Üst Makamlara Başvurma
İYUK Madde 11
-
İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.
-
Otuz gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır
-
İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.
-
(Mülga : 10/6/1994-4001/6 md.)
İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) 11. Madde Emsal Danıştay Kararları
DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2015/5679 Karar : 2018/67 Tarih : 16.01.2018
- İYUK 11. Madde
Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü’nde ikamet eden davacıların can ve mal güvenliği sağlanamadığı için 1995 yılında köylerini boşalttıkları ve halen köylerine geri dönüş sağlayamadıkları, 1995 yılı ile 2006 yılı arasındaki dönem için uğradıkları zararların kısmen kabul edildiği ve 28/12/2010 tarihinde ödendiği belirtilerek, 2006 yılından itibaren devam eden zararların tazmini ve ödeme yapılan kısım için ise boşalma tarihinden itibaren işletilecek yasal faizin ödenmesi istemiyle 26/12/2013 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Van 3. İdare Mahkemesi’nce; dava konusu işlemin L, , , , , , , , , , , , , , , , ‘e yönelik kısmının iptali istemi açısından davanın ehliyet yönünden reddine, diğer davacılar açısından ise 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27/07/2004 tarihinden sonra oluştuğu öne sürülen zararlara yönelik olarak Kanunun 6. maddesinde; zarar görenin veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her halde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları halinde gerekli işlemlere başlanacağının belirlendiği, bu sürelerden sonra yapılacak başvuruların kabul edilmeyeceğinin hükme bağlandığı anlaşılmakla davacının süregelen zararları yönünden başvuru yaptığı hususu da gözetilerek idareye başvuru yaptığı 26/12/2013 tarihinden geriye doğru bir yıllık süreyi aşan (26/12/2012 tarihinden önceki dönemlere ilişkin) kısmı bakımından süresinde yapılmış bir başvuru olduğunun kabulüne imkan bulunmadığından dava konusu işlemin bu kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin başvurudan geriye doğru bir yıllık dönemi aşan kısmı yönünden davanın reddine, dava konusu işlemin davacıların idareye başvuru yaptığı 26/12/2013 tarihinden geriye doğru bir yıllık süreye ilişkin kısmının incelenmesinden; 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra oluşan zararların tazminini de kapsadığı, davacıların terör olayları nedeniyle boşalttığı köyüne hali hazırda geri dönemediği ve süregelen zararların devam ettiği iddiaları da göz önüne alındığında, zarar tespit komisyonunca, anılan köyün tazminat istenilen dönemde boş olup olmadığı hususunun ilgili kurumlardan gerekli bilgi ve belgeler temin edilerek, anılan köyün terör olayları nedeniyle tamamen boşaltılması ve devam eden terör olayları nedeniyle geri dönüş yapılamamasının tespit edilmesi halinde davacıların mal varlıkları gerekirse mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle oluştuğu önü sürülen zararı tespit edilerek komisyonca bir karar verilmesi gerekirken aksi yönde tesis olunan işlemin bu kısmında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin başvurudan geriye doğru bir yıllık döneme ilişkin kısmının iptaline, davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faize yönelik olarak yapılan değerlendirme sonucunda, Uzundere Köyü’nün boş kaldığı 1995-2006 dönemine ilişkin olarak 28/12/2010 tarihinde ödeme yapıldığı, bu hususun taraflar arasında ihtilaf konusu olmadığı, 28/12/2010 tarihinden itibaren 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7.maddesi ve 11. maddesi kapsamında 60 günlük sürede dava açılması veya 11. madde kapsamında başvuru yapılarak süresi içinde dava açılması gerekirken bu sürelerden sonra yapılan başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğundan davanın bu kısmının esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faiz istemi hakkında ise davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Taraflarca, anılan mahkeme kararının aleyhlerine ilişkin hükümler yönünden hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
İdare Mahkemesi kararının, dava konusu işlemin L, , , , , , , , , , , , , , , , `e yönelik kısmının iptali istemi açısından davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı ile diğer davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faiz istemi hakkında davanın süre aşımı yönünden reddine yönelik temyiz istemi bakımından;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kararın Bozulması” başlıklı 49. maddesinin 2. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c) Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.
Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı ile faiz istemi hakkında davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin kısmının hukuka ve usule uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu sebeple dava konusu işlemin L, , , , , , , , , , , , , , , , `e yönelik kısmının iptali istemi açısından davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı ile diğer davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faiz istemi hakkında davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin mahkeme kararının bu kısımlarında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Tarafların diğer temyiz istemleri incelenecek olursa;
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinde; terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar, Kanunun kapsamı dışında tutulmuş, aynı Kanunun Başvurunun Süresi, Şekli, İncelenmesi ve Sonuçlandırılması` başlıklı 6. maddesinde; “Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz.” hükmüne yer verilmiş, 7. maddesinde ise; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri; terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına, ulaşamamalarından kaynaklanan maddi zararların, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla idarece ödeneceği kurala bağlanmıştır.
Aynı Kanun’un Geçici 1. maddesinde, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/07/1987 tarihi ile bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu`nun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” kuralı getirilmiştir.
Kanun’un Geçici 1. maddesi kapsamında müracaat hakkı bulunanların bir yıllık süre içinde müracaat edememeleri durumunda, mağduriyetlerinin önlenmesi ve zararlarının sulh yoluyla karşılanması amacıyla 03/01/2006 tarih ve 26042 sayılı Resmi Gazete yayımlanan 5442 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun`un Geçici 1. maddesi ve 5233 sayılı Kanuna, 30/05/2007 tarih ve 26537 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5666 sayılı Kanunla eklenen Geçici 4. maddesiyle; “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/07/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” kuralı getirilerek geçmiş dönemlere ilişkin başvuru süresi 30/05/2008 tarihine kadar uzatılmıştır.
5233 sayılı Kanun`un yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; “terör eylemleri” veya “terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler” sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle mal varlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Kanun hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından “tamamen” boşaltılmış/boşalmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından/boşalmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Kanunda tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür.
Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir.
Bunun yanında, 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinden anlaşıldığı üzere, terör olaylarına bağlı olarak güvenlik kaygıları nedeniyle (örneğin bu sebeple yerleşim yerinin terk edilmesi vb.) mal varlığına ulaşılamamadan kaynaklanan zararların da tazmini öngörülmektedir. Bir terör olayı sonucu münferit olarak kendisi veya yakınları doğrudan zarar gören ya da bu şekilde gerçekleşen ölüm ve/veya yaralama olayları kendisi veya yakınlarına yönelen kimselerin, başta yaşam haklarından endişe ederek, güvenlik kaygısı duymaları doğaldır. Dolayısıyla, bu kapsamda oluşan zararların tazmini de anılan hükmün bir gereğidir. Bu durum, yukarıda belirtilen nesnel kriterin yanında, her davacı yönünden ayrıca öznel olarak da bir irdeleme yapılmasını gerekli kılmaktadır. Aksi bir değerlendirme, her bir davacının öznel durumundan kaynaklı olarak ileri sürdüğü hususların irdelenmemesi anlamına gelir ki, bu durum Anayasa`da öngörülen adil yargılanma ilkesine aykırılık teşkil eder.
Dosyanın incelenmesinden; Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü`nde ikamet eden davacıların can ve mal güvenliği sağlanamadığı için 1995 yılında köylerini boşalttıkları ve halen köylerine geri dönüş sağlayamadıkları, 1995 yılı ile 2006 yılı arasındaki dönem için uğradıkları zararların kısmen kabul edildiği ve 28/12/2010 tarihinde ödendiği belirtilerek, 2006 yılından itibaren devam eden zararların tazmini ve ödeme yapılan kısım için ise boşalma tarihinden itibaren işletilecek yasal faizin ödenmesi istemiyle 26/12/2013 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
-5233 sayılı Kanun`un Geçici 4. maddesi ve 6. maddesi kapsamında mal varlığına ulaşamama nedeniyle uğranıldığı belirtilen zararların tazmini amacıyla yapılan başvuruların incelenmesi ve değerlendirilmesi neticesinde;
5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27/07/2004 tarihinden öncesine ait olmakla birlikte halen devam eden zararlar açısından ve 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27/07/2004 tarihinden Kanun’un Geçici 4. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda başvuru süresini uzatan 5666 sayılı Kanun`un yürürlük tarihi olan 30/05/2007 tarihine kadarki döneme ilişkin olarak uğranıldığı iddia edilen zararlar yönünden başvuru süresi en son 30/05/2008 tarihine kadar uzatılmıştır. Bu bakımdan söz konusu dönemler açısından başvuru süresinin en son 30/05/2008 tarihi olduğu konusunda tartışma bulunmamaktadır.
Ancak, 5233 sayılı Kanunun yürürlüğünden önce boşaltılan/boşalan yerleşim yerlerinde yerleşim yerinin halen boş olduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle mal varlığına ulaşılamadığı iddiasıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda; mal varlığına ulaşamadığını ileri süren kişilerin her yıl başvuru yapmasını ve sonucuna göre dava açmasını beklemenin hak arama özgürlüğünü kısıtlayacağı ve yargılamanın mümkün olan süratte ve az masrafla sonuçlandırılması yani usul ekonomisi ilkesine aykırı olacağından bunun yerine başvuru tarihinden geriye doğru (30/05/2007 tarihine kadar) bir değerlendirme yapılması hakkaniyete daha uygun düşecektir.
Bilindiği üzere, 5233 sayılı Kanun`un amacı; terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir. Söz konusu Kanunun 7. maddesinde terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddi zararların Kanun kapsamında karşılanacağı belirtilirken, terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar Kanun kapsamı dışında bırakılmıştır.
Uyuşmazlığa konu yerleşim yerinin, yerleşime kapalı kaldığı belirli bir dönem için davacının da aralarında bulunduğu yerleşim yerinde ikamet etmiş kişilerin zararlarının tespit edilerek ödendiği dosyadaki ve Dairemizdeki aynı köye ilişkin dosyalardaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Davacılar tarafından, anılan yerleşim yerinin halen boş olduğu, bu yere güvenlik kaygısı nedeniyle gidilemediği, bu nedenle mal varlığına halen ulaşılamadığı ileri sürülerek 5233 sayılı Kanun kapsamında zararlarının tazmini talep edildiğinden, değerlendirmenin bu hususa yönelik yapılması gerekmektedir.
Dairemizin yerleşik hale gelen ve istikrar kazanmış içtihatlarına göre, yerleşim yerinin tamamen boş olup olmadığının belirlenmesi amacıyla bazı kıstaslar belirlenmiş ve belirlenen bu kıstaslar ışığında uyuşmazlıkların çözümlenmesi esası benimsenmiştir.
-5233 sayılı Kanun kapsamında mal varlığına ulaşamamadan kaynaklı tazminat taleplerinde yerleşim yerlerinin tamamen boşaltıldığı/boşaldığı hususuna ilişkin belirleme yapılırken, yerleşim yerinin nüfus verileri, seçim yapılıp yapılmadığı, sandık kurulu oluşturulup oluşturulmadığı, varsa okulunun kapalı olup olmadığı, din görevlisi bulunup bulunmadığı, adli veya askeri mercilere intikal eden olaylar olup olmadığı, yerleşim yerinin boşaltılan/boşalan yerler listelerinde bulunup bulunmadığı gibi hususlar, yerleşim alanının boş olup olmadığının tespitinde baz alınan kıstaslardan bazılarıdır.
Bu verilerin çoğunluğunun idare kaynaklarından temin edilmesi sebebiyle idarenin söz konusu verileri çelişkiden uzak bir şekilde ortaya koyabilmesi herşeyden önce kamu menfaati açısından önemlidir.
Bilindiği gibi 1994 yılından itibaren uygulanmaya başlanan ve 5233 sayılı Kanun`un yürürlüğe girmesinden sonra da uygulaması hız kazanan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, terör ve güvenlik kaygılarıyla yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalan vatandaşlardan gönüllü olarak geri dönmek isteyenlerin geri dönüşlerinin kolaylaştırılması, geri dönülen yerlerde gerekli sosyal ve ekonomik alt yapının tesisi ile sürdürülebilir yaşam koşullarının oluşturulması, geri dönmek istemeyenlerin ise mevcut yaşadıkları yerlerde şehir hayatına uyumlarının geliştirilmesi, ekonomik ve sosyal durumlarının iyileştirilmesini amaçlayan bir projedir.
Bu proje kapsamındaki yerleşim yerlerinde, yerleşim yerine dönmek isteyen vatandaşların yaşamasını ve sürdürülebilir kalkınmasını sağlayabilecek şekilde planlaması yapılmakta, gerekli olan yol, sağlık ocağı, okul, çeşme, kanalizasyon, elektrik, telefon gibi altyapı hizmetlerinin tamamlanması gibi Devlete bir takım yükümlülükler yüklenmektedir.
-Bu kapsamda, başvuru tarihi itibariyle halen boş olduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle gidilemediği belirtilen yerleşim yerleriyle igili olarak 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan tazminat başvurularında öncelikle bu yerlerin Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP) kapsamında olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
-KDRP kapsamına alınmış ise; bu kapsamda idarenin yerleşim yerine yönelik yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği, yaşam için yerleşilebilir bir alan oluşturup oluşturmadığı, güvenlik kaygısının minimize edilip edilmediğinin belirlenmesi zararların tazmininin temini açısından önemlidir.
-Tüm bu hususların yanısıra; güvenlik kaygısı nedeniyle ikamet ettiği yerleşim yerini terk etmek zorunda kalan şahsın; söz konusu kaygının ortadan kaldırıldığı, yerleşim yerine dönebilme imkanının sağlandığı durumlarda; mal varlığına ulaşamamadan kaynaklı zararlarının tazmini olanağının ortadan kalktığı hususunda tartışma bulunmamaktadır. Kişinin yerleşim yerine dönme iradesini ortaya koyduğu; ancak bu yönde yetkili organlardan olumsuz bir cevap alındığı durumlarda veya idare yetkililerince herhangi bir cevap verilmeyerek ya da verilen cevabın aksini gösterir şekilde yerleşim yerinde devam ettiği belirtilen olay veya durumların tespiti halinde de terör ve terör faaliyeti nedeniyle güvenlik kaygısının halen devam ettiği ve kişinin söz konusu yerleşim alanında bulunan mal varlığı açısından zararının süregeldiği açıktır.
Tüm bu açıklamalar ışığında dosya ve Dairemizin aynı köye ilişkin dosyaları birlikte incelenecek olursa;
Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Beldesi’nin 1995 yılında terör olayları ve terörle mücadeleden kaynaklanan faaliyetler nedeniyle tamamen boşaltıldığı, Uzundere Belde Belediyesi`nin tüzel kişiliğinin 30/12/1998 tarih ve 98/50331 sayılı üçlü kararname ile kaldırıldığı,
Çukurca İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 26/11/2013 tarih ve 1419 sayılı yazısında Uzundere Köyü, terör olaylarından dolayı güvenlik amaçlı boşaltıldığından ilgili tarihten itibaren bahse konu köyde bulunan beş okul için herhangi bir öğretmen atamasının yapılmadığı,
Hakkari Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün 14/11/2013 tarih ve 6412 sayılı yazısında, Uzundere Köyü`nün 1995 yılında güvenlik nedeniyle boşaltılmasıyla beraber sağlık ocağının sağlık faaliyetlerine son verildiği, 1995 tarihinden sonra personel ataması yapılmadığı, anılan köyde kimse olmadığından dolayı güvenlik nedeniyle bu bölgeye herhangi bir sağlık faaliyeti olmadığı,
Hakkari İl Müftülüğü’nün 15/11/2013 tarih ve 1302 sayılı yazısında Uzundere Köyü`nün 1995 yılından bu yana güvenlik nedeniyle boş olduğu, cami kadrolarının değişik tarihlerde tenkis edilerek başka yerlere tahsis edildiği,
Vangölü Elektrik Perakende Satış Hizmetleri A.Ş. Hakkari İl Müdürlüğü Perakende Satış Hizmetleri Müdürlüğü`nün 18/11/2013 tarih ve 3355 sayılı yazısında, 1995 yılından beri köyde kimsenin ikamet etmediği gibi bu hususta herhangi bir başvuru olmadığından güvenlik sorunları nedeniyle elektirik hizmetleri sunulmadığı, yeni abone işlemleri yapılmadığı,
Çukurca İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı’nın 10/04/2015 tarih ve 48 sayılı yazısında 2006-2014 yılları arasında Uzundere Köyü`nde seçim sandığı kurulu oluşturulmadığı, genel ve yerel seçimlerin yapılmadığı,
Hakkari İl Jandarma Komutanlığı`nın 04/06/2014 tarih ve 9050-21133 sayılı yazısı ekinde sunulan ilçe jandarma karakol komutanlığı görevlilerince tutulan 21/05/2014 tarihli tutanakta;
-Uzundere Köyü`nün 1995 yılından beri boş olması sebebiyle bölgede sabit ve faal jandarma karakolu bulunmadığı, ancak bölgenin emniyet ve asayiş durumu, adli olaylar ile terör durumu da göz önünde bulundurularak gerekli görülen zamanlarda bölgede asayişi sağlamak amacıyla jandarma, diğer askeri birlikler ve diğer kolluk kuvvetleri ilgili makamlardan izin alınarak görevlendirildiği,
-Bölgede sabit ve faal jandarma karakolu bulunmadığından sabit jandarma personeli görevlendirilemediği,
-Uzundere bölgesi ve Çukurca İlçesi ile sınır hattında daha önceden de emniyeti ve asayişi sağlamak amacıyla ilçe jandarma haricinde birçok jandarma birliğinin olduğu, tamamının 20. Jandarma Sınır Tugay Komutanlığına bağlı olduğu, daha sonradan da 20. Jandarma Sınır Tugayının taşındığından dolayı en son jandarmanın belirtilen bölgeye ne zaman görevlendirilip görevlendirilmediğinin tespit edilemediği,
-Uzundere`nin hukuki boyutuyla ilgili olarak vatandaşlar ve köy muhtarından edinilen bilgiye göre 1995 yılından beri boş olduğu, köyün boş olması hakkında komutanlık kayıtlarında herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığının belirtildiği görülmekte olup idareye başvuru tarihi itibariyle köyün tamamen boş olduğu dosyadaki belgelerden anlaşılmaktadır.
İdareye başvuru tarihi itibariyle (26/12/2013), Uzundere Köyü`nün tamamen boş olduğu tespit edilmekle birlikte, köyün tamamen boş olmasının nedeninin terör olayları ve terörle mücadele nedeniyle yürütülen faaliyetler mi, yoksa köy halkının ekonomik ve sosyal nedenlerle köye dönme iradelerinin olmayışı mı olduğunun belirlenmesi 5233 sayılı Kanun kapsamında zararın tazmini açısından önem arz etmektedir.
Bu bağlamda dosyadaki ve Dairemizdeki aynı köye ilişkin dosyalardaki bilgi ve belgeler incelendiğinde;
Çukurca Kaymakamlığı`nın 30/06/2006 tarih ve 17 sayılı yazısına istinaden jandarma karakol komutanlığı görevlilerince düzenlenen 05/07/2006 tarihli tutanakta, Uzundere Köyü ve bağlı mezralarında keşif ve arazi tespiti için görevlendirilen komisyon ve ihtiyar heyetinin güvenliğinin sağlanıp sağlanamayacağının sorulması üzerine, yapılan araştırma ve soruşturma neticesinde bahsi geçen bölgenin teröre müzahir yer olmasından, köy ve mezraların yol güzergâhı ve çevresinde mayınlama ve tuzaklama olabileceği ayrıca operasyonel faaliyetlerin devam etmesi nedeniyle bu bölgelerde gerekli çalışmanın yapılması için gerekli güvenliğin olmadığı, çalışmanın sakıncalı olduğu,
Yine Çukurca Kaymakamlığının 03/09/2009 tarih ve 2009/06 sayılı yazısına istinaden jandarma karakol komutanlığı görevlilerince düzenlenen 30/09/2009 tarihli tutanakta, çukurca zarar tespit komisyonunda görevlendirilen kişilerin merkez ve köylere gitmeleri için güvenlik açısından bir sakınca bulunup bulunmadığının bildirilmesinin istenilmesi üzerine, Uzundere Köyü`nün 1995 yılında boşaltıldığı ve halen boş olduğu, güvenlik açısından sakıncalı olduğu,
Zarar Tespit Komisyonunun 2009/9008 sayılı yazısına istinaden jandarma karakol komutanlığı görevlilerince hazırlanan 14/12/2009 tarihli tutanakta, Uzundere Köyü’nde yaşayan vatandaşların bölgede terör olaylarının yaşanmasını sebep göstererek 1995 yılında kendi istekleri doğrultusunda köyü boşalttıkları, köyün halen boş olduğu, Uzundere Köyü`nün geçici askeri güvenlik ve yasak bölge sınırları içerisinde kaldığı,
Toplumla İlişkiler Bürosunun 18/05/2011 tarih ve 351 sayılı yazısında, Uzundere Beldesi’ne geri dönüşlerle ilgili olarak güvenlik açısından bir sakınca olup olmadığına ilişkin Çukurca 20. Jandarma Sınır Tugay Komutanlığına yazı yazıldığı, cevaben gönderilen yazıda Uzundere Beldesi`nin hâlen “Geçici Güvenlik Askeri Bölgesi” içerisinde olduğunun belirtildiği,
11/10/2011 tarihinde Uzundere Köy Muhtarına jandarma karakol görevlileri tarafından tebliğ edilen yazıda, geçici askeri güvenlik bölgeleri kapsamında bulunan köylerde vatandaşların can ve mal güvenliği açısından herhangi bir aksaklığa sebebiyet verilmemesi için geçici askeri güvelik bölgelerine girilmemesi, mecburi sebeplerden dolayı bölgeye girilmesi gerekiryorsa mülki makamlar ve yetkili komutanlıklar ile koordine edilmek suretiyle iznin alınması gerektiği, tüm ikaz ve uyarılara rağmen geçici askeri güvenlik bölgelerine giren vatandaşların meydana gelebilecek olaylardan kendilerinin sorumlu olacağının, konunun vatandaşlara bildirilmesinin yazılı olduğu görülmektedir.
İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü’nün 16/05/2013 tarih ve 2422 sayılı yazısına istinaden Hakkari İl Jandarma Komutanlığı’nın Temmuz 2013 tarih ve 9050/28794 sayılı yazısı ekinde; Uzundere Köyü`nün 1995 yılından beri boş olduğu, köyün 2. Derece Askeri Yasak Güvenlik Bölgesi içerisinde bulunduğu, 1995 yılından beri belirtilen köy ve çevresinde güvenlik güçleri ile BTÖ mensupları arasında silahlı çatışmaların yaşandığı, güvenlik güçleri ile BTÖ mensupları arasında yaşanan silahlı çatışmalardan dolayı Uzundere Köyü ve çevresinde mayın, EYP ve patlamamış mühimmat bulunabileceği, bu durumun ise bölgeye gidecek olan vatandaşlar açısından tehlike arz edeceğinin belirtildiği,
İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü tarafından Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı’na hitaben yazılan 29/08/2013 tarih ve 4523 sayılı yazıda, Uzundere Köyü`nün 2. Derece Askeri Yasak Güvenlik Bölgesi içerisinde olduğundan dolayı bölgeye gidecek olan vatandaşlar açısından uygun olmadığının belirtildiği,
tarafından Çukurca Kaymakamlığı`na hitaben yazılan 27/11/2013 tarih ve 6020 sayılı yazıda, terör ve terörle mücadeleden dolayı köyleri boşalmış olan vatandaşların Zarar Tespit Komisyonlarına hâlen köylerine dönemedikleri gerekçesiyle başvuruda bulunup tazminat talep ettikleri, nce Merkez ve İlçe köylerine dönüşe ilişkin olarak herhangi bir yasaklama bulunmadığı gibi, köylerine dönmek isteyen vatandaşların dönmesine engel herhangi bir durumun da bulunmadığı, bu durumun köy muhtarlarına tebliğ edilmesinin istenildiği, anılan yazının Uzundere Köy Muhtarı da dahil olmak üzere toplam 17 köy muhtarına 05/12/2013 tarihinde tebliğ edildiği,
Hakkari İl Özel İdaresi Yol ve Ulaşım Müdürlüğünün 24/06/2013 tarih ve 3391 sayılı yazısında, Çukurca İlçesi, Uzundere Beldesi yolunun Güvenlik Yolları Projeleri kapsamında yapılacağının, Hakkari İl Özel İdaresi Yol ve Ulaşım Müdürlüğü 14/04/2015 tarih ve 2656 sayılı yazısı ekinde sunulan köy ve bağlı mezralarına ait yol durumunu gösteren çizelgede Çukurca İlçesi, Uzundere Köy yoluna ilişkin bu yolun kullanılmadığının belirtildiği, İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü’nün 05/11/2014 tarih ve 7173 sayılı yazısı ekinde Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP) kapsamında yer alan köy ve mezra isimlerinin belirtildiği, anılan listede Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü’nün yer almadığı, ‘nin 05/11/2015 tarih ve 14670 sayılı yazısında da Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü`nün KDRP kapsamında olmadığının belirtildiği görülmektedir.
Yukarıda yapılan açıklamalardan; Hakkari İli, Çukurca İlçesi, Uzundere Köyü’nün terör olayları ve terörle mücadele faaliyetleri nedeniyle 1995 yılında tamamen boşaltıldığı, idareye yapılan başvuru tarihi olan 26/12/2013 tarihine kadar tamamen boş kaldığı anlaşılmaktadır. 1995 yılında boşalan köye ilişkin, davacıların 2006 yılına kadar olan zararları karşılanmıştır. Boşalan köylerle ilgili olarak devam eden zararların tazmini istemli açılan davalarda ilgililerin köye ekonomik ve sosyal nedenlerle dönmemeleri halinde zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanmayacağı açıktır. 1995 yılında terör olayları nedeniyle boşaltılan Uzundere Köyü`ne vatandaşların dönmelerine engel bir durumun olmadığı 27/11/2013 tarihli yazısında belirtilmekte ise de, zarar tazmininin talep edildiği dönem zarfında bölgenin dönem dönem geçici askeri yasak bölge ilan edildiği, anılan yerin yerleşime uygun duruma getirilmesi amacıyla herhangi bir girişimde bulunulmadığı, bölgenin patlayıcı madde ve mayınlardan tamamen temizlenmemiş olduğu dolayısıyla köye dönüş için güvenliğin sağlanamadığı dosya ve Dairemizdeki aynı köye ilişkin dosyalardaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Öte yandan, davacıların köye dönme iradesinin olmadığına ilişkin somut bir tespit de bulunmamaktadır.
Durum böyle olunca, davacıların yaptığı başvuru üzerine, Zarar Tespit Komisyonunca mükerrer ödemeye sebep olmayacak şekilde, idareye başvuru tarihinden geriye doğru 30/05/2007 tarihine kadar, 5233 sayılı Kanun uyarınca davacıların varsa zararlarının tespiti ve tazmini gerekirken, talebin zımnen reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Van 3. İdare Mahkemesi`nin 30/12/2014 tarih ve E:2014/506; K:2014/1373 sayılı kararının bir kısım davacılar açısından davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı ile diğer davacılara ödenen kısma ilişkin olarak talep edilen faiz istemi hakkında davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin kısımlarının ONANMASINA, diğer kısımlarının BOZULMASINA, bozulan kısımlar hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 11. DAİRE Esas : 2016/7252 Karar : 2017/6416 Tarih : 12.12.2017
- İYUK 11. Madde
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesinin 10.01.2013 tarihli ve E:2013/40; K:2013/28 sayılı kararının Danıştay Başsavcılığı tarafından, kanun yararına temyizen incelenerek bozulmasının istenilmesi üzerine işin gereği görüşüldü:
Dosyanm incelenmesinden; Şanlıurfa İli, Bozova İlçe Müftülüğü emrinde 657 sayılı Kanunun 4/B maddesi kapsamında sözleşmeli statüde imam hatip olarak görev yapmakta iken 26.01.2011 tarihinde Karabük İli, Eflani İlçesi, Çörekli Köyüne aynı Kanunun 4/A. maddesi kapsamında kadrolu imam-hatip olarak atanan davacı tarafından, bu atama nedeniyle yolluk ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kalınan tutarın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada; Zonguldak İdare Mahkemesi Hakimliği’nin 02.10.2012 tarihli ve E:2012/839; K:2012/1241 sayılı kararı ile sözlemeli statüde imam hatip olarak görev yapmakta iken yine imam hatip olarak memur kadrosuna atanan ve dolayısıyla yaptığı görevde herhangi bir değişiklik olmaksızın sadece tabi olduğu personel rejimi değişen davacının, sürekli görev yolluğu ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun, 6245 sayılı Kanunun 9/l-(b) maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, kamu hizmetinin yürütülmesi noktasındaki sorumluluk bakımından aralarında farklılık olmayan memur ve sözleşmeli statülü kamu görevlileri arasında hakkaniyete aykırı sonuçlar doğuracak şekilde 6245 sayılı Kanunun 9/1 - (a) maddesi kapsamında değerlendirme yapılıp davacının ilk defa memuriyet kadrosuna atandığından ve bu durumda olan memurlara yolluk ödenmeyeceğinden bahisle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, hak ettiği sürekli görev yolluğunun başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verildiği; bu karara karşı yapılan itiraz isteminin Bölge İdare Mahkemesince; her ne kadar davalı idarece, davacının sözleşmeli olarak görev yapmakta iken açıktan kadrolu olarak (ilk atama suretiyle) yapılan ataması nedeniyle yolluk hakkının bulunmadığı iddia edilmişse de tesis edilen bu işlem ile davacının gördüğü kamu hizmetinin niteliğinin değişmediği sadece tabi olduğu personel rejiminin değiştiği dikkate alındığında davacının naklen atandığının kabulü gerektiği, ancak davacının en geç yeni görev yerinde görevine başladığı 26.01.2011 tarihinden itibaren 6245 sayılı Yasanın 59/3 maddesi uyarınca bir ay zarfında yolluğunun tarafına ödenmesini istemediği gibi, 2577 sayılı Yasa`nın 7. maddesinde öngörülen sürede veya 11. maddedeki süreci işlettikten sonra süresinde dava açmadığı anlaşıldığından atama işleminden sonra uzunca bir zaman geçtikten sonra sürekli görev harcırahı ödenmesi talebiyle yaptığı 09.05.2012 tarihli başvurunun 18.05.2012 tarihli işlemle reddi üzerine 28.05.2012 kayıt tarihli dilekçe ile açılan bu davanın süreaşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiği ve karar düzeltme aşamasından da geçerek kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Danıştay Başsavcılığı, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesi kararının; yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade etmesi nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51, maddesi uyarınca kanun yararına temyizen incelenerek, bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kanun yararına temyiz” başlıklı 51. maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın kanun yararına bozulacağı, bu bozma kararının daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı, bozma kararının bir örneğinin ilgili bakanlığa gönderileceği ve Resmi Gazete`de yayımlanacağı kuralma yer verilmiştir.
6245 sayılı Harcırah Kanunu’nun “Tarifler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde, personel kanunları hükümlerine göre aylık alan kimselerin memur olduğu belirtilmiş; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “istihdam şekilleri” başlığı altında düzenlenen 4. maddesinde, kamu hizmetlerinin memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceği belirtildikten sonra, (A) bendinde, kuruluş biçimine bakılmaksızın, Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini yerine getirmekle görevlendirilenlerin bu Kanunun uygulanmasmda memur sayıldıkları belirtilmiş; (B) bendinde, sözleşmeli personel, kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, Bakanlar Kurulunca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığı’nın görüşü üzerine Maliye Bakanlığı`nca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olarak tanımlanmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun 4. maddesinin (B) bendi kapsamında istihdam edilen sözleşmeli personelin, genel idare esaslarına göre yürütülen, asli ve sürekli bir hizmet görmemekle birlikte, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren “geçici” işlerde, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılması öngörülmüştür.
Belirtilen bu hükümler çerçevesinde, sözleşmeli personel istihdamı yoluna gidilmiş, bu personel hakkında uygulanacak hükümler, 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar ile belirlenmiştir.
06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar`uı 1. maddesinde, bu Esasların 14.07.1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası hükmü uyarınca kamu idare, kurum ve kuruluşlarında mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri hakkında uygulanacağı; 4. maddesinde, personelin sözleşmelerinde belirtilen görev yeri dışında çalıştırılamayacağı, görev yeri dışında geçici olarak gönderilenlerin gündelik ve yol giderlerinin 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümlerinde saptanan süreyi ve 1. derece Devlet memurlarına ödenen harcırah miktarını aşmamak üzere sözleşmelerde belirtileceği kurala bağlanmıştır.
Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların 24.04.2007 tarihli ve 2007/12061 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla değişik 4. maddesinde yer alan, “Sözleşmeli personele geçici görev yolluğu dışında harcırah ödenemez.” düzenlemesi, Danıştay İkinci Dairesi’nin 26.12.2013 günlü, E:2009/140, K:2013/12270 sayılı kararıyla; “temel ve asli fonksiyonları kamu hizmetini yürütmek olan kamu görevlileri, kamu hizmetinin iyi işlemesi için, ya kendi isteklerine dayalı olarak ya da re’sen kanunlarda yer alan kurallar çerçevesinde, yetkili idari makamlarca bulundukları yerden başka bir yere atanabilmekte, bu atamaya bağlı olarak da yeni görev yerlerinde göreve başlayabilmek için bazı giderler yapmak zorunda kalmaktadırlar. Yolluk ödemesi, kamu hizmetinin gerektirdiği durumlarda bu hizmet için görevlendirilen kişilerin katlanacakları giderleri karşılamak üzere yapılan parasal ödemeyi içeren bir idari işlem olup, atama işlemi sonucunda görev yeri değişen kamu görevlisinin karşı karşıya kaldığı külfetin kamu hizmetinin yürütülmesinden kaynaklanması nedeniyle, Kanun koyucu tarafından bu külfetin kamuca karşılanması amacıyla yasal düzenlemeler yapıldığı, 29/03/2009 günlü, 27184 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Esaslar’ın 5. maddesi ile söz konusu Esaslar`a Ek 3. madde eklenerek, sözleşmeli personelin belirli şartları taşıması koşuluyla naklen atanmalarına yönelik düzenleme getirildiğine göre, görev yeri değişikliği nedeniyle kamu hizmetinin yürütülmesinden kaynaklanan külfetin kamuca karşılanması amacıyla sözleşmeli personele harcırah Ödenmesi gerektiğinden, anılan ibarede hukuka uyarlık görülmediği” gerekçesiyle iptal edilmiştir.
Buna göre; 657 sayılı Kanun’un 4/B. maddesi uyarınca kamu personeli olarak istihdam edilen ve kamu hizmetlerinin yürütülmesi ile görevli olan sözleşmeli personelin, 6245 sayılı Harcırah Kanunu`nun 3. maddesi kapsamında memur sayıldıkları, belirli koşullarda naklen atamaya tabi oldukları ve naklen atanmaları halinde de sürekli görev yolluğu almaya hak kazanacakları sonucuna varılmıştır.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7. maddesinin 1.
fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu ve bu sürenin idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükmü getirilmiş; 10, maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay`a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri; 11. maddesinde de, ilgililer tarafmdan idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükmüne yer verilmiştir.
Yolluk ödenmesine (hak kazanılmasına) neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasmda olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafmdan yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Her ne kadar Zonguldak Bölge İdare Mahkemesi’nce, davacının en geç yeni görev yerinde görevine başladığı 26.01.2011 tarihinden itibaren 6245 sayılı Yasa’nın 59/3 maddesi uyarmca bir ay zarfında yolluğunun tarafına ödenmesini istemediği gibi, 2577 sayılı Yasa’nın 7. maddesinde öngörülen sürede veya 11. maddedeki süreci işlettikten sonra süresinde dava açmadığı gerekçesiyle dava süre aşımı yönünden reddedilmiş ise de, dava konusu olayda başvuru öncesinde davacıya tebliğ edilmek suretiyle kendisine yolluk verilmeyeceğine ilişkin bir işlemin mevcut olmaması karşısında; yolluk ödenmesi talebiyle sonradan yapılan başvuru, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru niteliğini taşıdığından, bu konuda çıkan uyuşmazlıkta atandığı yerde göreve başlama tarihinin dava açma suresi için başlangıç olarak alınmasına hukuken olanak bulunmamaktadır,
Yine 6245 sayılı Harcırah Kanunu`nun 59. maddesinde belirtilen bir aylık süre ise dava süresi olmayıp, verilen avansın kapatılması amacına yönelik bir beyanname verme süresi olarak düzenlenmiş olduğundan, dava açma süresinin hesabında dikkate alınmaması gerekmektedir.
Bu nedenle, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 10.01.2013 gün ve E:2013/40, K:2013/28 sayılı kararmda hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüyle, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesinin 10.01.2013 tarihli ve E:2013/40; K:2013/28 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın birer suretinin Danıştay Başsavcılığı, Eflani Kaymakamlığı ile davacıya gönderilmesine ve bu kararın Resmi Gazete`de yayımlanmasına, 12.12.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi
DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2015/4684 Karar : 2017/641 Tarih : 14.03.2017
- İYUK 11. Madde
Mersin ili sınırları içinde Soda Sanayi A.Ş. tarafından kurulmak istenen termik santral için Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (Kurul) tarafından verilen 15.03.2012 tarih ve EÜ-3734-18/2289 sayılı üretim lisansının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; Soda Sanayi Anonim Şirketi’nin 21.10.2011 tarihinde “Mersin Kojenerasyon Santrali” için üretim lisansı başvurusunda bulunduğu, yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde Soda Sanayi Anonim Şirketi’ne üretim lisansı verilmesi hakkında 15.03.2012 tarihli ve 3734/18 sayılı Kurul kararı ile üretim lisansı verilerek 12.04.2012 tarih ve 28262 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanması üzerine davacıların söz konusu karardan 22.06.2014 tarihinde haberdar olduğu iddiasıyla, bakılan davayı 22.07.2014 tarihinde açtığı, bu durumda, davacıların davayı dava konusu işlemin Resmî Gazetede yayımlandığı 12.04.2012 tarihinden itibaren 60 günlük dava açma süresi içerisinde açması ya da 2577 sayılı Kanun`un 11. maddesine göre idareye başvuruda bulunması, davalı idarenin isteminin reddi işlemini öğrendiği tarihten itibaren ise kalan dava açma süresi içerisinde davasını açması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra 22.07.2014 tarihinde açılan bu davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasa`nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında; Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmış, 125. maddesinin üçüncü fıkrasında da; 40. maddedeki düzenlemenin devamı niteliğinde, “İdari işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar.” hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Dava açma süresi” başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde Danıştay`da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, ikinci fıkrasında, bu sürenin, idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren başlayacağı, dördüncü fıkrasında ise, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava açma süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı kurala bağlanmıştır.
Belirtilen Anayasa ve Kanun hükümleri karşısında; özel kanunlarında aksine bir hüküm bulunmadıkça, idari işlemlerde dava açma süresinin başlamasında yazılı bildirimin esas olduğu, dava açma süresinin hesabında ilân tarihinin ancak “ilanı gereken” düzenleyici nitelikteki işlemler açısından dikkate alınacağı, bireysel nitelikteki işlemlere karşı ilgililerin, bu işlemlerin kendilerine yazılı olarak bildirildiği tarihten itibaren dava açabilecekleri kuşkusuzdur
İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı kuralı, idari işlemlerin idare tarafından ilgililere açık ve anlaşılır bir biçimde duyurulması ve bu işlemlere karşı idari yollara veya dava yoluna başvurmalarına imkân sağlama amacını taşımaktadır. Bununla birlikte, idari işlemin niteliğinin ve hukuki sonuçlarının davacı tarafından bütünüyle öğrenildiği kimi davalarda, bilgi edinmenin (ıttılaın) yazılı bildirimin sonuçlarını doğuracağı ve dava açma süresine başlangıç alınacağı Danıştay içtihatlarıyla kabul edilmiştir. Ancak bu istisnai durumun kabulü ile bilgi edinmenin dava açma süresine başlangıç alınması da, idari işlemin niteliği ve doğurduğu hukuki sonuç itibarıyla davacılar tarafından öğrenildiğinin kanıtlanması şartına bağlı olup; bu şartın gerçekleşip gerçekleşmediğinin açılan idari davada idari yargı merciince değerlendirilerek karara bağlanması gerekir.
Dosyanın incelenmesinden; Mersin ili sınırları içinde Soda Sanayi A.Ş. tarafından kurulmak istenen termik santral için Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (Kurul) kararı ile üretim lisansı verildiği, bu lisansın 12.04.2012 tarih ve 28262 sayılı Resmî Gazete’de yayınlandığı, davacıların dava konusu üretim lisansı verilmesine yönelik işlemi davalı idarenin internette yer verdiği açıklamalar üzerine öğrendiklerini ileri sürdükleri, dava dilekçesinde yazılı bildirim tarihi olarak internet sayfasında açıklamaların yer aldığı 22.06.2014 tarihini gösterdikleri ve davanın 22.07.2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu “lisans verme” işleminin “ilanı gereken” düzenleyici nitelikteki işlemler arasında yer almadığı, maddi açıdan bireysel nitelikteki bir işlem olduğu, bireysel nitelikli bu işleme karşı dava açma süresinin başlamasında “yazılı bildirimin” esas alınacağı, yazılı bildirim bulunmadığı hâllerde bilgi edinmenin (ıttıla) esas alınacağı tabiidir.
Bu durumda, davacıların dava konusu lisans verme işleminden 22.06.2014 tarihinde haberdar olduğunun kabulü gerektiğinden, anılan işleme karşı bu tarihten itibaren 60 günlük dava açma süresi içinde açılan bu davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 03.02.2015 tarih ve E:2014/1851, K:2015/189 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme`ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 14.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 6. DAİRE Esas : 2015/3129 Karar : 2016/3131 Tarih : 24.05.2016
- İYUK 11. Madde
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava, Sakarya ili, Kuzey ve Doğu Planlama Alt Bölgelerinde yapılan 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planına yapılan itirazın reddine ilişkin 08.09.2014 tarihli ve 10/227 sayılı Sakarya Büyükşehir Belediyesi Meclisi Kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, davacının plana yaptığı itiraza, askı ilan süresinin sonu olan 21.04.2014 tarihinden itibaren 60 gün içerisinde cevap verilmemesi sonucunda Haziran 2014 tarihinde zımnen ret işleminin oluştuğu, buna göre davacı tarafından bu tarihten itibaren 60 gün içerisinde dava açılması gerekirken 06.11.2014 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, bu karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun “ Dava Açma Süresi ” başlıklı 7. maddesinde dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve İdare Mahkemelerinde altmış gün olduğu; ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı; yine aynı Yasanın “Üst Makamlara Başvurma” başlıklı 11.maddesinde, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebileceği bu başvurunun işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, kurala bağlanmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunun planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması başlıklı 8. maddesinin b bendinde İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar hükmü; aynı maddenin c bendinin 2. ve 3. fıkralarında ise Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar. Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir. `` hükmü yer almaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, Sakarya İli, Kuzey ve Doğu Alt Bölgelerinde yapılan 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planının 28.02.2014 tarihli ve 3173 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı işlemiyle onaylanarak 21/03/2014-21/04/2014 tarihleri arasında Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ilan panosunda askıya çıkarıldığı ve internet sayfasında ilan edildiği, davacının askı süresi içerisinde 18.04.2014 tarihli dilekçeyle dava konusu plana itiraz ettiği, davacının itirazının yetkili Çevre ve Şehircilik Bakanlığına iletilmediği itirazın yetkisiz olan Sakarya Büyükşehir Belediye Meclisince 08.09.2014 tarihli ve 10/227 sayılı kararla reddedilerek 11.10.2014 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine söz konusu işlemin iptali istemiyle 06.11.2014 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, yukarıda anılan mevzuat uyarınca davacının itirazına konu olan il çevre düzeni planının 21/03/2014-21/04/2014 tarihleri arasında sadece Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ilan panosunda ilan edildiği, bunun yanında ilgili idare olan Sakarya Büyükşehir Belediyesi ilan panosunda ve internet sayfasında ilan edilmediği davacının itirazının yetkili olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilmediği dikkate alındığında itirazın reddine ilişkin büyükşehir belediye meclisi kararının tebliği üzerine anılan işlemin iptali istemiyle yasal sürede açılan davada süre aşımı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Sakarya 2. İdare Mahkemesince verilen 17/12/2014 tarihli, E:2014/1216, K:2014/1128 sayılı kararın bozulmasına, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 24/05/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2014/5355 Karar : 2016/2193 Tarih : 24.03.2016
- İYUK 11. Madde
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa yerleşkesi içerisinde bulunan yok olmuş beş adet tarihi mescidin tescil edilmesi ve yeniden ihyasının yerleşke yenileme projesine eklenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin 05.02.2014 günlü, 2312 sayılı İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararının ve bu karara karşı Koruma Yüksek Kuruluna yapılan itirazın değerlendirilmeye alınmamasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 14.04.2014 günlü, 72882 sayılı işlemi ile bu işlemin dayanağı 19.04.2012 günlü, 28269 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları Yönetmeliğinin 18. maddesinin 2. fıkrasının iptali istemiyle açılmıştır.
Davanın 19.04.2012 günlü, 28269 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları Yönetmeliğinin 18. maddesinin 2. fıkrası yönünden incelenmesinden;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” hükmüne, “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesinde ise; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir…” hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Üst Makamlara Başvurma” başlıklı 11. maddesinde; “İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.” kuralı düzenlenmiştir.
19.04.2012 günlü, 28269 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları Yönetmeliğinin iptali istenen 18. maddesinin ikinci fıkrasında; “Taşınmaz üzerindeki ayni hakkını veya kiracılık hakkını belgelemeyen gerçek ve tüzel kişilerin itirazları, Koruma Yüksek Kurulu gündemine alınmaz.” hükmü düzenlenmiştir.
Anayasada yer alan hak kavramı, hak kelimesinin yanında, menfaat kelimesini de kapsamaktadır. Bu bağlamda, hak arama hürriyeti kapsamına menfaat ihlaline ilişkin durumların da dahil edilmesi gerekmektedir. İdari yargıda dava açabilmek için hakkın ya da menfaatin ihlal edilmiş olması gerekmektedir. Hakkı ya da menfaati ihlal edilenler, bu hak ihlalini ortadan kaldırmak amacıyla işlemi tesis eden merciye veya üst merciye başvurarak ihlalin giderilmesini isteme hakları vardır. Bu başvuru hakkının da Anayasada yerini bulan “Hak Arama Hürriyeti” kavramı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
İptali istenilen 18. maddenin ikinci fıkrası ile koruma bölge kurulu tarafından alınacak kararlara karşı, Koruma Yüksek Kuruluna itiraz edebilmek için, karar alınan taşınmaz üzerinde ayni hak ya da kiracılık hakkının olduğunu belgeleme şartı getirilmiş, bu hakkı belgeleyemeyenlere itiraz hakkı tanınmamıştır.
İdari yargıda bir işlem ya da düzenlemeden birçok kişi ve kuruluş etkilenebilmekte, hak ya da menfaatleri ihlal edilebilmektedir. Olası bu ihlallere karşı idari başvuru hakkı, Anayasal bir hak olmanın yanında, aynı zamanda hukuk devleti ilkesinin de gereğidir.
Bu durumda; idareye başvuru hakkına ve hak arama hürriyetine aykırı olan dava konusu Yönetmeliğin 18. maddesinin 2. fıkrasında hukuka ve mevzuata uyarlık görülmemiştir.
Davanın Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 14.04.2014 günlü, 72882 sayılı işlemi yönünden incelenmesinden; 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 51. maddesinde; “Yurtiçinde bulunan ve bu Kanun kapsamına giren korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili hizmetlerin bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere, Bakanlığa bağlı “Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ile Bakanlıkça belirlenecek bölgelerde “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları” kurulur. Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun görev ve yetkileri şunlardır; a) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve restorasyonuyla ilgili işlerde uygulanacak ilkeleri belirlemek, b) Koruma bölge kurulları arasında gerekli koordinasyonu sağlamak, c) Uygulamada doğan genel sorunları değerlendirerek görüş vermek suretiyle, Bakanlığa yardımcı olmak. d) Bakanlıklarca Koruma Yüksek Kurulunda görüşülmesi talebiyle gönderilen ve gündeme alınan konularda karar vermek.” , 61. maddesinde ise; “Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce yapılan itirazlar, Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde Koruma Yüksek Kurulu gündemine alınır. Bu itirazlar, Koruma Yüksek Kurulunca incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Koruma Yüksek Kurulunda görüşülen itiraz konuları ayrıca koruma bölge kurulu gündemine alınmaz. Koruma Yüksek Kuruluna yapılacak itirazlarla ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.” hükümlerine yer verilmiştir.
Öte yandan; 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 61. maddesinin 2. fıkrasındaki Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde`` ibaresinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesinin 29.11.2012 günlü, E:2011/106, K2012/192 sayılı kararı ile; “Dava konusu kuralla, koruma bölge kurulu kararlarına karşı yapılan itirazların, Kültür ve Turizm Bakanlığınca değerlendirilerek uygun görüldükten sonra Koruma Yüksek Kurulunun gündemine alınması öngörülmüştür.
Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, idari işlemlere karşı yargısal başvuru yollarının açık tutulması ve etkin yargısal başvuru yolları oluşturulması zorunlu kılınmakla birlikte, Anayasa’da, idari itiraz yolu ihdas edilmesi zorunluluğuna işaret eden herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Bu nedenle idari itiraz yolu ihdas edip etmemek kanun koyucunun takdirindedir. Kanun koyucu, herhangi bir işleme karşı idari itiraz yolu ihdas etmekte takdir yetkisine sahip olduğuna göre, kanun koyucunun, bu yola başvurulabilmesi veya itirazın karara bağlanabilmesi için belli koşullar öngörebileceğinin evleviyetle kabulü gerekir. Bu itibarla, koruma bölge kurulu kararlarına karşı öngörülen bir idari itiraz yolu olan Koruma Yüksek Kuruluna yapılan başvurunun Kurul gündemine alınmasının Bakanlığın uygun görmesi şartına bağlanmasında Anayasa`ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Öte yandan, koruma bölge kurulu kararlarına yapılan itirazları değerlendirme ve kurulun gündemine getirme görevinin Bakanlığın hangi birimi tarafından yerine getirileceği hususu, Bakanlığın iç işleyişine ilişkin bir işbölümü meselesidir. İşbölümüne ilişkin kuralların idari düzenleyici işlemlerle belirlenmesi, idarenin kanuniliği ilkesine aykırılık oluşturmaz. Kaldı ki, koruma bölge kurulu kararlarına yapılan itirazlardan hangilerinin Yüksek Kurul gündemine alınması gerektiğinin kararlaştırılması, belli bir değerlendirme yapılmasını ve takdir kullanılmasını gerektirmektedir. Bakanlığın bu takdirini ne şekilde ve hangi yönde kullanılacağının önceden kanunlarla belirlenmesi mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa`nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. “ gerekçesi ile iptal isteminin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacı dernek tarafından İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa yerleşkesi içerisinde bulunan yok olmuş beş adet tarihi mescidin tescil edilmesi ve yeniden ihyasının yerleşke yenileme projesine eklenmesi istemiyle yapılan başvurunun 05.02.2014 günlü, 2312 sayılı İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile reddedildiği, söz konusu karara karşı Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kuruluna yapılan itirazın ise Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 14.04.2014 günlü, 72882 sayılı işlemi ile davacının işleme konu taşınmaz üzerinde hak sahipliğini gösterir belgenin bulunmadığı gerekçesiyle değerlendirmeye alınmadığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta; 19.04.2012 günlü, 28269 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları Yönetmeliğinin 18. maddesinin 2. fıkrasının, yukarıda yer verilen gerekçe ile hukuka aykırı olduğu sonucuna varıldığı dikkate alındığında, davacının Koruma Yüksek Kuruluna yaptığı itirazın, işleme konu taşınmaz üzerinde hak sahipliğini gösterir belgenin bulunmadığı gerekçesiyle değerlendirmeye alınmamasına ilişkin işlemin hukuki dayanağının ortadan kalktığı açıktır.
Bu durumda; 05.02.2014 günlü, 2312 sayılı İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararına karşı davacı tarafından yapılan itirazın yukarıda yer verilen mevzuat uyarınca Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde Koruma Yüksek Kurulu gündemine alınması konusundaki takdir hakkının kullanılması gerekirken, söz konusu itirazın, işleme konu taşınmaz üzerinde davacının hak sahipliğini gösterir belgenin bulunmadığı gerekçesiyle değerlendirmeye alınmamasına ilişkin Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 14.04.2014 günlü, 72882 sayılı işleminde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Davanın 05.02.2014 günlü, 2312 sayılı İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararına ilişkin kısmına gelince;
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 7. maddesinde; “Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır. Yapılacak tespitlerde, kültür ve tabiat varlıklarının tarih, sanat, bölge ve diğer özellikleri dikkate alınır. Devletin imkanları göz önünde tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan yeteri kadar eser, korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenir. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunur.”, 10. maddesinde; “Her kimin mülkiyetinde veya idaresinde olursa olsun, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak, Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin idare ve kontrolünde bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın sağlanmasında, gerektiğinde, Kültür ve Turizm Bakanlığının teknik yardımı ve işbirliği sağlanır. Milli Savunma Bakanlığının idare ve denetiminde veya sınır boyu ve yasak bölgede bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi, Milli Savunma Bakanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın sağlanması, Milli Savunma Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında düzenlenecek protokol esaslarına göre yürütülür. Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde veya denetiminde bulunan mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan cami, türbe, kervansaray, medrese, han, hamam, mescit, zaviye, mevlevihane, çeşme ve benzeri kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi koruma kurulları kararı alındıktan sonra, Vakıflar Genel Müdürlüğünce yürütülür. “ hükümlerine yer verilmiştir.
Öte yandan; Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımlarına İlişkin 660 sayılı Koruma Yüksek Kurulu İlke Kararının 3. maddesinde; “Yeniden Yapma (Rekonstrüksiyon); Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen ve tescil edilmesine ilişkin gerekli özellikleri taşımasına rağmen elde olmayan sebeplerle tescili yapılmamış ve / veya herhangi bir nedenle yitirilmiş olan yapının, gerek kültür varlığı niteliği, gerekse kültürel çevreye olan tarihsel katkıları açısından, eldeki mevcut belgelerden (yapı kalıntısı, rölöve, fotoğraf, her türlü özgün yazılı -sözlü, görsel arşiv belgesi vb.) yararlanmak suretiyle kendi parsellerinde daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı kitle ve gabaride, özgün plan şeması, malzeme ve yapım tekniği kullanılarak, kapsamlı restitüsyon etüdüne dayalı rekonstrüksiyon uygulamasının koşulsuz sağlanmasına” kuralı yer almaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacı dernek tarafından İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa yerleşkesi içerisinde bulunan yok olmuş Abacı Mescidi, Abayi Mescidi, Bıyıklı Hüsrev Mescidi, Hobyar Mescidi ve Şeyh-ül Harem Mescidinin tescil edilmesi ve yeniden ihyasının yerleşke yenileme projesine eklenmesi istemiyle 06.12.2013 tarihinde davalı idareye başvuru yapıldığı, 05.02.2014 günlü, 2312 sayılı İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile, 1138 ada ve 1 parseldeki Hobyar Mescidi ve Şeyh-ül Harem Mescidi hakkında 660 sayılı İlke Kararında tanımlanan nitelikte bilgi ve belge bulunmaması, ayrıca, Hobyar Mescidinin, korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli göğüs hastalıkları binasının, Şeyh-ül Harem Mescidinin de korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli Neşet Ömer Amfisinin altında kalmaları nedeniyle tescil ve yeniden ihya talebinin uygun olmadığına, Abacı Mescidi, Abayi Mescidi ve Bıyıklı Hüsrev Mescitlerine ilişkin sunulan bilgi ve belgelerin ise 660 sayılı İlke kararında tanımlanan nitelikleri sağlamaması nedeniyle taleplerin bu aşamada değerlendirilemeyeceğine, 660 sayılı İlke kararında tanımlanan nitelikleri sağlayan yeni bilimsel verilerin (kaynakçaları sunulmuş yazılı- görsel belgeler, halihazır ve eski haritaların çakıştırılmış hali, eski haritalarda görünmeyen yapıların konumlarını gösterir belgeler vb.) ortaya çıkarılması durumunda konunun yeniden değerlendirileceğine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda; işleme konu yok olmuş beş adet tarihi mescidin tescili ile yeniden ihyasının, 660 sayılı İlke Kararında da belirtildiği üzere, bir kısmının bulunduğu parselde mümkün olmadığı, bir kısmının ise gerekli bilimsel verilere sahip olmadığından mümkün olmadığı hususları dikkate alındığında, bu şartlar altında, idarenin tescil ve yeniden ihya yönünde işlem tesis etmeye zorlanmasının koruma ilkeleri ile bağdaşmayacağı açık olduğundan, 05.02.2014 günlü, 2312 sayılı İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 19.04.2012 günlü, 28269 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları Yönetmeliğinin 18. maddesinin 2. fıkrası ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 14.04.2014 günlü, 72882 sayılı işleminin iptaline, 05.02.2014 günlü, 2312 sayılı İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı yönünden ise davanın reddine, dava kısmen iptal, kısmen ret şeklinde sonuçlandığından, davadaki haklılık oranına göre aşağıda dökümü yapılan 176,10 TL yargılama giderinin 117,40 TL`sinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, diğer yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.800,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, artan posta avansının istemi halinde davacıya iadesine, kararın tebliği tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere 24/03/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi
DANIŞTAY 8. DAİRE Esas : 2014/6294 Karar : 2016/706 Tarih : 5.02.2016
- İYUK 11. Madde
Kayseri ili, Kocasinan İlçesi, Mimar Sinan Mahallesi, Sivas Caddesi, … Sitesi, A Blokta faaliyet gösteren “… Mega Hafıza Kursu” isimli özel öğretim kursuna 10.07.2013 günlü Valilik oluruyla verilen kurum açma izninin iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu`nun 3. maddesinde, işyeri açma ve çalışma ruhsatının özel öğretim kurumları mevzuatına uygun olmak kaydıyla Milli Eğitim Bakanlığınca verileceğinin düzenlendiği, ilgilisi tarafından yapılan başvuru üzerine il eğitim denetmenlerince belirtilen adreste yapılan denetim neticesinde söz konusu yerin özel öğretim kurumu açılması için uygun yerlerden olduğunun rapor edildiği, 5580 sayılı Kanun ve Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde özel öğretim kurumlarının açılışında kat maliklerinin muvafakatinin aranmasını öngören herhangi bir hükme yer verilmediği anlaşıldığından, mevzuata uygun olarak yapılan inceleme neticesinde düzenlenen rapor esas alınmak suretiyle düzenlenen davaya konu çalışma izninde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 3. maddesinde; bir kurumda öğretime başlayabilmek için kurum açma izni alınmasının zorunlu olduğu, izin başvurularının ilgili milli eğitim müdürlüğüne yapılacağı, valilikçe yapılan inceleme sonucunda açılması uygun görülen okullar dışındaki kurumlara kurum açma izninin verileceği, bu iznin verilmesinin, binanın kullanılış amaçlarına ve Bakanlıkça belirlenen standartlara uygun ve yeterli bulunmasına bağlı olduğu, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ile 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen izin veya ruhsatların, bu Kanun kapsamındaki özel öğretim kurumlarını kapsamayacağı, özel öğretim kurumları mevzuatına uygun olmak kaydıyla işyeri açma ve çalışma ruhsatının Bakanlıkça verileceği, Bakanlığın bu yetkisini valiliklere devredebileceği belirtilmiş; adı geçen Kanunun 13. maddesine dayalı olarak hazırlanan Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği`nde de benzer hükümlere yer verilmiştir.
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu`nun “Yasak işler” başlıklı 24. maddesinde, anagayrimenkulün, kütükte mesken olarak gösterilen bağımsız bir bölümünde sinema, tiyatro, kahvehane, gazino, pavyon, bar, kulüp, dans salonu ve emsali gibi eğlence ve toplantı yerleri ve fırın, lokanta, pastahane, süthane gibi gıda ve beslenme yerleri ve imalathane, boyahane, basımevi, dükkan, galeri ve çarşı gibi yerlerin, ancak kat malikleri kurulunun oybirliği ile vereceği kararla açılabileceği; “Yönetim planı” başlıklı 28. maddesinde de, yönetim planının yönetim tarzını, kullanma maksat ve şeklini yönetici ve denetçilerin alacakları ücreti ve yönetime ait diğer hususları düzenleyeceği, yönetim planının, bütün kat maliklerini bağlayan bir sözleşme hükmünde olduğu, yönetim planında hüküm bulunmayan hallerde, anagayrimenkulün yönetiminden doğacak anlaşmazlıkların bu kanuna ve genel hükümlere göre karara bağlanacağı, yönetim planının değiştirilmesi için bütün kat maliklerinin beşte dördünün oyu şart olduğu hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; tapuda mesken olarak gösterilen bağımsız bir bölümde “Özel … Mega Hafıza Kursu” isimli özel öğretim kursunun açılması için yapılan başvuru üzerine Kayseri İl Milli Eğitim Müdürlüğünce iki eğitim denetmenin görevlendirildiği, denetmenler tarafından hazırlanan raporda kurumun açılmasının uygun görüldüğü kanaatine yer verilmesi üzerine, 10.07.2013 tarihli Valilik oluruyla kurum açma izni verildiği, verilen izne karşı davacı tarafından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 11. maddesi kapsamında davalı idareye yapılan itirazın reddi üzerine söz konusu çalışma izninin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, 5580 sayılı Kanun ve Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği`nde, özel öğretim kurumlarının açılışında kat maliklerinin muvafakatinin aranmasını öngören herhangi bir hükme yer verilmemiş ise de, adı geçen Kanun’un 3. maddesinde, kurum açma izni verilmesinin, binanın kullanılış amaçlarına bağlı olduğu belirtildiğinden, davaya konu kurumun faaliyet gösterdiği binanın kullanış amaçlarına uygun olup olmadığı yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir.
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu`nun yukarıda yer verilen 24. maddesinde, kat malikleri kurulunun oybirliği ile vereceği kararla açılabilecek işyerleri sayılmış, sonunda “gibi yerler” denilmek suretiyle bu sayılanlar sınırlandırılmamış, aksine bu ifade ile “benzeri işyerlerinin” bu gruba dahil edileceğine işaret edilmiştir. Kütükte mesken olan yerde işyeri açılabilmesi için kat malikleri kurulunun alacağı kararda oybirliği şartının aranmış olması ile insanların evlerinin hemen yanında yoğun yaya ve araç trafiğine maruz bırakılarak rahatsız edilmelerinin önlenmesi amaçlanmıştır.
Hızlı okuma, hafıza teknikleri ve yabancı dil öğretimi amacıyla açılan özel öğretim kursunun, yabancı insanların apartmana girip çıkmasına sebep olacağı, gerek yaya trafiği, gerekse araç trafiğini yoğunlaştıracağı açık olduğundan, 5580 sayılı Kanun`un amacı doğrultusunda, davaya konu kurumun da dükkan benzeri işyeri olarak nitelendirilmesi gerektiği açıktır.
Bu durumda, İdare Mahkemesince, davaya konu çalışma izninin 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu hükümlerine uygun olarak verilip verilmediği araştırılarak bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, mevzuatta özel öğretim kurumlarının açılışında kat maliklerinin muvafakatinin aranmasını öngören herhangi bir hükme yer verilmediğinden hareketle verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; Kayseri 1. İdare Mahkemesinin temyize konu kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmediğinden kullanılmayan 41,50 TL yürütmenin durdurulması harcının istemi halinde davacıya iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 05.02.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2013/1880 Karar : 2014/1879 Tarih : 14.05.2014
- İYUK 11. Madde
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 14. maddesi uyarınca Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dava dosyası incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Dava, Kamu İhale Genel Tebliği’nin 09.02.2011 tarih ve 27841 sayılı Resmî Gazete`de yayımlanan Tebliğle değiştirilen 79.1. maddesinde yer alan “kıdem tazminatı” ibaresinin iptali istemiyle açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin 1. fıkrasında, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde Danıştay`da altmış gün olduğu; 4. fıkrasında, ilânı gereken düzenleyici işlemlerde bu sürenin ilân tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı; ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin düzenleyici işlem veya uygulama işlemin yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilecekleri, düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olmasının bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmayacağı, 11. maddesinin 1. fıkrasında, ilgililer tarafından idarî dava açılmadan önce, idarî işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idarî dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurunun işlemeye başlamış olan idarî dava açma süresini durduracağı, 2. fıkrasında, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, 3. fıkrasında isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması hâlinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı, 14. maddesinin 3. fıkrasının (e) bendinde dava dilekçelerinin süre aşımı bulunup bulunmadığı yönünden inceleneceği; ilk inceleme üzerine verilecek kararları belirleyen 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise, 14. maddenin 3. fıkrasının (e) bendinde yazılı hâlin söz konusu olması durumunda davanın reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır.
Bu yasal düzenlemelere göre; düzenleyici işlemlerin, esas itibarıyla ilân tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlayan altmış günlük dava açma süresi içinde davaya konu edilmesi; ilân tarihini izleyen günden itibaren dava açma süresi içerisinde idari davaya konu edilmeyen düzenleyici işlemlerin, bu tarihten sonra davaya konu edilebilmeleri için, ilgili hakkında düzenleyici işleme dayalı uygulama işlemi yapılmış olması gerekmektedir. Bu bağlamda, idarece tesis edilen bireysel işlemin, uyuşmazlık konusu düzenleyici işlemin uygulaması niteliğinde bulunması zorunludur.
Dolayısıyla, düzenleyici işlemin uygulanması suretiyle tesis edilen ve dava açma süresine başlangıç oluşturabilecek herhangi bir uygulama işleminin bulunmadığı hâllerde, düzenleyici işlemin Resmî Gazete`de yayımlandığı tarihi izleyen günden itibaren dava açma süresinin başlayacağının kabulü gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden; Kamu İhale Genel Tebliği’nin 79.1. maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin Tebliğin 09.02.2011 tarih ve 27841 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulduğu, anılan maddenin değiştirilmesi için 2577 sayılı Kanun`un 11. maddesi uyarınca 16.10.2012 tarihinde davacı tarafından davalı idareye başvurulduğu, bu başvuru üzerine davalı idare tarafından tesis edilen 15.11.2012 tarih ve 19407 sayılı işlemle, başvuruya konu hususun yapılacak mevzuat çalışmalarında değerlendirileceğinin belirtilmesi üzerine 07.01.2013 tarihinde Danıştay kaydına giren dilekçeyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dairemizin 19.09.2013 tarihli ara kararıyla, iptali istenen düzenlemeye dayanılarak davacı hakkında tesis edilen veya menfaatlerini ihlâl eden idarî bir işlemin bulunup bulunmadığı, varsa kararın hangi tarihte kendisine tebliğ edildiği, anılan kararın iptali amacıyla dava açılıp açılmadığı, açılmış ise hangi tarihte dava açıldığı ve davanın hangi aşamada olduğunun sorulduğu; ara kararına verilen cevapta, bu maddenin uygulanmasına ilişkin herhangi bir idari işlem olduğundan bahsedilmediği, ancak çalıştırmış olduğu işçilerin davacıdan olan alacaklarının tazmini istemiyle kendisi aleyhine iş mahkemelerinde açtıkları davalara ilişkin dava dilekçeleri, çalıştırmış olduğu işçilerin başlattığı icra takiplerine ilişkin ödeme emirleri, iş mahkemeleri tarafından hazırlattırılan bilirkişi raporları ve iş mahkemeleri tarafından verilen kimi kararların eklendiği görülmekle birlikte, ara kararına cevaben sunulan belgelerden davacının uygulama işlemi olarak ileri sürdüğü hususların Kamu İhale Genel Tebliği’nin 79.1. maddesinin uygulanmasına ilişkin olmayıp, 1475 sayılı (Mülga) İş Kanunu’yla 4857 sayılı İş Kanunu`nun uygulanması niteliğinde olduğu sonucuna varıldığından, dava konusu düzenlemeye ilişkin olarak bu düzenlemenin davacıya uygulanmasına ilişkin bir uygulama işleminin olmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, davacı tarafından dava konusu düzenlemenin Resmî Gazete’de yayımlanmasını izleyen altmış gün içerisinde bu düzenlemenin iptali istemiyle dava açılmadığı, düzenlemede değişiklik yapılmasına ilişkin başvurunun 2577 sayılı Kanun`un 11. maddesinde öngörülen altmış günlük sürenin geçmesinden sonra yapıldığı, ara kararına verilen cevaplardan dava konusu düzenlemenin davacıya uygulanmasına ilişkin herhangi bir uygulama işlemi de olmadığı sonucuna varıldığından, yasal dava açma süresinin geçmesinden sonra açılan davanın esasının incelenme olanağı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı Kanun’un 15/1-b maddesi uyarınca davanın süre aşımı nedeniyle reddine, ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam 141,45-TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, kullanılmayan 40-TL yürütmenin durdurulması harcı ile posta giderleri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra istemi hâlinde davacıya iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 (otuz) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu`na temyiz yolu açık olmak üzere, esasta oybirliği, gerekçede oyçokluğuyla karar verildi.
GEREKÇEDE KARŞI OY
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde; ilgililerin idari dava açmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasını üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde isteyebilecekleri; bu amaçla yapılan başvurunun işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı; isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması hâlinde, dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvuru tarihine kadar geçen sürenin de hesaba katılacağı kurala bağlanmıştır.
2577 sayılı Kanun`un 11. maddesi, idareye, hiyerarşik denetimi işleterek, kurulmuş olan hukuka aykırı bireysel idari işlemin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yenisinin yapılması için son bir fırsat tanımak ve bu denetim sonuna kadar ilgililerin dava haklarını korumak amacına yöneliktir. Düzenleyici işlemler, idarelerin ilgili birimlerince yapılan çeşitli hazırlayıcı işlemlerin ardından, en üst karar organları veya hiyerarşik olarak en üst makamlarca kurulmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçerek idarenin en üst karar organı veya hiyerarşik makamınca kurulan bu işlemlerin, bireysel işlemlerde olduğu gibi dava açılmadan önce idari denetime tabi tutulması, bu işlemlerin anılan niteliklerinden dolayı mümkün değildir.
Bu durumda, davacı şirketin, 16.10.2012 tarihli dilekçesiyle, Kamu İhale Tebliği’nin 79.1. maddesinde belirlenen %3 oranında sözleşme ve genel giderlerin hizmet alımları kapsamında çalışan işçilerin kıdem tazminatını ödemede yetersiz kaldığını belirterek anılan Tebliğ’deki düzenlemenin değiştirilmesi istemiyle yapmış olduğu başvurunun 2577 sayılı Kanun`un 11. maddesi uyarınca dava açma süresini durduran bir başvuru olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, dava açma süresi Tebliğ hükmünün Resmî Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girdiği tarih olan 09.02.2011 tarihi itibarıyla işlemeye başlamış olup, bu tarihten itibaren 60 gün içinde dava açılması gerekirken, dava açma süresini durdurmayan ya da yeniden ihya etmeyen 16.10.2012 günlü başvurunun reddine ilişkin 15.11.2012 günlü, 1488-19407 sayılı işlemin tebliği üzerine, 2577 sayılı Kanun`un 7/4. maddesi uyarınca uygulama işlemi olmaksızın 07.01.2013 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle incelenme olanağı bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, yukarıda belirtilen gerekçeyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, düzenleyici işlemlere karşı 2577 sayılı Kanun`un 11. maddesi uyarınca itirazın yapılabileceğine ve dava açma süresinin buna göre hesaplanmasına ilişkin çoğunluk kararının gerekçesine katılmıyorum.
DANIŞTAY 6. DAİRE Esas : 2013/1569 Karar : 2014/3436 Tarih : 29.04.2014
- İYUK 11. Madde
Aydın İli, Kuşadası İlçesi, Pigale I. ve III. Derece Arkeolojik Sit Alanlarını kapsayan 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliklerine ilişkin 03.04.2012 tarihli, 101 sayılı belediye meclisi kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince, dava konusu plan değişikliklerinin 12.04.2012-14.05.2012 tarihleri arasında ilan edildiği ve askı-ilan süresi içerisinde davacılar tarafından herhangi bir itirazda bulunulmadığı, belediye meclis üyesi olan … tarafından itiraz edilmesi üzerine davayı açtıkları hususu dikkate alındığında, plan değişikliklerine yönelik meclis kararına karşı son ilan tarihi olan 14.05.2012 tarihinden itibaren 60 gün içinde davanın açılması gerekirken, bu süre geçirilmek suretiyle 02.08.2012 tarihinde açılan davanın esasının incelenemeyeceği gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinin (b) bendinde: “İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde bir ay süre ile ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar. “ hükmü yer almaktadır.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Dava açma süresi” başlıklı 7. maddesinde; dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay`da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı, ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilecekleri, yine aynı Kanun’un “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurunun işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı hususu kurala bağlanmıştır.
Anılan maddelerin birlikte değerlendirilmesinden, imar planlarına karşı, 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi kapsamında yapılacak başvurular için, 3194 sayılı Kanun’un 8/b maddesi ile özel bir itiraz süresi getirildiği anlaşılmaktadır. Buna göre, imar planlarına yönelik olarak, bir aylık askı süresi içinde 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi kapsamında başvuruda bulunulması ve bu başvuruya idari dava açma süresinin başlangıç tarihi olan son ilan tarihinden itibaren 60 gün içinde cevap verilmeyerek isteğin reddedilmiş sayılması halinde, bu tarihi takip eden 60 günlük dava açma süresi içinde veya son ilan tarihini izleyen 60 gün içinde cevap verilmek suretiyle isteğin reddedilmesi halinde bu cevap tarihinden itibaren 60 günlük dava açma süresi içinde idari dava açılabileceği sonucuna varılmaktadır. Buna göre, imar planlarına askı süresi içinde bir itirazda bulunulmamış ise davanın, 2577 sayılı Kanun’un 7. maddesi uyarınca imar planının son ilan tarihini izleyen günden itibaren altmış gün içinde açılması gerekir.
Dosyanın incelenmesinden; belediye meclisi üyesi …`in meclis tarafından dava konusu imar planı değişikliklerinin karara bağlandığı 03.04.2012 tarihli toplantıya katıldığı ve bu değişikliklere karşı oy kullandığı, söz konusu plan değişikliklerinin 12.04.2012-14.05.2012 tarihleri arasında askıda ilan edildiği, bahsi geçen belediye meclis üyesi tarafından bu karara karşı askı-ilan süresi içindeki 11.05.2012 tarihinde itirazda bulunulduğu, 05.06.2012 tarihli, 7 sayılı belediye meclis kararıyla bu itirazın reddedilmesi üzerine ise belde sakini olan davacılar tarafından 02.08.2012 tarihinde; ulaşım sistemine olumsuz etkiler olacağı, koylar ile kumsalların kamuya açık olma niteliğinin yitirileceği ve sosyal donatı dengesinin bozulacağı iddialarıyla işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Kanunlarla belediye meclislerine verilen görevlerle ilgili konularda belde halkının hak ve menfaatlerini korumakla görevli olan belediye meclisi üyelerinin meclis tarafından karara bağlanan bir konuda toplantıya katılarak karşı oy kullanmaları halinde bu karara karşı dava açma ehliyetinin (sübjektif ehliyet) var olduğu Danıştay Altıncı Dairesi içtihatlarıyla benimsenmiştir.
Buna göre; belediye meclis üyesi tarafından, kamu yararını yakından ilgilendiren uyuşmazlık konusu plan değişikliklerine karşı 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi uyarınca itirazda bulunulduktan sonra, itirazın reddine dair işlem üzerine davayı açması mümkün iken kendisi tarafından dava açılmayıp, hak ve menfaatlerini korumakla görevli olduğu ve belediye seçimleri esaslarına göre temsil ettiği belde halkına mensup olan davacılar tarafından, itirazın reddine dair işlem üzerine dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir.
Sonuç itibarıyla; plan değişikliklerine belediye meclisi üyesi tarafından yapılan itiraz sonucunda davacılar tarafından, imar planlarında süre hususlarına ilişkin olarak yukarıda detaylı bir şekilde aktarımı yapılan kurallara göre süresinde işbu davanın açıldığı anlaşıldığından, idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Aydın 1. İdare Mahkemesince verilen 11/10/2012 tarihli, E:2012/1439, K:2012/1822 sayılı kararın ( BOZULMASINA), dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2013/2085 Karar : 2013/3518 Tarih : 31.05.2013
- İYUK 11. Madde
Denizli İli, Honaz İlçesi, Kaklık İlköğretim Okulu’nda 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde öğretmen olarak görev yapmakta iken, anılan Yasanın 4/A maddesi uyarınca Kars İli, Sarıkamış İlçesi, Beşyol İlköğretim Okulu`na kadrolu olarak atanan davacının, bu atama nedeniyle verilmeyen yolluğunun ödenmesi istemiyle 17.1.2012 tarihinde yaptığı başvurunun reddine ilişkin 7.2.2012 günlü, 842 sayılı işlemin iptali ve yolluğun yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
Erzurum 2. İdare Mahkemesi Hakimi tarafından verilen 22.5.2012 günlü, E:2012/199, K:2012/764 sayılı kararla; davacı tarafından, 4.6.2010 tarihinde yapılan atama üzerine en geç göreve başladığı 18.6.2010 tarihinden itibaren yasal dava açma süresi olan altmış gün içinde doğrudan veya davalı idareye başvurarak tesis edilen işlem üzerine kalan yasal süre içerisinde dava açılması gerekirken, bu sürenin geçirilmesinden uzun bir süre sonra davalı idareye yapılan 17.1.2012 tarihli başvurunun 7.2.2012 tarihli işlem ile reddi üzerine, 15.2.2012 havale tarihli dilekçe ile açılan davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmedilmiş, itiraz üzerine davaya bakan Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’nin 25.9.2012 günlü, E:2012/748, K:2012/666 sayılı kararıyla söz konusu İdare Mahkemesi kararı onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Mahkeme’ce verilen 31.12.2012 günlü, E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararla reddedilerek Erzurum 2. İdare Mahkemesi Hakimi`nce verilen karar kesinleşmiştir.
Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’nin 25.9.2012 günlü, E:2012/748, K:2012/666 sayılı kararı ile 31.12.2012 günlü, E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu belirtilerek kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine Danıştay Başsavcılığı “yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden” sözkonusu kararların, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kanun Yararına Bozma” başlıklı 51. maddesinde, “1. Bölge idare mahkemesi kararları ile idari ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenler, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabilir.
2.Temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde karar, kanun yararına bozulur. Bu bozma kararı, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmaz.
3.Bozma kararının bir örneği ilgili Bakanlığa gönderilir ve Resmi Gazete`de yayımlanır.” hükmü yer yer almaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7’nci maddesinin 1’inci fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idaremahkemelerinde altmış gün olduğu ve bu sürenin idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükmü getirilmiş; 10’uncu maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri; 11`inci maddesinde de, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresininyeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükmüne yer verilmiştir.
Yolluk ödenmesine (hak kazanılmasına) neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Dosyanın incelenmesinden; Denizli İli, Honaz İlçesi, Kaklık İlköğretim Okulu’nda 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde öğretmen olarak görev yapmakta iken, anılan Yasanın 4/A maddesi uyarınca 4.6.2010 günlü işlemle Kars İli, Sarıkamış İlçesi, Beşyol İlköğretim Okulu’na kadrolu olarak atanarak yeni görev yerine 18.6.2010 tarihinde başlayan davacının, bu atama işleminden dolayı alamadığı sürekli görev yolluğunun ödenmesi için yaptığı 17.1.2012 günlü başvurusunun Sarıkamış Kaymakamlığı, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü`nün 7.2.2012 günlü, 842 sayılı işlemi ile reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nce, 4.6.2010 günlü onayla atanan davacının atandığı yerde göreve başladığı 18.6.2010 tarihinin, kendisine yolluk ödenmediğini öğrendiği son tarih olarak kabulünün gerekmekte olduğu belirtilerek ve yapılan hesaplama sonucu, dava süre aşımı yönünden reddedilmiş ise de, dava konusu olayda başvuru öncesinde davacıya tebliğ edilmek suretiyle kendisine yolluk verilmeyeceğine ilişkin bir işlemin mevcut olmaması karşısında; yolluk ödenmesi talebiyle sonradan yapılan başvuru, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru niteliğini taşıdığından, bu konuda çıkan uyuşmazlıkta atandığı yerde göreve başlama tarihinin dava açma süresi için başlangıç olarak alınmasına hukuken olanak bulunmamaktadır.
Kaldı ki, uyuşmazlık konusu olayda, dava konusu işlemin yasal dayanaklarını oluşturan ve 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların 4. maddesinde yer alan; “Sözleşmeli personele geçici görev yolluğu dışında harcırah ödenemez.” ibaresi ile buna paralel olarak yürürlüğe sokulan Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2006/58 sayılı Genelgesi’nin 11. maddesinde yer alan; “Sözleşmeli öğretmenlere sürekli görev yolluğu ödenmeyecektir.” ibaresinin Danıştay İkinci Dairesi’nin 28.02.2011 günlü, E:2010/5994 sayılı kararıyla yürütmesinin durdurulmuş olması nedeniyle oluşan yeni hukuki durum karşısında, davacının sürekli görev yolluğunu alabilmek için,2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi kapsamında idareye her zaman başvurabileceği de açıktır.
Bu nedenle, Erzurum Bölge İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 25.9.2012 günlü, E:2012/748, K:2012/666 sayılı kararı ile 31.12.2012 günlü, E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararında hukuki isabetgörülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’nce verilen 25.9.2012 günlü, E:2012/748, K:2012/666 sayılı karar ile 31.12.2012 günlü, E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına ( BOZULMASINA ); kararın birer suretinin Danıştay Başsavcılığına, Sarıkamış Kaymakamlığı ile davacıya ( GÖNDERİLMESİNE ) ve bu kararın Resmi Gazete`de yayımlanmasına, oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 11. DAİRE Esas : 2012/5174 Karar : 2013/566 Tarih : 29.01.2013
- İYUK 11. Madde
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 11.1.2011 gün ve E:2010/2402, K:2011/59 sayılı kararının Danıştay Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz edilerek bozulmasının istenilmesi üzerine işin gereği görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden; kadroları Sağlık Bakanlığına devredilen personelin mali haklarına ilişkin usul ve esasları düzenleyen 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun’un 5. maddesinin (6). fıkrasına ilişkin olarak uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla yayımlanan Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 1.8.2005 gün ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9. maddesinin Danıştay Onbirinci Dairesinin 10.3.2008 gün ve E:2006/6044, K:2008/2354 sayılı kararı ile iptali üzerine, davacı tarafından, iptal edilen genel düzenleyici işlem nedeniyle fark tazminatından mahsup edilmek suretiyle eksik ödenen mali haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle başvuruda bulunduğu, başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile eksik ödenen mali haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açıldığı, İzmir 4. İdare Mahkemesi Hakimliğince dava konusu işlemin iptaline, eksik ödenen ek ödeme tutarının dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine karar verildiği, bu karara karşı davalı idare tarafından yapılan itiraz başvurusunun kabul edilerek, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7., 11. ve 12. maddesi kapsamında değerlendirilmek suretiyle kararın bozulmasına ve davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararının, karar düzeltme aşamasından da geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Danıştay Başsavcılığı, İzmir Bölge İdare Mahkemesinin söz konusu kararının, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 1.8.2005 gün ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9’uncu maddesinin Danıştay Onbirinci Dairesince iptal edilmesi sonucu doğan hukuki durumdan, davacının da yararlanması ve iptal edilen düzenleyici işlemin uygulanması sonucu mahrum kalmış olduğu parasal haklarının tazmini istemiyle davalı idareye başvuruda bulunması ve bu başvurunun reddi üzerine idari dava yoluna gitmesinin olanaklı olduğu, bu haliyle İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararının yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade etmesi nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesinde, “İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” kuralı yer almaktadır.
İdare Hukuku ilkelerine göre, iptal kararları, iptali istenilen işlemi tesis edildiği tarih itibariyle ortadan kaldırarak, o işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlar. Bir genel düzenleyici işlemin iptal edilmesi durumunda, verilen yargı kararının, sadece o davayı açanı değil, bu genel düzenleyici işlem ile ilgili diğer kişileri de etkileyeceği kuşkusuzdur. İptal kararı ile bu düzenleyici işleme dayanılarak yapılan işlemlerin doğurduğu etki ve sonuçlar ortadan kalkar. Bu nedenle iptal edilen bir düzenleyici işlemden dolayı, menfaati ihlal edilen veya kişisel hakkı etkilenen kişinin, verilen iptal kararının doğurduğu sonuçlardan yararlanmak amacıyla idareye başvurabileceği tabiidir.
Davacı tarafından 20.5.2009 tarihinde yapılan başvuru, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 1.8.2005 gün ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9. maddesinin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, Danıştay Onbirinci Dairesince verilen iptal kararının kendi hukuki durumunu da etkilemesi nedeniyle yapılmış bir başvuru olup, davacının, söz konusu iptal kararına da değinerek yaptığı bu başvurunun, genel ve düzenleyici nitelikteki bir idari işlemin iptali yolundaki kararın, o düzenleme ile ilgili herkes için hüküm ifade edeceği gerçeğinden hareketle ve o düzenleyici işlem nedeniyle daha önce menfaati ihlal edilmiş bir kişi olarak, iptal kararının doğurduğu hukuki sonuçlardan yararlandırılması istemiyle yapıldığının ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi kapsamında yapılan bir başvuru niteliğinde olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, 2577 sayılı Kanun`un 7., 11. ve 12. maddeleri uyarınca davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin bulunan İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının temyiz isteminin kabulü ile İzmir Bölge İdare Mahkemesince verilen 11.1.2011 gün ve E:2010/2402, K:2011/59 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına; kararın bir suretinin İzmir Valiliği ile Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve bu kararın Resmî Gazete`de yayımlanmasına, oybirliğiyle karar verildi.
İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas : 2011/217 Karar : 2011/616 Tarih : 2.06.2011
- İYUK 11. Madde
… hemşire olarak görev yapan davacının, adı geçen Hastanenin Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı olduğu dönemde yürürlükte bulunan “SSK Ek Ödeme Yönergesinin 5. maddesinin 1 1. bendinde yer alan “…aylık 80 saatin üzerinde…” ve “…80 saate kadar tutulan nöbetler için ek ödeme yapılmaz.” ibarelerinin yargı kararı ile iptali üzerine, iptal edilen ibareler nedeniyle 15.9.2003 - 19.2.2005 tarihleri arasında aylık 80 saate kadar tuttuğu nöbetler karşılığı ödenmeyen ek ödeme tutarlarının ödenmesi istemiyle yaptığı 13.2.2008 tarihli başvurunun reddine ilişkin 13.2.2008 günlü, 7060-50 sayılı işlemin iptali ile belirtilen dönemde ödenmeyen ek ödeme tutarlarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Samsun 2. idare Mahkemesinin 9.7.2008 günlü, E:2008/173, K:2010/735 sayılı kararıyla; SSK Ek Ödeme Yönergesine karşı açılan davada Danıştay Onbirinci Dairesince verilen iptal kararının doğurduğu hukuki sonuçlardan yararlanmak amacıyla davacı tarafından yapılan 13.2.2008 günlü başvurunun 2577 sayılı Yasanın 10. maddesi kapsamında bir başvuru olduğunun kabulü gerektiğinden, bu başvurunun reddine ilişkin dava konusu 13.2.2008 günlü, 7060-50 sayılı işlemin 13.2.2008 tarihinde tebliği üzerine 21.3.2008 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı; ayrıca, başvuru tarihi itibarıyla kadrosu Sağlık Bakanlığında olan ve bu Bakanlığa bağlı hastanede görev yapan davacının SSK personeli olduğu dönemden kaynaklanan parasal haklarına ilişkin talebini yönelteceği bakanlığın, Sağlık Bakanlığı ve ilgili biriminin de bu Bakanlığa bağlı sağlık birimleri olduğunun kuşkusuz olduğu; bu bağlamda davalı idarenin, süre aşımı bulunduğuna ve husumete yönelik itirazlarının yerinde görülmediği; işin esasına gelince, nöbet hizmetinden dolayı ek ödeme yapılmasını engelleyen Yönergeye karşı süresi içinde dava açmayan davacının, bu Yönergeye karşı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası tarafından açılan davanın iptal kararı ile sonuçlanması üzerine 80 saate kadar tuttuğu nöbet hizmetlerinden dolayı tarafına ek ödeme yapılması istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine bakılan davayı açtığı, buna göre, davacının Yönergenin uygulandığı dönemde dava açmaması nedeniyle, geçmişe dönük parasal hakları alamayacağı, idareye başvuru tarihinden başlayarak ileriye doğru parasal hakların ödenmesinin mümkün olabileceği, ancak idareye başvuru tarihi itibariyle davacı Sağlık Bakanlığı personeli olduğundan adı geçen Yönergenin davacıya uygulanamayacağı, dolayısıyla, 2003 - 2005 yıllarına ait nöbet hizmetlerinden dolayı davacıya ek ödeme yapılmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının tarafına ödeme yapılması yönündeki başvurusunun reddine ilişkin işlemde ve davacıya ödeme yapılmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Anılan karar, Danıştay Onbirinci Dairesinin 26.1.2010 günlü, E:2008/l 5323, K:2010/474 sayılı kararıyla; Anayasanın 2. ve 138. maddeleri ile 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinde yer verilen hükümler doğrultusunda iptal edilen bir düzenleyici işlemin yürürlükte olduğu dönemde, bu düzenleyici işlemin kısıtlayıcı hükümleri nedeniyle hakkı muhtel olan kişilerin, düzenleyici işlemin iptaline ilişkin yargı kararının doğurduğu hukuki sonuçlardan yararlanmaları, yani, düzenleyici işlem nedeniyle yoksun kalınan hakların ilgililere iadesi, idarenin yargı kararının gereklerine göre işlem tesis etmesi mecburiyetinin dolayısıyla da hukuk devleti ilkesinin gereği olduğu, düzenleyici işlemin iptalinin, bu düzenleyici işlem nedeniyle menfaati ihlal edilen veya hakkı muhtel olan kişiler için, düzenleyici işlemin bu kişilere geleceğe dönük uygulanma imkanı kalmadığı durumlarda, iptal edilen düzenleyici işlem nedeniyle bu işlemin yürürlükte olduğu süre içinde yoksun kaldıkları hakların iadesi biçiminde hukuki sonuç doğurmayacağını kabul etmenin, yargı kararının hiçbir şekilde uygulanmaması sonucunu doğuracağı, bu durumun ise hukuk devleti ilkesini işlevsiz bırakacağının açık olduğu; diğer yandan, Danıştay Onbirinci Dairesinin istikrar kazanmış içtihatlarına göre, bir düzenleyici işlem yürürlükte iken, bu düzenleyici işleme dayanılarak tesis edilen birel işlemlerin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kalınan parasal hakların tazmini istemiyle açılan davalarda, idareye başvuru tarihinden itibaren yoksun kalınan parasal hakların tazminine hükmedilmekle birlikte, birel işlemin dayanağı olan düzenleyici işlemin iptali durumunda, “yeni bir hukuki” durum ortaya çıkacağından, daha önce dava açıp idareye başvuru tarihinden itibaren yoksun kaldıkları parasal hakları tazmin edilen kişilerin de bu yeni hukuki durumdan yararlanarak, düzenleyici işlem nedeniyle yoksun kaldıkları tüm parasal hakların tazmini istemiyle idareye başvurabilecekleri ve başvurunun reddi üzerine dava açabileceklerinin kabul edildiği, ayrıca, davacıya 80 saate kadar tuttuğu nöbetler için ek ödeme yapılmamasının dayanağı olan düzenleyici işlemin iptali istemiyle açılan davada, davacı Sendika tarafından tüm üyelerinin parasal haklarının tazmininin de istenildiğinin, ilgililerin bu davanın sonucunu bekleyerek dava açmadıklarının, dava sonucunda, parasal hak isteminin ehliyet yönünden reddine karar verildiğinin ve bunun üzerine ilgililer tarafından yoksun kaldıkları parasal hakların tazmini istemiyle dava açıldığının gözden uzak tutulmaması gerektiği; bu durumda, dava konusu işlemin iptali ile 15.9.2003 - 19.2.2005 tarihleri arasında aylık 80 saate kadar tuttuğu nöbetlere ilişkin ek ödeme tutarının yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekirken, davanın reddi yönünde verilen Mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de, idare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak davanın reddi yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.
Davacı, Samsun 2. İdare Mahkemesinin 15.10.2010 günlü, E:2010/674, K:2010/1048 sayılı ısrar kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Dosyanın incelenmesinden; … hemşire olarak görev yapan davacının, adı geçen Hastanenin Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı olduğu dönemde yürürlükte bulunan “SSK Ek Ödeme Yönergesinin 5. maddesinin 11. bendinde yer alan “…aylık 80 saatin üzerinde…” ve “…80 saate kadar tutulan nöbetler için ek ödeme yapılmaz.” ibarelerinin Danıştay Onbirinci Dairesinin 1 1.4.2005 günlü, E:2005/4345, K:2005/1819 sayılı kararıyla iptal edilip bu kararın Danıştay idari Dava Daireleri Kurulunun 12.10.2006 günlü, E:2005/3264, K:2006/l 156 sayılı kararı ile onanması üzerine iptal edilen söz konusu ibareler nedeniyle 80 saate kadar tuttuğu nöbetler nedeniyle tarafına ödenmeyen ek ödeme tutarlarının ödenmesi istemiyle 13.2.2008 tarihli dilekçe ile görev yaptığı hastane baştabipliğine başvurduğu, davacının bu başvurusunun 13.3.2008 günlü, 7060-50 sayılı işlemle reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali ve anılan SSK Ek Ödeme Yönergesinin uygulanmaya başladığı 1 5.9.2003 tarihi ile görev yaptığı hastanenin Sağlık Bakanlığına devredilmesi sonucu söz konusu Yönergenin uygulanmasının sona erdiği 19.2.2005 tarihleri arasında tuttuğu aylık 80 saate kadar nöbetleri karşılığında alması gereken ancak, anılan Yönergenin daha sonra yargı kararı ile iptal edilen hükümlerine dayanılarak ödenmeyen ek ödeme tutarlarının hesaplanarak yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle 21.3.2008 tarihinde bakılan davayı açtığı anlaşılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinde, “1- llgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.
2- Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi halinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” kuralı yer almaktadır.
İdare Hukuku ilkelerine göre, iptal kararları, iptali istenilen işlemi tesis edildiği tarih itibariyle ortadan kaldırarak, o işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlar. Bir genel düzenleyici işlemin iptal edilmesi durumunda, verilen yargı kararının, sadece o davayı açanı değil, bu genel düzenleyici işlem ile ilgili diğer kişileri de etkileyeceği kuşkusuzdur. Bu nedenle iptal edilen bir düzenleyici işlemden dolayı, menfaati veya hakkı ihlal edilen kişinin, iptal kararının doğurduğu sonuçlardan yararlanmak amacıyla idareye başvurabileceği tabiidir.
Bu bağlamda, davacının 13.2.2008 tarihinde davalı idareye yapmış olduğu başvurunun, genel düzenleyici nitelikteki bir işlemin iptali yolundaki kararın, o düzenleme ile ilgili herkes için hüküm ifade edeceği hukuksal gerçeğinden hareketle kararın sonuçlarından kendisinin de yararlanması, geçmiş yıllara ait 80 saate kadar tuttuğu nöbetler karşılığında ödenmeyen ek ödeme tutarlarının tarafına ödenmesi istemiyle yapıldığı ve başvurunun 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesi kapsamında olduğu tartışmasızdır.
Bakılan davada, İdare Mahkemesince verilen kararda, davacının düzenleyici işlemin iptal edilmesi üzerine ortaya çıkan yeni hukuki durumdan yararlanmak için idareye başvurabileceği ve bu başvurusunun 2577 sayılı Yasanın 10. maddesi kapsamında bir başvuru olduğu kabul edilmekle beraber, iptal edilen düzenleyici işlem nedeniyle geçmişe yönelik hak talebi yönünden düzenleyici işleme karşı dava açanlar ile dava açmayanlar bakımından bir ayrıma gidilerek, belirtilen hukuki durumun düzenleyici işleme karşı dava açmayanlar yönünden geçmişe yönelik bir hak doğurmayacağı belirtilmek suretiyle Danıştay Onbirinci Dairesinin bozma kararına bu yönüyle uyulmayarak davanın reddine hükmedilmiştir.
Bu nedenle; uyuşmazlığın çözümü için bir düzenleyici işlemin yargı kararı ile iptal edilmesinin daha önce düzenleyici işleme karşı dava açmamış olan, ancak, iptal kararından yararlanmak üzere daha sonra 2577 sayılı Yasanın 10. maddesi kapsamında idareye başvuran kişiler yönünden geçmişe yönelik bir hak doğurup doğurmayacağının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Anayasanın 2. maddesinde hukuk devleti ilkesine yer verilmiş, bu ilkenin işlerlik kazanması için de, 138. maddede, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları; bu organlar ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kurala bağlanmış, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinde, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu belirtilmiştir.
Anılan Anayasal ve yasal hükümler doğrultusunda, iptal edilen bir düzenleyici işlemin yürürlükte olduğu dönemde, bu düzenleyici işlemin kısıtlayıcı hükümleri nedeniyle hakkı muhtel olan kişilerin, düzenleyici işlemin iptaline ilişkin yargı kararının doğurduğu hukuki sonuçlardan yararlanmaları, yani, düzenleyici işlem nedeniyle yoksun kalınan hakların ilgililere iadesi, idarenin yargı kararının gereklerine göre işlem tesis etmesi mecburiyetinin, dolayısıyla hukuk devleti ilkesinin gereğidir. Düzenleyici işlemin iptalinin, bu düzenleyici işlem nedeniyle menfaati veya hakkı ihlal edilen kişiler için, iptal edilen düzenleyici işlem nedeniyle bu işlemin yürürlükte olduğu süre içinde yoksun kaldıkları hakların iadesi sonucunu doğurmayacağını kabul etmek, Danıştay Onbirinci Dairesinin kararında da belirtildiği üzere, yargı kararının uygulanmaması sonucunu doğuracaktır ki, bu durumun hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacağı açıktır.
Diğer taraftan, düzenleyici işlemin iptaline ilişkin yargı kararının doğurduğu hukuki sonuçlardan yararlanmak üzere ilgili idareye başvuran hak sahibi üçüncü kişilerin başvurusunun dayanağı düzenleyici işlemin iptaline ilişkin yargı kararı olduğuna göre somut olayda olduğu gibi belli bir uygulama tarihi esas alınarak açılmayan bu davalarda geçmişe yönelik hak kayıplarının karşılanmasında ilamların infazına ilişkin 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin esas alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla dava konusu uyuşmazlıkta, SSK Ek Ödeme Yönergesinin 80 saate kadar tutulan nöbetler için ek ödeme yapılmamasını öngören hükümlerinin iptaline ilişkin kararın onanmasına dair Danıştay idari Dava Daireleri Kurulu kararının verildiği 12.10.2006 tarihinden geriye dönük olarak ilamların infazına ilişkin 10 yıllık genel zamanaşımı süresi içinde kaldığı anlaşılan 15.9.2003-19.2.2005 tarihleri arasındaki davacının aylık 80 saate kadar tuttuğu nöbetler nedeniyle ödenmeyen ek ödeme tutarlarının yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi gerektiğinden davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Samsun 2. idare Mahkemesince verilen 15.10.2010 günlü, E:2010/674, K:2010/1048 sayılı kararın bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın idare Mahkemesine gönderilmesine, oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
-idare Mahkemesince verilen ısrar kararının usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, davacının temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesince verilen ısrar kararının onanması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.
KARŞI OY
– Dava, Sinop Atatürk Devlet Hastanesinde hemşire olarak görev yapan davacının, SSK Ek Ödeme Yönergesinin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine 15.9.2003-19.2.2005 tarihleri arasında tuttuğu aylık 80 saate kadar olan nöbetler nedeniyle ek ödeme yapılması isteğiyle yaptığı 13.2.2008 tarihli başvurusunun reddine ilişkin 13.2.2008 tarih ve 7060-50 sayılı davalı idare işleminin iptali ile belirtilen dönemde ödenmeyen ek ödeme tutarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Düzenleyici işlemlerin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, iptal davalarının objektifliği nedeniyle söz konusu iptal kararının hukuki sonuçlarından ileriye dönük olarak kapsamda bulunan herkesin yararlanabileceği açıktır. Ancak, bir düzenleyici işlemin iptali halinde düzenlemeye dayalı olarak tesis edilen işlemlere karşı ayrı ayrı dava açılmadıkça bütününün iptali sonucunu doğurmayacağı gibi bunları yok hükmünde sayma olanağı da bulunmamaktadır. Yok hükmünde sayılabilecek işlemler hariç, idari işlemler hukuka aykırı olarak tesis edilseler bile yasal dava açma süresi geçtikten sonra hukuki kesinlik kazanırlar. Bu durumda hukuken kesinleşmiş işlemlerin, bunların dayanağı olan düzenleyici işlemlerin iptal edildiğinden bahisle yeniden dava konusu edilmeleri idari davalarda süre aşımını düzenleyen yasa kurallarına aykırı olduğu gibi, idari istikrar prensibiyle de bağdaşmaz. Nitekim, normlar hiyerarşisinde en üstte yer alan kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin yargısal denetimini yapan Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümezliği anayasal ilke olarak düzenlenmiş olup diğer düzenleyici işlemlerin yargısal denetiminde de bu ilkenin esas alınması idari istikrar prensibinin zorunlu bir sonucudur.
2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7. maddesinde, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde idare mahkemelerinde altmış gün olduğu; 1 1. maddesinde, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı, 12. maddesinde de, işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Buna göre, belli bir uygulama (ödeme) dönemi esas alınarak istekte bulunulan davalarda idari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7. maddesine göre uygulama üzerine davalı idareye başvurmuş ise 12. maddenin göndermede bulunduğu T1. maddeye göre idarenin bu başvuruya cevap vermemiş olduğu hallerde uygulama tarihinden itibaren en geç 120 gün, idarenin cevap verdiği durumlarda ise uygulama tarihinden itibaren başvuru tarihine kadar geçe süre de hesaba katılmak koşuluyla cevabın davacıya tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idari davanın açılmış olması gerekir.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacının 13.2.2008 tarihli başvurusunun, bu başvuru tarihinden itibaren ileriye dönük olarak ek ödemeden yararlanma istemi olmadığından 2577 sayılı Yasa’nın 10. maddesi kapsamında değerlendirme olanağı bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle davacının 15.9.2003-19.02.2005 tarihleri arasında tuttuğu nöbetler nedeniyle ek ödemelerinin eksik ödendiği, dolayısıyla ödememe işleminin tesis edildiği, aylık 80 saate kadar olan nöbetler nedeniyle eksik ödenen “ek ödeme farkının” ödenmesi isteğiyle yaptığı başvurunun 2577 sayılı Yasa`nın 11. maddesi kapsamında bir başvuru olduğu açıktır. Aksine bir yorum, dava açma süresi geçmekle hukuken kesinleşmiş işlemlerin yeniden yargısal denetime tabi tutulması sonucunu doğuracaktır.
Buna göre, 15.9.2003-19.2.2005 tarihleri arasında yapılan eksik ödemeler nedeniyle davacının 2577 sayılı Yasa`nın 11. maddesi kapsamında 60 günlük süreyi geçtikten çok sonra 13.2.2008 tarihinde yaptığı başvurunun reddi üzerine açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddi gerektiğinden, uyuşmazlığın esasına girilerek davanın reddi yolundaki mahkeme kararının belirtilen gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ile karara katılmıyoruz.
GEREKÇEDE KARŞI OY — Davacı, 15.09.2003-19.02.2005 tarihleri arasında tuttuğu nöbetlere ilişkin ödenmeyen ek ödeme tutarlarının ödenmesi talebiyle 13.02.2008 tarihinde idareye başvurmuş ve talebinin idarece 13.02.2008 tarihinde reddedilmesi üzerine, bu ret işleminin iptali ve ödenmeyen ek ödeme tutarının yasal faiziyle ödenmesine yönelik olarak temyize konu davayı açmıştır.
Her ne kadar davacının idareye başvurusunun temelinde, bu tür ek ödemelerin ödenmeyeceğine dair SSK Ek Ödeme Yönergesine karşı ilgili bir sendika tarafından açılan davada Danıştay idari Dava Daireleri Kurulunun 12.10.2006 tarihli onama kararıyla kesinleşen iptal kararı bulunduğu anlaşılmaktaysa da, somut olayda davacının yazılı başvurusunun 2577 sayılı Kanunun 10. maddesine göre yapılan bir başvuru ve/veya açtığı davanın aynı Kanunun 28. maddesinin 3. fıkrasına göre açılan bir dava olarak nitelenmesine olanak bulunmamaktadır. Nitekim somut olayda davacının idarenin bir eyleminden (idarenin hareketsiz kalarak, tutmuş olduğu nöbetler için davacıya ek ödeme yapmama eylemi) ötürü maddi bir zarara uğradığı ve bu zararının karşılanması talebiyle 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca idareye başvurduğu ve ödeme başvurusunun idarece reddedilmesi üzerine sözkonusu davayı açtığı anlaşılmaktadır. Bu durumda açılan davanın anılan Kanunun 13. maddesi anlamında bir tam yargı davası olarak nitelenmesi daha uygundur, ilgili Yönergenin iptaline ilişkin kararın 12.10.2006 tarihli onama kararı üzerine kesinleştiği dikkate alındığında, davacının gördüğü zarardan tam olarak kendisine tebliğ edilmemiş bu karardan haberdar olduğu tarihte bilgi sahibi olduğu varsayılacağından ve ayrıca idareye yaptığı başvuru her halükarda zarara sebebiyet veren eylemden itibaren 5 yıllık süre içinde kaldığından, somut davanın 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi anlamındaki bir tam yargı davası olarak görülmesine hiçbir engel bulunmamakta olup; davacı sözü edilen yönergeye karşı açılan davada taraf olmadığından, davanın 2577 sayılı Kanunun 28. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen dava kapsamında görülmesine gerek bulunmamaktadır.
Öte yandan, SSK Ek Ödeme Yönergesine ilişkin iptal kararı davacıya tebliğ edilmediğinden ve davacının bu karardan idareye başvuru tarihinde haberdar olduğu varsayılması gerektiğinden davacı açısından 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinde öngörülen 1 yıllık sürenin geçtiği ileri sürülemeyeceği gibi, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca bireylerin geçmiş 5 yıla yönelik olarak devletten olan alacaklarını geçmişe yönelik olarak talep etmeleri mümkün olduğuna ve davacının somut olayda talep ettiği meblağ talep tarihinden itibaren son 5 yıllık süreye ilişkin olduğuna ve ayrıca, davalı idarenin bu ek ödemeyi yapmamasının hukuka aykırı olduğunda kuşku bulunmadığına göre, davacının temyiz isteminin bu gerekçe ile kabulü ve Samsun İdare Mahkemesinin temyize konu kararının bu gerekçeyle bozulması gerektiği düşüncesiyle, çoğunluk kararının gerekçesine katılamıyorum.
DANIŞTAY 17. DAİRE Esas: 2015/465 Karar: 2015/132 Tarih: 23.02.2015
- İYUK 11. Madde
Dava, İstanbul İli, Adalar İlçesi, Büyükada, Maden Mahallesi, … ada, … sayılı parsel önüne isabet eden 500 m2 yüzölçümlü taşınmazın 305 m2’sinin güneşlenme yeri ve iskele yapılmak suretiyle fuzulen işgal edildiğinden bahisle davacı adına ecrimisil tahakkuk ettirilmesine dair 21.11.2007 günlü, 60056-4 Sayılı ecrimisil ihbarnamesi ile bu ihbarnameye itiraz üzerine düzenlenen 18.03.2010 günlü, 28802 Sayılı ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, 04.09.2008 tarihinde tebliğ edilen ecrimisil ihbarnamesine karşı 19.09.2008 tarihinde itiraz edildiği, böylece işlemeye başlamış olan dava açma süresinin on beşinci gününde durduğu, altmış gün içerisinde cevap verilmemek suretiyle itirazın zımnen reddedildiği 18.11.2008 tarihinde dava açma süresinin tekrar işlemeye başladığı ve dava açma süresinden geriye kalan kırkbeşinci günün hafta sonu tatiline denk gelmesi sebebiyle 02.01.2009 tarihinde sona erdiği, bu süreler geçirildikten sonra 18.08.2010 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 74. Maddesine2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 74. Maddesine dayanılarak çıkartılan Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmeliğin işlem tarihinde yürürlükte bulunan 86. maddesinde, takdir edilen ecrimisilin, takdir tarihinden itibaren onbeş gün içinde ecrimisil ihbarnamesi düzenlenerek fuzuli şagile elden veya iadeli taahhütlü mektupla tebliğ edileceği, ecrimisil işlemine karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde ilgili idareye dilekçeyle müracaat edilerek düzeltme talebinde bulunulabileceği, düzeltme taleplerinin, talep tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde bu amaçla oluşturulacak komisyonlarca karara bağlanacağı ve sonucun karar tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde düzenlenecek ecrimisil düzeltme ihbarnamesi ile ilgilisine tebliğ edileceği; 87. maddesinde de, ecrimisilin; ecrimisil ihbarnamesinin, düzeltme talebinde bulunulmuş ise ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin ilgilisine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde muhasebe birimlerine ödeneceği hükme bağlanmıştır.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu, bu sürelerin idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren işlemeye başlayacağı hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, ecrimisil ihbarnamesinin 04.09.2008 tarihinde davacıya tebliği üzerine, davacının anılan Yönetmelikte öngörülen süresi içerisinde, 19.09.2008 tarihinde ihbarnameye itiraz ettiği, itirazın reddine dair olarak 18.03.2010 tarihinde düzenlenen düzeltme ihbarnamesinin 21.07.2010 tarihinde tebliği üzerine 18.08.2010 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda sözü edilen Yönetmelik hükümlerinde, ecrimisil ihbarnamesine karşı yapılacak itiraz ile ilgili olarak, itiraz mercii ve itirazın tabi olacağı süre yönlerinden 2577 Sayılı Yasa’dan farklı “özel” bir düzenleme getirilmiştir. Kendilerine ecrimisil ihbarnamesi tebliğ edilen kişilere var olan dava açma haklarının yanında, bahse konu işlemin değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir işlem tesisi edilmesini sağlamak amacıyla itiraz (düzeltme) talebinde bulunma hakkı da tanınmış, itiraz yoluna başvurulması halinde ise itiraz merciine, konuyu değerlendirmesi ve sonuçlandırması için itiraz dilekçesi, karar ile eklerinin kendisine intikalinden itibaren en çok 30 günlük bir süre verilmiştir.
Bahse konu Yönetmelikte öngörülen itiraz yolu, ecrimisilin kesinleşmesi için tüketilmesi gerekli zorunlu bir yol değil ise de; bu yola başvurulması durumunda tesis edilen işlemin yeni bir işlem olduğunun kabulü gerekir. Bir başka ifadeyle, idare nezdinde yapılan itirazın sonuçlandırılmasıyla, itiraza konu işlem kesinleşmiş olup; dava açma süresinin de kesin işlemin tebliğ tarihinden itibaren başlatılması gerekir.
Dolayısıyla ecrimisil ihbarnamesine karşı yapılan düzeltme talebinin 2577 Sayılı Kanun’un 11. maddesi kapsamında değerlendirilmesine olanak bulunmamaktadır.
Bu itibarla, 21.07.2010 tarihinde tebliğ edilen ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin iptali istemiyle altmış günlük dava açma süresi içerisinde 18.08.2010 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmadığından, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmek üzere Mahkeme kararının bozulması gerekmektedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nin 03.11.2010 gün ve E:2010/1572, K:2010/1572 Sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 23.02.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.