0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Tebligat ve Cevap Verme

İYUK Madde 16

1.Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.

2.Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.

3.Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.

4.Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/4 md.) Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.

5.(Değişik: 10/6/1994-4001/8 md.) Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir.

6.(Ek: 2/7/2012-6352/54 md.) Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesi taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebilirler.



İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) 16. Madde Emsal Danıştay Kararları


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2016/8916 Karar : 2017/7594 Tarih : 19.12.2017

  • İYUK 16. Madde

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi`nce; Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; davacıların oğlu…`nın erken doğuma bağlı olarak meydana gelen rahatsızlığının teşhisinde geç kalınması nedeniyle iki gözünün görmemesine bağlı ortaya çıkan durum nedeniyle davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla baba için 50.000-TL maddi, 100.000-TL manevi, anne için 50.000-TL maddi, 150.000-TL manevi ve çocukları … için 300.000-TL maddi, 250.000-TL manevi olmak üzere toplam 900,000-TL zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tazmini istemiyle açılmıştır.

Kayseri 2.İdare Mahkemesince; dava konusu olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla bilirkişi inceleme yaptırılmasına karar verilmiş, bu amaçla hazırlanarak dosyaya sunulan Adli Tıp Kurumu Adli Tıp 3.İhtisas Kurulu’nca düzenlenen 28/12/2011 tarih ve 11597 sayılı raporda özetle; İdris oğlu 25.10.2007 doğumlu … hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerin incelendiği, 32 haftadan erken doğan prematüre bebeklerde doğumdan sonraki 28.günde veya bebek post konsepsiyonel 31.haftasını doldurduğunda deneyimli bir göz hekimi tarafından tercihen bebeğin bulunduğu ortamda retinopati açısından ilk muayenesinin yapılması gerektiği, ortaya çıkan bulgulara göre muayenenin 1-3 haftalık aralıklarla tekrarlanması gerektiği, eşik düzeyinin üstünde retinopati saptanan bebeklerde uygulanan lazer tedavisi ile düzelme olasılığının oldukça yüksek olduğunun bilindiği, 25.10.2007 tarihinden 26 haftalık prematüre olarak doğan bebeğin ROP (prematüre retinopatisi) açısından 02.12.2007 tarihinde göz muayenesinin yaptırılması gerektiği, küçüğü ilk göz muayenesinin 07.01.2008 tarihinde yapıldığının anlaşıldığı, küçüğün göz muayenesinin zamanında yaptırılmamasının tıp kurallarına uygun olmadığı, küçüğün göz muayenesini zamanında yaptırmayan Erciyes Üniversitesi’nin eylemlerinin tıp kurallarına uygun olmadığı yönünde görüş bildirilmiş, davacıların çocuğu …‘nın iş görmezlik oranının tespiti amacı ile Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nce düzenlenen 11.10.2012 tarih ve A6699 sayılı Sağlık Kurulu Raporunda, adı geçenin göz yönünden vücut fonksiyon kaybının %90 olduğu tespit edilmiş, küçüğün maluliyet oranına göre zararının tespiti için alınan 09.11.2012 kayıt tarihli hesap bilir kişisi raporunda ise, adı geçenin kazanç kaybı 346.357,50-TL olarak hesaplanmıştır. Bunun üzerine İdare Mahkemesi`nce; 300.000-TL maddi (davacılardan … için taleple bağlılık ilkesi uyarınca) ve 110.000-TL manevi olmak üzere toplam 410.000-TL’lik kısmının kabulüne ve bu miktarın davalı idareye başvuru tarihi olan 21.10.2008 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat ve faiz istemlerinin ise reddine karar verilmiştir.

Dairemizce yapılan temyiz incelemesinde; dava konusu olayda davalı idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle davacılar çocuğunun %90 oranında işgücü kaybına uğramış olduğu, bu durumdaki bir kişinin hayatını tek başına idame ettirmesi mümkün olmadığı, bu nedenle davacılardan anne baba için talep edilen bakıcı giderlerinin bedensel zarar kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve bilirkişi incelemesi ile tespit edilecek bakıcı giderlerinin davacılara ödenmesi gerektiği gerekçesi ile idare mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.

İdare Mahkemesi’nce; bozma kararına uyularak ek hesap bilirkişisi raporu alınmış ve davacı anne-baba için bakıcı giderleri (567.092,39-TL) hesaplatılmıştır. Alınan rapor sonrasında davacılar tarafından dosyaya sunulan 08.12.2015 miktar artırım (ıslah) dilekçesi ile; bakıcı giderlerine ilişkin talep miktarı 567.092,39-TL’ye artırılmış ve davacı … için hesaplanan 346.357,50-TL’lik iş gücü kaybı tazminatından mahkemece taleple sınırlı olarak karar verilen 300.000-TL’lik kısmın dışındaki 46.357,50-TL’de talep edilmiştir. Mahkemece, davacı anne-baba için hesaplanan toplam 567.092,39-TL bakıcı giderinin davacılara ödenmesine, davacı … için talep edilen 46.357,50-TL`ye ilişkin miktar artırım (ıslah) talebinin ise reddine karar verilmiştir.

Taraflarca, kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Kararın, davacı ….. için hesaplanan bakıcı giderlerine ilişkin kısmı bakımından;

Bilindiği üzere, idarenin hatalı tıbbi uygulamaları sonucu ağır engelli konuma gelen ve başkasının desteği olmaksızın günlük yaşam aktivitelerini yerine getiremeyecek olanların bakımının üstlenilmesi nedeniyle açılan davalarda, muhtemel yaşam süresi dikkate alınarak yapılan hesaplamalara dayalı olarak belirlenen toplu tazminat miktarlarının idarelerce ilgililere ödenmesine karar verilmektedir. Tazminatın toplu olarak ödenmesine karar verilen bu durumlarda, bakıma muhtaç kişinin hesaplanan muhtemel yaşam süresinden daha erken bir tarihte vefatı halinde, idare aleyhine bir sebepsiz zenginleşme ortaya çıkabilmekte ve ödenen tazminatlar geri istenebilmektedir.

Bu neviden bir soruna mahal verilmemesi açısından, bakıcı giderine ilişkin maddi tazminat hesabının Dairemiz yerleşik içtihatları gereği aşağıda belirtilen ilkelere göre yapılması gerekmektedir. Buna göre;

1- Bakımı üstlenilen ağır engelli hastanın hayatta olduğunun belgelendirildiği sürece bakıcı giderlerinin ödenmesine karar verilmesi,

2- Ödemenin her takvim yılı başında yıllık peşin olarak yapılması,

3- Bakımı üstlenilen ağır engelli hastanın bakıcı giderine ilişkin maddi tazminat tutarının, aylık brüt asgari ücret üzerinden hesaplanması,

4- Anılan bu kriter üzerinden yapılacak hesaplamada, olay tarihinden davanın açıldığı tarihe kadar olan kısmın ayrıca hesaplanması ve bu zaman aralığına tekabül eden tazminat tutarının yasal faiziyle birlikte tazminat olarak ödenmesine hükmedilmesi, bu kısım açısından nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi,

5- Dava süresince ve daha sonraki yıllar için yapılacak bakıcı gideri tazminat hesaplamasının, ilgili yıldaki brüt asgari ücret üzerinden ve ağır engelli kişinin yaşadığı belgelendirilmek kaydıyla her takvim yılının başında peşin olarak yapılmasına, bu kısım açısından maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.

Bu durumda; İdare Mahkemesince, yukarıda belirtilen kriterler dikkate alınarak bakıcı giderlerine ilişkin tazminatın yeniden dönemsel olarak hesaplatılarak karara bağlanması ve buna ilişkin vekalet ücretinin de açıklanan şekilde ayrı ayrı hesaplanması gerekmektedir.

Kararın, davacı … için miktar artırım (ıslah) dilekçesi ile artırılan 46.357,50-TL`nin reddine ilişkin kısmı bakımından;

Bilindiği üzere tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının sebep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasına, 30/04/2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile, “Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” cümlesi; aynı Kanun`un 5. maddesi ile de, 2577 sayılı Kanuna Geçici 7. madde olarak, “Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” cümlesi eklenmiştir.

6459 sayılı Kanun`un 4. maddesinin (tasarının 3. maddesi) gerekçesinde de, “AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.” ifadelerine yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, dosyaya sunulan hesap bilirkişisi raporu ile davacı …‘in %90 özür durumuna göre iş gücü kaybı zararının 346.357,50-TL olarak hesaplandığı, 28/12/2012 tarihli İdare Mahkemesi kararı ile, 300.000-TL maddi (… için iş gücü kaybı zararı) ve 110.000-TL manevi tazminatın kabulüne, davacılardan İdris ve Aysun için talep edilen 100.000-TL maddi tazminat istemin ise reddine karar verildiği, 27/02/2013 tarihli dilekçe ile kararın davacılar tarafından temyiz edildiği, 30/04/2013 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yasal düzenleme ile tam yargı davalarında miktar artırımına (ıslah) olanak tanıyan düzenlemenin usul yasasına eklendiği, Dairemizce verilen 21/01/2014 tarihli karar ile mahkeme kararının bakıcı giderleri yönünden bozulmasına karar verildiği, İdare Mahkemesi’nce alınan ek bilirkişi raporu ile davacı İdris ve Aysun bakımından bakıcı giderlerinin hesaplatıldığı, davacılar tarafından dosyaya sunulan 08/12/2015 tarihli miktar artırım (ıslah) dilekçesiyle, hem bakıcı giderlerine ilişkin talep miktarının 567.092,39-TL’ye yükseltildiği hem de davacı … için hesaplanan fakat taleple bağlılık ilkesi gereği hüküm dışı kalan 46.357,50-TL’nin talep edildiği, İdare Mahkemesince verilen 24/05/2016 tarihli kararla 567.092,39-TL bakıcı giderlerinin kabulüne, davacı … için talep edilen 46.357,50-TL`lik tazminatın ise reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesi, davacı …`e ilişkin ıslah isteminin reddine ilişkin kararını, adı geçen davacı için hükmedilen tazminatın kanun yolu aşamasında onanarak kesinleştiği, bu nedenle ıslah edilmesinin mümkün olmadığı şeklinde gerekçelendirmiştir.

Davacı tarafça sunulan temyiz dilekçesinde ise, ıslah imkanına olanak sağlayan yasal düzenlemenin davanın kanun yolu aşamasında usul yasasına eklendiği, bu tarih itibari ile bahse konu miktar artırım talebi hakkındaki karar verecek olan İdare Mahkemesinin dosyadan el çekmiş olması nedeniyle bu talebe ilişkin dilekçeyi sunmanın ve gerekli harcın yatırılmasının olanaksız olduğu, Danıştay`ca verilen bozma kararı üzerine dosyanın mahkemece yeniden ele alındığı aşamada miktar artırım talebinin dosyaya sunulduğu, usul ve yasaya uygun ıslah talebinin reddine ilişkin kararın temyizen bozulması gerektiği ileri sürülmüştür.

Miktar artırımına olanak sağlayan düzenlemeye ilişkin açıklamalar ile yargılama sürecindeki safahat birlikte değerlendirildiğinde; tam yargı davalarında miktar artırım talebinin bir defaya mahsusu kullanılabileceği ve bu hakkın kanun yolu aşaması dahil söz konusu yasal düzenlemenin yürürlük tarihinde derdest davaları da kapsayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Miktar artırımına ilişkin yasal düzenleme, mahkemece esas hakkında verilen kararın temyiz edildiği tarihten sonra yürürlüğe girmiş ve bu kararın maddi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmının bozulmasına karar verilmiştir. İdare Mahkemesince bozma kararına uyularak yeniden yargılamaya girişildiği aşamada, davacı tarafça hem bakıcı giderleri hem de ilk kararda hüküm dışı kalan miktar için ıslah talebinde bulunulmuştur. Bu aşamada her ne kadar davacının kanun yolu aşamasında ıslah hakkını kullanması gerektiğinden bahsedilebilecekse de, ıslah hakkının yasal düzenleme gereği bir defa kullanılabileceği, bu hakkın doğduğu aşamada mahkeme kararının bakıcı giderleri açısından bozulduğu fakat mahkemece dosyada yeniden yargılamaya girişilerek ek hesap bilirkişi raporu alınmadığı için henüz ıslah edilecek bakıcı giderinin tespit edilememiş olduğu ve o tarihte ıslah edilmiş olması halinde bu kez bakıcı giderlerine ilişkin ıslah hakkının ortadan kalkmış olacağı gerçeği karşısında, davacının 08/12/2015 tarihli dilekçe ile hem bakıcı giderleri hem de iş gücü kaybına ilişkin hüküm dışı kalan tutarın ıslah edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Bu durumda, İdare Mahkemesi kararının davacı … için hesaplanan 46.357,50-TL iş gücü kaybına ilişkin miktar artırım (ıslah) isteminin reddine ilişkin kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir.

Öte yandan, her ne kadar davacı tarafça temyize konu kararda, ilk mahkeme kararı ile reddine karar verilen bakıcı giderleri için davalı idare lehine hükmedilen vekalet ücretinin kaldırıldığına ilişkin bir hüküm bulunmadığı, kararın bu yönüyle de bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bakıcı giderlerine ilişkin tazminat talebinin yargılamanın başından itibaren henüz kesinleşmediği, bu kısma ait vekalet ücretinin de kesinleştiğinden söz edilemeyeceği, ayrıca bozma kararımız üzerine mahkemece yukarıda belirlenen kriterle dikkate alınarak gerek bakıcı giderleri gerekse buna ilişkin vekalet ücreti açısından yeniden karar verileceğinden, bu aşamada söz konusu talep hakkında karar verilmesine gerek duyulmamıştır.

Açıklanan nedenlerle, Kayseri 2. İdare Mahkemesi’nin 24/05/2016 tarih ve E:2015/1075; K:2016/556 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/12/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi`nce; Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; davacıların oğlu…`nın erken doğuma bağlı olarak meydana gelen rahatsızlığının teşhisinde geç kalınması nedeniyle iki gözünün görmemesine bağlı ortaya çıkan durum nedeniyle davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla baba için 50.000-TL maddi, 100.000-TL manevi, anne için 50.000-TL maddi, 150.000-TL manevi ve çocukları … için 300.000-TL maddi, 250.000-TL manevi olmak üzere toplam 900,000-TL zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tazmini istemiyle açılmıştır.

Kayseri 2.İdare Mahkemesince; dava konusu olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla bilirkişi inceleme yaptırılmasına karar verilmiş, bu amaçla hazırlanarak dosyaya sunulan Adli Tıp Kurumu Adli Tıp 3.İhtisas Kurulu’nca düzenlenen 28/12/2011 tarih ve 11597 sayılı raporda özetle; İdris oğlu 25.10.2007 doğumlu … hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerin incelendiği, 32 haftadan erken doğan prematüre bebeklerde doğumdan sonraki 28.günde veya bebek post konsepsiyonel 31.haftasını doldurduğunda deneyimli bir göz hekimi tarafından tercihen bebeğin bulunduğu ortamda retinopati açısından ilk muayenesinin yapılması gerektiği, ortaya çıkan bulgulara göre muayenenin 1-3 haftalık aralıklarla tekrarlanması gerektiği, eşik düzeyinin üstünde retinopati saptanan bebeklerde uygulanan lazer tedavisi ile düzelme olasılığının oldukça yüksek olduğunun bilindiği, 25.10.2007 tarihinden 26 haftalık prematüre olarak doğan bebeğin ROP (prematüre retinopatisi) açısından 02.12.2007 tarihinde göz muayenesinin yaptırılması gerektiği, küçüğü ilk göz muayenesinin 07.01.2008 tarihinde yapıldığının anlaşıldığı, küçüğün göz muayenesinin zamanında yaptırılmamasının tıp kurallarına uygun olmadığı, küçüğün göz muayenesini zamanında yaptırmayan Erciyes Üniversitesi’nin eylemlerinin tıp kurallarına uygun olmadığı yönünde görüş bildirilmiş, davacıların çocuğu …‘nın iş görmezlik oranının tespiti amacı ile Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nce düzenlenen 11.10.2012 tarih ve A6699 sayılı Sağlık Kurulu Raporunda, adı geçenin göz yönünden vücut fonksiyon kaybının %90 olduğu tespit edilmiş, küçüğün maluliyet oranına göre zararının tespiti için alınan 09.11.2012 kayıt tarihli hesap bilir kişisi raporunda ise, adı geçenin kazanç kaybı 346.357,50-TL olarak hesaplanmıştır. Bunun üzerine İdare Mahkemesi`nce; 300.000-TL maddi (davacılardan … için taleple bağlılık ilkesi uyarınca) ve 110.000-TL manevi olmak üzere toplam 410.000-TL’lik kısmının kabulüne ve bu miktarın davalı idareye başvuru tarihi olan 21.10.2008 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat ve faiz istemlerinin ise reddine karar verilmiştir.

Dairemizce yapılan temyiz incelemesinde; dava konusu olayda davalı idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle davacılar çocuğunun %90 oranında işgücü kaybına uğramış olduğu, bu durumdaki bir kişinin hayatını tek başına idame ettirmesi mümkün olmadığı, bu nedenle davacılardan anne baba için talep edilen bakıcı giderlerinin bedensel zarar kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve bilirkişi incelemesi ile tespit edilecek bakıcı giderlerinin davacılara ödenmesi gerektiği gerekçesi ile idare mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.

İdare Mahkemesi’nce; bozma kararına uyularak ek hesap bilirkişisi raporu alınmış ve davacı anne-baba için bakıcı giderleri (567.092,39-TL) hesaplatılmıştır. Alınan rapor sonrasında davacılar tarafından dosyaya sunulan 08.12.2015 miktar artırım (ıslah) dilekçesi ile; bakıcı giderlerine ilişkin talep miktarı 567.092,39-TL’ye artırılmış ve davacı … için hesaplanan 346.357,50-TL’lik iş gücü kaybı tazminatından mahkemece taleple sınırlı olarak karar verilen 300.000-TL’lik kısmın dışındaki 46.357,50-TL’de talep edilmiştir. Mahkemece, davacı anne-baba için hesaplanan toplam 567.092,39-TL bakıcı giderinin davacılara ödenmesine, davacı … için talep edilen 46.357,50-TL`ye ilişkin miktar artırım (ıslah) talebinin ise reddine karar verilmiştir.

Taraflarca, kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Kararın, davacı ….. için hesaplanan bakıcı giderlerine ilişkin kısmı bakımından;

Bilindiği üzere, idarenin hatalı tıbbi uygulamaları sonucu ağır engelli konuma gelen ve başkasının desteği olmaksızın günlük yaşam aktivitelerini yerine getiremeyecek olanların bakımının üstlenilmesi nedeniyle açılan davalarda, muhtemel yaşam süresi dikkate alınarak yapılan hesaplamalara dayalı olarak belirlenen toplu tazminat miktarlarının idarelerce ilgililere ödenmesine karar verilmektedir. Tazminatın toplu olarak ödenmesine karar verilen bu durumlarda, bakıma muhtaç kişinin hesaplanan muhtemel yaşam süresinden daha erken bir tarihte vefatı halinde, idare aleyhine bir sebepsiz zenginleşme ortaya çıkabilmekte ve ödenen tazminatlar geri istenebilmektedir.

Bu neviden bir soruna mahal verilmemesi açısından, bakıcı giderine ilişkin maddi tazminat hesabının Dairemiz yerleşik içtihatları gereği aşağıda belirtilen ilkelere göre yapılması gerekmektedir. Buna göre;

1- Bakımı üstlenilen ağır engelli hastanın hayatta olduğunun belgelendirildiği sürece bakıcı giderlerinin ödenmesine karar verilmesi,

2- Ödemenin her takvim yılı başında yıllık peşin olarak yapılması,

3- Bakımı üstlenilen ağır engelli hastanın bakıcı giderine ilişkin maddi tazminat tutarının, aylık brüt asgari ücret üzerinden hesaplanması,

4- Anılan bu kriter üzerinden yapılacak hesaplamada, olay tarihinden davanın açıldığı tarihe kadar olan kısmın ayrıca hesaplanması ve bu zaman aralığına tekabül eden tazminat tutarının yasal faiziyle birlikte tazminat olarak ödenmesine hükmedilmesi, bu kısım açısından nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi,

5- Dava süresince ve daha sonraki yıllar için yapılacak bakıcı gideri tazminat hesaplamasının, ilgili yıldaki brüt asgari ücret üzerinden ve ağır engelli kişinin yaşadığı belgelendirilmek kaydıyla her takvim yılının başında peşin olarak yapılmasına, bu kısım açısından maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.

Bu durumda; İdare Mahkemesince, yukarıda belirtilen kriterler dikkate alınarak bakıcı giderlerine ilişkin tazminatın yeniden dönemsel olarak hesaplatılarak karara bağlanması ve buna ilişkin vekalet ücretinin de açıklanan şekilde ayrı ayrı hesaplanması gerekmektedir.

Kararın, davacı … için miktar artırım (ıslah) dilekçesi ile artırılan 46.357,50-TL`nin reddine ilişkin kısmı bakımından;

Bilindiği üzere tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının sebep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasına, 30/04/2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile, “Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” cümlesi; aynı Kanun`un 5. maddesi ile de, 2577 sayılı Kanuna Geçici 7. madde olarak, “Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” cümlesi eklenmiştir.

6459 sayılı Kanun`un 4. maddesinin (tasarının 3. maddesi) gerekçesinde de, “AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.” ifadelerine yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, dosyaya sunulan hesap bilirkişisi raporu ile davacı …‘in %90 özür durumuna göre iş gücü kaybı zararının 346.357,50-TL olarak hesaplandığı, 28/12/2012 tarihli İdare Mahkemesi kararı ile, 300.000-TL maddi (… için iş gücü kaybı zararı) ve 110.000-TL manevi tazminatın kabulüne, davacılardan İdris ve Aysun için talep edilen 100.000-TL maddi tazminat istemin ise reddine karar verildiği, 27/02/2013 tarihli dilekçe ile kararın davacılar tarafından temyiz edildiği, 30/04/2013 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yasal düzenleme ile tam yargı davalarında miktar artırımına (ıslah) olanak tanıyan düzenlemenin usul yasasına eklendiği, Dairemizce verilen 21/01/2014 tarihli karar ile mahkeme kararının bakıcı giderleri yönünden bozulmasına karar verildiği, İdare Mahkemesi’nce alınan ek bilirkişi raporu ile davacı İdris ve Aysun bakımından bakıcı giderlerinin hesaplatıldığı, davacılar tarafından dosyaya sunulan 08/12/2015 tarihli miktar artırım (ıslah) dilekçesiyle, hem bakıcı giderlerine ilişkin talep miktarının 567.092,39-TL’ye yükseltildiği hem de davacı … için hesaplanan fakat taleple bağlılık ilkesi gereği hüküm dışı kalan 46.357,50-TL’nin talep edildiği, İdare Mahkemesince verilen 24/05/2016 tarihli kararla 567.092,39-TL bakıcı giderlerinin kabulüne, davacı … için talep edilen 46.357,50-TL`lik tazminatın ise reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesi, davacı …`e ilişkin ıslah isteminin reddine ilişkin kararını, adı geçen davacı için hükmedilen tazminatın kanun yolu aşamasında onanarak kesinleştiği, bu nedenle ıslah edilmesinin mümkün olmadığı şeklinde gerekçelendirmiştir.

Davacı tarafça sunulan temyiz dilekçesinde ise, ıslah imkanına olanak sağlayan yasal düzenlemenin davanın kanun yolu aşamasında usul yasasına eklendiği, bu tarih itibari ile bahse konu miktar artırım talebi hakkındaki karar verecek olan İdare Mahkemesinin dosyadan el çekmiş olması nedeniyle bu talebe ilişkin dilekçeyi sunmanın ve gerekli harcın yatırılmasının olanaksız olduğu, Danıştay`ca verilen bozma kararı üzerine dosyanın mahkemece yeniden ele alındığı aşamada miktar artırım talebinin dosyaya sunulduğu, usul ve yasaya uygun ıslah talebinin reddine ilişkin kararın temyizen bozulması gerektiği ileri sürülmüştür.

Miktar artırımına olanak sağlayan düzenlemeye ilişkin açıklamalar ile yargılama sürecindeki safahat birlikte değerlendirildiğinde; tam yargı davalarında miktar artırım talebinin bir defaya mahsusu kullanılabileceği ve bu hakkın kanun yolu aşaması dahil söz konusu yasal düzenlemenin yürürlük tarihinde derdest davaları da kapsayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Miktar artırımına ilişkin yasal düzenleme, mahkemece esas hakkında verilen kararın temyiz edildiği tarihten sonra yürürlüğe girmiş ve bu kararın maddi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmının bozulmasına karar verilmiştir. İdare Mahkemesince bozma kararına uyularak yeniden yargılamaya girişildiği aşamada, davacı tarafça hem bakıcı giderleri hem de ilk kararda hüküm dışı kalan miktar için ıslah talebinde bulunulmuştur. Bu aşamada her ne kadar davacının kanun yolu aşamasında ıslah hakkını kullanması gerektiğinden bahsedilebilecekse de, ıslah hakkının yasal düzenleme gereği bir defa kullanılabileceği, bu hakkın doğduğu aşamada mahkeme kararının bakıcı giderleri açısından bozulduğu fakat mahkemece dosyada yeniden yargılamaya girişilerek ek hesap bilirkişi raporu alınmadığı için henüz ıslah edilecek bakıcı giderinin tespit edilememiş olduğu ve o tarihte ıslah edilmiş olması halinde bu kez bakıcı giderlerine ilişkin ıslah hakkının ortadan kalkmış olacağı gerçeği karşısında, davacının 08/12/2015 tarihli dilekçe ile hem bakıcı giderleri hem de iş gücü kaybına ilişkin hüküm dışı kalan tutarın ıslah edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Bu durumda, İdare Mahkemesi kararının davacı … için hesaplanan 46.357,50-TL iş gücü kaybına ilişkin miktar artırım (ıslah) isteminin reddine ilişkin kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir.

Öte yandan, her ne kadar davacı tarafça temyize konu kararda, ilk mahkeme kararı ile reddine karar verilen bakıcı giderleri için davalı idare lehine hükmedilen vekalet ücretinin kaldırıldığına ilişkin bir hüküm bulunmadığı, kararın bu yönüyle de bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bakıcı giderlerine ilişkin tazminat talebinin yargılamanın başından itibaren henüz kesinleşmediği, bu kısma ait vekalet ücretinin de kesinleştiğinden söz edilemeyeceği, ayrıca bozma kararımız üzerine mahkemece yukarıda belirlenen kriterle dikkate alınarak gerek bakıcı giderleri gerekse buna ilişkin vekalet ücreti açısından yeniden karar verileceğinden, bu aşamada söz konusu talep hakkında karar verilmesine gerek duyulmamıştır.

Açıklanan nedenlerle, Kayseri 2. İdare Mahkemesi`nin 24/05/2016 tarih ve E:2015/1075; K:2016/556 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/12/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2015/1845 Karar : 2016/631 Tarih : 9.02.2016

  • İYUK 16. Madde

Dava, 14/4/2003 tarih ve 2003/5481 sayılı Bakanlar Kurulu kararının, davacının yükümlü olduğu askerlik görevini yerine getirmemesi nedeniyle 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu`nun 25/ç maddesi uyarınca vatandaşlığının kaybettirilmesine ilişkin kısmının iptali istemiyle açılmıştır.

Dairemizin 9/11/2012 tarih ve E:2008/3620, K:2012/5554 sayılı kararıyla süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Anılan kararın, davalı tarafından avukatlık ücreti yönünden temyiz edilmesi sonucu, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 3/12/2014 tarih ve E:2013/2637, K:2014/4678 sayılı kararıyla, 2/11/2011 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK, temyize konu kararının verildiği 9/11/2012 tarihinde yürürlükte olduğundan ve davalı idare nın davasını hukuk müşaviri ile takip ettiği ve dosya kapsamından hukuk müşaviri tarafından hukuki yardımda bulunulduğu görüldüğünden, süre retle sonuçlanan davada, davalı idarelerden lehine vekalet ücretine hükmedilmemesinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle Dairemiz kararının avukatlık ücreti yönünden bozulmasına karar verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesi, üçüncü fıkrasında, tarafların, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebileceği; aynı Kanun’un Geçici 8. maddesi uyarınca istinaf mahkemelerinin tüm yurtta göreve başlayacakları tarihe kadar kanun yollarına dair uygulanacak hükümlerden olan; (eski şekliyle) 46. maddesi, birinci fıkrasında, Danıştay dava dairelerinin kararlarına karşı Danıştay’da temyiz yoluna başvurulabileceği; 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 38. maddesi 1. fıkrası, b- bendinde; İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından; idari dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararların temyizen inceleneceği; 2577 sayılı Kanun`un 49. maddesi, 4. fıkrasında da, idare mahkemelerinin bozmaya uymayarak eski kararında ısrar edebileceği öngörülürken, Danıştay İdari ve Vergi Dava Daireleri Kurulları kararlarına uyulmasının zorunlu olduğu belirtilerek, Danıştay Dava Dairelerinin ilk derece mahkemesi olarak verdiği kararların temyizen bozulması halinde ise ısrar olanağı tanınmamıştır.

Buna göre, 2/11/2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK, temyize konu kararının verildiği 9/11/2012 tarihinde yürürlükte olduğundan ve davalı nın davayı avukat vasıtasıyla takip ettiği ve dosya kapsamından, avukat tarafından hukuki yardımda bulunulduğu görüldüğünden, süreaşımı yönünden reddedilen davada, lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davalılardan lehine, işbu kararın verildiği tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 1.800.-TL avukatlık ücretine hükmedilmesine söz konusu avukatlık ücretinin davacı tarafından davalı `na ödenmesine 9/2/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 3. DAİRE Esas : 2012/4976 Karar : 2015/10200 Tarih : 29.12.2015

  • İYUK 16. Madde

… isimli mükellefin vergi borçlarının tahsili amacıyla davacı şirket adına düzenlenen 19.12.2011 tarih ve 6893 sayılı haciz bildirisi işlemine karşı açılan davada işlemin iptaline karar veren vergi mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10’uncu maddesinde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmanın; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine, ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesi olup, yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce, idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmasının şart olduğu hükme bağlanmış, 12`inci maddesinde, görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine vereceği düzenlemesi yer almıştır.

2247 sayılı Kanun’un 10’uncu ve devamı maddelerine göre; adli, idari veya askeri bir yargı merciine açılmış davada görev itirazında bulunulması halinde, başkaca usuli işlem yapılıp esasa girilmeden, bu itiraz hakkında bir karar verilmesi, eğer görev itirazı reddedilmiş ise bunun tebliğ edilmesi, böylece görev itirazında bulunan kişi veya makama görev uyuşmazlığı çıkarmayı isteme konusunda olanak tanınması gerekmektedir. Diğer taraftan, anılan Kanun`da görev itirazında bulunacak olan davanın tarafları arasında bir sınırlama getirilmemiş olup bu imkandan yararlanma hem davacıya, hem de davalı tarafa tanınmıştır.

Uyuşmazlıkta, davalı idarenin 19.03.2013 tarihli savunma dilekçesinde, bakılan davada adli yargı yerinin görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu halde Mahkemece bu itirazın yukarıda düzenlemelerine yer verilen kurallar uyarınca değerlendirip bir karar verilmeksizin işin esası incelenerek sonuçlandırılması yargılama hukukuna uygun düşmemiştir.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Tebligat ve cevap verme” başlıklı 16’ıncı maddesinde, dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneğinin davalıya, davalının vereceği savunmanın ise davacıya tebliğ olunacağı, davacının ikinci dilekçesinin davalıya, davalının vereceği ikinci savunmanın da davacıya tebliğ edileceği, buna karşı davacının cevap veremeyeceği, ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğunun davanın görülmesi sırasında anlaşılması halinde, davacıya cevap vermesi için bir süre verileceği, tarafların, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilecekleri, bu sürenin, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabileceği, “Dosyaların incelenmesi” başlıklı 20’inci maddesinin 5`inci fıkrasında ise; dosyaların tekemmül ettikten sonra, tekemmül sırasına göre incelenerek karara bağlanacağı hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlıkta; davacı tarafından açılan davada dava dilekçesinin davalı idareye tebliği üzerine davalı idare tarafından verilen savunma dilekçesinin davacıya tebliği gerekmekte iken savunma dilekçesinin tekrar davalıya tebliğ edildiği, böylece süresi içerisinde davacının cevap vermediğinden hareketle dosyanın tekemmül ettiği sonucuna ulaşılarak işin esası hakkında temyize konu kararın verildiği görülmüştür.

Savunma dilekçesinin davacıya tebliğ edilerek 2577 sayılı Kanun’un yukarıda yazılı 16`ıncı maddesi hükmü uyarınca dosya tekemmül ettirildikten sonra bir karar verilmesi gerekirken, dosya tekemmül ettirilmeden verilen kararda usul hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Antalya 1. Vergi Mahkemesinin 18.09.2012 gün ve E:2012/248, K:2012/815 sayılı kararının bozulmasına, yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay nezdinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 29.12.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 8. DAİRE Esas : 2015/5182 Karar : 2015/4932 Tarih : 4.11.2015

  • İYUK 16. Madde

Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince, dava dosyası incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Kararın düzeltilmesi istemine ilişkin dilekçede öne sürülen düzeltme nedenleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 54. maddesine uygun bulunduğundan düzeltme isteminin kısmen kabulü ile Danıştay Sekizinci Dairesinin 19/12/2014 gün ve E:2014/6088, K:2014/10555 sayılı kararının maddi tazminat istemi yönünden nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmı kaldırılarak işin esası yeniden incelendi.

Dava, adli yargıda iflasına karar verilen davacının, sözkonusu iflas kararının, Türk Eczacıları Birliği İstanbul Eczacı Odasınca yargılamayı yapan mahkemeye gönderilen yanıltıcı bilgiye dayanılarak verildiğinden bahisle uğradığını ileri sürdüğü 3.710.740,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 3.760.740,00 TL zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden; İstanbul 8. İdare Mahkemesinin 14.05.2009 tarih ve E:2006/1296, K:2009/892 sayılı davanın reddine dair kararının, esasına ilişkin kısmının onanmasına ve vekalet ücretine ilişkin kısmının bozulmasına Dairemizce karar verilmesi sonrasında, davacı tarafından davadan feragat edilmesi üzerine İstanbul 8. İdare Mahkemesinin 20.01.2012 tarih ve E:2012/102, K:2012/161 sayılı kararı ile, feragat nedeniyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve 600,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine karar verildiği; bu kararın davalı idarece vekalet ücreti yönünden temyizi üzerine, Dairemizin 14.03.2013 tarih ve E:2012/4980, K:2013/2002 sayılı kararı ile vekalet ücreti yönünden bozulduğu; bozma kararına uyularak verilen İstanbul 8. İdare Mahkemesinin 30.04.2014 tarih ve E:2014/304, K:2014/673 sayılı kararı ile, davacı tarafından 3.710.740,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminatın tazmini istemiyle açılan davadan feragat edilmesi nedeniyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına kararı verildiğinden, davalı idare vekili lehine 3.710.740,00 TL maddi tazminat istemi yönünden 101.807,40 TL, 50.000,00 TL manevi tazminat istemi yönünden ise idare mahkemelerinde takip edilen duruşmalı davalar için belirlenen 1.500,00 TL olmak üzere toplam 102.307,40 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine karar verildiği, bu kararın onanmasına dair Dairemizin 19.12.2014 tarih ve E:2014/6088, K:2014/10555 sayılı kararın düzeltilmesinin davacı tarafından talep edildiği anlaşılmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun, feragat ve kabul halinde yargılama giderlerini düzenleyen 312. maddesinin 1. fıkrasında; “Feragat ve kabul hâlinde yargılama giderleri feragat veya kabul beyanında bulunan taraf, davada aleyhine hüküm verilmiş gibi yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilir. Feragat ve kabul, talep sonucunun sadece bir kısmına ilişkin ise yargılama giderlerine mahkûmiyet, ona göre belirlenir.” hükmü yer almaktadır.

Türkiye Barolar Birliği’nce 21.12.2011 gün ve 28149 sayılı Resmi Gazete`de yayınlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Danıştay’da, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde görülen dava ve işlerde ücret” başlıklı 14. maddesinde; “Danıştay’da ilk derecede veya duruşmalı olarak temyiz yoluyla görülen dava ve işlerde, idari ve vergi dava daireleri genel kurulları ile dava dairelerinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde davaya cevap verme sürelerinin bitimine kadar anlaşmazlığın feragat ya da kabul nedenleriyle ortadan kalkması veya bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi durumunda Tarifede yazılı ücretin yarısına, diğer durumlarda tamamına hükmedilir.” hükmü yer almaktadır.

Aynı Tarifenin “Tarifelerin üçüncü kısmına göre ücret” başlıklı 12. maddesinde; “Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.” hükmüne, 10. maddenin 3. bendinde ise; “Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.” hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık konusu olayda, davacının maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle açtığı davanın reddine ilişkin Mahkeme kararının vekalet ücretine ilişkin kısmının Dairemiz tarafından bozulması üzerine davacı tarafından davadan feragat edildiği ve Mahkemece feragat nedeniyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına kararı verildiği anlaşılmaktadır.

6100 sayılı Kanun ve Tarifenin 14. maddesindeki hükümler birlikte değerlendirildiğinde, davadan feragat halinde feragat isteminde bulunan kişi, davada aleyhine hüküm verilmiş gibi yargılama giderlerini ödemeye mahkum edilecek olması nedeniyle vekalet ücreti Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre belirlenecek olup, davalı idare vekili lehine hükmedilen vekalet ücretinin, maddi tazminat istemi yönünden Tarifenin 3. Kısmına göre nispi olarak, manevi tazminat istemi yönünden ise Tarifenin 2. Kısmının 2. Bölümüne göre maktu olarak belirlenmesi gerekmektedir.

Vekalet ücretinin, davanın maddi tazminata ilişkin kısmı nedeniyle nispi olarak hesaplanıp hükmedilen 101.807,40 TL lik kısmının yasal dayanağı bulunmakta ise de, bu hususun maddi ve hukuki veriler, davanın açıldığı tarihteki hukuksal düzen, davacıların içinde bulundukları maddi koşullar ve Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı bağlamında incelenmesi gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası`nın 90. maddesinin son fıkrasında “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

Yine, Anayasa’nın 148. maddesinin 3. fıkrasında ise, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi`ne başvurabilir.” hükmü yer almıştır.

Bir tam yargı davası sonucunda, davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuru sonucunda verilen Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarih ve B. No:2012/791 numaralı kararında konuya ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur.

Buna göre, “Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1) numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, . bir mahkeme tarafından davasının . görülmesini istemek hakkı… ” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.

Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.

Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. … Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir. (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 - 39).

Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.

(… ) Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.

Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir.” denilmektedir.

Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelere göre, istenen tazminatın reddedilmesi üzerine belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemeyecektir. Ancak her bir uyuşmazlığın kendine özgü niteliklerinin ve uyuşmazlığa konu olayın, davacıların mahkemeye erişim hakkı üzerinde farklı sonuçlar doğurabilmesi de mümkündür.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu - Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.

Diğer taraftan, dava konusu uyuşmazlık hakkında idari yargıda ıslah müessesi yönünden de bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.

İdarenin sorumluluğunda tazminat miktarının saptanması, gerçek zararın tazmini bakımından büyük önem taşımaktadır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi, tam yargı davası dilekçelerinde uyuşmazlık konusu miktarın gösterilmesi zorunluluğunu getirmektedir.

11.04.2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 4. maddesi ile 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 4. fıkrasına eklenen cümle şöyledir: “Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçelerinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödemek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”

Davacının bakılan tazminat davasını açtığı 06.06.2006 tarihi itibariyle İdari Yargılama Usulü Kanununda, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesine imkan veren bir düzenleme bulunmamaktadır.

Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınılan bu belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi yoluyla aşılması da 2577 sayılı Kanun gereği 11.04.2013 tarihi öncesinde mümkün olmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek kalmamakta idi.

Yukarıda açıklanan şekilde davacının, kullandığı Anayasal hakları nedeniyle olağan dışı ağırlıkta bir mali yük altında kalmış olması, bu durumun Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı üzerinde olağan dışı bir kısıtlama oluşturması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36553/04 başvuru numaralı Mesutoğlu - Türkiye kararında mahkemelerin yargılama usullerini uygularken davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten kaçınmaları gereğini vurgulaması ile davacının maddi durumunun elverişsiz olması nedeniyle lehine adli yardım kararı verildiği, ayrıca dava açıldığı sırada ıslah imkanının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu gibi somut olayın koşulları bir arada değerlendirildiğinde, talep edilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmemesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Bu durumda, İdare Mahkemesi`nce feragat nedeniyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi üzerine, davacı aleyhine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken talep edilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi olarak hesaplanan vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

Mahkeme kararının, manevi tazminat istemi yönünden 1.500,00 TL maktu vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının onanmasına dair Dairemiz kararının düzeltilmesi istemine gelince;

Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulları tarafından verilen kararlar hakkında karar düzeltilmesi yoluna başvurulabilmesi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 54. maddesinde yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.

Davacı tarafından öne sürülen düzeltme nedenleri sözü edilen maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından düzeltme isteminin bu kısmının reddi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, İstanbul 8. İdare Mahkemesinin 30/04/2014 gün ve E:2014/304, K:2014/673 sayılı kararının maddi tazminat istemi yönünden nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının bozulmasına, manevi tazminat istemi yönünden maktu vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının onanmasına dair Dairemiz kararına yönelik düzeltme isteminin reddine, dosyanın bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 04/11/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2015/4089 Karar : 2015/8104 Tarih : 20.10.2015

  • İYUK 16. Madde

Davacı, naklen atanmasına dair işlemin yargı kararı ile iptal edildiğinden bahisle, anılan işlem nedeniyle yoksun kaldığı maaş farkı, döner sermaye ek ödemesi ve tazminat gibi maddi kayıpların karşılığı olarak 10.000 TL maddi, işlem nedeniyle çektiği üzüntü nedeniyle 30.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır.

Çorum İdare Mahkemesince davanın reddi yolunda verilen 10/08/2011 günlü, E:2011/274, K:2011/546 sayılı kararın davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Danıştay Beşinci Dairesinin 10/06/2014 günlü, E:2011/8727, K:2014/5021 sayılı kararıyla; hukuka aykırılığı yargı kararı ile saptanan atama işlemi nedeniyle döner sermaye kaybına uğrayan davacının, zararının tazmin edilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın döner sermaye farkı yönünden reddine ilişkin kısmının bozulmasına, manevi tazminat ve yoksun kaldığı maddi tazminata ilişkin diğer talepleri yönünden onanmasına karar verilmiştir.

Çorum İdare Mahkemesince, davalı İdareden davacının Çorum İl Sağlık Müdürlüğü emrinde fiilen çalışmadığı dönemde yoksun kaldığı döner sermaye tutarı ile Çorum İl Tarım Müdürlüğü emrinde çalıştığı dönemde aldığı döner sermaye tutarı arasındaki fark ara kararı ile sorulmuş, davalı İdarece ara kararına verilen cevapta iki tutar arasındaki farkın 27.707,61 TL olduğu bildirilmiştir.

Bunun üzerine Mahkeme, Danıştay Beşinci Dairesinin 10/06/2014 günlü, E:2011/274, K:2014/5021 sayılı kararının bozulan kısmına uyarak, davacının talebinin 10.000 TL olması nedeniyle ve talepten fazlasına hükmedilemeyeceği gerekçesiyle davacının Çorum İl Sağlık Müdürlüğü emrinde fiilen çalışmadığı dönemde yoksun kaldığı 10.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine hükmedilmiştir.

Davacı, ara kararının kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle döner sermaye farkının 27.707,61 TL olduğunu öğrenemediğini ve dava konusu müddeabihi ıslah yoluyla artırma hakkını kullanamadığı belirterek, verilen kararın hukuka aykırı olduğunu; davalı idare ise maddi tazminata hükmedilmemesi gerektiğini öne sürerek İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler.

30/04/2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 4. maddesi ile 2577 sayılı Kanunun 16. maddesine 4. fıkra olarak “Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” hükmü eklenmiştir.

6459 sayılı Kanun ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`na eklenen yukarıda belirtilen hükümlerle; ıslah müessesesinin, idari yargıda da uygulanma imkanı getirilmiş; tam yargı davalarında, dava dilekçesinde belirtilen miktarın, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak tanınmıştır. Anılan değişiklikle, ilgililerin uğramış olduğu maddi kaybın dava dilekçesinde göstermiş oldukları tutardan fazla olmasına rağmen, Mahkemelerce taleple bağlı kalınarak, istemden fazlasına hükmedilmemesi nedeniyle doğan hak kayıplarının giderilmesi amaçlanmıştır.

Nitekim, 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesinin (Tasarının 3. maddesi) gerekçesinde, AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.`` ifadesine yer verilmiştir. Davacı vekili tarafından verilen ve 20/05/2015 tarihinde kayda giren temyiz dilekçesiyle, dava dilekçesinde 10.00,00 TL olarak bildirilen maddi tazminat isteminin ıslah yoluyla 27,707,61 TL`ye çıkarıldığı ve harcının tamamlandığını belirterek, artırılan maddi tazminat miktarı esas alınarak Mahkeme kararının bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 16. maddesinin 2. fıkrasında “Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.” hükmü yer almaktadır.

2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 2. fıkrasında ara kararların taraflara tebliğ edilmesi gerektiğine ilişkin bir düzenleme bulunmamakla birlikte, davanın görülmesi sırasında davacının durumunda değişiklik yaratabilecek yeni hususların ortaya çıkması durumunda davacıya cevap vermesi için süre verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Mahkemece verilen ara karar sonucunda davacının yoksun kaldığı döner sermaye miktarının daha fazla olduğunun anlaşılması üzerine, davacının ıslah müessesesini işletebilmesi için ara kararının davacıya tebliğ edilerek davacının cevabı alındıktan sonra veya cevap süresi geçtikten sonra karar verilmesi gerekirken, bu usul uygulanmadan davacının dava dilekçesindeki talebi göz önünde bulundurularak karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.

Öte yandan, bozma kararı üzerine mahkemece yeniden bir karar verileceğinden, davalının Mahkeme kararının bozulması isteminin bu aşamada incelenme ve sonuçlandırılma olanağı bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, tarafların temyiz isteminin kabulüyle Çorum İdare Mahkemesince verilen 07/04/2015 günlü, E:2015/70; K:2015/172 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına; aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 20/10/2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 2. fıkrası hükmünde yer alan, davalının ikinci savunması üzerine davacıya cevap süresi verilmesini gerektiren koşul, “davalının ikinci savunmasında davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunması” halidir. Dava konusu uyuşmazlıkta bu koşul bulunmamaktadır.

Keza, 2577 sayılı Kanun’da ara kararlarının taraflara tebliğini zorunlu kılan bir hüküm yoktur. Kararın bu haliyle incelenmesi gerekir. Bu nedenle, var olmayan bir usul hükmüne dayandırılan bozma kararına katılmıyoruz.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS