonrasında verilen dava ret kararlarında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

SONUÇ : Bu nedenle, temyiz isteminin kabulüne ve Ankara 6.Vergi Mahkemesi’nin 27.03.2014 tarihli ve E:2014/631, K:2014/601 Sayılı kararının bozulmasına, 19.01.2016 gününde oyçokluğuyla karar verildi.


DANIŞTAY 11. DAİRE Esas: 2011/2554 Karar: 2012/4889 Tarih: 27.06.2012

  • İYUK 3. Madde

Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince, dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, eşi köy korucusu olarak görev yapmakta iken şehit olan davacı tarafından, eşinin şehit olduğu dikkate alınmadan sadece sigortalı hizmetleri dikkate alınarak emekli edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; üçüncü kez yenilenen dava dilekçesinde de eksikliklerin tamamlanmaması nedeniyle 2577 sayılı Yasanın 15. maddesinin 5. fıkras 5. fıkrası uyarınca işin esasına girilmeksizin davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek mahkeme kararının bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesinin 1. bendinde 1. bendinde; idari davaların idare mahkemesi başkanlığına hitaben yazılmış imzalı dilekçe ile açılacağı; 2. bendinde, dilekçelerde, tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya unvanları ve adreslerini, davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin, davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihinin, tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği hükme bağlanmış; 3. bendinde de; dava konusu kararın ve belgelerin asılları veya örneklerinin karşı taraf sayısından bir fazla olacağı belirtilmiştir, 15/1-d maddesinde, 3. maddeye aykırı bulunan dava dilekçelerinin, 30 gün içinde noksanları tamamlanmak üzere reddedileceği hükme bağlanmış, aynı Kanun’un 15/5 maddesinde ise; dava dilekçelerinin reddedilmesi üzerine yeniden verilen dilekçelerde de aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde, davanın reddedileceği öngörülmüştür.

Dosyanın incelenmesinden, eşi köy korucusu iken şehit olan davacı tarafından, ilk olarak 22.6.2010 tarihinde, eşinin şehit olarak değil Sosyal Sigortalar Kurumu’na tabi sigortalı olarak emekli edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açıldığı, Mardin İdare Mahkemesinin 13.7.2010 gün ve E: 2 010/1014, K:2010/750 sayılı kararıyla davanın yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının Ankara İdare Mahkemesine gönderildiği, Ankara 5. İdare Mahkemesinin 7.10.2010 gün ve E:2010/1730, K:2010/1293 sayılı kararıyla; dilekçenin konu kısmında Davacının eşi …‘ün şehit olmasına karşın Sosyal Sigortalar Kurumu’na tabi sigortalı olarak emekli edilmesine ilişkin işlemin iptalinin, sonuç ve istem kısmında ise dul ve yetim aylığı bağlanmasına karar verilmesinin istenildiği, dolayısıyla konu ve talep bölümünde farklı istemlere yer verildiği gibi, idari işlem tesisi şeklinde talepte bulunulduğu, öte yandan davacının aylık bağlanması istemiyle davalı idareye başvuruda bulunup bulunmadığı, başvurusuna cevap verilip verilmediği, sayı ve tarih belirtilmek suretiyle hangi işlemin iptalinin istenildiğinin anlaşılamadığı gerekçesiyle, 2577 sayılı Kanun’un 3. maddesi yönünden dilekçenin reddine karar verildiği, davacının 1.11.2010 tarihinde kayda geçen yenileme dilekçesinde, bu kez eşinin Sosyal Sigortalar Kurumu’na tabi sigortalı olarak emekli edilme işleminin iptal edilerek şehit olarak emekli edilmesini istediği, bu dilekçenin de Ankara 5. idare Mahkemesi’nin 10.11.2010 gün ve E:2010/2275, K:2010/1566 sayılı kararıyla, 2577 sayılı Yasanın 3. maddesi uyarınca reddedildiği, davacının üçüncü kez yenilediği dilekçesinde ise, tarafına şehit dul ve yetimlerine ödenen emekli aylığının bağlanmasını istediği, Ankara 5. İdare Mahkemesinin 29.12.2010 gün ve E:2010/2711, K:2010/1936 sayılı kararıyla, yenileme dilekçesinde aynı yanlışlıkların tekrarlandığı gerekçesiyle, 2577 sayılı Kanun’un 15. maddesinin 5. fıkras 5. fıkrası uyarınca davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, davacı tarafından düzenlenen her üç dava dilekçesinde de açıkça, köy korucusu olarak görev yapmakta iken şehit olan eşinden dolayı kendisine şehit dul ve yetimlerine bağlanan aylığın bağlanması gerektiği, bu nedenle, eşinin sadece sigortalı hizmetleri kabul edilerek tesis edilen dul aylığı bağlama işleminin iptal edilmesinin istenilmesine karşın; dava konusu talebin anlaşılamadığı, tarih ve sayısının belirtilmediği, idari işlem tesisi şeklinde talepte bulunulduğu gerekçesine dayanılarak verilen dilekçe ret kararları üzerine yenilenen dilekçede de aynı yanlışlıkların yapıldığından söz edilerek, dava açma hakkının kullanılmasına engel oluşturacak bir şekilde davanın reddine karar verilmesinde usul kuralları açısından hukuka uyarlık görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenle, davacının temyiz isteminin kabulü ile, Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine, kullanılmayan yürütmenin durdurulması harcının istemi halinde davacıya ödenmesine, 27.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS