0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı

İYUK Madde 2

1.(Değişik: 10/6/1994-4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:

a) (İptal: Anayasa Mahkemesinin 21/9/1995 tarihli ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000-4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.

2.İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.

3.(Mülga: 2/7/2018 - KHK-703/185 md.)



İdari Yagılama Usulü Kanunu (İYUK) 2. Madde Emsal Danıştay Kararları


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/10542 Karar: 2017/4719 Tarih: 18.09.2017

  • İYUK 2. Madde

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 09.12.2014 gününde verilen dilekçeyle itirazın iptali istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın yargı yolunun caiz olmaması sebebi ile reddine dair verilen 14.04.2015 tarihli kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece davanın yargı yolunun caiz olmaması sebebi ile reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalı şirket tarafından açık ihale usulü ile yapılan 41341 ihale kayıt numaralı özel koruma ve güvenlik alımı ihalesine karşı yaptığı şikayet başvurusunun reddi üzerine Kamu İhale Kurumu’na itirazen şikayet başvurusunda bulunduğunu ve ihalenin iptal edildiğini, yatırmış olduğu itirazen şikayet başvuru bedeli sebebiyle zarara uğradığını, bu bedelin kanunen Kamu İhale Kurumu’nun gelirleri arasında sayılması sebebiyle zararından davalı şirketin sorumlu olduğunu, bedelin tahsili için davalı şirket aleyhine başlattıkları takibe davalının itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

Davalı şirket, davacının itirazen şikayet bedelini Kamu İhale Kurumu’na ödediğini, yapılan ihaleye de katılmadığını, kanun gereği Kamu İhale Kurumu’nun geliri sayılan bu bedeli ödemelerinin yasal bir dayanağı olmadığını, ortada bir haksız eylem de olmadığını ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, takibe konu paranın davalı şirkete ödenen bir para olmadığı, davacının Kamu İhale Kurumu aleyhine idari işlemin iptali ve buna bağlı olarak paranın geri verilmesini idari yargıda dava açarak istemesi gerektiği gerekçesiyle, davanın yargı yolu sebebiyle reddine karar verilmiştir.

İdari yargı yerlerinde açılacak davalarda husumetin kimlere yöneltileceğine dair 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi gereğince, idari yargı yerlerinde ancak ilgili idare kurumu dava edilebilir. Bu yasal düzenlemeye göre, gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri aleyhine idare mahkemelerinde dava açılamaz. Davacı davasını özel hukuk tüzel kişisi olan davalıya yönelttiğine göre, davanın görüm ve çözüm yeri adli yargıdır.

Şu halde, mahkemece özel hukuk tüzel kişisi olan davalı şirket aleyhine açılan eldeki davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargı yeri olduğu gözetilerek işin esasına girilip karar verilmesi gerekirken, açıklanan yön gözetilmeden yerinde olmayan gerekçeyle yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiş ve kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 18.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas: 2017/164 Karar: 2017/2596 Tarih: 08.05.2017

  • İYUK 2. Madde

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 20.01.2016 gününde verilen dilekçeyle maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine dair verilen 25.02.2016 tarihli kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, haksız eylem sebebiyle uğranılan maddi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın özel dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalı İdare tarafından HES projeleri kapsamında yaptırılan … Barajının su tutması sebebiyle taşınmazlarına giden yollar su altında kaldığından ulaşımın zorlaştığını, yürüme mesafesindeki taşınmazlarına araçla gitmek zorunda kaldığını, arazilerini işleyemeyip gelir elde edemediğini, bundan sonra da arazilerinden eski verimi alamayacağını, yetiştirdiği üzüm ve zeytin ağaçlarının ömürleri de dikkate alındığında geleceğe dönük olarak da zarar edeceğini, davalı İdareden taşınmazlarında meydana gelen zararlarının karşılanmasını talep ettiğini, ancak bu talebinin reddedildiğini, ürün ve ulaşım zararlarının bulunduğunu belirterek, oluşmuş ve oluşacak zararlarının ödetilmesini istemiştir.

Davalı, yargı yolu itirazında bulunarak, istemin reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, davanın 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 12/6. maddesi uyarınca baraj göl sahasına mücavir taşınmaza kamulaştırmasız el atma ve bundan dolayı oluşan zararın tazminine dair açıldığını, baraj sahası kamulaştırmalarının tamamlanmadığını, tamamlanmasının ardından yapılacak ilandan itibaren 1 yıl içerisinde mücavir taşınmazların kamulaştırılması talebinde bulunulmasının özel dava şartı niteliğinde olduğu gerekçesiyle, davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir.

İstemin ileri sürülüş biçimine göre davacı; ürün ve ulaşım yönünden zararının olduğunu belirterek açıkça, davalı idarenin hizmet kusuruna dayanmıştır. Davalı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü kamusal kurallar çerçevesinde faaliyet göstermekte olup, eylem ve işlemleri de kamusal niteliktedir ve kamu hizmeti kavramı çerçevesindedir. Kamu hizmetinin görülmesi sırasında ve hizmet kusurundan doğan zararların gideriminde idari yargı görevlidir. ( 2577 Sayılı İYUK. m. 2 )

Görev sorunu, kamu düzenine dair olup, açıkça veya hiç ileri sürülmese bile yargılamanın her aşamasında mahkemelerce kendiliğinden gözetilir. Açıklanan nedenle, mahkemece, yargı yolu bakımından görevsizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bu durum bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebeplerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 08.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2017/13-518 Karar: 2017/520 Tarih: 22.03.2017

  • İYUK 2. Madde

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 5. Tüketici Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.05.2012 gün ve 2011/102 E., 2012/267 K. sayılı kararın temyiz incelemesinin davalı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17.04.2012 gün ve 2012/25541 E., 2013/10064 K. sayılı kararı ile;

( … Davacı, davalı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yüksek lisans eğitimini tamamlamasına rağmen adına yüksek lisans belgesi düzenlenerek kendisine verilmesine yönelik talebinin davalı tarafından haksız olarak reddedildiğini ileri sürerek öğretim ücreti olarak alınan 4.800.00.TL ile 5.000.00.TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüyle 4.800.00.TL maddi, 5.000.00.TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- ) Davaya konu olayda, 2809 Sayılı Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu hükümleri uyarınca kamu tüzel kişisi olan ve kamu hizmeti sunan davalı vakıf Üniversitesinin, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından Eğitim Fakültesi olmayan Üniversitelerde Eğitim Yönetimi ve Denetimi dalında yüksek lisans programı düzenlenemeyeceği yönünde karar alınmasına karşın davalı Üniversite tarafından aksi yönde hareket edilerek programa devam edildiği ve davacıdan öğrenim ücretinin tahsil edildiği böylece davalı vakıf Üniversitesi tarafından hizmet kusuru sebebiyle davacıyı zarara uğratması söz konusudur. Buna göre, idari yargının görevli olması sebebiyle yargı yolu yönünden görevsizlik kararı verilmesi gerekirken mahkemece işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

2- )Bozma nedenine göre diğer temyiz itirazları incelenmemiştir. … ),

Gerekçesiyle oyçokluğu ile hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, sözleşmeye aykırılık iddiasına dayalı maddi-manevi tazminat istemine ilişkindir

Davacı vekili, davalı üniversitenin müvekkili ile aralarındaki sözleşmeyi ifa etmeyerek müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek sözleşme bedeli olan 4.800,00-TL’nin maddi tazminat, 5.000,00-TL’nin ise manevi tazminat olarak davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı Üniversite vekili sözleşmenin imzalanmasından sonra Yüksek Öğrenim Kurulunun 04.11.2007 tarihli kararı ile eğitim fakültesi olmayan üniversitelerde yüksek lisans programının bulunamayacağı yönündeki kararı sonrası özel öğrenci statüsünde yüksek lisans eğitimine başlayan davacı ile aralarındaki protokolün hukuksal imkansızlık sebebiyle ifa edilemediğini, davacının tazminat istemlerinin bu sebeple haksız olduğunu beyan ederek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece ayıplı hizmet aldığı anlaşılan davacının Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun çerçevesinde seçimlik haklarını kullanma şartlarının oluştuğu değerlendirilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı … vekilinin temyiz itirazları üzerine Özel Dairece hüküm yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece 3. maddesinde tanımlanan sağlayıcı kavramı içerisinde ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye hizmet sunan kamu tüzelkişilerinin de yer aldığı, bu halde tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı Üniversite vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, vakıf üniversitesinin yüksek lisans eğitim ve diplomasını verme yükümlülüğünü içeren protokolü ifa etmemesi nedenine dayalı olarak ileri sürülen zarar isteminin adlî yargıda mı, yoksa idarî yargıda mı çözümlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, konuya dair yasal durum ve yargısal uygulamalar ile somut olayın özelliklerinin açıklanmasında yarar vardır:

2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrası “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmünü, son fıkrası ise “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” düzenlemesini içermektedir.

İdare hukukunda idarenin iki tür sorumluluğu kabul edilmektedir. Biri idarenin özel hukuk ilkeleri doğrultusunda yaptığı sözleşmelerden kaynaklanan özel hukuk sorumluluğu; diğeri ise, idarenin idare hukuku ilkeleri doğrultusunda yapmış olduğu sözleşmeler ve idarenin her türlü işlem ve eyleminden kaynaklanan kamu hukuku ilkeleri doğrultusunda oluşmuş idare hukukuna özgü sorumluluk türüdür.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre, idari davalar; İdari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara dair davalardan ibarettir.

Şu hale göre, idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak “tam yargı” davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü ( kamu otoritesini ) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir.

Diğer taraftan, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesinde adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır. Böylece, kanunların açıkça adli yargıyı görevli saydığı haller idari yargının kapsamı dışında bırakılmış; bu hallerde davanın, davaya konu işlemin niteliğine bakılmaksızın adli yargıda görüleceği benimsenmiştir.

Nitekim, kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine dair olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler özel hukuk alanına girmekle, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler.

İdarenin taraf olduğu her sözleşme idarî sözleşme olarak kabul edilemez, zira idarî sözleşme ile idarenin sözleşmeleri kavramları tümüyle birbirinden ayrıdır. İdarenin idare hukuku kural ve ilkelerine tabi olan sözleşmelerine idari sözleşme denilmekte iken idarenin özel hukuk sözleşmeleri ise idarenin tüzelkişilik sıfatından kaynaklanan hak ehliyetine dayanarak genel hükümler uyarınca yaptığı sözleşmelerdir. İdare, idari sözleşmeye sözleşmenin diğer tarafı ile eşit olarak katılmamakta, tam tersine kamu yararının temsilcisi olarak kamu yararını gerçekleştirmek şeklindeki üstün amacı sağlama gayesi ile katılmaktadır. Kamu yararı ile özel yarar eşit olamayacağından idari sözleşmelerin iki özel çıkar temsilcisi arasında yapılan özel hukuk sözleşmelerinden farklı bir hukuki rejime tabi olması gerekir. ( Günday, M., İdare Hukuku, Ankara 2015, Güncellenmiş 10. Baskı, s.184-185 )

818 Sayılı Borçlar Kanununun 1. Maddesine818 Sayılı Borçlar Kanununun 1. Maddesine ve benzer şekilde 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 1. maddesine ) göre iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarını beyan etmeleri ile sözleşme kurulur. Bu şekilde oluşmuş bulunan sözleşmeler özel norm niteliğindedir ve taraflar için bağlayıcı bir nitelik arz eder. İdarenin eşit iradesi ile katıldığı ve özel hukuk hükümlerinin uygulanacağı sözleşmeler yapabileceği kuşkusuzdur. ( Akyılmaz, B., İdare Hukuku, Konya Ocak 2004, s.302 )

Bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlık incelendiğinde; davacı ile davalı Üniversite arasında 30.10.2007 tarihli “Eğitim Sözleşmesi” imzalanmış olup, bu sözleşmede davacıya 2007-2008 yılı eğitim ve öğretim dönemi için hizmetin 4.800,00-TL’ye satıldığı, bu kapsamda delil sözleşmesi yapıldığı gibi yetkili mahkemenin dahi kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda izah edilen hükümler karşısında belirtilmelidir ki, taraflar arasında akdedilen bu sözleşme kamu tüzel kişisi niteliğini haiz davalının kamu gücünü kullanarak düzenlediği iş ve işlemlerden olmayıp, özel hukuk ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Özel hukuk ilişkisinin varlığı halinde taraflardan birisinin idare olması, sözleşme hukuku ilkelerinin uygulanmasına engel teşkil etmemektedir. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 17.03.2010 gün, 2010/13- 64 E., 2010/145 K. sayılı kararında da aynı hususa dikkat çekilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, uyuşmazlığın, verdiği eğitim ile kamu hizmeti sağlayan vakıf üniversitesinin hizmet kusurundan kaynaklanması sebebiyle idarî yargı önünde çözümlenmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan sebeplerle bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca Özel Dairenin uyuşmazlıkta idarî yargı yerlerinin görevli olduğu yönündeki bozma kararına Yerel Mahkemece uyuşmazlığın adli yargı yerleri önünde çözümlenmesi gerektiği gerekçesi ile direnilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Ne var ki, bozma nedenine göre uyuşmazlığın tüketici mahkemelerinin görevi kapsamında kalıp kalmadığı ve işin esası incelenmediğinden, davalı üniversite vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle direnme uygun olup, davalı vekilinin esasa dair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 13. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 22.03.2017 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/9764 Karar: 2017/1623 Tarih: 13.03.2017

  • İYUK 2. Madde

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 17.06.2015 gününde verilen dilekçeyle kurum işleminin iptali istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 16.02.2016 tarihli kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, kurum işleminin iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, iş güvenliği ve sağlığı alanında faaliyetlerini yürütürken yetki aldığı il sınırlarını aştığı gereçesiyle, davalı Bakanlığa bağlı SGK personelince yapılan denetim sonucu İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliğinin uyarınca yetki belgesinin 6 ay süre ile askıya alındığını beyanla, buna dair idari işleminin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Davalı; yargı yolu itirazında bulunmuştur.

Mahkemece, davacı şirketin iş yeri hekimliği sözleşmesine göre hizmet verilecek yer olarak Marmaris/Muğla adresi gösterilmişken, hizmet verilen şirketin adresi … olduğu için şehir dışı hizmet verildiği iddiasıyla yapılan işlemin yanlış olduğundan davanın kabulü ile, İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliğinin (ç) bendi uyarınca yetki belgesinin 6 ay süre ile askıya alınmasına dair idari işleminin iptaline karar verilmiştir.

Davacı; davalı idarenin tek taraflı idari işleminin iptalini istemiştir. Davalı kamusal kurallar çerçevesinde faaliyet göstermekte olup eylem ve işlemleri de kamusal niteliktedir ve kamu hizmeti kavramı kapsamındadır. Somut olayda da davalı idare, kamusal ve hizmetle ilgili olarak işlem tesis etmiştir. İdari işlemin iptali isteminde idari yargı görevlidir. (2577 Sayılı İYUY. m.2)

Görev sorunu, kamu düzenine dair olup açıkça veya hiç ileri sürülmese bile yargılamanın her aşamasında mahkemelerce kendiliğinden gözetilir. Açıklanan nedenle; mahkemece, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerekirken bu yön üzerinde durulmadan işin esası incelenerek yazılı şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen kararın, yukarıda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 13.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/4326 Karar: 2017/1350 Tarih: 21.02.2017

  • İYUK 2. Madde

Dava, 2022 Sayılı Kanun kapsamındaki aylığın kesilmesine ve yersiz aylıkların istirdadına dair Kurum işleminin hukuka aykırı olduğunun tespiti ile iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, taraflar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : 01.05.2003 tarihinden itibaren kendisine 2022 Sayılı Kanun kapsamında özürlü aylığı bağlanan davacının 01.05.2008-28.02.2010 tarihleri arasında 2926 Sayılı Kanun kapsamında, (5510 Sayılı Kanun’un 4/1-b fıkrası kapsamında) tarım sigortalılığının bulunduğu gerekçesiyle davalı Kurum tarafından aylığının kesilmesi ve 01.05.2008-28.02.2010 tarihleri arasında davacıya yapılan ödemelerin faiziyle istirdadının talep edilmesi üzerine, davacı söz konusu işlemin iptaline karar verilmesini istemiş, Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

01.01.1977 tarihinde yürürlüğe giren 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında 2022 Sayılı Kanun’un 2. maddesinde, anılan Kanunun 1 ve ek 1. maddelerinde öngörülen koşulların varlığı durumunda hak sahiplerine aylıkların Sosyal Güvenlik Kurumu aracılığı ile bağlanacağı ve ödeneceği belirtilmiş; 3’üncü maddesinde, bu aylıkların başlangıç tarihinin, ilgililerin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına yapacakları yazılı başvurularını izleyen ay başı olduğu açıklanmıştır. 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanununun 1. maddesiyle; Maliye Bakanlığına bağlı olmak ve bu kanunda yazılı emeklilik işlerini görmek üzere Ankara’da (Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı) kurulmuş ise de, 20.05.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5502 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu 43’üncü maddesiyle, 5434 Sayılı Kanun’un bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış, devredilen kurumlar ve devre dair hükümler içeren geçici 1. maddesiyle de, …, hiç bir işleme gerek kalmaksızın, bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla, görevleri ile birlikte, 1. maddeye dayanılarak kurulan kamu tüzel kişiliğine sahip Sosyal Güvenlik Kurumu’na devredilmiştir.

Diğer taraftan, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesiyle mülga 1479 Sayılı Kanun’un 70. ve mülga 506 Sayılı Kanun’un 134’üncü maddesinde bu Kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıkların, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 01.10.2008 günü yürürlüğe giren 101. maddesinde de, bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan durumlarda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği hüküm altına alınmıştır.

İdari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması durumunda izlenecek sürece dair 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile 2577 Sayılı İdari Yargılama Usul Kanununda bir birini tamamlayan düzenlemeler yer almaktadır. 2577 Sayılı Kanun’un “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ile idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenlerce açılan tam yargı davaları idari dava türleri olarak sıralanmış; “Görevli Olmayan Yerlere Başvurma” başlığını taşıyan 9. maddesinde; çözümlenmesi …, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girmesine karşın, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi durumunda, bu konudaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, görevsiz yargı makamına başvuru tarihinin, …, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul dileceği, adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, anılan otuz günlük süre geçirilmiş olsa da, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabileceği bildirilmiştir. Belirtilmelidir ki, hukuk mahkemesince verilecek görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler söz konusu 9. maddede düzenlendiğinden, bu aşamada 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193’üncü maddesi hükmünün uygulama alanı bulunmamaktadır. Adli ve/veya idari yargı yerlerine açılan davalarda yargı yolu yanlışlığına dair olarak, taraflarca yargılama sonuna kadar itiraz ileri sürülebileceği gibi, bu hususun mahkemelerce de kendiliğinden gözetilmesi zorunludur. 1086 Sayılı Kanun’un 7. maddesinde; diğer bir mahkeme veya idari makam ya da yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan mahkeme tarafından, davanın her aşamasında kendiliğinden görevli olmadığı yönünde karar verilebileceği belirtilerek, yargı yolu itirazında verilecek karar “görevsizlik kararı” olarak tanımlanmış olmakla, burada ifade edilen karar, yargı yolunu değiştirici niteliktedir. 2577 Sayılı Kanun’un 3’üncü vd. maddeleri dikkate alındığında ise; hukuk mahkemesince görevsizlik kararı verilirken, ayrıca, idari yargı düzenindeki hangi mahkemenin görevli olduğu ve dava dosyasının ilgili mahkemeye gönderilmesi yönünde hüküm kurulması olanaksızdır.

Anılan maddelerde idari davalarda izlenmesi gereken dava açma yöntemi belirtilmiş olup, davanın idari nitelikte olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine karar verilmekle, başlangıçta adli yargı yerine açılmış olan davanın idari yargı yerine açılması sağlanamaz. İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye bağlanmış olup, 2577 Sayılı Kanun hükümlerine bakıldığında, davanın süresinde açılmamasının yaptırımı, usul yönünden “reddine” karar verilmesidir (2577 Sayılı Kanun’un 14/3-e, 15/1-b madde düzenlemeleri). Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.02.2008 gün ve …ayılı ilâmında da aynı yaklaşım ve görüş benimsenmiştir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında yapılan değerlendirmeye göre; davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (devredilen Emekli Sandığı)’na yönelik iş mahkemesine açılan ve görülen inceleme konusu davada, taraflar arasındaki hukuki uyuşmazlığın çözümünde 506,, 1479 veya 5510 Sayılı Kanun’un uygulama yeri bulunmadığından, sözü edilen 134,, 70, 101. madde hükümlerine göre sınırlı yetki ile donatılmış iş mahkemeleri görevli olmayıp, bu tür davalar idari yargının görev alanı içerisinde yer almaktadır.

Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurularak yargı yolu yanlışlığı sebebiyle davanın dava şartı olmadığından usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu, işin esasına girilerek, hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, taraflar vekilleriinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde davacıya iadesine, 21.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/8799 Karar: 2016/23915 Tarih: 20.12.2016

  • İYUK 2. Madde

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı ilgili binada bulunan bir adet bağımsız bölümün kendisine ait olduğunu, davalı tarafından Bakanlar Kurulunun 05.07.2012 tarihli kararına dayanılarak 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/138 D.İş sayılı dosyası kararıyla taşınmazının kamulaştırılmasına karar verildiğini, içinde ikamet ettiği taşınmazının davalı kurum tarafından 2010 yılı içerisinde fiili olarak boşaltılıp, afet riski altında yer alan bir sahada bulunduğundan daha sağlam yapıların tesis edilmesi için kamulaştırıldığını, evinin kamulaştırılmasından sonra zorunlu olarak ev kiraladığını, kiraladığı eve her ay 00 TL kira ödediğini ileri sürerek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 00 TL kira alacağının davalıdan tahsili karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın konusunun idari karar ve eylemlerden doğan zararlar niteliğinde bulunduğunu, ilgili kurumun idari kurum olduğunu, bu davaların 2577 Sayılı idari yargılama usulü kanunun hükmünce idari yargı yerinde açılması gerektiğini savunarak görev itirazında bulunmuştur.

Mahkemece, yargı yolu yönünden davanın usulden reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı tarafça temyiz edilmiştir.

Davacı maliki olduğu taşınmazın idarece acele kamulaştırılması sebebiyle kiralamak zorunda kaldığı ev için ödediği kira bedelinin tazmini istemiyle işbu davayı açmıştır. Mahkemece, “davanın idari kurumun idari hizmet kusuruna dair olduğu, davanın konusunun idari karar ve eylemlerden doğan zararlar niteliğinde bulunduğu, 6100 Sayılı HMK.nun 1 ve 2 Sayılı maddeleri gereğince … ( …. )’nin idari kurum olduğu, bu davaların 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.maddesi hükmünce idari yargı yerinde açılması gerektiği” gerekçesiyle yargı yolu yönünden davanın reddine karar verilmiştir. Somut olayda 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 27.maddesine göre Bakanlar Kurulunca 05.07.2012 tarihinde, Van ili merkez ilçesi Şerefiye Mahallesinde yer alan ve ekli harita ile listede sınır ve koordinatları gösterilen sahadaki taşınmazların acele kamulaştırılmasına karar verildiği, bu kapsamda bir kısmı davacının mülkiyetinde olan taşınmaza dair olarak davalı idarenin Kamulaştırma kanunun 27. maddesi gereğince acele el koyma talebi üzerine 08.10.2013 tarihinde Van 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/138 D. iş sayılı kararı ile bedel karşılığında el koyma kararı verildiği, davalı idarenin mahkeme kararına istinaden davacıya ait taşınmaza el attığı, dolayısıyla somut uyuşmazlıkta idari karar ve eylemlerden doğan bir zarar olmadığı ve idari yargıyı ilgilendiren idari bir işlem ve tasarruf bulunmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre, uyuşmazlığın adli yargı mahkemelerinde çözümlenmesi gerekir. Hal böyle olunca, mahkemece işin esasına girilip taraf delilleri toplanarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ile idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görev yönünden davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 440/III-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/8636 Karar: 2016/9765 Tarih: 13.06.2016

  • İYUK 2. Madde

Dava, davacının dava dışı sigortalının hizmet akdi ile çalışmasına yönelik Kurumun tespit işleminin iptali ile idari para cezası işleminin iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Hükmün, tarafların vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : kilinin temyiz talebi yönünden;

Davacı vekilinin vekaletnamesindeki yetkiye dayanarak 01.04.2016 tarihli dilekçesi ile temyiz hakkından feragat etmesi nedeni ile davacı vekilinin temyiz dilekçesinin feragat nedeni ile REDDİNE,

2-) Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının temyiz talebi yönünden;

Mahkemece, dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilebilmesi için, uyuşmazlık konusu çekişmenin ortadan kalkması, başka bir anlatımla, her iki tarafın da davanın esası hakkında karar verilmesinde hukuki yararının kalmamış olması gerekir. Eldeki dava dosyasına konu olayda, davacı tarafından, Kurumca tahakkuk ettirilen idari para cezası tutarının ödendiği, ancak dava dışı sigortalının davacı yanında çalıştığına dair Kurumca yapılan tespit işleminin ve idari para cezası kararının ortadan kalkmadığı, bu hâli ile davanın konusuz kalmadığı anlaşılmaktadır.

Hâl böyle olunca, Davanın yasal dayanağı, idari para cezasının dayanağını oluşturan eylemlerin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 5510 Sayılı Kanun’un 102. maddesi olup anılan maddenin 4. fıkrasında, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.” hükmünü içermektedir.

İdari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması durumunda izlenecek sürece dair 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile 2577 Sayılı İdari Yargılama Usul Kanununda bir birini tamamlayan düzenlemeler yer almaktadır. 2577 Sayılı Kanun’un “İdari Dava Türleri Ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2’nci maddesinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ile idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenlerce açılan tam yargı davaları idari dava türleri olarak sıralanmış; “Görevli Olmayan Yerlere Başvurma” başlığını taşıyan 9’uncu maddesinde; çözümlenmesi Danıştay’ın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girmesine karşın, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi durumunda, bu konudaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, görevsiz yargı makamına başvuru tarihinin, Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul dileceği, adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, anılan otuz günlük süre geçirilmiş olsa da, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabileceği bildirilmiştir. Belirtilmelidir ki, hukuk mahkemesince verilecek görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler söz konusu 9’uncu maddede düzenlendiğinden, bu aşamada 6100 Sayılı Kanun’un 20. madde hükmünün uygulama alanı bulunmamaktadır. Adli ve/veya idari yargı yerlerine açılan davalarda yargı yolu yanlışlığına dair olarak, taraflarca yargılama sonuna kadar itiraz ileri sürülebileceği gibi, 6100 Sayılı Kanun’un 1. maddesi gereği göreve dair kurallar kamu düzeni ile ilgili olduğundan bu hususun mahkemelerce de kendiliğinden gözetilmesi zorunludur. 2577 Sayılı Kanun’un 3’üncü vd. maddeleri dikkate alındığında; hukuk mahkemesince görevsizlik kararı verilirken, ayrıca, idari yargı düzenindeki hangi mahkemenin görevli olduğu ve dava dosyasının ilgili mahkemeye gönderilmesi yönünde hüküm kurulması olanaksızdır. Anılan maddelerde idari davalarda izlenmesi gereken dava açma yöntemi belirtilmiş olup, davanın idari nitelikte olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine karar verilmekle, başlangıçta adli yargı yerine açılmış olan davanın idari yargı yerine açılması sağlanamaz. İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye bağlanmış olup, 2577 Sayılı Kanun hükümlerine bakıldığında, davanın süresinde açılmamasının yaptırımı, usul yönünden “reddine” karar verilmesidir (2577 Sayılı Kanun’un 14/3-e, 15/1-b madde düzenlemeleri). Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.02.2008 günlü ilâmında da aynı yaklaşım ve görüş benimsenmiştir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında yapılan değerlendirmeye göre; idari para cezası tahakkuku işleminin iptaline dair davada adli yargı ve giderek iş mahkemelerinin görevli olmadığı belirgin bulunmakla, idari yargı alanına giren davanın dava koşulu eksikliğine dayalı olarak usulden reddine karar verilmesi gerekirken, mahkemece eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu, işin esasına girilerek, idari para cezasının ödendiğinden bahisle, davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi isabetsizdir.

Ayrıca, Kurumca yapılan denetim sonucu dava dışı sigortalının 03.12.2012-23.12.2012 tarihleri arasında davacı işveren yanında çalıştığı belirlenerek, davacıdan işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu ve benzeri evrakın tanziminin talep edildiği gözetilerek, iptali istenen Kurum işleminin hukuka uygunluğunun tespiti yönünden işin esasına girilerek, idari para cezası ile ilgili dava sonucu da beklenerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, 13.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/17059 Karar: 2016/4079 Tarih: 05.04.2016

  • İYUK 2. Madde

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 25.12.2012 gününde verilen dilekçeyle tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın görevsizlik sebebiyle reddine dair verilen 17.04.2013 tarihli hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 05.11.2012 tarihli 2012/140 Esas, 2012/223 Sayılı Kararı doğrultusunda ihtilafın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesinde2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri ve idari yargı yetkisi açıkça düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı açılan tam yargı davaları ve idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan anlaşmazlıklara dair davalar olarak gösterilmiştir.

Yargı yetkisinin ise idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu belirtilmiş yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde karar vereceğine dair bir düzenleme de mevcut değildir.

Somut olayda, davacının tapu iptal tescil talebi idari nitelikte bir dava olmadığından bu tür uyuşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekir.

Mahkemece, tarafların delilleri değerlendirilerek davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken idari yargının görevli olduğundan bahisle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istenmesi halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.04.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/7586 Karar: 2016/1472 Tarih: 09.02.2016

  • İYUK 2. Madde

Davacı, hizmet süresinin 25 yıl 2 ay 12 gün olduğunun tespitiyle bu hizmet süresinin kıdeme uygun olarak 2. derecenin 1. kademesinden maaş bağlanmasına, almakta olduğu maaşının yeniden hesaplanarak fark maaşının faiziyle ödenmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davalılar vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Dava; Emekli Sandığı emeklisi olan davacının hizmet süresinin tespiti ile bu süre üzerinden kıdem tazminatı ve ikramiye ödenmesi ve kıdemine uygun olarak 2. derecenin 1. kademesinden maaş bağlanması gerektiğinin tespiti ve eksik ödenen maaşların hak kazanıldığı tarihten itibaren faizi ile birlikte ödenmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulü ile, davacının hizmet süresinin 25 yıl 4 ay 20 gün olduğuna, bu hizmet süresi nazara alınarak davacının 2. derece 1. kademede 1100 ek gösterge üzerinden maaş alması ve eksik hesaplanan maaşlarının bu gösterge üzerinden hesaplanarak hak ettiği günden itibaren yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesi gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.

Uyuşmazlık, görevli yargı yolunun belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

6100 sayılı HMK’nın 114/1-b maddesine6100 sayılı HMK’nın 114/1-b maddesine göre “yargı yolunun caiz olması” dava şartı olup mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş olup Yasa’nın 101. maddesine göre bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.

5510 sayılı Yasa’nın “5434 sayılı Kanuna İlişkin Geçiş Hükümleri” başlıklı Geçici 4. maddesinin5510 sayılı Yasa’nın “5434 sayılı Kanuna İlişkin Geçiş Hükümleri” başlıklı Geçici 4. maddesinin 4. fıkrasına göre “Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.”

5510 sayılı Kanunun 101. maddesinde5510 sayılı Kanunun 101. maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla iptal isteminin reddine karar vermiş ve kararın gerekçe bölümünde 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edeceğinden bunlara ilişkin ihtilaflarda idari yargının görevli olmaya devam edeceği ifade edilmiştir. Anayasa’nın 153/son maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. Anayasa Mahkemesi kararları ile doktrindeki ağırlıklı görüş; Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesinin de bağlayıcı olduğu yönündedir.

Öte yandan Uyuşmazlık Mahkemesinin, 09.04.2012 tarihli 2012/38 -2012-76 K sayılı yine 04.09.2012 tarihli 2012/64-83 Esas ve Karar sayılı kararında 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, emekli kamu personeli olan davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği, 5510 sayılı bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği sonucuna varıImıştır.

Somut olayda uyuşmazlığın, 5510 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden önce Emekli Sandığı iştirakçisi olan davacının hizmet süresinin tespiti ile bu süre üzerinden kıdem tazminatı ve ikramiye ödenmesi ve kıdemine uygun olarak 2. derecenin 1. kademesinden maaş bağlanması gerektiğinin tespiti ve eksik ödenen maaşların hak kazanıldığı tarihten itibaren faizi ile birlikte ödenmesinin tespitine ilişkin istemin çözümünün idari yargının görev alanına girdiği gözetilerek 6100 sayılı HMK’nın 114/1-b maddesine göre dava şartı olan “yargı yolunun caiz olmaması” nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde davalılardan T. H… Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne iadesine 09.02.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/11202 Karar : 2017/17989 Tarih : 21.12.2017

  • İYUK 2. Madde

1-) İş Mahkemeleri 5521 sayılı Kanun ile kurulmuş olan istisnai nitelikteki özel mahkemelerdir.

Yasal düzenleme 5521 sayılı Yasa’nın 1.maddesidir. Anılan maddede; işçiyle iş veren veya işveren vekili arasında iş aktinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının İş Mahkemelerinde çözümleneceği hükmü öngörülmüştür.

Maddede belirtildiği üzere, İş Mahkemesinin görevli olması için şu iki unsurun birlikte gerçekleşmesi koşuldur: a) Uyuşmazlığın tarafları işçi ve işveren (ya da işveren vekili) olmalıdır, b) Uyuşmazlık iş sözleşmesinden veya İş Kanunundan kaynaklanmalıdır.

Somut olayda, taraflar arasında işçi-işveren ilişkisinin bulunmadığı, bu itibarla; gerek 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ve gerekse İş Kanunu 1. maddeleri uyarınca uyuşmazlığın çözüm yerinin İş Mahkemeleri değil genel mahkemeler olduğu açıkça ortadadır.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın uyuşmazlığın genel hükümlere göre Asliye Hukuk Mahkemesinin görev alanına girdiği gözetilmeksizin, mahkemece görevsizliğe ilişkin yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

2-) Birleşen davalı … bir kamu tüzel kişisidir. Kamusal kurallar çerçevesinde faaliyet göstermekte olup eylem ve işlemleri de kamusal niteliktedir ve kamu hizmeti kavramı çerçevesindedir. Davada ileri sürülüş ve olayın gerçekleşme biçimine göre, davanın anılan davalıya yöneltilmesinin nedeni de hizmet kusurudur. Kamu hizmetinin görülmesi sırasında ve hizmet kusurundan doğan zararların gideriminde idari yargı görevlidir. (2577 sayılı İYUK 2.md )

Mahkemece; … yönünden yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerekirken bu yön üzerinde durulmadan yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) nolu bendde açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/2480 Karar : 2017/8650 Tarih : 5.10.2017

  • İYUK 2. Madde

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı vekili, 01/11/2013 tarihinde müvekkil …‘ın sevk ve idaresindeki… plakalı hususi 2009 model Honda marka aracı ile yapımı devam eden çevre yolunda seyir halindeyken yola dökülen mucur nedeniyle direksiyon hakimiyetini kaybedip tek taraflı maddi hasarlı ve yaralanmalı trafik kazası geçirdiğini, … Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimliği’nin 2013/1187 Esas sayılı dosyası ile açılan tespit davasında yapılan bilirkişi incelemesinde trafik bilirkişisinin sunmuş olduğu 21/11/2013 tarihli rapora göre davalı … Belediye Başkanlığı`nın 6/8 oranında asli kusurlu olduğunun tespit edildiğini belirterek fazlaya ilişkin ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile müvekkiline ait… plakalı hususi 2009 model Honda marka aracın bilirkişi marifetiyle hasar miktarının tespiti ile hasar miktarı olan 1.000,00 TL’nin davalı … Belediyesinden olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre; davanın kabulü ile 16.500,00 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 01/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan araç hasarı nedeni ile maddi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı, aracı ile yapımı devam eden çevre yolunda seyir halindeyken yola dökülen mucur nedeniyle direksiyon hakimiyetini kaybedip tek taraflı maddi hasarlı ve yaralanmalı trafik kazası geçirdiğini belirterek dava açmış olup, davada hizmet kusuruna dayanılmıştır. Kamu hizmeti görmekle yükümlü olan belediyeler, kamu hizmeti sırasında verdikleri zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi değildirler. Kamu tüzel kişilerinin yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkilerin kullanılması sırasında oluşan zararlar niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar olup, bu zararların tazmini amacıyla hizmet kusurlarına dayalı olarak İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi hükmü uyarınca idari yargı yerinde tam yargı davası ikame edilmesi gerekmektedir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden (re`sen) dikkate alınması zorunludur.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 04.11.2015 tarih ve 2015/17-731, 2015/2366 K. sayılı kararı ile de; “davalının hizmet kusuruna dayalı zararın tazmini için açılan eldeki davanın bir tam yargı davası olması nedeniyle davada idari yargı mercileri görevli olduğundan yerel mahkemece dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” denilmek suretiyle hizmet kusuruna dayanılarak açılan davalarda idari yargının görevli olduğu belirtilmiştir.

O halde mahkemece, hizmet kusuruna dayanılarak … aleyhine açılan bu davada HMK 114 1-b maddesi gereğince yargı yolu caiz olmadığından HMK 115/2.maddesi gereğince dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde karar verilmesi yerinde görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma neden ve şekline göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 05/10/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2013/16902 Karar : 2014/13938 Tarih : 5.06.2014

  • İYUK 2. Madde

İş Mahkemeleri, 5521 sayılı Kanun ile kurulmuş istisnai nitelikte özel mahkemeler olup, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106’ncı maddesi ile mülga 1479 sayılı Kanunun 70’inci maddesinde, bu Kanun uygulamasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde görüleceği, 5510 sayılı Kanun’un 101’inci maddesinde de, aksine hüküm bulunmayan hallerde, 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği düzenlenmiştir.

5510 sayılı Kanun’un geçici 4’üncü maddesinde ise; “ Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 08.02.2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dâhil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur.

Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32 nci, 34 üncü ve 37 nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir…

Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dâhil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır.” hükmü öngörülmüştür.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmeye göre; 5434 sayılı Kanun hükümlerince davalıya bağlanan davaya konu aylığın kesilmesi de 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olduğundan, uyuşmazlığın çözümünde ne 1479 sayılı Kanun ne de 5510 sayılı Kanun’un uygulama yeri bulunmamaktadır. Bu durumda sözü edilen 101’inci madde hükümlerine göre sınırlı yetki ile donatılmış iş mahkemesi görevli değildir.

Öte yandan; 2577 sayılı İdare Yargılama Usulü Kanunu’nun “idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı başlıklı 2`nci maddesinde idari dava türleri ve idari yargı yetkisi açıkça düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için açılan iptal davaları, tam yargı davaları ve idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan anlaşmazlıklara ilişkin davalar idari dava türleri olarak gösterilmiş, yargı yetkisinin sınırı ise idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu belirtilmiş olup, yersiz yetim aylığı ödemesi nedeniyle oluşan Kurum zararının tahsili için idarenin, idari yargıda alacak davası açmasının mümkün olamayacağı, ancak genel mahkemelerde dava açmasının mümkün olduğu gözetilmeksizin, işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi


YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ Esas : 2013/3618 Karar : 2013/13509 Tarih : 1.07.2013

  • İYUK 2. Madde

Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Mahallinde yapılan keşif sonucu, taşınmazın dava tarihindeki değerinin biçilmesi doğru olduğu gibi, 1/1000 ölçekli İmar Planı kapsamında “Lise Alanında” kalan taşınmaza fiilen el atılmamış ise de; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun benzer konudaki 15.12.2010 gün ve 2010/5-662/651 sayılı kararı da gözetilerek;

İmar planında yol, park ve spor alanı gibi kamu hizmetine ayrılan taşınmazlara fiilen el atılmamış olsa dahi 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli imar planının kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde davalı idarece ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle taşınmaz bedelinin tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Ancak;

1 -Bedeline hükmedilen taşınmazın 5018 sayılı Yasanın 45. maddesi uyarınca Hazine adına tapuya tescili yerine, idare adına tesciline karar verilmesi,

2 -11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun değiştirilen Geçici 6. maddesinin 7. fıkrası uyarınca; vekalet ücretinin bedel tespiti davalarında öngörüldüğü şekilde maktu olarak belirlenmesi gerekirken, nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi, Doğru değilse de; bu yanılgıların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden,

a ) Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 1. bendinde geçen “Milli Eğitim Bakanlığı” kelimelerinin çıkarılmasına, yerlerine “Hazine” kelimesinin yazılmasına, b ) Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 3. bendinde geçen “11.374,00.-TL.” rakamlarının çıkarılmasına, yerlerine “1200,00.-TL.” rakamlarının yazılmasına,

Hükmün böylece düzeltilerek ( ONANMASINA ), kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY : Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasında, davanın kabulüne dair verilen hüküm, davalı idare vekilinin temyizi üzerine Dairemizce düzeltilerek onanmıştır. 1/1000 ölçekli imar planında “Lise alanında” kalan taşınmaza fiilen el atılmış değildir. İmar planının uygulanması sonucu, uyuşmazlık konusu taşınmazın, imar planında “Lise alanı” olarak ayrıldığı, uzun süredir ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin idarece yerine getirilmemesi nedeniyle malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlandığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığı; kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenmesinin talep edildiği anlaşılmıştır. Taşınmaz maliki yönünden zarar doğurucu sonuç, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmazın “Lise alanı” olarak gösterilmesinden; bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılamamasından ve imar uygulamalarından; bir başka anlatımla, idari işlemlerden ve davalı idarenin, imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmıştır. İdari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12 ve 13.`üncü maddeleri nazara alındığında, idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, idare hukukunun temel yaklaşımıdır. Bu nedenle, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin, hukuk düzeninde ortaya çıkardıkları etki ve sonuçların, “hukuki el atma” olarak nitelendirilmesi ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin, adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerinin yerinde olacağı düşüncesinde değilim.

Davalı idarece 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında “Lise alanı” olarak yer alan davacıya ait taşınmazda, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda oluşan zararın tazminine yönelik iş bu davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b maddesinde yer alan “idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekir kanaatıyla, saygıdeğer çoğunluğun değerli görüşlerine katılamadım.


YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ Esas : 2013/1740 Karar : 2013/12946 Tarih : 25.09.2013

  • İYUK 2. Madde

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarda tarih ve numarası yazılı alacak davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, kira ilişkisinin erken sona erdirilmesi sebebiyle oluşan kazanç kaybının tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, idari yargı görevli olduğundan davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, davacıyla davalı şirket arasında 15.2.2011 başlangıç tarihli üç yıl süreli ekmek satış büfesi sözleşmesi imzalandığını, sözleşme yürürlükte iken 1.7.2011 tarihinde, diğer davalı belediyenin yol yapımı gerekçesiyle sözleşmeye konu büfeyi yıktığını, davalı belediyenin haksız eylemi ve davalı şirketin yeni bir yer tahsis etmemesi sebebiyle sözleşmeye aykırılıktan dolayı davacının gelir kaybına uğradığını belirterek 1.7.2011 tarihinden sözleşmenin bitiş tarihi olan 14.2.2014 tarihine kadar davacının yoksun kaldığı gelir kaybı sebebiyle 10000 TL`nin faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı şirket vekili, davalı belediyeyle aralarındaki 17.7.2009 tarihli işletme hakkı sözleşmesi çerçevesinde sözkonusu büfeyle ilgili tasarruf yetkisinin davalı belediyede olduğunu, olayda bir kusurlarının bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiş, davalı belediye ise idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, kira sözleşmesiyle büfelerin kullanımı vatandaşlara verilse bile sakıncası belirdiğinde tahsisin iptali işlemi belediyeye ait olduğundan, belediye tarafından tahsisin iptali işlemi idari bir işlem olup, işlemin iptali ve bu işlemden doğan maddi zararların tahsiline dair davaların idare mahkemesinde açılması gerektiğinden yargı yolu sebebiyle mahkemenin görevsizliğine karar verilmiştir.

Davacıyla davalı şirket arasında 15.2.2011 başlangıç tarihli üç yıl süreli ekmek satış büfesi kiralanmasına dair kira sözleşmesi hususunda taraflar arasında uyuşmazlık yoktur. Davacı vekili aşamalardaki beyanlarında şirkete karşı açtığı davayı bu sözleşmeye aykırılığa, diğer davalı belediyeye karşı açtığı davayı ise haksız fiile dayandırdığını açıkça bildirmiştir. Kaldı ki hakim, tarafların hukuki nitelemesiyle bağlı olmayıp, hukuki nitelemeyi yapmakla mükelleftir. Taraflar arasındaki temel hukuki ilişkinin kira ilişkisi olduğu ve uyuşmazlığın bu sözleşmeden kaynaklandığının kabulünde zorunluluk vardır. Kiraya dair hükümler, umumiyet itibariyle mülga 6570 Sayılı Gayrimenkul Kiraları Kanununda ve 818 Sayılı Borçlar Kanununun 248-299. maddeleri ile, 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı T.B.K.nun buna denk gelen 299-378. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler karşısında, kiracılık ilişkisinin özel hukuk ilişkisi olduğu, buna bağlı olarak uyuşmazlıkların sözleşmeye bağlılık ilkesi gereğince çözümlenmesi gerekeceği her türlü izahtan vareste bulunmaktadır.

Öte yandan, 2577 Sayılı Kanunun 2/1 maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biriyle hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaların idari dava olduğu tarif edilmiştir. Buradaki idari işlemin dayanağı, kamu gücünün kullanılmasından kaynaklanan, kamuya üstün hak ve yetkiler tanıyan idari sözleşmelerdir.

Somut olayımızda, az yukarda açıklandığı üzere taraflar arasındaki ilişki, kira sözleşmesinden kaynaklanan özel hukuk ilişkisidir. Bu nedenlerle, uyuşmazlığın çözümünde görevli yargı yeri idari yargı olmayıp, adli yargıdır. Dava açıldığı tarih itibarıyla H.M.K. 4/a maddesi gereğince sulh hukuk mahkemesi görevlidir. Mahkemece aynı yargı kolu içerisindeki sulh hukuk mahkemesi görevli olduğundan görevsizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde yargı yolu sebebiyle görevsizlik kararı verilmesi doğru değildir. Hüküm bu sebeple bozulmalıdır.

Yukarıda açıklanan sebeplerle temyiz itirazlarının kabulüyle 6100 Sayılı H.M.K.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3. madde hükmü gözetilerek H.U.M.K.nın 428. maddesi uyarınca hükmün ( BOZULMASINA ), istenmesi halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2013/54 Karar : 2013/374 Tarih : 18.01.2013

  • İYUK 2. Madde

Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece görevsizliğe ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hâkimi M. A’nın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın İdari Yargıda görülmesi gerektiğinden bahisle görevsizlik kararı verilmiştir.

Dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden; davacının cebri ihale sonucunda kazandığı mülkiyet hakkının tapuya tescil edilmesi isteğiyle eldeki davayı açtığı, anılan isteğin TMK.’nun 716. maddesinden kaynaklandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi kapsamında değerlendirilemiyeceği açıktır. Hal böyle olunca, davaya bakılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.

Davacının temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2015/6230 Karar : 2017/7584 Tarih : 19.12.2017

  • İYUK 2. Madde

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi`nce; dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden davalı idarenin yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; davacılar vekili tarafından Çorum Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesi’nde sözleşmeli hemşire olarak görev yapan …‘nın kırım kongo kanamalı ateşi hastalığı nedeniyle 13.07.2006 tarihinde gerçekleşen ölümünde idarenin ihmali ve ağır hizmet kusuru bulunduğu iddiası ile eş için 25.000-TL maddi, 30.000-TL manevi, cocukları … ve ‘nın her biri için 25.000-TL maddi, 40.000-TL manevi, baba … ve anne ‘in her biri için 10.000-TL manevi, kayınpeder …..ı ve kayınvalide ….ı`nın her biri için 5.000-TL manevi olmak üzere toplamda 100.000-TL maddi, 180.000-TL manevi tazminatın ölüm tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tazminen ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Çorum İdare Mahkemesince; dava konusu olayda davalı idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığını tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bu maksatla hazırlanarak dosyaya sunulan Adli Tıp Kurumu Adli Tıp 1.İhtisas Kurulu’nun 17.12.2010 tarih ve 4122 sayılı raporda; hemşire …‘ya uygulanan tıbbi ameliyelerin’nca önerilen standartlara ve tıp kurallarına uygun olduğu kanaati bildirilmiş, bu tespit ve kanaatlere istinaden İdare Mahkemesi`nce davanın reddine karar verilmiştir. Bahse konu mahkeme kararının Dairemizce temyizen bozulması üzerine, mahkemece bozmaya uyularak toplam 662.314,61-TL maddi (destekten yoksun kalma) ve 350.000-TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davacılara ödenmesine karar verilmiştir.

Taraflarca, kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, anılan İdare Mahkemesi kararının aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

İdare Mahkemesi kararının maddi tazminata ilişkin kısmı açısından;

Anayasası’nın 125. maddesinin son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanların idareye karşı tam yargı davası açabilecekleri” kurala bağlanmıştır.

İdare, kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmin edilmektedir.

İdari hizmetlerin kuruluş ve işleyişindeki mevcut kusurlardan dolayı meydana gelen zararların, idarece tazmini gerektiği açıktır. Ayrıca, kamu hizmetlerinin görülmesi sırasında, bir görevle ilgili olarak genel külfetler dışında fertlere verilen zararların, eylem ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması koşuluyla, kusursuz sorumluluk esaslarına göre hizmetin sahibi idarelerce tazmin edilmesi de gerekmektedir. Başka bir anlatımla, idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağanüstü zararları kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazminle yükümlüdür.

Aksi durum, bu hizmetlerin yürütülmesi sırasında oluşan zararların bir veya birkaç kişiye yükletilmesi sonucunu doğurur ki, bu da, kamu külfetleri karşısında eşitlik, hakkaniyet ve nesafet ilkeleri ile bağdaşmaz.

Buna göre, idare kamu hizmetinin yerine getirilmesi sırasında hizmetin kuruluş ve işleyişinde kusuru olmasa bile, kamu görevlisinin kişisel kusurundan doğmamış olmak koşuluyla, çalışma gücündeki eksilme ya da ölüm durumunda ortaya çıkan maddi zararı, istihdam edenin sorumluluğu kapsamında ve kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin etmekle yükümlüdür.

Dava konusu olayda Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu’nun Mahkeme kararına esas alınan 15.12.2010 tarihli 4122 sayılı raporunda, Çorum Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesi’nde sözleşmeli hemşire olarak görev yapan davacılar murisinin bir hastadan kan alımı sırasında enjektör ucu ile kolundan yaralanması ile başlayan ve sevk edildiği Ankara Numune Hastanesi`nde kırım kongo kanamalı ateşi hastalığından vefatı ile sona eren süreçte yapılan işlemlerin önerilen standartlara ve tıp kurallarına uygun olduğu mütalaa edilerek idareye atfı kabil kusur bulunmadığı belirtilmekte ise de, bir kamu görevin ifası sırasında meydana gelen zararın ilgilinin üzerinde bırakılmayıp kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davalı idarece tazmin edilmesi gerektiği izahtan varestedir.

Dosyanın incelenmesinden; Dairemiz bozma kararı üzerine İdare Mahkemesi’nce yakınlarının vefatı nedeniyle davacıların uğradıkları zararın tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve bu kapsamda dosyaya sunulan 21.04.2015 tarihli hesap bilirkişisi raporunda; destek süresinin 34,81 yıl olduğu ve rapor tarihindeki yaşı ve çocuk sayısı dikkate alınarak evlenme ihtimalinin bulunmadığı kabul edilen davacı (eş) `nın destekten yoksun kalma zararı 431.765,71-TL olarak hesaplanmış ve bu tutar adı geçen davacı yararına mahkemece hüküm altına alınmıştır.

Bununla birlikte, Uyap-Mernis kayıtları üzerinden elde edilen Nüfus Kayıt Örneği üzerinde yapılan incelemede, davacı `nın 02.02.2017 tarihinde yeniden evlendiği tespit edilmiştir.

Bir kamu görevinin ifası nedeniyle eşi vefat eden davacı `nın, dava konusu olay nedeniyle uğradığı zararın kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince tazmin edilmesi gerektiğinde şüphe bulunmamakla birlikte, adı geçen davacı yararına ancak ölen eşin desteğinden mahrum kaldığı süre ile sınırlı olarak tazminata hükmedileceğinde de duraksama bulunmamaktadır. Başka bir deyişle, sağ kalan eşin yeniden evlenmesi durumunda, ölen eşin desteğine olan ihtiyacı yeni evlilik ile sona ereceğinden, sağ kalan eş yararına sadece yeniden evlenme tarihine kadar olan süre ile sınırlı olarak destekten yoksun kalma tazminatı hükmedilmesi gerekmektedir.

Bu durumda, evlenme ihtimalinin bulunmadığı ve destek süresinin 34.81 yıl olduğu kabul edilerek yapılan hesaplama üzerine lehine 431.765,71-TL maddi tazminata hükmolunan davacı nın, 02.02.2017 tarihinde (eşin ölümünden yaklaşık 10,5 yıl sonra) evlendiği ve bu tarihten itibaren ölen eşin desteğine olan ihtiyacın da sona erdiği açık olduğundan, adı geçen yararına hükmedilecek maddi tazminatın belirtilen ölçütlere göre yeniden hesaplanması gerekecektir. İzah edilen cihetle, temyize konu İdare Mahkemesi kararının, maddi tazminata ilişkin kısmında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Öte yandan; İdare Mahkemesi kararının manevi tazminata ilişkin kısmı açısından;

Danıştay`ın yerleşik içtihatlarında vurgulandığı üzere manevi tazminat mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir.

Manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık haline ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları manevi zararın varlığı ve manevi tazminatın hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, dava konusu olayda davalı idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti için alınan bilirkişi raporunda, davacılar yakınına uygulanan teşhis, tetkik ve tedavilerin önerilen standartlara ve tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla olayda davalı idarenin hizmet kusurundan bahsedilemeyecektir.

İdare Mahkemesince, her ne kadar Dairemiz bozma kararına uyularak toplam 350.000-TL manevi tazminatın davacılara ödenmesine karar verilmiş ise de; yukarıda izah edildiği üzere bakılan davada, davalı idarenin kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince tazminle yükümlü kılındığı hususu dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminatın zenginleşmeye sebep olmayacak ve makul bir düzeye indirilmesi gerekeceğinden, temyiz istemine konu kararın manevi tazminata ilişkin kısmında hukuka uyarlık bulunmamıştır.

Açıklanan nedenlerle, davalı tarafın temyiz isteminin kabulü ile Çorum İdare Mahkemesi`nin 22/05/2015 tarih ve E:2015/40; K:2015/291 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/12/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2017/589 Karar : 2017/2258 Tarih : 12.04.2017

  • İYUK 2. Madde

Hüküm veren Danıştay Ondördüncü Dairesince, 2577 sayılı Kanunun 14/6. maddesi uyarınca dosya incelenerek işin gereği görüşüldü:

Dava, 31/12/216 günlü, 29935 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İli, İlçesi, Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. ve ek 1. maddeleri uyarınca riskli alan ilan edilmesine ilişkin 12/12/2016 günlü, 2016/9618 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin (a) fıkrasında, idari davaların idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacağı belirtildikten sonra ilk inceleme konularının belirlendiği 14. maddenin 3/c bendinde dilekçenin ehliyet yönünden inceleneceği, 15. maddenin 1/b bendinde ise bu hususta kanuna aykırılık görülmesi halinde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.

İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesinin ön koşullardan birisi olan “dava açma ehliyeti”, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idare ile işlemlerinde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçütler içinde menfaat ilişkisinin varlığını ifade etmektedir. Her olay ve davada, idari işlem ile dava açacak kişi arasında öngörülen subjektif ehliyet koşulu olarak menfaat ihlalinin kişisel, meşru ve güncel bir menfaat olması ölçütleri ekseninde yargı mercilerince değerlendirilerek takdir edilecektir.

Dosyanın incelenmesinden; İli, İlçesi, Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanların riskli alan ilan edilmesine ilişkin 12/12/2016 günlü, 2016/9618 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının alındığı, bu kararın iptali istemiyle Belediyesi ve Belediyesi Meclis üyeleri olan davacıların, dava konusu alanda taşınmazlarının olmadığı, Belediye Meclis Üyesi sıfatıyla, dava konusu işlemin İlçesinin plan bütünlüğünü bozucu nitelik taşıdığını ileri sürerek bakılmakta olan davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bu durumda; dava konusu riskli alan sınırları içerisinde davacılara ait taşınmazın bulunmadığı dikkate alındığında, davacılar ile mülkiyet bağı veya hukuki ilgisi bulunmadığı açık olan taşınmazların riskli alan olarak ilan edilmesinin, davacıların meşru, kişisel ve güncel menfaatini etkilemediği, kaldı ki davacıların iddia ettiği gibi dava konusu işlemin plan bütünlüğünü bozduğu iddiasının bu aşamada incelenemeyeceği, bu durumun riskli alan ilanından sonra davacıların da katılabileceği belediye meclisi tarafından oluşturulacak imar planlarının ilanından sonra dava konusu edilmesi halinde inceleneceği, dolayısıyla belediye meclis üyelerinin riskli alan ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının iptalini istemekte, meşru, kişisel ve güncel menfaat ilişkisinin bulunmadığı anlaşıldığından, davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın ehliyet yönünden reddine, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre belirlenen 1.800,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idarelere verilmesine, kullanılmayan yürütmenin durdurulması harcı ile artan posta giderinin isteği halinde davacılara iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 20/A-2-(g) maddesi uyarınca, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 12/04/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2013/3793 Karar : 2017/690 Tarih : 17.03.2017

  • İYUK 2. Madde

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, üye Fatih Mehmet ALKIŞ`ın davacının dava konusu işlem karşısındaki durumu ve statüsü dikkate alındığında, meşru, güncel ve kişisel menfaat ilişkisi bulunmadığından davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerektiği yönündeki ayrışık oyuna karşılık, oyçokluğuyla esasın incelenmesine geçilerek gereği görüşüldü:

Dava, İzmir Adnan Menderes Havalimanı Mevcut Dış Hatlar Terminali, CIP, İç Hatlar Terminali ve Mütemmimlerinin Kiralanmak Suretiyle İşletilmesi İşine ait kira sözleşmesinin imzalanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, Dairemizce verilen 28.12.2012 tarih ve E:2012/2772 sayılı kararla yürütmesi durdurulan sözleşmenin yürürlükten kaldırılarak yeni bir sözleşme düzenlenmesi işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

Davalı idarenin süre aşımı itirazı yerinde görülmeyerek esasın incelemesine geçildi:

Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti`nin bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış; 125. maddesinin 1. fıkrasında, yargı yetkisinin idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamayacağı, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemeyeceği kurala bağlanmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 2. fıkrasında, Anayasa’nın 125. maddesinin 1. fıkrasındaki kural aynen yer almıştır. İdari yargı yerlerinin, idarece yapılmış bulunan bir idari işlemin üzerindeki yargısal denetimi, işlemin hukuka uygun olup olmadığının denetlenmesi ile sınırlı olup, bu denetim idarenin takdir yetkisini ortadan kaldıracak şekilde kullanılamayacaktır. İdarenin sahip olduğu seçeneklerden birini tercihe zorlayacak şekilde veya belli bir yönde işlem tesis edilmesi yönünde karar verilmesi hâlinde, hukuka uygunluk denetimi aşılarak yerindelik denetimi yapılması anlamına gelecektir ki, bunun Anayasa’da düzenlenen hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı açıktır. Anayasa’nın 138. maddesinde, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği belirtilmiş; 2577 sayılı Kanun`un 28. maddesinde, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemeyeceği, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat açılabileceği kurala bağlanmıştır.

Hukuk devletinde, idarenin, yargı kararlarının maksadına uygun şekilde işlem tesis etmesinin zorunlu olduğu kuşkusuzdur. Yürütmenin durdurulması kararının hukuki gereklerine uygun işlem tesis edilmesi Anayasal ve yasal bir zorunluluktur. Bu düzenlemelere göre yargı kararlarının şeklen ve içeriğine uygun olarak yerine getirilmesi gerektiği açıktır.

Dosyanın incelenmesinden, davalı idare tarafından, 5335 sayılı Kanun’un 33. maddesinde yer alan düzenlemenin atıfta bulunduğu 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un 18. maddesinde yer alan esaslar çerçevesinde İzmir Adnan Menderes Havalimanı Mevcut Dış Hatlar Terminali, CIP, İç Hatlar Terminali ve Mütemmimlerinin Kiralanmak Suretiyle İşletilmesi İşine ilişkin ihaleye çıkma kararı alınarak 09.09.2011 tarih ve 28049 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ilan sonrasında 17.11.2011 tarihinde yapılan ihale sonucunda ihalenin … teklif eden …nin üzerinde kaldığı, 12.12.2011 tarihinde anılan şirket ile davalı idare arasında bu işe ait kira sözleşmesinin imzalandığı, davacı tarafından söz konusu kira sözleşmesinin imzalanmasına ilişkin işlemin iptali istemi ile Dairemizin E:2012/2772 sayılı dosyasında açılan davada, 28.12.2012 tarihinde verilen ,,,’nün kamu iktisadi kuruluş olarak tekel niteliğinde hizmetleri yerine getirdiği ve bu hizmetlerin özel hukuk kişilerine gördürülmesinin ancak imtiyaz sözleşmesi imzalanmak suretiyle mümkün olduğu” gerekçesiyle verilen yürütmenin durdurulması kararının gereğinin yerine getirilmesi amacıyla, DHMİ tarafından alınan 21.06.2013 tarih ve 45 sayılı Yönetim Kurulu Kararı ile, mevcut kira sözleşmesinin, yargı kararı doğrultusunda Danıştay Birinci Dairesinin görüşünün alınabilmesi için “İmtiyaz Sözleşmesi” olarak paraflanarak Danıştay’a sunulmasına karar verildiği, Danıştay Birinci Dairesinin 09.07.2013 tarih ve E:2013/938, K:2013/1025 sayılı kararı ile İmtiyaz Sözleşmesi`ne ilişkin olarak olumlu görüş verildiği ve bunun İdari İşler Kurulu kararı ile de kabul edildiği, bu şekilde imtiyaz sözleşmelerine ilişkin idari usule uyularak hukuka uygun şekilde prosedürün tamamlandığı, 24.07.2013 tarihinde de taraflar arasında imtiyaz sözleşmesinin, Danıştay Birinci Dairesinin olumlu görüşleri doğrultusunda akdedildiği anlaşılmaktadır.

Aktarılan mevzuat hükümlerine göre, yürütmenin durdurulması yönünde verilen kararlar da iptal kararları gibi işlemler üzerinde aynı etki ve sonucu doğurdukları için, içeriğine uygun olarak, değiştirilmeksizin ve geciktirilmeksizin idareler tarafından yerine getirilecektir. Bu anlamda, idarelerin kararların uygulanıp uygulanmama konusunda takdir yetkisine sahip olmadıkları, bu kararların doğruluğunu tartışma ve buna göre uygulama noktasında yetkilerinin bulunmadığı, bu alandaki yetkilerinin bağlı yetki niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davalı idare tarafından, Dairemizce E:2012/2772 sayılı dosyada verilen yürütmenin durdurulması kararı kapsamında, kararın gerekleri ve kararda öngörülen hususlar doğrultusunda imtiyaz sözleşmesi düzenlenerek Danıştay Birinci Dairesine görüş için sunulduğu ve verilen olumlu görüş doğrultusunda imtiyaz sözleşmesinin imzalandığı görülmektedir.

Bu durumda, davalı idare tarafından, yargı kararının uygulanmasını teminen, yürütmenin durdurulması yönünde verilen kararın gereklerini yerine getirilmesi konusunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davanın REDDİNE, ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam 199,70.-TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 1.800,00.-TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, posta gideri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 (otuz) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu`na temyiz yolu açık olmak üzere, 17.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 3. DAİRE Esas : 2016/14882 Karar : 2016/9708 Tarih : 29.12.2016

  • İYUK 2. Madde

Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Dayandığı hukuki ve kanuni sebeplerle gerekçesi yukarda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve sebeplerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine dair dilekçede ileri sürülen iddialar sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay nezdinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 29.12.2016 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

X.K A R Ş I O Y :

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde tanımlanan iptal davaları; idarenin tek taraflı irade açıklamasıyla ilgililerin hukuksal durumunda değişiklik yaratan etkili ve yürütülmesi gerekli hukuksal işlemlerini konu edinen davalardır.

Bir idari işlemin kesin ve yürütülmesi zorunlu olabilmesi için; bir başka merciin onayına gerek kalmaksızın, uygulanabilir ve hukuksal sonuç yaratabilir nitelikte olması gerekmektedir. Bir durum bildiren, idarelerin iç yapı ve çalışma düzenini ilgilendiren, iç işlemler iptal davasına konu yapılabilecek nitelikte işlem kabul edilemez. Aksi halde idarenin işleyişi ve etkinliği zedelenir.

Davaya konu olan liste ise; incelemeye sevk edilenlerin de dahil edildiği mükelleflerin mahsup ve iade taleplerinin yerine getirilebilmesi için kurum içi işlemleri hızlandırmak amacıyla hazırlanan, aynı zamanda Maliye Bakanlığı tarafından bir takip yöntemi olarak kullanılmak üzere düzenlenen ve ilgililere duyurulmayan bir listedir.

Davacının, idarenin iç işlemi olan bu listeye dahil edilmesi; idarenin idare hukuku ilkelerine göre kurduğu bir idari işlem niteliği taşımadığı ve davacının hukuksal durumunda etki yaratmadığından, idari davaya konu edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenle, temyiz istemine konu vergi mahkemesi kararının bozulması gerektiği oyuyla karara katılmıyorum.


DANIŞTAY 4. DAİRE Esas : 2014/4599 Karar : 2016/3654 Tarih : 24.11.2016

  • İYUK 2. Madde

Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14 üncü maddesi uyarınca gerekli incelemeyi yapan Tetkik Hakimi Mustafa Yücel Ölmez`in açıklamaları dinlenildikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava; 26/04/2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin II/A-2.1 nolu bölümünde yer alan ``Türkiye’den serbest bölgelere verilen hizmetler hizmet ihracı kapsamında değerlendirilmez.` hükmünün iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2/1-a maddesinde; iptal davasının, idari işlem hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaati ihlal edilenler tarafından açılabileceği, aynı Kanunun 15/1-b maddesinde ise; ehliyetsiz kişi tarafından açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden, 26/04/2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin II/A-2.1 nolu bölümünde yer alan ``Türkiye’den serbest bölgelere verilen hizmetler hizmet ihracı kapsamında değerlendirilmez.` hükmünün, Genel Tebliğ ile kanun hükmünü kısıtlamak niteliği taşıdığı belirtilerek iptal davasına konu edildiği anlaşılmaktadır. İdarenin hukuki tasarruflarının bir bölümünü oluşturan genel tebliğler; bir yandan kanunların uygulanması konusunda açıklama getirirken, bir yandan kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak ülke genelinde uygulamada birlik sağlama ve idarenin işleyişini düzenlemek amacıyla kanun, tüzük ve yönetmeliklere aykırı olmamak koşuluyla İdarenin görüşünü bildiren işlem niteliğindedirler.

İdari yargılama hukukunda ehliyetin varlığı için kişinin medeni hakları kullanabilme yeteneğinin yanında, iptali istenen işlemle ilgili meşru, kişisel ve güncel bir menfaatinin de ihlal edilmiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla, kişilerin hukukunu etkiyen, icrai nitelikte ve yenilik doğurucu düzenlemelerin dava konusu edileceği muhakkaktır Bu bakımdan, düzenleyici işlemin hukuk düzeninden kaldırılmasında açıklanan nitelikte menfaati bulunmayan kişinin idari dava açma ehliyetinin bulunduğundan söz edilmesi mümkün değildir.

Bu nedenle, iptali istenen genel tebliğ hükmünün davacının hukukunda herhangi bir değişiklik yaratmadığı, dolayısıyla dava açmada menfaati bulunmayan davacı tarafından açılan iş bu davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle 2577 sayılı Kanunun 15/1 -b maddesi uyarınca ehliyet nedeniyle davanın reddine, aşağıda dökümü yapılan 162,80 TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, artan posta ücretinin istek halinde davacıya iadesine, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 1.800,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak, davalı idareye verilmesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren otuz gün içinde Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu nezdinde temyiz yolu açık olmak üzere, 24/11/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 1. DAİRE Esas : 2016/335 Karar : 2016/789 Tarih : 25.05.2016

  • İYUK 2. Madde

4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 3’üncü maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili merciler belirlenmiş, Kanunun 9’uncu maddesinde, yetkili merciin, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirileceği hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, … hakkında usul ve esaslara aykırı soruşturma yürüttükleri gerekçesiyle Polis Başmüfettişleri ., ., … ve … hakkında yapılan şikayet üzerine verilen Emniyet Genel Müdürünün 20.12.2014 tarih ve 31382 sayılı kararının iptali istemiyle şikayetçi vekili tarafından tarihsiz dilekçeyle Ankara 8. İdare Mahkemesine dava açıldığı, Ankara 8. İdare Mahkemesinin 16.10.2015 tarih ve E:2015/399, K:2015/1443 sayılı kararıyla, ilgili mevzuat gereği dava konusu işleme karşı

Danıştay Birinci Dairesi nezdinde itirazın mümkün olduğu belirtilerek davanın görev yönünden reddine ve dosyanın itirazı incelemekle görevli Danıştay Birinci Dairesine gönderilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.

2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun 5’inci maddesinde, idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştayda çözümlenecek olanlar dışındaki iptal davalarını çözümleyeceği belirtilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinde, idare işlemleri hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaların iptal davaları olduğu, aynı Kanunun 15’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ise, Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince, idari yargının görevli olduğu konularda görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verileceği hüküm altına alınmıştır.

Bu hükümlere göre Danıştayın idari dairesi olarak görev yapan Danıştay Birinci Dairesinin dava dairesi olmaması nedeniyle Danıştay dava dairelerinin veya idare mahkemelerinin, görev veya yetki yönünden reddettikleri iptal davalarında, yargısal görevi bulunmayan Danıştay Birinci Dairesini görevli ve yetkili merci olarak göstermek suretiyle dava dosyasını doğrudan Dairemize göndermesine yasal olanak bulunmadığı açıktır.

Olayda, şikayetçi vekilinin Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesine hitaplı tarihsiz dilekçesinde, şikayetin işleme konulmamasına ya da soruşturma izni verilmemesine ilişkin bir karara itiraz edildiği yolunda bir ibare yer almadığı gibi anılan dilekçenin Danıştaya hitaben de yazılmadığı, bu dilekçenin Emniyet Genel Müdürünün 20.12.2014 tarih ve 31382 sayılı kararının iptali istemini içerdiği, bütün bu hususlara rağmen Ankara 8. İdare Mahkemesinin 16.10.2015 tarih ve 2015/399, K:2015/1443 sayılı kararıyla, yargısal görevi bulunmayan Dairemizle görev uyuşmazlığı çıkartılmasına yasal olanak bulunmadığı dikkate alınmadan, hangi yetkili merci kararına itiraz edildiği dahi belli olmayan dilekçedeki istemin incelenmesinde Dairemizin görevli olduğu belirtilerek dosyanın doğrudan Dairemize gönderildiği tespit edilmiştir.

Kaldı ki, Başbakanlık ve bakanlıkların merkez ve bağlı veya ilgili kuruluşlarında görev yapan memur ve kamu görevlileri hakkında o kuruluşun en üst idari amiri tarafından verilen kararlara yapılacak itirazları incelemek ve karara bağlamakla yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesinin yetkili ve görevli olduğu hususunun da Mahkemece dikkate alınmadığı görülmüştür.

Açıklanan nedenlerle, Dairemize hitaben yazılmayan, yetkili merci kararına itiraz edildiğine dair herhangi bir ifade içermeyen, iptal istemi içeren bu dava dilekçesinin söz konusu yetkili merci kararına itiraz dilekçesi olarak kabulünün mümkün olmadığı anlaşıldığından Dairemizce herhangi bir işlemin yapılmasına olanak bulunmayan dava dosyasının karar ekli olarak Ankara 8. İdare Mahkemesine iadesine 25.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 8. DAİRE Esas : 2015/13286 Karar : 2016/2520 Tarih : 14.03.2016

  • İYUK 2. Madde

Mülkiyeti belediyeye ait olan bir taşınmaz hakkında devam etmekte olan tapu iptal-tescil davasıyla ilgili olarak, uzlaşabilmesi için belediye başkanı ve encümene yetki verilmesine ilişkin 07/05/2015 gün ve 103 sayılı Döşemealtı Belediye Meclis kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; davacının tarafı olmadığı bir davayla ilgili olarak feragat, sulh gibi bir belirleme yapılmaksızın sadece uzlaşmaya yetki veren meclis kararına karşı iptal davası açma olanağı subjektif ehliyet yokluğu nedeniyle hukuken mümkün görülmediği; davacının adli yargıdaki ilgili davaya müdahil olma ve varsa haklarını o davada ileri sürme olanağı da mevcut olduğu gerekçesiyle davanın ehliyet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında; iptal davaları “idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan” davalar olarak tanımlanmakta; yargı kararlarında “menfaat” kavramının davacı ile iptalini istediği idarî işlem arasındaki bağı, ilgiyi ifade ettiği belirtilmekte ve idarî işlem ile dava açan kişi arasında meşru, güncel ve ciddî bir ilişki söz konusu ise, davada menfaat bağının bulunduğu kabul edilmekte; bunun dışında ayrıca sübjektif bir hakkın ihlâl edilmesi koşulu aranmamaktadır.

Diğer taraftan; 5393 sayılı Belediye Kanununun “Hemşehri Hukuku” başlıklı 13. maddesinde; herkesin ikamet ettiği beldenin hemşehrisi olduğu; hemşehrilerin belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme hakkına sahip olduğu; 14. maddesinde ise; belediyece yerine getirilecek hizmetlerin mahalli ve müşterek nitelikte olması gerektiği, hizmetin yerine getirilmesi sırasında belediyenin mali durumu ve hizmetin ivediliğine göre öncelik sırasının belirleneceği; düzenlemeleri bulunmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davaya konu edilen işleme konu taşınmazın, Kevşirler köyü tüzel kişiliğine aitken Köy Kanununun Ek 13. maddesi uyarınca köyde yerleşik olup, evi olmayan kişiler adına tescil edildiği; ancak daha sonra köy tüzel kişiliğinin kaldırılarak, davalı belediyeye mahalle olarak katıldığı, davalı belediyece bu taşınmazla ilgili olarak tapuda malik görünen kişiler aleyhine Antalya 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2014/662 sayılı dosyasıyla tapu iptal-tescil davası açıldığı; bu davanın davalısı olanlardan, . adlı kişinin dava devam ederken belediyeye başvurarak söz konusu parsellerle ilgili uzlaşma talebinde bulunduğu, bu talep üzerine belediye encümeni tarafından uzlaşmaya esas kıymet takdirinin (satış değerinin) yapıldığı, 5393 sayılı Belediye Kanunun 18 (h) maddesi uyarınca uzlaşma konusunda karar alma yetkisinin meclise ait olması nedeniyle belediye hukuk komisyonu tarafından karar alınmasının istenilmesi üzerine, davaya konu işlemin tesis edildiği; davacı tarafından aynı mahallede oturması sebebiyle işlemin kendini etkilediği, belediyenin ihale yapmadan taşınmazı doğrudan satamayacağı belirtilerek bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda yer verilen 5393 sayılı Kanunun hükümlerinin, belediyenin görev ve yetkilerini mahalli- müşterek nitelikte olmak koşuluyla sınırlandırdığı, başka bir ifade ile; belediyenin görev ve yetilerini ifa sırasında tam bir serbestiye sahip olmayıp; aldığı kararların mahalli ve müşterek nitelikte olması gerektiği ve kararların beldede ikamet edenlerin hukukunu etkilediği açıkça ifade edilmiştir.

Olayda; davalı belediyece alınan kararın, belediyeye ait taşınmazın satışına esas olacak şekilde uzlaşmaya karar verilmesi şeklinde tesis edildiği; beldede ikamet ettiği anlaşılan davacının, bu taşınmazla ilgili tasarruf yetkisinin kullanılmasına ilişkin kararla, menfaatinin etkilediği açıktır.

Bu durumda, davaya konu işlemden hukuku etkilenen davacının, ehliyetinin bulunmadığı ve adli yargıdaki davaya müdahale etmesinin önerildiği idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; Antalya 2. İdare Mahkemesinin temyize konu kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 14/03/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2015/10574 Karar : 2015/18100 Tarih : 22.12.2015

  • İYUK 2. Madde

2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu`nun 17/2. maddesi uyarınca duruşma yapılmasına gerek görülmeyerek işin esasına geçildi;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin l/a bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri de hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaların iptal davaları oldukları belirtilmiş bulunmaktadır.

İdari işlem ise, idari makamların ve merciilerin kamu gücü ve kudreti ile hareket ederek, idari usulleri uygulayarak idare işlevine ilişkin olarak yaptıkları ve çeşitli hak ve yükümlülükleri doğuran, doğrudan uygulanabilen, kesin ve yürütülmesi zorunlu, tek yanlı irade açıklamalarıdır.

Anayasa`nın 73. maddesi kapsamında mali yükümlülük teşkil eden harçların tahsiline ilişkin davalarla birlikte gereksiz olarak ödendiği ya da kanuna ve usule aykırı olarak tahsil edildiği iddiasıyla idareye karşı açılacak davaların görülüp çözümlenmeleri de niteliği gereği idari yargı yerlerine ait olduğu gibi; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun “Vergi Mahkemelerinin Görevleri” başlıklı 6. maddesinde, Vergi Mahkemelerinin genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resını ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalarla, bu konularla ilgili olarak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği hükme bağlanmıştır.

213 sayılı Vergi Usul Kanun`un 377. maddesinin 1. fıkrasında; mükellefler ve kendilerine vergi cezası kesilenlerin cezalara karşı dava açabilecekleri, 378. maddesinin 1. fıkrasında da; vergi mahkemesinde dava açabilmek için verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması gerektiği açıklanmıştır.

Ayrıca aynı Kanun’un 116. ila 123. maddelerinde tarifi yapılan ve kapsamı gösterilen vergi hataları nedeniyle ilgililerin 5 yıllık zamanaşımı süresi içinde idareye başvurup haklarında yapılan vergilendirme hatalarının düzeltilmesini ve haksız ödenen vergilerin iadesini isteyebilecekleri, 124. maddesinde de vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanların şikayet yoluyla Maliye Bakanlığı`na başvurabilecekleri öngörülmüştür.

Öte yandan, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 17.07.2003 tarih ve 4949 sayılı Kanun`la değişik 4. maddesinin 1. fıkrasında, icra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazların incelenmesinin icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılacağı, 4. maddesinin son fıkrasında, İcra yetkisini haiz sulh mahkemelerinin muamelelerine karşı vuku bulacak şikayet ve itirazların Tetkik mercii o mahkemenin hakimi olduğu, aynı kanunun 16. maddesinin 1. fıkrasında da, kanunun hakini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere icra ve iflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet olunabileceği belirtilmiştir.

Söz konusu yasa hükümlerinin değerlendirilmesinden, icra müdürlüğü tarafından yapılan takip sonucu harç ya da vergi alınması halinde bu işleme karşı açılan davanın uyuşmazlığın icra müdürlüğünün tesis ettiği işlemden kaynaklanması nedeniyle adli yargı yerince incelenmesi gerekmektedir.

Ancak daha sonra 213 sayılı Kanun ve 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca gerek idarece mükellefler adına ihbarname ve ödeme emri düzenlenmesi, haciz uygulanması, gerek mükelleflerce 5 yıl içinde alınan vergi ya da harem kanuna aykırı olduğu iddialarıyla idareye başvurmaları halinde ret ya da zımnen ret işlemlerine karşı dava açmaları halinde uyuşmazlığın adli yargı tarafından değil, idari yargı içerisinde yer alan vergi mahkemelerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, davacıların murisi adına kayitli taşınmaz nedeniyle ikame edilen ortaklığın giderilmesi davası sonucunda ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verildiği, bu karar uyarınca Satış Memurluğunca verilen talimat üzerine belirlenen bedelin davacılar tarafından ödendiği, söz konusu bedel üzerinden %18 oranında katma değer vergisinin hesaplanarak Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne 15.04.2015 tarihinde yatırıldığı, daha sonra davacılar vekili tarafından Vergi Dairesi Müdürlüğü`ne başvurularak, söz konusu gayrimenkulün “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tapuya kayıtlı olduğu belirtilerek, ödenen katma değer vergisinin iadesinin talep edildiği, anılan müdürlük tarafından, icra ve ihale yoluyla satışlarda uygulanması gereken katma değer vergisi oranının satışı gerçekleştiren icra dairesi veya satış memurluğunca değerlendirilerek bunun sonucuna göre işlem yapılacağı gerekçesiyle başvurunun 26.06.2015 tarih ve 15082 sayılı yazı ile reddedilmesi üzerine ödenen verginin yasal faizi ile birlikte iadesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda davacı tarafından Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Memurluğunca yapılan açık artırma sonucu satın alınan taşınmaza ilişkin olarak hesaplanan katma değer vergisinin vergi dairesine yatırılmasından sonra Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne başvurulması sonucu tesis edilen işlem üzerine ödenen verginin iadesi istemiyle dava açıldığından uyuşmazlığın yukarıda yapılan açıklamalara göre 2576 sayılı Kanun`un 6. maddesi uyarınca vergi mahkemesince görülüp çözümlenmesi gerekmektedir.

Her ne kadar Vergi Mahkemesi kararında uyuşmazlığın adli yargı mercilerince çözümlenmesi gerektiği, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 11.02.2013 tarih ve E.2012/182, 2013/321 sayılı kararı ile 01.04.2014 tarih ve 2014/304, K2014/346 sayılı kararının da bu yönde olduğu belirtilmiş ise de, sözü edilen Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında, uyuşmazlığın icra müdürlüğünün tesis ettiği işlemden kaynaklanması nedeniyle bu durumun adli yargının bir parçasını oluşturduğu ve icra müdürlüğü işleminin yasaya uygun olup olmadığı hususunun adli yargı içinde çözümlenmesi gerektiğine karar verildiği, olayda ise İcra Müdürlüğünce tesis edilen işleme karşı açılan dava söz konusu olmayıp katma değer vergisinin ödenmesinden sonra, haksız alınan katma değer vergisinin iadesi istemiyle vergi dairesi müdürlüğüne yapılan başvurunun reddi üzerine açılan dava söz konusu olduğundan, Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının yanlış değerlendirildiği anlaşılmıştır.

Bu itibarla

Vergi Mahkemesince işin esasının incelenmesi gerekirken davanın görev yönünden reddedilmesinde kanuna ve usule uyarlık bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne İstanbul 11. Vergi Mahkemesi`nin 07/07/2015 tarih ve E:2015/1456, K2015/1704 sayılı kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 22.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2013/10505 Karar : 2015/10128 Tarih : 10.12.2015

  • İYUK 2. Madde

Dava, Ağrı ili, Patnos ilçesi, Zirekli İlkokulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta olan davacının eşi tarafından, eş durumu özrü nedeniyle Rize iline atanması istemiyle 21/09/2012 gün ve 20495 sayılı dilekçe ile yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Erzurum 2. İdare Mahkemesi`nin 15/07/2013 günlü, E:2012/1386, K:2013/694 sayılı kararıyla; idari başvuru dilekçesinin davacının eşi Ersin Öğütalan tarafından yapıldığı görülmekte ise de; 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinde menfaati ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının idari dava türleri arasında sayılması, davacının atanması istemiyle eşi tarafından yapılan başvurunun davacının menfaatini ihlal etmesi ve sadece idari başvuru yapanların o işleme karşı dava açabileceği yönünde açık bir sınırlama bulunmaması karşısında; davacının dava açma ehliyetinin bulunduğu görülerek işin esasına geçilmesi suretiyle yapılan yargılama sonucunda, davacının zorunlu atamaya tabi Hakim olarak görev yapan eşi nedeniyle eş durumu mazeretine binaen Rize iline atanma talebinin, Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin 9. maddesi uyarınca norm kadro durumuna bakılmaksızın öncelikli olarak yerine getirilmesi gerekirken, yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlem iptal edilmiştir.

Davalı idare, hukuka aykırı olduğu iddiasıyla İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, neden, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından iptal davası açılabileceği belirtilmiş, anılan Yasanın “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” başlıklı 14. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendinde; dava dilekçesinin, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem olup olmadığı yönünden inceleneceği belirtilmiş, 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise; davaya konu edilen işlemin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem niteliğinde bulunmaması durumunda davanın reddedileceği, aynı Yasanın 10. maddesinde ise, ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden, davacının, Ağrı ili, Patnos ilçesi, Zirekli İlkokulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta iken eşinin Rize İdare Mahkemesi Hakimi olarak atandığı, davacının eşi tarafından, eş özrü kapsamında davacının Rize iline atanması için 21/09/2012 gün ve 20495 sayılı dilekçe ile yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Uyuşmazlıkta, davaya konu edilen zımni ret işleminden önce idareye yapılan başvurunun, bizzat davacı tarafından ya da davacı adına başvuru yapmaya yetkili vekil aracılığıyla yapılmadığı, doğrudan doğruya davacıyı ilgilendiren görev yeri değişikliğine ilişkin bir hususta davacı adına başvuru yapmaya yetkisi olmayan eş tarafından yapılan başvuruya idarece herhangi bir cevap verilmediği görülmektedir.

Bu durumda, davacı tarafından idareye yapılan usulüne uygun bir başvuru ve bu başvuru üzerine davacı adına tesis edilmiş bir işlem bulunmadığından, ortada idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlemin mevcut olmaması nedeniyle işin esasına girilmeksizin 2577 sayılı Kanun`un 15/1-b maddesi uyarınca davanın reddi gerekirken, Mahkemece işin esasına girilerek karar verilmesinde usul hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 15/07/2013 günlü, E:2012/1386, K:2013/694 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun temyize konu kararın verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan haliyle 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun’la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay`a kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 10/12/2015 tarihinde, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY İdare Mahkemesince verilen karar hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.


DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2015/1979 Karar : 2015/7204 Tarih : 17.09.2015

  • İYUK 2. Madde

Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş Mersin İl Müdürlüğü emrinde işçi statüsünde elektrik teknikeri olarak çalışan davacı tarafından, Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş`nin özelleştirilmesi sebebiyle, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş Genel Müdürlüğü Temsilciliği emrine kendisinin yerine başka şahısların atanmasına ilişkin 27.9.2013 gün ve 31-389 sayılı yönetim kurulu kararı ile bu işlem uyarınca tesis edilen 30.9.2013 gün ve 23300 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Mersin 2. İdare Mahkemesinin kararıyla; davacının 11.10.2011 tarih ve 2011/2305 sayılı kararnamenin 5. maddesi kapsamında ve Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Yönetim Kurulunun 7.6.2012 tarih ve 16-200 sayılı kararı doğrultusunda hali hazırda devri gerçekleşmiş olan şirketlerde kurulmuş temsilcilikler ile ileride devredilen iş yerlerinde oluşturulacak temsilcilikler emrinde, sadece genel aydınlatma denetimlerinde istihdam edilmek üzere, tekniker olarak, sınav sonucu çalışmaya başlaması ve kararname ve yönetim kurulu kararı gereği özelleştirme sonucu devrin gerçekleşmesinden sonra da temsilcilikler emrinde ve aynı amaçla çalıştırılma koşuluyla işe alınmış olması karşısında, davacının başvurusu üzerine temsilcilikte görevlendirilmesi gerekirken, başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline hükmedilmiştir.

Davalı İdare tarafından, İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, 1.10.2011 tarih ve 2011/2305 sayılı kararnamenin 5. maddesi kapsamında hali hazırda devri gerçekleşmiş olan Şirketlerde kurulmuş olan temsilcilikler ile ileride devredilen iş yerlerinde oluşturulacak temsilcilikler emrinde sadece genel aydınlatma denetimlerinde istihdam edilmek üzere bu alanda yeterli bilgi ve deneyime sahip 15 elektrik mühendisi ve 85 elektrik teknikeri alımına 7.6.2012 tarih ve 16-200 sayılı Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Yönetim Kurulu kararıyla karar verildiği, davacının bu kapsamda sınava girdiği ve tekniker olarak Mersin il Müdürlüğü emrinde 26.9.2012 tarihinde işe başladığı, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş Genel Müdürlüğü Temsilciliği emrine kendisinin yerine başka şahısların atanmasına ilişkin 27.9.2013 gün ve 31-389 sayılı yönetim kurulu kararı ile bu işlem uyarınca tesis edilen 30.9.2013 gün ve 23300 sayılı işlemin iptalini istediği anlaşılmıştır.

Söz konusu Yönetim Kurulu kararının incelenmesinden, temsilcilikler emrinde çalışmak üzere işe girmemiş olan teknikerler ile birlikte davacı ile aynı durumda olan bir kısım tekniker ile müdür, elektrik mühendisi, memur ve işçi unvanlı personelin de Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş Genel Müdürlüğü Temsilciliği emrine atandığı görülmekte olup; dava konusu Yönetim Kurulu kararının incelenmesinin bu husus dikkate alınarak yapılacağı tabiidir.

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlı olup; davalı İdare tarafından ileri sürülen hususlar, Yönetim Kurulu kararının `un Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş Genel Müdürlüğü Temsilciliği emrine tekniker olarak atanmalarına ilişkin kısmının iptaline yönelik, İdare Mahkemesi kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Davalı İdarenin, Yönetim Kurulu kararının dışındaki kişilerin Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş Genel Müdürlüğü Temsilciliği emrine atanmalarına ilişkin kısmına yönelik temyiz istemine gelince;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında iptal davaları; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmış; aynı Yasanın “Dilekçeler Üzerine İlk İnceleme” başlıklı 14. maddesinin 3/c fıkrasında, dava dilekçelerinin “ehliyet” yönünden inceleneceği öngörülmüş; “İlk İnceleme Üzerine Verilecek Karar” başlıklı 15. maddesinin 1/b fıkrasında, 14. maddenin 3/c fıkrasında yazılı hususta kanuna aykırılık görülürse davanın reddine karar verileceği hükme bağlanmış; aynı Yasanın 14. maddesinin 6. fıkrasında ise, 14. maddesinin 3. fıkrasında sayılan hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

Menfaat ihlali koşulu, iptal davalarının kabulü ve dinlenebilmesi için aranılan koşullardan biridir.

Gerek doktrinde, gerekse yargı içtihatlarında bu koşul, sübjektif ehliyet koşulu olarak kabul edilmekte, ne tür bir menfaat ihlalinin iptal davası açma yeterliliğini sağladığını gösterecek ilişki, kural olarak iptal davasına konu olan işlemin niteliğine göre saptanmaktadır.

Genel, kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı veya bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında gerekli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte; davanın açıldığı tarihte, davacının idari işlemle ciddi ve makul olarak maddi ve manevi bir ilişkisinin varlığı, dava açma ehliyeti için zorunlu bulunmaktadır.

Anılan Yönetim Kurulu kararının içeriğinin incelenmesinden; tekniker olarak görev yapan davacı ile aynı durumda olan ve temsilcilikler ile ileride devredilen iş yerlerinde oluşturulacak temsilcilikler emrinde, sadece genel aydınlatma denetimlerinde istihdam edilmek üzere işe alınan bir kısım tekniker ile müdür, elektrik mühendisi, memur ve işçi statüsündeki personelin de Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş Genel Müdürlüğü Temsilciliği emrine atanmasına karar verildiği görülmektedir.

Bu nitelikte yapılan atamaların davacının, meşru, kişisel ve güncel menfaatini etkiler nitelikte bir işlem olmaması nedeniyle, Yönetim Kurulu kararının bu kısmının iptali istemi hakkında davanın ehliyet yönünden reddi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle; davalı Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğünün temyiz isteminin kısmen reddi, kısmen de kabulüyle, Mersin 2. İdare Mahkemesince verilen 18.12.2014 günlü, E:2014/107; K:2014/1232 sayılı kararın, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu kararının dışındaki kişilerin Temsilcilik emrine atanmalarının iptaline ilişkin kısmının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/c. fıkrası uyarınca bozulmasına; İdare Mahkemesi kararının diğer kısımlarının ise onanmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun’la değişik 3. fıkrası gereğince dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, yürütmenin durdurulması istemi görüşülmediğinden peşin alınan 45,60 TL harcın Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü`ne iadesine, 17.9.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2010/10955 Karar : 2015/3710 Tarih : 11.09.2015

  • İYUK 2. Madde

Dava, davacıların yakını …’in, 15.11.2007 tarihinde Erzurum İli, Karayazı İlçesi, Karşıyaka Mahallesindeki davalı idarenin denetim ve gözetimi altında bulunan elektrik direğinde oluşan kaçak elektrik akımı nedeniyle ölmesinde hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen zarar karşılığı 80.000,00 TL maddi, 35.000,00 TL manevi tazminatın, olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Erzurum 1. İdare Mahkemesince; 16.195,20 TL maddi, 35.000,00 TL manevi tazminatın, davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.

Taraflarca, anılan kararın aleyhlerine olan kısımları yönünden temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.

İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, davacılar yakını …’in 15.11.2007 tarihinde saat 12:00 sıralarında okula giderken, … isimli şahsa ait evin yanında bulunan elektrik direği ile ağaç telefon direği arasına bağlanan çamaşır teline dokunduğu ve çamaşır telinde bulunan elektrik akımına kapılarak öldüğü; İlçe jandarma Komutanlığınca düzenlenen 15.11.2007 tarihli olay yeri inceleme raporunda, …’e ait evin yanında bulunan elektrik direğinden, ağaç telefon direğine metal tel çekildiği, çekilen telin orta kısmından kopuk ve uçlarının yere temas etmiş vaziyette olduğu, …’e ait eve giden elektrik hattının şebekeye bağlantı yerinin usulüne uygun olmadığı ve düzensiz bağlantı yapılmış olduğu, elektrik direğinden …’e ait eve giden elektrik hattının bağlantı uçlarının yapılan incelemesinde ise, bağlantılardan birinin elektrik direğinin metal kısmına sarılmış ve bu sarılan kablonun yer yer izolasyonunun soyulmuş olduğu, bu soyulan kısmın metal direğe teması sonucu elektrik kaçağının oluştuğu, izolasyonun hava şartlarının etkisi ve zamanla soyulduğu tespitlerine yer verildiği anlaşılmaktadır.

Olayın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespit edilmesi amacıyla dosya üzerinden yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen ve idare mahkemesince hükme esas alınan 21.03.2010 tarihli bilirkişi raporunda; davalı … Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin davaya konu olayın meydana geldiği metal gövdeli elektrik dağıtım hattı direğinin (köy evini besleyen elektrik hattı hariç) denetimi ve muayene edilmesinden mesul olduğu, söz konusu kazanın meydana geldiği mahalde bulunan metal gövdeli iletim hattı direğinin koruma topraklamasının olmadığı, oysa insanların bulunduğu ya da girip çıktığı binaların yakınında bulunan direklerin can (insan hayatı) ve mal güvenliği için topraklamasının yapılmasının gerektiği, söz konusu iletim hattı ve taşıyıcı direğin cana ve mala zarar vermeyecek / tehlike oluşturmayacak şekilde tesis edilmesi gerektiği, bu hali ile; tesis şeklinin uygun olmadığı ve davalı idarenin yükümlülüklerini yerine getirmemiş olduğu, bu itibarla davalı idarenin ölüm olayının meydana gelmesinde % 40 oranında kusurlu olduğu, davalı idareye ait metal gövdeli elektrik dağıtım hattı direği ile ağaç gövdeli telefon hattı direği arasına, çamaşır asmak amaçlı … tarafından bağlanan metal iletken tele, oyun amaçlı olarak elleri ile asılan maktul …’in, kaçak elektrik akımına kapılarak ölmesinde maktulün babasının da kusurlu olduğu görüşüne yer verilmiş, ancak babaya atfedilen kusurun sebebinin ne olduğu belirtilmemiştir.

Olay sonrası Karayazı Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında düzenlenen 23.07.2008 tarihli bilirkişi raporunda ise; Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin 42. maddesi hükümlerine aykırı bağlantı yapan ev sahibi …’in olayın meydana gelmesinde 1. derecede kusurlu olduğu, köy sınırları içerisinde yer ENH ve dağıtım hatlarının doğurabileceği tehlikeler hakkında köy halkını uyarmayan, gerekli önlemleri almayan ve köyde usulsüz elektrik bağlantısı yapıldığını gereldi mercilere haber vermeyen köy muhtarı ile yöreye diktikleri elektrik yüksek gerilim hatlarıyla ilgili olarak yönetmelik gereği yapılması gereken periyodik bakım ve denetimleri yapmayan, elektrik direklerinde meydana gelmesi muhtemel arızalara ve vatandaşlar tarafından yapılması muhtemel müdahalelere karşı denetim yapması gerekirken yapmayan TEDAŞ görevlilerinin olayın meydana gelmesinde 2. derecede kusurlu olduğu, çocuklarına gereken ihtimamı göstermeyen elektriğin tehlikeleri konusunda çocuklarını eğitmeyen anne ve babanın da olayın meydana gelmesinde 3. derecede kusurlu olduğu tespitlerine yer verilmiş; anılan soruşturma sonrasında köy muhtarı … ve TEDAŞ görevlisi … hakkında, Karayazı Kaymakamlığınca 4483 sayılı Kanun uyarınca Soruşturma izni verilmemesi nedeniyle, anne … ve baba … hakkında ise Türk Ceza Kanun’un 22/6 maddesi uyarınca, şüphelilerin çocuklarım kaybetmeleri nedeniyle aşırı derecede mağdur olmaları nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği; … hakkında ise taksirle ölüme neden olma suçunu işlediğinden bahisle iddianame düzenlendiği, Karayazı Asliye Ceza Mahkemesinin 08.02.2010 tarih ve E:2009/l, K:2010/14 sayılı kararı ile …’in taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılmasına, 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmektedir.

Yukarıda aktarılan bilirkişi raporları ve olay yeri inceleme raporunun değerlendirilmesinden, yapması gereken periyodik bakım ve denetimleri yapmayan, elektrik direğini usulüne uygun olarak inşa etmeyen davalı idarenin olayın meydana gelmesinde kusurlu olduğu sonucuna ulaşıldığından, davalı idarece ileri sürülen temyiz nedenleri, temyize konu kararın kabule ilişkin kısmının bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemiştir.

Davacıların temyiz istemine gelince:

Davacıların maddi zararının hesaplanması amacıyla yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 15.06.2009 tarihli bilirkişi raporunda, Anne …’in zararı 17.693,24 TL, baba …’in zararı 22.795,75 TL olarak hesaplanmış, İdare Mahkemesince, 21.03.2010 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen kusur oranları esas alınmak suretiyle maddi tazminata hükmedilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266. maddesinde, “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir.” kuralına yer verilmiştir.

Bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda; özel ve teknik bilgiyi gerektiren uyuşmazlıklarda, İdare Mahkemelerince bilirkişilik kurumuna başvurulması veya mevcut bilirkişi raporunun değerlendirilmesi zorunlu ise de; bilirkişilerce düzenlenen rapora her durumda uyulması zorunluluğu bulunmamaktadır. Daha açık bir anlatımla, Mahkemece, raporun yetersiz ya da çelişkili görülmesi üzerine, aynı bilirkişilerden ek rapor istenilebileceği veya başka bilirkişilere yeni bir inceleme yaptırılabileceği gibi; teknik bilgiye sahip bilirkişilerce ortaya konulan tespit ve veriler doğrultusunda (bu tespitler esas alınmak ve bu tespitlerle uyumlu olmak kaydıyla) raporda varılan sonuçtan farklı bir sonuca varılması halinde, söz konusu farklılığın gerekçelendirilmesi suretiyle rapor dışında bir karara varılabileceğinin de kabulü gerekmektedir. Esasen bu husus, yargı yetkisinin, hukuka ve vicdani kanaate uygun olarak kullanılmasının doğal sonucudur.

idare Mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi raporunda, olayın meydana gelmesinde maktulün babasının da kusurlu olduğu görüşüne yer verilmiş, ancak babaya atfedilen kusurun sebebinin ne olduğu belirtilmemiş; Karayazı Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında düzenlenen 23.07.2008 tarihli bilirkişi raporunda ise, çocuklarına gereken ihtimamı göstermeyen elektriğin tehlikeleri konusunda çocuklarını eğitmeyen anne ve babanın da olayın meydana gelmesinde 3. derecede kusurlu olduğu tespitlerine yer verilmiştir.

Davacılar yakınının, elektrik direği ile telefon direği arasına çamaşır asmak için çekilen tele oyun oynamak amacıyla tutunduğu esnada, çamaşır telinde bulunan elektrik akımına kapılarak öldüğü çekişmesizdir.

Uyuşmazlık konusu olayda, çamaşır asmak amacıyla kullanılan bir telde elektrik akımı olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, dolayısıyla davacı anne ve babadan çocuklarını bu konuda uyarmaları ya da eğitmelerinin beklenemeyeceği, bu sebeple olayın meydana gelmesinde davacı anne ve babaya atfedilebilir kusur olmadığı sonucuna varıldığından, anılan bilirkişi raporlarında yer alan aksi yöndeki tespitlere itibar edilmemiştir.

Bu durumda, İdare Mahkemesince, davacıların olayın meydana gelmesinde kusurlarının bulunmadığı dikkate alınmak suretiyle maddi tazminat istemi hakkında karar verilmesi gerekmekte olup; temyize konu kararın davanın reddine ilişkin kısmında hukuki isabet görülmemiştir.

Öte yandan, davalı idarece olayın meydana gelmesinde kusuru bulunan 3. kişilere rücu edilebileceği açıktır.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin reddi ile Erzurum 1. İdare Mahkemesinin 12.05.2010 tarih ve E.2008/848, K.2010/761 sayılı kararının kabule ilişkin kısmının onanmasına; davacıların temyiz istemlerinin kabulü ile anılan kararın redde ilişkin kısmının bozulmasına; bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 11.09.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 8. DAİRE Esas : 2012/11306 Karar : 2013/3146 Tarih : 15.04.2013

  • İYUK 2. Madde

Uyuşmazlık, İstanbul Milletvekili olan ve Üsküdar İlçesinde ikamet ettiğini beyan eden davacı tarafından, İstanbul İli Üsküdar İlçesi, Cumhuriyet Caddesi, Hakimiyeti Milliye Caddesi, Doğancılar Caddesi. Dr. Fahri Atabey Caddesi, Zeynep Kamil Salı Sokak, Kadıköy İlçesi sahil ve diğer caddelerde yer alan ana arterdeki otoparkların, Ümraniye İlçesi Alemdağ Caddesi üzerindeki otoparkların. Bakırköy İlçesi Yenibosna’da bulunan İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin bulunduğu cadde üzerinde ve İstanbul`da bulunan diğer tüm İlçelerdeki caddeler üzerinde yer alan ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına bağlı İSPARK tarafından işletilen otopark alanlarının kaldırılması talebiyle yapılan başvurunun zımnen reddine dair işlemin iptali isteminden doğmuştur.

İdare Mahkemesince; İstanbul İli Üsküdar İlçesi’nde ikamet eden davacının, İstanbul’un tüm ilçelerinde yer alan cadde üzeri araç park yerlerine ilişkin olarak açtığı davada, davacının milletvekili elması nedeniyle geçici olarak ikamet ettiği Üsküdar İlçesi’ne münhasır olarak uyuşmazlığın irdelenmesi gerektiği, bunun haricindeki kısımlar yönünden dava açma ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın bu kısmının ehliyet yönünden reddine, Kadıköy Rıhtım Caddesi ile Üsküdar İlçesi Cumhuriyet Caddesi ve Hakimiyeti Milliye Caddesi üzerindeki otoparkların kaldırılmış olması nedeniyle davanın bu kısmının konusuz kaldığı gerekçesiyle davanın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davanın, Üsküdar İlçesi, Doğancılar Caddesi, Dr. Fahri Atabey Caddesi, Zeynep Kamil Salı Sokak ile ilgili kısmı yönünden ise; 5216 sayılı Yasa`nın 7/1-f maddesi ve 26.maddesi uyarınca, yol, cadde ve sokak üzerindeki araç park yerlerini belirleyen davalı idarenin, söz konusu yerlerin işletme hakkını İSPARK AŞ’ye devretmesinde yasal bir engel bulunmadığından, belirtilen cadde ve sokaklar üzerinde belirlenen araç park yerlerinin kaldırılması talebinin reddinde hukuka ve kamu yararına aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın bu kısmının reddine karar verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası`nın 2. maddesinin 1/a. bendinde “İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönünden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davası ..” idari dava türü olarak sayılmıştır. İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesinin ön koşullardan birisi olan “dava açma ehliyeti”, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idare ile işlemlerinde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçütler içinde menfaat ilişkisinin varlığını ifade etmektedir.

Her olay ve davada, idari işlem ile dava açacak kişi arasında öngörülen sübjektif ehliyet koşulu olarak menfaat ihlalinin kişisel, meşru ve güncel bir menfaat olması ölçütleri ekseninde yargı mercilerince değerlendirilerek takdir edilecektir.

Davacı milletvekili olması nedeniyle haftanın bazı günlerinde Ankara İlinde, diğer günleri de İstanbul İli Üsküdar İlçesi’nde ikamet etmekte ise de İstanbul`da bulunduğu günlerde aracını sadece ikamet ettiği ilçede park edeceğinin kabul edilmesi hayatın olağan akışına aykırı olup, İl içerisinde herhangi bir ilçede aracını kullanacağından ve park edeceğinden dava konusu işlemde davacının meşru ve güncel menfaatinin etkileneceği tartışmasızdır.

Bu durumda, İdare Mahkemesi kararının davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Davanın, Kadıköy Rıhtım Caddesi ile Üsküdar İlçesi Cumhuriyet Caddesi ve Hakimiyeti Milliye Caddesi üzerindeki otoparklara ilişkin kısmı yönünden; davalı idarece söz konusu yerde otoparkçılık işletmesinin sonlandırıldığının savunmada belirtilmesi üzerine davanın bu kısmının konusuz kaldığı gerekçesiyle davanın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ise de; söz konusu alanların otopark işletmesinin iptal edildiği ya da geri alındığına ilişkin UKOME kararı ya da Meclis kararı sunulmadığından, işletmenin nasıl sonlandırıldığı anlaşılamamıştır.

Bu durumda; Mahkeme kararının “karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin kısmında da hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Davanın, Üsküdar İlçesi, Doğancılar Caddesi, Dr. Fahri Atabey Caddesi, Zeynep Kamil Salı Sokak ile ilgili kısmına gelince; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasının “f” bendinde; “Büyükşehir ulaşım ana planını yapmak veya yaptırmak ve uygulamak; ulaşım ve toplu taşıma hizmetlerini planlamak ve koordinasyonu sağlamak; kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergahlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek.”, büyükşehir belediyesinin görev, yetki ve sorumlulukları arasında sayılmış, 26. maddesinde; “Büyükşehir belediyesi kendisine verilen görev ve hizmet alanlarında, ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre sermaye şirketleri kurabilir. Genel sekreter ile belediye ve bağlı kuruluşlarında yöneticilik sıfatını haiz personel bu şirketlerin yönetim ve denetim kurullarında görev alabilirler. Büyükşehir belediyesi, kendine ait büfe, otopark ve çay bahçelerini işletebilir; ya da bu yerlerin belediye veya bağlı kuruluşlarının % 50’sinden fazlasına ortak olduğu şirketler ile bu şirketlerin % 50`sinden fazlasına ortak olduğu şirketlere, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın belediye meclisince belirlenecek süre ve bedelle işletilmesini devredebilir.” hükümlerine yer verilmiştir.

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediye Meclisinin Görev ve Yetkileri” başlıklı 18. maddesinin “e” bendinde; “Taşınmaz mal alımına, satımına, takasına, tahsisine, tahsis şeklinin değiştirilmesine veya tahsisli bir taşınmazın kamu hizmetinde ihtiyaç duyulmaması halinde tahsisin kaldırılmasına; üç yıldan fazla kiralanmasına ve süresi otuz yılı geçmemek kaydıyla bunlar üzerinde sınırlı ayni hak tesisine karar vermek.”, aynı maddenin “f” bendinde Kanunlarda vergi, resim, harç ve katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı hizmetler için uygulanacak ücret tarifesini belirlemek.” Belediye Meclisinin görev ve yetkileri olarak belirlenmiş, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu`nun 97. maddesinde; belediyelerin, bu Kanunda harç ve katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkili olduğu kurala bağlanmıştır.

Öte yandan, 3194 sayılı Kanun`un 37. maddesinde; “İmar planlarının tanziminde planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile müstakbel ihtiyaçlar göz önünde tutularak lüzumlu otopark yerleri ayrılır. Otopark ihtiyacı bulunan bina ve tesislere lüzumlu otopark yeri tefrik edilmedikçe yapı izni, otopark tesis edilmedikçe de kullanma izni verilmez. Kullanma izni alındıktan sonra otopark yeri, plana ve yönetmelik hükümlerine aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilemez…” Genel Esas” başlıklı 3. maddesinde “- Herhangi bir saha, her ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamaz.”, “Tanımlar” başlıklı 5. maddesinde “Uygulama İmar Planı; tasdikli halihazır haritalar üzerinde varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren plandır.” hükmü yer almaktadır.

İmar Planı Yapılması ve Değişikliklerine ait Esaslara Dair Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 3.maddesinde; “- Bu yönetmelikte adı geçen terimler aşağıda tanımlanmıştır… 9) Teknik Alt Yapı; Elektrik, havagazı, içme ve kullanma suyu, kanalizasyon ve her türlü ulaştırma, haberleşme ve arıtım gibi servislerin temini için yapılan tesisler ile açık veya kapalı otopark kullanışlarına verilen genel isimdir.”, “İmar Planı değişikliklerinde Uyulması Gereken Esaslar” başlıklı 21. maddesinde; “- İmar planlarında bulunan sosyal ve teknik alt yapı alanlarının kaldırılması küçültülmesi veya yerinin değiştirilmesine dair plan değişiklikleri zorunluluk olmadıkça yapılmaz…” denilmektedir. 01.07.1993 tarih ve 21624 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak 01.01.1994 tarihinde yürürlüğe giren Otopark Yönetmeliğinin 1. maddesinde; “3194 sayılı İmar Kanunu’nun 37. ve 44. maddelerine dayanılarak hazırlanan bu Yönetmeliğin amacı, yerleşme yerlerinde araçların yol açtığı trafik sorunlarının çözümü için otopark yapılmasını gerektiren bina ve tesislerin neler olduğunun ve otopark ihtiyacının miktar, ölçü ve diğer şartlarının tespit ve giderilme esaslarını aynı Kanun`un 5. maddesinde tanımlanan ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümünü gösteren imar planlarına uygun olarak düzenlemektir.”, 3. maddesinde; “- Bu Yönetmelikte geçen; a) Bina otoparkları: Bir binayı çeşitli amaçlar için kullanan özel ve tüzel kişilere ait ulaşım ve taşıma araçları için, bu binanın içinde veya bu binanın oturduğu parselde açık veya kapalı olarak düzenlenen ihtiyaca göre açık, kapalı ya da katlı olarak belediyeler veya diğer kamu kuruluşları ve özel kişiler tarafından yapılan ve işletilen otoparklardır…”, “Genel Esaslar” başlıklı 4. maddesinde “- Otoparkla ilgili genel esaslar aşağıda açıklanmıştır… e) İmar planları hazırlanırken parselinde otopark tesisi mümkün olmayan yerlerde otopark ihtiyacının karşılanması amacıyla bölge ve genel otopark yerleri belirlenir…”, 6. maddesinde; “ - Onaylı imar planında tespit edilen bölge ve genel otoparklarının uygulama döneminde belediyelerce gerçekleştirilecek 5 yıllık imar programlarına alınması gerekir.”, 9. maddesinde; “ Belediyeler bina otoparkı yerine otopark sorununun nasıl çözümleneceğini, binanın hangi bölge veya genel otoparkından yararlanacağını da bildirmekle ve bu otoparkları tesis etmekle yükümlüdür. Bu durumda bölge veya genel otoparktan yararlananlardan ayrıca kullanım ücreti alınmaz.”, geçici 3. maddesinde; “- Belediye veya valilikler, imar planı sınırları içerisinde kalan alanlardaki yerleşmenin projeksiyon nüfusunun otopark ihtiyacı ile otopark ihtiyacı kendi içinde karşılanamayan parsellerin otopark ihtiyacını tespit ederek, bu ihtiyacın karşılanması amacıyla bölge otopark alanı oluşturmaya yönelik imar plan, revizyonların, veya değişikliklerini en geç iki yıl içinde yaparlar. Planların yürürlüğe girmesinden en geç üç ay içinde bu plan, tatbik etmek üzere beş yıllık imar programın, hazırlayarak bu süre içerisinde uygularlar.” hükmü yer almaktadır.

İstanbul Otopark Yönetmeliği’nin 1. maddesinde; “Bu Yönetmeliğin amacı; yerleşme yerlerinde araçların yol açtığı trafik sorunlarının çözümü için otopark yapılmasını gerektiren bina ve tesislerin neler olduğunu, otopark ihtiyacının miktar, ölçü ve diğer şartlarının tespit ve giderilme esaslarını, 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 5 inci maddesinde tanımlanan (ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümünü gösteren) imar planlarına uygun olarak düzenlemektir. İstanbul İl sınırları içerisinde uygulanır.” 2. maddesinde de; “Bu Yönetmelik; 1.7.1993 tarihli ve 21624 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Otopark Yönetmeliği 22.4.2006 tarihli ve 26147 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Otopark Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 6 inci ve 8 inci maddeleri 10.7.2004 tarihli ve 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun ilgili maddeleri ve 03.07.2005 tarihli, 5393 Sayılı Belediye Kanunu`nun 15 inci maddesinin (b) bendi ve ilgili maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır.” kuralı getirilmiş, 4. maddede otopark ilişkin genel esaslar, 6. maddede de; bölge ve genel otoparkların düzenlenme esasları belirlenmiştir.

Anılan mevzuat hükümleriyle; imar planındaki herhangi bir sahanın plan esaslarına, bölge şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlarla kullanılamayacağı, imar planlarında ulaşım sistemlerinin ve problemlerinin çözümünün ve yolların gösterileceği, otoparkların teknik altyapı niteliğinde bulunduğu, teknik altyapı alanlarına ilişkin plan değişikliklerinin zorunluluk olmadıkça yapılamayacağı, imar planlarının tanziminde belge ihtiyaçlarına göre otopark yerlerinin ayrılacağı, otopark ihtiyacının ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümünü gösteren imar planlarına uygun olarak karşılanacağı, İmar planları hazırlanırken otopark ihtiyacının karşılanması amacıyla bölge ve genel otopark yerlerinin belirleneceği belirtilmekte, otopark ihtiyacı karşılanırken imar planlarına uygun hareket edilmesinin gerekliliği, mevcut imar planları üzerinde otopark alanı oluşturmanın ancak imar planı tadilatı ile mümkün olduğu açıkça ortaya konulmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davacının, İstanbul`da tüm ilçelerdeki sokak ve caddeler üzerinde yer alan otopark alanlarının kaldırılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Olayda, otopark uygulaması yapılabilecek cadde, sokak ve bulvarlarda yol genişliği ile ilgili detaylı bir araştırma yapılarak, geniş kapsamlı bir rapor hazırlanmadığı, ücretli otopark uygulaması yapılan yerlerdeki belde sakinlerinin araçlarını evlerinin önüne park ettikleri zaman araçları için otopark ücreti ödemek zorunda olup olmadıklarına ilişkin olarak daha önceden yapılmış detaylı bir proje çalışması da yapılmadan gerçekleştirilen bir düzenlemeyle otopark alanı oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dosyadaki bilgi ve belgelerle yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi sonucunda: usulüne uygun bir şekilde gerekli ve yeterli bir araştırma plan ve proje çalışması yapılmadan, belde sakinlerinin evlerinin önündeki otopark alanlarını kullanmaları hususuyla ilgili olarak uygulamanın nasıl yapıldığı hususları belirtilmeden davacının İstanbul`da tüm ilçelerdeki sokak ve caddeler üzerinde yer alan otopark alanlarının kaldırılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle: İstanbul 8. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY (X) İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır. İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği oyu ile çoğunluk kararına katılmıyorum.


DANIŞTAY 6. DAİRE Esas : 2011/9148 Karar : 2012/1541 Tarih : 4.04.2012

  • İYUK 2. Madde

Dava, İstanbul İli, Beylikdüzü İlçesi, Ambarlı Ro-Ro Terminali ve Bağlantı Yolları projesi kapsamında … ada, … parselden 113.000 m² ve … ada, … parselden 35.000 m² olmak üzere toplam 146.500 m² büyüklüğündeki alanın terminal yerleşimi ve bağlantı yolu fonksiyonuna alınmasına ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 18.06.2010 günlü, 1551 sayılı kararıyla kabul edilen 1/5.000 ölçekli nazım imar planı tadilatı ile 1/1.000 ölçekli uygulama imar planı tadilatının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 18.06.2010 günlü, 1551 sayılı kararıyla kabul edilen ve 20.06.2010 tarihinde onanan 1/5.000 ve 1/1.000 ölçekli imar planı tadilatlarının 31.12.2010-31.01.2011 tarihleri arasında askıya çıkarılarak ilan edildiği, askı süresi içerisinde davacılar tarafından itirazda bulunulmayan dava konusu planlara karşı askı süresinin bitiminden itibaren 60 gün içerisinde dava açılması gerekirken, bu süre geçirilerek 09.05.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

5393 sayılı Belediye Kanununun 17. ve müteakip maddelerinde Belediye Meclisinin görev, yetki, toplantı ve karar alma hususları düzenlenmiş ve aynı Kanunun 19. maddesine dayanılarak çıkarılan Belediye Meclisi Çalışma Yönetmeliği ise 09.10.2005 tarih ve 25961 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Söz konusu Yönetmelikle; Belediye Meclisinin çalışma usul ve esasları düzenlenerek toplantı gündeminin üç gün önce meclis üyelerine tebliğ edileceği, toplantıya katılanların yoklama ile tespit edileceği, meclis üyelerinin görüşme ve toplantılarda konuşmak için söz alabilecekleri, meclis üyelerinin kabul, ret veya çekimser oldukları yönünde oy kullanacakları, görüşmelerin oylama üzerine görevlilerce tutanağa geçirilerek başkanlık divanınca imzalanacağı ve kararların tutanaklara dayalı olarak yazılacağı hükümlerine yer verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulu Kanununun 2. maddesinin (a) bendinde iptal davaları; idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmış, ilk inceleme konularının düzenlendiği 14. maddenin 3/c bendinde de; dilekçenin ehliyet yönünden inceleneceği, 15. maddenin 1/b bendinde ise; bu hususta kanuna aykırılık görülmesi halinde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.

İptal davasının subjektif ehliyet koşulu olan “menfaat ihlali” doktrin ve içtihatlarda; dava konusu işlemle davacı arasında kurulan makul, meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilişkisi olarak tanımlanmaktadır.

Menfaat ilişkisi koşulunun varlığı davanın esasının incelenebilmesi için aranan ön şartlardan biri olup sınırları hukuki duruma göre değişmekte ve davanın durumuna göre taraf ilişkisinin kurulması idari yargı yerince belirlenmektedir.

Kamu gücü kullanılarak tesis edilmekle birlikte tek bir kişi veya hiyerarşik düzende yer alan birden fazla kişi tarafından tesis edilen işlemler ile birden fazla kişinin ortak iradelerinin birleşmesiyle oluşabilen işlemler (kollektif işlemler) bakımından yargı yerince aranan subjektif ehliyet koşulu hukuki yönden farklı değerlendirilmektedir.

Zira yetkili kişi veya kişilerce tesis edilen idari işlemlere karşı işlemin tesisine katılma imkanı bulunmayan ancak bu işlemden hak ve menfaatleri ihlal edilen kişiler tarafından dava açılabilmesi mümkün ise de, işlemin tesisine katılma yetki ve görevi bulunan kişilerin ortak iradesi ile belirlenen kollektif işlemlere karşı bu kişilerin dava açabilmeleri için karara muhalif kalmaları koşulu aranmaktadır. Nitekim Kanunla belediye meclislerine verilen görevlerle ilgili konularda belde halkının hak ve menfaatlerini korumakla görevli olan belediye meclisi üyelerinin meclis tarafından karara bağlanan bir konuda toplantıya katılarak karşı oy kullanmaları halinde bu karara karşı dava açma ehliyetinin (sübjektif ehliyet) bulunduğu Danıştay içtihatlarıyla da benimsenmiştir.

Kurul halinde idari karar alınmasındaki amacın farklı görüşlerin beyan edilmesi suretiyle kamusal yarar bakımından hukuken en doğru kararın alınmasının sağlanması olduğu, bu itibarla karara muhalif kalan üyelerin tutanağa geçirilmesinin zorunluğu olduğu kuşkusuzdur.

Dava dosyasına ekli belgelerden, söz konusu belediye meclisi toplantısında dava konusu işlemin “oyçokluğu” ile kabul edildiği yolunda tutanak tutulduğu halde muhalif kalan kişilerin davacılar olduğuna ilişkin bir tespitin yapılmadığı ve meclis kararında da muhalefette kalanlar ile gerekçelerine ilişkin bir hususa yer verilmediği görülmüştür.

Olayda, dava konusu belediye meclisi kararının oylanması sırasında muhalefet ile ilgili görüş belirtmek üzere söz alan olmadığı gibi oylama sonucunda karşı oy kullanan üyeler olduklarına ilişkin somut bir belge veya muhalefet şerhlerinin bulunmaması karşısında, davacıların karara muhalif kaldıkları saptanamamakta olup, dava konusu işlemle davacıların hukuken korunabilir ciddi ve makul bir menfaat ilişkinin varlığı tespit edilemediğinden anılan meclis kararına karşı dava açma ehliyetlerinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Bu durumda, davanın ehliyet yönünden reddi gerekirken süre aşımı yönünden reddi yolundaki temyize konu mahkeme kararında sonucu itibariyle isabetsizlik görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, İstanbul 10. İdare Mahkemesinin 12.10.2011 günlü, E:2011/838, K:2011/1591 sayılı kararının yukarıda yer alan gerekçeyle ( ONANMASINA ), dosyanın adı geçen mahkemeye ( GÖNDERİLMESİNE ), bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2011/13742 Karar : 2011/796 Tarih : 21.09.2011

  • İYUK 2. Madde

Hüküm veren Danıştay Ondördüncü Dairesince, 644 ve 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler uyarınca husumet, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yöneltilerek, Tetkik Hakimi … raporu ile dosyadaki belgeler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 3622 sayılı Kanunla değişik 14. maddesi uyarınca incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava, Gebze - Orhangazi - İzmir Otoyolu (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil) projesi için Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmadığına ilişkin Çevre ve Orman Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürlüğü’nün 15.4.2011 günlü, 33538 sayılı işlemi ile işlemin dayanağı olan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin geçici 3. maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin 14.04.2011 günlü ve 27905 sayılı Resmi Gazete`de Yayımlanan ‘‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’‘in 1. maddesinin iptali isteminden ibarettir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2. maddesinin (a) fıkrasında, idari davaların idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırılı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacağı belirtildikten sonra ilk inceleme konularının belirlendiği 14. maddenin 3/c bendinde dilekçenin ehliyet yönünden inceleneceği, 15. maddenin 1/b bendinde ise bu hususta kanuna aykırılık görülmesi halinde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.

İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesinin ön koşullardan birisi olan ‘‘dava açma ehliyeti’‘, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idare ile işlemlerinde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçütler içinde menfaat ilişkisinin varlığını ifade etmektedir. Her olay ve davada, idari işlem ile dava açacak kişi arasında öngörülen subjektif ehliyet koşulu olarak menfaat ihlalinin kişisel, meşru ve güncel bir menfaat olması ölçütleri ekseninde yargı mercilerince değerlendirilerek takdir edilecektir.

Anayasanın kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını düzenleyen 135. maddesinde; kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kurulan kamu tüzelkişilikleri olduğu, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamayacakları düzenlenmiştir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun baroların kuruluş ve niteliklerini düzenleyen 76. maddesinin birinci fıkrasında baroların; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olduğu; Baro Yönetim Kurulu`nun görevlerinin sayıldığı 95. maddesinde ise, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmakla görevli olduğu hükmüne yer verilmiştir.

Baroların hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak konusunda yasal olarak yetkili kılındığı konusunda duraksama bulunmamakla birlikte, Baroların hukukun üstünlüğünü savunma görevinin avukatlık mesleğinin geliştirilmesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinden, Baronun avukatlık mesleğini ilgilendirmeyen ve avukatların ortak menfaatlerini koruma amacı dışında kalan işlemleri dava konusu etmesi durumunda, bu davaların subjektif ehliyet koşulunun bulunmaması nedeniyle reddedileceği tabiidir.

Her ne kadar, Danıştay kararlarında, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyeti geniş yorumlanarak, özellikle yörede ikamet eden vatandaşların da dava açma ehliyetlerinin bulunduğunun kabul edildiği görülmekte ise de, çevreyi geliştirmeyi, çevre sağlığını korumayı, çevre kirliliğini önlemeyi Devlete bir ödev olarak veren, ayrıca herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu belirten Anayasa`nın 56. maddesine dayanılarak, yaşadığı çevre ile ilgili işlemler nedeniyle, Anayasal hakkı ihlal edilen kişilerce açılan söz konusu davaların, bu dava için emsal oluşturmayacağı açıktır. Ayrıca, odalar gibi kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kendi görev alanlarını ilgilendiren, bu bağlamda çevre, imar planı gibi konularda dava açma ehliyetine sahip olmaları, kuruluş kanunlarında yer alan ve görev alanları ile ilgili konularda dava açmalarına olanak veren düzenlemelere dayanmakta olup, Barolar ile ilgili mevzuatta benzer bir düzenleme bulunmadığından, söz konusu meslek kuruluşları tarafından açılan davaların da, bu davaya örnek teşkil etmesi hukuken olanaklı görülmemiştir.

Sonuç olarak Balıkesir Barosu Başkanlığı’nın, Gebze - Orhangazi - İzmir Otoyolu (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil) projesi için Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmadığına ilişkin işlem ile bu işlemin dayanağı olan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği`nin, söz konusu yönetmelik hükümlerinden muafiyeti düzenleyen geçici 3. maddesinde değişiklik getiren Yönetmelik hükmünün iptalini istemekte, baroların yukarıda yer verilen kuruluş amaçları dikkate alındığında, meşru, kişisel ve güncel bir menfaatinin etkilenmediği, dolayısıyla menfaat ilişkisinin bulunmadığı anlaşıldığından, davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 3622 sayılı Kanunla değişik 14. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ve 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca davanın ehliyet yönünden reddine, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, artan posta avansının istemi halinde davacıya iadesine, kararın tebliği tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 21.09.2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Anayasa’nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu hükmü ile 2872 sayılı Çevre Kanunu`nun 30. maddesinde, çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkesin, ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebileceği hükmüne yer verilmiştir.

İdarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal denetim yoluyla sağlanmasında en etkin araçlarından biri iptal davaları olduğundan, iptal davalarında ‘‘menfaat ihlali’‘ olarak tanımlanan subjektif ehliyet koşulunun, subjektif hak ihlallerinin giderilmesiyle birlikte idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi kapsamında belirlenmesi gereği açıktır.

İdari yargının; idari işlemin, etkin ve yaygın biçimde hukuka uygunluk denetiminin sağlanması işlevi göz önünde bulundurularak, gerçek veya tüzel kişilerin menfaat ilgisini kurdukları idari tasarrufları iptal davası yoluyla yargı yeri önüne getirmeleri durumunda, iptal davası ile ‘‘menfaat’‘ ilgilerinin bulunup bulunmadığının belirlenmesinde davacının idari işlem karşısındaki durumu, statüsü ve sıfatının ortaya konması gerekmektedir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu`nun 76. maddesinde; Barolar, avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak tanımlanmış, yine aynı Kanunun Baro Yönetim Kurulunun görevlerinin sayıldığı 95.maddesinde de, yönetim kurulunun, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmakla görevli olduğu düzenlenmiştir.

Baroların; mesleki bir örgüt olmanın ötesinde hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak gibi bir işlev yüklenmesi nedeniyle diğer meslek örgütlerinden farklı bir konuma sahip olduğu açıktır.

Çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyetinin bu durum göz önünde bulundurularak geniş yorumlanmak suretiyle saptanacağı, coğrafi alana bağlı kalınmayacağı, Danıştay içtihatlarıyla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Bu itibarla, Balıkesir Barosu Başkanlığı`nın, çevre sorunlarına neden olabilecek nitelikte bir işlem olduğunu öne sürerek iptalini istediği otoyol projesi için Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmadığına ilişkin işlem ile işlemin dayanağı olan yönetmelik hükmünün iptalini istemekte menfaat ilgisinin, dolayısıyla dava açma ehliyetinin bulunduğu açık olduğundan aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS