Doğrudan Doğruya Tam Yargı Davası Açılması
İYUK Madde 13
-
İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
-
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz
İYUK 13. Madde Emsal Danıştay Kararları
DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2017/2219 Karar : 2017/6564 Tarih : 9.11.2017
- İYUK 13. Madde
27 Nisan 2017 tarihinde yürürlüğe giren 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla Anayasaya eklenen Geçici 21. maddenin (E) bendi hükmüyle askeri yargı kaldırılmış ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmekte olan dosyalardan kanun yolu incelemesi aşamasında olanların Danıştaya, diğer dosyaların ise görevli ve yetkili idari yargı mercilerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 4 ay içinde gönderileceği hükme bağlanmıştır.
Anayasanın 121. maddesi ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 4. maddesine göre, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 15/08/2017 tarihinde kararlaştırılan ve 25.08.2017 tarih ve 30165 sayılı Resmî Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 36. maddesinde ise; kaldırılan askeri yargı mercilerinde görülmekte işi bitmemiş dosyalardan Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kanun yolu incelemesinde olanların Danıştaya, diğerlerinin ise Ankara İdare Mahkemelerine gönderileceği kurala bağlanmıştır.
Uyuşmazlığa ilişkin olarak, “usul kurallarının derhal uygulanırlığı ilkesi” gereğince dava dosyalarının devrini müteakip uyuşmazlığın çözümünde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümlerinin uygulanacağı hususunda bir duraksama bulunmamaktadır.
Dava; davacının Antalya İl Jandarma Komutanlığı’nda görev yapmakta iken rahatsızlanması üzerine GATA’ya sevk edildiği, burada 01/04/2011 tarihinde spinal intradual nedeniyle ameliyat edildiği, ameliyat sonrası toplamda 19,5 ay istirahat kullandığı, GATA`nın 20/02/2013 tarihli raporuyla “Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz” kararı verildiği, bu raporun 12/03/2013 tarihinde onaylandığı, bu rapora istinaden 27/01/2014 tarihinde malulen emekliye sevk edilerek terhis edildiği, hastalığına ilişkin tanının geç konulduğu gerekçesiyle idarenin kusurlu olduğu iddiasıyla 500 TL maddi, 35,000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesi`nce; davacının “Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz” raporunun onaylandığı 12/03/2013 tarihinde zarardan haberdar olduğu ve tarihten itibaren bir yıllık başvuru süresinin geçirilmesinden çok sonra, 27/03/2014 tarihinde yapılan başvuru üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğundan, davanın esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesi ile davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacılar tarafından hukuka aykırı olduğu iddia edilen anılan Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesinde 1. Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir. 2. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir. hükmüne, 13. maddesinde 1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir. 2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.`` kuralına yer verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Antalya İl Jandarma Komutanlığı’nda görev yapmakta iken rahatsızlanması üzerine GATA’ya sevk edildiği, 01/04/2011 tarihinde spinal intradual nedeniyle ameliyat edildiği, ancak tanının geç konulması sebebiyle sağlığına kavuşamadığı, sol bacağında önemli ölçüde güçsüzlük hissetmeye başladığı, bu nedenle fizyoterapi tedavi gördüğü, toplamda 19,5 ay istirahat kullanmak zorunda kaldığı, GATA Sağlık Kurulu tarafından 20/02/2013 tarihli raporuyla “Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz” raporu verildiği, bu rapor üzerine de Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ilişiğinin 27/01/2014 tarihinde kesildiği, OYAK`tan maluliyet yardımı almak üzere başvuruda bulunduğu, ancak bu kez GATA tarafından “fikren ve bedenen bir işle meşgul olma imkânından kati suretle mahrum kalmadığı” yönünde rapor tanzim edilmesi üzerine maluliyet yardımı talebinin reddedildiği, hastalığına erken tanı konulması durumunda vazifesine devam etmesi ve emeklilik haklarının kesinti olmadan kazanacağı, bu neden oluşan maddi ve manevi zararının karşılanması talebiyle 27/03/2014 tarihinde davalı idareye müracaat ederek zararlarının tazminini talep ettiği, talebin zımmen reddi üzerine 11/08/2014 tarihinde davanın açıldığı görülmüştür.
Bir idari dava türü olarak tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini amaçlayan dava türünü ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.
Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa`nın 13 üncü maddesinde öngörülen sürenin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Davacının GATA Sağlık Kurulu tarafından 20/02/2013 tarihli raporuyla “Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz.” raporu verildiği, bu rapor üzerine de Türk Silahlı Kuvvetleri`nden ilişiğinin kesildiği 27/01/2014 tarihinin davalı idarenin kusuru bulunduğunu ve eylemin idariliğini öğrendiğinin kabulü gerekeceğinden, öğrenme tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinin 1. fıkrasında yer alan bir yıllık süre içerisinde davalı idareye başvurulduğu, davacının verilen olumsuz cevap üzerine 60 günlük dava açma süresi içerisinde davanın açıldığı anlaşıldığından, davanın süresinde olduğunun kabulü ile davanın esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuka uyarlık görülmemiştir.
Diğer taraftan, yine İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 15. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, dava dilekçeleri üzerine yapılan ilk inceleme sonunda; “… idari yargının görevli olduğu konularda görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev ve yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine …” karar verileceği kurala bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 36/b. maddesinde ise, idari sözleşmelerden doğanlar dışında kalan tam yargı davalarında, zarar bir hizmetten veya idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş ise, hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer idare mahkemesinin yetkili olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Uyuşmazlık konusu olayda, sağlık hizmetinin sunumu Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi`nde gerçekleşmiştir.
Bu durumda, eksik veya hatalı tedavi hizmetinden doğduğu ileri sürülen zararın tazmini istemi ile açılan davada ilk derece olarak İdare Mahkemeleri’nin görevli olduğu, yer bakımından ise 2577 sayılı Kanun’un yukarıda anılan 36/b maddesi uyarınca ilk olarak tedavi hizmetinin verildiği birliğin yer mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesi`nin yetkili olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle,Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesi’nin 29/06/2016 tarih ve E:2015/326, K:2016/1241 sayılı kararının (Ankara 18. İdare Mahkemesi’nin E:2016/5426 sayılı esasına kaydedildikten sonra 30/12/2016 tarih ve K:2016/5826 sayılı kararı ile Dairemize gönderilen) kararının BOZULMASINA, 2577 sayılı Kanun’un 15. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi uyarınca yeniden bir karar verilmek üzere dava dosyasının yetkili Ankara İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine, kararın Ankara 18. İdare Mahkemesi`ne bildirilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 09/11/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2016/6798 Karar : 2017/484 Tarih : 25.01.2017
- İYUK 13. Madde
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesinde “(1) İdare ve vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemelerinin kesin olarak verdiği kararlar ile istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenler, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabilir. (2) Temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde karar, kanun yararına bozulur. Bu bozma kararı, daha önce kesinleşmiş olan merci kararının hukuki sonuçlarını kaldırmaz.” hükmü yer almıştır.
İdare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
Kanun yararına bozulması istenilen ve yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade etmeyen karar, usul ve hukuka uygun olup, kanun yararına ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden, Erzurum Bölge İdare Mahkemesi`nin 10/11/2015 tarih ve E:2015/1129, K:2015/1237 sayılı kararının kanun yararına temyiz isteminin reddi ile kararın bir örneğinin, davacı, davalı ve Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine, 25/01/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
5233 sayılı Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanması konusunda, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinde genel olarak idari eylemlerden hakları ihlal edilenlerin uğradığı zararların karşılanmasına ilişkin, dava açmadan önce idareye başvuruyu öngören düzenlemeden farklı bir usul öngörmektedir. Kişilerin meydana gelen zararlarının karşılanması konusunda her iki kanundan hangisine göre idareye başvuracağı konusunda da bir kısıtlama bulunmamaktadır. Dolayısıyla, meydana gelen zararın karşılanması konusunda, idareye başvuruya ilişkin birbirinden farklı bu iki düzenleme karşısında, kişiler dilerlerse, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesine göre idareye başvurarak istemlerinin reddi halinde, alınan ön karardan sonra dava açabilmekte, dilerlerse 5233 sayılı Kanun hükümleri kapsamında başvurularının sonuçlanmasını bekledikten sonra, ortaya çıkacak olan duruma göre de dava açma hakları bulunmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda; davacı tarafından, Kars İli, Kağızman İlçesi`nde 17/08/2014 tarihinde meydana gelen terör olayı sonucu aracında meydana gelen zararın karşılanması amacıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesine göre yasal süresi içinde 17/11/2014 tarihinde başvuru yapıldığından ve bu başvurunun reddi üzerine yine yasal süre içinde dava açılmış olduğundan; davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken; davayı süre aşımı nedeniyle reddeden bölge idare mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Bu nedenle, Erzurum Bölge İdare Mahkemesi`nin 10/11/2015 tarih ve E:2015/1129, K:2015/1237 sayılı kararının, 2577 sayılı Kanunun 51. maddesi uyarınca kanun yararına temyiz isteminin kabul edilerek hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere bozulması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
DANIŞTAY 10. DAİRE Esas : 2014/1167 Karar : 2016/109 Tarih : 14.01.2016
- İYUK 13. Madde
04.10.2004 günü Düzce İli, Düverdüzü Köyü, Hasan Dağ mevkiinde meydana gelen trafik kazası sonucu yaşamını yitiren davacılar yakınının, kazadan sonra ölü muayenesinin gereği gibi yapılmadığı ve aslında olayın bir cinayet olduğunun ceza yargılaması sonucu ortaya çıktığı, bu yönüyle ölü muayenesinin gereği gibi yapılmaması ve suçluların yıllar sonra yakalanması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zarara karşılık toplam 145.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Sakarya 1. İdare Mahkemesince; davacılar yakınının ölümü sonrası yapılan muayenenin (eylemin) 04.10.2004 tarihinde gerçekleştiği, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen beş yıllık süreden sonra idareye müracaat edilerek 06.11.2013 tarihinde açılan davanın esasının incelenmesine yasal olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.
Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen bir yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13.maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin eylemin idariliğinin kesin olarak ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacılar yakını Yasemin Kahya`nın 04.10.2004 tarihinde Düzce İli, Düverdüzü Köyü, Hasan Dağ mevkiinde meydana gelen tek taraflı trafik kazası sonucu yaşamını yitirdiği, olay sonrası Cumhuriyet Savcısı ve doktor bilirkişi tarafından düzenlenen 04.10.2004 tarihli ölü muayene tutanağında, ölüm olayının baş ve boyun travmasına bağlı solunum ve dolaşım durması sonucu oluştuğu kanaatine varılarak klasik otopsiye gerek görülmeden defin ruhsatı verildiği, bilahare 2007 yılında olayın bir cinayet olduğu yönünde yapılan ihbar sonucu soruşturmanın tekrar açıldığı ve Düzce Ağır Ceza Mahkemesinde olayın faili olan dört kişinin yargılanmasına başlanıldığı, yapılan bu yargılama sırasında, feth-i kabir kararı alınarak davacılar yakınının cesedi üzerinde Adli Tıp Kurumuna otopsi yaptırıldığı ve Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulundan alınan 21.03.2012 tarihli raporda, davacılar yakınının ölümüne boyna bağ tatbikine bağlı mekanik asfiksinin neden olduğunun belirtildiği, Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 21.03.2013 tarih ve E:2012/282, K2013/68 sayılı kararıyla dört sanık hakkında tasarlayarak adam öldürmekten ötürü ceza verildiği, UYAP kayıtlarına göre anılan kararın Yargıtay incelemesinden geçerek 04.02.2015 tarihinde kesinleştiği, davacılar tarafından Düzce Ağır Ceza Mahkemesi kararı sonrası davalı idareye başvurularak ölü muayenesinin gereği gibi yapılmaması nedeniyle hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla tazminat talebinde bulunulduğu, anılan başvurunun reddi üzerine 06.11.2013 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacılar yakınının ölümü sonrası yapılan ölü muayenesinde, ölüm sebebinin baş ve boyun travmasına bağlı solunum ve dolaşım durması sonucu oluştuğu kanaatine varılarak klasik otopsiye gerek görülmeden defin ruhsatı verilmiş ise de, yapılan ihbar üzerine tekrar açılan soruşturma sonucu Düzce Ağır Ceza Mahkemesince olayın gerçekte cinayet olduğu belirlenmiştir.
Buna göre, davacılar yakınının gerçekte öldürüldüğü ve esasen kaza sonrası yapılan ölü muayenesinin gereği gibi yapılmadığının anılan ceza mahkemesi kararıyla ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu itibarla, olayda eylemin idariliğinin, ölüm olayının dört kişi tarafından tasarlanarak gerçekleştirilen bir cinayete dayandığının hüküm altına alınmasına yönelik Düzce Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla ortaya çıktığı sonucuna varıldığından, ceza mahkemesi kararından itibaren 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesi uyarınca bir yıl içerisinde yapılan başvurunun reddi üzerine açılan bu davada uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekmekte olup, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. Maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüne, Sakarya 1. İdare Mahkemesinin 26.12.2013 tarih ve E:2013/1151, K:2013/1514 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 14.01.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 6. DAİRE Esas : 2012/2240 Karar : 2014/213 Tarih : 21.01.2014
- İYUK 13. Madde
Dava, davacının maliki olduğu, Balıkesir İli, Marmara İlçesi, Avşa Beldesi, 3 pafta, 208 parsel sayılı, 9.511,90 m² yüz ölçümlü taşınmazın, 25 yılı aşkın bir süredir bedeli ödenmek suretiyle kamulaştırma yapılmaksızın, mülkiyet hakkının kullanılmasının engellenmesi nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zarara karşılık 200.000 TL maddi tazminatın ödenmesi istemiyle yapılan 07.05.2010 tarihli başvurunun reddine ilişkin 17.05.2010 tarih ve 547 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; İdari işlemler, idari makamların idare işlevleriyle ilgili ve kamu gücüne dayanarak kamu hukuku alanında tesis ettikleri tek yanlı, doğrudan uygulanabilir nitelikte ve ilgililerin hukuki durumlarını etkileyen hukuki tasarruflar olduğu, İdari eylemden doğan tazminat davalarının ön koşulu olan idari başvuru sonucunda tesis edilen ön kararın, anılan nitelikte bir idari işlem olmadığından, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi gerekli işlem olmaması nedeniyle işin esasının incelenebilmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 10. maddesi “İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” 13. maddesinde de İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının maliki olduğu Balıkesir İli, Marmara İlçesi, Avşa Beldesi, 3 pafta, 208 parsel sayılı 9511 m²lik taşınmazın 8171 m²
lik kısmının 05.11.1993 günlü, 7 sayılı Türkeli (Avşa) Belediye Meclisi kararı ile kabul edilen imar planında yol ve yeşil alan olarak kamu kullanımına ayrıldığı, taşınmazın kamu alanında kalan kısmının kamulaştırılması istemiyle davacı tarafından 20.06.2000 tarihinde Avşa (Türkeli) Belediye Başkanlığına yapılan başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddedildiği, bu işlemin iptali istemiyle açılan davada, Bursa 1. İdare Mahkemesinin 01.11.2001 günlü, E:2000/1557, K:2001/1159 sayılı karar ile “bir taşınmazın kıyıda kalan bölümü Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğundan kamulaştırılmasının söz konusu olamayacağı, sahil şeridinin ikinci elli metrelik kısmı imar planında ayrılan amaca göre kullanılabileceğinden ve dava konusu olayda da bu kısım imar planında günübirlik tesis alanı olduğundan ve bu amaçla bizzat davacı tarafından kullanılabileceğinden kamulaştırmaya konu edilemeyeceği, sahil şeridinin ilk elli metrelik kısmının planda yeşil alana ayrıldığı anlaşılmakla birlikte idarelerin yargı kararı ile kamulaştırmaya zorlanamayacağı” gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, bu kararın Danıştay Altıncı Dairesinin 14.01.2004 tarihli, E:2002/3693, K:2004/125 sayılı kararı ile “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 2. fıkrasında idari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, idari mahkemenin yerindelik denetimi yapamayacağı, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremeyeceği, bu durumda yargı kararı ile idareler kamulaştırma yapmaya zorlanamayacağından davanın reddine ilişkin mahkeme kararında sonucu itibariyle isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle onandığı, onama kararın Danıştay Altıncı Dairesinin 08.03.2005 tarihli, E:2004/8232, K:2005/1353sayılı kararı ile düzeltilmesi isteminin reddedildiği anlaşılmıştır.
Bunun üzerine davacı tarafından, arazinin imar planında kamu kullanımına ayrılması yasal sürede kamulaştırılmayarak araziden yararlanma ve gelir elde etme hakkının kullanılamamasından doğan zarar karşılığı 200.000.-TL tazminat ödenmesi istemiyle 07.05.2010 tarihli, 8245 sayılı dilekçe ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunduğu, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesinin 02.03.2010 tarihli (Başvuru No:38045/05) kararı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan hukuk yollarının kullanamamalarından dolayı yani başvuru sahibinin iç hukuk yollarını tüketme kuralına uymamış olduğundan, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Davacı vekilince 7.5.2010 tarihinde davalı belediye başkanlığına başvuruda bulunarak, 3 pafta, 208 sayılı parselin imar planında kıyıdan itibaren ilk 50 metrelik kısmında kalan kısmının yeşil alan, yaya yolu, açık otopark gibi kamu alanı, ikinci 50 metrelik kısımda kalan kısmında yeşil alan, yaya yolu ile kamuya açık günübirlik turistik tesis yapılmak üzere kamu alanı olarak ayrıldığı, böylece imar planının yürürlüğe girdiği 25 yılı aşkın süredir mülkiyet haklarının kullanılamadığı, bu durumun araziye örtülü olarak ve etkili biçimde el atıldığı, davacının bu süre içinde taşınmazını kullanamaması nedeniyle büyük zararlara uğradığı gibi, bundan böyle de bu zararın artarak süreceğinin anlaşıldığı, bedeli ödemeden uygulanan bu hukuki el atmada durumundan dolayı uğranılan zarar karşılığı 200.000 lira maddi tazminat ödemesi isteminde bulunmuştur.
Davalı idarece verilen 17.05.2010 tarihli, M.10.8 AVS.011/547 sayıl cevapta, 3 pafta, 208 sayılı parselin bir kısmının imar planının yapıldığı tarihte 3621 sayılı Yasanın ilgili maddeleri uyarınca park, yeşil alan, imar yolu ve günübirlik tesis alanına tahsis edilmiş olduğu, ancak 3194 sayılı Yasanın 18. maddesi uyarınca uygulama yapıldığında ve düzenleme yapılan alanda % 40 olan düzenleme ortaklık payını aşan kısım olduğu takdirde aşan kısmın değeri kadar kamulaştırma bedeli ödeneceği, anılan uygulama yapılıncaya kadar inşaat faaliyeti yapılması dışında taşınmazın mevcut durumu ile kullanılmasına engel bulunmadığı, bu nedenle de tazminat talebinin mevzuata uygun olmadığının belirtildiği, davacı tarafından bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık, 25 yılı aşan bir süre boyunca imar planında kamu alanında kalan taşınmazın idarece kamulaştırılmaması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarara karşılık 200.000 lira tazminat ödenmesi istemine ilişkin bulunmaktadır.
Uyuşmazlığa konu taşınmaza yönelik idarece yapılan bir eylem (fiil el atma) bulunmadığından, davacının yaptığı başvuru üzerine tesis edilen işlemin, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi kapsamında “ön karar” olarak nitelendirilmesine olanak bulunmamaktadır. Uyuşmazlık idari bir eylemden kaynaklanmayıp, taşınmaza imar planında getirilen kısıtlanmadan doğmuştur.
Dava konusu olayda, davacı 25 yılı aşan süre boyunca imar planında taşınmazın kamusal alan olarak planlanması sonucunda taşınmaza kısıtlama getirilmesi nedeniyle, mülkünden tam olarak yararlanamadığını öne sürerek taşınmazı için bir tazminat tutarının ödenmesi talebinde bulunmuştur.
Mahkemece, görünen durumun ötesine bakılarak ihtilafın tazminat davası olarak ele alınması gerekmektedir
Davacı tarafından tazminat başvurusunun reddine dair işlemin iptali istemiyle dava açılmış ise de;
Yukarıda özetlendiği gibi davanın önceki aşamaları, özellikle kamulaştırma davası ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru dikkate alındığında; bu davanın konusunun mülkiyet haklarının kısıtlanması; dolayısıyla taşınmazın kullanılamamasından kaynaklı olarak taşınmaz bedelinin tazminine ilişkin olması karşısında, davanın tazminat davası olarak ele alınıp sonuçlandırılması gerekirken, görünen durumun ötesi ve davanın açılma nedenleri incelenmeden, davanın iptal davası olarak nitelendirilmesi suretiyle, dava konusu işlemin kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem olmadığı gerekçesiyle davanın (usul yönünden) reddine ilişkin idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Balıkesir İdare Mahkemesince verilen 28/10/2011 tarihli, E:2010/1070, K:2011/1356 sayılı kararın (BOZULMASINA), dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.
İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas : 2007/1884 Karar : 2011/88 Tarih : 24.02.2011
- İYUK 13. Madde
Dava; davacıların eşi ve babası olan …‘in vefatı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 45.000,00.-TL maddi, 15.000,00.-TL manevi olmak üzere toplam 60.000,00.-TL`nin yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Sivas İdare Mahkemesi 25.3.2004 günlü, E:2003/1438, K:2004/275 sayılı kararıyla; idarenin bir işlem ya da eyleminden dolayı tazminatla yükümlü kıyınılabilmesi için, olayda hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun bulunmasının zorunlu olduğu, idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için, bir zararın mevcut olması ve bu zararın idari bir işlem ya da eylemden kaynaklanmasının, yani oluşan zararla idari işlem veya eylem arasında illiyet bağının kurulabilmesinin gerektiğini ve olayı belirttikten sonra, davacıların eş ve babaları olan …`in ölümü nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararla idarenin hatalı ve hizmet kusuruna dayalı naklen atama işlemi arasında illiyet bağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Anılan karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 14.2.2006 günlü, E:2004/4273, K:2006/531 sayılı kararıyla; davacıların yakını olan …‘in ölümünün, sağlık durumu dikkate alınmadan ve idarenin yargı kararı ile hatalı olduğu tespit edilen nakil işlemi nedeniyle bulunduğu Akşehir`de meydana gelmiş olması sebebiyle davacıların iddia ettikleri zararı doğuran olayda, idarenin hizmet kusurunun ve ölüm olayı ile nakil işlemi arasında nedensellik bağının bulunmadığının ileri sürülemeyeceği, zira davacıların eş ve babaları olan kişinin, sağlık durumunun izlenmesini mümkün kılacak sağlık kurumlarının bulunduğu bir yer yerine, olanakları daha kısıtlı bir yere atanmış olduğu ve ölümüne neden olan rahatsızlığın meydana geldiği yerde idarenin anılan nakil işlemi nedeniyle bulunduğu; diğer taraftan, değinilen nakil işleminin hukuka uygun olmadığının da yargı kararıyla belirlendiği, bu bakımdan, davacıların tazminat isteminin kabulü ile hesaplanarak bulunacak miktarda tazminata hükmedilmesi gerekirken davanın reddi yolundaki Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak davanın reddi yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.
Davacılar, Sivas İdare Mahkemesinin 13.4.2007 günlü, E:2007/411, K:2007/491 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedirler.
Uyuşmazlığın esasına geçmeden önce, konunun usul yönünden incelenmesi gerekli görülmüştür.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 12. maddesinde, ilgililerin haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliğ tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilecekleri, bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma haklarının saklı olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Davacıların, uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle idareye yaptıkları başvuru dilekçesinde her ne kadar 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre idareye başvurulduğu belirtilmekte ise de; başvuru dilekçesinin içeriğinden, uğranıldığı ileri sürülen zararın nakil işleminden kaynaklandığı belirtilmekte olup, davanın 2577 sayılı Yasa`nın 12. maddesi kapsamında açıldığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, nakil işleminin Sivas İdare Mahkemesinin 31.5.2001 günlü, E:2000/1019, K:2001/392 sayılı kararıyla iptal edildiği ve bu kararın davalı idarece temyiz edildiği, Danıştay Beşinci Dairesinin, …‘in ölümü nedeniyle 2577 sayılı Yasa’nın 26. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dosyanın Sivas İdare Mahkemesine gönderilmesine ilişkin 31.10.2001 günlü, E.2001/4594, K:2001/3845 sayılı kararının davacılara tebliği üzerine, 2577 sayılı Yasa`nın 12. maddesi uyarınca idareye başvuru yapıldığı ve başvurunun reddi üzerine açılan bu davanın süresinde olduğu sonucuna varılmıştır.
İşin esasına gelince;
Anayasa`nın 125. maddesinin son fıkrasında, İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür; 17. maddesinde ise, hükmü yer almıştır.
İdarenin kamu hizmetinin yürütülmesinden doğan zarardan sorumlu tutulmasını gerektiren ilkelerden birisi hizmet kusurudur. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenmesinde veya işleyişindeki bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilecek hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve bu nedenle doğan zararın, zararla idari işlem veya eylem arasında nedensellik bağının kurulabilmesi halinde, idarece tazmin edilmesini gerektirmektedir.
Öte yandan, idarenin faaliyetlerini yerine getirirken kimsenin zarar görmemesi için gerekli önlemleri alması zorunludur. Bu zorunluluğun gereği gibi yerine getirilmemesi, hizmetin amacına uygun biçimde işlemediğini, yeterli önlem alınmadığını gösterir.
Davacıların eşi ve babası olan …‘a Koroner Arter Hastalığı teşhisi konulduğu, 26.9.1997 - 30.9.1997 tarihlerinde Ankara’da Yüksek İhtisas Hastanesi’nde ameliyat olduğu, Hastane tarafından verilen 3.10.1997 günlü, 3869 sayılı sağlık kurulu raporunda kalp ameliyatı olan davacıma üç ay istirahat sonrasında kontrolünün uygun görüldüğü, 26.12.1997 günlü, 5055 sayılı sağlık kurulu raporunda ise bir ay sonra kontrolünün gerekeceğinin belirtildiği, olağan kontrollerinin Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde yapıldığı, tedavisi ve kontrolleri devam etmekte iken Erzincan’dan Ilgın’a naklen atanan …‘in bu işlemin iptali istemiyle açtığı davada, Sivas İdare Mahkemesi’nin 31.5.2001 günlü, E:2001/1019, K:2001/392 sayılı kararı ile Yönetmelik hükümlerine uygun atama yapılmadığı gerekçesiyle iptal kararı verildiği ve bu karar üzerine idarenin Mahkeme kararını yerine getirmek amacıyla hareket ederek, …‘in 15.8.2001 tarihinde Ilgın Şeker Fabrikası’ndan ilişiğinin kesildiği, 8 gün sonra 23.8.2001 tarihinde (mehil müddeti içinde) rahatsızlanan …‘in rahatsızlandığı yere göre en yakın hastane olan Akşehir Devlet Hastanesi’ne getirildiği, 3.3.2004 günlü, 2606 sayılı Devlet Hastanesi Tabipliği yazısında 23.8.2001 tarihinde acil servise getirilen …‘in getirildiğinde solunum ve kalp fonksiyonlarının durmuş olduğu, 5-6 defa elektrik şoku neticesinde şahsın kalbinin çalıştırıldığının belirtildiği, hastanede suni solunum cihazının bulunmaması nedeniyle şahsın suni solunum desteği olan tam teçhizatlı bir ambulansla Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi`ne gönderildiği, ancak kurtarılamadığı dosyanın incelenmesinden anlaşılmaktadır.
Sağlık hizmetlerinin yaşama hakkı ile ilgili olması nedeniyle, kişilerin bu hizmetlere ihtiyaç duydukları anda ulaşıp bu hizmetlerden yararlanabilmesi Devlet için bir görev ve kişiler için bir haktır.
Davacıların eşi ve babası olan …‘in kalp ameliyatı sonrasındaki kontrollerinin Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde yapıldığı idarenin bilgisi dahilindedir. Ayrıca, …‘in nakil işleminin iptali istemiyle açtığı davada, kalp hastası olduğunu ve Erzincan’ın Ilgın’a göre daha iyi sağlık kuruluşuna sahip bulunması nedeniyle Erzincan`da görev yapmasının uygun olacağını dava dilekçesinde belirttiği anlaşılmaktadır. Davacının sağlık sorunlarının yarattığı olumsuz koşulların naklen atama işleminin tesisinde göz önüne alınması, görev yaptığı yerden bir başka yere atanması zorunlu ise, sağlık durumuna en uygun bir yere atanması gerekirken, sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu bir ilçeye atamasının yapılmasında idarenin hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır.
İdarenin hizmet kusuruna dayalı işleminden doğan zararın tazmini için ayrıca işlem ile zararlı sonuç arasında illiyet bağının bulunması zorunludur. Konu olaya özgü olarak incelendiğinde, atama işleminin tesisinde …‘in içinde bulunduğu sağlık sorunlarının gözetilmediği, dolayısıyla atamasının yapıldığı yer olan Ilgın’da yeterli tıbbi müdahalenin zamanında yapılamamış olması karşısında, atama işlemiyle …`in ölümü nedeniyle davacıların uğradıklarını ileri sürdüğü zarar arasında illiyet (nedensellik) bağının bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, …‘in Ilgın`a atanmış olması nedeniyle, naklen atama işlemi sonrasında meydana gelen ölümden dolayı davacıların destekten yoksun kalma nedeniyle uğradıkları maddi zararın bilirkişi incelemesi yaptırılması suretiyle belirlenerek ve yaşadıkları üzüntü ve sıkıntıdan dolayı uğradıkları manevi zararın Mahkemece takdir edilerek, tazminine karar verilmesi gerekirken, davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz isteminin kabulüne, Sivas İdare Mahkemesince verilen 13.4.2007 günlü, E:2007/411, K:2007/491 sayılı kararın bozulmasına, dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine, oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
1997 yılında Ankara’da kalp ameliyatı geçirdikten sonra Erzincan Şeker Fabrikasındaki görevine devam eden davacılar murisini, kalp hastası olduğunu gözetmeden isteği dışında Ilgın`a nakleden davalı idare, hukuka aykırı bu işlemiyle üstlendiği hizmeti kusurlu işletmiştir. Ancak idarenin tazminle sorumlu tutulabilmesi için sadece hizmet kusurunun varlığı yeterli olmayıp; uygun nedensellik bağının da kurulabilmesi gerekir.
Ilgın`a nakledilen davacılar murisinin aradan bir yıla yakın bir süre geçtikten sonra kalp rahatsızlığı nedeniyle ölümü olayıyla nakil işlemi arasında neden sonuç ilişkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bünyevi rahatsızlıktan kaynaklanan ölüm olayı nedeniyle idarenin tazminle sorumlu tutulmasına olanak görülmemektedir.
Öte yandan, ölüm olayında idarenin tazmin sorumluluğu olmamakla birlikte, davacılar murisinin hukuka aykırı nakil işlemi nedeniyle Ilgın’a gitmek zorunda bırakılması ve bünyevi rahatsızlığı sonucunda Ilgın’da ölmesi nedeniyle üzüntü ve sıkıntı yaşadıkları açık olan davacıların manevi zarara uğradıklarının kabulü gerekir. Davacıların ölüm olayı nedeniyle değil, murislerinin Ilgın`a gitmek zorunda bırakılması, orada ölümü nedeniyle duydukları üzüntü ve sıkıntıdan dolayı hükmolunacak manevi tazminatın idareden tahsili gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz isteminin manevi tazminat yönünden kabulüne karar verilmesi gerektiği oyuyla, karara kısmen katılmıyoruz.
KARŞI OY
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususlar Sivas İdare Mahkemesinin 13.4.2007 günlü, E:2007/411, K:2007/491 sayılı kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ve anılan kararın onanması gerektiği oyuyla, karara karşıyız.
YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ Esas : 2013/3618 Karar : 2013/13509 Tarih : 1.07.2013
- İYUK 13. Madde
Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.
Mahallinde yapılan keşif sonucu, taşınmazın dava tarihindeki değerinin biçilmesi doğru olduğu gibi, 1/1000 ölçekli İmar Planı kapsamında “Lise Alanında” kalan taşınmaza fiilen el atılmamış ise de; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun benzer konudaki 15.12.2010 gün ve 2010/5-662/651 sayılı kararı da gözetilerek;
İmar planında yol, park ve spor alanı gibi kamu hizmetine ayrılan taşınmazlara fiilen el atılmamış olsa dahi 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli imar planının kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde davalı idarece ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle taşınmaz bedelinin tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Ancak;
1 -Bedeline hükmedilen taşınmazın 5018 sayılı Yasanın 45. maddesi uyarınca Hazine adına tapuya tescili yerine, idare adına tesciline karar verilmesi,
2 -11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun değiştirilen Geçici 6. maddesinin 7. fıkrası uyarınca; vekalet ücretinin bedel tespiti davalarında öngörüldüğü şekilde maktu olarak belirlenmesi gerekirken, nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi, Doğru değilse de; bu yanılgıların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden,
a ) Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 1. bendinde geçen “Milli Eğitim Bakanlığı” kelimelerinin çıkarılmasına, yerlerine “Hazine” kelimesinin yazılmasına, b ) Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 3. bendinde geçen “11.374,00.-TL.” rakamlarının çıkarılmasına, yerlerine “1200,00.-TL.” rakamlarının yazılmasına,
Hükmün böylece düzeltilerek ( ONANMASINA ), kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY : Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasında, davanın kabulüne dair verilen hüküm, davalı idare vekilinin temyizi üzerine Dairemizce düzeltilerek onanmıştır. 1/1000 ölçekli imar planında “Lise alanında” kalan taşınmaza fiilen el atılmış değildir. İmar planının uygulanması sonucu, uyuşmazlık konusu taşınmazın, imar planında “Lise alanı” olarak ayrıldığı, uzun süredir ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin idarece yerine getirilmemesi nedeniyle malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlandığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığı; kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenmesinin talep edildiği anlaşılmıştır. Taşınmaz maliki yönünden zarar doğurucu sonuç, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmazın “Lise alanı” olarak gösterilmesinden; bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılamamasından ve imar uygulamalarından; bir başka anlatımla, idari işlemlerden ve davalı idarenin, imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmıştır. İdari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12 ve 13.`üncü maddeleri nazara alındığında, idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, idare hukukunun temel yaklaşımıdır. Bu nedenle, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin, hukuk düzeninde ortaya çıkardıkları etki ve sonuçların, “hukuki el atma” olarak nitelendirilmesi ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin, adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerinin yerinde olacağı düşüncesinde değilim.
Davalı idarece 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında “Lise alanı” olarak yer alan davacıya ait taşınmazda, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda oluşan zararın tazminine yönelik iş bu davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b maddesinde yer alan “idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekir kanaatıyla, saygıdeğer çoğunluğun değerli görüşlerine katılamadım.
DANIŞTAY 15. DAİRE Esas: 2013/10664 Karar: 2017/811 Tarih: 20.02.2017
- İYUK 13. Madde
Dava, davacılardan … babası … eşi, … ile ‘in oğlu, ‘in ağabeyi … trafik kazası sebebiyle ölümünden dolayı davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülerek uğranıldığı iddia edilen toplam 15.000,00 TL maddi, 29.000,00 TL manevi zararın, kazanın meydana geldiği 27.10.2005 tarihi itibarıyla yürütülecek yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Konya 2. İdare Mahkemesi’nce; bilirkişiler tarafından 31.08.2010 tarihinde hazırlanan raporda; kamyon sürücüsünün Çimento Fabrikasına yükünü boşaltmak için aracını park yerine bıraktığını, kaza yeri ve oluş şekli ile ilgili davalı gösterilen TCDD Genel Müdürlüğü ve ‘nın görevleri ile ilgili mevzuat değerlendirildiğinde netice itibarıyla davaya konu bu kazanın oluşumunda; davacının bulunduğu aracın sürücüsü …. %50, Konya Büyükşehir Belediyesinin %50 oranında görev kusurunun bulunduğunun belirtildiği, bu kusur oranları hükme esas alınarak maddi ve manevi tazminat istemlerinin tamamının kabulüne karar verilmiş, davacıların faiz istemlerine dair ise herhangi bir hüküm kurulmamıştır.
Davacılar tarafından İdare Mahkemesi kararının maddi ve manevi tazminatın kabulüne dair kısmına olay tarihi itibarıyla faiz yürütülmemesinin, davalı idare tarafından ise Mahkeme kararının kabule dair kısmının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Temyize konu İdare Mahkemesi kararının, maddi ve manevi tazminat isteminin kabulüne dair kısmında 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenleri bulunmamaktadır.
Kararın kabul edilen tazminat miktarlarına yürütülecek faize dair bölümü incelenecek olursa;
Faiz; en basit biçimiyle, idarenin tazmin borcu bağlamında; kişilerin, idarenin eylem ve/veya işlemlerinden dolayı uğradıkları zararların giderilmesi istemiyle başvurmalarına karşın, idarenin zararı kendiliğinden ödemeyip, yargı kararıyla tazminata mahkûm edilmesi sonucunda, idarenin temerrüde düştüğü tarihten tazminatın ödendiği tarihe kadar geçen süre için 3095 Sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanuna göre hesaplanacak tutarı ifade etmektedir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği; bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği kuralı yer almakta olup, anılan maddede, idari eylemler sebebiyle uğranılan zararın tazmini için idareye başvuruda bulunulmasının, dava ön şartı olarak öngörülmesi ve zararın idare tarafından en erken bu tarihte sulhen ödenebilecek olması sebebiyle yargı yerince hükmedilecek tazminat miktarına, ön karar için idareye başvuru yapılmışsa yapılan başvuru tarihi, idareye başvurulu yapılmadan adli yargıda dava açılması halinde ise adli yargıda dava açıldığı tarih itibariyle yasal faiz uygulanması, Danıştay’ın yerleşik içtihatlarıyla kabul edilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davanın … trafik kazası sebebiyle ölümünden dolayı davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülerek uğranıldığı iddia edilen toplam 15.000,00 TL maddi, 29.000,00 TL manevi zararın, kazanın meydana geldiği 27.10.2005 tarihinden itibaren uygulanacak yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle öncelikle 06.10.2006 tarihinde Konya 1. İş Mahkemesi nezdinde açıldığı, anılan Mahkemece 18.03.2008 tarihinde verilen görevsizlik kararı üzerine idari yargıda yenilendiği görülmektedir. Dolayısıyla İdare Mahkemesi’nce hüküm altına alınan maddi ve manevi tazminat miktarı bakımından adli yargıda açılan dava tarihinden ( 06.10.2006 ) itibaren faiz yürütülmesine karar verilmesi gerekirken, maddi ve manevi tazminat miktarına bu tarih itibarıyla faiz uygulanması yönünden herhangi bir hüküm kurulmamış olmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz istemlerinin kısmen kabulüyle Konya 2. İdare Mahkemesi’nin 22.12.2011 tarih ve E:2008/814; K:2011/2180 Sayılı kararının; tazminat miktarına adli yargıda açılan dava tarihi itibarıyla yasal faiz yürütülmesi yönünde bir hüküm kurulmaması sebebiyle BOZULMASINA, davalı idarenin temyiz isteminin reddi ile anılan kararın maddi ve manevi tazminat istemlerinin kabulüne dair kısımlarının ONANMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 Sayılı Kanun’un 18.06.2014 gün ve 6545 Sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas: 2015/4305 Karar: 2016/3452 Tarih: 14.12.2016
- İYUK 13. Madde
Dava; Diyarbakır İli, Silvan İlçesi, Çatakköprü Köyünde bulunan davacıya ait evin, Çatakköprü - Sason - Yücebağ Diyarbakır İl hududu yolu inşaasında kullanılacak mıcırın temini için taş ocağında dinamit patlatılması sonucu zarar gördüğü ileri sürülerek, uğranıldığı belirtilen maddi zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi’nin 10.12.2009 günlü, E:2008/2632, K:2009/2485 Sayılı kararıyla; davacının, taş ocağında dinamit patlatılması sonucu evinde meydana gelen zararı, en geç zarar miktarının tespiti istemiyle adli yargıya başvurduğu 22.06.2004 tarihi itibarıyla öğrendiğinin kabulü gerektiği, buna göre, 2577 Sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca, bu tarihten itibaren en geç 1 yıl içinde davalı idareye başvurarak zararının tazminini istemesi gerekirken, bu tarihten çok sonra 24.04.2006 tarihinde adli yargı yerinde açtığı tazminat davasının görev yönünden reddi üzerine açtığı davanın esasının süre aşımı sebebiyle incelenemeyeceği gerekçesiyle davanın süre aşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Anılan karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 11.03.2015 günlü, E:2013/7701, K:2015/938 Sayılı kararıyla; İdare Mahkemesince, davacının meydana gelen zararı, en geç zarar miktarının tespiti istemiyle adli yargıya başvurduğu 22.06.2004 tarihi itibarıyla öğrendiği kabul edilmiş ise de; anılan tarihte, davacı tarafından henüz zarar miktarının bilinemeyeceği, kaldı ki, patlamaların devam etmesi sebebiyle süregelen nitelikte bulunan zararın, 07.12.2005 tarihinde gerçekleştirilen son patlama sonucunda kesinlik kazandığı, bu itibarla; zararın kesin olarak ortaya çıktığı 07.12.2005 tarihinden itibaren 1 yıl içinde görevsiz yargı yerinde açılan davanın görev yönünden reddi üzerine, 2577 Sayılı Kanun’un 9. maddesi uyarınca 30 gün içinde idari yargı yerinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak ilk kararında ısrar etmiştir.
Davacı, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi’nin 03.07.2015 günlü, E:2015/746, K:2015/739 Sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin 1. fıkrasında; idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği; bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği; görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, idareye başvurma şartının aranmayacağı kurala bağlanmış; 9. maddesinde ise, çözümlenmesi idare mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği; görevsiz yargı merciine başvurma tarihinin, idare mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edileceği hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, Çatakköprü-Sason-Yücebağ Diyarbakır İl hududu yolu yapımı ile yol için gerekli malzemenin temini işinin özel bir şirket tarafından üstlenildiği; davacı tarafından, Diyarbakır İli, Silvan İlçesi, Çatakköprü Köyü’nde bulunan evinde, söz konusu yolun yapımında kullanılacak mıcırın temini için taş ocağında dinamit patlatılması sonucu hasar oluştuğu iddiasıyla, uğradığı zarar miktarının tesbiti istemiyle 22.06.2004 tarihli dilekçeyle Silvan Asliye Hukuk Mahkemesine başvurulduğu; anılan Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 28.02.2005 tarihli raporda, “evde meydana gelen çatlakların patlamalar sebebiyle büyüdüğü” yolunda görüş bildirilmesine karşın, zararın miktar olarak tespit edilmediği; öte yandan, yüklenici şirket tarafından kullanılan patlayıcı maddelerin depodan çıkışı, sarfı, kullanılmayanların iadesi ve patlatılması aşamalarına dair olarak jandarma tarafından tutanak düzenlendiği; bu tutanaklara göre, son patlamanın 07.12.2005 tarihinde gerçekleştirildiği; davacının, 24.04.2006 tarihinde kayda geçen dilekçeyle, uğradığı maddi zararın tazmini istemiyle adli yargı yerinde dava açtığı, bu davanın, uyuşmazlığın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle reddedildiği, anılan kararın 02.12.2008 tarihinde kesinleşmesi üzerine, 03.12.2008 tarihli dilekçeyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda, zararı meydana getiren patlamaların devam etmesi sebebiyle süregelen bir zararın bulunduğu ve davacının Silvan Asliye Hukuk Mahkemesine başvurduğu tarihte zarar miktarının henüz kesin olarak ortaya konulamadığı; bu nedenle, dava açma süresinin tespit davasının açıldığı tarihten itibaren başlatılmasına olanak bulunmadığı anlaşıldığından, davacının, son patlamanın gerçekleştiği 07.12.2005 tarihinden itibaren bir yıl içinde uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli olmayan adli yargı yerinde açtığı davanın süresinde açıldığının kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesince verilen 03.07.2015 günlü, E:2015/746, K:2015/739 Sayılı ısrar kararının BOZULMASINA, dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.12.2016 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesince verilen 03.07.2015 günlü, E:2015/746, K:2015/739 Sayılı ısrar kararının hukuk ve usule uygun olduğu anlaşıldığından, davacının temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği görüşüyle karara katılmıyoruz.
DANIŞTAY 10. DAİRE Esas: 2014/1167 Karar: 2016/109 Tarih: 14.01.2016
- İYUK 13. Madde
Dava; 04.10.2004 günü Düzce İli, Düverdüzü Köyü, Hasan Dağ mevkiinde meydana gelen trafik kazası sonucu yaşamını yitiren davacılar yakınının, kazadan sonra ölü muayenesinin gereği gibi yapılmadığı ve aslında olayın bir cinayet olduğunun ceza yargılaması sonucu ortaya çıktığı, bu yönüyle ölü muayenesinin gereği gibi yapılmaması ve suçluların yıllar sonra yakalanması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zarara karşılık toplam 145.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Sakarya 1. İdare Mahkemesince; davacılar yakınının ölümü sonrası yapılan muayenenin (eylemin) 04.10.2004 tarihinde gerçekleştiği, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen beş yıllık süreden sonra idareye müracaat edilerek 06.11.2013 tarihinde açılan davanın esasının incelenmesine yasal olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.
Anılan Yasa Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen bir yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan sak maddi tasarrufları ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13.maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin eylemin idariliğinin kesin olarak ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacılar yakını Yasemin Kahya’nın 04.10.2004 tarihinde Düzce İli, Düverdüzü Köyü, Hasan Dağ mevkiinde meydana gelen tek taraflı trafik kazası sonucu yaşamım yitirdiği, olay sonrası Cumhuriyet Savcısı ve doktor bilirkişi tarafından düzenlenen 04.10.2004 tarihli ölü muayene tutanağında, ölüm olayının baş ve boyun travmasına bağlı solunum ve dolaşım durması sonucu oluştuğu kanaatine varılarak klasik otopsiye gerek görülmeden defin ruhsatı verildiği, bilahare 2007 yılında olayın bir cinayet olduğu yönünde yapılan ihbar sonucu soruşturmanın tekrar açıldığı ve Düzce Ağır Ceza Mahkemesinde olayın faik olan dört kişinin yargılanmasına başlanıldığı, yapılan bu yargılama sırasında, feth-i kabir kararı alınarak davacılar yakınının cesedi üzerinde Adli Tıp Kurumuna otopsi yaptırıldığı ve Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulundan alınan 21.03.2012 tarihli raporda, davacılar yakınının ölümüne boyna bağ tatbikine bağlı mekanik asfiksinin neden olduğunun belirtildiği, Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 21.03.2013 tarih ve E:2012/282, K:2013/68 sayılı kararıyla dört sanık hakkında tasarlayarak adam öldürmekten ötürü ceza verildiği, UYAP kayıtlarına göre Anılan kararın Yargıtay incelemesinden geçerek 04.02.2015 tarihinde kesinleştiği, davacılar tarafından Düzce Ağır Ceza Mahkemesi kararı sonrası davalı idareye başvurularak ölü muayenesinin gereği gibi yapılmaması nedeniyle hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla tazminat talebinde bulunulduğu, anılan başvurunun reddi üzerine 06.11.2013 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacılar yakınının ölümü sonrası yapılan ölü muayenesinde, ölüm sebebinin baş ve boyun travmasına bağlı solunum ve dolaşım durması sonucu oluştuğu kanaatine varılarak klasik otopsiye gerek görülmeden defin ruhsatı verilmiş ise de, yapılan ihbar üzerine tekrar açılan soruşturma sonucu Düzce Ağır Ceza Mahkemesince olayın gerçekte cinayet olduğu belirlenmiştir.
Buna göre, davacılar yakınının gerçekte öldürüldüğü ve esasen kaza sonrası yapılan ölü muayenesinin gereği gibi yapılmadığının Anılan ceza mahkemesi kararıyla ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu itibarla, olayda eylemin idariliğinin, ölüm olayının dört kişi tarafından tasarlanarak gerçekleştirilen bir cinayete dayandığının hüküm altına alınmasına yönelik Düzce Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla ortaya çıktığı sonucuna varıldığından, ceza mahkemesi kararından itibaren 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesi uyarınca bir yıl içerisinde yapılan başvurunun reddi üzerine açılan bu davada uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekmekte olup, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. Maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüne, Sakarya 1. İdare Mahkemesinin 26.12.2013 tarih ve E:2013/1151, K:2013/1514 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 14.01.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.