0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Duruşma

İYUK Madde 17

1.(Değişik: 5/4/1990-3622/7 md.) Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

2.Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.

3.Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.

4.(Değişik: 5/4/1990-3622/7 md.) 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.

5.Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.



İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) 17. Madde Emsal Danıştay Kararları


DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2017/312 Karar : 2017/2110 Tarih : 22.06.2017

  • İYUK 17. Madde

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkimi’nin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 17. maddesinin 2. fıkrası uyarınca davalı idarenin duruşma istemi yerinde görülmeyerek ve dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:

Dava; …. İli, … İlçesi, …sınırları içerisinde kurulan sokak pazarının kaldırılarak aynı mahalle sınırları içerisinde yer alan 860 ada, 3 parsel, 861 ada, 4 parsel, 862 ada, 3 parsel sayılı taşınmazlar üzerinde yapılan …Belediyesi Kapalı Pazar Yeri A, B ve C blokta bulunan satış yerlerinin 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 45. maddesi gereğince açık teklif usulü ile 10 yıl süreyle sınırlı ayni hak tesisi yöntemiyle pazarcılara kiraya verilmesine ilişkin 12.12.2016 tarihli Sebze Meyve Satış Yerleri 2. İhalesinin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; 5957 sayılı Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 11. maddesi uyarınca, idarece kapalı pazar yerlerindeki satış yerleri ile diğer yerlerin belirli süreli sınırlı ayni hak tesisi yöntemi kullanılarak kiralama yoluyla da işletilebileceği, davalı idare tarafından sokak pazarının kaldırılarak pazarın yer aldığı parsel ile birlikte müstakil parsellerin kamulaştırılması suretiyle üzerinde kapalı pazar yeri yapılarak, kapalı pazar yeri işyerlerinin mevzuat çerçevesinde sınırlı ayni hak tesisi yoluyla işletilmesi usulünün kabul edildiği, kapalı pazar yerindeki satış yerlerinin kullandırılmasında farklı işletilme usulü yönünde karar verilmesi karşısında, sınırlı ayni hak tesisi yoluyla pazar yerini işletmeyen mevcut hak sahiplerine öncelik tanınmasının mümkün olmadığı, davalı idare tarafından … Belediyesi Kapalı Pazar Yeri A, B ve C blokta bulunan satış yerlerinin 2886 sayılı Kanun`un 45. maddesi gereğince açık teklif usulü ihale ile 10 yıl süreyle sınırlı ayni hak tesisi yöntemiyle yapılan 12.12.2016 tarihli Sebze Meyve Satış Yerleri 2. İhalesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize konu Bursa 2. İdare Mahkemesi’nin 28.12.2016 tarih ve E:2016/1522, K:2016/1580 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek anılan Mahkeme kararının ONANMASINA; temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına, posta giderleri avansından artan tutarın davacıya iadesine, dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun`un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 22.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2016/2388 Karar : 2016/4714 Tarih : 29.09.2016

  • İYUK 17. Madde

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, dosyanın tekemmül ettiği anlaşılmakla yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17/2. maddesi uyarınca duruşma yapılmasına gerek görülmeyerek, Tetkik Hakimi`nin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; davacılar tarafından, murisleri olan Tevfik Büyük’ün 18/06/2010 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonrası kaldırıldığı Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi`nde yapılan tedavisinde idarenin hizmet kusuru sonucunda ölümüne sebep verildiği ileri sürülerek maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle açılmıştır.

Edirne İdare Mahkemesi’nce; sunulan sağlık hizmetinde eksiklik bulunduğu açık olmakla birlikte, bu eksikliğin ölüme katkısının olup olmadığının bilinememesi nedeniyle, idari eylemle zarar arasında nedensellik bağının kuralamadığı, 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu’na ve Adli Tıp Genel Kurulu`na yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, davacıların yakınının ölümünün davalı idarece yapılan kusurlu eylemlerden kaynaklandığının şüpheden uzak ve kesin bir biçimde ortaya konulamadığı, ayrıca ölüm olayıyla trafik kazası arasında illiyet bağının bulunduğu sonucuna varıldığı, öte yandan kusursuz sorumluluk halinin de söz konusu olmadığı dikkate alındığında davacıların tazminat talebinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle davanın reddi yolunda karar verilmiştir.

Davacılar tarafından, usul ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Anayasa`nın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

İdare hukuku ilkeleri ve Danıştay`ın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın oluşması ve bu zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararın tazmini, idarenin hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilir.

İdare Mahkemesi Kararının Maddi Tazminat İsteminin Reddine İlişkin Kısmı İncelendiğinde;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “kararın bozulması” başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.

Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın maddi tazminatın reddine ilişkin kısmının usule ve hukuka uygun olduğu, kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

İdare Mahkemesi Kararının Manevi Tazminat İsteminin Reddine İlişkin Kısmının İncelenmesine gelince;

Manevi tazminat, idari eylem veya işlem nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamaya yönelik bir manevi tatmin aracıdır.

Manevi tazminat, evrensel hukukta eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuru da ön plana alınmaktadır. Gelişen hukuktaki bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde, tatmin olma duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini de ortaya koymakta ve vücut bütünlüğü yanında ruh sağlığını da içeren kişi haklarının önemini vurgulamaktadır.

Manevi tazmin ile amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek değil, hizmet kusuruyla zarar veren idareyi, gerekli dikkat ve özeni gösterme konusunda etkili biçimde uyarmaktır.

Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir miktarda olması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, davacıların murisi olan Tevfik Büyük’ün 18/06/2010 tarihinde İbriktepe-İpsala yolunda geçirdiği trafik kazası sonrasında Keşan Devlet Hastanesi’nden Trakya Üniversitesi Hastanesi Acil Servisine sevk edildiği, yapılan tetkikler neticesinde Tevfik Büyük’e omurilik kırığı teşhisi konulduğu ve bu bulgularla Beyin ve Sinir Cerrahisi kliniğine yatırılarak 25/06/2010 tarihinde kırıklar nedeniyle ameliyat edildiği, akabinde anılan hastanede tedavisine devam edildiği, anılan hastanede yapılan yanlış tedavi sonucu 19/07/2010 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi`nde vefat ettiği ileri sürülerek maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu`nun 19/12/2011 tarih ve 3333 sayılı raporunda; “kişinin ölümünün genel beden travmasına bağlı omur kırığı ve bu nedenle yatalak kalmaya bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği, 18/06/2010 tarihinde meydana gelen trafik kazası ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu” belirtilmiştir.

Uyuşmazlık konusu olayda, davacıların murisi Tevfik Büyük’ün ölümüne 18/06/2010 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yatalak kalmaya bağlı olarak oluşan komplikasyonların mı etkili olduğu, yoksa Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yapıldığı iddia edilen yanlış tedavi veya lavman uygulaması nedeniyle bağırsağının delinmesi gibi olayların mı etkili olduğu, tedavide tıbbi kusur, hata veya ihmal bulunup bulunmadığı hususlarının tespitine yönelik olarak Mahkemece dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, bunun üzerine düzenlenen 26/02/2014 tarih ve Karar No:883 sayılı Adli Tıp Kurumu 1.Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda özetle; “davacıların murisi Tevfik Büyük`ü 05-06/07/2010 tarihlerinde batın distansiyonu nedeniyle konsülte eden Genel Cerrah konsültan hekimlerinin tanı, takip ve tedavilerinin uygun olduğu, fakat 08-09/07/2010 tarihlerinde batın distansiyonu şikayetinin devam etmesi üzerine konsülte eden Genel Cerrah konsültan hekimlerinin 08/07/2010 tarihinde çekilen batın BT deki mevcut serbest havaya rağmen takip önerdikleri, acil cerrahi girişim düşünmedikleri, bu BT bulgusunun klinik bulgularla birlikte acil ameliyat endikasyonu olduğu, bunun yapılmamış olmasının eksiklik olduğu, ancak kişiye zamanında uygun cerrahi ve tedavi uygulanması durumunda dahi kurtulmasının kesin olmadığı, kişinin ölümü ile 18/06/2010 tarihinde meydana gelen trafik kazasına bağlı oluşan yaralama arasında illiyet bağı bulunduğunun oy birliği ile mütalaa olunduğu” şeklinde kanaat belirtilmiştir.

Bakılan davada, Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu’ndan gelen rapor sonrasında Mahkemece, ölen kişi hakkında yapılan tedavide kusur bulunduğu belirtildikten sonra yanlış tedavi olmasaydı dahi kurtulamayabileceği kararı arasında çelişki bulunduğu, ayrıca kişinin ölümü ile geçirdiği trafik kazası arasında illiyet bağı bulunduğu belirtilmekle birlikte ölümün trafik kazası sonrası gerçekleştiğine dair bilgi ve bulgulara yer verilmediği anlaşıldığından Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan bu hususlara ilişkin yeni bir rapor istenildiği, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu`nun 19/03/2015 tarih ve Karar No: 485 sayılı raporunda özetle; “19/07/2010 tarihinde öldüğü kayıtlı olan kişiyi 05-06/07/2010 tarihlerinde batın distansiyonu nedeniyle konsülte eden Genel Cerrah konsültan hekimlerinin tanı, takip ve tedavilerinin uygun olduğu, fakat 08-09/07/2010 tarihlerinde batın distansiyonu şikayetinin devam etmesi üzerine konsülte eden Genel Cerrah konsültan hekimlerinin 08/07/2010 tarihinde çekilen batın BT deki mevcut serbest havaya rağmen takip önerdikleri, acil cerrahi girişim düşünmedikleri, bu BT bulgusunun klinik bulgularla birlikte acil ameliyat endikasyonu olduğu, bunun yapılmamış olmasının eksiklik olduğu, 08-09/07/2010 tarihlerinde hastaya konsültasyon yapan genel cerrahi hekimlerinin kusurlu olduğu, ancak ilgili hekimlerin ifadeleri arasında çelişkiler bulunduğundan 08-09/07/2010 tarihlerinde genel cerrahi konsültasyonu yapan hekimlerinin adli tahkikat ile belirlenmesinin uygun olacağı, kişinin klinik durumu itibariyle zamanında doğru tanı konularak uygun cerrahi ve medikal tedavi uygulanması durumunda dahi kurtulmasının kesin olmadığı, hekimlerin eylemi ile kişinin ölümü arasında kesin bir illiyet bağı kurulamayacağı, kişinin ölümü ile 01/07/2010 tarihinde meydana gelen trafik kazasına bağlı oluşan yaralanma arasında illiyet bağı bulunduğu, hekimlerin kusurlu eylemlerinin kazaya bağlı yaralanma ile kişinin ölümü arasındaki illiyet bağını kesmeyeceğinin oy birliği ile mütalaa olunduğu” şeklinde kanaat belirtilmiştir.

İdarelerin kamu hizmetinin gereği gibi işleyebilmesini sağlayacak organizasyonları yaparak, yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu hususunun tartışmasız olduğu gözönünde bulundurulduğunda, sağlık hizmetini yürüten personelden olan Genel Cerrah konsültan hekimlerinin 08/07/2010 tarihinde çekilen batın BT deki mevcut serbest havaya rağmen takip önerip acil cerrahi girişim düşünmemelerinin tıp kurallarına uygun olmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dosya içeriğinde yer alan bilimsel raporlar ışığında, meydana gelen ölüm olayı ile sunulan sağlık hizmeti kapsamındaki tıbbi uygulamalar arasında uygun illiyet bağı kurulamamış ise de; bu durumun davacılarda, murisinin tedavisinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin reddi yolunda verilen Mahkeme kararının bu kısmında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacılar temyiz isteminin kısmen kabulü ile Edirne İdare Mahkemesi`nin 30/11/2015 tarih ve E:2011/893; K:2015/1302 sayılı kararının manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA gerekçede oyçokluğu esasta oybirliğiyle, diğer kısımlarının ONANMASINA oyçokluğuyla, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, kullanılmayan 48,10-TL yürütmenin durdurulması harcının istemi halinde davacılara iadesine, 2577 sayılı Kanunun 18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, karar verildi.

Başkan

KARŞI OY:

Davacıların murisinin 18.06.2010 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonrasında Keşan Devlet Hastanesinden Trakya Üniversitesi Hastanesi acil servisine sevkedildiği, yapılan tetkikler sonucu omur kırığı teshisi ile Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğine yatırıldığı, 25.06.2010 tarihinde kırık nedeniyle ameliyat olduğu, ameliyat sonrası ilk olarak 05.07.2010 tarihinde karında distansiyon nedeniyle Ar. Gör. Dr. Serkan Bilal tarafından konsültasyon istenildiği ve bu yazıda distansiyonun 5 gündür sürdüğünün belirtildiği, Dr. İlhan Aydın’ ın nazogoartirik tüp takılması ve lavman yapılmasını istediği, 06.07.2010 tarihinde Dr. Tolga Akıncı’nın konsültasyon isteğinde rektal tüp konmasını istediği, 07.07.2010 - 08.07.2010 ve 09.07.2010 tarihlerinde aynı uygulamanın sürdürüldüğü, hasta yakınlarının genel cerrahi bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. İrfan Coşkun’a gereken takibin yapılmadığı yolundaki yakınmaları üzerine Prof. Dr. İrfan Coşkun’un 10.07.2010 tarihinde Genel Cerrahi A.D. Öğr. Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cem İbiş`i aradığı, hastanın aynı gün acil ameliyata alındığı, ameliyat sonrası hastanın durumunda iyileşme olmaması üzerine hasta yakınlarının 15.07.2010 tarihinde hastalarını hastaneden çıkarttıkları ve 16.07.2010 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesine yatırdıkları, hastanın 19.07.2010 tarihinde öldüğü, Adli Tıp Kurumu otopsi raporunda davacıların murisinin omur kırığı ve bu nedenle yatalak kalmaya bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu öldüğü belirtildiği anlaşılmıştır.

Mahkemece, Adli Tıp Kurumuna yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda 1. Adli Tıp İhtisas Kurulunca düzenlenen raporda 08.07.2010 tarihli batın BT`deki mevcut bulgunun klinik bulgularla birlikte acil ameliyat endikasyonu olduğu halde takip önerilmesinin eksiklik olduğu, ancak zamanında uygun cerrahi ve tedavi uygulanması durumunda da kurtulmasının kesin olmadığı, ölüm ile trafik kazası yaralanması arasında illiyet bağı bulunduğu sonucuna ulaşılmış, mahkemece raporda yer alan tespitler ile sonucun çelişkili olduğu, trafik kazası nedeniyle ölümün gerçekleştiğine ilişkin tespitlerin bulunmadığı belirtilerek Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan yeni bir rapor istenilmesi üzerine düzenlenen raporda da; aynı tespitlere yer verilerek ölümün trafik kazası sonucuna bağlı yaralanmadan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır.

Olayda, ilk olarak 05.07.2010 tarihinde 5 gündür sürdüğü belirtilmek suretiyle batın distansiyonu tespit edilen hastaya bundan sonra 5 gün boyunca tüp takılıp lavman yapıldığı, ancak araya bir profesörün girmesi üzerine acil ameliyata alındığı, adli tıp kurumu raporunda da belirtildiği üzere acil ameliyata alınması gerekirken tüp ve lavman ile tedaviye devam edildiği, uygulanması gereken tedavide gecikildiği, bunun bir eksiklikten öte hizmetin kusurlu işlediği, gelişen komplikasyonlara zamanında müdahale edilmeyerek hastanın sağlık durumunun daha da kötüleştiği ve vefat ettiği anlaşılmıştır.

Bu itibarla hizmeti kusurlu işlettiği açık olan davalı idarenin, davacıların murisinin ölümü nedeniyle maruz kalınan maddi ve manevi tazminatı ödenekle yükümlü oldukları açık olduğundan, davanın reddi yolundaki mahkeme kararının tamamının bozulması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyoruz.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2013/1647 Karar : 2016/2635 Tarih : 12.05.2016

  • İYUK 17. Madde

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 17/2. maddesi uyarınca davacının duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:

Dava; yurt dışı fuar katılımlarının desteklenmesine ilişkin mevzuat kapsamında, 19-20 Ekim 2005 tarihinde Londra`da düzenlenen “Turkish Hometex Show” fuarına katılımından dolayı davacı … ödenen 18.065,70 TL destekleme fiyat istikrar fonu ödemesinin geri istenilmesine ilişkin 23.9.2009 tarih ve 11180 sayılı İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

İstanbul 5. İdare Mahkemesince; davacı şirketin 19-20 Ekim 2005 tarihinde İngiltere-Londra`da düzenlenen Turkish Hometex Fuarı ile ilgili olarak fuara katıldığına ve fuarla ilgili hak ve yükümlülüklerinin yerine getirdiğine ilişkin herhangi bir somut bilgi veya belge sunulamadığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu tarafından hazırlanan raporun incelenmesinden, davacı … haksız teşvik aldığı sabit olduğundan, tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, mahkeme kararının usul ve hukuka aykırı olduğundan bahisle temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Bakanlar Kurulu’nun 27.12.1994 tarih ve 94/6401 sayılı “İhracata Yönelik Devlet Yardımları Kararı”nın 4. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak hazırlanan “Yurt Dışı Fuar Katılımlarının Desteklenmesine İlişkin Tebliğ (Tebliğ No: 2004/6)”in 1. maddesinde tebliğin amacı; yurt dışında gerçekleştirilen ticari nitelikli, Türk İhraç Ürünleri Fuarları, Sektörel Türk İhraç Ürünleri Fuarları ve Milli Katılım organizasyonlarına firmalarımızın iştiraki ile uluslararası sektörel nitelikli fuarlara bireysel katılımlarının sağlanması suretiyle ihracatımızın desteklenmesi olarak belirtilmiş, 2. maddesinde; verilecek desteğin, yurt dışında Türk İhraç Ürünleri Fuarı, Sektörel Türk İhraç Ürünleri Fuarı ve Milli Katılım organizasyonunu gerçekleştiren organizatörler ve sözkonusu fuar organizasyonlarına iştirak eden katılımcılar ile uluslararası sektörel nitelikteki fuarlara bireysel katılım sağlayan firma ve kuruluşlar tarafından yapılan harcamaları kapsayacağı düzenlemesine yer verilmiştir.

Getirilen bu düzenleme ile, ülkemizde faaliyet gösteren firmaların yurt dışında yapılacak organizasyonlara katılımının arttırılması ve uluslararası sektörel nitelikli fuarlara bireysel katılımın sağlanması suretiyle ihracatın desteklenmesi amaçlanmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, davacı …, organizatörlüğünü ….’nin yaptığı 19-20 Ekim 2005 tarihinde Londra`da düzenlenen “Turkish Hometex Show” fuarına katılımcı firma olarak katıldığı, anılan organizatör firma hakkında yurtdışında düzenlediği fuarlarda usulsüzlük yaptığı iddiasıyla ceza soruşturması başlatıldığı, devamında konunun Dış Ticaret Müsteşarlığı Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu tarafından incelendiği, dış ticaret kontrolörleri tarafından, ceza soruşturması aşamasında elde edilen veriler esas alınarak düzenlenen 26.6.2008 tarih ve 1 sayılı İnceleme Raporunda; … tarafından 2005 ve 2006 yıllarında düzenlenen fuarlara katılan katılımcı şirketlerin anılan firmaya ödemesi gereken katılım bedellerinin … çalışanları tarafından İş Bankası Atatürk Havalimanı şubesine ödendiği, bu durumun katılımcı firmalar tarafından katılım bedeli ödenmediği anlamına geldiği, dolayısıyla katılımcılar tarafından yapılan bir harcama olmadığından, katılımcıların destekten yararlanamayacağı, bununla birlikte inceleme konusu fuarların … tarafından gerçekte düzenlendiği ve katılımcı firmaların da fuarlara iştirak ettikleri, bu sebeple, gerçekte yapılmayan fuarlara veya hayali katılımcılar adına teşvik almak ya da teşvik müracaatında bulunmak gibi bir durumun söz konusu olmadığı dikkate alındığında, ceza davası sürecindeki gelişmeler de incelenerek durumun idarece ayrıca değerlendirilmesi gerektiği tespitlerine yer verildiği, anılan rapor uyarınca dava konusu işlemin tesis edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan, …Fuarcılık A. Ş. yetkilileri hakkında yurtdışında düzenlenen fuarlarda usülsüzlük yaptıkları iddasıyla açılan ceza davasında; Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.1.2014 tarih ve E:2012/207, K:2014/23 sayılı kararıyla, sanıkların bereatlerine karar verildiği, davacı katılımcı … yetkilileri hakkında ise herhangi bir ceza soruşturması ya da kovuşturmasının yapılmadığı görülmektedir.

Bakılan davada, dava konusu işlem, davacı derneğin organizatör firma olan … Fuarcılık A.Ş.`ye ödemesi gereken katılım bedelinin, anılan organizatör firma yetkilileri tarafından yatırıldığı, bu durumun katılımcı firma tarafından yapılmış bir harcama olmadığını gösterdiği, bu sebeple davacı şirketin yurtdışı fuar desteğinden yararlanamayacağından bahisle tesis edilmiş olmakla birlikte, İş Bankası Atatürk Havalimanı Şubesinde …Fuarcılık A.Ş. hesabına yapılan ödemeye ait dekont bilgileri incelendiğinde, yapılan ödemenin davacı … adına yapıldığı ve bunun aksine, davacı tarafından yapılmış bir harcama olmadığı yönünde bir tespitin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, davacı … 19-20 Ekim 2005 tarihinde Londra`da düzenlenen “Turkish Hometex Show” fuarına katıldığının ve organizatör firmaya ödemesi gereken katılım bedelini ödediğinin sabit olması karşısında, Yurt Dışı Fuar Katılımlarının Desteklenmesine İlişkin Tebliğin amacına aykırı olarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık; davayı reddeden Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle, İstanbul 5. İdare Mahkemesi`nin 18/1/2013 tarih ve E:2011/961, K:2013/128 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

İdare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.

Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden, temyiz isteminin reddi ile İstanbul 5. İdare Mahkemesi`nin 18.1.2013 tarih ve E:2011/961, K:2013/128 sayılı kararının ONANMASI gerekirken; aksi yönde oluşan Daire kararına katılmıyorum.


DANIŞTAY 3. DAİRE Esas : 2014/1471 Karar : 2015/10053 Tarih : 23.12.2015

  • İYUK 17. Madde

Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17’nci maddesinin 2’nci fıkrası hükmü uyarınca temyizen incelenen dosyalarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay`ın kararına bağlı olup, temyiz isteminde bulunan davacının duruşma talebinin yerine getirilmesine gerek bulunmadığı sonucuna varıldığından dosya incelenerek işin gereği görüşülüp düşünüldü:

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10’uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, kurumlar vergisi matrahının tespitinde; kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde ayrıca gösterilmek şartıyla, mükelleflerin, işletmeleri bünyesinde gerçekleştirdikleri münhasıran yeni teknoloji ve bilgi arayışına yönelik araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının %100`ü oranında hesaplanacak Ar-Ge indirimini kurum kazancından indirilebilecekleri, Ar-Ge indiriminden yararlanılacak harcamaların kapsamını ve uygulamadan yararlanılabilmesi için gerekli belgeler ile usulleri belirlemeye Maliye Bakanlığının yetkili olduğu hüküm altına alınmış, söz konusu yetkiye dayanılarak 03.04.2007 tarih ve 26482 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 1 Seri No.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğiyle yapılan düzenlemede de kurumların, hesap dönemi içerisinde gayri maddi hakka yönelik yaptıkları araştırma ve geliştirme harcamalarının tamamını aktifleştirmek zorunda oldukları ancak gayri maddi hakka yönelik olmayan ve Vergi Usul Kanunu hükümleri çerçevesinde aktifleştirilmesi gerekmeyen harcamaları doğrudan gider yazabileceği, proje sonucu ortaya bir gayri maddi hak çıkması halinde ise aktifleştirilmesi gereken bu tutarın, amortisman yoluyla itfa edileceği, projeden, daha sonraki yıllarda vazgeçilmesi veya projenin tamamlanmasına imkan kalmaması durumunda, kurumun Ar-Ge faaliyeti kapsamında yapmış olduğu ve önceki yıllarda aktifleştirilmiş olan tutarların doğrudan gider yapılabilmesinin mümkün olduğu kurala bağlanmıştır.

5746 sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanunun 3’üncü maddesinin birinci fıkrası ise Ar-Ge indirimini açıkladıktan sonra Ar-Ge harcamalarının 213 sayılı Vergi Usul Kanunu`na göre aktifleştirilmek suretiyle amortisman yoluyla itfa edileceği, bir iktisadi kıymet oluşmaması halinde ise doğrudan gider yazılacağı hükmünü getirmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 5746 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştirdiği 60 Araba Saat, K85 ve Su Bazlı Boya isimli projeler nedeniyle katlandığı giderlerini aktifleştirerek amortisman yoluyla itfa etmek yerine 2007 yılı kazancından doğrudan indirdiği, söz konusu projelerin 2007 yılında tamamlandığı ve sonucunda herhangi bir iktisadi kıymetin veya patent, lisans gibi gayri maddi bir hakkın ortaya çıkmadığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, yukarıda hükmüne yer verilen düzenlemelere göre Ar-Ge faaliyeti kapsamında birtakım harcamalarda bulunan mükelleflerin, bu harcamalarını aktifleştirmek suretiyle amortisman yoluyla itfa etmeleri kural olmakla birlikte yapılan Ar-Ge faaliyetlerinin başarısızlıkla sonuçlanması nedeniyle herhangi bir iktisadi kıymetin oluşmaması veya gayri maddi hakkın ortaya çıkmaması hâllerinde, bu faaliyet kapsamında yapılan giderlerin doğrudan gider yazılabilmesine imkan sağlanmış olup, buna göre 2007 yılında tamamlanarak herhangi bir iktisadi kıymetin veya gayri maddi hakkın oluşmadığı 60 Araba Saat, K85 ve Su Bazlı Boya projeleri nedeniyle katlanılan giderler doğrudan gider yazılabileceğinden, hukuka uygunluk bulunmayan tarhiyata karşı açılan davanın reddi yolundaki vergi mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Bursa 1. Vergi Mahkemesinin 28.03.2013 gün ve E:2011/1430, K:2013/295 sayılı kararının ( BOZULMASINA ), yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, kararın tebliğ tarihini izleyen on beş gün içinde Danıştay nezdinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2015/10574 Karar : 2015/18100 Tarih : 22.12.2015

  • İYUK 17. Madde

2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu`nun 17/2. maddesi uyarınca duruşma yapılmasına gerek görülmeyerek işin esasına geçildi;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin l/a bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri de hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaların iptal davaları oldukları belirtilmiş bulunmaktadır.

İdari işlem ise, idari makamların ve merciilerin kamu gücü ve kudreti ile hareket ederek, idari usulleri uygulayarak idare işlevine ilişkin olarak yaptıkları ve çeşitli hak ve yükümlülükleri doğuran, doğrudan uygulanabilen, kesin ve yürütülmesi zorunlu, tek yanlı irade açıklamalarıdır.

Anayasa`nın 73. maddesi kapsamında mali yükümlülük teşkil eden harçların tahsiline ilişkin davalarla birlikte gereksiz olarak ödendiği ya da kanuna ve usule aykırı olarak tahsil edildiği iddiasıyla idareye karşı açılacak davaların görülüp çözümlenmeleri de niteliği gereği idari yargı yerlerine ait olduğu gibi; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun “Vergi Mahkemelerinin Görevleri” başlıklı 6. maddesinde, Vergi Mahkemelerinin genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resını ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalarla, bu konularla ilgili olarak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği hükme bağlanmıştır.

213 sayılı Vergi Usul Kanun`un 377. maddesinin 1. fıkrasında; mükellefler ve kendilerine vergi cezası kesilenlerin cezalara karşı dava açabilecekleri, 378. maddesinin 1. fıkrasında da; vergi mahkemesinde dava açabilmek için verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması gerektiği açıklanmıştır.

Ayrıca aynı Kanun’un 116. ila 123. maddelerinde tarifi yapılan ve kapsamı gösterilen vergi hataları nedeniyle ilgililerin 5 yıllık zamanaşımı süresi içinde idareye başvurup haklarında yapılan vergilendirme hatalarının düzeltilmesini ve haksız ödenen vergilerin iadesini isteyebilecekleri, 124. maddesinde de vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanların şikayet yoluyla Maliye Bakanlığı`na başvurabilecekleri öngörülmüştür.

Öte yandan, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 17.07.2003 tarih ve 4949 sayılı Kanun`la değişik 4. maddesinin 1. fıkrasında, icra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazların incelenmesinin icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılacağı, 4. maddesinin son fıkrasında, İcra yetkisini haiz sulh mahkemelerinin muamelelerine karşı vuku bulacak şikayet ve itirazların Tetkik mercii o mahkemenin hakimi olduğu, aynı kanunun 16. maddesinin 1. fıkrasında da, kanunun hakini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere icra ve iflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet olunabileceği belirtilmiştir.

Söz konusu yasa hükümlerinin değerlendirilmesinden, icra müdürlüğü tarafından yapılan takip sonucu harç ya da vergi alınması halinde bu işleme karşı açılan davanın uyuşmazlığın icra müdürlüğünün tesis ettiği işlemden kaynaklanması nedeniyle adli yargı yerince incelenmesi gerekmektedir.

Ancak daha sonra 213 sayılı Kanun ve 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca gerek idarece mükellefler adına ihbarname ve ödeme emri düzenlenmesi, haciz uygulanması, gerek mükelleflerce 5 yıl içinde alınan vergi ya da harem kanuna aykırı olduğu iddialarıyla idareye başvurmaları halinde ret ya da zımnen ret işlemlerine karşı dava açmaları halinde uyuşmazlığın adli yargı tarafından değil, idari yargı içerisinde yer alan vergi mahkemelerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, davacıların murisi adına kayitli taşınmaz nedeniyle ikame edilen ortaklığın giderilmesi davası sonucunda ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verildiği, bu karar uyarınca Satış Memurluğunca verilen talimat üzerine belirlenen bedelin davacılar tarafından ödendiği, söz konusu bedel üzerinden %18 oranında katma değer vergisinin hesaplanarak Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne 15.04.2015 tarihinde yatırıldığı, daha sonra davacılar vekili tarafından Vergi Dairesi Müdürlüğü`ne başvurularak, söz konusu gayrimenkulün “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tapuya kayıtlı olduğu belirtilerek, ödenen katma değer vergisinin iadesinin talep edildiği, anılan müdürlük tarafından, icra ve ihale yoluyla satışlarda uygulanması gereken katma değer vergisi oranının satışı gerçekleştiren icra dairesi veya satış memurluğunca değerlendirilerek bunun sonucuna göre işlem yapılacağı gerekçesiyle başvurunun 26.06.2015 tarih ve 15082 sayılı yazı ile reddedilmesi üzerine ödenen verginin yasal faizi ile birlikte iadesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda davacı tarafından Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Memurluğunca yapılan açık artırma sonucu satın alınan taşınmaza ilişkin olarak hesaplanan katma değer vergisinin vergi dairesine yatırılmasından sonra Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne başvurulması sonucu tesis edilen işlem üzerine ödenen verginin iadesi istemiyle dava açıldığından uyuşmazlığın yukarıda yapılan açıklamalara göre 2576 sayılı Kanun`un 6. maddesi uyarınca vergi mahkemesince görülüp çözümlenmesi gerekmektedir.

Her ne kadar Vergi Mahkemesi kararında uyuşmazlığın adli yargı mercilerince çözümlenmesi gerektiği, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 11.02.2013 tarih ve E.2012/182, 2013/321 sayılı kararı ile 01.04.2014 tarih ve 2014/304, K2014/346 sayılı kararının da bu yönde olduğu belirtilmiş ise de, sözü edilen Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında, uyuşmazlığın icra müdürlüğünün tesis ettiği işlemden kaynaklanması nedeniyle bu durumun adli yargının bir parçasını oluşturduğu ve icra müdürlüğü işleminin yasaya uygun olup olmadığı hususunun adli yargı içinde çözümlenmesi gerektiğine karar verildiği, olayda ise İcra Müdürlüğünce tesis edilen işleme karşı açılan dava söz konusu olmayıp katma değer vergisinin ödenmesinden sonra, haksız alınan katma değer vergisinin iadesi istemiyle vergi dairesi müdürlüğüne yapılan başvurunun reddi üzerine açılan dava söz konusu olduğundan, Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının yanlış değerlendirildiği anlaşılmıştır.

Bu itibarla Vergi Mahkemesince işin esasının incelenmesi gerekirken davanın görev yönünden reddedilmesinde kanuna ve usule uyarlık bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne İstanbul 11. Vergi Mahkemesi`nin 07/07/2015 tarih ve E:2015/1456, K2015/1704 sayılı kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 22.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 12. DAİRE Esas : 2015/1024 Karar : 2015/5865 Tarih : 11.11.2015

  • İYUK 17. Madde

İsteminÖzeti: …kadrosunda görev yapmakta iken 26.04.1988 tarihli ve 470 sayılı işlemle görevine son verilen davacı tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle açılan davada, Van İdare Mahkemesi’nin 08.06.1989 tarihli ve E:1988/169, K:1989/240 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın Danıştay’dan temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmesinden sonra, karar sonucunu değiştirebilecek bilgi ve belge elde etmiş olduğundan bahisle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 53. maddesinin 1. fıkrasının (a), (b) ve (e) bentlerinde belirtilen sebeplerin bulunduğu ileri sürülerek yargılamanın yenilenmesi istemiyle açılan davada; dava dosyası ile arşivden temin edilen Van İdare Mahkemesi’nin E:1988/168 sayılı dosyanın birlikte incelenmesinden, davacı tarafından hakkında; adayların yetiştirilmesine ilişkin yönetmelik hükümlerinin uygulanmadığı, Devlet Personel Başkanlığı’na bildirimin Kurumca yapılmadığı, aday memur olmasına rağmen … Gizli Sicil Yönetmeliği’nin uygulandığı, bu hususlara ilişkin bilgi ve belgelere yenilenmesi istenen karar verildikten sonra ulaşıldığı belirtilerek yargılamanın yenilenmesinin istenildiği anlaşılmakta ise de, söz konusu belgelerin Van İdare Mahkemesi`nin E:1988/168 sayılı dosyasının içerisinde bulunduğu ve davacının ileri sürdüğü iddiaların yargılanmanın yenilenmesi gerektirecek sebeplerin hiç birisine uymadığı gerekçesiyle yargılanmanın yenilenmesi talebinin reddi yolunda Van 1. İdare Mahkemesince verilen 13/02/2014 tarihli ve E:2012/1823, K:2014/304 sayılı kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi:

Düşüncesi: İdare mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 17/2. maddesi uyarınca duruşma yapılmasına gerek görülmeyerek işin gereği düşünüldü:

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. İdare mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe, hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın ( ONANMASINA ), temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 8. DAİRE Esas : 2011/9465 Karar : 2013/84 Tarih : 17.01.2013

  • İYUK 17. Madde

Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince dosyanın tekemmül etmiş olduğu anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeyerek, Türkiye Kızılay Derneği Genel Başkanlığının davalı İdare yanında davaya katılma istemi kabul edilerek ve 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca davacının duruşma istemi kabul edilmeyerek, işin gereği görüşüldü:

Uyuşmazlık; Sivas İli, Yıldızeli İlçesi, Kaman Köyü sınırları içerisinde bulunan doğal mineralli maden suyunun işletilmesi için ruhsat verilmesi istemiyle yapılan başvurunun Sivas İl Özel İdaresinin 01.11.2010 gün ve 11199 sayılı işlemi ile reddedilerek, Sivas Valiliğinin 14.10.2010 gün ve 10597 sayılı oluru ile Kızılay Şube Başkanlığına doğal mineralli maden suyu işletme ruhsatı verilmesine ilişkin işlemin iptali isteminden kaynaklanmıştır.

2577 sayılı Kanun’un 17. maddesinde; Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal davalarında taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılacağı; duruşmanın dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda istenebileceği kuralına yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının dava dilekçesinde duruşma istemi bulunmasına karşın, duruşma yapılmaksızın karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda; yasanın emredici kuralı gereği duruşma istemi dikkate alınarak; hakkın kullanımının sağlanması zorunlu olduğundan; duruşma yapılmaksızın verilen İdare Mahkemesi kararının, yasal zorunluluğun yerine getirilmemesi nedeniyle usul ve hukuka aykırı olduğu anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sivas İdare Mahkemesinin kararının ( BOZULMASINA ), dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye ( GÖNDERİLMESİNE ), yürütmenin durdurulması harcının davacıya ( İADESİNE ), bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2011/15596 Karar : 2012/965 Tarih : 15.02.2012

  • İYUK 17. Madde

Karar veren Danıştay Ondördüncü Dairesince, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra; dosyanın tekemmül ettiği görülerek yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeden ve 644 ve 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uyarınca husumet Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`na yöneltilerek işin gereği görüşüldü:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 17/2 maddesi gereğince davacı ve davalı idare yanında katılanın duruşma istemleri yerinde görülmemiştir.

Dava; Kastamonu İli, Cide ilçesi sınırları içerisinde, Devrekani Çayı üzerinde, … Enerji Elektrik Üretim A.Ş tarafından gerçekleştirilmesi planlanan, 21,5 MW gücünde, “Cide Regülatörü ve HES” projesi için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı verilmesine ilişkin 15.10.2009 günlü, 8049-58582 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürlüğü işleminin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; dosyanın ve mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunun incelenmesinden; Cide Regülatörü ve HES projesine ait proje alanının milli park tarafından çevrili olması ve milli parkla aynı havza içerisinde yer alması nedeniyle proje yer seçiminin doğru olmadığı, proje alanının bilimsel açıdan, milli park tarafından çevrelenmiş olmasından dolayı milli parkı da kapsayan Devrekani Havzası ekosisteminin bir parçası olduğu ve bölge vejetasyonuna çeşitlilik kattığı, proje sahasının milli parkın koruma zonu kabul edilecek bir mesafe içerisinde yer aldığından proje alanında yapılacak çalışmalardan kaynaklanacak olumsuz etkilerin, havza ve milli park ekosistem bütünlüğüne zarar vereceği ve anılan havzada yer alan bitki türleri, yaban hayvanları ve sucul canlıların yok olmasına, toprak-suvejetasyon arasındaki dengenin bozulmasına yol açacağı gerekçesiyle, dava açıldıktan sonra ölen davacı açısından dava dilekçesinin iptaline, feragat eden davacılar açısından feragat nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına, diğer davacılar yönünden dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu kararın iptale ilişkin kısmı davalı idare ve davalı idare yanında müdahil vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; İdare Mahkemesince; İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi, Havza Yönetimi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. …, Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği bölümü öğretim üyesi hidrolik ve hidroloji uzmanı Doç. Dr. …, Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. …’tan oluşan üç kişilik bilirkişi heyetiyle, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapıldığı, bilirkişilerce düzenlenen raporda; özetle; ÇED raporunun formatsal olarak, gerekli olan yasal prosedürlere ve zorunluluklara uyularak hazırlandığı, raporda tespit edilerek belirtilen bir takım eksiklikler ve olumsuzluklara rağmen nihai ÇED raporunun gerek teknik, gerek ekonomik, gerek sosyal, gerek kültürel anlamda soruları cevaplayabilir nitelikte hazırlandığı belirtilmesine karşın ÇED raporunun gerek çevresel gerek bilimsel alanda bir takım eksikliklerinin olduğu ve bazı konulara yeterli derecede açıklık getirilmediği belirtilerek 9 madde halinde sayılan eksiklik ve yanlışlıkların giderilmesi gerektiği belirtilmesi üzerine, Mahkemece; bilirkişi raporunun yeterli açıklık içermediği gerekçesiyle bilirkişilerden ek rapor istenilerek, bilirkişi raporunda belirtilen eksikliklerin ÇED raporunu sakatlar nitelikte olup olmadığının, ayrıca eksikliklerin düzeltilebilir nitelikte mi, yoksa olmazsa olmaz şart mı olduğunun, Cide Regülatörü ve HES projesinin çevresel değerlerin ve ekolojik dengenin bozulmasına ve yok olmasına neden olup olmayacağının, havza ekosistemine zarar vermeyecek alternatif alanların bulunup bulunmadığının sorulması üzerine, bilirkişilerden Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği bölümü öğretim üyesi hidrolik ve hidroloji uzmanı Doç. Dr. … tarafından ayrı, diğer bilirkişiler tarafından ayrı bir rapor hazırlandığı, İdare Mahkemesince, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi, Havza Yönetimi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. …ve Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. …`un hazırladığı ek bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle dava konusu işlemin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır.

Bilirkişilerden; Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği bölümü öğretim üyesi hidrolik ve hidroloji uzmanı Doç. Dr. … tarafından hazırlanan ek bilirkişi raporunda özetle; ÇED raporunda bir takım bilimsel hataların ve eksikliklerin yapıldığı, ancak bu hataların ve eksikliklerin bilimsel açıdan düzeltilebilir ve giderilebilir nitelikte olduğu, projenin yer seçiminin daha önceden milli park sınırları içerisinde iken, milli park sınırları dışına alınmış olduğu, bunun alternatif bir yer seçimi olduğu, projenin ekoloji ve çevre (orman, bitki, botanik, flora, fauna, peyzaj vb.) açısından olumsuz etkiler oluşturup oluşturmayacağının, eğer oluşturacaksa bu etkilerin neler olduğunun ve ne şekilde ortadan kaldırılacağının ise bilirkişi heyetindeki diğer uzmanlar tarafından cevaplandırılmasının uygun olacağı yönünde görüş ve kanaat belirtildiği, diğer bilirkişiler; İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi, Havza Yönetimi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. …ve Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. … tarafından hazırlanan ve Mahkemece hükme esas alınan ek bilirkişi raporunda ise; 19 madde halinde projeye yönelik eleştirilerde bulunulduğu, bu eleştirilere karşı davalı idare ve müdahil şirket vekili tarafından nihai çed raporunun hazırlanmasında görev alan uzmanlardan alınan görüşlere dayanılarak maddeler halinde cevap verildiği görülmektedir.

Mahkemece, hükme esas alınan ek bilirkişi raporunda getirilen eleştiriler ve bu eleştirilere Nihai ÇED raporunu hazırlayan uzmanlar tarafından verilen cevapların incelenmesinden; bilirkişilerce; proje sahasındaki gerek sucul, gerekse karasal yaban hayatı türlerinin tespitinin 3 ay gibi kısa bir sürede yapılan gözlemlere dayandığı ve yeterli olmadığı, projenin planlandığı sahaya yakın olan Kirazlık Baraj havzasında 500’den fazla tür tespit edilmişken, proje sahasında 177 tür tespit edilmiş olduğu; proje sahasında bulunan bazı endemik türlerin başka yerlere transfer edilerek koruma altına alınmasının doğru bir yaklaşım olmadığı, böyle bir doğa yaklaşımının bulunmadığı; bölgenin kendine özgü özelliklere sahip olmasından dolayı, milli park olarak ilan edildiği, her ne kadar proje sahası milli park alanı olmasa da, milli parkın koruma zonu kabul edilebilecek bir mesafe içerisinde olduğu, bütüncül havza yaklaşımına göre milli parkın projeden olumsuz etkileneceği; projede uygulanacak metottan başka değişik metotlar uygulanarak, dereye bırakılacak can suyu miktarının saptanabileceği; projenin Devrekani Çayı havzasında yer alan ekosistemde yaklaşık 7 km.lik bir mesafede kesintiye yol açarak toprak-su-vejetasyon arasındaki dengeyi bozacağı ve sulak ekosistemi, yaban hayvanlarının göç güzergahlarını, beslenme ve barınma alanlarını olumsuz etkileyeceği; projede 4300 metre uzunluğunda toprağa gömülü iletim hattı yapılacağı, 3,5 metre çapındaki iki borunun toprağa yerleştirilmesi durumunda, en az 7 metre genişliğinde ve 4300 metre uzunluğundaki bir alanda kök gelişiminin sınırlanmasından dolayı ağaçlandırma yapılsa bile dikilen ağaçların gelişemeyeceği, buranın otsu vejetasyonun geliştiği çıplak alanlar olarak kalacağı; iletim borularının yerleştirileceği alanda 1. sınıf tarım arazisinin yer aldığı, her ne kadar burada tarım yapılmasa da ekolojik olarak ekosistem içerisinde önemli fonksiyona sahip olduğu yönünde görüş belirtildiği; ek bilirkişi raporundaki bu görüşlere; örneklemelerin biyolojik olarak en aktif ve yoğun dönemleri kapsadığı ve bu alanda daha önceden yapılmış çalışmalardan da yararlanıldığı, örnek olarak gösterilen Kirazlıköprü barajının göl alanı ve baraj havzasının uyuşmazlığa konu proje sahasına oranla kıyaslanamayacak kadar büyük olduğu, dolayısıyla bitki türü sayısının az çıkmasının normal olduğu; endemik türlerin sadece o vadide yetişen türler olmadığı, Kastamonu, Batı Karadeniz ve Türkiye için endemik oldukları, dolayısıyla vadi dışında yetişemeyeceklerinin söylenemeyeceği, öte yandan, doğa koruma yaklaşımlarında “in situ” (Yerinde koruma) ve “ex situ” (yeri dışında koruma) kavramları bulunduğu, bilirkişi raporundaki “böyle bir doğa koruma yaklaşımı yoktur.” savının doğru olmadığı; proje alanının daha önceden milli park sınırları içerisinde seçilmiş iken Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün yazısı üzerine milli park sınırı dışına çıkarılarak projelendirildiği, proje alanının Küre Dağları Milli Parkından 155 metre aşağı kotta kaldığı ve milli park alanından dev doğal bariyerlerle ayrıldığı, ekolojik bariyerlerin varlığı nedeniyle Milli Parkın havza içerisinde ayrı ve izole durumda olduğu, bu izoleliğin havzadan bağımsızlığa neden olduğu, havza bütünlüğü yaklaşımın, bariyerlerle ayrılan bağımsız ekosistemler nedeniyle öne sürülmesinin yanlış olduğu, can suyu miktarının hesaplanması konusunda Dünyada kabul gören üç metod olduğu, bunlardan birinin de, projede uygulanan “Tennant-Montana” metodu olduğu, diğer iki metod için uzun yıllara dayanan gözlemlerin yapılması ve ilgili parametrelere ilişkin sonuçların alınması gerektiği, ancak ülkemizde bu konuda alt yapı kurulmadığından diğer iki metodun uygulanmasının olanaklı olmadığı, ayrıca “Tennant-Montana” metodunun başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir çok gelişmiş ülke tarafından kullanıldığı, DSİ Genel Müdürlüğü, Elektrik İşleri Etüt İdaresi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü’nün ortak kararı ile ÇED raporlarında doğal hayatın devamı için gereken can suyu miktarının hesabında “Tennant-Montana” metodunun kullanılmasının uygun bulunduğu, öte yandan regülatöre debimetre konulup online olarak dereye bırakılan can suyu miktarının kontrol edileceği; bir çok yaban hayvanının bir gecede 45 km.yi aşan uzaklıklara gidebildiği, Devrekani Çayı’nın önü kesilerek meydana getirilecek rezervuar alanı nedeniyle daimi sulak alan ortamı oluşacağı, ördek ve kaz türleri açısından bu sulak alanın olumlu bir gelişme olduğu, yabanıl formların faaliyetten etkilenmemesi için alınabilecek önlemlerin Nihai ÇED raporunda belirtildiği, Devrekani çayının yaklaşık 7 km. uzunluğundaki mesafesinin 2500 metresinin rezervuar alanı, 4500 metresinin ise iletim ve cebri boru uzunluğuna tekabül ettiği, regülatör ile HES arasındaki 4500 metrelik dere yatağına, doğal yaşamın devamı için can suyu bırakılacağı gibi, bu kısma dört adet yan derenin suyunun geldiği; yörede yetişen çam veya fındık türü ağaçların kayalıklarda dahi yetiştiği, boru güzergahında da yetişebileceği, bölgedeki kaya ekosistemlerinde toprak kalınlığının çok az olduğu, borular üzerine serilecek toprak tabakasının 100-150 cm. olup, bölgedeki ortalama toprak derinliğinden fazla olduğu, ağaçların köklerini saldığı en derin yerin 1,5 metre kadar olduğu; bilirkişilerin toprak konusunda uzman olmadığı, proje alanında 1. sınıf tarım arazisinin bulunmadığı, boru güzergahındaki toprakların hem eğimli, hem de aşırı killi olup, su depolama veya taban suyunu deşarj etme gibi bir görev yapmadığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı`nca hazırlanan “Kastamonu Tarım Master Planı”nda da, Cide ilçesinin IV. alt bölge kapsamında olduğu yönünde cevap verildiği anlaşılmaktadır.

Çevresel etki değerlendirmesi, gerçekleştirilmesi planlanan projenin, çevreye olabilecek olumlu ya da olumsuz etkilerinin belirlenmesi, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin belirlenerek değerlendirilmesi amacıyla yapıldığından, ÇED sürecinde verilen kararların iptali istemiyle açılacak davalarda yapılacak bilirkişi seçiminin de bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Projenin yapılacağı sahanın özelliğine göre, uzmanlık alanları değişiklik gösterebilmekte, çok sayıda bilim dalının alanına giren özellikleri bünyesinde barındırabilmekte, Nihai ÇED raporunda onlarca uzmanın imzası bulunabilmektedir. Bununla birlikte, çevre mühendisliğinin bu konudaki ana uzmanlık dalı olduğu söylenebilir. Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’ne göre çıkarılan Yeterlik Belgesi Tebliği`nde, Çevresel Etki Değerlendirmesi Başvuru Dosyası, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu ve Proje Tanıtım Dosyası hazırlayacak kurum/kuruluşlara yeterlik belgesi verilmesi için çevre mühendisi istihdamının zorunlu tutulması da bu sebepledir.

Bu açıklamalar ışığında, ÇED süreci sonunda verilecek kararların yargısal denetimi yapılırken, seçilecek bilirkişiler arasında bir çevre mühendisinin bulunması, diğer bilirkişilerin ise projenin bulunduğu çevrenin özelliklerine göre ve Nihai ÇED Raporunu hazırlayan kişilerin uzmanlık alanları da dikkate alınmak suretiyle seçilmesi gerekmektedir.

Nihai ÇED raporunda onlarca uzmanın imzası bulunabildiğinden, birebir aynı sayıda ve aynı uzmanlık alanında olmasa dahi, yargılama usulü kurallarının elverdiği ölçüde, usul ekonomisi de gözetilerek bir denge kurulması, seçilecek bilirkişilerin projenin bulunduğu alana ve projeye yapılan itirazlara göre, değerlendirilmesi zorunlu olan ana konu başlıkları bakımından yeterli uzmanlığa sahip olması, tarafları tatmin edici ve adil bir yargılama yapılması açısından bir gerekliliktir.

Bu durumda, taraflarca bilirkişilerin uzmanlık alanlarına ve bilirkişi raporuna yönelik olarak Nihai ÇED Raporunu hazırlayan uzmanların görüşlerine dayanılarak yapılan itirazlar da dikkate alınmak suretiyle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 267. maddesiyle bilirkişi sayısı konusundaki sınırlamanın da kaldırıldığı gözetilerek, bir tanesi çevre mühendisi olmak üzere, öğretim üyelerinden oluşturulacak yeni bir bilirkişi heyetiyle, mahallinde yeniden keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak uyuşmazlığın esası hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Kastamonu İdare Mahkemesinin 28.6.2011 günlü, E:2009/729, K:2011/464 sayılı kararının ( BOZULMASINA ), dosyanın Mahkemesine ( GÖNDERİLMESİNE ), bu kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2008/430 Karar : 2010/4769 Tarih : 25.06.2010

  • İYUK 17. Madde

İsteğin Özeti: T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Tuzluçayır Şubesi’nde müdür yardımcısı olarak çalışmakta iken ihtiyaç fazlası personel olarak belirlenerek Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü emrine şef olarak atanan davacı, bu atama işleminin iptali yolunda Ankara 3. İdare Mahkemesi’nce verilen 31.1.2003 günlü, E:2002/751, K:2003/122 sayılı kararın uygulanmadığını ileri sürerek 9.277.-TL. Maddi, 6.723.-TL. Manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tazminine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın; davalı idarelerce mahkeme kararlarının gereklerinin yerine getirilmesi amacıyla süresi içerisinde işlemler kurulduğu görüldüğünden, mahkeme kararlarının uygulanmadığından söz edilemeyeceğinin açık olduğu, bu nedenle maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle reddi yolunda Ankara 9. İdare Mahkemesi’nce verilen 27.9.2007 günlü, E:2005/2168, K:2007/1224 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.

Cevapların Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.

Danıştay Tetkik Hâkiminin Düşüncesi: İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.

Danıştay Savcısının Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi’nce 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 17. maddesinin 2. fıkrası uyarınca duruşma yapılmasına gerek görülmeyerek işin gereği düşünüldü:

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır.

Ankara 9. İdare Mahkemesi`nce verilen 27.9.2007 günlü, E:2005/2168, K:2007/1224 sayılı karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın ( ONANMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2008/4334 Karar : 2010/736 Tarih : 24.02.2010

  • İYUK 17. Madde

Düşüncesi: 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesinin sonuna 5204 sayılı Yasa`nın 1. maddesiyle eklenen; altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri, alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Milli Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir” kuralı yer almaktadır.

1739 sayılı Kanunun 43. maddesi uyarınca Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği de Resmi Gazete`de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Anayasa Mahkemesi’nin 21.5.2008 günlü ve E:2004/83, K:2008/107 sayılı kararıyla; 5204 sayılı Yasanın 1. maddesiyle 14.6.1973 günlü. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesinin sonuna eklenen; 6 ncı fıkranın; “ … sınava katılacaklarda aranacak en az çalışma süresi, …”, “…alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için aranacak kıdem.”, “ … branşlar temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayılan …”, “… ile diğer hususlar …,” ibarelerinin iptaline, 1. maddesiyle 1739 sayılı Yasa’nın 43. maddesinin sonuna eklenen altıncı fıkranın, iptal edilen ibareleri nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan kalan bölümünün de 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun`un 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince iptaline ve iptal hükümlerinin kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.

Anayasa’nın 153. maddesinde, hakkında Anayasa Mahkemesi’nce iptal kararı verilen, kanun, kanun hükmünde kararname veya bunların hükümlerinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı öngörülmüştür.

Anayasa Mahkemesi’nce 5204 sayılı Yasa’nın linçi maddesiyle 14.6.1973 günlü, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesinin sonuna eklenen; 6 ncı fıkranın; tamamının Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiği bilindiği halde dava konusu uyuşmazlığın Anayasa`ya aykırılığı saplanmış olan kurallara göre görülüp çözümlenmesi Anayasanın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşecektir.

Bu durumda, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen kanun hükmü esas alınarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz işleminin kabulü ile İdare Mahkemesi kararının bozulması gerekeceği düşünülmüştür.

Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi’nce, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 17/2. maddesi uyarınca davacının duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin gereği düşünüldü:

Dava, öğretmen olarak görev yapan ve yüksek lisans öğrenimi nedeniyle kariyer basamaklarında yükselme sınavından muaf olan davacının, yapılan değerlendirme sonucunda, değerlendirildiği alandaki kontenjan yetersizliğinden dolayı uzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Eskişehir 1. İdare Mahkemesi’nin 16.1.2008 günlü, E: 2006/3191, K: 2008/44 sayılı kararıyla; sınavdan muaf olan ve olmayanlar için kullanılacak uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik kontenjanlarına ilişkin oranlan belirleme konusunda Bakanlığa tanınan yetki kapsamında davacının alanının da içinde bulunduğu 14 alan için ayrılan kontenjandan daha fazla değerlendirme başvurusunda bulunulması karşısında, puan üstünlüğü dikkate alınmak suretiyle kontenjana yerleştirme işlemi yapılmasında hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.

Davacı, sınavdan muaf olanlarla, olmayanlara farklı kontenjan belirlenmesinin hukuka aykırı olduğunu öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

5204 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesiyle, 1739 sayılı Mili Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesinin sonuna eklenen 6. fıkrada, “Öğretmenlik, kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri, alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı’nın uygun görüşleri alınarak Milli Eğitim Bakanlığı’nca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” hükmüne, 7. fıkrada ise, “Toplam serbest öğretmen kadro sayısı içinde, başöğretmen oranı %10. uzman öğretmen oranı %20`dir. Bakanlar Kurulu bu oranları bir katına kadar yükseltmeye yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 18.3.2009 günlü, 27173 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 21.5.2008 günlü, E: 2004/83, K: 2008/107 sayılı kararıyla, 5204 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesiyle, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesinin sonuna eklenen 6. fıkranın; a-” …sınava katılacaklarda aranacak en az çalışma süresi,…”, “…alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik için aranacak kıdem….”, “…branşlar temelindeki uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik sayıları….”, “…ile diğer hususlar…” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, b- Kalan bölümün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptali isteminin reddine, c- anılan fıkranın iptal edilen ibareleri nedeniyle uygulama olanağı kalmayan kalan bölümünün ve 5204 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1, maddesiyle, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu`nun 43. maddesinin sonuna eklenen 7. fıkranın iptaline karar verilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden, İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni olan ve yüksek lisans öğrenimi nedeniyle kariyer basamaklarında yükselme sınavından muaf olan davacının, değerlendirildiği İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri alanındaki kontenjan yetersizliği nedeniyle uzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamaması üzerine, bu işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nce, 5204 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. Maddesiyle, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesinin sonuna eklenen Yönetmelikle düzenlenecek hususların sayıldığı 6. fıkra ile toplam serbest öğretmen kadrosu içinde, uzman öğretmenlik kontenjan oranının % 20, başöğretmenlik kontenjan oranının % 10 ile sınırlanmasına ilişkin, 5204 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesiyle, 1739 sayılı Milli Eğilim Temel Kanunu`nun 43. maddesinin sonuna eklenen 7. fıkranın, iptal edildiği göz önünde bulundurulduğunda, branşlara göre kontenjan sınırlaması getirilmesinin yasal dayanağının kalmadığı anlaşıldığından, davacının, sınavdan muaf olanlar ve İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri alanı için belirlenen kontenjana giremediğinden bahisle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Eskişehir 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 16.1.2008 günlü, E: 2006/3191, K: 2008/44 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/b. fıkrası uyarınca ( BOZULMASINA ), aynı maddenin 3622 sayılı Kanun’la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme`ye ( GÖNDERİLMESİNE ), oyçokluğuyla karar verildi.

AZLIK OYU

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesine, kariyer basamaklarında yükselmeye ilişkin olarak 5204 sayılı Kanun’la eklenen bazı fıkra ve ibareler, 18.3.2009 günlü, 27173 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 21.5.2008 günlü, E:2004/83, K:2008/107 sayılı kararıyla iptal edilmişse de, aynı kararla, iptal edilen fıkra ve ibarelerin doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2049 sayılı Yasa`nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince iptal hükümlerinin kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.

Bu durumda, Anayasa Mahkemesi`nce verilen iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasından itibaren bir yıl sonra yürürlüğe gireceği dikkate alındığında, bu aşamada, temyiz istemi hakkında, mevcut düzenlemelere göre değerlendirme yapılarak bir karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum.


İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas : 2014/835 Karar : 2014/835 Tarih : 13.10.2014

  • İYUK 17. Madde

28/12/2013 günlü, 28865 sayılı sayıiı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Genel Hükümler` bölümünde yer aian 11. maddesinin birinci fıkrası, 12. maddesinin birinci fıkrası, 13. maddesinin beşinci fıkrası, 14. maddesinin birinci fıkrası, 15. maddesinin birinci fıkrası ve 21. maddesi ile Ekli Çizelgesinin İkinci Kısmının, ikinci Bölümünde yer alan 15. satınn (a), (b) ve (c) bentleri, 18. satırın (a), (b) vo (o) bentleri ile 21. satırın (b) bendi ve Çizelgenin Üçüncü Kısmında yer alan 8. satırda yapılan değişiklik ve eklemeler ile maktu ücretlerdeki artış oranının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle apılan davada; Danıştay Sekizinci Dairesince verilen, Tarifenin “Genel Hükümler” bölümünde yer alan 21. madde ve 11. maddenin birinci fıkrası ile Tarifenin Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer alan 15. satırın (a), (b) ve (c) bentleri ile 18. satırın (a), (b) ve (c) bentieri yönünden yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne; dava konusu diğer düzenlemeler yönünden ise yürütmenin durdurulması isteminin reddine ilişkin 04/07/2014 günlü, E:2014/898 sayılı karara, davalı idare tarafından itiraz edilmekte ve yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne ilişkin kısım yönünden kararın kaldırılması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesine göre, ancak idari işlemin uygulanması halinde telafisi güp veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin apıkpa hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerpekleşmesi durumunda yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir. İtiraz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden, dava konusu Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Genel Hükümler” bölümünde yer alan 21. maddesi ve 11. maddenin birinci fıkrası ile Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer aian 15. satırının (b) bendi ile 18. satırının (b) bendi yönünden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinde öngörülen ve yürütmenin durdurulmasına karar verilebilmesi ipin gerekli olan koşulların gerpekleşmiş olduğu dikkate alınarak yürütmenin durdurulması isteminin kabul edildiği anlaşıldığından ve davalı idare tarafından öne sürülen hususlar, kararın bu kısmının kaldırılmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden anılan kısımlar yönünden itirazın reddi gerekmektedir. İtiraza konu kararın, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin, Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer alan 15. satırının (a) ve (c) bendi ile 18. satırının (a) ve (c) bendinin yürütülmesinin durdurulması isteminin kabulüne ilişkin kısmına yönelik itiraz istemine gelince; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2.maddesinde, Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özeI kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamak olarak belirlenmiş ve avukatın bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis edeceği hüküm altına alınmış, Kanun`un 164.maddesinde de avukatlık ücreti; avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblâğ veya değer olarak ifade edilmiştir.

1136 sayılı Kanun`un “Avukatlık asgari ücret tarifesinin hazırlanması” başlıklı 168. maddesinde; “Baronun yönetim kurulları, her yıl Eylül ayı içerisinde, yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgarî hadlerini gösteren birer tarife hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine gönderirler. Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca, baro yönetim kurullarının teklifleri de göz önüne alınmak suretiyle uygulanacak tarife o yılın Ekim ayı sonuna kadar hazırlanarak Adalet Bakanlığına gönderilir. Şu kadar ki hazırlanan tarifede; Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücreti tutarı maktu olarak belirlenir. Bu tarife Adalet Bakanlığına ulaştığı tarihten itibaren bir ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği veya tarife onaylandığı takdirde kesinleşir. Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı tarifeyi bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu tarife, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir.” hükmüne yer verilmiştir.

1136 sayılı Kanun`un 168. maddesi temei alınarak ihdas edilen Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 1. maddesinde; “Mahkemelerde, tüm hukuki yardımlarda, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran her türlü merci kararlarında ve ayrıca kanun gereği mahkemelerce karşı tarafa yükletilmesi gereken avukatlık ücretinin tayin ve takdirinde, Avukatlık Kanunu ve işbu tarife hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmiş; Tarifenin 3. maddesinde ise; yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücretinin, ekli Tarifede yazılı miktardan az ve üç katından çok olamayacağı ve bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi, niteliği ve davanın süresinin göz önünde tutulacağı hüküm altına alınmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Duruşma” başlıklı 17. maddesinde; “Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır. Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.” hükmüne yer verildikten sonra, duruşmanın esaslarını belirleyen 18. maddesinde; “Duruşmalar açık olarak yapılır. Genel ahlakın veya kamu güvenliğinin gerekli kıldığı hallerde, görevli daire veya mahkemenin kararı ile, duruşmanın bir kısmı veya tamamı gizli olarak yapılır. Duruşmaları başkan yönetir. Duruşmalarda taraflara ikişer defa söz verilir. Taraflardan yalnız biri gelirse onun açıklamaları dinlenir; hiç biri gelmezse duruşma açılmaz, inceleme evrak üzerinde yapılır. Danıştayda görülen davaların duruşmalarında savcının bulunması şarttır. Taraflar dinlendikten sonra savcı yazılı düşüncesini açıklar. Bundan sonra taraflara son olarak ne diyecekleri sorulur ve duruşmaya son verilir. Duruşmalı işlerde savcılar, keşif, bilirkişi incelemesi veya delil tespiti yapılmasını yahut işlem dosyasının getirtilmesini istedikleri takdirde, bu istekleri görevli daire veya kurul tarafından kabul edilmezse, işin esası hakkında ayrıca yazılı olarak düşünce bildirirler.” düzenlemesine yer verilmiş ve 19. Maddesinde; duruşma yapıldıktan sonra en geç onbeş gün içinde karar verileceği hüküm altına alınmıştır. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 48., 49., 50. ve 51. maddelerinde de 2577 sayılı Kanun hükümlerine koşut olarak duruşma yapılmasının şartları, duruşmanın esasları ve duruşmalı uyuşmazlıklardaki karar süreci ayrıca düzenlenmiştir.

Avukatiik Asgari Ücret Tarifesinin dava konusu Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer alan 15. satırının (a) ve (c) bendi ile 18. satırının (a) ve (c) bendinde; idare ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalar ile Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde ilk derecede görülen davalar ipin asgari avukatlık ücretinin saptanmasında duruşma yapılması kıstas alınarak, uyuşmazlığın duruşma yapılmadan pözümlendiği davalar ipin öngörülen avukatlık ücreti duruşma yapılarak uyuşmazlığın pözümlendiği davalardaki ücretin yarısı olarak belirlenmiştir.

1136 sayılı Kanun`un 168. maddesinde Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin hazırlanması ve yürürlüğe girmesine ilişkin usul saptanmış olmakla birlikte, Tarife hazırlanırken esas alınacak ölpütler konusunda bir belirleme yapılmamıştır. Ancak 1136 sayılı Kanun hükümleri, avukatlığın amacı ve avukatlık ücretinin tanımı ile bugüne kadar yayımlanmış Tarife hükümlerinden; yargının kurucu unsurlarından olan savunmayı temsil eden avukatların, ücretinin asgari sınırlarının belirlenmesinde, gösterilen emek ve pabanın, uyuşmazlığın niteliğinin, pözüme kavuşturulma şeklinin dikkate alınması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu bağlamda, 2577 sayıl: İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu hükümleri uyarınca şartları, esasları ve karar süreci ayrıca düzenlenmiş olan ve avukatın ayrı bir hazırlık süreci ipinde emek ve pafaa sarf ederek söz almak suretiyle iddia ve savunmalarını sunduğu duruşmalı uyuşmazlıklar ipin görece dâha fazla avukatlık ücreti belirlenmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Kaldı ki, Tarifenin bütünü, duruşma süreci ve duruşma ipin gösterilecek emek ve paba dikkate alındığında duruşmalı uyuşmazlıklar ipin farklı ücret öngörülmesi hukukun ve hakkaniyetin bir gereğidir.

Diğer taraftan itiraza konu kararda, “duruşmalı davalarda ödenecek ücretin, duruşmasız davalarda ödenecek ücretin iki katı olarak belirlenmesinden sonra, uyuşmazlığın niteliği gerektirmediği halde duruşma talebinde bulunulmasına neden olunabileceği… duruşmasız davalarda ödenecek ücrete göre daha fazla miktarda olması, ancak sadece daha fazla avukatlık ücreti alabilmek için duruşma talebinde bulunulmamasını özendirici miktarda avukatlık ücreti belirlenmesi gerekirken, duruşmalı ve duruşmasız dava dosyalarında iki katı belirlenen ücretin hukuka aykırı olduğu” yönündeki gerekpe, belli bir meslek grubunun mesleğin icrası sırasında gösterebileceği davranış bipimi üzerinden bir varsayıma dayandığından kabul edilebilir değildir. Ayrıca, duruşmalı uyuşmazlıklar ipin öngörülen avukatlık ücretinin hangi ölpülerde kaldığı takdirde, usul ekonomisine aykırı olarak duruşma isteminde bulunulmasını özendirici olup olmayacağını tespit etmek hukuken olanaklı değildir.

Bu duruma göre, idare ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalar ile Danıştay ve Askeri Yüksek idare Mahkemesinde ilk derecede görülen davalar ipin asgari avukatlık ücretinin saptanmasında duruşma yapılması kıstas alınarak, uyuşmazlığın duruşma yapılarak pözümlendiği davalar ipin, duruşma yapılmadan uyuşmazlığın pözümlendiği davalaranazaran daha fazla avukatlık ücreti öngörülmesi suretiyle düzenleme yapılmasında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin itirazının; Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Genel Hükümler” bölümünde yer alan 11. maddenin birinci fıkrası ile Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer alan 15. satırının (b) bendi ile 18. satırının (b) bendi yönünden oybirliğiyle, 21. maddesi yönünden oypokluğuyla REDDİNE, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin, Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer,alan 15. satırının (a) ve (c) bendi île 18. satırının (a) ve (c) bendinin yürütülmesinin durdurulmasına ilişkin kısım yönünden oypokluğuyla KABULÜME ve Danıştay Sekizinci Dairesince verilen 04/07/2014 günlü, E:2014/898 sayılı kararın Tarifenin, Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer alan 15. satırının (a) ve (c) bendi ile 18. satırının (a) ve (c) bendinin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin kısım yönünden kaldırılmasına, bu kısım yönünden yürütmenin durdurulması isteminin reddine, 13/10/2014 gününde karar verildi.

T.C, DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELER! KURULU YD İtiraz No : 2014/835 KARŞI OY: X- Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Seri davalarda ücret” başlıklı 21. maddesinde; “İhtiyari dava arkadaşlığının bir türü olan seri davalar ister ayrı dava kotlusu yapılsın,ister bir davada birleştirilsin her biri için ayrı ayrı tam avukatlık ücretine hükmedilir.” düzenlemesi yer almaktadır. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümleri, avukatlığın amacı ve avukatlık ücretinin tanımı ite Tarife hükümleri uyarınca; yargının kurucu unsurlarından olan savunmayı temsil eden avukatların, hukuki yardımlarının karşılığı olarak ifade edilen ücretlerinin asgari sınırlarının belirlenmesinde, gösterilen emek ve pabanın, uyuşmazlığın niteliğinin, pözüme kavuşturulma şeklinin dikkate alınması gerektiği apıktır. Bu bağlamda, usul kanunlarında ayrıca bir tanımı yapılmamış bulunan seri davanın tespiti ayrı bir hukuki problem olmakla birlikte; avukatın, her biri ipin ayrı bir çatışma gösterip emek sarf ettiği hukuki uyuşmazlıklar ipin benzer nitelikte uyuşmazlıklar olsa da ayrı ayrı ve tam avukatlık ücretine hak kazanmasını öngören düzenleme, her bir dava dosyası ipin iş sahiplerine hukuki yardımda bulunulduğu dikkate alındığında 1136 sayılı Kanun hükümlerine aykırılık taşımamaktadır. Bu nedenlerle, dava konusu Tarifenin 21.maddesinde üst hukuk normlarına aykırılık bulunmadığı ve davalı İdare itirazının 21.madde yönünden kabuiü ile bu madde yönünden yürütmenin durdurulması kararının kaldırılarak, yürütmenin durdurulması isteminin reddi gerektiği oyuyla karara katılmıyorum.

KARŞİ OY; XX- 28/12/2013 günlü, 28865 sayılı sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer alan 15. satırının (a) ve (c) bendi ile 18. satırının (a) ve (c) bendinde duruşmalı işlerde duruşmasız işlere göre iki katı oranında avukatlık ücreti belirlenmiştir. Yıllara göre avukatlık asgari ücretleri; Duruşmasız Duruşmalı 2008 yılı için 350,00 TL 450,00 TL 2009 yılı için 400,00 TL 500,00 TL 2010 yılı için 500,00 TL 1000,00 TL 2011 yılı için 550,00 TL 1100,00 TL 2012 yılı için 600,00 TL 1200,00 TL 2013 yılı için 660,00 TL 1320,00 TL 2014 yılı için 750,00 TL 1500,00 TL olarak belirlenmiştir. Türkiye Barolar Birliğince avukatın emeği, pabası, işin önemi ve niteliği dikkate alınarak tarifenin belirlenmesi gerekmektedir. Yukarıdaki tabloya bakıldığında, 2010 yılına kadar duruşmalı işlerde duruşmasız işlere göre daha makul bir fark varken 2010 yılından itibaren bu fark iki katına çıkarılmıştır. Bu şekilde duruşmalı işlerde duruşmasız işlere göre iki katı oranında bir belirleme yapılmasının haklı bir gerekpesinin ortaya konulması gerekmektedir. Olayda, Bölge Adliye Mahkemelerinde takip edilen ve bir duruşması olan işlerde 750,00 TL avukatlık ücreti belirlenirken birden fazla duruşması olmayan idare ve vergi mahkemelerinde 1500,00 TL avukatlık ücreti belirlenmesinin haklı bir yönü bulunmamaktadır. İdare ve vergi mahkemelerinin defalarca duruşması olan asliye mahkemeleriyle kıyaslanması da doğru kabul edilemez. Diğer taraftan, idari yargıda görülen ve birbirinin emsali olan, hatta daha önceden sptihada bağlanmış pok sayıda dava takiplerinde, yargılama süresini uzatmasına rağmen duruşma taleplerini özendirici nitelikte, diğerinin iki katı oranında avukatlık ücreti belirlenmesinin kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır. Zira, idari yargıda yazılı yargılamanın esas olup, uyuşmazlıkların pözümünde sözlü savunma değil bunların dayanağı yazılı belgeler önemli olduğundan duruşmanın, uyuşmazlığın pözümüne pok katkısının olduğunu söylemek güptür. Ayrıca, idari yargıda apılan bir davada yapılan duruşmanın vekil yönünden duruşmasız işlere nazaran iki katı bir emek ve paba ipermediği de uygulamadan bilinen bir husustur. İtiraz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden, dava konusu Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin, Ekli Çizelgesinin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde yer alan 15. satırının (c) bendi ile 18. satırının (c) bendinin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin kısım yönünden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 27. maddesinde öngörülen ve yürütmenin durdurulmasına karar verilebilmesi ipin gerekli olan koşulların gerpekleşmiş olduğu dikkate alınarak yürütmenin durdurulması isteminin kabul edildiği anlaşıldığından ve davalı idare tarafından öne sürülen hususlar, kararın bu kısmının kaldırılmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden anılan kısımlar yönünden itirazın reddi gerektiği oyuyla karara katılmıyoruz.


İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas : 2014/397 Karar : 2016/298 Tarih : 17.02.2016

  • İYUK 17. Madde

Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından davalı idarenin yürütmenin durdurulması istemi görüşülmeyerek ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 17/2. maddesi uyarınca davacının duruşma istemi yerinde görülmeyerek dosya incelendi, gereği görüşüldü:

Dava; Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi`nden mezun olan davacı adına düzenlenen 28/11/2007 günlü, 939 sayılı geçici mezuniyet belgesinin iptaline ilişkin Fakülte Yönetim Kurulunun 23/01/2008 günlü, 2/c sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 24/11/2008 günlü, E:2008/166, K2008/1907 sayılı kararıyla; davacının, 09/09/1997 tarihinde Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi`ne kayıt yaptırdığı, 2004 yılı Eylül ayında yapılan bütünleme sınavından sonra 7 yıllık yasal süresini doldurduğu, 2004 yılı Kasım ve 2005 yılı Haziran aylarında 2547 sayılı Kanun’un 44. maddesi uyarınca davacıya 2 sınav hakkı verildiği, sınav hakkı verilmeden önce 24 başarısız dersinin bulunduğu, girdiği sınavlar sonucunda da başarısız olduğu 6 dersinin kaldığı, 2005 yılı Haziran ayında yapılan final sınavlarından sonra ilişik kesme durumuna geldiği ve 22/09/2005 günü ilişiğinin kesildiği, Af Kanunu’ndan yararlanmak için, Kanun’un yayım tarihi olan 18/03/2005 tarihinden itibaren 2 ay içinde müracaat edilmesi ve bu tarihler itibarıyla ilişiğin kesilmiş olması gerektiği, davacının, Af Kanunu’ndan yararlandırılması isteminin, bu dönemde ilişiği kesilmediği için öğrencilik statüsünün devam ettiğinden bahisle reddedildiği, bu işlemin davacı tarafından; 2547 sayılı Kanun uyarınca tanınan sınav haklarının diğer üniversitelerde kısa sürelerde tanınmasına rağmen davalı idarece uzun bir sürece yayılarak aftan yararlanmasının engellendiği, kendisiyle aynı durumda olan diğer üniversite öğrencilerinin ilişiklerinin af müracaatının son gününden önce kesilerek aftan yararlanmalarının sağlandığı ileri sürülerek iptali istemiyle İstanbul 1. İdare Mahkemesinin E:2006/1860 sayısına kayden açılan davada, Mahkemece; önce işlemin yürütmesinin durdurulmasına, sonra 20/02/2007 günlü, K:2007/380 sayılı karar ile iptaline karar verildiği, davalı idarece iptal kararının uygulanarak davacının Af Kanunu’ndan yararlandırıldığı, bu karara istinaden davacının başarısız olduğu derslerini vererek mezun olmaya hak kazandığı ve kendisine 28/11/2007 günlü, 939 sayılı geçici mezuniyet belgesinin verildiği, İstanbul 1. İdare Mahkemesinin anılan kararının davalı idarece temyiz edilmesi üzerine, Danıştay Sekizinci Dairesinin 21/11/2007 günlü, E:2007/3286, K:2007/6211 sayılı kararı ile bozulduğu, kararın davalı idareye tebliği üzerine, Fakülte Yönetim Kurulunun 23/01/2008 günlü, 2/c sayılı kararıyla, mahkeme kararlarının uygulanması zorunluluğu gerekçe gösterilerek, davacıya verilen 28/11/2007 günlü, 939 sayılı geçici mezuniyet belgesinin iptal edildiği, davanın da bu işlemin iptali istemiyle açıldığı; olayda, her ne kadar İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 20/02/2007 günlü, E:2006/1860, K:2007/380 sayılı kararı, Danıştay Sekizinci Dairesinin 21/11/2007 günlü, E:2007/3286, K:2007/6211 sayılı kararı ile bozulmuş ise de, Danıştay Sekizinci Dairesinin kararının davalı idareye tebliğ edildiği güne kadar geçen zaman içinde davacının sınavlara girerek başarı sağladığı, idarenin de davacı için kazanılmış haklar doğuran birtakım işlemler tesis ettiği ve davacının mezun olarak öğrenci statüsünden çıktığı, İdare Mahkemesi kararının Danıştay Sekizinci Dairesince bozulmasının kesin hüküm teşkil etmeyeceği, davacının hukuk fakültesini bitirerek elde etmiş olduğu belgenin ve diğer kazanılmış haklarının geri alınmasının hukuken mümkün olmadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle, işlemin iptaline karar verilmiş ve yargılama giderleri davalı idare üzerinde bırakılmıştır.

Anılan karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 28/06/2010 günlü, E:2009/2284, K:2010/3838 sayılı kararıyla; Anayasa’nın 2. maddesi ile 138. maddesinin son fıkrası ve 2577 sayılı Kanun’un 52. maddesinin 4. fıkrası uyarınca, yargı kararlarının idareler tarafından değiştirilmeden ve gecikilmeden uygulanması gerektiğinin ve temyiz aşamasında verilen bozma kararının mahkeme tarafından verilen kararın yürütülmesini durduracağının açık olduğu, bu bağlamda yükseköğretim kurumuyla ilişiğinin kesildiği tarih itibarıyla 5316 sayılı Kanun’dan yararlanması mümkün olmayan davacının, hukuka açıkça aykırı olarak 5316 sayılı Kanun’dan yararlandırılmasını ve dolayısıyla mezun olmasını sağlayan iptal kararının Dairelerince bozulması üzerine geçici mezuniyet belgesinin iptal edilmesi yolunda tesis edilen dava konusu işlemin, davalı idarenin, Anayasa’nın emredici hükmünün bir gereği olarak yargı kararını uygulaması niteliğinde olduğu, bu duruma göre, davacının yükseköğretim kurumundan mezun olmasını sağlayan ve açıkça hukuka aykırı olan yargı kararının temyiz aşamasında bozulmuş olması nedeniyle, davacının hukuka aykırı olarak elde ettiği sınav hakları ile mezun olması sonucu düzenlenen ve bozma kararı ile dayanaksız kaldığı açık olan geçici mezuniyet belgesinin iptal edilmesine ilişkin dava konusu işlemi iptal eden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak ve Danıştay Sekizinci Dairesince bozulan kararlarında gerekçe olarak, Anayasal ve yasal düzenlemeler uyarınca yargı kararlarının idareler tarafından değiştirilmeden ve gecikilmeden uygulanması gerektiği belirtilmiş ise de, bu kural ile, davacının lehine olan durumların idarenin aleyhine bir durum doğursa bile Mahkeme kararının yerine getirilmesi gerektiğinin belirtilmek istendiği, oysa olayda, davacı aleyhine verilen bir kararın söz konusu olduğu ve idarenin de mutlak bir kamu yararı gerçekleştireceğinden söz etmenin mümkün olmadığı, bu durumda, her ne kadar Dairece Mahkeme kararı bozulmuş ise de, davacı aleyhine getirilen bu olumsuz durum ile davalı idarenin gerçekleştireceği bir kamu yararının bulunmadığı, ayrıca ilgililerin açtıkları davaların ret` ile sonuçlandığı hallerde, bu kararların uygulanmaması halinde üçüncü kişilerin hukuksal zararlarının doğmaması ve idari ihtiyaçların ve kamu yararlarının zarar görmemesi hallerinde Mahkeme kararlarının uygulanmamasının önünde hukuksal bir engel bulunmadığı gerekçesi de eklenmek suretiyle, dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararda ısrar edilmiş ve yargılama giderleri davalı idare üzerinde bırakılmıştır.

Davalı idare, İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 26/11/2013 günlü, E:2013/2183, K2013/2075 sayılı ısrar kararını, uyuşmazlığın esası ve aleyhlerine harca hükmedilmesi yönünden temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.

Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; ısrar kararının davalı idare aleyhine harca hükmedilmesi yönünden usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın anılan kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşılmıştır.

Davalı idarenin, uyuşmazlığın esası yönünden temyiz istemine gelince;

Dosyanın incelenmesinden, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi olan davacının, 2004 yılı Eylül ayı itibarıyla 7 yıllık azami öğrenim süresini doldurduğu ve kendisine 2547 sayılı Kanun’un 44. maddesi uyarınca başarısız olduğu derslerden 2 ek sınav hakkı verildiği, bu sınav haklarını 2004 yılı Kasım ve 2005 yılı Haziran aylarında kullandığı ve 6 başarısız dersinin kalması nedeniyle 22/09/2005 tarihi itibarıyla yükseköğretim kurumu ile ilişiğinin kesildiği, 18/03/2005 günlü, 25759 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren 5316 sayılı Af Kanunu’ndan yararlanmak için 10/04/2006 gününde yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddedildiği, bu ret işleminin iptali istemiyle açtığı davada, İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 20/02/2007 günlü, E:2006/1860, K2007/380 sayılı kararı ile; Af Kanunu’ndan yararlanmak için, Kanun’un yayım tarihi olan 18/03/2005 tarihinden itibaren 2 ay için müracaat edilmesi ve bu tarihler itibarıyla ilişiğin kesilmiş olması gerektiği, davacının Af Kanunu’ndan yararlandırılması isteminin, bu dönemde ilişiği kesilmediği için öğrencilik statüsünün devam ettiği gerekçesiyle reddedildiği, olayda, 2004 yılı Eylül ayı itibarıyla 7 yıllık yasal süresini dolduran davacıya 2547 sayılı Kanun uyarınca tanınan sınav haklarının 2004 yılı Kasım ve 2005 yılı Haziran aylarında kullandırıldığı görüldüğünden, Mahkemelerinin 28/12/2006 günlü ara kararıyla, sınav tarihlerinin neye göre belirlendiğinin sorulduğu ve davalı idarece verilen yanıtta bu hususun cevaplandırılmadığı, ancak 2004 yılı Eylül ayından itibaren en kısa sürede Kanun gereği tanınan sınav haklarının kullandırılması gerekirken, ilk sınav hakkının 2004 yılı Kasım ayında olmak üzere makul bir sürede kullandırılmasına rağmen, ikinci sınav hakkının yaklaşık 8 ay sonra 2005 yılı Haziran ayında kullandırıldığı ve bu durumun davacının hak kaybına yol açarak Af Kanunu’ndan yararlanmasını engellediği sonucuna ulaşıldığı, bu durumda, davalı idareden kaynaklanan gecikme sonucu 22/09/2005 tarihinde ilişiği kesilen davacının, Af Kanunu kapsamında değerlendirilmemesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle, işlemin iptaline karar verildiği, bu iptal kararı üzerine davacının 5316 sayılı Kanun’dan yararlandırıldığı, kalan derslerinden başarılı olarak mezun olduğu ve davacı adına 28/11/2007 gününde geçici mezuniyet belgesi düzenlendiği, diğer taraftan, davacının 5316 sayılı Kanun’dan yararlanmasını sağlayan, bir başka ifadeyle davacının eğitimine devam ederek geçici mezuniyet belgesinin düzenlenmesine temel teşkil eden İstanbul 1.İdare Mahkemesinin 20/02/2007 günlü, E:2006/1860, K2007/380 sayılı iptal kararının, Danıştay Sekizinci Dairesinin 21/11/2007 günlü, E:2007/3286, K:2007/6211 sayılı kararıyla; davacının, 5316 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte henüz ilişiğinin kesilmemiş olması nedeniyle, bu Kanun hükümlerinden yararlanmasının mümkün olmadığı, kaldı ki Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki ay içinde de başvurulmadığı, öte yandan, önceden belirli sınav programının idare tarafından davacının durumuna özgü olarak değiştirilmesi mümkün olmayacağına göre, Af Kanunu’ndan sonra davacının ilişiğinin kesilmesinde davalı idareye atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle bozulduğu, bunun üzerine, davacının geçici mezuniyet belgesinin, dava konusu 23/01/2008 günlü, 2/c sayılı Fakülte Yönetim Kurulu kararı ile iptal edildiği, bu arada, İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 19/11/2008 günlü, E:2008/1849, K2008/1811 sayılı kararıyla, “iptal” yolundaki ilk kararda ısrar edildiği, ısrar kararının, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 17/06/2010 günlü, E:2009/113, K2010/1312 sayılı kararıyla; 5316 sayılı Kanun gereğince, bu Kanun’un tanıdığı haktan yararlanabilmek için Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla öğrencinin ilişiğinin kesilmiş olması ve Kanunun yürürlüğe girdiği 18/03/2005 tarihinden itibaren iki ay içerisinde başvuruda bulunulması gerektiği, olayda, 5316 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi itibarıyla öğrencilik statüsü devam eden davacının anılan Kanun’dan yararlandırılmasına hukuken olanak bulunmamakta ise de, İstanbul 1. İdare Mahkemesince verilen iptal kararı üzerine 5316 sayılı Kanun’dan yararlandırıldığı, başarılı olması üzerine mezun olduğu ve geçici mezuniyet belgesinin verildiği, Danıştay Sekizinci Dairesince verilen bozma kararı üzerine bu belgenin iptal edilmesi sonucu açılan iş bu davanın ilk aşamasında verilen İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 24/11/2008 günlü, E:2008/166, K2008/1907 sayılı kararı ile işlemin iptal edildiği, bu durumda, yargı kararına dayanılarak öğrenciliğe döndürülmesi sonucu başarılı olarak mezun olduğu görüldüğünden, davacının yargı kararına dayanılarak sağladığı bu başarının kendisi için kazanılmış hak olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle onandığı anlaşılmaktadır.

Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu’nun, 19/03/1988 günlü, 19759 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanan 06/07/1987 günlü, E:1987/1, 2, 4; K1987/2 sayılı kararında; yerli ve yabancı doktrin ve içtihatlarda kabul edildiği üzere, yanlış idari işlemlerden dolayı kişi yararına hak veya korunması gereken yerleşmiş bir durum doğmuş ise, idari işlemlerin ancak iptal davası süresi içinde geri alınabileceği, bu sürenin geçmiş olması halinde idare için de işlemin kesinleşmiş olacağı, ancak bu kuralın, iyi niyetli kişiler için geçerli olup, yokluk ve mutlak butlan halleri ile kişinin gerçek dışı beyan ve hilesinin yanlış işlem tesisine neden olduğu hallerde, idarenin yanlış işlemini böyle bir süre şartına bağlı kalmaksızın geriye doğru yürür şekilde geri alabileceği, nitekim, uyuşmazlıkta, Üniversitelerarası Yerleştirme Sınavına kendi yerlerine başkalarını sokarak veya sahte belge düzenleyerek yükseköğretim kurumlarına kayıt yaptırmış ve ara sınıflarda okumakta olan davacıların, hile ile veya idareyi yanıltarak hatalı ve hukuka aykırı idari işlem (fakülteye kayıt) tesisine neden olmaları nedeniyle ortaya çıkan fiili durumun kendileri için kazanılmış hak teşkil etmediği gibi, bu durumun idarece farkına varılması üzerine, sakat idari işlemlerin geri alınması yoluyla, öğrenim süresi içinde yükseköğrenim kurumlarından kayıtlarının silinebileceği belirtilmiştir.

Söz konusu kararda, ilgililerin “hile” ile tesis ettirdikleri, yükseköğretim kurumuna kayıt yolundaki idari işlemlerin dahi “öğrenim süresi içinde” geri alınabileceğinin ifade edilmiş olması, olayda ise, yükseköğretim kurumundan kaydı silinen davacının aftan yararlanma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali yolundaki “yargı kararı üzerine” öğrenimine devam etmesi sonucunda “mezun durumda bulunması” karşısında, davacının yargı kararına dayanılarak sağladığı bu başarının kendisi için kazanılmış hak olarak kabul edilmesi gerektiği ve mezuniyet belgesinin iptalinde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 26/11/2013 günlü, E:2013/2183, K:2013/2075 sayılı ısrar kararının, gerekçesi değiştirilmek suretiyle ve yukarıdaki gerekçeyle onanmasına, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 17/02/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS