0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İlk İnceleme Üzerine Verilecek Karar

İYUK Madde 15

1.(Değişik: 5/4/1990-3622/6 md.) Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

a) 3/a bendine göre adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine; idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine,

b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,

c) 3/f bendine göre, davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine,

d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine,

e) 3/b bendinde yazılı halde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine, Karar verilir.

2.Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir.

3.Dilekçelerin 3 ncü maddeye uygun olmamaları dolayısıyla reddi halinde yeni dilekçeler için ayrıca harç alınmaz.

4.(Değişik: 10/6/1994-4001/7 md.) İlk inceleme üzerine Danıştay veya mahkemelerce verilen; bu maddenin 1/a bendinde belirtilen idari yargının görevli olduğu konularda davanın görev ve yetki yönünden reddine ilişkin kararlarla, 1/c bendinde yazılı gerçek hasma tebliğ ve 1/d bendindeki dilekçe red kararları dışında, ilgisine göre istinaf ya da temyiz yoluna başvurulabilir

5.(Ek: 5/4/1990-3622/6 md.) 1 inci fıkranın (d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde dava reddedilir.



İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) 15. Madde Emsal Danıştay Kararları


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2017/273 Karar : 2017/6218 Tarih : 1.11.2017

  • İYUK 15. Madde

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2. maddesinin (a) bendinde, idari işlemler hakkında; yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar, iptal davaları olarak tanımlanmıştır.

İdarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en önemli denetim araçlarından olmakla birlikte, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunmasını öngören yasa koyucu, iptal davaları için “menfaat ihlali”ni, subjektif ehliyet koşulu olarak getirmiştir.

İptal davasının içtihat ve doktrinde belirlenen hukuki nitelikleri göz önüne alındığında, idare hukuku alanında tek yanlı irade açıklamasıyla kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen işlemlerin, ancak bu idari işlemle doğrudan meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisi kurulabilenler tarafından iptal davasına konu edilebileceğinin kabulü zorunludur. Aksi halde, her idari işlemle dolaylı da olsa bir menfaat ilgisi kurulmak suretiyle dava açılmasını kabul etmek, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması şartının ihlali sonucunu doğurur.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 73. maddesinin 1. fıkrasında; bu Kanuna göre sağlık hizmetleri, Kurum ile yurt içindeki veya yurt dışındaki sağlık hizmeti sunucuları arasında yapılan sözleşmeler yoluyla ve/veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularından satın aldıkları sağlık hizmeti giderlerinin ödenmesi suretiyle sağlanacağı hükmü yer almaktadır.

1262 sayılı İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu`nun 4348 sayılı Kanunun 2. maddesiyle gelen Ek 7. maddesinde; “Tetkik veya tecrübe edilmek veya şahsi tedavide kullanılmak ve Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince kabul edilecek miktarı aşmamak üzere ruhsatnameyi haiz olmıyan müstahzarlarla bunlardan ticarete çıkarılmamak şartiyle resmi müesseseler veya amme menfaatlerine hadim hayır cemiyetleri namına gelecek olanların dışardan memlekete ithaline Sıhhat Vekaletince müsaade edilebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Yukarıda aktarılan mevzuat kapsamında davalı tarafından, Kurumun sağlık yardımlarından yararlanan kişiler için gerekli görülen ve yurt içinde sağlanması mümkün olmayan ilaçların, yurt içinde bulunmadığı ve kullanılmasının zorunlu olduğunun Sağlık Bakanlığı tarafından onaylanarak ilaç teminine izin verildiği takdirde yurt dışından temin işlemleri yürütülmektedir.

Bu kapsamda Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından; ülkemizde ruhsatlandırılmamış ve/veya ruhsatlandırıldığı hâlde çeşitli sebeplerle piyasada bulunmayan beşeri tıbbi ürünlerin, hastalıkların teşhis ve tedavisinde kullanılmak üzere yurt dışından reçete bazında veya acil durumlarda toplu temini ile söz konusu ürünlerin bilimsel veriler doğrultusunda tıbbi, etik, hukukî ve akılcı kullanımını sağlamak ve bu süreçteki usûl ve esasları belirlemek amacıyla 22.04.2017 tarihinde güncellenen “Yurt Dışından İlaç Temini Ve Kullanımı Kılavuzu” hazırlanmıştır.

Dava konusu Protokol ile de nun sağlık yardımlarından yararlanan kişiler için ülkemizde ruhsatlı olmayan veya ruhsatlı olduğu halde çeşitli nedenlerle üretilemeyen veya ithalatı yapılamayan bu nedenle yurt dışından temin edilen ilaçların, temin edildikten sonra yurt içi transferini sağlamak üzere, kargo yoluyla taşınmasına ilişkin düzenlemeler yapıldığı, ilacın taşınmasında uyulacak kuralların belirlendiği, davalı …`ye ilacın temini hususunda herhangi bir yetki verilmediği görülmektedir.

1262 sayılı Kanunun 1. maddesinin 1. fıkrasında; “Kodekste muharrer şekil ve formül haricinde ve fenni kaidelere muvafık muayyen ve sabit bir şekilde yapılacak amilinin ismiyle veya hususi bir nam altında ticarete çıkarılan tababette müstamel her nevi basit ve mürekkep devai tertiplere ispençiyari ve tıbbi müstahzarlar ismi verilir.” tanımlaması yapılmış, 2. fıkrasında ise “Tabip reçetesiyle verilmesi meşrut olanlar ancak reçete mukabilinde ve diğerleri reçetesiz olarak münhasıran eczanelerle ecza ticarethanelerinde kanunu mahsusuna tevfikan satılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Bu anlamda davalı Kurum ile Türk Eczacıları Birliği (TEB) arasında 03.05.2017 tarihinde imzalanan Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol ile davalı Kurumun, birer sağlık hizmet sunucusu olan eczaneler ile sözleşme yapmak veya protokol yapmak suretiyle sağlık hizmeti satın aldığı ve kapsamında bulunan kişilerin sağlık hizmetlerinin karşılandığı, Protokol`ün (2) numaralı maddesinde belirtilen kişileri kapsamak üzere serbest eczanelerden temin edilecek ilaçlar ve provizyon sisteminde yer alan tıbbi malzemelerin teminine ilişkin olarak Kurum ile eczaneler arasında yapılacak sözleşmeler için uygulanacak usul ve esaslar ile karşılıklı hak ve yükümlülüklerin düzenlendiği görülmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden, Türk Eczacıları Birliği, Sağlık Bakanlığı ve ile protokoller imzalanarak bir kamu hizmeti olan yurtdışından ilaç tedarik hizmetlerinin sürdürüldüğü, 1262 sayılı Kanunun Ek-7. maddesinde ülkemizde ruhsatlı olmayan ilaçların yurt dışından ilaç temini konusunda eczanelere herhangi bir yetki verilmediği, eczanelerin yetkisinin yurt içinde ruhsatlı olup hekimlerce reçete edilen ilaçlara ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca Türk Eczacıları Birliği tarafından ülkemizde ruhsatlı bulunmayan ilaca ihtiyacı olan hastaların reçetesini herhangi bir eczaneye vererek ilaç temin prosedürünü başlatabileceği, eczane tarafından reçetenin Türk Eczacıları Birliği`ne ulaştırılacağı, hastalar için eczanelerin irtibat noktası olacağı, hastanın reçetesinde eksiklik tespit edilmesi halinde hasta ile irtibata geçilerek gerekli eksikliklerin giderilmesi konusunda reçetenin eczaneye iade edileceği, reçete uygun hale geldikten sonra yurt dışından temin edilen ilacın, hastanın belirttiği adrese TEB tarafından kargo ile gönderileceği, bu aşamada eczaneye herhangi bir ilaç gönderimi yapılmayacağı, yapılan işlemler nedeniyle TEB tarafından eczanelere hizmet bedeli ödeneceği hususları kurala bağlanmıştır.

Yukarıya aktarılan hususlar ve dava konusu Protokol birlikte değerlendirildiğinde; davacı sendikanın üyelerini oluşturan eczacılara, davalı Kurum tarafından yurt dışından temin edilen ilaçların hastaya ulaşmasında herhangi bir yetki verilmediği, davalı Kurum tarafından reçete bazında yurt dışından temin edilen ilacın hastaya ulaşımının kargo yolu ile sağlandığı, bu şekilde temin edilen ilaçların eczaneler aracılığıyla hastaya ulaştırılmasına ilişkin bir uygulama bulunmadığı, bu anlamda eczanelerin yurt dışından temin edilen ilaçlar hususunda reçeteyi Birliğe ulaştırma haricinde rolü olmadığı görülmektedir.

Öte yandan dava konusu Protokol ile de yurt dışından temin edilen ilaçların yurt içine girdikten sonra kargo ile taşınmasına ilişkin usullerin belirlendiği, Protokol`ün herhangi bir şekilde ilacın … tarafından teminini içermediği, eczanelerin çalışma alanlarına müdahale eder nitelikte düzenleme bulunmadığı, kaldı ki yukarıda da belirtildiği üzere yurt dışından ilaç temini konusunda dava konusu Protokol yürürlüğe girmeden önce de davalı Kurum tarafından eczanelere ilacın teslimi görevi verilmediği anlaşılmaktadır.

Bu nedenle davacının “Kapsamında İlaç Bulunan Gönderilerin Taşınmasına İlişkin Protokol”ün iptali istemiyle dava açmasında güncel bir menfaatinin ve dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-b maddesi uyarınca davanın EHLİYET yönünden REDDİNE, aşağıda dökümü yapılan 269,00-TL. yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, dosyanın tekemmül etmediği göz önüne alındığında; kararın verildiği tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.800,00-TL avukatlık ücretinin yarısı olan 900,00-TL`nin davacıdan alınarak davalı idarelere verilmesine, kullanılmayan 51,70-TL yürütmeyi durdurma harcı ile artan posta ücretinin istemi halinde davacıya iadesine, kararın tebliğ tarihinden itibaren 30 (otuz) gün içinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 01/11/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY :

Dava, davacı tarafından ile arasında imzalanan “Kapsamında İlaç Bulunan Gönderilerin Taşınmasına İlişkin Protokol” ün iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin (a) fıkrasında, idari davaların idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacağı belirtildikten sonra; ilk inceleme konularının belirlendiği 14. maddenin 3/c bendinde dilekçenin ehliyet yönünden inceleneceği, 15. maddenin 1/b bendinde ise bu hususta kanuna aykırılık görülmesi halinde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.

Söz konusu maddede yer alan ve iptal davasının sübjektif ehliyet koşulu olan “menfaat ihlali” doktrin ve içtihatlarda dava konusu işlemle davacı arasında kurulan kişisel, meşru, güncel bir menfaat ilişkisi olarak tanımlanmaktadır. Menfaatin kişisel ve meşru olması için hukuki bir durumdan ortaya çıkması gerekir. Sözü edilen menfaat ilişkisinin varlığı ve sınırları her olayda yargı yerince uyuşmazlığın niteliğine göre belirlenmektedir.

İdare hukuku alanında tek taraflı irade açıklamasıyla yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen idari işlemlerin ancak bu idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilişkisi kurulabilenler tarafından iptal davasına konu edilebileceği açıktır.

Davacı, üyelerini serbest eczane eczacılığı yapanların oluşturduğu 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununa ekli (1) sayılı cetvelde belirlenen 17 nolu Sağlık ve Sosyal Hizmetler iş kolunda faaliyet gösteren tarafından, ilacın hastaya eczanede verilmesinin yasal bir zorunluluk ve temel sağlık kuralı olduğu, ilacın saklanması ve muhafazasına ilişkin riskler oluşabileceği iddialarıyla dava konusu protokolün iptali isteminde bulunulduğu ve dava konusu protokol ile davacı sendikanın faaliyette bulunduğu hizmet iş kolu ile bir bütün teşkil eden ilaçlara ilişkin düzenleme getirildiği görülmektedir.

Bu nedenle davacı Sendikanın, ülke çapında uygulama niteliğini haiz dava konusu Protokolün iptalini istemekte menfaatinin bulunduğu, işin esası hakkında bir karar verilmesi gerektiği görüşüyle davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin çoğunluk kararına katılmıyoruz.


DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2011/103 Karar : 2017/2063 Tarih : 20.06.2017

  • İYUK 15. Madde

Dava, …. Genel Müdürlüğü’nce 05.08.2008 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan “… Termik Santral İşletme Müdürlüğü’ne 4.000.000 kg. 5 No’lu fuel-oil ve 708.000 lt. motorin alımı” ihalesine yönelik itirazen şikâyet başvurusunun uygun bulunmadığına ilişkin …2008 tarih ve 2008/… sayılı kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; ihaleye yönelik olarak en geç 06.10.2008 tarihinde idareye şikâyet başvurusunda bulunulması gerekirken, doğrudan Kamu İhale Kurumu’na başvurulduğu, bu başvurunun Kurumca idareye gönderilmesinin akabinde (şikâyet süresi geçtikten sonra) 09.10.2008 tarihinde ihaleyi yapan idare kayıtlarına alındığı göz önünde bulundurulduğunda, davacı şirketin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 55. maddesinde belirtilen ve hak düşürücü bir süre olan 15 günlük şikâyet başvuru süresini geçirdikten sonra yaptığı itirazen şikâyet başvurusunun süre yönünden reddine ve ileri sürdüğü iddiaların ise ciddi ve somut nitelikte olmaması nedeniyle iddiaların incelenmesine gerek bulunmadığına dair kararında hukuka aykırılık görülmediği; öte yandan, davacı şirketin idare yerine Kuruma yapılan başvurusuyla ilgili olarak davacı iddiasının aksine olayda, 2577 sayılı Kanun`un 15. maddesinde belirtilen şekilde mahkemenin inceleyeceği bir merci tecavüzünün ve başvuru tarihine ilişkin usul probleminin söz konusu olmadığı, kamu ihalelerine yönelik yapılacak şikâyet ve itirazen şikâyetin nereye ve hangi sürelerde yapılacağı hususunun davanın özünü oluşturduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı şirket tarafından temyiz edilmiştir.

Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun`un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almıştır.

Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.

Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa`nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları kuşkusuzdur.

Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa`nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda, Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa`nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, kesinleşen ihale kararı formunun başvuru sahibi davacıya tebliğ edilmek üzere 12.09.2008 tarihinde postaya verildiği, davacı tarafından, söz konusu ihaleye ilişkin olarak doğrudan Kamu İhale Kurumu`na gönderilen şikâyet başvurusunun işlem yapılmak üzere 06.10.2008 tarihinde idareye gönderildiği ve bu dilekçenin ihaleyi yapan idareye 09.10.2008 tarihinde ulaştığı, bu tarihin şikâyet başvurusu tarihi olarak kabul edildiği, buna göre ihale kararına ilişkin mektubun postaya verilmesini takip eden 7. gün olan 19.09.2008 tarihinden itibaren on beş gün içinde şikâyet başvurusunda bulunulmadığından bahisle Kuruma yapılan itirazen şikâyet başvurusunun süre yönünden reddine ve ileri sürülen iddiaların ciddi ve somut nitelikte olmaması nedeniyle iddiaların incelenmesine gerek bulunmadığına ilişkin dava konusu ….2008 tarihli ve 2008/… sayılı kararının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlıkta, davacının teklifinin değerlendirme dışı bırakılmasına ilişkin 12.09.2008 tarih ve 6679 sayılı kesinleşen ihale kararının bildiriminde, bu karara karşı başvurulacak idari merciler ve kanun yolları ile sürelerinin belirtilmediği görülmektedir.

Bu durumda, idarece Anayasa`nın 40. maddesine uygun olarak hangi kanun yolları ve mercilere başvurulabileceği ve sürelerinin belirtilmesi gerektiğinden, itirazen şikâyet başvurusunun süre yönünden reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk, davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukukî isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin 25.06.2010 tarih ve E:2009/249, K:2010/1048 sayılı kararının BOZULMASINA, DAVA KONUSU İŞLEMİN İPTALİNE, ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam 214,00.-TL yargılama gideri ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 990,00.-TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, posta giderleri avansından artan tutarın davacıya iadesine, dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun`un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 20.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2017/398 Karar : 2017/3052 Tarih : 8.05.2017

  • İYUK 15. Madde

Dava; …………. İli, ……. İlçesi, ……….. pafta ………. ada ………. parselde kayıtlı, ……….. Caddesi, …………. Sokak No:….. adresinde bulunan binanın 17.08.1999 tarihli depremde yıkılması sebebiyle yakınlarını kaybeden …………., …………. ve diğerleri tarafından ….. Asliye Hukuk Mahkemesinin E: ……….. nolu dosyası ile açılan davada, …………….. tarafından ödenmesine hükmedilen bedelden, davalı idarenin kusur oranı karşılığı olan ……………….-TL`lik kısmının ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemi ile açılmış, İdare Mahkemesince, adli yargı yeri tarafından ödemekle yükümlü tutulan maddi tazminat tutarı dolayısıyla davacının tazminle yükümlü olduğu zararın davalı idarenin kusurundan kaynaklanmadığı, davalı idarenin tazminat ödemekle yükümlü tutulamayacağı, manevi tazminat yönünden ise, adli yargı yerinde yapılan yargılama sırasında hükmedilen manevi tazminat miktarının davacının ve davalıların akrabalık ilişkileri ve diğer unsurlar göz önünde bulundurularak davacı …………….. yönünden belirlendiği, davacının ödemekle yükümlü tutulduğu miktarın kendi kusuru, kişiliği ve diğer unsurlar dikkate alınarak belirlendiği, manevi tazminat sebebiyle davalı idarenin sorumluluğuna gidilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacının, davaya konu taşınmazın müteahhidi olduğu, ……………, ……………… ve ……………… tarafından 17.08.1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucunda binanın yıkılması sebebiyle uğranıldığı öne sürülen zararın tazmini talebiyle yapı müteahhidi aleyhine adli yargıda açılan davada, …… Asliye Hukuk Mahkemesinin …/…/…günlü, E:……….., K:………….. sayılı kararı ile davalı müteahhidin sorumlu tutulması gerektiğinden bahisle davanın kısmen kabulü ile belirlenen tazminat miktarlarının …………………`dan tazminine, davalı idare yönünden ise davanın görev yönünden reddine karar verildiği, anılan mahkeme kararının Yargıtay tarafından onandığı, hükmedilen bedelin davacı tarafından ödendiği, davacı tarafından ödenen tazminat bedelinin davalı idarenin kusur oranı karşılığı olan kısmının davalı idareden tahsil edilmesi istemiyle adli yargıda açılan davada, ….. Asliye Hukuk Mahkemesinin … /…/… günlü, E:…………., K:………….. sayılı kararıyla davada idari yargının görevli olması sebebiyle görev yönünden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14. maddesinin 3/a bendinde dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden inceleneceği, 15. maddesinin 1/a bendinde ise adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.

2247 Sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesinde Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii, davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler`` hükmüne yer verilmiştir.

Olayda; İdare Mahkemesince, rücuen alacak davası olarak nitelendirilen ve mülga 818 Sayılı Borçlar Kanununun 58. ve yürürlükteki 6098 Sayılı Borçlar Kanununun 69. maddelerine göre rücuen alacak davasında, aynı konuda açılmış davada daha önce adli yargı yerince görev ret kararı verildiği dikkate alınarak 2247 Sayılı Kanunun 19. maddesine göre görevli yargı merciinin belirlenebilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerekmektedir. Bu durumda, görevli yargı merciinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerekirken, işin esası incelenerek verilen temyize konu mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; … İdare Mahkemesinin …/…/…. günlü, E:…………, K:……………. sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 08/05/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2016/10002 Karar : 2017/1353 Tarih : 23.03.2017

  • İYUK 15. Madde

Dava, davacının, ikamet etmekte olduğu yörede meydana gelen terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kaldığı ve hala köye dönemediğinden bahisle malvarlığına ilişkin olarak uğradığını ileri sürdüğü zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini istemiyle başvuruya cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; davacı vekilince İl Valiliğine yapılan başvuru üzerine 5233 sayılı Kanunda belirtilen altı aylık sürenin son bulduğu ve bu tarihten itibaren de 2577 sayılı Kanunda belirtilen sürenin geçirilerek geç açılan iş bu davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenebilmesine hukuken imkan bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.Davacı tarafından, anılan Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası`nın “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı II. Bölümünün, “Hak Arama Hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinde; herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma haklarına sahip olduğu hükmüne yer verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay`da ve İdare Mahkemelerinde altmış gün olduğu, 10. maddesinde ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, istemin reddi veya zımnen reddi hallerinde dava açma süresi içinde dava açılabileceği ve 15. maddesinin 1/b bendinde ise, süre aşımı halinde davanın reddine karar verileceği kuralı yer almıştır.

5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun 1. maddesinde; “ Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”, 6. maddesinde de; “Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz. İlgili valilik dışında diğer valilikler, kaymakamlıklar, Türkiye Cumhuriyeti dış temsilcilikleri, diğer bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan başvurular ilgili valiliğe gönderilir. Komisyon, zarar görenlerce yapılacak her başvuru ile ilgili çalışmalarını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde tamamlamak zorundadır. Zorunlu hâllerde, bu süre vali tarafından üç ay daha uzatılabilir…” hükmüne yer verilmiştir.

20.10.2004 tarih ve 25619 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, Komisyonlara yapılacak başvuruların süresi, şekli ve sonuçlandırılması başlıklı 8. Maddesinde, komisyonun, yapılan her başvuru ile ilgili çalışmalarını başvuru tarihinden, başka mercilere yapılan başvurularda başvurunun ilgili valiliğe ulaşmasından itibaren ay içinde tamamlamak zorunda olduğu, zorunlu hallerde bu sürenin komisyon kararı ve vali onayı ile üç ay daha uzatılabileceği hükme bağlanmıştır.

Adli süreçlerde tektipliği öngören usul kuralları ve bu kapsamda başvuru süreleri, başvurucular açısından keyfilikten uzak, eşit muamele imkanı yoluyla öngörülebilirlik sağlamakta, böylece hukuki güvenliği temin etmektedir. Ancak adli süreçte istikrarı sağlamak için getirilmiş prosedürlerin, hakkın özünü ortadan kaldıracak ve kişinin mahkemeye erişimini engelleyecek şekilde uygulanmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir.

Yukarıda yer verilen hükümler uyarınca, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara yaptıkları başvuruya altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı ve bu altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açılabileceği kurala bağlanmış olmakla birlikte, 5233 sayılı Kanunda idarelerin işlem tesis etme süreleri ile ilgili olarak farklı bir düzenlemeye gidilmiştir. Anılan Kanunun 6. maddesinde, zarar görenlerce yapılacak başvurular ile ilgili çalışmaların, başvuru tarihinden itibaren 6 ay içinde tamamlanmak zorunda olduğu, zorunlu hâllerde ise, bu sürenin vali tarafından 3 ay daha uzatılabileceği belirtilmiş ise de, sürenin hangi hallerde uzatılabileceği, idareye başvuru tarihinden itibaren 6 ay içerisinde başvuruların sonuçlandırılamaması ve bu sürenin 3 ay daha uzatılmış olması hallerinde başvuruculara durumu açıklayıcı bir bildirim yapılıp yapılmayacağına veya başvurucuların bu durumdan haberdar olup olmadığının tespitine yönelik mevzuatta bir düzenleme bulunmamaktadır. İş yoğunluğu durumu dikkate alınarak başvurucuların sürenin 3 ay uzatılmış olabileceğini düşünmeleri de olasıdır. Başvurucuların sürenin 3 ay uzatılıp uzatılmadığını bilmediği hallerde, dava açma süresinin bu durumun göz ardı edilerek hesaplanması hak arama hürriyetinin dayanaktan yoksun olarak kısıtlanması anlamına gelir. Bu da, hukuken kabul edilebilir bir durum değildir.Bu nedenlerle, 5233 sayılı Kanunun 6. maddesi uyarınca yapılan başvuruya 6 ay içerisinde cevap verilmemesi durumu zımni ret olarak kabul edilip bu 6 aylık sürenin bitiminden itibaren 60 gün içinde dava açılabileceği gibi, başvurunun sonuçlandırılma süresinin 3 ay uzatıldığı düşünülerek 6+3 aylık sürenin dolması üzerine, bu sürenin zımni ret olarak kabul edilip, 6+3 aylık sürenin bitiminden itibaren 60 gün içinde de dava açılabileceği sonucuna varılmıştır. Uyuşmazlık konusu olayda, davacı vekilince Zarar Tespit Komisyonuna başvuru yapıldığı, 5233 sayılı Kanunda belirtilen 6+3 aylık sürenin son bulduğu tarihten itibaren de 2577 sayılı Kanunda belirtilen 60 gün içinde kayda giren dilekçe ile süresinde davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi`nin kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2016/5020 Karar : 2016/5555 Tarih : 6.12.2016

  • İYUK 15. Madde

Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesince, Danıştay Dava Daireleri arasındaki işbölümünün belirlendiği Danıştay Başkanlık Kurulunun 01/08/2016 tarihli ve E:2016/32 sayılı kararı sonucu dosyanın Danıştay Beşinci Dairesinden iletildiği görülerek işin gereği düşünüldü:

Dava; 6360 sayılı Kanun uyarınca tüzel kişiliği kaldırılan Mersin İl Özel İdaresinde kamu işçisi olarak çalışmakta iken Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına devredilen davacı tarafından, norm kadro ve ihtiyaç fazlası personel olarak tespitine ilişkin Devir, Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonunun 14/08/2014 günlü, 147 sayılı işlemi ile Milli Eğitim Bakanlığı emrine sürekli işçi olarak atanmasının bildirimine ilişkin İl Mahalli İdareler Müdürlüğünün 20/11/2014 günlü, 13910 sayılı işleminin iptali ve dava konusu işlemler nedeniyle yoksun kaldığı mali ve sosyal haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Mersin 1. İdare Mahkemesince; Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığında münhal işçi kadrosunun bulunmadığı, devre tabi personel olan davacının norm kadro ve ihtiyaç fazlası personel olarak belirlenmesi işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle Devir, Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonunun 14/08/2014 tarih ve 147 sayılı işlemi yönünden davanın reddine; davacının Milli Eğitim Bakanlığı emrine atanmasının bildirimi niteliğinde olduğu, kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem niteliğinde bulunmadığı gerekçesiyle İl Mahalli İdareler Müdürlüğü`nün 20/11/2014 tarih ve 65191134-250/13910 sayılı işlemi yönünden ise davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.

Davacı, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

2577 sayılı Yasanın 14. maddesinde, dava dilekçelerinin ilk inceleme sırasında “husumet” yönünden de inceleneceği ve ilk incelemedeki hususların daha sonra tespit edilmesi halinde de, davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağı; 15. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde ise, davanın yanlış hasım gösterilerek açılması halinde dava dilekçesinin mahkemece tespit edilecek gerçek hasma tebliğine karar verileceği kurala bağlanmıştır.

06/12/2012 tarih ve 28489 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1. maddesi ile bir kısım belediyeler ile birlikte Mersin Büyükşehir Belediyesinin sınırları il mülki sınırları olarak belirlenmiş ve İl Özel İdarelerinin tüzel kişiliği kaldırılmıştır.

Anılan Kanunun Geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında, bu Kanundan kaynaklanan devir, tasfiye ve paylaştırma işlemlerini yürütmek üzere vali tarafından, bir vali yardımcısının başkanlığında, valinin uygun göreceği kurum ve kuruluş temsilcilerinin ve ilgili belediye başkanlarının katılımıyla devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu kurulacağı; 6. fıkrasında tüzel kişiliği kaldırılan İl Özel İdareleri personelinin, komisyon kararıyla ilgisine göre yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı, büyükşehir belediyesi, bağlı kuruluşu veya ilçe belediyesine devredileceği; 9. fıkrasında da belediye ve bağlı kuruluşlara devredilen personelden norm kadro ve ihtiyaç fazlası olanların, ilgili belediye ve bağlı kuruluş tarafından en geç üç ay içinde valiliğe bildirilmesi üzerine, Komisyonun, ilgili idarelerden gönderilen listeleri 03/07/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 49. maddesindeki oranlar, kurumun bütçe dengesi, norm kadrosu ve yürütmekle görevli olduğu hizmetin gereği ile nüfus kriterlerini değerlendirmek suretiyle, 45 gün içerisinde ihtiyaç fazlası personelin tespitini yaparak, oluşturulan listeleri valinin onayına sunacağı ve vali tarafından onaylanan listelerin, on gün içerisinde İçişleri Bakanlığına; İçişleri Bakanlığınca da atama teklifleri yapılmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirileceği hususları düzenlenmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Mersin İl Özel İdaresinde işçi olarak çalışan davacının, 6360 sayılı Kanunun 1. maddesiyle il özel idarelerinden bir kısmının ve bu kapsamda Mersin İl Özel İdaresinin tüzel kişiliğinin kaldırılması üzerine, aynı Kanunun Geçici 1. maddesinin 6. fıkrası uyarınca Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına devrinin yapıldığı; Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından da norm kadro ve ihtiyaç fazlası personel olarak Mersin Valiliğine bildirildiği; Devir,Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonunun 14/08/2014 tarih ve 147 sayılı kararı ile devredilecek personel olarak belirlenmesi üzere Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atandığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, Devir, Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonu kararının dayanağı olan işlemin, davacının ihtiyaç ve norm kadro fazlası personel olarak bildirmesine ilişkin Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının 27/06/2014 tarih ve 2145 sayılı işlemi olması sebebiyle, İdare Mahkemesince Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının da hasım mevkiine alınması gerekirken, dosyanın yalnızca Mersin Valiliği husumetiyle tekemmül ettirilmesi suretiyle karar verilmesinde usul hükümlerine uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; davacının temyiz isteminin kabulüyle, Mersin 1. İdare Mahkemesince verilen 06/01/2016 günlü, E:2014/1589, K:2016/6 sayılı kararın; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/c fıkrası uyarınca bozulmasına; aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştaya kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 06/12/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 4. DAİRE Esas : 2014/4599 Karar : 2016/3654 Tarih : 24.11.2016

  • İYUK 15. Madde

Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14 üncü maddesi uyarınca gerekli incelemeyi yapan Tetkik Hakimi Mustafa Yücel Ölmez`in açıklamaları dinlenildikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava; 26/04/2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin II/A-2.1 nolu bölümünde yer alan Türkiye’den serbest bölgelere verilen hizmetler hizmet ihracı kapsamında değerlendirilmez.` hükmünün iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2/1-a maddesinde; iptal davasının, idari işlem hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaati ihlal edilenler tarafından açılabileceği, aynı Kanunun 15/1-b maddesinde ise; ehliyetsiz kişi tarafından açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden, 26/04/2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin II/A-2.1 nolu bölümünde yer alan Türkiye’den serbest bölgelere verilen hizmetler hizmet ihracı kapsamında değerlendirilmez.` hükmünün, Genel Tebliğ ile kanun hükmünü kısıtlamak niteliği taşıdığı belirtilerek iptal davasına konu edildiği anlaşılmaktadır. İdarenin hukuki tasarruflarının bir bölümünü oluşturan genel tebliğler; bir yandan kanunların uygulanması konusunda açıklama getirirken, bir yandan kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak ülke genelinde uygulamada birlik sağlama ve idarenin işleyişini düzenlemek amacıyla kanun, tüzük ve yönetmeliklere aykırı olmamak koşuluyla İdarenin görüşünü bildiren işlem niteliğindedirler.

İdari yargılama hukukunda ehliyetin varlığı için kişinin medeni hakları kullanabilme yeteneğinin yanında, iptali istenen işlemle ilgili meşru, kişisel ve güncel bir menfaatinin de ihlal edilmiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla, kişilerin hukukunu etkiyen, icrai nitelikte ve yenilik doğurucu düzenlemelerin dava konusu edileceği muhakkaktır Bu bakımdan, düzenleyici işlemin hukuk düzeninden kaldırılmasında açıklanan nitelikte menfaati bulunmayan kişinin idari dava açma ehliyetinin bulunduğundan söz edilmesi mümkün değildir.

Bu nedenle, iptali istenen genel tebliğ hükmünün davacının hukukunda herhangi bir değişiklik yaratmadığı, dolayısıyla dava açmada menfaati bulunmayan davacı tarafından açılan iş bu davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle 2577 sayılı Kanunun 15/1 -b maddesi uyarınca ehliyet nedeniyle davanın reddine, aşağıda dökümü yapılan 162,80 TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, artan posta ücretinin istek halinde davacıya iadesine, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 1.800,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak, davalı idareye verilmesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren otuz gün içinde Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu nezdinde temyiz yolu açık olmak üzere, 24/11/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2016/8196 Karar : 2016/4066 Tarih : 4.10.2016

  • İYUK 15. Madde

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesi uyarınca dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 24. maddesinde, Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak,Bakanlar Kurulu kararlarına, Başbakanlık, bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının müsteşarlarıyla ilgili müşterek kararnamelere, Bakanlıklar ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere, Danıştay İdari Dairesince veya İdari İşler Kurulunca verilen kararlar üzerine uygulanan eylem ve işlemlere, birden çok idare veya vergi mahkemesinin yetki alanına giren işlere,Danıştay Yüksek Disiplin Kurulu kararları ile bu Kurulun görev alanı ile ilgili Danıştay Başkanlığı işlemlerine karşı açılacak iptal ve tam yargı davalarını karara bağlayacağı; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesinde; idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay’da çözümlenecek olanlar dışındaki iptal ve tam yargı davalarını çözümleyeceği;2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesinde, idari yargının görevli olduğu konularda görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek, dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verileceği belirtilmiştir.

T.C. Anayasasının 139. maddesinde ” Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, (…) . Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, (…) veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.” hükmüne, 159. maddesinin 8. fıkrasında, “Kurul, ( … ) meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; (… ) .” hükmüne ve 10. fıkrasında ise “Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere, Anayasa, hakim ve savcıların görevlerinin sona ermesi sonucunu doğuran işlemleri disiplin cezaları ve meslekte kalmalarının uygun olmadığı yolunda verilen kararlar olarak ikiye ayırmış, bunlardan sadece bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezasına karşı yargı yolunu açık tutmuştur.

Anayasa hükümleri uyarınca hazırlanan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun “Hakimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesi” başlıklı 53. maddesinde de ” Hakim ve savcıların: a) Bu Kanun hükümlerine göre meslekten çıkarılmaları veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilmesi, b) Haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunması halleri hariç olmak üzere, mesleğe alınma koşullarından herhangi birini taşımadıklarının sonradan anlaşılması, c) (Değişik bend: 22/12/2005-5435 S.K./23.mad) Görevdeyken, 8 inci Maddenin (a), (d) ve (g) bentlerinde yazılı niteliklerden herhangi birini kaybetmeleri,d) Meslekten çekilmeleri veya çekilmiş sayılmaları, e) İstek, yaş haddi veya malullük nedenlerinden biriyle emekliye ayrılmaları, f) Ölümleri,hallerinde görevleri sona erer.” hükmüne ve 30. maddesinde “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yükselmeye layık olmadıklarına karar verilmiş olanlar, iki yıl sonra tekrar yükselme incelemesine tabi tutulurlar. Bu durumda olanlar şartları varsa kademe ilerlemesi yapabilirler. Bir derecede iki veya bir sınıfta üç defa yükselmeye layık görülmeyenler hakkında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca meslekte kalmalarının uygun olup olmadığına karar verilir.” hükmüneyer verilerek disiplin cezası niteliğindeki meslekten çıkarma işlemi ile hakimlik ve savcılık görevinin sona ermesi sonucunu doğuran diğer işlemler ayrı ayrı belirtilmiştir.

Aynı şekilde, 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 4. maddesinde “Kurulun görevleri” sayılırken ” 6) Meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme,” , ” 7) Disiplin cezası verme,” ayrı ayrı belirtilmiş;” Genel Kurulun Oluşumu Ve Görevleri” başlıklı 7. maddesinin 2. fıkranın (ı) bendinde de söz konusu ayrım tekrarlanmıştır. Anılan Yasa’nın 33. maddesinde ise,Genel Kurulun veya dairelerin, meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulabileceği, diğer kararlarının yargı denetimi dışında olduğu, meslekten çıkarma kararlarına karşı açılan iptal davalarının ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görüleceği hükmüne yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen Yasa hükümlerinde de , Anayasa hükümleri doğrultusunda hakim ve savcıların görevlerinin sona ermesi sonucunu doğuran işlemleri disiplin cezaları ve meslekte kalmalarının uygun olmadığı yolunda verilen kararlar olarak ikiye ayrıldığı , bunlardan sadece disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezasına karşı yargı yolu açık tutulmuştur.

Uyuşmazlığın, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3. maddesi 1. fıkrası uyarınca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu’nun 24.08.2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararıyla davacının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Bu çerçevede; Bakanlar Kurulunca 22.7.2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 23.7.2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler” başlıklı3. maddesinin 1.fıkrasında “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ve Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. “amir hükmüne yer verilmiştir.

Davacı hakkında da, söz konusu hükme dayanılarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu’nun 24.08.2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararıyla,” FETÖ/PDY örgütü ile iltisak ve irtibatlarının olduğu sabit görüldüğü” gerekçesiyle “MESLEKTE KALMASININ UYGUN OLMADIĞINA”ve ” MESLEKTEN ÇIKARILMASINA”karar verilmiştir.

Olağanüstü hâli gerekli kılan konu, 667 sayılı KHK’nın amacı ile 3. ve 4. maddelerinde düzenlenen tedbirlerin kapsamı ve mahiyeti birlikte dikkate alındığında, anılan tedbirler vasıtasıyla başta FETÖ/PDY olmak üzere terör örgütlerine veya MGK’ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarından çıkarılarak Anayasa ile kurulan demokrasi düzeninin korunmak istendiği anlaşılmaktadır.

Buna göre KHK’nın 3. ve 4. maddelerinde öngörülen meslekten veya kamu görevinden çıkarma; adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran “olağanüstü tedbir” niteliğindedir.

Bu durumda, davacı hakkındaki , Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu’nun 24.08.2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararınındisiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan ve yargı denetimine tabi bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezası niteliğinde olmadığı dikkate alındığında,6087 sayılı Kanunun yukarıda yer verilen 33. maddesi’nde yer alan hüküm uyarınca,ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülebilecek bir uyuşmazlık bulunmadığından, çözümünde idari yargıda genel görevli yargıyeri olan idare mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanunu’nun 15. maddesinin 1/a fıkrası uyarınca DAVANIN GÖREV YÖNÜNDEN REDDİNE, dava dosyasının aynı Kanun’un 32/1. maddesine göre davayı çözümlemeye görevli ve yetkili olan Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine, oybirliğiylekarar verildi.


DANIŞTAY 1. DAİRE Esas : 2016/335 Karar : 2016/789 Tarih : 25.05.2016

  • İYUK 15. Madde

4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 3’üncü maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili merciler belirlenmiş, Kanunun 9’uncu maddesinde, yetkili merciin, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirileceği hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, … hakkında usul ve esaslara aykırı soruşturma yürüttükleri gerekçesiyle Polis Başmüfettişleri ., ., … ve … hakkında yapılan şikayet üzerine verilen Emniyet Genel Müdürünün 20.12.2014 tarih ve 31382 sayılı kararının iptali istemiyle şikayetçi vekili tarafından tarihsiz dilekçeyle Ankara 8. İdare Mahkemesine dava açıldığı, Ankara 8. İdare Mahkemesinin 16.10.2015 tarih ve E:2015/399, K:2015/1443 sayılı kararıyla, ilgili mevzuat gereği dava konusu işleme karşı

Danıştay Birinci Dairesi nezdinde itirazın mümkün olduğu belirtilerek davanın görev yönünden reddine ve dosyanın itirazı incelemekle görevli Danıştay Birinci Dairesine gönderilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.

2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun 5’inci maddesinde, idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştayda çözümlenecek olanlar dışındaki iptal davalarını çözümleyeceği belirtilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinde, idare işlemleri hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaların iptal davaları olduğu, aynı Kanunun 15’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ise, Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince, idari yargının görevli olduğu konularda görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verileceği hüküm altına alınmıştır.

Bu hükümlere göre Danıştayın idari dairesi olarak görev yapan Danıştay Birinci Dairesinin dava dairesi olmaması nedeniyle Danıştay dava dairelerinin veya idare mahkemelerinin, görev veya yetki yönünden reddettikleri iptal davalarında, yargısal görevi bulunmayan Danıştay Birinci Dairesini görevli ve yetkili merci olarak göstermek suretiyle dava dosyasını doğrudan Dairemize göndermesine yasal olanak bulunmadığı açıktır.

Olayda, şikayetçi vekilinin Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesine hitaplı tarihsiz dilekçesinde, şikayetin işleme konulmamasına ya da soruşturma izni verilmemesine ilişkin bir karara itiraz edildiği yolunda bir ibare yer almadığı gibi anılan dilekçenin Danıştaya hitaben de yazılmadığı, bu dilekçenin Emniyet Genel Müdürünün 20.12.2014 tarih ve 31382 sayılı kararının iptali istemini içerdiği, bütün bu hususlara rağmen Ankara 8. İdare Mahkemesinin 16.10.2015 tarih ve 2015/399, K:2015/1443 sayılı kararıyla, yargısal görevi bulunmayan Dairemizle görev uyuşmazlığı çıkartılmasına yasal olanak bulunmadığı dikkate alınmadan, hangi yetkili merci kararına itiraz edildiği dahi belli olmayan dilekçedeki istemin incelenmesinde Dairemizin görevli olduğu belirtilerek dosyanın doğrudan Dairemize gönderildiği tespit edilmiştir.

Kaldı ki, Başbakanlık ve bakanlıkların merkez ve bağlı veya ilgili kuruluşlarında görev yapan memur ve kamu görevlileri hakkında o kuruluşun en üst idari amiri tarafından verilen kararlara yapılacak itirazları incelemek ve karara bağlamakla yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesinin yetkili ve görevli olduğu hususunun da Mahkemece dikkate alınmadığı görülmüştür.

Açıklanan nedenlerle, Dairemize hitaben yazılmayan, yetkili merci kararına itiraz edildiğine dair herhangi bir ifade içermeyen, iptal istemi içeren bu dava dilekçesinin söz konusu yetkili merci kararına itiraz dilekçesi olarak kabulünün mümkün olmadığı anlaşıldığından Dairemizce herhangi bir işlemin yapılmasına olanak bulunmayan dava dosyasının karar ekli olarak Ankara 8. İdare Mahkemesine iadesine 25.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 6. DAİRE Esas : 2015/13875 Karar : 2016/1351 Tarih : 14.03.2016

  • İYUK 15. Madde

Davacı tarafından, 2009, 2010, 2011 yılı emlak vergilerinin hatalı hesaplanıp tahsil edildiği ileri sürülerek söz konusu verginin düzeltilerek ve fazla alınan vergilerin iadesi İstemiyle yapılan düzeltme başvurusunun reddine ilişkin Belediye Başkanlığı işleminin iptali ile fazla alınan verginin iadesine karar verilmesi istemiyle açılan davayı; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 116 ve 126 ncı maddeleri uyarınca alınmış bir idari karar ve işlemden söz edebilmek için, mükellef tarafından önce düzeltme yapmaya yetkili makama başvurulması, bu makam tarafından ret cevabı verildiği takdirde de şikayet yoluyla kanunda belirtilen makama müracaat edilmesi ve bu makamın başvuruya ret cevabı vermesi halinde dava açılması gerektiği, olayda yapılan düzeltme başvurusunun reddi üzerine şikayet mercii olan Bağlar Belediye Başkanlığına başvurulmadan açılan davada, 2577 sayılı Kanunun 15/1-e maddesi uyarınca dava dilekçesi ve eklerinin belediye başkanlığına tevdine ilişkin olarak verilen ve Danıştay`ın temyiz incelenmesinden geçmeksizin kesinleşen Diyarbakır Vergi Mahkemesinin 27.02.2013 günlü ve E:2013/172, K:2013/72 sayılı kararının, kanun yararına incelenerek bozulması istemiyle Danıştay Başsavcılığının bilgilendiren dilekçe üzerine konu incelendi:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51`inci maddesinde, “niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden” kararların kanun yararına bozulması için temyiz olunabileceği belirtilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü, davacının beyanı üzerine tahakkuk edip ödenmiş olan emlak vergisinin düzeltilmesi için davalı belediye başkanlığına yaptığı düzeltme başvurusunun reddi üzerine, belediye başkanlığına şikayet yoluna gidilmeden ret işleminin iptali istemiyle açılan davanın incelenip incelenmeyeceğinin belirlenmesine bağlıdır.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Düzeltme Talebi” başlıklı 2686 sayılı Kanunun 22’nci maddesi ile değişik 122`nci maddesinde, mükelleflerin, vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi dairesinden yazı ile isteyebilecekleri, aynı Kanunun 124’üncü maddesinde de, vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme başvurusu reddolunanların şikayet yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilecekleri, bu madde gereğince il özel idare vergileri hakkında valiliğe ve belediye vergileri hakkında belediye başkanlığına müracaat edileceği öngörülmüştür.

Görüldüğü üzere, vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yapılan vergi hatalarının düzeltilmesi istemlerinde, davaya konu olabilecek idari işlem, 213 sayılı Kanunun 124`üncü maddesi hükmü gereğince, düzeltme isteminin reddine ilişkin işleme karşı şikayet yoluyla yapılacak başvuru sonucu, belediye başkanlığınca tesis edilecek ret işlemidir.

Dava konusu olayda ise, davacının Bağlar Belediye Başkanlığına yaptığı düzeltme başvurusu üzerine ret işleminin belediye başkanı tarafından İmzalandığı görüldüğünden dava konusu işlemin, belediye başkanlığınca tesis edildiğinin kabulü gerekmektedir,

Bu durumda, düzeltme isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle belediye başkanlığı husumetiyle açılan davaya ilişkin dosyada, davacının düzeltme-şikayet yolunu tükettiği kabul edilerek işin esasına girilip karar verilmesi gerekirken, dilekçenin idari mercii tecavüzü nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15’inci maddesinin 1`inci fıkrasının (e) bendi uyarınca belediye başkanlığına gönderilmesine ilişkin Vergi Mahkemesi kararında yasal isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Diyarbakır Vergi Mahkemesinin 27.2.2013 gün ve E:2013/172 K:2013/72 sayılı kararının, 2577 sayılı Yasanın 51`inci maddesi uyarınca yürürlükteki hukuka aykırı sonucu ifade ettiğinden, kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

Tetkik Hakimi Kutluhan Sahin’in Düşüncesi: Davacının başvurusunun Bağlar Belediye Başkanlığı’na hitaben yapıldığı ve ret işleminin de anılan mercii tarafından gerçekleştirildiği dikkate alındığında davacı başvurusunun şikayet mercii olan Belediye Başkanlığı`nca reddedilmiş olması nedeniyle aynı makama ayrıca şikayet yoluyla gidilmesine gerek bulunmaması karşısında dava dilekçesinin Mahkemece merciine tevdiine karar verilmesi hukuka açık aykırılık oluşturduğundan Danıştay Başsavcılığımın kanun yararına bozma isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesi`nce Diyarbakır Vergi Mahkemesinin 27.2.2013 gün ve E:2013/172 K:2013/72 sayılı kararının Danıştay Başsavcılığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine gereği görüşüldü:

Dosyanın incelenmesinden, ödenen emlak vergisinin iadesi istemi ile davacı tarafından 22.01.2013 tarihinde Bağlar Belediye Başkanlığına başvurulduğu, başvurunun reddedilmesi üzerine açılan davada, vergi mahkemesince; davacının başvurusu düzeltme başvurusu olarak nitelendirilerek, başvurunun reddi üzerine şikayet yoluyla Bağlar Belediye Başkanlığına başvurması gerektiğinden bahisle, dava dilekçesinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-(e) maddesi uyarınca Bağlar Belediye Başkanlığı’na tevdiine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Olayda davacının başvurusunun Bağlar Belediye Başkanlığına hitaben yapıldığı ve ret işleminin de anılan mercii tarafından gerçekleştirildiği dikkate alındığında davacı başvurusunun şikayet merci olan Belediye Başkanlığınca reddedilmiş olması nedeniyle aynı makama ayrıca şikayet yoluyla gidilmesine gerek bulunmadığından dava dilekçesinin Mahkemece merciine tevdiine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı tarafından yapılan temyiz isteminin kabulü ve Diyarbakır Vergi Mahkemesinin 27.2.2013 gün ve E:2013/172 K:2013/72 sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına ve hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak koşulu ile bozulmasına, kararın bir Örneğinin Maliye Bakanlığı ile Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve Resmi Gazete`de yayımlanmasına 14/03/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2013/10698 Karar : 2016/658 Tarih : 11.02.2016

  • İYUK 15. Madde

Dava, İstanbul ili, Maltepe ilçesi, Adnan Kahveci Ortaokulu`nda beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapan davacının, anılan okula beden eğitimi öğretmeni ……..ın atanmasına karşı yaptığı itirazın reddine ilişkin 01/11/2012 günlü, 143086 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 03/07/2013 günlü, E:2012/2228, K:2013/1339 sayılı kararıyla; davacının beden eğitimi öğretmeni olarak görev yaptığı Adnan Kahveci Ortaokulu’nda 17/07/2012 tarihinde 54 saat beden eğitimi dersi için norm kadro sayısının üç olarak gösterildiği, okulda iki beden eğitimi öğretmeninin görev yaptığından boş olarak gösterilen kadroya ………… isimli beden eğitimi öğretmeninin atandığı, haftalık beden eğitimi ders saati sayısının 30/10/2012 tarihi itibariyla 44 olması nedeniyle norm kadro sayısının iki olarak belirlendiği, norm kadro sayılarının kısa süreler içinde değiştirilmesi sonucu hizmet puanı düşük olan davacının norm kadro fazlası durumuna düşürüldüğü anlaşıldığından …………`ın atanmasına ilişkin işlemde hukuka ve mevzuata uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlem iptal edilmiştir.

Davalı idare, usul ve yasaya aykırı olduğunu öne sürerek Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 14. maddesinin 3/f bendinde, dava dilekçelerinin husumet yönünden inceleneceği; 15. maddesinin 1/c bendinde de, 14. maddenin 3/f bendine göre, davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine karar verileceği kurala bağlanmıştır.

Diğer taraftan, 06/05/2010 günlü, 27573 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği`nin “Alan değişikliğine bağlı yer değiştirmeler” başlıklı 44. maddesinde; “(1) Öğrenimine uygun alanı dışında bir başka alana atanan öğretmenler, öğrenimleri birden fazla alana atamaya kaynak olan öğretmenler ile başka bir alanda yüksek öğrenimi bitiren öğretmenler, adaylıklarının kaldırılmış olması ve yüksek öğrenimlerinin Talim ve Terbiye Kurulunun öğretmenliğe atanacakların mezun oldukları yüksek öğretim programlarına ilişkin kararında atanacağı alana uygun olması kaydıyla mezuniyetleri itibarıyla atanabilecekleri alanlara alanlarının değiştirilmesini isteyebilirler. (2) Bu kapsamda yapılacak alan değişikliği işlemleri haziran ayında Bakanlıkça belirlenecek takvim çerçevesinde yapılır. …” hükmüne yer verilmiştir.

2012 Öğretmenlerin İl İçi Alan Değişikliği Kılavuzu`nun “Başvurular ve Onay Süreci” Bölümünün 3.1 maddesinde, “Başvurular, http :// mebbis.meb. g ov. tr veya http: //i kg m.meb. gov.t r adreslerindeki Alan Değiştirme Elektronik Başvuru Formu ile yapılacak ve okul, ilçe ve il millî eğitim müdürlüklerince başvuru süresi içinde onaylandıktan sonra geçerlilik kazanacaktır.” düzenlemesine; 3.2 maddesinde ise, “Alan değişikliği başvurusunda bulunacakların Elektronik Başvuru Formunu doldurmadan önce MEBBİS Özlük Modülündeki alan, mezuniyet bilgileri, hizmet süresi ve hizmet puanlarını titizlikle kontrol etmeleri ve bu bilgilerinde farklılık olması halinde bilgilerinin güncellenmesi için gerekli belgeleri başvuru süresi içinde okul/ilçe ve il milli eğitim kurumu müdürlüklerine başvurmaları gerekmektedir. MEBBİS’teki alanı ile en son Bakanlık atama kararnamesindeki alanı farklı olanların belgeleri İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğüne gönderilerek alanlarındaki bu farklılığın düzeltilmesi sağlanacaktır. MEBBİS Özlük Modülündeki alan düzeltmelerinde Bakanlık tarafından düzenlenmiş olan en son atama kararnamesindeki alana ilişkin belge gönderilecektir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, İstanbul ili, Maltepe ilçesi, Adnan Kahveci Ortaokulu’nda beden eğitim öğretmeni olarak görev yapan davacının, anılan okula beden eğitim öğretmeni ……….`ın atanmasına ilişkin işleme karşı yaptığı itirazın reddi üzerine bakılmakta olan davayı açtığı anlaşılmıştır.

Olayda, atamasının iptali istenilen …………….’ın alan değişikliği yaparak davacının görev yaptığı okula atandığı görülmüş olup, alan değişikliği ile atama yapma konusunda yetkili makamın Milli Eğitim Bakanlığı olması nedeniyle, İdare Mahkemesi’nce, Milli Eğitim Bakanlığı`nın da hasım mevkiine alınması gerekirken sadece husumetiyle karar verildiği görülmüştür.

Bu durumda, 2577 sayılı Kanun`un yukarıda anılan maddeleri uyarınca Milli Eğitim Bakanlığı da hasım mevkiine alınmak suretiyle dosya tekemmül ettirilerek, uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken, husumetiyle karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nce verilen 03/07/2013 günlü, E:2012/2228, K:2013/1339 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun temyize konu kararın verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan haliyle 49. maddesinin 1/c fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun’la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay`a kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2014/3891 Karar : 2015/5767 Tarih : 10.12.2015

  • İYUK 15. Madde

Dava, tapu sicil kayıtlarında yer alan bazı isim ve soyisimlerin tashih talebinin reddine ilişkin Tapu Müdürlüğünün 4/12/2013 tarih ve 22585 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

Samsun 2. İdare Mahkemesince, 4721 sayılı Kanun’un 1027. maddesine göre ilgililerin yazılı muvafakatları dışında, tapu sicilinde yapılacak tescil, terkin ve tashih gibi işlemlere ilişkin değişikliklerin Mahkemenin bu konuda bir karar vermesine bağlı olduğu, dava konusu işlem idari bir merci tarafından tesis olunmuş ise de, uyuşmazlığın tapuda yer alan bazı malik isim ve soyisimlerinin tashihine ilişkin olduğu anlaşıldığından, bakılan davanın görüm ve çözümünün adli yargının görevi içinde bulunduğu gerekçesiyle davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek 2577 sayılı Kanun`un 49. maddesi uyarınca İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasına karar verilmesi istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için iptal davası açılacağı öngörülmüş; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesinde de, idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştayda çözümlenecek olanlar dışındaki iptal davalarını karara bağlayacağı hükme bağlanmıştır. 17/8/2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Tapu Sicili Tüzüğü’nün Mülkiyet Hakkının Tescili başlıklı 28. maddesinde, “(1) Kütük sayfası malik sütunundaki devreden kişinin adı ve soyadı, baba adı ile edinme nedeni, tarih ve yevmiye numarası kırmızı mürekkepli kalemle çizilir ve yine kırmızı mürekkepli kalemle tarih ve yevmiye numarası yazılır. Malik sütununun ilk beş satırına yeni malikin adı, soyadı ve baba adı, edinme nedeni, tarih ve yevmiye numarası yazılır. (2) Tüzel kişilerin unvanı tam olarak yazılır. (3) Paylı mülkiyette pay miktarı; paydaşların adı, soyadı ve baba adından sonraki kısımda, kesirli olarak gösterilir. (4) Bir paydaş sonradan başka bir paya sahip olduğu takdirde, paylar üzerinde herhangi bir kısıtlama bulunmaması hâlinde payın tescili sırasında payların toplamı yazılır. Kısıtlamanın terkin edilmesi durumunda, paylar re’sen birleştirilerek edinme sebebi sütununa pay birleştirmesi ifadesi yazılır. (5) Elbirliği mülkiyette elbirliğini doğuran neden, malik adlarının ortak paranteze alınmasından sonra belirtilir. (6) Aynı malike ait birden çok taşınmaz birbirine bitişik olmasa da, malikin istemiyle TAKBİS üzerinde müşterek tapu kütüğüne kaydedilerek, taşınmaz sayfa numaraları ile bağlantı sağlanır. Bu durumda, müşterek tapu kütüğüne kaydedilen taşınmazların asıl sayfaları üzerinde, herhangi bir işlem yapılamaz. Müşterek tapu kütüğünden çıkarılan taşınmazlar üzerindeki mevcut hak ve yükler, taşınmazların asıl sayfalarına nakledilir.” hükmüne; aynı Tüzüğün “Ana ve Yardımcı Siciller Üzerindeki Düzeltmeler” başlıklı 74. maddesinde, “(1) Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi hâlinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, re’sen düzeltme yapılır. (2) İstem belgesinde yapılan yanlışlık veya eksiklik düzeltilerek belgenin uygun bir yerine yazılmak suretiyle taraflar ve tapu görevlilerince imzalanır ve sicilde buna uygun düzeltme yapılır. (3) Ana veya yardımcı siciller üzerinde yapılmış hata veya eksikliklerin, ilgililerce sunulan veya başka idarelerce düzenlenen belgelerden kaynaklanması hâlinde, ilgililerin gerçek durumu kanıtlayıcı belgelere dayalı başvuruları üzerine, istem yevmiye defterine kaydedilerek gerekli düzeltme yapılır. (4) Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı tescil veya esaslı yazım hatasının düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması gerekir. İlgililerden birisinin yazılı oluru olmazsa, bu durum beyanlar sütununda belirtilerek, 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre işlem yapılır. (5) Yapılacak düzeltmeler hatalı yazımdan sonra hak sahibi olmuş kişilerin hakkını etkileyici nitelikte ise, bu hak sahiplerinin de yazılı olurları aranır. (6) Müdürlük, ilgililerin bilgisi dışında yaptığı işlemleri tebliğ etmekle yükümlüdür. hükmüne; “Tapu Sicilindeki Bilgilerin Güncellenmesi” başlıklı 75. maddesinde ise, “(1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine; a) Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber, b) Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir. (2) Zeminde inceleme, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılır ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenlenir. Zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinlenir; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır. (3) Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkralar uygulanır. (4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükümler birlikte değerlendirildiğinde, malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin olarak tapu sicilinin hatalı ya da farklı yazılması halinde, söz konusu taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisine sahip kişilerin, yani mevzuatta geçen ifadesiyle ilgilisinin`, yine mevzuatta belirtilen belgelere dayalı başvurması üzerine, tapu müdürlüğünce gerekli düzeltmenin herhangi bir mahkeme kararına gerek olmaksızın yapılacağı sonucuna varılmaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden, davacı ve dava dışı Y.Ç. arasında Samsun 2.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/409 esasına kayden açılan davada görülmekte olan ortaklığın giderilmesi davası nedeniyle, Mahkemece davacı vekiline verilen yetki belgesine istinaden, “Samsun ili, İlkadım ilçesi, Kapaklı Köyü, 497, 598, 601, 732, 900, 988 ve 990 parsel maliklerinden …‘nin tapu kütüğünde olmayan soyadının … olarak tapuya işlenmesi; 618 parsel maliklerinden … un … olan baba adlarının nüfus kaydına uygun şekilde ... olarak; 618 parsel maliklerinden … kızı …‘un tapudaki ... olan baba adının ... olarak ve .. olan ön adının ... olarak; 497 parsel maliklerinden … oğlu ….’ın tapudaki ... olan baba adının nüfus kaydına uygun şekilde ... olarak düzeltilmesi istemiyle” Tapu Müdürlüğüne yapılan başvuru üzerine yapılan inceleme sonucunda, söz konusu taşınmazların 17/1/1976 tarihli komisyon kararına istinaden tescillerinin yapıldığı, davacı vekilince ibraz edilen yetki belgesinde tapu sahibine ait herhangi bir bilgi ve belge olmadığından, tapu maliki ile tashih edilmesi talep edilen maliklerin aynı kişiler olup olmadığı tespit edilemediğinden Tapu Sicili Tüzüğü’nün 26. maddesi ve Türk Medeni Kanunu`nun 1016. maddesi gereğince başvurunun reddine ilişkin 4/12/2013 tarih ve 22585 yevmiye sayılı işlemin tesisi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlıkta, tapu kaydında yer alması zorunlu olan malikin adı, soyadı ve baba adı, edinme nedeni, tarih ve yevmiye numarasına ilişkin kayıtlarda, tapu müdürlüğü tarafından re’sen düzeltilebilecek hususları aşan kısımlara ilişkin uyuşmazlıkların adli yargı yerlerince çözümleneceği tabiidir. Bakılan uyuşmazlıkta ise, davacı ile birlikte taşınmazlar üzerinde hak sahibi bulunan kişilerin nüfus kayıtları ile tapu kayıtları arasındaki farklılıktan kaynaklı düzeltme istemlerini de içeren başvurunun, tapu müdürlüğü tarafından inceleme yapılarak düzeltilip düzeltilemeyeceğine ilişkin bir içeriği bulunup bulunmadığı Tapu Sicil Tüzüğü’nün 75. maddesi uyarınca değerlendirilmek suretiyle; bir başka ifadeyle, uyuşmazlığın idare hukuku ilke ve kurallarına ilişkin yönünü oluşturan ve tapu müdürlüğünce re’sen düzeltilebilecek hususlar yönünden davanın esası incelenerek karar verilmesi; re`sen düzeltilebilecek hususları aşan kısımlar yönünden ise davanın görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak davanın görev yönünden reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle, Samsun 2. İdare Mahkemesinin 12/2/2014 tarih ve E.2014/154, K.2014/115 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 7. DAİRE Esas : 2010/756 Karar : 2014/4099 Tarih : 23.09.2014

  • İYUK 15. Madde

Dosyanın incelenmesinden; … Elektronik Bilgi İşlem İthalat İhracat Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi adına tescilli serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşya nedeniyle, gümrük müşaviri olan davacı Şirketin temsilcisi sıfatıyla beyannameyi imzalayan … adına ek olarak tahakkuk ettirilen özel tüketim vergisine vaki itirazın reddine ilişkin İzmir Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğünün 08.04.2009 gün ve 2009/76 sayılı işleminin yine … adına tesis edildiği, anılan işlemin iptali istemiyle davacı Şirket tarafından açılan davada, Mahkemece, uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle karar verildiği anlaşılmıştır.

İptal davasının tanımı, 2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının 08.06.2000 tarih ve 4577 sayılı Kanun’un 5`inci maddesiyle değişik (a) bendinde; “idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar” olarak yapılmaktadır. Bu tanıma göre; iptal davası açılabilmesi için, davacının medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olması yanında, ayrıca, iptali istenilen idari işlemin menfaatini ihlal ediyor olması; bu menfaatin de, meşru, güncel ve kişisel nitelik taşıması gereklidir. İdari Yargılama Hukukunda davada taraf olma ehliyetinin bir koşulu olarak kabul edilen menfaat ihlali olmadan, iptal davası açılmasına olanak yoktur.

Öte yandan; 2577 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasının (c) bendinde, ehliyet hususu, ilk inceleme konuları arasında sayılmış; 15’inci maddesinin 1` inci fıkrasının (b) bendinde ise, ehliyetsiz kişi tarafından açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmış olup; bu hükümlere göre, idari dava açan kişinin dava ehliyetinin varlığı, açılan davanın incelenebilmesi için zorunlu bulunmaktadır.

Sözü edilen hukuki durum karşısında; … adına tahakkuk ettirilen özel tüketim vergisine vaki itirazın reddine dair olup, anılan şahıs adına tesis edilen işlemin iptali istemiyle, … Gümrük Müşavirliği Anonim Şirketince açılan davada, kendisi adına yapılan herhangi bir tahakkuk bulunmadığı gibi, başkası adına tesis edilen idari işlemin iptalini istemekte de menfaatinin olmadığı açıktır.

Bu bakımdan, davanın, ehliyet yönünden usule uygun olarak açılıp açılmadığı hususu değerlendirilmeden, Mahkemece, işin esası hakkında verilen kararda isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne ve mahkeme kararının ( BOZULMASINA ), bozma kararı üzerine, Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, oybirliği ile karar verildi.


DANIŞTAY 3. DAİRE Esas : 2014/11851 Karar : 2015/3173 Tarih : 13.05.2015

  • İYUK 15. Madde

Dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmesine gerek görülmeyerek işin esasına geçildi. Anayasa’nın Çalışma ve Sözleşme Hürriyetini düzenleyen 48’inci maddesinin 2’nci fıkrasında, devletin, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak, 49’uncu maddesinin 2’nci fıkrasında da, çalışanların hayat seviyesin yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı verilmiş, “Vergi Ödevi” başlığını taşıyan 73’üncü maddesinin 3`üncü fıkrasında da, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı belirtilmiştir.

Bu düzenlemelere göre devletin çalışma hayatına ilişkin düzenlemeleri yapması ve buna dair tedbirleri alması bir görev iken, çalışma, çalışanlar açısından bir hak ve ödevdir. Gerek bu alanda yapılacak düzenlemelerin, gerek çalışma hayatının bir sonucu olan vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerle ilgili düzenlemelerin yasa ile yapılması ise zorunludur. Dayanağını Anayasaya uygun olarak çıkarılmış olan bu Kanunlardan almayan düzenlemelerle bir takım hak ve yükümlülükler getirilemez. Bu suretle çalışma barışının sağlanması yanında, özel teşebbüslerin güvenlik ve kararlılık içinde çalışması da temin edilmiş olur.

Vergi İdarelerinin, idari işlevleriyle ilgili olarak vergi hukuku alanında tesis ettikleri, uygulanabilir nitelikte, ilgililerin menfaatini doğrudan etkileyen ve onların hak ve yükümlülüklerinde değişiklik veya yenilik yaratan irade açıklamaları, verginin tarhı, tahakkuku ve tahsiline ilişkin işlemleri 2577 sayılı Kanunun 2`nci maddesi kapsamında idari yargının görev alanına girmektedir. Yarattığı hukuki sonuçlar dikkate alındığında, davacı hakkında tesis edilen işlem kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem niteliğindedir.

Davacı mal ve hizmet alımlarıyla ilgili olarak aldığı ve kayıtlarına yansıttığı faturaları düzenleyen kişi hakkındaki tespitlerden hareketle özel esaslara tabi mükellefler listesine alınmış ise de; gerek davalı İdarenin, gerek bağlı bulunduğu hiyerarşik üst makamların mükellefleri bu şekilde kategorize edebilmelerine olanak sağlayan hiç bir yasal düzenleme bulunmadığı gibi, Anayasa’da da buna izin veren bir hüküm yer almamaktadır. Bu şekilde yasal dayanağı olmadan yapılacak bir sınıflandırma, vergi barışını bozucu etki yaratacağı gibi, Anayasa`da güvence altına alınan temel kişi hak ve hürriyetlerine de aykırılık teşkil eder. Dolayısıyla, yasal dayanağı olmadan, hukuka aykırı bir biçimde İdarenin kendi içerisinde oluşturduğu bir sınıflandırma ile davacının adına sözü edilen listede yer verilmiş olması nedeniyle bu liste davacı açısından kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem niteliğini kazanmıştır.

Vergi Mahkemesince yukarıda sözü edilen yargıya ulaşılmakla birlikte dava konusu işlem gereği davacının matrah artırımında bulunması üzerine özel esaslar kapsamına alınmadığı gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-b maddesi uyarınca dava reddedilmiş ise de dava konusu işlemle özel esaslara tabi mükellefler listesine alındığı tartışmasız olan davacının, matrah arttırması sonucu listeden çıkartılması dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun yargı merciince incelenmesine engel teşkil etmeyeceğinden, davanın esastan incelenmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle verilen Mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle İzmir 3. Vergi Mahkemesinin 19.9.2014 gün ve E:2014/992, K:2014/1364 sayılı kararının ( BOZULMASINA ), yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine”, oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2010/2930 Karar : 2012/3814 Tarih : 30.05.2012

  • İYUK 15. Madde

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince duruşma için önceden belli edilen 30.5.2012 günü davacı vekili Av. …’ın davalı Başkanlığı temsilen Hukuk Müşaviri …`ün geldikleri görülerek, Danıştay Savcısı İsa Yeğenoğlu hazır olduğu halde açık duruşmaya başlandı. Duruşmada hazır bulunanlara usulüne göre söz verilip dinlendikten ve Savcının düşüncesi alındıktan sonra duruşmaya son verilerek, dosyadaki bilgi ve belgeler de incelenmek suretiyle işin gereği düşünüldü:

Davacı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, 18.4.1999 günlü, 23670 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin 5. maddesinin son fıkrası ile 12.3.2010 günlü, 27519 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmeliğin 15. maddesi ile birinci fıkrası değişik Geçici 3. maddesinin iptali istemiyle dava açmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 14. maddesinde, dava dilekçelerinin görev ve yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet, 3. ve 5. maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği hükme bağlanmış, aynı Yasanın 15. maddesinin 1/b bendinde de, dava açanın ehliyetinin bulunmaması halinde davanın reddine karar verileceği düzenlenmiştir.

Anayasa’nın kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını düzenleyen 135. maddesinde; “…Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla konulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir…” hükmü yer almış, 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği Kanunu`nun 2. maddesinde ise; Birliğin kuruluş amacı gösterilmiş olup, anılan hükme göre, Birliğin kuruluş amaçları arasında; “Mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının, müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlâkını korumak için gerekli gördüğü bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak” ve “Meslek ve menfaatleriyle ilgili işlerde resmî makamlarla işbirliği yaparak gerekli yardımlarda ve tekliflerde bulunmak, meslekle ilgili bütün mevzuatı, normları, fenni şartnameleri incelemek ve bunlar hakkındaki görüş ve düşünceleri ilgililere bildirmek” görevlerine yer verilmiştir.

Dava konusu edilen Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Yönetmeliğin, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği`nin kuruluş amaçlarıyla bir ilgisi bulunmadığı gibi, olayda davacı Birliğin menfaatinin ihlali de söz konusu değildir.

Bu itibarla, dava konusu Yönetmeliğin iptalini istemede davacı Birliğin dava açma ehliyeti bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 15/1-b maddesi uyarınca davanın ehliyet yönünden ( REDDİNE ), kararın tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde Danıştay İdari DavaDaireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY

6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu’nun 1. maddesinde, Birliğin kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olduğu belirtilmiş, 2. maddesinde de, mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak için gerekli gördüğü tüm teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak Birliğin kuruluş amaçları arasında sayılmıştır. Kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu olan ve Anayasanın 135. maddesi gereğince diğer amaçlarının yanısıra belli bir mesleğe sahip olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak amacıyla örgütlenmiş olması nedeniyle mensuplarının hukukunu korumak amacıyla dava açma yetkisini haiz bulunan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği`nin kuruluş amacı doğrultusunda genel düzenleme olan dava konusu Yönetmeliğe karşı dava açma ehliyetinin var olduğunun kabulü gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davacı Birliğin dava açma ehliyetinin bulunduğu ve işin esasının incelenmesi gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.


DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2008/3145 Karar : 2012/768 Tarih : 8.03.2012

  • İYUK 15. Madde

Dava, davacı şirket tarafından kasko sigortası yapılmış olan aracın, E-5 Karayolu, Büyükçekmece İlçesi, Güzelce Köyü alt geçidinden, Güzelce Köyü istikametine doğru seyir halinde iken meydana gelen trafik kazası sonucunda araçta oluşan hasar bedelini sigortalısına ödeyen davacı şirketçe, yolda işaretleme eksikliğinin olmasından dolayı meydana gelen kazada, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülerek 3.284,94 TL maddi zararın, ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince; dosyadaki bilgi ve belgeler ile ara kararına verilen cevabın incelenmesinden, maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiği yolun bakım ve onarımına ilişkin sorumluluğun Büyükçekmece İlçe Belediyesine ait olduğunun anlaşıldığı, bu duruma göre davalı idarenin olayda bir sorumluluğunun bulunmadığı, tam yargı davalarında mahkemece, husumetin yöneltildiği idareden başka bir idarenin davalı konumuna alınmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından; mahkeme kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-c maddesine aykırı olduğu ileri sürülerek, kanun yararına bozulması isteğiyle Danıştay Başkanlığı`na başvurulmuştur.

Danıştay Başsavcılığı tarafından, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15. maddesinin 1. fıkrasının ( c ) bendinde; davanın yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin mahkemece tespit edilecek gerçek hasma tebliğine karar verileceğinin kurala bağlandığı; bu kuralın, 2577 sayılı Kanunda sayılan idari dava türlerinin tümü bakımından geçerli olduğu, bu nedenle tam yargı davalarında hasım düzeltilerek dava dilekçesinin mahkemece tespit edilecek gerçek hasma tebliğ edilmesinin önünde yasal bir engel bulunmadığı düşüncesiyle davanın reddi yolunda verilen mahkeme kararı kanun yararına temyiz edilmiştir.

2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde, idari dava türleri; iptal, tam yargı ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmış; 14. maddesinde, dava dilekçelerinin ilk inceleme sırasında “idari merci tecavüzü” ve “husumet” yönlerinden de inceleneceği ve bu hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağı; 15. maddesinin 1. fıkrasının ( c ) bendinde ise, davanın yanlış hasım gösterilerek açılması halinde dava dilekçesinin mahkemece tespit edilecek gerçek hasma tebliğine karar verileceği kurala bağlanmıştır.

Aktarılan Yasa kurallarının, 2577 sayılı Yasada öngörülen idari dava türlerinin tümü bakımından geçerli olduğu, başka bir anlatımla sadece iptal davalarında uygulanacak usul kuralları olmadığı gözetildiğinde, tam yargı davalarında da hasım düzeltilerek dava dilekçesinin mahkemece tespit edilecek gerçek hasma tebliğ edilmesine engel yasal düzenleme bulunmamaktadır.

Ayrıca, tam yargı davasında, yargı yerince davalı konumuna alınan idareye başvuru şartının aranmayacağı da tabiidir. Zira, dava açmadan önce ilgili idareye başvuran ve konunun bir başka idareyle ilgili olduğu kendisine bildirilmeyen davacı, tam yargı davası açma şartını yerine getirmiş olup; yargı yerince davalı konumuna alınan idareye de başvuru şartının aranması, idari yargılama usulüne özgü hasım düzelterek, idari davanın bir an önce sonuçlandırılması kuralıyla bağdaşmamaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davacı şirket tarafından kasko sigortası yapılmış olan aracın, E-5 Karayolu, Büyükçekmece İlçesi, Güzelce Köyü alt geçidinden, Güzelce Köyü istikametine doğru seyir halinde iken meydana gelen trafik kazası sonucunda araçta oluşan hasar bedelini sigortalısına ödeyen davacı şirketçe, yolda işaretleme eksikliğinin olmasından dolayı meydana gelen kazada, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülerek 3.284,94 TL maddi zararın, ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü karşı açılan dava sonucunda, İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince; yapılan araştırmada uyuşmazlık konusu maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiği yolun bakım ve onarımına ilişkin sorumluluğun Büyükçekmece İlçe Belediyesine ait olduğunun anlaşıldığı, bu duruma göre davalı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü`nün olayda bir sorumluluğunun bulunmadığı, tam yargı davalarında mahkemece husumetin yöneltildiği idarenin değiştirilerek belirlenecek gerçek hasmın davalı konumuna alınmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, bu karara karşı yapılan itiraz ve kararın düzeltilmesi başvurularının, İstanbul Bölge İdare Mahkemesince reddedildiği anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesi Hakimliğince, yapılan araştırmada uyuşmazlık konusu maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiği yolun bakım ve onarımına ilişkin sorumluluğun Büyükçekmece İlçe Belediyesine ait olduğu tespit edildiğinden, adı geçen Belediye davalı konumuna alınarak dava dilekçesinin merciine tevdiine kararı verilmeksizin, dosyanın Belediye husumetiyle tekemmül ettirilmesi ve Belediyenin kazanın meydana gelmesinde hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı araştırılarak bir karar verilmesi gerekirken, yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın reddi yolunda verilen kararın, kanun yararına bozulması gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı tarafından yapılan kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 1.3.2006 tarih ve E:2004/978, K:2006/485 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına (BOZULMASINA), oybirliğiyle karar verildi.


DANIŞTAY 4. DAİRE Esas : 2009/4363 Karar : 2012/397 Tarih : 9.02.2012

  • İYUK 15. Madde

Tasfiye Halinde … Tekstil Sanayi ve Dış Ticaret Limited Şirketi`nin ortağı olan davacı adına tesis edilen 2.6.2008 gün ve 9961 sayılı işlemin şirketin 1996,1997 yıllarına ait olup ödenmeyen 6.595.297 YTL vergi borcundan sorumlu tutulmasına ilişkin kısmının iptali istemiyle açılan davada idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin Vergi Mahkemesi kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2’nci maddesinin (a) bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar iptal davaları olarak tanımlanmıştır.

Yukarıda yer verilen Kanun hükmü uyarınca, idari makamların kamu gücüne dayanarak ilgililer hakkında tesis ettikleri ve ilgililerin mevcut hukuki durumları ile güncel ve meşru menfaatlerini etkileyen her türlü idare işleminin, konusuna göre görevli ve yetkili idari mahkemeler nezdinde dava konusu edebileceği anlaşılmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 25.8.1995 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edilen, 21.8.1995 tarihli ortaklar kurulu kararıyla … Dış Ticaret Limited Şirketi’nin hisselerini devraldığı, 1.12.1998 tarihli, 29.12.1998 tarihli Ticaret sicili Gazetesi’nde ilan edilen ortaklar kurulu kararıyla şirketin tasfiyesine karar verildiği, 7.6.2008 günlü, 9961 sayılı davalı İdare işlemi ile 6.595.297 TL tutarındaki vergi borcunun bulunduğu, bu nedenle borcun güvence altına alınması amacıyla hakkında yurt dışı çıkış yasağı uygulandığı, yasağın kaldırılmasının borcun ödenmesi veya borcu karşılayacak miktarda teminat gösterilmesi halinde mümkün olacağının davacıya bildirilmesi üzerine, işlemin vergi borcundan sorumlu olduğuna ilişkin kısmının iptali istemiyle açılan davanın, davacı hakkında kesin ve yürütülebilir bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 14/1-d, 15/1-b maddeleri uyarınca reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Davacının adına tesis edilen yurtdışı çıkış yasağı işlemi dışında ortağı olduğu şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağından şahsi mal varlığı ile sorumlu tutularak takip edildiğine ilişkin olarak tarafına yapılmış herhangi bir bildirim bulunmadığı, ortağı olduğu şirketin ödenmeyen kamu alacağından sorumlu tutulduğunu yurt dışına çıkış yasağına ilişkin işlem ile öğrendiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Vergi Mahkemesince verilen 17.9.2008 günlü ara kararı ile, davacının ortağı olduğu şirketin vergi borcundan şahsi mal varlığı ile sorumlu tutulması aşamasına gelinceye kadar kamu alacağının şirket ve şirket kanuni temsilcilerinden tahsili için yapılan işlemler hakkında bilgi istenilmiş, ara kararına cevaben gönderilen yazıda, ilgili dosyaların kaybı nedeniyle yapılan işlemler hakkında belge sunulamadığı bildirilmiştir. Bu durumda, şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağı için hakkında yapılmış işlemlere dair kanunda öngörülen usul izlenerek tarafına yapılmış bir tebligat bulunduğu yönünde belge sunulamayan davacının, ortağı olduğu şirketin 1996 ve 1997 yıllarına ait 6.595.297.000 TL tutarındaki vergi borçlarından sorumlu olduğu yönünde düzenlenen işlemin, davacının menfaatini etkileyen icrai nitelikli bir işlem olduğunun kabulü gerekir.

Bu nedenle, uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin Mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne, … 1.Vergi Mahkemesinin 21.11.2008 günlü ve E:2008/2589, K:2008/3223 sayılı kararının ( BOZULMASINA ), oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği görüşüyle karara karşıyım.


DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2011/13742 Karar : 2011/796 Tarih : 21.09.2011

  • İYUK 15. Madde

Hüküm veren Danıştay Ondördüncü Dairesince, 644 ve 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler uyarınca husumet, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yöneltilerek, Tetkik Hakimi … raporu ile dosyadaki belgeler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 3622 sayılı Kanunla değişik 14. maddesi uyarınca incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava, Gebze - Orhangazi - İzmir Otoyolu (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil) projesi için Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmadığına ilişkin Çevre ve Orman Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürlüğü’nün 15.4.2011 günlü, 33538 sayılı işlemi ile işlemin dayanağı olan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin geçici 3. maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin 14.04.2011 günlü ve 27905 sayılı Resmi Gazete`de Yayımlanan ‘‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’‘in 1. maddesinin iptali isteminden ibarettir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2. maddesinin (a) fıkrasında, idari davaların idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırılı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacağı belirtildikten sonra ilk inceleme konularının belirlendiği 14. maddenin 3/c bendinde dilekçenin ehliyet yönünden inceleneceği, 15. maddenin 1/b bendinde ise bu hususta kanuna aykırılık görülmesi halinde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.

İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesinin ön koşullardan birisi olan ‘‘dava açma ehliyeti’‘, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idare ile işlemlerinde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçütler içinde menfaat ilişkisinin varlığını ifade etmektedir. Her olay ve davada, idari işlem ile dava açacak kişi arasında öngörülen subjektif ehliyet koşulu olarak menfaat ihlalinin kişisel, meşru ve güncel bir menfaat olması ölçütleri ekseninde yargı mercilerince değerlendirilerek takdir edilecektir.

Anayasanın kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını düzenleyen 135. maddesinde; kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kurulan kamu tüzelkişilikleri olduğu, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamayacakları düzenlenmiştir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun baroların kuruluş ve niteliklerini düzenleyen 76. maddesinin birinci fıkrasında baroların; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olduğu; Baro Yönetim Kurulu`nun görevlerinin sayıldığı 95. maddesinde ise, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmakla görevli olduğu hükmüne yer verilmiştir.

Baroların hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak konusunda yasal olarak yetkili kılındığı konusunda duraksama bulunmamakla birlikte, Baroların hukukun üstünlüğünü savunma görevinin avukatlık mesleğinin geliştirilmesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinden, Baronun avukatlık mesleğini ilgilendirmeyen ve avukatların ortak menfaatlerini koruma amacı dışında kalan işlemleri dava konusu etmesi durumunda, bu davaların subjektif ehliyet koşulunun bulunmaması nedeniyle reddedileceği tabiidir.

Her ne kadar, Danıştay kararlarında, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyeti geniş yorumlanarak, özellikle yörede ikamet eden vatandaşların da dava açma ehliyetlerinin bulunduğunun kabul edildiği görülmekte ise de, çevreyi geliştirmeyi, çevre sağlığını korumayı, çevre kirliliğini önlemeyi Devlete bir ödev olarak veren, ayrıca herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu belirten Anayasa`nın 56. maddesine dayanılarak, yaşadığı çevre ile ilgili işlemler nedeniyle, Anayasal hakkı ihlal edilen kişilerce açılan söz konusu davaların, bu dava için emsal oluşturmayacağı açıktır. Ayrıca, odalar gibi kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kendi görev alanlarını ilgilendiren, bu bağlamda çevre, imar planı gibi konularda dava açma ehliyetine sahip olmaları, kuruluş kanunlarında yer alan ve görev alanları ile ilgili konularda dava açmalarına olanak veren düzenlemelere dayanmakta olup, Barolar ile ilgili mevzuatta benzer bir düzenleme bulunmadığından, söz konusu meslek kuruluşları tarafından açılan davaların da, bu davaya örnek teşkil etmesi hukuken olanaklı görülmemiştir.

Sonuç olarak Balıkesir Barosu Başkanlığı’nın, Gebze - Orhangazi - İzmir Otoyolu (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil) projesi için Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmadığına ilişkin işlem ile bu işlemin dayanağı olan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği`nin, söz konusu yönetmelik hükümlerinden muafiyeti düzenleyen geçici 3. maddesinde değişiklik getiren Yönetmelik hükmünün iptalini istemekte, baroların yukarıda yer verilen kuruluş amaçları dikkate alındığında, meşru, kişisel ve güncel bir menfaatinin etkilenmediği, dolayısıyla menfaat ilişkisinin bulunmadığı anlaşıldığından, davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 3622 sayılı Kanunla değişik 14. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ve 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca davanın ehliyet yönünden reddine, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, artan posta avansının istemi halinde davacıya iadesine, kararın tebliği tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 21.09.2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Anayasa’nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu hükmü ile 2872 sayılı Çevre Kanunu`nun 30. maddesinde, çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkesin, ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebileceği hükmüne yer verilmiştir.

İdarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal denetim yoluyla sağlanmasında en etkin araçlarından biri iptal davaları olduğundan, iptal davalarında ‘‘menfaat ihlali’‘ olarak tanımlanan subjektif ehliyet koşulunun, subjektif hak ihlallerinin giderilmesiyle birlikte idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi kapsamında belirlenmesi gereği açıktır.

İdari yargının; idari işlemin, etkin ve yaygın biçimde hukuka uygunluk denetiminin sağlanması işlevi göz önünde bulundurularak, gerçek veya tüzel kişilerin menfaat ilgisini kurdukları idari tasarrufları iptal davası yoluyla yargı yeri önüne getirmeleri durumunda, iptal davası ile ‘‘menfaat’‘ ilgilerinin bulunup bulunmadığının belirlenmesinde davacının idari işlem karşısındaki durumu, statüsü ve sıfatının ortaya konması gerekmektedir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu`nun 76. maddesinde; Barolar, avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak tanımlanmış, yine aynı Kanunun Baro Yönetim Kurulunun görevlerinin sayıldığı 95.maddesinde de, yönetim kurulunun, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmakla görevli olduğu düzenlenmiştir.

Baroların; mesleki bir örgüt olmanın ötesinde hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak gibi bir işlev yüklenmesi nedeniyle diğer meslek örgütlerinden farklı bir konuma sahip olduğu açıktır.

Çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyetinin bu durum göz önünde bulundurularak geniş yorumlanmak suretiyle saptanacağı, coğrafi alana bağlı kalınmayacağı, Danıştay içtihatlarıyla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Bu itibarla, Balıkesir Barosu Başkanlığı`nın, çevre sorunlarına neden olabilecek nitelikte bir işlem olduğunu öne sürerek iptalini istediği otoyol projesi için Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmadığına ilişkin işlem ile işlemin dayanağı olan yönetmelik hükmünün iptalini istemekte menfaat ilgisinin, dolayısıyla dava açma ehliyetinin bulunduğu açık olduğundan aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.


DANIŞTAY 9. DAİRE Esas : 2009/697 Karar : 2010/4222 Tarih : 15.07.2010

  • İYUK 15. Madde

Dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden yürütmenin durdurulması istemi incelenmeyerek işin esasına geçildiği:

Uyuşmazlıkta, davacı Anonim Şirket adına kamu alacağının tahsili amacıyla düzenlenen 18.12.2007 tarih ve 5296 takip nolu ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davayı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-b maddesi uyarınca ehliyet yönünden reddeden vergi mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14/c maddesinde davanın ehliyetli kişi tarafından açılıp açılmadığı hususunun ilk inceleme sırasında dikkate alınacağı, aynı Kanunun 15/1-b maddesinde ise ehliyetli olmayan kişi tarafından açılan davaların reddolunacağı belirtilmiş olup, aynı Kanunun 31/1.maddesinde, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda, hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

Öte yandan, 1086 sayılı Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanununun 39.maddesinde, ehliyeti haiz olan hükmi şahısların kanuni uzuvları vasıtasıyla ve icap eden mezuniyeti istihsal ile hareket edeceği, aksi halde hakimin tayin edeceği müddet zarfında şeraitin ikmali için muhakemeyi talike mecbur olduğu gibi davanın her halinde tarafların her birinin de bunu talep edebileceği, yine aynı Kanunun 40.maddesinde ise, hakimin tayin ettiği müddet zarfında şeraiti lazime ikmal olunmazsa yapılan muamelenin hükümsüz addolunacağı belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Vergi Mahkemesine E:2007/3643 sayılı dosya ile açılan davada, dava dilekçesini davacı şirket adına ……’nin imzaladığı, imza sirkülerinin dava dilekçesine eklenmemesi nedeniyle, mahkemece 9.1.2008 tarihli ara kararı ile imza sirkülerinin istenildiği, davacı şirketin 15.8.1995 tarihli imza sirkülerini gönderdiği, bu sirkülere göre anılan şahsın davacı şirketi temsil yetkisinin bir yıl uzatıldığı, dava açma tarihi olan 24.12.2007 tarihi itibariyle şirketi temsile yetkisinin olmadığının görülmesi üzerine Mahkemece 12.2.2008 tarih ve K:2008/508 sayılı karar ile, güncel imza sirküleri veya şirket münfesih ise buna ilişkin belgelerin dilekçeye eklenmek suretiyle yeniden dava açılmak üzere dilekçenin reddedildiği, dilekçe ret kararından sonra yenilenen dilekçeyi yine ……`nin imzalaması üzerine Vergi Mahkemesince, anılan şahsın dava açma tarihi itibarıyla temsil yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddedildiği anlaşılmıştır.

Olayda, Vergi Mahkemesinin davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kararının temyizen incelenmesi için verilen dilekçenin de …… tarafından imzalandığının görülmesine üzerine bu kişinin temyiz yönünden ehliyetinin olup olmadığının araştırılması amacıyla Dairemizce verilen 18.2.2009 tarihli ara kararı üzerine gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davacı şirket genel kurulunun en son 26.2.2001 tarihinde toplandığı, bu toplantıda yönetim kurulu üyelerinin seçiminin yapıldığı, bu hususların ise 3.5.2001 tarih ve 5287 sayılı Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nde ilan edildiği, ancak, anılan Sicil Gazetesinin dosyaya ibraz edilmediği saptandığından, Dairemizce verilen 26.3.2010 tarihli ara kararıyla Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi Müdürlüğünden anılan sicil gazetesinin ilgili sayfasının istenildiği ve şirket tasfiyeye girmiş ise buna ilişkin yayımlanmış kararın olup olmadığının sorulduğu, ara kararımız üzerine dosyaya sunulan onaylı Ticaret Sicil Gazetesi suretine göre davacı şirketin 26.2.2001 tarihinde olağan genel kurul toplantısı yaptığı, bu toplantıda dava dilekçesini imzalayan ……`nin üç yıllığına yönetim kurulu üyesi seçildiği, 27.2.2001 tarihli yönetim kurulu kararıyla da şirketi münferiden temsile yetkili yönetim kurulu başkanı olarak seçildiği hususları saptanmıştır.

6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 317.maddesinde anonim şirketlerin yönetim kurulu tarafından idare ve temsil olunacağı ve yine aynı Kanunun 314 ve devamı maddelerinde anonim şirketlerde yönetim kurulu üyelerinin en fazla üç yıllık bir süre için seçileceği hükme bağlanmışsa da, uygulama ve Yargıtay içtihatlarında (12. Hukuk Dairesi 24.6.1998 tarih E. 1998/4066, K. 1998/7731), yönetim kurulunun süresi sona erdiğinde, bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine ilişkin bir hüküm olmadığından, süreleri dolsa bile önceki yönetim kurulu, yeni yönetim kurulu seçilene kadar görevlerine devam edeceği kabul edilmektedir.

Bu durumda, en son 26.2.2001 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında yönetim kurulu üyesi olarak seçilen ve 27.2.2001 tarihli yönetim kurulu kararı ile de şirketi münferiden temsile yetkili yönetim kurulu başkanlığına getirilen ……`nin yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve kurallara göre yeni yönetim kurulu seçilene kadar davacı şirketi temsile yetkili olduğu görüldüğünden, vergi mahkemesince anılan gerekçe ile davanın ehliyet yönünden reddedilmesinde isabet görülmemiştir.

Açıkalanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, İstanbul 7. Vergi Mahkemesinin 12.5.2008 tarih ve E:2008/1559, K:2008/1584 sayılı kararının bozulmasına oybirliği ile karar verildi


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/4326 Karar : 2017/1350 Tarih : 21.02.2017

  • İYUK 15. Madde

Dava, 2022 sayılı Kanun kapsamındaki aylığın kesilmesine ve yersiz aylıkların istirdadına ilişkin Kurum işleminin hukuka aykırı olduğunun tespiti ile iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, taraflar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

01.05.2003 tarihinden itibaren kendisine 2022 sayılı Kanun kapsamında özürlü aylığı bağlanan davacının 01.05.2008-28.02.2010 tarihleri arasında 2926 sayılı Yasa kapsamında, (5510 sayılı Kanun’un 4/1-b fıkrası kapsamında) tarım sigortalılığının bulunduğu gerekçesiyle davalı Kurum tarafından aylığının kesilmesi ve 01.05.2008-28.02.2010 tarihleri arasında davacıya yapılan ödemelerin faiziyle istirdadının talep edilmesi üzerine, davacı söz konusu işlemin iptaline karar verilmesini istemiş, Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

01.01.1977 tarihinde yürürlüğe giren 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında 2022 sayılı Kanunun 2’nci maddesinde, anılan Kanunun 1 ve ek 1’inci maddelerinde öngörülen koşulların varlığı durumunda hak sahiplerine aylıkların … aracılığı ile bağlanacağı ve ödeneceği belirtilmiş; 3’üncü maddesinde, bu aylıkların başlangıç tarihinin, ilgililerin …yapacakları yazılı başvurularını izleyen ay başı olduğu açıklanmıştır. 5434 sayılı …. Kanununun 1’inci maddesiyle; … bağlı olmak ve bu Kanunda yazılı emeklilik işlerini görmek üzere … tüzel kişiliğe sahip… ….kurulmuş ise de, 20.05.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5502 sayılı …43’üncü maddesiyle, 5434 sayılı Kanunun bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış, devredilen kurumlar ve devre ilişkin hükümler

.

içeren geçici 1’inci maddesiyle de, …, hiç bir işleme gerek kalmaksızın, bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla, görevleri ile birlikte, 1’inci maddeye dayanılarak kurulan kamu tüzel kişiliğine sahip ….’na devredilmiştir.

Diğer taraftan, 5510 sayılı … Kanunu’nun 106’ncı maddesi ile mülga 1479 sayılı Kanunun 70’inci ve mülga 506 sayılı Kanunun 134’üncü maddesinde bu Kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıkların, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği, 5510 sayılı … Kanununun 01.10.2008 günü yürürlüğe giren 101’inci maddesinde de, bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan durumlarda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği hüküm altına alınmıştır.

İdari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması durumunda izlenecek sürece ilişkin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununda bir birini tamamlayan düzenlemeler yer almaktadır. 2577 sayılı Kanunun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2’nci maddesinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ile idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenlerce açılan tam yargı davaları idari dava türleri olarak sıralanmış; “Görevli Olmayan Yerlere Başvurma” başlığını taşıyan 9’uncu maddesinde; çözümlenmesi …, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girmesine karşın, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi durumunda, bu konudaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, görevsiz yargı makamına başvuru tarihinin, …, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul dileceği, adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, anılan otuz günlük süre geçirilmiş olsa da, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabileceği bildirilmiştir. Belirtilmelidir ki, hukuk mahkemesince verilecek görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler söz konusu 9’uncu maddede düzenlendiğinden, bu aşamada 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193’üncü maddesi hükmünün uygulama alanı bulunmamaktadır. Adli ve/veya idari yargı yerlerine açılan davalarda yargı yolu yanlışlığına ilişkin olarak, taraflarca yargılama sonuna kadar itiraz ileri sürülebileceği gibi, bu hususun mahkemelerce de kendiliğinden gözetilmesi zorunludur. 1086 sayılı Kanunun 7’nci maddesinde; diğer bir mahkeme veya idari makam ya da yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan mahkeme tarafından, davanın her aşamasında kendiliğinden görevli olmadığı yönünde karar verilebileceği belirtilerek, yargı yolu itirazında verilecek karar “görevsizlik kararı” olarak tanımlanmış olmakla, burada ifade edilen karar, yargı yolunu değiştirici niteliktedir. 2577 sayılı Kanunun 3’üncü ve devamı maddeleri dikkate alındığında ise; hukuk mahkemesince görevsizlik kararı verilirken, ayrıca, idari yargı düzenindeki hangi mahkemenin görevli olduğu ve dava dosyasının ilgili mahkemeye gönderilmesi yönünde hüküm kurulması olanaksızdır.

Anılan maddelerde idari davalarda izlenmesi gereken dava açma yöntemi belirtilmiş olup, davanın idari nitelikte olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine karar verilmekle, başlangıçta adli yargı yerine açılmış olan davanın idari yargı yerine açılması sağlanamaz. İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye bağlanmış olup, 2577 sayılı Kanun hükümlerine bakıldığında, davanın süresinde açılmamasının yaptırımı, usul yönünden “reddine” karar verilmesidir (2577 sayılı Kanunun 14/3-e ve 15/1-b madde düzenlemeleri). Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.02.2008 gün ve …ayılı ilâmında da aynı yaklaşım ve görüş benimsenmiştir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında yapılan değerlendirmeye göre; davalı … (devredilen ….)’na yönelik iş mahkemesine açılan ve görülen inceleme konusu davada, taraflar arasındaki hukuki uyuşmazlığın çözümünde 506, 1479 veya 5510 sayılı Kanunun uygulama yeri bulunmadığından, sözü edilen 134, 70 ve 101’inci madde hükümlerine göre sınırlı yetki ile donatılmış iş mahkemeleri görevli olmayıp, bu tür davalar idari yargının görev alanı içerisinde yer almaktadır.

Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurularak yargı yolu yanlışlığı nedeniyle davanın dava şartı olmadığından usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu, işin esasına girilerek, hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, taraflar vekilleriinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 21.02.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2017/13-518 Karar: 2017/520 Tarih: 22.03.2017

  • İYUK 15. Madde

Dava, sözleşmeye aykırılık iddiasına dayalı maddi-manevi tazminat istemine ilişkindir

Davacı vekili, davalı üniversitenin müvekkili ile aralarındaki sözleşmeyi ifa etmeyerek müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek sözleşme bedeli olan 4.800,00-TL’nin maddi tazminat, 5.000,00-TL’nin ise manevi tazminat olarak davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı Üniversite vekili sözleşmenin imzalanmasından sonra Yüksek Öğrenim Kurulunun 04.11.2007 tarihli kararı ile eğitim fakültesi olmayan üniversitelerde yüksek lisans programının bulunamayacağı yönündeki kararı sonrası özel öğrenci statüsünde yüksek lisans eğitimine başlayan davacı ile aralarındaki protokolün hukuksal imkansızlık sebebiyle ifa edilemediğini, davacının tazminat istemlerinin bu sebeple haksız olduğunu beyan ederek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece ayıplı hizmet aldığı anlaşılan davacının Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun çerçevesinde seçimlik haklarını kullanma şartlarının oluştuğu değerlendirilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı … vekilinin temyiz itirazları üzerine Özel Dairece hüküm yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece 3. maddesinde tanımlanan sağlayıcı kavramı içerisinde ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye hizmet sunan kamu tüzelkişilerinin de yer aldığı, bu halde tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı Üniversite vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, vakıf üniversitesinin yüksek lisans eğitim ve diplomasını verme yükümlülüğünü içeren protokolü ifa etmemesi nedenine dayalı olarak ileri sürülen zarar isteminin adlî yargıda mı, yoksa idarî yargıda mı çözümlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, konuya dair yasal durum ve yargısal uygulamalar ile somut olayın özelliklerinin açıklanmasında yarar vardır:

2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrası “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmünü, son fıkrası ise “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” düzenlemesini içermektedir.

İdare hukukunda idarenin iki tür sorumluluğu kabul edilmektedir. Biri idarenin özel hukuk ilkeleri doğrultusunda yaptığı sözleşmelerden kaynaklanan özel hukuk sorumluluğu; diğeri ise, idarenin idare hukuku ilkeleri doğrultusunda yapmış olduğu sözleşmeler ve idarenin her türlü işlem ve eyleminden kaynaklanan kamu hukuku ilkeleri doğrultusunda oluşmuş idare hukukuna özgü sorumluluk türüdür.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre, idari davalar; İdari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara dair davalardan ibarettir.

Şu hale göre, idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak “tam yargı” davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü ( kamu otoritesini ) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir.

Diğer taraftan, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesinde adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır. Böylece, kanunların açıkça adli yargıyı görevli saydığı haller idari yargının kapsamı dışında bırakılmış; bu hallerde davanın, davaya konu işlemin niteliğine bakılmaksızın adli yargıda görüleceği benimsenmiştir.

Nitekim, kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine dair olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler özel hukuk alanına girmekle, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler.

İdarenin taraf olduğu her sözleşme idarî sözleşme olarak kabul edilemez, zira idarî sözleşme ile idarenin sözleşmeleri kavramları tümüyle birbirinden ayrıdır. İdarenin idare hukuku kural ve ilkelerine tabi olan sözleşmelerine idari sözleşme denilmekte iken idarenin özel hukuk sözleşmeleri ise idarenin tüzelkişilik sıfatından kaynaklanan hak ehliyetine dayanarak genel hükümler uyarınca yaptığı sözleşmelerdir. İdare, idari sözleşmeye sözleşmenin diğer tarafı ile eşit olarak katılmamakta, tam tersine kamu yararının temsilcisi olarak kamu yararını gerçekleştirmek şeklindeki üstün amacı sağlama gayesi ile katılmaktadır. Kamu yararı ile özel yarar eşit olamayacağından idari sözleşmelerin iki özel çıkar temsilcisi arasında yapılan özel hukuk sözleşmelerinden farklı bir hukuki rejime tabi olması gerekir. ( Günday, M., İdare Hukuku, Ankara 2015, Güncellenmiş 10. Baskı, s.184-185 )

818 Sayılı Borçlar Kanununun 1. Maddesine818 Sayılı Borçlar Kanununun 1. Maddesine ve benzer şekilde 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 1. maddesine ) göre iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarını beyan etmeleri ile sözleşme kurulur. Bu şekilde oluşmuş bulunan sözleşmeler özel norm niteliğindedir ve taraflar için bağlayıcı bir nitelik arz eder. İdarenin eşit iradesi ile katıldığı ve özel hukuk hükümlerinin uygulanacağı sözleşmeler yapabileceği kuşkusuzdur. ( Akyılmaz, B., İdare Hukuku, Konya Ocak 2004, s.302 )

Bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlık incelendiğinde; davacı ile davalı Üniversite arasında 30.10.2007 tarihli “Eğitim Sözleşmesi” imzalanmış olup, bu sözleşmede davacıya 2007-2008 yılı eğitim ve öğretim dönemi için hizmetin 4.800,00-TL’ye satıldığı, bu kapsamda delil sözleşmesi yapıldığı gibi yetkili mahkemenin dahi kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda izah edilen hükümler karşısında belirtilmelidir ki, taraflar arasında akdedilen bu sözleşme kamu tüzel kişisi niteliğini haiz davalının kamu gücünü kullanarak düzenlediği iş ve işlemlerden olmayıp, özel hukuk ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Özel hukuk ilişkisinin varlığı halinde taraflardan birisinin idare olması, sözleşme hukuku ilkelerinin uygulanmasına engel teşkil etmemektedir. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 17.03.2010 gün, 2010/13- 64 E., 2010/145 K. sayılı kararında da aynı hususa dikkat çekilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, uyuşmazlığın, verdiği eğitim ile kamu hizmeti sağlayan vakıf üniversitesinin hizmet kusurundan kaynaklanması sebebiyle idarî yargı önünde çözümlenmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan sebeplerle bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca Özel Dairenin uyuşmazlıkta idarî yargı yerlerinin görevli olduğu yönündeki bozma kararına Yerel Mahkemece uyuşmazlığın adli yargı yerleri önünde çözümlenmesi gerektiği gerekçesi ile direnilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Ne var ki, bozma nedenine göre uyuşmazlığın tüketici mahkemelerinin görevi kapsamında kalıp kalmadığı ve işin esası incelenmediğinden, davalı üniversite vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle direnme uygun olup, davalı vekilinin esasa dair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 13. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 22.03.2017 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS