Kararların Sonuçları
İYUK Madde 28
1.(Değişik:10/6/1994-4001/13 md.) Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. (İptal cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 10/7/2013 tarihli ve E.: 2012/107 K.: 2013/90 sayılı Kararı ile.)(Ek cümleler: 21/2/2014-6526/18 md.; Değişik üçüncü ve dördüncü cümleler: 10/9/2014-6552/97 md.; İptal üçüncü cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 25/11/2015 tarihli ve E.: 2014/86, K.: 2015/109 sayılı Kararı ile.) (İptal dördüncü cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 2/10/2014 tarihli ve E.: 2014/149, K.: 2014/151 sayılı Kararı ile.)(Ek cümle: 10/9/2014 6552/97 md.) ancak disiplin hükümleri saklıdır.
2.(Değişik: 2/7/2012-6352/58 md.) Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.
3.Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.
4.(Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.
5.Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu kararlara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezaların miktarı ilgili idarece mükellefe bildirilir.
6.(Değişik: 2/7/2012-6352/58 md.) Tazminat ve vergi davalarında idarece, mahkeme kararının tebliğ tarihi ile ödeme tarihi arasındaki süreye 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanacak faiz ödenir. Ancak mahkeme kararının davacıya tebliği ile banka hesap numarasının idareye bildirildiği tarih arasında geçecek süre için faiz işlemez.
İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) 28. Madde Emsal Danıştay Kararları
DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2016/5066 Karar : 2017/6672 Tarih : 16.11.2017
- İYUK 28. Madde
Dava; Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü’nün güvenlik gerekçesi ile boşaltılması sebebiyle zarara uğradığını iddia eden davacının, zararının tazmini istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin Van 2. İdare Mahkemesi`nin 29/09/2010 tarih ve E:2010/1177, K:2010/2184 sayılı kararıyla iptal edilmesine rağmen Mahkeme kararının yerine getirilmediğinden bahisle uğradığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.
Van 1. İdare Mahkemesi`nce; Mahkemece verilen iptal kararı üzerine davalı idarece meydana gelen zarar konusunda mevzuat ile getirilen usul ve esaslar ışığında gerekli araştırma yapılıp davacının terör nedeniyle zarara uğrayıp uğramadığı hususu ile zarara uğramış ise uğradığı zararın miktarı davacının kusuru da gözetilmek suretiyle net olarak belirleneceğinden, yapılacak olan araştırma neticesinde davacının herhangi bir mal varlığı bulunmadığı sonucu da doğabileceği gerçeği karşısında mahkeme kararının uygulanmamasından kaynaklı bu aşamada gerçek, güncel ve meşru bir zarar bulunmadığından maddi tazminat isteminin reddi, Mahkemece verilen iptal kararı sonrasında terör nedeniyle zarara uğranıldığı ileri sürülen taşınmazlarla ilgili bu güne kadar herhangi bir çalışma yapılmadığı, davacının terör nedeniyle herhangi bir zararının oluşup oluşmadığı hususunun mevzuatın öngördüğü yol ve yöntemler kullanılarak araştırılması gerektiğinin Mahkeme kararıyla ortaya konulduğu, devletin etkin bir araştırma yaparak maddi gerçeği ortaya çıkarması yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmasına rağmen bu yükümlülüğün uzun bir süre yerine getirilmediği hususları dikkate alındığında davacının bu süreçte manevi zarara uğradığının kabulü gerektiği sonucuna ulaşılarak manevi tazminat isteminin kısmen kabulü, kısmen reddi yolunda karar verilmiştir.
Taraflarca, anılan Mahkeme kararının aleyhlerine ilişkin kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Temyize konu Mahkeme kararının, maddi tazminat isteminin reddi ile manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısımlarında 2577 sayılı Kanun`un 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, davacının temyiz istemi yerinde görülmemiştir.
Davalı idarenin temyiz istemi incelenecek olursa;
Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmış ve 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarının olduğu belirtilerek, Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulandıktan sonra; 129. maddenin 1. fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları; 138. maddesinin son fıkrasında ise, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarını uygulamak zorunda olduğu, bu organların ve idarenin mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği hükümlerine yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kararların Sonuçları” başlıklı 28. maddesinin 4001 sayılı Kanunla değişik 1. fıkrasında, “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur.” şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirilmiş ve 3. fıkrasında; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği belirtilmiştir.
Söz konusu ilkeler karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan yargı kararlarını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneğinin bulunmaması; hukuka bağlı idare anlayışının ve hukuk devleti ilkesinin doğal sonucudur.
Terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla yürürlüğe konulan 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun`un 7. maddesinde; a) hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar; b) yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri; c) terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar, bu Kanuna göre sulh yoluyla karşılanabilecek zarar kalemleri arasında sayılmıştır.
Ayrıca, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesinde; Komisyonun gerek görmesi halinde keşif yapabileceği; komisyon başkanının belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildireceği; başvuru sahibinin kendisi, veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunacağı; muhtar veya o yer mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunmasının temin edileceği; tespit edilen günde komisyonun olay mahalline giderek zararı tespit edeceği; başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin keşif esnasında hazır bulunmaması halinde durumun tutanakta belirtileceği hükme bağlanmıştır.
Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; 5233 sayılı Kanun kapsamında uğradıkları zararların tazmini istemiyle başvuruda bulunan ilgililerin, anılan Kanun kapsamına giren ve tazmini gereken bir zararının bulunup bulunmadığı hususu araştırılırken, zararın meydana geldiği olay mahallinde keşif yapılıp yapılmaması hususunda komisyonun takdir yetkisi bulunmakla birlikte, başvurucuların mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan zararların tespiti bakımından olay mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasının gerekli bulunduğu, ancak güvenlik sebebiyle keşfin yapılmaması/yapılamaması halinde, bu durumun açıkça belgelendirilmesi kaydıyla, “Uzaktan Algılama Yöntemi” ile başvuru sahibinin zararının belirlenmesi mümkün ise de, bu durumda da ilgili Yönetmeliğin 11.maddesi ile belirlenen keşif ile ilgili esaslara uyulması ve davacı veya yetkili temsilcisinin “Uzaktan Algılama Yöntemi” ile yapılacak tespit toplantısına davet edilmesi, muhtar veya o yer mahallinden en az iki kişinin de hazır bulunmasının temin edilmesi, böylece başvuru sahibine yapılacak tespitler hakkında beyanda bulunabilme hakkının tanınması gerektiği açıktır.
Dosyanın ve Dairemizin Uzundere Köyü`ne ilişkin diğer dosyalarının birlikte incelenmesinden,
Davacının, Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü’nün terör olayları nedeniyle boşaltılması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini istemiyle başvuru yaptığı, başvurunun, anılan yerde mal varlığı bulunmadığından bahisle reddedilmesi üzerine açılan davada, Van 2. İdare Mahkemesi`nin 29/09/2010 tarih ve E:2010/1177, K:2010/2184 sayılı kararıyla, mahallinde usulüne uygun olarak keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak işlem tesis edilmesi gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verildiği, anılan kararın kesinleştiği, mahkeme kararının uzunca bir süre geçmesine rağmen uygulanmadığından bahisle maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı,
Davalı idarece, bölgenin dağlık bir yapıya sahip olması, mevsim şartları ve özellikle geçmişte ilan edilen geçici askeri güvenlik bölgeleri nedeniyle mahallinde keşif çalışmaları yapılmasının sürekli ertelendiği, anılan yerde kadastro çalışmalarının yapılmadığı, idare mahkemesi kararlarını yerine getirmek adına kadastro çalışması yapılmamış yerlerde ve yakın zamanda da kadastral çalışmaların planlanması uzak görülen yerlerde ile Türksat A.Ş. arasında Hakkari İli kapsamında 1/35.000 Ölçekli Hava Fotoğraflarından Etüt Haritaları ve Foto Mozaik Görüntülerinin Oluşturulması işine ilişkin 17/12/2014 tarihinde hizmet alım sözleşmesi imzalandığı, bu sözleşme ile bahsi geçen yerleşim yerlerinin 1987 ile 2001 yıllarına ait Harita Genel Komutanlığından elde edilen havadan çekilen fotoğraflar üzerinden dosyaların sonuçlandırılmasının planlandığının belirtildiği,
Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Beldesi’nin 1995 yılında terör olayları ve terörle mücadeleden kaynaklanan faaliyetler nedeniyle tamamen boşaltıldığı, Uzundere Belde Belediyesi`nin tüzel kişiliğinin 30/12/1998 tarih ve 98/50331 sayılı üçlü kararname ile kaldırıldığı ve anılan yerin terör olayları ve terörle mücadeleden kaynaklanan faaliyetler nedeniyle dava tarihi itibariyle boş olduğu anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda, güvenlik sebebiyle mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılamaması nedeniyle yargı kararının fiilen uygulanamadığı, yargı kararının uygulanması ve davacının mal varlığının tespiti için gerekli çalışmalara başlandığı, yargı kararının fiilen uygulanamamasının nedeninin meşru olduğu, bu durumun tazminat ödemeyi gerektirmeyeceği sonucuna varıldığından, manevi tazminat isteminin kısmen kabulü yolunda verilen temyize konu Mahkeme kararının bu kısmında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Ayrıca, davalı idarece davacının mal varlığını tespite yönelik olarak yapılacak çalışmalar sırasında davacı ya da yetkili temsilcisi ile muhtar veya o yer mahallinden en az iki kişinin de hazır bulunmasının temin edilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile Van 1. İdare Mahkemesi`nin 04/12/2015 tarih ve E:2015/979; K:2015/1818 sayılı kararının manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin kısmının BOZULMASINA oyçokluğuyla, davacının temyiz isteminin reddi ile anılan kararın diğer kısımlarının ONANMASINA oybirliğiyle, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16/11/2017 tarihinde karar verildi.(X) KARŞI OY :
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden tarafların temyiz isteminin reddi ile temyize konu idare mahkemesi kararının onanması gerektiği oyu ile çoğunluk kararına katılmıyoruz.
DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2013/6188 Karar : 2015/18133 Tarih : 23.12.2015
- İYUK 28. Madde
Uyuşmazlıkta, davacı şirket adına İstanbul 3.Vergi Mahkemesi`nin 09.02.2012 tarih ve E:2011/622, K:2012/282 sayılı kararı üzerine düzenlenen 02.03.2012 tarih ve 2012 7, 6, 4, 2, 1 sayılı 2 Nolu ihbarnamelerin iptali istemiyle açılan davayı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kararların Sonuçları” başlıklı 28. maddesinin 5. fıkrasında, vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu kararlara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezalarının miktarının ilgili idarece mükellefe bildirileceği düzenlemesine yer verildiği, 213 sayılı Vergi Usul Kanunun “Özel Ödeme Zamanları” başlıklı 112. maddesinin 3. fıkrasında, vergi mahkemesinde dava açma dolayısıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27 nci maddesinin 3 numaralı fıkrası gereğince tahsili durdurulan vergilerden taksit süreleri geçmiş olanlar, vergi mahkemesi kararına göre hesaplanan vergiye ait ihbarnamenin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde ödeneceğinin hüküm altına alındığı, dava konusu edilen 2 nolu ihbarnamenin tarh edilen herhangi bir vergi ve cezaya ait olmayıp, mahkeme kararının yerine getirilmesi aşamasında idarece düzenlenen idari işlem olduğu, söz konusu işlemlerin, hukukilik denetlemesi sadece hesaplanan karar harcı miktarında ya da mükellefte hata yapılıp yapılmadığı veya benzer şekildeki maddi hatalarla sınırlı olacağı, dosyada davacı vekili tarafından bu yönde bir maddi hata yapıldığı konusunda bir iddia ileri sürülmediğinden, yargı kararı uyarınca düzenlenip tebliğ edilen ihbarnamede hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle reddeden vergi mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Dava konusu 2 nolu ihbarnamelerin dayanağı İstanbul 3.Vergi Mahkemesi`nin 09.02.2012 tarih ve E:2011/622, K:2012/282 sayılı kararı ile, davacı şirket adına tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergilerinin bir kat vergi ziyaı cezalı tarhiyatlar yönünden onandığı, bir katı aşan vergi ziyaı cezalarının ise kaldırıldığı, tarafların temyiz başvurusunda bulunması üzerine Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 27.05.2015 tarih ve E:2012/3891, K:2015/5693 sayılı kararıyla söz konusu kararın onandığı ancak dava konusu 2 nolu ihbarnamelerde ise, vergi ziyaı cezasının tekerrür nedeniyle artırılarak bir buçuk kat olarak hesaplandığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, maddi hata kapsamında Vergi Mahkemesince bu hususun göz önüne alınarak yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne İstanbul 2. Vergi Mahkemesi`nin 28/12/2012 tarih ve E:2012/2129; K:2012/3570 sayılı kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 23.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2016/840 Karar : 2016/4021 Tarih : 30.11.2016
- İYUK 28. Madde
Dava; İdare Mahkemesinin 2015/790 E. sayılı dava dosyasında, 08.10.2015 tarihinde verilen “Yürütmeyi Durdurma” kararının, davalı idareye tebliğinden itibaren 30 gün süre geçmiş olmasına rağmen davalı idarece uygulanmayarak oluştuğu ileri sürülen zımni ret işleminin iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; dosyanın incelenmesinden; anılan “Yürütmeyi Durdurma” kararı sonrasında idareye başvurulmaksızın ve idarece de herhangi bir işlem tesis edilmeksizin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesinde öngörülen 30 günlük sürenin bitimi ile birlikte, yargı kararının uygulanmaması yolunda işlem tesis edildiği kabul edilerek bakılan davanın açıldığı, idari davaya konu olabilecek idari işlemlerin, idarenin hukuki sonuç doğurmaya yönelik olarak iradesini açıklaması ile ortaya çıktığı, bu itibarla, idari işlemin varlığından söz edilebilmesi için, idarenin mevzuat gereği yetkili olan organının iradesini açıklaması gerektiği, istisnai olarak, idarenin hareketsiz kalması da idari işlem olarak kabul edilebilmekte ise de, bu durumun, 2577 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddelerinde düzenlenen zımni ret işlemlerinde olduğu gibi Kanun hükümleriyle açıkça düzenlenmesinin zorunlu olduğu, belirtilen istisnai yasal düzenlemeler dışında idarenin hareketsizliğinin idari işlem olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı, bu bağlamda, yargı kararının gereklerine göre, 2577 sayılı Kanun’un 28. maddesinde öngörülen 30 günlük süre içinde işlem tesis edilmemesini, dolayısıyla idarenin hareketsiz kalmasını idari işlem olarak nitelendirmeye hukuken olanak bulunmadığı, Anayasa’nın 138. maddesinde yasama, yürütme ve idare organlarının mahkeme kararlarına uymak zorunda olduklarının ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceklerinin açık bir şekilde kurala bağlandığı, aksi hâlin Anayasa’ya açıkça aykırılık teşkil edeceği, öte yandan, 2577 sayılı Kanun’un “Kararların Sonuçları” başlıklı 28. maddesi uyarınca; idari yargı kararlarının icaplarının idarece gecikmeksizin yerine getirilmesi gerektiği, aksi durumda kararı yerine getirmeyenlerin sorumluluklarının bulunduğu, idare aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği ve yargı kararını yerine getirmeyenler hakkında suç duyurusunda bulunulabileceği, bu durumda; yukarıda zikredildiği üzere, Anayasa ve Kanun`un açık ve amir hükmüne rağmen idarece yargı kararının yerine getirilmemesi hâlinde izlenecek prosedür açıkça düzenlenmiş iken, davalı idarenin yürütmeyi durdurma kararının icrası bakımından hareketsiz kalmasının bir idari işlem olarak nitelendirilme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiş, bu karar davacı şirket tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle incelenmeksizin reddi yolundaki temyize konu Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nin 11.12.2015 tarih ve E:2015/1189, K:2015/1172 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek anılan Mahkeme kararının ONANMASINA; dosyanın anılan Mahkeme`ye gönderilmesine, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına, posta giderleri avansından artan tutarın davacıya iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 30.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 12. DAİRE Esas : 2016/191 Karar : 2016/2427 Tarih : 21.04.2016
- İYUK 28. Madde
Dava; Türkiye İstatistik Kurumu Ankara Bölge Müdürlüğü’nde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/C maddesi uyarınca geçici personel olarak görev yapan davacının, 17.12.2012 tarihli ve 2012/4126 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 18, 19 ve 21 numaralı alt bentlerinde belirtilen fiilleri işlediği ileri sürülerek sözleşmesinin feshedilmesine dair işlemin yargı kararıyla iptalinden sonra davacının 2015 yılında hizmet sözleşmesinin yenilenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine dair 10.03.2015 günlü ve 523 sayılı işlemin iptali ile yoksun kaldığı parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, 657 sayılı Kanunun 4/C maddesi uyarınca “geçici personel” olarak bir yıldan az süreli olarak istihdam edilenlerin, her yıl birbirinden farklı ve ayrı olarak çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararlarına göre çalıştırıldıkları, sözleşmesi sona eren bir kişinin takip eden sonraki yıllarda da mutlaka aynı statüde istihdam edilmesini gerektirecek ve idareyi bu yönde bağlayacak bir zorunluluğun bulunmadığı, davacının 2014 yılı sözleşmesinin feshi işleminin iptaline dair Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin E:2014/343, K:2015/120 sayılı kararının 2014 yılına ilişkin olduğu, iptal kararının, 2015 yılında idare ile davacı arasında sözleşme yenilenmesi sonucunu doğurmayacağı; davalı idarenin, davacının geçmiş yıllardaki fiillerini de gözeterek hizmetine ihtiyaç görülmediğinden 2015 yılı sözleşmesini yenilemediği, geçici personel statüsünde olan ve sözleşmesi süresi bir yıldan az süreli ve 2014 yılında sona eren davacı ile idarenin 2015 yılında sözleşme yenilemesi zorunluluğu olmadığından, bu yönde tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından; mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmış ve 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarının olduğu belirtilerek, Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulandıktan sonra; 129. maddenin 1. fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları; 138. maddesinin son fıkrasında ise, “yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarını uygulamak zorunda olduğu, bu organların ve idarenin mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği hükümlerine yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kararların Sonuçları” başlıklı 28. maddesinin 4001 sayılı Yasayla değişik 1. fıkrasında, “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur.” şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirilmiş ve 3. fıkrasında; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği belirtilmiştir.
Söz konusu ilkeler karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan yargı kararlarını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneğinin bulunmaması; hukuka bağlı idare anlayışının ve hukuk devleti ilkesinin doğal sonucudur.
İdari yargı yerlerince verilen iptal kararlarının etkisizleştirilmesi sonucunu doğuran idari tasarrufların, yargı kararının hiç uygulanmaması, geç uygulanması ya da eksik uygulanması şeklinde değişik uygulamaları bulunmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu Ankara Bölge Müdürlüğü’nde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/C maddesi uyarınca geçici personel olarak görev yapan davacının, 17.12.2012 tarihli ve 2012/4126 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 18, 19 ve 21 numaralı alt bentlerinde belirtilen fiilleri işlediği ileri sürülerek 31.10.2014 günlü ve 145 sayılı işlem ile, sözleşmesi feshedilmiştir.
Davacının sözleşmesinin feshine dair işlemin iptali istemiyle açılan davada; işlemin iptaline dair Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 27.01.2015 günlü, E:2014/343, K2015/120 sayılı kararının uygulanması amacıyla davacının vekili tarafından 02.03.2015 tarihinde yapılan başvurunun; yargı kararının 2014 yılına ilişkin sözleşme dönemine ilişkin olması, sözleşmesi sona eren kişinin takip eden yıllarda da mutlaka aynı statüde istihdam edileceğine ilişkin bir mevzuat hükmünün bulunmaması ve davacının hizmetine de ihtiyaç bulunmadığı belirtilerek 10.03.2015 günlü ve 523 sayılı işlem ile reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, davacının hizmet sözleşmesinin feshine dair işlemin iptaline dair yargı kararının idare tarafından en geç 30 gün içinde olmak üzere gecikmeksizin uygulanması; Anayasa ve ilgili yasa kurallarının emredici hükümleri gereğidir.
Bu durumda; davacının hizmet sözleşmesinin feshine dair yargı kararının uygulanmaması şeklinde davalı idare yaklaşımını ortaya koyan işlemde hukuka uygunluk görülmemiştir.
Öte yandan; İdare mahkemesince yeniden verilecek kararda, davacının işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesine karar verilmesi istemi hakkında ilgili yeniden bir karar verileceğinden, bu aşamada davacının yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesi istemi hakkında bir değerlendirme yapılmamıştır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, dosya tekemmül ettiğinden hakkında karar verilmeyen yürütmenin durdurulması istemi için davacı tarafından yatırılan 48,10.- lira yürütmenin durdurulması harcı ile artan posta ücretinin istemi halinde davacıya iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 21/04/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 1. DAİRE Esas : 2016/403 Karar : 2016/366 Tarih : 23.03.2016
- İYUK 28. Madde
10.03.2013 tarihli Komiser Yardımcılığı Kursu Sınavının bazı sorularının İdare Mahkemelerince iptali üzerine yeniden yapılan listelerde başarılı olarak değerlendirilen adayların açılacak ilk Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılacakları yolunda 01.07.2014 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü işlemi tesis edilmiş iken, 2015 yılında gerçekleşen mevzuat değişikliğiyle anılan Kursa alınacak adayların ve Kursun niteliğinin değişmiş olması nedeniyle Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılacakları duyurulan bu adaylarla ilgili olarak nasıl işlem tesis edilmesi gerektiği hususunda istişari düşünce istemine ilişkin Başbakanlığın 11.02.2016 tarih ve Hukuk Hizmetleri Başkanlığının 1009 sayılı yazısına ekli İçişleri Bakanlığının 04.02.2016 tarih ve 1866-25067 sayılı yazısında aynen;
“11.05.2015 tarihli Bakan Onayı ile yürürlükten kaldırılan Polis Memurlarının Komiser Yardımcılığı Rütbesine Yükselme Sınavı ve Kursuna Dair Yönerge hükümleri doğrultusunda 2013 yılında yapılan (B) Grubu Komiser Yardımcılığı Kursu Sınavına ilişkin olarak açılan davalarda; bazı soruların hatalı oldukları gerekçesiyle iptal edilmesi üzerine, başarı listelerinde zorunlu olarak yapılan değişiklikler sonucunda başarılı olarak değerlendirilen adayların açılacak ilk komiser yardımcılığı kursuna çağrılmaları 01.07.2014 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü Onayı ile uygun görülmüş ve ilgililere duyurulmuştur.
İdarece yeni Komiser Yardımcılığı Kursu açılmasına ilişkin işlemler tamamlanmadan, 27.03.2015 tarihli ve 6638 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla; 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu ve 4652 sayılı Polis Yükseköğretim Kanunu’nda yapılan değişikliklerle Komiser Yardımcılığı Kursuna ilişkin düzenlemeler yürürlükten kaldırılmış. Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi kapatılmış, Emniyet Teşkilatının amir ihtiyacını tek kaynaktan karşılamak üzere Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürlüğü kurulmuştur.
Söz konusu yasal düzenlemeler doğrultusunda; Komiser Yardımcılığı Kursunun dayanağını teşkil eden Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personeli Rütbe Terfileri ve Değerlendirme Kurullarının Çalışmalarına İlişkin Yönetmelik 10.05.2015 tarihli ve 29351 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personeli Rütbe Terfileri ve Değerlendirme Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 41 `inci maddesiyle yürürlükten kaldırılmış, 11.05.2015 tarihli Bakan onayı ile de Polis Memurlarının Komiser Yardımcılığı Rütbesine Yükselme Sınavı ve Kursuna Dair Yönerge mülga edilmiştir.
6638 sayılı Kanun ile 16.07.2015 tarihli ve 29418 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Akademisi Başkanlığı Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliği ile Komiser Yardımcısı olacaklarda önceki sistemde Komiser Yardımcılığı Kursuna alınacaklarda bulunmayan 4 yıllık lisans mezunu olma şartı gibi yeni şartlar eklenmiş, eğitimi verecek birim, eğitim şekli ve içeriği yeniden düzenlenmiştir. Bunlara ilave olarak, komiser yardımcıları arasında (A) ve (B) Grubu ayrımına da son verilmiştir.
Komiser yardımcılığı kursu ve sınavları ile ilgili mevzuatın tamamının yürürlükten kaldırılması sebebiyle, idari yargı kararları doğrultusunda açılacak olan ilk komiser yardımcılığı kursuna çağrılacakları yönünde haklarında işlem tesis edilen ve bu sonuç kendilerine tebliğ edilen personelin uygulamaya ilişkin durumlarında oluşan tereddütlerle ilgili olarak Emniyet Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliğince;
“1- 6638 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Komiser Yardımcılığı Kursunu başarıyla bitirmiş olanların (B) grubunu oluşturacağı, mevcut durum itibariyle ise, Komiser Yardımcılığı Kursunun mevzuatta dayanağının kalmadığı, bunun yerine Polis Amirleri Eğitimi Merkezinde ilk derece amirlik eğitimini başarıyla tamamlayanların, eğitimleri sonunda Polis Akademisi Başkanlığınca yapılacak sınavda başarılı olmaları halinde, Komiser Yardımcısı rütbesine (A) grubu olarak atanacakları,
2- Mülga mevzuat hükümlerine göre Komiser Yardımcılığı Kursuna başvurular ile Polis Amirleri Eğitimi Merkezine yapılacak başvuruların birbirinden farklı ve ayrı usullere tabi olduğu, bu kapsamda daha önceden mülga mevzuat hükümleri uyarınca açılacak ilk Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılacaklarına dair kendilerine tebliğ yapılan bahse konu personelin, Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliğinin ilgili hükümleri doğrultusunda doğrudan (sınav vb. yapılmadan) ilk derece amirlik eğitimine çağrılmalarının uygun olmayacağı,
3- İdarenin iş ve işlemlerini mevcut mevzuat hükümlerine göre yürüttüğü, Komiser Yardımcılığı Kursunun 6638 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra mevzuatta dayanağının kalmadığı, kursun açılmasına dayanak teşkil eden mevzuat hükümlerinin yürürlükten kaldırıldığı, dolayısıyla bahse konu kursun açılmasında hukuki imkânsızlık durumunun olduğu mütalaa edilmektedir.” şeklinde görüş bildirilmiştir.
Benzer bir konuda, yurtdışı koruma görevlisi olarak atanmak için yapılan yazılı ve sözlü sınavda başarılı olan bir kişi, atamasının yapılmaması üzerine işlemin iptali için dava açmış; ancak dava sonuçlanıncaya kadar 2. derece emniyet amiri rütbesine yükselmiştir. Olay tarihinde yurtdışına gönderilecek koruma görevlisinin sahip olması gereken en üst rütbe başkomiserlik olduğundan yargı kararını uygulayamayan İdare Danıştay`dan istişari görüş talebinde bulunmuş, Danıştay ise, “…Koruma görevlisi sınavını kazandığı tarihten sonra geçen süre içinde hakkında verilen yargı kararının uygulanması sırasında bu görev için öngörülen en üst rütbe olan başkomiserlik rütbesini de aşan ve halen emniyet amiri rütbesinde bulunan kişinin yurtdışına koruma görevlisi olarak atanmasında hukuki imkânsızlık” olduğunu belirtmiştir. (Bkz. Danıştay 1. Dairesinin 04.04.1991 tarihli ve E:1991/54, K:1991/53 sayılı kararı)
Yargı kararları doğrultusunda 01.07.2014 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü Onayı ile haklarında açılacak ilk (B) Grubu Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılacakları yönünde işlem tesis edilen adaylar için yargı kararlarından sonra mülga olan mevzuat çerçevesinde Komiser Yardımcılığı Kursu düzenlenmesinin ya da bunların 04.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6638 sayılı Kanun ve ikincil mevzuatı ile oluşturulan Polis Amirleri Eğitim Merkezine sınavsız olarak alınmalarının hukuken mümkün olmadığı, kaldı ki (B) Grubu Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılması düşünülen personelin bir kısmının ilk derece amir olacak adaylarda aranan tüm şartları da taşımadıkları, dolayısıyla ilgililerin hukuken artık var olmayan (B) Grubu Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılmalarında hukuki imkansızlık durumunun olduğu değerlendirilmekle birlikte;
İleride doğabilecek hukuki ihtilafların önlenmesi ve idareye karşı yeni davaların açılmasının önüne geçilmesi amacıyla, konu hakkında Danıştay’ın istişari görüşünün alınması zorunluluğu doğduğundan, yukarıda ayrıntılı olarak ifade edilen (B) Grubu Komiser Yardımcılığı Kursuna alınamayan adaylar hakkında nasıl bir işlem tesis edileceği hususunda 2575 sayılı Danıştay Kanunu`nun 23/e ile 42/f maddeleri uyarınca görüşlerinin bildirilmesi amacıyla yazımız ve eklerinin uygun görüldüğü takdirde, Danıştay Başkanlığına gönderilmesi ve sonucundan tarafımıza bilgi verilmesi hususunu; Arz ederim.” denilmektedir.
Konuyla ilgili olarak Dairemizce yapılan çağrı üzerine 23.03.2016 tarihinde Dairemizde yapılan toplantıya katılan Emniyet Genel Müdürlüğü
1.Hukuk Müşaviri . ve Hukuk Müşaviri .`in sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra konu incelenerek; Gereği Görüşülüp Düşünüldü;
İstem, 10.03.2013 tarihli Komiser Yardımcılığı Kursu Sınavının bazı sorularının İdare Mahkemelerince iptali üzerine yeniden yapılan listelerde başarılı olarak değerlendirilen adayların açılacak ilk Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılacakları yolunda 01.07.2014 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü işlemi tesis edilmiş iken, 2015 yılında gerçekleşen mevzuat değişikliğiyle anılan Kursa alınacak adayların ve Kursun niteliğinin değişmiş olması nedeniyle Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılacakları duyurulan bu adaylarla ilgili olarak nasıl işlem tesis edilmesi gerektiği hususunda düşülen duraksamanın giderilmesine ilişkindir.
Dosyanın incelenmesinden, 10.03.2013 tarihinde yapılan (B) Grubu Komiser Yardımcılığı Kursu Sınavını kazanan yaklaşık 500 adayın 23.09.2013 - 11.07.2014 tarihleri arasında eğitimlerini tamamlayarak Komiser Yardımcısı unvanıyla atamalarının gerçekleştirildiği, bu Sınavdaki bazı soruların hatalı olduğu iddiasıyla Ankara İdare Mahkemelerinde açılan davalarda, 15 sorunun hatalı olduğu belirlenerek bu soruların iptaline karar verildiği, ayrıca söz konusu Sınav sonucunda yedekler arasında ilan edilerek başarısız sayılan Polis Memuru . `nın, hem başarısız sayılma işleminin hem de bazı soruların iptali istemiyle açtığı davada Ankara 12. İdare Mahkemesince verilen 16.05.2014 tarih ve E:2013/1318, K:2014/599 sayılı kararda, hatalı olduğu tespit edilen sorular ile hatalı sorular nedeniyle davalı İdarelerce sınav sonucuna yönelik yeni bir başarı listesi oluşturulması gerektiği belirtilerek davacının başarısız sayılma işleminin iptaline hükmedildiği, bu konudaki iptal kararları uyarınca anılan Sınava katılan adaylar için yeniden yapılan başarı listesinde, ilk listeye göre başarılı olamayan 84 adayın başarılı duruma geldiği, Emniyet Genel Müdürlüğünün 01.07.2014 tarihli işlemiyle de, yargı kararlarının uygulanması amacıyla bu 84 adayın ilk açılacak Komiser Yardımcılığı Kursuna başlatılmalarına ve bu hususun ilgili adaylara tebliğine karar verildiği, anılan işlemin 84 adaya tebliğ edildiği görülmüştür.
Anılan Sınavın dayanağı 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 55’inci maddesindeki, meslekte fiilen altı yılını dolduran, 37 yaşından gün almayan ve yönetmelikte belirtilen diğer nitelikleri taşıyan polis memurlarından, yönetmelik hükümlerine göre açılacak komiser yardımcılığı sınavını kazanıp dokuz aydan az olmamak üzere eğitim kursunu başarıyla bitirenlerin komiser yardımcılığı rütbesine atanacakları yolundaki hükmün, 27.03.2015 tarih ve 6638 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 22’nci maddesiyle değiştirildiği, bu Kanun’un 45’inci maddesi ile 4562 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanunu’na eklenen Geçici 9’uncu maddeyle de, 01.01.2020 tarihine kadar Emniyet Teşkilatının ilk kademe amir ihtiyacını karşılamak üzere, lisans mezunları arasından Kamu Personeli Seçme Sınavında Bakanlıkça belirlenecek taban puanı almış olup yönetmelikle belirlenecek diğer şartları taşıyanların ve yapılacak sınavda başarılı olanların, Polis Amirleri Eğitimi Merkezinde bir eğitim-öğretim dönemi özel eğitime tabi tutulabileceği yolundaki hükmün getirildiği, ayrıca 6638 sayılı Kanun’da Komiser Yardımcılığı rütbesine atanacaklara ilişkin yeni düzenlemeler öngörüldüğü, bu Kanun’da belirtilen yönetmeliklerin de 2015 yılında yürürlüğe konulduğu, Emniyet Genel Müdürlüğünün ise, yürürlükten kaldırılan mevzuatta öngörülen Komiser Yardımcılığı Kursuna, yeniden yapılan listede başarılı bulunan 84 adayın çağrılmalarının imkansız olduğu sonucuna ulaşarak bazı adaylarla ilgili işlemler tesis ettiği, bu işlemlerin tesisi sırasında herhangi bir tereddüt yaşanmadığı halde, ilerleyen zamanda bu adaylara ilişkin nasıl bir işlem tesis edilmesi gerektiği yolunda tereddüde düşüldüğü belirtilerek Dairemize başvurulduğu anlaşılmıştır.
Ancak bu adaylardan . ‘nun, 01.07.2014 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü işlemiyle çağrılacağı duyurulan Kursa çağrılması talebiyle Emniyet Genel Müdürlüğüne yaptığı başvurunun reddine ilişkin 29.12.2015 tarih ve 91241 sayılı işlemin iptali istemiyle Ankara 5. İdare Mahkemesinde dava açtığı, bu davaya Emniyet Genel Müdürlüğünce sunulan savunmada, 6638 sayılı Kanun uyarınca Komiser Yardımcılığı Kursuna alınacak adaylara ve Kursun niteliğine ilişkin yapılan mevzuat değişiklikleri nedeniyle davacının Kursa çağrılmadığının ileri sürüldüğü, Mahkemenin 25.02.2016 tarih ve 2016/13 sayılı kararıyla, savunmada ileri sürülen mevzuat değişikliği hususu irdelenerek ve iptal kararlarının idari işlemleri hiç tesis edilmemişçesine geçmişe etkili olacak şekilde ortadan kaldıracağı, hatalı sorular sorulmamış olsa idi davacının bu Kursa çağrılacak adaylar arasında olacağında kuşku bulunmadığı, mevzuatta yapılan değişikliğin, değişiklik öncesi dönemde idarenin hatalı işlemi nedeniyle emsalleri Kursa alınırken kendisi alınmayan davacıyı etkilemeyeceğinin açık olduğu belirtilerek hukuka uygun görülmeyen dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulduğu, benzer durumda olan adaylardan Mehmet Bayram Karataş’ın anılan Kursa alınması talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada ise, Mardin İdare Mahkemesinin 17.03.2016 tarih ve E:2015/4265 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulması isteminin reddedildiği, diğer bir aday .`ın 2016 Şubat ayında açılacak Kursa kabul edilmesi talebinin reddine dair işlemin iptali istemiyle İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davada, Mahkemenin 10.03.2016 tarihli E:2015/2356 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verildiği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 138’inci ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28’inci maddeleri uyarınca idareler, Danıştay’ın, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının gereklerine göre işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğundan, istişari kararların niteliği gereği, yargı yerlerinde görülmekte olan ya da karara bağlanmış bulunan dava konularıyla ilgili olarak istişari düşünce bildirilmesine olanak bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, idarelerin somut bir hukuki tereddüt yaşamaları halinde istişari görüş isteminde bulunacakları açıktır.
Bu bağlamda 10.03.2013 tarihinde gerçekleştirilen Komiser Yardımcılığı Kursu Sınavının bazı soruların iptali üzerine yeniden yapılan listede başarılı bulunan 84 adayın Komiser Yardımcılığı Kursuna çağrılacakları yolunda Emniyet Genel Müdürlüğünce 01.07.2014 tarihli işlemin tesis edildiği, ancak adayların Kursa çağrılmadıkları, bu 84 adaydan bazı adayların Kursa çağrılmaları talebiyle Emniyet Genel Müdürlüğüne yaptıkları başvuruların reddedildiği, ilgili adayların da Kursa çağrılmama işlemlerinin iptali istemiyle söz konusu davaları açtıkları, bu işlemlerin tesisinde Genel Müdürlükçe herhangi bir tereddüt yaşanmadığı, bu bağlamda, söz konusu mevzuat değişikliklerinin 84 aday açısından ne gibi bir işlem tesisi gerektirdiği hususunda Genel Müdürlükte bir tereddüt bulunmadığı gibi mevzuat değişikliklerinin bu adayların durumuna etkisinin ne olacağı, Kursa çağrılmalarında hukuki imkansızlık bulunup bulunmadığı gibi hususların, ilgili davalarda yapılacak yargılamalar sonucunda ortaya çıkacağı, Genel Müdürlükçe de yargı kararlarıyla ortaya çıkan hukuki duruma göre işlem tesis edileceği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, istem hakkında düşünce bildirilmesine yer olmadığına, dosyanın Danıştay Başkanlığına sunulmasına 23.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2015/5502 Karar : 2015/4574 Tarih : 15.12.2015
- İYUK 28. Madde
Dava; 04.06.2015 tarih ve 2015/140 sayılı Fon Kurulu kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi`nce; dava konusu işlemin mahkeme kararına dayalı olarak alındığı; davacının mevcut hukukî durumunu değiştirmediği; ortada idarî davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmadığından, davanın esasının incelenmesine hukuken imkân bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin ( REDDİNE ) karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasa’nın 138. maddesinin 4. fıkrasında; yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu; bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 28. maddesinin 1. fıkrasında da: Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemeyeceği kuralına yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun idarî dava türlerinin sayıldığı 2. maddesinde; iptal davaları, idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmış; 14. maddesinin üçüncü fıkrasının (d) bendinde; dava dilekçelerinin, idarî davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı yönünden de inceleneceği, 15. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde ise; 14. maddenin üçüncü fıkrasının (d) bendinde yazılı hâlde davanın reddedileceği kurala bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; davacı hakkında, 4389 sayılı Kanun kapsamında ortaya çıkan Fon alacağına mahsuben Fon’a devredilen taşınmazda fuzuli şagil olduğundan bahisle ecrimisil tahakkuk ettirilerek 11.07.2006 tarih ve 7802 sayılı ödemeye çağrı mektubu ve 04.09.2006 tarih ve 150 sayılı ödeme emrinin düzenlendiği, anılan alacağın ödenmemesi üzerine bu kez davacının mal bildiriminde gösterdiği iki adet taşınmazının haczedilerek satışına karar verildiği, davacı tarafından ödemeye çağrı mektubu, ödeme emri ve satış işlemlerinin iptali istemiyle açılan davalarda İstanbul 7. İdare Mahkemesi`nin 11.10.2012 tarih ve E:2012/1035, K:2012/1440, 11.10.2012 tarih ve E:2012/1210, K:2012/1441, 11.10.2012 tarih ve E:2012/1209, K:2012/1442 sayılı kararlarıyla bu işlemlerin iptaline karar verildiği, anılan kararların Dairemizin 29.04.2015 tarih ve E:2013/654, K:2015/1676, 29.04.2015 tarih ve E:2013/769, K:2015/1677, 29.04.2015 tarih ve E:2013/164, K:2015/1678 sayılı kararlarıyla onandığı, anılan iptal kararları üzerine dava konusu işlem ile, 6183 sayılı Kanun kapsamında başlatılan takiplerin sonlandırılarak, bu kapsamda konulan tüm hacizlerin kaldırılmasına, 6183 sayılı Kanun kapsamında yapılan taşınmaz satışlarının kesinleşerek taşınmazların alıcılar adına tescil edilmiş olmaları ve satış işlemlerinden önceki hukukî ve fiili durumuna geri gelmesinin sağlanmasının hukuken mümkün olmaması nedeniyle satış ve takip sonucu yapılan tüm tahsilatların neması ile birlikte iade edilmesine, anılan davaların temyiz taleplerinden feragat edilmesine ve takibe konu alacağın genel hükümler kapsamında başlanılan dava ve takibine devam edilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Aktarılan mevzuat hükümlerine göre idare, yargı kararını uygulama konusunda bağlı yetki içinde olup yargı kararlarının icaplarını gecikmeksizin yerine getirmek zorundadır. Yargı kararının yerine getirilmesinde idare, kararın icabına göre ya işlem tesis edecek ya da eylemde bulunacaktır. Söz konusu eylem ve işlemlerin dava konusu edilmesi hâlinde yargı mercilerince, sadece yargı kararının icaplarının yerine getirilip getirilmediği yönünde sınırlı bir inceleme yapılması gerekmektedir.
Bakılan uyuşmazlıkta; dava konusu işlemin yargı kararının yerine getirilmesine ilişkin bir işlem olduğu, anılan işlemde her ne kadar davacı hakkında 6183 sayılı Kanun kapsamında başlatılan takiplerin sonlandırılmasına karar verilmiş ise de, 6183 sayılı Kanun kapsamında yapılan taşınmaz satışlarının kesinleşerek taşınmazların alıcılar adına tescil edilmiş olmaları ve satış işlemlerinden önceki hukukî ve fiili durumuna geri gelmesinin hukuken mümkün olmadığından bahisle satış ve takip sonucu yapılan tüm tahsilatların neması ile birlikte iadesine karar verildiği dikkate alındığında, dava konusu işlemin davacının hukukunu etkileyen idarî davaya konu edilebilecek nitelikte kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olduğu sonucuna varıldığından, uyuşmazlığın esasına girilerek hukuka uygunluk denetiminin yapılması gerekirken, işlemin idarî davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle işin esası görüşülmeksizin verilen Mahkeme kararında usul kurallarına uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nin 31.07.2015 tarih ve E:2015/1522, K:2015/1763 sayılı kararının ( BOZULMASINA ), yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme`ye gönderilmesine, kullanılmayan 45,60.-TL yürütmeyi durdurma harcının istemi hâlinde davacıya iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 11. DAİRE Esas : 2012/6879 Karar : 2015/4223 Tarih : 17.09.2015
- İYUK 28. Madde
Dava, hatalı olarak fazla kesilen ve hesaplanarak davacıya geri ödenen emekli sandığı keseneklerinin yasal faizinin de hesaplanarak ödenmesi isteğiyle davacı tarafından davalı idarelere yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemlerin Mahkemece iptaline karar verilmesine karşın, davalı idarelerce mahkeme kararının uygulanmadığı, anılan keseneklerin faizinin ödenmediğinden bahisle uğranılan 5.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi zararın tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince; yargılama devam etmekte iken, davalı İdarelerden Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. tarafından davacıya ödenmesi gereken kesenek faizinin hesaplanarak belirlenen 2.190,52 TL tutarın davacının hesabına yatırılması nedeniyle maddi tazminata ilişkin olarak konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına; fazlaya ilişkin maddi ve manevi tazminat istemine yönelik olarak ise davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, İdare Mahkemesi kararının aleyhine olan kısımlarının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmekte ve temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
İdare Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkün olup, davacı tarafından ileri sürülen hususlar, kararın maddi tazminat istemine yönelik olarak davanın reddine ilişkin bulunan hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmamıştır.
Kararın, manevi tazminata ilişkin kısmına gelince:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulandıktan sonra, 138. maddesinin son fıkrasında, Yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmiştir.
Bu noktada Hukuk Devleti, insan hak ve özgürlüklerini ön planda tutan, bu hakları koruyucu, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, Anayasa`ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm Devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yönetenlerin her türlü işlem ve eylemleri yargı denetimine tabi olan bir Devlettir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 28. maddesinin 1. fıkrasında da, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiç bir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak 30 (otuz) günü geçemeyeceğine ilişkin olarak öngörülen kural ile de Anayasanın 2.maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirilmektedir. Sözkonusu ilke karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır.
2577 sayılı Kanun’un 28. maddesinde sözü edilen, idarelerin kararın icaplarına göre gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya ve bu sürenin hiç bir şekilde kararın idareye tebliğinden itibaren otuz günü geçemeyeceğine ilişkin olarak getirilen süre, kararın uygulanması için idareye tanınan nihai süre olup başlangıç süresi değildir. Uyuşmazlığın tarafı idarenin aleyhine sonuçlanan davada verilen ve objektif uygulanabilir nitelikte bulunup başka makamların ara işlemi ve onayına tabi olmayan kararları kendisine tebliğden itibaren derhal uygulaması esastır. Anılan Kanunda zikredilen otuz günlük süre, idarenin kendi iç bünyesinde kararın yerine getirilmesine yönelik varsa alması gereken ara zincir işlem kararları için lazım olan süreler de dahil edilerek belirlenmiş idareye tanınan en son süredir. Aksi düşüncenin kabulü halinde idarenin kendisine tanınan otuz günlük sürenin son gününden başlamak üzere bir takım ara ve usulü işlemler yapmak suretiyle yargı kararlarını yerine getiriyormuş görüntüsüyle süresi belli olmayan biçimde yargı kararının gereklerini yerine getirmekten kaçınmaya olanak tanımak olur ki bu durum Anayasanın 138. ve 2577 sayılı Kanun’un 28. maddelerinde öngörülen kararların icaplarının gecikmeksizin yerine getirilmesi gerektiğini şart koşan yaklaşım ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmaz.
İdari yargı yerlerince verilen yürütmenin durdurulması ve iptal kararlarının idare tarafından derhal uygulanması hukuk devleti ilkesinin doğal bir gereği ve Anayasanın 138. ve 2577 sayılı Kanun’un 28. maddesi hükümlerinin buyruğudur. Yargı kararlarının uygulanmadığı ve uygulanmakta ihmal gösterildiği takdirde hukuka, Anayasa düzenine aykırı hareket edilmiş ve hukuk devleti ilkesi zedelenmiş olur.
Dosyanın incelenmesinden; davacının, matematik öğretmeni olarak görev yapmakta iken Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü Trabzon Liman İşletme Müdürlüğüne sivil savunma uzmanı olarak atandığı ve sosyal güvenlik yönünden T.C. Emekli Sandığı ile ilgisinin devam ettirildiği, bilahare Müdür Yardımcısı olarak görev yapmakta iken 16.12.2003 tarihinde isteği ile emekliye sevk edildiği, 1. derece 4. kademe ve (3000) ek gösterge rakamı üzerinden 15.01.2004 tarihinden itibaren emekli aylığı bağlandığı, ancak davacı tarafından, matematik mühendisi olduğundan bahisle mühendis kadrosu için öngörülen (3600) ek gösterge rakamı üzerinden emekli aylığı bağlanması isteğiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davada; Ankara 4. İdare Mahkemesinin 31.12.2004 tarih ve E:2004/1175, K:2004/2113 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği, anılan kararın Danıştayca onanarak kesinleştiği; bu karar üzerine davacı tarafından görev yaptığı 12 yıl 4 ay 24 günlük dönemde mühendis kadrosu üzerinden emekli keseneklerinin yatırılması ancak daha önce Eğitim Öğretim Hizmetleri Sınıfında öğretmen olarak görev yapmış olması nedeniyle (3000) ek gösterge rakamının emekliliğe esas alınması nedeniyle aradaki farkın tarafına ödenmesi isteğiyle yapılan başvuru üzerine anılan farkın yatırıldığının belirtilmesine karşın faiz talebinin reddedildiği, davacının bu işlemin iptali istemiyle açtığı davada, İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 16.12.2010 tarih ve E:2009/1366, K:2010/2019 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline ve faizin hesaplanarak davacıya ödenmesine karar verildiği halde bu kararın uygulanmadığından bahisle uğranıldığı ileri sürülen 5.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi zararın tazmini istemiyle temyize konu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, yargı kararını geciktirmeksizin yerine getirmeyen davalı idare aleyhine yasal faiziyle birlikte manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği açık olup, İdare Mahkemesi kararının, manevi tazminat istemine yönelik olarak davanın reddine ilişkin hüküm fıkrasında hukuka uygunluk bulunmamıştır.
Açıklanan nedenlerle; davacının temyiz isteminin kısmen reddine; İdare Mahkemesi kararının maddi tazminat ile ilgili hüküm fıkrasının onanmasına; kısmen kabulüyle manevi tazminat istemine yönelik olarak davanın reddine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına; bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde Danıştayda karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.09.2015 tarihinde; maddi tazminata ilişkin kısım yönünden oyçokluğu, manevi tazminata ilişkin kısım yönünden ise oybirliği ile karar verildi.
KARŞI OY
Mahkemece, yargı kararı gereği 15.8.1991 - 16.12.2003 tarihleri arasında davacının maaşından fazla olarak kesilen emekli keseneklerinin kesim tarihinden itibaren işletilecek yasal faizlerinin toplamı araştırılmak suretiyle tespit edilip sonrasında 20.09.2011 tarihinde davacıya yapılan 2.190,52 TL tutarındaki ödeme ile karşılaştırılarak karar verilmesi gerekirken, bu yönde bir araştırma yoluna gidilmeden maddi tazminata ilişkin olarak verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı, kararın bu kısmının da bozulması gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.
DANIŞTAY 12. DAİRE Esas : 2013/10902 Karar : 2014/2399 Tarih : 9.04.2014
- İYUK 28. Madde
Dava, 2009 Yılı Komiser Yardımcılığı Kursu Yazılı Sınavında sorulan 12 sorunun hatalı bulunarak iptal edilmesi üzerine, iptal kararını veren Ankara 2. İdare Mahkemesinin kararı doğrultusunda 88 soru üzerinden yapılan hesaplama ile oluşturulan ve 13.04.2010 tarihinde Pol-Net üzerinden ilan edilen 2. başarı listesinde başarısız sayılmasına ilişkin işleme karşı Muğla 1. İdare Mahkemesinin 2011/62 sayılı Esasına kayden açtığı davada verilen yürütmenin durdurulması kararı nedeniyle kursa başlatılan ve kursu başarıyla tamamlayarak komiser yardımcısı rütbesine atanan davacının, temyiz aşamasında anılan Mahkemenin 22.11.2011 günlü, E:2011/62, K:2011/2027 sayılı iptal kararının Danıştay Onikinci Dairesinin 08.10.2012 günlü, E:2012/3522, K:2012/5872 sayılı kararıyla bozulması sonucu, yargı kararının uygulanması amacıyla komiser yardımcılığından polis memurluğuna atanmasına ilişkin 31.01.2013 gün ve 500026 sayılı işlemin iptali ile işlem nedeniyle yoksun kaldığı maaş ve özlük haklarının iade edilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İstanbul 10. İdare Mahkemesinin 11.09.2013 günlü, E:2013/332; K:2013/1502 sayılı kararıyla; yargı kararının uygulanması sonucu komiser yardımcılığı kursuna çağrılan ve komiser yardımcılığı kursunu başarı ile tamamlayıp komiser yardımcılığı rütbesine atanan davacı için bu durumun kazanılmış hak oluşturduğu, bu durumda davacının komiser yardımcılığından polis memurluğuna atanmasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, işlem nedeniyle uğradığı maddi kayıpların davacıya iadesine karar verilmiştir.
Davalı idare, İdare Mahkemesi kararının hukuk ve usule aykırı olduğunu öne sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Anayasa`nın 138/4. maddesinde; “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükmü yer almaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kararların sonuçları” başlıklı 28/1. maddesinde; “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez…” hükmüne yer verilmiştir.
Uyuşmazlıkta; davalı idare tarafından, Muğla 1. İdare Mahkemesinin 2011/62 sayılı Esasına kayden açtığı davada verilen yürütmenin durdurulması kararı nedeniyle kursa başlatılan ve kursu başarıyla tamamlayarak komiser yardımcısı rütbesine atanan davacının, anılan Mahkemenin iptal kararının Danıştay Onikinci Dairesince bozulması sonucu, yargı kararının uygulanması amacıyla dava konusu işlemin tesis edildiği görülmüş olup, Anayasa’nın 138/4. ve 2577 sayılı Yasa`nın 28/1. maddesi uyarınca, Yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkesi gereği tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, davacı tarafından komiser yardımcılığı kursuna yargı kararı ile katıldığı ve kurstan mezun olarak komiser yardımcısı rütbesine atandığı belirtilerek bu durumun kendisi için kazanılmış hak teşkil ettiği öne sürülmekte ise de, kazanılmış hakların korunması ilkesinin hukuk kurallarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin bir hukuk müessesi olduğu, bu bağlamda mevcut hukuk kurallarına göre elde edilmiş kazanımların daha sonra yürürlüğe giren mevzuat hükümleriyle ortadan kaldırılamayacağını ifade eden kazanılmış hakların korunması ilkesinin olayda uygulama alanının bulunmadığı ve yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin uyuşmazlığı etkilemediği sonucuna ulaşılmıştır.
Keza, ilk derece Mahkemelerinin vereceği kararların kanun yolları aşamasında hukuka aykırı bulunarak bozulsalar dahi uygulanması zorunluluğu sonucunu doğuracak olan ve kanun yolları aşamasını ve bu aşamada verilecek kararlarla davayı kesin olarak sonuçlandıracak olan nihai yargı kararlarını etkisiz kılacak söz konusu iddianın Hukuk Devleti İlkesi gereği kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Bu durumda, dava konusu işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile İstanbul 10. İdare Mahkemesince verilen 11.09.2013 günlü, E:2013/332; K:2013/1502 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca ( BOZULMASINA ), aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, artan 20-TL posta gideri avansının isteği halinde davalı idareye iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2012/1162 Karar : 2013/5655 Tarih : 3.07.2013
- İYUK 28. Madde
Dava, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı iken Bakanlık Müşavirliğine atanan davacının, bu işleme karşı açtığı davada …16. İdare Mahkemesince verilen 11.11.2009 tarih ve E:2006/681, K:2009/1385 sayılı iptal kararının uygulanmaması yönündeki 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının ve 5.000,00-TL manevi tazminatın gecikme faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
…16. İdare Mahkemesi’nin 07/12/2011 günlü, E:2011/384, K:2011/1553 sayılı kararıyla; dava konusu 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin, Anayasa ve kanun hükümlerine göre idarenin verilmiş bulunan mahkeme kararlarına uyması ve o yönde işlem tesis etmesi idare açısından anayasal ve yasal bir zorunluluk olmakla birlikte hukuk devleti olmanın da bir gereği olduğundan, öte yandan 657 sayılı Kanunun 132. maddesinde; aylıktan kesme ve/veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası alanların atanamayacakları görevler arasında teftiş kurulu başkanlığı görevi sayılmadığından ve davacının teftiş kurulu başkanlığı görevi için aranan koşullardan birini yitirdiğinden söz etmeye hukuken olanak bulunmadığından iptaline; idarenin hukuka aykırılığı yargı kararı ile saptanan işlemlerden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğundan dava konusu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının davacıya ödenmesine; davacının manevi tazminat isteminin 1.000,00 TL`lik kısmının kabulüne; fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine; işlem nedeniyle yoksun kalınan parasal ve özlük haklar ile 1.000,00 TL manevi tazminata davanın açıldığı 08.03.2010 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine; davacı lehine avukatlık ücretine hükmedilmesine yer olmadığına; 480,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir.
Davalı İdare, Mahkeme kararının, dava konusu işlemin iptaline, davacının bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının ve 1.000,00-TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısmının; davacı ise, fazlaya ilişkin 4.000,00-TL manevi tazminat talebinin reddine, işlem nedeniyle yoksun kalınan parasal ve özlük haklar ile 1.000,00 TL manevi tazminata gecikme faizi ve lehlerine vekalet ücretine hükmedilmemesine, karşı taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısımlarının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve belirtilen kısımların temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Mahkeme kararının, dava konusu işlem nedeniyle, davacının yoksun kaldığı parasal ve özlük hakları ile 1.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısımları hukuka ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından, bu kısımlara yönelik temyiz isteminin reddi ile kararın anılan kısımların onanması gerekmektedir.
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı iken Bakanlık Müşavirliğine atanan davacının, bu işleme karşı açtığı davada; …16. İdare Mahkemesince verilen 11.11.2009 tarih ve E:2006/681, K:2009/1385 sayılı iptal kararının uygulanmaması yönündeki 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin iptali yönünden;
…16. İdare Mahkemesinin 11.11.2009 tarih ve E:2006/681, K:2009/1385 sayılı kararıyla; “davacının görevden alınmasına gerekçe gösterilen disiplin cezalarının yargı kararıyla iptal edildiği ve hakkında açılan kamu davalarının beraatle sonuçlandığı, idarece davacının görevinde başarısız veya yetersiz olduğuna ilişkin başkaca bir iddianın ileri sürülmediği, sebep unsurundan yoksun bulunan işlemde hukuka uyarlık görülmediği” gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 138. maddesinin son fıkrasında, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarını uygulamak zorunda oldukları, bu organların ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği öngörülmüş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kararların sonuçları” başlıklı 28. maddesinin 1. fıkrasında, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.” hükmü yer almıştır. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, davalı idarenin İdare Mahkemesinin sözü edilen iptal kararı uyarınca davacıyı yeniden Teftiş Kurulu Başkanlığına ataması zorunludur.
Bu itibarla, İdare Mahkemesince; …16. İdare Mahkemesinin 11.11.2009 tarih ve E:2006/681, K:2009/1385 sayılı iptal kararına uyulmasının yasal zorunluluk olduğu gerekçesinin yanısıra “657 sayılı Kanunun 132. maddesinde; aylıktan kesme ve/veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası alanların atanamayacakları görevler arasında teftiş kurulu başkanlığı görevi sayılmadığından, davacının teftiş kurulu başkanlığı görevi için aranan koşullardan birini yitirdiğinden söz etmeye hukuken olanak bulunmadığı” gerekçesine de yer vererek dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi yerinde görülmemekle birlikte, bu husus sonucu itibariyle yerinde olan İdare Mahkemesi kararının iptale ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirmemektedir.
İdare Mahkemesi kararının manevi tazminatın 4.000,00 TL`lik kısmının reddine ilişkin kısmına gelince; manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, idarenin hizmet kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.
Uyuşmazlık konusu olayda, Teftiş Kurulu Başkanı olarak görev yapan davacı hakkında tesis edilen atama işleminin, Mahkeme kararıyla iptal edilmesine karşın idarenin yargı kararını uygulamamasının ağır hizmet kusuru oluşturduğu, Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının düşük kaldığı, bu nedenle Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğu anlaşıldığından, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak yukarıda belirtilen ölçütlere göre manevi tazminatın Mahkemece yeniden belirlenmesi gerekmektedir.
Bu durumda, Mahkeme kararının manevi tazminatın 4.000,00 TL` lik kısmının reddine ilişkin kısmında hukuki isabet görülmemiştir.
İdare Mahkemesi kararının, dava konusu işlemin iptaline, işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal ve özlük hakları ile 1.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine dair kısımları nedeniyle davacı vekili lehine avukatlık ücretine hükmedilmesine yer olmadığına ilişkin kısmına gelince;
Avukatlık Kanunu`nun 168. maddesinin son fıkrasında, avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı hükme bağlanmış olup, İdare Mahkemesinin karar verdiği tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 2. maddesinin 1. fıkrasında, tarifelerde yazılı avukatlık ücretinin, kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemlerin karşılığı olduğu, 3. maddesinde, yargı yerlerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücretinin, tarifelerde yazılı miktardan az ve üç katından çok olamayacağı, bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi ve niteliğinin gözönünde tutulacağı, 5. maddesinde de, hangi aşamada olursa olsun, dava ve icra takibini kabul eden avukatın, Tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanacağı kuralı getirilmiş olup, davacı vekilinin davaya katkısı olmadığı gerekçesiyle lehine vekalet ücretine hükmedilmemesinde, anılan mevzuat hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.
Ancak İdare Mahkemesince, maktu vekalet ücretinin yanında, manevi tazminat nedeniyle nispi vekalet ücretine de hükmedilirken, bozma kararı üzerine hükmedilecek tazminat miktarının da dikkate alınacağı tabiidir.
Öte yandan, davacı tarafından, 4.000,00 TL manevi tazminatın reddi nedeniyle, davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı ileri sürülmekte ise de; İdare Mahkemesi kararının sözü edilen kısmının bozulmasından dolayı bozulan kısım hakkında yeniden hüküm kurulacağı ve bunun sonucuna göre vekalet ücreti de yeniden takdir edileceğinden, bu hususla ilgili ayrıca hüküm kurulmasına gerek bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının kabul edilen tazminata gecikme faizine hükmedilmesi gerektiği yönündeki temyiz istemi ile davalı idarenin temyiz isteminin reddine; Mahkeme kararının 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin iptaline ilişkin kısmının gerekçesi değiştirilerek onanmasına; dava konusu işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal ve özlük hakları ile 1.000,00-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısmının onanmasına; davacının temyiz isteminin kısmen kabulüyle; …16. İdare Mahkemesi’nce verilen 07/12/2011 günlü, E:2011/384, K:2011/1553 sayılı kararın 4.000,00 TL manevi tazminat talebinin reddi ile davacı vekili lehine vekalet ücretine hükmedilmemesine ilişkin kısımlarının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca ( BOZULMASINA ), aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek bozulan kısımları hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme`ye gönderilmesine, esasta oybirliğiyle, Mahkeme kararının gerekçesi değiştirilerek onanan kısmı yönünden gerekçede oyçokluğuyla karar verildi.
GEREKÇEDE KARŞI OY
Mahkeme kararının, 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin iptaline ilişkin kısmı ve gerekçesi hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir nedende bulunmadığından, aynen onanması gerekirken, bu kısmın gerekçesi değiştirilerek onanması yönündeki çoğunluk kararına karşıyım.
DANIŞTAY 6. DAİRE Esas : 2010/9076 Karar : 2011/469 Tarih : 7.03.2011
- İYUK 28. Madde
Dava, Sivas İli, Yıldızeli İlçesi, Fatih Sultan Mehmet Mahallesi, … ada, … sayılı parselde kayıtlı taşınmazın sahibi olan davacının parseline komşu olan … sayılı parsel için verilmiş olan yapı ruhsatının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; … sayılı parseli de kapsayan alanda Yıldızeli Belediye Meclisi`nin 03.11.2008 günlü, 111/3 sayılı kararı ile plan değişikliği yapıldığı, … sayılı parselin 2008 yılı imar planı ile ayrık nizam 4 kat 0.30/1.20 emsal yapılaşma olanağına sahip iken, değişiklik ile blok nizam 5 kat, E(emsal):3.50 haline dönüştürüldüğü, bu imar planı değişikliğinden sonra … ada, … sayılı parsele dava konusu yapı ruhsatının verildiği, imar plan değişikliğinin iptali istemiyle yapılan 05.05.2009 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, Sivas İdare Mahkemesinin 21.05.2010 tarihli, E:2009/1200, K:2010/515 sayılı kararıyla bu işlemin iptal edildiği, bakılmakta olan davanın ise söz konusu plan değişikliği sonrası verilen yapı ruhsatının iptali istemiyle açıldığı, bu durumda yargı kararı ile iptal edilen plan değişikliği esas alınarak düzenlenen yapı ruhsatının da hukuka aykırı hale geldiği gerekçesiyle iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idare ile müdahil vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlıkta inşaat ruhsatına göre yapının süresi içinde tamamlanıp tamamlanmadığı ve buna göre davacının kazanılmış hakkının bulunup bulunmadığı önem kazanmaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 28.maddesinin 4001 sayılı Yasanın 13.maddesi ile değişik birinci fıkrasında: Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında, bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir hükmü yer almıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu`nun Ruhsatsız veya Ruhsat ve Eklerine Aykırı Olarak Başlanan Yapılar başlıklı 32.maddesinde ise: “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.
Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır.
Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mührün kaldırılmasını ister.
Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.
Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir” kuralı yer almıştır.
2577 sayılı Yasa`nın 28.maddesi uyarınca, uyuşmazlık konusu yapıların yapımına dayanak oluşturan uygulama imar planının iptali ya da yürütmesinin durdurulması kararı üzerine, davalı idarece bu kararın gereklerine göre gecikmeksizin uygulanması amacıyla, plana göre yapılmakta olan yapıların mevcut durumunun tespitine yönelik olarak 3194 sayılı Yasanın 32. maddesine göre inşai faaliyete devam edilmesinin tedbir olarak mühürlenmek suretiyle durdurulması gerekmektedir.
Bu şekilde, uygulama imar planına karşı açılan davanın yargılama süreci içerisinde verilecek kararlar ile bu kararlar üzerine, yeniden yapılacak olan imar planında inşai faaliyeti durdurulan yapılar için öngörülen durumun, mevcut ruhsatın bu plana uygun olduğu ve inşai faaliyetin devam edilmesini engelleyen bir yönünün bulunmadığının tespiti halinde mühürlemenin sona erdirilerek inşai faaliyetin, mevcut ruhsatına göre devamına izin verilmesi gerektiği, aksine bir durumun tespitinde ise, yeni yapılan imar planına aykırı olan yapı ruhsatının iptali yoluna gidileceği tabiidir. Ancak, yapı için yargı kararlarından önce, yapının inşaat ruhsatına uygun yapıldığının belirlenmesi halinde, yapı ya da yapı kısımları için inşaatın bittiği ve kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan maddi olay ve hukuki çerçeve içerisinde, İdare Mahkemesince dava konusu yapı ruhsatı hakkında yeniden karar verilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Sivas İdare Mahkemesince verilen 09.06.2010 günlü, E:2009/887, K:2010/675 sayılı kararın bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 07.03.2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Uyuşmazlığın esasını yargı yerince hukuka aykırılıkları saptanarak iptal edilen imar planlarının yürürlükte olduğu süre içerisinde bu planlara uygun olarak verilmiş olan inşaat ruhsatlarının ve bu ruhsatları dayalı olarak yapılmış olan yapıların kazanılmış hak doğurup doğurmadığı hususu oluşturmaktadır.
İmar planları objektif nitelikte düzenleyici işlemlerdir ve tesis edildikleri usule uygun olarak kaldırılmaları veya değiştirilmeleri mümkündür. Planların idarece kaldırılması veya değiştirilmesi durumunda bu planların yürürlükte oldukları süre içerisinde ve bu planlara dayalı olarak tesis edilen bireysel işlemlerin kişiler bakımından sübjektif nitelikte kazanılmış hak doğuracağı tabiidir. İdari işlemlerin geriye yürümeyeceğine ilişkin idare hukuku ilkesi ile bu gibi durumlarda kazanılmış hakların korunması ve idari istikrarın sağlanması amaçlanmıştır. Ancak bu şekilde bir kazanılmış hakkın var olduğu hallerde idari işlemin ve dayanağı olan düzenleyici işlemin hukuka uygun olduğu konusunda bir tartışma da mevcut değildir.
Tartışma idari işlemin dayanağı olan düzenleyici işlemin yargı yerince iptal edilmiş olması halinde ortaya çıkmaktadır. Zira bu durumda işlem hukuka aykırılığı tespit edilerek iptal edilmekle tesis edildiği tarih itibariyle hiç var olmamış gibi bütün sonuçlarıyla ortadan kalkmaktadır.
İmar planının yargı yerince iptal edilmesi durumunda, kazanılmış hakkın varlığını iki ayrı hukuki duruma göre irdelemek gerekir.
Yargı yerince iptal edilen plana dayalı olarak verilmiş olan inşaat ruhsatının idarece iptal edilmesi veya söz konusu ruhsatla ilgili olarak açılmış bir davanın mevcut olması halinde her ne kadar ruhsat işlemi tesis edildiği tarihte plana uygun ise de hukuka aykırılığı saptanan plana ilişkin olarak verilen iptal kararı nedeniyle imar planı tesis tarihi itibariyle yürürlükten kalkacağından inşaat ruhsatının da hukuki dayanağı kalmayacağı ve iptali gerekeceği tabiidir.
Aksi görüş yargı yerince hukuka aykırılığı tesbit edilerek iptal edilen ve tesis edildiği tarih itibariyle yürürlükten kalkan bir düzenleyici işleme dayanılarak tesis edilmiş ve dava konusu da edilmiş bir işleme rağmen ileriye yönelik bir kazanılmış hakkın tanınması sonucunu doğurur ki bu durumunun kısaca tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olduğu devlet biçimi olarak tanımlayabileceğimiz Hukuk Devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı aşikardır.
Nitekim, iptal edilen düzenleyici normlara göre kazanılmış hakların korunması amacına yönelik olarak Anayasa`nın 153.maddesi ile getirilen “iptal kararları geriye yürümez” hükmüne rağmen, yargı yerlerinde görülmekte olan davaların Anayasa Mahkemesince iptal edilen hükümler dikkate alınarak çözümlenmesinin Hukuk Devleti ilkesine uygun olduğu içtihatlarla benimsenmiştir.
Bu gibi durumlarda kazanılmış hakkın varlığı söz konusu olmamakla birlikte, açık hata, ilgilinin hilesi veya kusuru ile tesis edilmemiş olması kaydıyla hukuka aykırı olan bu işlemlerin yürürlüklerini sürdürdükleri zaman içerisinde ilgili kişiler bakımından geçmişe dönük olarak sağladıkları sübjektif hakların parasal olarak karşılığının idarece tazmini, bir başka deyişle, kişilerin bu işlemler sebebiyle uğradıkları zararlarının hizmet kusurunun varlığından bahisle açacakları tam yargı davasına konu etmeleri mümkündür.
Yargı yerince iptal edilmiş olan imar planlarına dayalı olarak verilmiş yapı ruhsatının idarece iptal edilmemesi ve dava konusu da edilmemesi halinde ise, ruhsat hukuken varlığını sürdüreceğinden bu ruhsatlara göre yapılmış inşaatlarda kazanılmış hakkın varlığı söz konusu olacaktır. Ancak bu durumda dahi hukuka aykırı olan bu işleme dayalı kazanılmış hakkın koşulsuz olmadığı, kamu düzenini bozucu, kamu hizmetinin gereklerini ve kamu yararını engelleyici nitelikteki kazanılmış hakkın geleceğe yönelik olarak aynen korunamayacağı, idarenin kaldırma veya değiştirme işlemi ile kazanılmış hakkı ortadan kaldırabileceği ancak mağduriyetin tazminat davasına konu olacağı bu durumun Hukuk Devletinin gereği olduğu doktrinde kabul edilmektedir.
Aksi takdirde 3194 sayılı İmar Kanunu`nun 3.maddesinde “Her hangi bir saha, her ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatla kullanılamaz.” şeklinde ifade edilen “genel esas”a rağmen yargı yerince iptal edilen planla yapılanma koşulları veya fonksiyonu değiştirilmiş olan bir sahada fonksiyona aykırı olan bir yapılaşmanın oluşması ve geleceğe yönelik olarak korunmasına hukuken olanak yaratılmış olur ki bu durumun idari işlemlerin tümünün ortak maksadı olan kamu yararının ve kamu düzeninin temini bakımından mümkün olamayacağı tabiidir.
Somut olayda yapı ruhsatının iptali istemiyle bu davanın açıldığı anlaşılmakta olup; yapı ruhsatına dayanak alınan imar planının hukuka aykırılığı saptanarak yargı yerince iptal edilmiş olması karşısında inşaat ruhsatının da dayanağının kalmadığı, hukuka aykırı olan ruhsata göre inşa edilen yapının ilgiliye ileriye yönelik olarak koşulsuz bir kazanılmış hak tanımasının üstün kamu yararı bakımından olanaklı olmadığı dava konusu yapı ruhsatının da iptali gerekeceğinden mahkeme kararının onanması gerektiği oyu ile bozma kararına katılmıyorum.
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/18548 Karar : 2017/17578 Tarih : 26.12.2017
- İYUK 28. Madde
Borçlu vekili, 6552 sayılı Kanun’un 28. maddesi ile değiştirilen 5502 sayılı Kanun`un 36. maddesi gereğince borçlu idareye ödeme için başvurulmadan takip başlatıldığından bahisle takibin iptalini talep etmiştir.
Mahkemece, usulüne uygun yapılmış bir başvuru bulunmadığı ve takip tarihinden sonra ödeme yapıldığı gerekçesiyle takibin iptaline karar verilmiş olup hüküm alacaklı vekilince duruşma talepli olarak temyiz edilmiştir.
1-Şikayette konu talep niteliği itibarıyla duruşmaya tabi işlerden olmadığından duruşma isteminin reddine,
2-Alacaklı vekilince 2577 sayılı Yasa gereği idareye ödeme talebi için 13.4.2015 tarihli başvurusu neticesinde idare tarafından 08.05.2015 tarihinde avukat vekaletname suretinin, 11.5.2015 tarihinde ise serbest meslek makbuzunun eksik olması sebebi ile bu belgelerin istenmiş olduğu anlaşılmıştır.
6352 sayılı Yasa’nın 58. maddesi ile Değişik 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 28/2. maddesi “… Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur…” hükmünü içermektedir.
Anılan Yasa maddesine göre İdareye yazılı olarak başvurulması yeterli olup, bu başvurunun yapıldığı taraflar arasında ihtilaf konusu değildir. İhtilaf, icra takibine geçilmeden önce yazılı başvuru dışında ayrıca alacaklı vekilinin ilama konu alacağın ödenmesi için serbest meslek makbuzu ibraz etmesinin zorunlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bu konuda 2577 sayılı Yasa`nın 28. maddesinde özel bir düzenleme bulunmadığından ilamın takibe konulması için anılan makbuzun ibrazına ilişkin sürecin beklenmesine gerek yoktur. Bu durumda Mahkemece, idarenin 30 günlük yasal ödeme süresi borçlu idareye ilk başvuru tarihi 13/04/2015 itibariyle geçtiğinden şikayetin reddi yerine kabulü ile takibin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
Kaldı ki, borçlu İcra Mahkemesine başvurusunda, ödeme iddiasına dayanmadığı halde, talep aşılarak ödemeye dayanılarak varılan sonuç da doğru değildir.
SONUÇ: Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK`nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 26.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas : 2014/8769 Karar : 2017/2583 Tarih : 13.06.2017
- İYUK 28. Madde
Her ne kadar suç tarihinde … Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı olarak görev yapmakta olan sanığın, aynı Üniversitenin Maden Mühendisliği Bölüm Başkanlığına bu bölümde tek Profesör olarak görev yapmakta olan katılan … yerine Doç. Dr….’ın atanmasına ilişkin 22/10/2009 gün ve 1709 sayılı Dekanlık işleminin iptaline yönelik Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 06/01/2011 gün, 2010/161 E. 2011/3 K. sayılı kararının gereğini 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesi uyarınca 30 gün içinde yerine getirmemesi nedeniyle sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 257/1 ve 53. maddeleri uyarınca adli görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açılmış ise de;
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun, Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının, görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlar hakkında uygulanacak ceza soruşturması usulünü gösteren 53. maddesinin (c) bendinde, Yükseköğretim Kurulu Başkanı dışındakiler için ilk soruşturmanın, Yükseköğretim Kurulu Başkanınca veya diğer disiplin amirlerince doğrudan veya görevlendirecekleri soruşturmacı tarafından yapılacağı, son soruşturmanın açılıp açılmamasına ise, fakülte dekanları yönünden rektörün başkanlığında rektörce görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik kurulun karar vereceğinin anlaşılması karşısında,
Fakülte dekanı olarak görev yapan sanığa isnat edilen ve 3628 sayılı Kanunun 17. maddesinde sayılmayan görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin olarak 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 53. maddesinde belirtilen şekilde ceza soruşturması açılıp yetkili kuruldan son soruşturma kararı alınmadan, durma kararı verilmesi yerine yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK`nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 13/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas : 2009/16790 Karar : 2010/13075 Tarih : 23.12.2010
- İYUK 28. Madde
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Mehmet Yıldız tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
Davacı, dava dışı Mehmet Güzel, Güzel İnşaat Ltd.Şti. işyerinde 20.4.1992-10.3.1994 , 4.10.1995-25.4.2002 tarihleri arasında 506 sayılı Yasa kapsamında zorunlu sigortalı olarak çalıştığının Mersin 1 .İş Mahkemesinin 2002/624 Esas , 2004/361 Karar sayılı kararıyla hüküm altına alındığını, kararın Yargıtay onamasından geçerek kesinleştiğini,davalı Kurumca tesbitine karar verilen sürelerin primlerinin ödenmediği gerekçesiyle kesinleşen Mahkeme kararının gereğinin yerine getirilmediğini ileri sürerek,Mahkemece tesbit edilen hizmet süresinin prim tahsiline gerek kalmadan davacının hizmet süresine eklenmesi gerektiğinin tesbitini istemiştir.
Mahkemece, davanın kabulü ile, davacı Murat Demir`in Mersin 1. İş mahkemesinin 2002/624 Esas, 2002/361 Karar sayılı ilamında 20/04/1992-10/03/1994 , 04/10/1995-25/04/2002 tarihleri arasında işverenler Mehmet Güzel ve Güzel İnşaat Ltd Şirketinde asgari ücret ile sürekli çalıştığının tespitine karar verildiğinden, primlerin tahsilinde Sosyal Güvenlik Kurumu görevli ve yetkili olduğundan tespit edilen hizmetin davacının hizmet cetveline yazılarak ,hizmet cetvelinde görülmesinin sağlanmasına, karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının Mersin İş Mahkemesinde 05.06.2002 tarihinde 01.01.1990-24.05.2002 tarihleri arasında 506 sayılı Yasa`ya tabi zorunlu sigortalı olarak çalıştığının tesbiti için davalı Kurum ve işverenler aleyhine hizmet tespiti davası açtığı,Mahkemece 08.06.2004 tarih 2002/624 E, 2004/361 K.sayılı kararla, davacının 20.04.1992-10.03.1994 arası ve 04.10.1995-25.04.2002 tarihleri arasında sigortalı çalıştığının tespitine karar verildiği, kararın Dairemizce 29.03.2005 tarih 2004/10582 E, 2005/3096 K sayılı ilam ile onanarak kesinleştiği, davalı Kurumca primlerin tahsil zamanaşımına girdiği belirtilerek, primler tahsil edilmeden davacıya hizmet kazandırılmayacağının bildirildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık; davalı Kurumun, kesinleşen yargı karan ile hüküm altına alınan sigortalılık süreleri yönünden, kararın aksine işlem yapıp yapamayacağı,kesinleşen mahkeme kararlarının uygulanması için yeni bir tespit davası açılması gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; “dava şartı” ile “kesin hüküm” kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması da (olumsuz) dava şartıdır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (HUMK m. 237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından hüküm verilmesine kadar varolmalıdır.
Öte yandan, Anayasanın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.
Benzeri bir hükme 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinde de yer verildiği görülmektedir. Anılan maddede yer verilen, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur” normu ile Anayasanın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirilmektedir.
Anayasa hükmü karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Nitekim Yasa Koyucu, görevlilerin yargı kararlarına uymamalarının, yada uygulamış gibi görünüp, yargı kararının sonuçlarını etkisiz hale getirmeye yönelik eylemlerinin kişisel hakların çiğnenmesine yol açacağı, devlete olan güveni sarsacağı ve adalete olan inancı zayıflatacağı düşüncesiyle, “keyfi” davranan görevlilerin eylemlerini TCK kapsamında yaptırıma bağlamıştır. Gerek öğretide, gerekse sapma göstermeyen Yargısal içtihatlarda, yargı kararlarını uygulamamanın salt kişisel kusuru oluşturacağı benimsenmiştir.
Mahkeme kararlan, yasal yöntemi ile ortadan kalkmadıkça hukukun gerçeğini belgeleyen hükümler olarak uygulanması zorunlu yaptırım gücüne sahip belgelerdir. Bu yaptırım gücünün, herhangi bir nedene dayanılarak ve dayanılan nedenin haklılığı ileri sürülerek etkisiz hale sokulması ya da zafiyete uğratılması hukuk devletinde kabul edilemez.
Gerçekte de bireylerin devlete karşı güven duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını serbestçe, korkusuzca geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır. Hukuk devleti ilkelerinin yaşama geçirilmesi, amacının sağlanması için bağımsız yargı kararlarına uymak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Tüm bu kurallar, yargı kararlarının etkinliğini artırmaya, keyfiliği önlemeye, hukukun üstünlüğü ve adalet kavramlarının yaşama geçirilmesini temine yöneliktir.
Öte yandan 506 sayılı Yasa`nın 79/10.maddesinde “yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların çalışmalarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayılarının nazara alınacağı” belirtilmiştir. Yasada başka bir koşul öngörülmemiş olup, prim borçlarının ödenmesinden işverenler sorumlu olduğuna, ödenmeyen primlerin tahsil ve takibinden de kurum yetkili ve görevli bulunduğuna göre, yasanın öngördüğü şekilde çalışmaları bildirmeyen işveren ve çalışmayı tespit etmeyen Kurumun bu davranışlarının sonucu sigortalıya yüklenmemelidir. Aksi bir düşünce sigortalının hiçbir zaman yaşlılık aylığına ulaşamaması gibi bir sonucu da doğurabilir, bu da sosyal güvenlik ilkeleri ile bağdaşmaz.
Somut olayda, 20.04.1992-10.03.1994 , 04.10.1995-25.04.2002 tarihleri arasındaki sigortalılık süresi yönünden daha önce verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkeme kararı vardır. Eldeki davanın birkısım tarafları, konusu ve maddi vakıaları önceki dava ile aynı olup, kesin hükmün varlığı ortadadır. Hal böyle olunca ,davacının kesinleşen Mahkeme kararlarını uygulamayan ilgili kamu görevlileri hakkında Türk Ceza Kanunu kapsamında suç duyurusunda bulunarak kararların uygulanmasını sağlaması gerektiği gözetilerek davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2009/2549 Karar : 2009/14102 Tarih : 14.12.2009
- İYUK 28. Madde
Davacı G… Ş… vekili Avukat O… tarafından, davalı Maliye Bakanlığı ve Y.. Ş.. aleyhine 03/03/2008 gününde verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 22/10/2008 günlü kararın Yargıtay`ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının, davalılardan Y.. Ş…`ye yönelik temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davacının, diğer davalı Maliye Bakanlığı`na yönelik temyiz itirazına gelince, dava idari yargı kararının uygulanmaması nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davalılar hakkındaki istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası`nın 28/3. maddesi gereğince, idari yargı kararlarının uygulanmaması durumunda idare hakkında Danıştay ve ilgili idare mahkemesinde tazminat davası açılabilir. Bu yasal düzenleme uyarınca idari yargı kararının uygulanmaması nedeniyle idare aleyhine açılmış olan davaya bakma görevi idari yargı yerine aittir. Mahkemelerin görevi kamu düzenine ilişkin olup taraflarca ileri sürülmese bile yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilmelidir.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalılardan Maliye Bakanlığı yönünden, yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, onun hakkında da işin esası incelenerek, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
Temyiz olunan kararın (2) sayılı bentte gösterilen nedenlerle davalılardan Maliye Bakanlığı yönünden ( BOZULMASINA ), davacının diğer davalıya yönelik temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle ( REDDİNE ), oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 5. DAİRE Esas: 2013/10471 Karar: 2014/1351 Tarih: 27.02.2014
- İYUK 28. Madde
Sağlık Bakanlığı bünyesinde radyasyonla çalışan sağlık personeli olarak görev yapan davacı, günlük çalışma süresini 5 saatten 9 saate çıkaran 8.10.2007 tarih ve 21025 Sayılı Genelgenin yargı kararıyla iptal edildiğinden bahisle, söz konusu Genelge uyarınca günlük 5 saatin üzerinde kalan fazla çalışmalarının parasal karşılığının ödenmesi isteğiyle yaptığı başvurunun reddine dair işlemin iptali ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle dava açmıştır.
Temyiz edilen İdare Mahkemesi kararıyla; davaya konu işlemin iptaline ve fazla çalışmadan kaynaklanan parasal haklarının davacıya ödenmesine hükmedilmiştir.
Davalı idare, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Dava Açma Süresi” başlıklı 7. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrasında, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde idare mahkemelerinde altmış gün olduğu belirtilmiş; “Üst Makamlara Başvurma” başlıklı 11. maddesinde, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurunun, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı kurala bağlanmış; aynı Kanunun “İdari Makamların Sükutu” başlıklı 10. maddesinde ise, ilgililerin, haklarında idari bir davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için İdari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı ve ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri kuralı getirilmiş; “İptal ve Tam Yargı Davaları” başlıklı 12. maddesinde de, ilgililerin haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilecekleri, bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma haklarının saklı olduğu hükmü yer almıştır.
Dosyanın incelenmesinden; 2368 Sayılı Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanunun 2. maddesinin 28.3.2007 günlü, 5614 Sayılı Kanun ile değiştirilerek kamu sağlık personelinin haftalık çalışma süresinin genel olarak 45 saat, mesai saatleri dışında serbest olarak çalışanların ise 40 saat olarak belirlenmesi üzerine, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 8.10.2007 günlü, 21025 Sayılı Genelgesiyle radyasyonla çalışan kamu sağlık personelinin mesailerinin, Kamu Sağlık Hizmetlerinde İyonlaştırıcı Radyasyon Kaynakları İle Çalışan Personelin Radyasyon Doz Limitleri Hakkında Yönetmelikte öngörülen doz limitleri içerisinde kalmak kaydıyla 45 saat, mesai saatleri dışında serbest çalışanlar için ise 40 saat olarak uygulanması hususunun Valiliklere duyurulması ile radyasyonla çalışan kamu sağlık personelinin günlük çalışma süresinin 8.10.2007 tarihinden itibaren 9 saat olarak uygulanmasına başlandığı, açılan bir davada söz konusu Genelgenin, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 1.5.2008 günlü, YD. İtiraz No:2008/417 Sayılı kararıyla yürütülmesinin durdurulması üzerine Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce yayımlanan 7.8.2008 günlü, 30218 Sayılı Genelge ile, anılan yargı kararı gereğince radyasyonla çalışan kamu sağlık personelinin günlük mesailerinin 5 saat olarak düzenlenmesi hususunun Valiliklere duyurulması ile radyasyonla çalışan kamu sağlık personelinin günlük çalışma süresinin 9 saat olarak uygulanmasına son verilerek 7.8.2008 tarihinden itibaren 5 saat olarak uygulanmasına geri dönüldüğü; davacının 8.10.2007 tarih ve 21025 Sayılı Genelge uyarınca günlük mesaisinin 5 saatten 9 saate çıkarıldığı dönemde yaptığı çalışmaların fazla çalışma kapsamında kaldığından bahisle söz konusu Genelge uyarınca günlük beş saatin üzerindeki fazla çalışmalarının parasal karşılığının ödenmesi isteğiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine, söz konusu işlemin iptali ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle 13.11.2012 tarihinde temyizen incelenmekte olan davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Dava, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 8.10.2007 günlü, 21025 Sayılı Genelgesinden kaynaklanan bir tam yargı davasıdır. Dolayısıyla, işlemden doğan tam yargı davasının, işlem tarihine göre hesaplanacak dava açma süresi içinde açılmış olması halinde uyuşmazlığın esası yönünden inceleneceği tabiidir. Anılan Genelge tarihinden itibaren tabi olduğu çalışma saatlerindeki belirgin artış sebebiyle bu artışın nedenini oluşturan Genelgeden haberdar olan davacının, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, 8.10.2007 tarihinden itibaren altmış gün içinde, ya da yukarda değinilen 11. maddeye göre idareye başvurduktan sonra aldığı cevaba göre hesaplanacak süre içinde söz konusu Genelgeden kaynaklanan zararlarının tazmini istemiyle dava açması gerekirken, bu sürelerin dolmasından çok sonra, 13.11.2012 tarihinde açmış olduğu tam yargı davasının esasının süre aşımı sebebiyle incelenmesine imkan bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, Genelgeye karşı dava açmamış olan davacının, başka bir dava sonucunda bu düzenleyici işlemin iptali üzerine idareye başvurarak 2577 Sayılı Kanunun 28. maddesi kapsamında parasal haklarının tazminini isteyebilmesi mümkün olmadığı gibi, bu davanın 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesinde belirtilen, iptal karan üzerine açılmış bir tazminat davası olarak nitelendirilmesi olanağı da bulunmamaktadır.
Tazminat istemi 2007 yılı Genelgesine dayandırıldığı için, davacının idareye yaptığı başvurunun davaya konu olabilecek bir işlem tesisi amacıyla yöneltilmiş bir başvuru olarak kabulü ve bu suretle 2577 Sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında vasıflandırılması da olanaksızdır.
Bu bakımdan, süre aşımı yönünden davanın reddi gerekirken işin esası yönünden karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle, İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce verilen 28.3.2013 günlü, E:2012/2116, K:2013/678 Sayılı kararın 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkras 1/b fıkrası uyarınca BOZULMASINA, aynı maddenin 3622 Sayılı Kanun’la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, 27.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 3. DAİRE Esas: 2013/5121 Karar: 2014/283 Tarih: 29.01.2014
- İYUK 28. Madde
Davacı şirket tarafından, kod listesine alınma işleminin iptaline dair yargı kararının geç uygulanması sebebiyle 90.000,00-TL maddi ve 30.000,00-TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle açılan davayı reddeden Mahkeme kararı temyiz edilmiştir.
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler, kararın maddi tazminat istemi yönünden davanın reddine dair hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
Anayasanın 2. maddesindeAnayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında “yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” yolunda kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin 4001 Sayılı Kanun ile değişik 1. fıkrasındaki “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına dair kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiç bir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez” şeklindeki hükümle Anayasanın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddenin 3. fıkrasında da; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay veya ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Anayasanın 2. maddesindeAnayasanın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar geçen sürede yargı kararını uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede, kararların derhal uygulanması ilkesi benimsenmiş olup, her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı olduğu kurala bağlanmıştır. Diğer taraftan, Anayasanın 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulanmış; bu bağlamda olmak üzere 129. maddenin 1. fıkras 1. fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları hükme bağlanarak Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden de teyit edilmiştir. Bu sebeple bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması, hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.
Olayda İstanbul 9.Vergi Mahkemesi’nin 24.01.2011 gün ve E:2009/3292, K:2011/92 Sayılı kararının söz konusu kararı uygulayacak olan idareye 09.02.2011 tarihinde tebliğ edildiği, 2577 Sayılı Kanun’un 28. maddesi uyarınca karar gereğinin bu tarihten itibaren geciktirilmeksizin ve en geç otuz gün içinde yerine getirilmesi gerekirken davacının yaklaşık on beş ay sonra 23.05.2012 tarihinde özel esaslardan çıkarıldığı, buna göre anılan kararın zamanında yerine getirilmediği ve böylece yargı kararının geç uygulanması suretiyle ağır hizmet kusuru işlendiği ve davacı şirketin tekrar dava açmasına sebebiyet verildiği anlaşılmakta olup, davacı tarafından kararın geç uygulanması sebebiyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine yönelik vergi mahkemesi kararının açıklanan hukuksal nedenler çerçevesinde yeniden yapılacak değerlendirme sonucuna göre karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kısmen reddi ile İstanbul 4. Vergi Mahkemesi’nin 19.10.2012 gün ve E:2011/2386, K:2012/2691 Sayılı kararının maddi tazminat istemi yönünden davanın reddine dair hüküm fıkrasının onanmasına, manevi tazminat istemi yönünden davanın reddine dair hüküm fıkrasına yöneltilen temyiz isteminin kabulüyle, kararın sözü edilen hüküm fıkrasının bozulmasına, yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, 29.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 12. DAİRE Esas: 2012/2857 Karar: 2013/11887 Tarih: 20.12.2013
- İYUK 28. Madde
657 sayılı Yasa’nın 127. maddesindeki zamanaşımı süreleri, idarenin disiplin suçundan haberdar olmasından ilk defa disiplin cezası verilmesine kadarki süreçte dikkate alınacak süreler olup, idare tarafından söz konusu sürelere riayet edilerek disiplin cezası vermesi halinde, idarenin zamanaşımı sürelerine uyma yükümlülüğünü yerine getirdiğinin kabulü gerekmektedir.
Disiplin cezası verildikten sonraki itiraz süreci veya onay süreci ( disiplin cezasının idari anlamda kesinleşme süreci ) dikkate alınmayacağı gibi, idari yargıda dava açılması halinde; yargılama sürecinde geçen süreler ve bozma kararı verilmesi halinde, kararın gerekçesi idareye yeni bir disiplin işlemi yapma yetkisi tanıyor ise idarenin yeni bir disiplin işlemi tesis etmesi aşamasında söz konusu zamanaşımı sürelerinin artık öne sürülemeyeceği açıktır.
Diğer bir deyişle 657 sayılı Yasa’nın 127. maddesindeki zamanaşımı düzenlemesinin, idare tarafından ilk defa disiplin işlemi tesis edilmesi aşamasında göz önüne alınacak bir müessese olduğu ve ilgili hakkında bu süreler içinde bir disiplin cezası verilmekle birlikte hükmünü doğuracağı anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte, disiplin cezalarına karşı açılan idari yargıda açılan davalarda verilen iptal kararlarının gerekçesinin, idareye ilgili hakkında başka bir disiplin işlemi tesis etme olanağı tanıması halinde, 2577 sayılı Yasa’nın 28/1. maddesi uyarınca Yargı kararının gereğini yerine getirmekle yükümlü olan idarenin, zaman geçirmeksizin harekete geçerek makul süreler içinde işlem tesis etmeleri gerektiği, buna karşılık yargı kararının gereğini yerine getirirken 657 sayılı Yasa’nın 127/2. maddesi hükmünün ilgilinin sürekli ceza tehdidi altında bırakılmasını önleme fonksiyonu gereği, kararın idarelerine tebliğ edildiği tarihten itibaren her halükarda 2 yıl zarfında disiplin işlemlerini sonuçlandırmaları gerektiği açıktır.
Nitekim Danıştay Onikinci Dairesinin 02.12.2013 günlü, E:2010/5239, K:2013/9337 sayılı kararı ile 10.12.2013 günlü, E:2010/9547, K:2013/10337 sayılı kararları da bu yöndedir.
Olayda; İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 29.06.2010 günlü, E:2010/41, K:2010/1225 sayılı kararının davalı idareye yeni bir disiplin işlemi tesis etme yetkisi tanıdığı ve kararın tebliğ tarihi dosyadan anlaşılamamakla birlikte, karar tarihinden yaklaşık 3 ay sonrasında tesis edilen disiplin işleminin makul bir süre içinde sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, uyuşmazlığın usul ve esasa ilişkin diğer yönlerden incelenerek karara bağlanması gerekirken, zamanaşımı süresinin geçirildiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmadığından, temyiz isteminin kabul edilerek kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği düşünüldü:
KARAR : Dava, İstanbul - Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Müdür Yardımcısı olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Yasa’nın 125/B-a maddesi uyarınca kınama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 06.10.2010 gün ve 237574 işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 31.10.2011 günlü, E:2010/2610, K:2011/1596 sayılı kararıyla; davacıya 26.10.2009 gün ve 199357 sayılı işlemle verilen 1/10 oranında aylıktan kesme cezasının, İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 29.06.2010 günlü, E:2010/41, K:2010/1225 sayılı kararıyla; “davacının kusurlu fiillerinin bulunmasına karşılık, kasıtla hareket ettiğinin ortaya konulamadığı, bu durumda isnat edilen disiplin suçunun kasıt unsuru ortaya konulmaksızın verilen disiplin cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı” gerekçesiyle iptali üzerine dava konusu işlem tesis edilmiş ise de, disiplin cezasına konu fiilin işlendiği öne sürülen ihalenin 30.10.2007 tarihinde yapılmasına karşılık fiil tarihinden yaklaşık 3 yıl geçtikten sonra 6.10.2010 tarihinde verilen disiplin cezasında 657 sayılı Yasa’nın 127/2. maddesinde öngörülen 2 yıllık ceza 0 zamanaşımı süresinin geçirilmiş olması nedeniyle hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
Davalı idare, İdare Mahkemesi kararının hukuk ve usule aykırı olduğunu öne sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Zamanaşımı” başlıklı 127. maddesinde; “Bu Kanunu’n 125’inci maddesinde sayılan fiil ve halleri işleyenler hakkında, bu fiil ve hallerin işlendiğinin öğrenildiği tarihten itibaren;
a ) Uyarma, kınama, aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezalarında bir ay içinde disiplin soruşturmasına,
b ) Memurluktan çıkarma cezasında altı ay içinde disiplin kovuşturmasına, başlanmadığı takdirde disiplin cezası verme yetkisi zamanaşımına uğrar.
Disiplin cezasını gerektiren fiil ve hallerin işlendiği tarihten itibaren nihayet iki yıl içinde disiplin cezası verilmediği takdirde ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrar.” hükmü yer almaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararların sonuçları” başlıklı 28/1. maddesinde; “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında, bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; İstanbul - Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Müdür Yardımcısı olarak görev yapan davacının, 30.10.2007 tarihinde yapılan 3 yıllık malzemeli genel temizlik hizmeti alımı ihalesinde, ihale komisyonu üyesi olarak gerçekleştirdiği öne sürülen fiilleri nedeniyle 657 sayılı Yasa’nın 125/C-a maddesi uyarınca 1/10 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 26.10.2009 gün ve 199357 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada; İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 29.06.2010 günlü, E:2010/41, K:2010/1225 sayılı kararıyla; “ihale sürecinde davacının kusurlu fiillerinin bulunmasına karşılık, kasıtla hareket ettiğinin ortaya konulamadığı, bu durumda isnat edilen disiplin suçunun kasıt unsuru ortaya konulmaksızın verilen disiplin cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı” gerekçesiyle dava konusu işlemin iptal edildiği, bu karar üzerine yargı kararını uygulamak üzere harekete geçen davalı idarenin, davacının kusurlu bulunan fiili nedeniyle 06.10.2010 gün ve 237574 sayılı işlemle davacıya kınama cezası vermesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
657 sayılı Yasa’nın 127. maddesindeki zamanaşımı süreleri, idarenin disiplin suçundan haberdar olmasından ilk defa disiplin cezası verilmesine kadarki süreçte dikkate alınacak süreler olup, idare tarafından söz konusu sürelere riayet edilerek disiplin cezası vermesi halinde, idarenin zamanaşımı sürelerine uyma yükümlülüğünü yerine getirdiğinin kabulü gerekmektedir.
Öte yandan, zamanaşımı sürelerinin hesabında disiplin cezası verildikten sonraki itiraz süreci veya onay süreci ( disiplin cezasının idari anlamda kesinleşme süreci ) dikkate alınmayacağı gibi, idari yargıda dava açılması halinde, yargılama sürecinde geçen süreler ile bozma kararı verilmesi halinde kararın gerekçesi idareye yeni bir disiplin işlemi yapma yetkisi tanıyor ise idarenin yeni bir disiplin işlemi tesis etmesi aşamasında söz konusu zamanaşımı sürelerinin artık öne sürülemeyeceği açıktır.
Diğer bir deyişle 657 sayılı Yasa’nın 127. maddesindeki zamanaşımı düzenlemesinin, idare tarafından ilk defa disiplin işlemi tesis edilmesi aşamasında göz önüne alınacak bir müessese olduğu ve ilgili hakkında bu süreler içinde bir disiplin cezası verilmekle birlikte hükmünü doğuracağı anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte, disiplin cezalarına karşı idari yargıda açılan davalarda verilen iptal kararlarının gerekçesinin, idareye ilgili hakkında başka bir disiplin işlemi tesis etme olanağı tanıması halinde, 2577 sayılı Yasa’nın 28/1. maddesi uyarınca Yargı kararının gereğini yerine getirmekle yükümlü olan idarenin, zaman geçirmeksizin harekete geçerek makul süreler içinde işlem tesis etmeleri gerektiği, buna karşılık yargı kararının gereğini yerine getirirken 657 sayılı Yasa’nın 127/2. maddesi hükmünün ilgilinin sürekli ceza tehdidi altında bırakılmasını önleme fonksiyonu gereği, kararın idarelerine tebliğ edildiği tarihten itibaren her halükarda 2 yıl zarfında disiplin işlemlerini sonuçlandırmaları gerektiği açıktır.
Nitekim Dairemizin 02.12.2013 günlü, E:2010/5239, K:2013/9337 sayılı kararı ile 10.12.2013 günlü, E:2010/9547, K:2013/10337 sayılı kararları da bu yöndedir.
Olayda; İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 29.06.2010 günlü, E:2010/41, K:2010/1225 sayılı kararının davalı idareye yeni bir disiplin işlemi tesis etme yetkisi tanıdığı ve kararın tebliğ tarihi dosyadan anlaşılamamakla birlikte, karar tarihinden yaklaşık 3 ay sonrasında tesis edilen disiplin işleminin makul bir süre içinde sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, uyuşmazlığın usul ve esasa ilişkin diğer yönlerden incelenerek karara bağlanması gerekirken, zamanaşımı süresinin geçirildiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle İstanbul 6. İdare Mahkemesince verilen 31.10.2011 günlü, E:2010/2610, K:2011/1596 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/b fıkras 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 20.12.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 6. DAİRE Esas: 2009/3446 Karar: 2011/4308 Tarih: 04.11.2011
- İYUK 28. Madde
Dava, Adana İii, Yüreğir ilçesi, Sarıçam Mahallesi, 1206 ada, 120 parsel sayılı taşınmazın da bulunduğu alanda Yüreğir Belediye Encümeni’nin 23.12.1999 gün ve 4174 sayılı kararı ile 2981/3290 sayılı Yasa’nın 10/c, Ek 1. maddeleri uyarınca yapılan imar uygulamasının Adana 2. İdare Mahkemesi’nin 02.11.2001 tarih ve E:2000/876, K:2001/1328 sayılı kararı ile iptal edilip kararın kesinleşmesi sonrasında mahkeme kararının uygulanmadığından bahisle uğranıldığı iddia edilen 150.000,00 TL maddi zararın yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmış; idare Mahkemesince, Adana 2. idare Mahkemesi’nin 02.11.2001 tarih ve E:2000/876, K:2001/1328 sayılı iptal kararına yönelik karar düzeltme isteminin reddine ilişkin Danıştay Altıncı Dairesi’nin 27.01.2004 tarih ve E:2003/5737, K:2004/453 sayılı kararının 09.03.2004 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiğinin Adana 2. İdare Mahkemesi’nin E:2000/876 sayılı dosyasında bulunan tebliğ mazbatasından anlaşıldığı, bu haliyle söz konusu iptal kararının temyiz edilip karar düzeltme aşamasından da geçerek onandığı ve bu suretle kesinleştiği görüldüğünden, 2577 sayılı Yasa uyarınca davacı tarafından karar düzeltme kararının tebliğ edildiği 09.03.2004 tarihini izleyen günden itibaren dava açma süresi olan 60 gün içinde 28.04.2004 tarih ve 16673 sayılı ihtarname ile yapılan başvurunun cevap verilmeyerek zımnen reddi üzerine bu tarihi takip eden 60 günlük süre içerisinde işlem nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 20.03.2007 tarihinde açılan davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, bu karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; Adana 2. İdare Mahkemesi’nin 02.11.2001 tarih ve E:2000/876, K:2001/1328 sayılı iptal kararının Danıştay Altıncı Dairesi’nin 15.05.2003 tarih ve E:2002/763, K:2003/3086 sayılı kararı ile onandığı, onama kararının tebliği üzerine yapılan karar düzeltme isteminin Danıştay Altıncı Dairesi’nin 27.01.2004 tarih ve E:2003/5737, K:2004/453 sayılı kararı ile reddedildiği ve mahkeme kararının kesinleştiği; karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararın 09.03.2004 tarihinde davacıya ve 11.03.2004 tarihinde davalı idare vekiline tebliğ edildiği; Beşiktaş Birinci Noterliği’nce düzenlenen ve 04.05.2004 tarihinde davalı idare kayıtlarına giren 28.04.2004 tarih ve 16673 sayılı ihtarname ile davalı idareye yapılan tazminat başvurusunun cevap verilmeyerek zımnen reddedildiği, daha sonra, mahkeme kararının uygulanması ve Adana 2. idare Mahkemesi’nin 02.11.2001 tarih ve E:2000/876, K:2001/1328 sayılı dosyasında hükmedilen yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin davalı idareden tahsil edilmesi amacıyla Adana 11. icra Müdürlüğü aracılığıyla çıkartılan icra emrinin davalı idareye 14.12.2006 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen herhangi bir cevap verilmemesi ve mahkeme kararının uygulanmaması üzerine 2577 sayılı Yasa’nın 28. maddesi uyarınca 150.000,00 TL maddi tazminat istemiyle 20.03.2007 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık; idare Mahkemesince verilen ve kanun yollarından geçerek kesinleşen bir iptal kararının gereğinin davalı idarece yerine getirilmemesinden doğan tazminat isteminden kaynaklanmaktadır.
2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararların sonuçları” başlıklı 28. maddesinde; esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecbur olduğu ve bu sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden itibaren otuz günü geçemeyeceği; kararların gereklerine göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği; mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgilinin, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açabileceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Yargı kararlarının uygulanmaması ya da geç uygulanması nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlıklar üzerine açılacak davaların tabi olacağı süre konusunda 2577 sayılı Yasa’da özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, 2577 sayılı Yasa’nın 28. maddesinde yer alan ve idarenin yargı kararlarının icaplarına göre en geç otuz gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu yolundaki hükmün, otuz günlük sürenin geçirilmesi ve ilgililerin bu sürenin geçirilmesi üzerine hemen tekrar yargı yoluna başvurmaması durumunda idareleri kararı uygulama zorunluluğundan kurtarmayacağı açıktır. Bu konuda açılacak davalarda ayrık durumlar dışında genel zamanaşımı süresinin esas alınması gerekmektedir. Ayrıca lehine hüküm verilen ilgili, ilamın kendisine tebliğinden itibaren 10 yıl içinde idareye başvurarak ilam gereklerinin yerine getirilmesini isteyebileceği gibi 2577 sayılı Yasa’nın 28. maddesi hükmü uyarınca kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde mahkeme kararı gereğini yerine getirmeyen idareye karşı sonraki 60 gün içinde iptal kararına göre işlem yapılmaması nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle dava açılabileceğinin de kabulü gerekmektedir. 10 yıllık süre idareye başvuru süresi olup dava açma süresi değildir. Dolayısıyla başvurmadan sonraki durumu, 2577 sayılı Yasa’nın 10., 7. maddeleri kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. Buna göre, yargı kararının gereğinin yerine getirilmesi isteminin idarece açık veya kapalı ( zımni ) olarak reddedilmesi üzerine davanın altmış gün içinde açılması zorunludur.
Bu durumda; yargı kararının uygulanması istemiyle genel zamanaşımı süresi içinde idareye başvuran davacının, tazminat talebinin zımmen reddedilmesi üzerine süresinde dava açması karşısında, mahkemece uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekirken, davanın süreaşımı yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Diğer yandan, Adana 1. İdare Mahkemesince verilen 02.12.2008 günlü, E:2007/491, K:2008/1746 sayılı iptal kararından önce davacılardan …‘nin 10.04.2008 tarihinde vefat ettiği anlaşıldığından bozma üzerine verilecek kararda bu durumun gözetilmesi gerekmektedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Adana 1. İdare Mahkemesince verilen 02.12.2008 günlü, E:2007/491, K:2008/1746 sayılı kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 04.11.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 5. DAİRE Esas: 2011/433 Karar: 2011/3618 Tarih: 24.06.2011
- İYUK 28. Madde
8.6.2011 tarihli 27958 ( Mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 2. maddesi uyarınca Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı hasım konumundan çıkarılıp, dava Gümrük ve Ticaret Bakanlığı husumetiyle incelenerek işin esasına geçildi:
Dava, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Gümrükler Muhafaza Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan davacının, aynı Müsteşarlık bünyesine müsteşarlık müşaviri olarak atanmasına ilişkin 23.11.2007 günlü işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
Ankara 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 18.9.2008 günlü, E:2008/92, K:2008/1662 sayılı kararla; dava konusu işlemin, davacının Gümrükler Muhafaza Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmasında uygulanan usul ve esaslara uygun olarak müşterek kararla kurulması gerektiği, usulde paralellik ilkesine aykırı olarak bakan onayı ile kurulan işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle anılan işlemin iptali ile işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal haklarının davanın açıldığı 23.2.2008 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmiştir.
Davalı Başbakanlık ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın ( Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı) anılan karara karşı yapmış olduğu temyiz başvurusu Danıştay Beşinci Dairesi’nin 25.10.2010 günlü, E:2008/6755, K:2010/6208 sayılı kararıyla onanmıştır.
Davalı Başbakanlık ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ( Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı), … isimli şahsın Gümrükler Muhafaza Genel Müdür Yardımcılığı görevinden alınmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda işlemin iptali yolunda verilen yargı kararının süresinde uygulanabilmesi amacıyla davacının Bakan onayı ile görevden alınarak müsteşar oluru ile müsteşarlık müşaviri olarak atandığını ileri sürmekte ve Danıştay Beşinci Dairesi’nce verilen kararın düzeltilmesi suretiyle İdare Mahkemesi kararının bozulmasını istemektedir.
Karar düzeltme dilekçesinde ileri sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 54. maddesinin ( c) fıkrasına uygun bulunduğundan karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizce verilen 25.10.2010 günlü, E:2008/6755, K:2010/6208 sayılı karar kaldırılarak uyuşmazlığın esası yeniden incelendi:
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararların sonuçları” başlıklı 28. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrasında, “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; davacının 3.8.2005 günlü, 2005/7281 sayılı müşterek kararname ile Gümrükler Muhafaza Genel Müdür Yardımcısı olarak atandığı, … isimli şahsın Gümrükler Muhafaza Genel Müdür Yardımcılığı görevinden alınmasına ilişkin 14.4.2002 günlü, 2002/2749 sayılı müşterek kararnamenin iptali istemiyle açtığı davada Ankara 9. İdare Mahkemesi’nce verilen 28.9.2007 günlü, E:2007/868, K:2007/1286 sayılı kararla anılan işlemin iptaline hükmedildiği, yargı kararının uygulanabilmesi amacıyla davacının Bakan onayı ile görevden alınarak müsteşarlık müşaviri olarak atanması üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı ve Mahkemece dava konusu işlemin iptali yolunda verilen kararın Danıştay Beşinci Dairesi’nin 25.10.2010 günlü, E:2008/6755, K:2010/6208 sayılı kararıyla onandığı anlaşılmaktadır.
İdare hukuku ilkelerinden usulde paralellik ilkesi uyarınca bir idari işlemin uygulamadan kaldırılması, geri alınması veya değiştirilmesi, işlem kurulurken uygulanan usul kurallarının izlenmesiyle olanaklıdır. Ancak yukarıda yer verilen Yasa metni uyarınca yargı kararının idare tarafından gecikmeksizin uygulanması gerekmekte olup, iptal kararlarının iptali istenen işlem kurulmadan önceki hukuki durumun yürürlüğünü sağlaması özelliği göz önünde bulundurulduğunda, yargı kararının uygulanması amacıyla usulde paralellik ilkesi gözetilmeden kurulan işlemlerin bu yönüyle hukuka aykırılığından söz edilemez.
Bu nedenle, …‘in Gümrükler Muhafaza Genel Müdür Yardımcılığı görevine iadesi sonucunu doğuran Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin 28.9.2007 günlü, E:2007/868, K:2007/1286 sayılı kararının uygulanması amacıyla kurulan dava konusu işlemde usulde paralellik ilkesi bakımından hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle, işin esası incelenmeksizin işlemin iptali yolunda verilen Mahkeme kararında bu yönüyle hukuka uyarlık görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davalı İdarelerin temyiz isteminin kabulüyle, Ankara 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 18.9.2008 günlü, E:2008/92, K:2008/1662 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkras 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 24.06.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 3. DAİRE Esas: 2008/2633 Karar: 2010/2177 Tarih: 17.06.2010
- İYUK 28. Madde
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin 1’inci fıkras 1’inci fıkrasında, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiç bir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçmeyeceği; 5’inci fıkrasında ise vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu kararlara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezaların miktarının ilgili idarece mükellefe bildirileceği kurala bağlanmıştır.
İdarenin, icaplarına uygun işlem tesisine veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu kararlar; Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı idari davalarda, bölge idare mahkemelerinin ise itiraz üzerine ilk derece mahkemesi kararının bozulduktan sonra işin esası hakkında verdikleri kararlar ile idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlardır.
Danıştayın temyiz başvrusu üzerine verdiği kararlar ise sözü edilen 28’inci madde uyarınca infazı gereken kararlardan değildir. Zira, Danıştayın alt derece idari yargı yerlerinin nihai kararları üzerindeki temyiz denetimi, bir hukuka uygunluk denetimi olup, Danıştayın bozma kararının gereklerinin yerine getirilmesi, 2577 sayılı Kanunun 49’uncu maddesi uyarınca, kararı bozulan ilk derece idari yargı yerince gerçekleşir. Bozma kararları, dava konusu işlemin hukuka uygunluğu konusunda kesin yargı içerebileceği gibi bazı araştırma, inceleme ve değerlendirmelerin noksan yapıldığı gerekçesine de dayalı olabilir. Her iki halde de bozma kararına uyan mahkeme, dava hakkında yeniden karar verir veya mahkeme eski kararında direnebilir. Bu nedenle davanın reddi yolundaki mahkeme kararlarının Danıştayca bozulması durumunda idarece herhangi bir işlem yapılmasına gerek bulunmayıp, mahkemenin yeni kararının beklenmesi gerekmektedir.
2003 yılı işlemleri incelenen davacı şirket adına salınan vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ve geçici vergiye karşı açılan dava üzerine vergi mahkemesi kararlarıyla hukuka aykırılığı saptanan ve 2577 sayılı Yasanın 28. maddesinin 5. fıkras 5. fıkrası uyarınca 2 nolu vergi ve ceza ihbarnamesiyle duyurulan vergi ve cezanın bir kısmını ödeyen davacı şirket, söz konusu vergi mahkemesi kararlarının temyiz edilmesi üzerine Danıştay Üçüncü Dairesince bozulmasını neden göstererek, ödediği vergi ve ceza tutarının davalı idareden iadesini talep etmiş, bu talebin reddi üzerine dava açmıştır.
Davacı hakkında verilen vergi mahkemesi kararlarının redde ilişkin hüküm fıkralarını bozan, söz konusu Danıştay Üçüncü Dairesi kararları, dava konusu tarhiyatın hukuka uygunluğu konusunda kesin yargı içermeyen, eksik inceleme sebebine dayalı ve kararları bozulan vergi mahkemesince, gerekli inceleme, araştırma ve değerlendirmeleri yaparak yeniden karar verilmesini gerekli kılan kararlar olup, tarhiyatların kaldırılmasının doğuracağı hukuki sonuçları ortaya çıkarmaz. Nitekim Danıştayın bozma kararları üzerine vergi mahkemesince davaların reddedildiği anlaşılmıştır.
Bu durumda 2577 sayılı Kanunun 28. maddesi uyarınca infaz gerektirmeyen Danıştay Üçüncü Dairesince verilen bozma kararları üzerine davacıdan tahsil edilen vergi ve ceza tutarının iade edilmemesinde yasaya aykırılık bulunmadığından, aksi gerekçeyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Manisa Vergi Mahkemesinin 14.4.2008 gün ve E:2007/650, K:2008/190 sayılı kararının bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 13’üncü maddesinin (j) bendi uyarınca olması gereken harç dahil olmak üzere yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, 17.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.