İdari Makamların Sükutu
İYUK Madde 10
İdari makamların sükutu:
Madde 10 – 1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.
-
(Değişik: 10/6/1994-4001/5 md.) Otuz gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer otuz günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Otuz günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren dört ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, otuz günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler (Değişik: 8/7/2021- 7331/1 md.).
-
(Mülga: 10/6/1994-4001/5 md.)
İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) 10. Madde Emsal Danıştay Kararları
DANIŞTAY 11. DAİRE Esas : 2016/7252 Karar : 2017/6416 Tarih : 12.12.2017
- İYUK 10. Madde
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51`inci maddesinde, “niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden” kararların kanun yararına temyiz olunabileceği belirtilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7’nci maddesinin l’inci fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu hükmü getirilmiş; 10’uncu maddesinde, “İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri”; 11 `inci maddesinde de, “İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri almması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; davacının atanması nedeniyle yolluk verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine açılan davada, davacının 26.01.2011 tarihinde göreve başladığı, bu tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açması ya da 2577 sayılı Kanun`un İkinci maddesi uyarınca idareye başvurması gerekirken, bu süre geçirildikten çok sonra anılan atama işleminden kaynaklanan yolluğun verilmesi istemiyle idareye yapılan 09.05.2012 tarihli başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 28.05.2012 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle, süre aşımı yönünden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Yolluk ödenmesine neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır.
Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir.
Atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Davacının, atanmasına ilişkin işlemde “yolluksuz” ibaresi bulunmadığına göre, bu işlemden doğan yolluğunun tarafına ödenmesi için yaptığı başvuru 2577 sayılı Yasa’nın 10`uncu maddesi kapsamında olup, bu başvuru üzerine kurulan işlemin iptali istemiyle açılan davanın süresinde olduğu açıktır.
Bu nedenle, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 10.01.2013 gün ve E:2013/40, K:2013/28 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51`inci maddesi uyarınca, kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesinin 10.01.2013 tarihli ve E:2013/40; K:2013/28 sayılı kararının Danıştay Başsavcılığı tarafından, kanun yararına temyizen incelenerek bozulmasının istenilmesi üzerine işin gereği görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden; Şanlıurfa İli, Bozova İlçe Müftülüğü emrinde 657 sayılı Kanunun 4/B maddesi kapsamında sözleşmeli statüde imam hatip olarak görev yapmakta iken 26.01.2011 tarihinde Karabük İli, Eflani İlçesi, Çörekli Köyüne aynı Kanunun 4/A. maddesi kapsamında kadrolu imam-hatip olarak atanan davacı tarafından, bu atama nedeniyle yolluk ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kalınan tutarın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada; Zonguldak İdare Mahkemesi Hakimliği’nin 02.10.2012 tarihli ve E:2012/839; K:2012/1241 sayılı kararı ile sözlemeli statüde imam hatip olarak görev yapmakta iken yine imam hatip olarak memur kadrosuna atanan ve dolayısıyla yaptığı görevde herhangi bir değişiklik olmaksızın sadece tabi olduğu personel rejimi değişen davacının, sürekli görev yolluğu ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun, 6245 sayılı Kanunun 9/l-(b) maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, kamu hizmetinin yürütülmesi noktasındaki sorumluluk bakımından aralarında farklılık olmayan memur ve sözleşmeli statülü kamu görevlileri arasında hakkaniyete aykırı sonuçlar doğuracak şekilde 6245 sayılı Kanunun 9/1 - (a) maddesi kapsamında değerlendirme yapılıp davacının ilk defa memuriyet kadrosuna atandığından ve bu durumda olan memurlara yolluk ödenmeyeceğinden bahisle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, hak ettiği sürekli görev yolluğunun başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verildiği; bu karara karşı yapılan itiraz isteminin Bölge İdare Mahkemesince; her ne kadar davalı idarece, davacının sözleşmeli olarak görev yapmakta iken açıktan kadrolu olarak (ilk atama suretiyle) yapılan ataması nedeniyle yolluk hakkının bulunmadığı iddia edilmişse de tesis edilen bu işlem ile davacının gördüğü kamu hizmetinin niteliğinin değişmediği sadece tabi olduğu personel rejiminin değiştiği dikkate alındığında davacının naklen atandığının kabulü gerektiği, ancak davacının en geç yeni görev yerinde görevine başladığı 26.01.2011 tarihinden itibaren 6245 sayılı Yasanın 59/3 maddesi uyarınca bir ay zarfında yolluğunun tarafına ödenmesini istemediği gibi, 2577 sayılı Yasa`nın 7. maddesinde öngörülen sürede veya 11. maddedeki süreci işlettikten sonra süresinde dava açmadığı anlaşıldığından atama işleminden sonra uzunca bir zaman geçtikten sonra sürekli görev harcırahı ödenmesi talebiyle yaptığı 09.05.2012 tarihli başvurunun 18.05.2012 tarihli işlemle reddi üzerine 28.05.2012 kayıt tarihli dilekçe ile açılan bu davanın süreaşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiği ve karar düzeltme aşamasından da geçerek kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Danıştay Başsavcılığı, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesi kararının; yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade etmesi nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51, maddesi uyarınca kanun yararına temyizen incelenerek, bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kanun yararına temyiz” başlıklı 51. maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın kanun yararına bozulacağı, bu bozma kararının daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı, bozma kararının bir örneğinin ilgili bakanlığa gönderileceği ve Resmi Gazete`de yayımlanacağı kuralma yer verilmiştir.
6245 sayılı Harcırah Kanunu’nun “Tarifler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde, personel kanunları hükümlerine göre aylık alan kimselerin memur olduğu belirtilmiş; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “istihdam şekilleri” başlığı altında düzenlenen 4. maddesinde, kamu hizmetlerinin memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceği belirtildikten sonra, (A) bendinde, kuruluş biçimine bakılmaksızın, Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini yerine getirmekle görevlendirilenlerin bu Kanunun uygulanmasmda memur sayıldıkları belirtilmiş; (B) bendinde, sözleşmeli personel, kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, Bakanlar Kurulunca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığı’nın görüşü üzerine Maliye Bakanlığı`nca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olarak tanımlanmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun 4. maddesinin (B) bendi kapsamında istihdam edilen sözleşmeli personelin, genel idare esaslarına göre yürütülen, asli ve sürekli bir hizmet görmemekle birlikte, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren “geçici” işlerde, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılması öngörülmüştür.
Belirtilen bu hükümler çerçevesinde, sözleşmeli personel istihdamı yoluna gidilmiş, bu personel hakkında uygulanacak hükümler, 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar ile belirlenmiştir.
06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar`uı 1. maddesinde, bu Esasların 14.07.1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası hükmü uyarınca kamu idare, kurum ve kuruluşlarında mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri hakkında uygulanacağı; 4. maddesinde, personelin sözleşmelerinde belirtilen görev yeri dışında çalıştırılamayacağı, görev yeri dışında geçici olarak gönderilenlerin gündelik ve yol giderlerinin 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümlerinde saptanan süreyi ve 1. derece Devlet memurlarına ödenen harcırah miktarını aşmamak üzere sözleşmelerde belirtileceği kurala bağlanmıştır.
Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların 24.04.2007 tarihli ve 2007/12061 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla değişik 4. maddesinde yer alan, “Sözleşmeli personele geçici görev yolluğu dışında harcırah ödenemez.” düzenlemesi, Danıştay İkinci Dairesi’nin 26.12.2013 günlü, E:2009/140, K:2013/12270 sayılı kararıyla; “temel ve asli fonksiyonları kamu hizmetini yürütmek olan kamu görevlileri, kamu hizmetinin iyi işlemesi için, ya kendi isteklerine dayalı olarak ya da re’sen kanunlarda yer alan kurallar çerçevesinde, yetkili idari makamlarca bulundukları yerden başka bir yere atanabilmekte, bu atamaya bağlı olarak da yeni görev yerlerinde göreve başlayabilmek için bazı giderler yapmak zorunda kalmaktadırlar. Yolluk ödemesi, kamu hizmetinin gerektirdiği durumlarda bu hizmet için görevlendirilen kişilerin katlanacakları giderleri karşılamak üzere yapılan parasal ödemeyi içeren bir idari işlem olup, atama işlemi sonucunda görev yeri değişen kamu görevlisinin karşı karşıya kaldığı külfetin kamu hizmetinin yürütülmesinden kaynaklanması nedeniyle, Kanun koyucu tarafından bu külfetin kamuca karşılanması amacıyla yasal düzenlemeler yapıldığı, 29/03/2009 günlü, 27184 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Esaslar’ın 5. maddesi ile söz konusu Esaslar`a Ek 3. madde eklenerek, sözleşmeli personelin belirli şartları taşıması koşuluyla naklen atanmalarına yönelik düzenleme getirildiğine göre, görev yeri değişikliği nedeniyle kamu hizmetinin yürütülmesinden kaynaklanan külfetin kamuca karşılanması amacıyla sözleşmeli personele harcırah Ödenmesi gerektiğinden, anılan ibarede hukuka uyarlık görülmediği” gerekçesiyle iptal edilmiştir.
Buna göre; 657 sayılı Kanun’un 4/B. maddesi uyarınca kamu personeli olarak istihdam edilen ve kamu hizmetlerinin yürütülmesi ile görevli olan sözleşmeli personelin, 6245 sayılı Harcırah Kanunu`nun 3. maddesi kapsamında memur sayıldıkları, belirli koşullarda naklen atamaya tabi oldukları ve naklen atanmaları halinde de sürekli görev yolluğu almaya hak kazanacakları sonucuna varılmıştır.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7. maddesinin 1.
fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu ve bu sürenin idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükmü getirilmiş; 10, maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay`a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri; 11. maddesinde de, ilgililer tarafmdan idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükmüne yer verilmiştir.
Yolluk ödenmesine (hak kazanılmasına) neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasmda olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafmdan yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Her ne kadar Zonguldak Bölge İdare Mahkemesi’nce, davacının en geç yeni görev yerinde görevine başladığı 26.01.2011 tarihinden itibaren 6245 sayılı Yasa’nın 59/3 maddesi uyarmca bir ay zarfında yolluğunun tarafına ödenmesini istemediği gibi, 2577 sayılı Yasa’nın 7. maddesinde öngörülen sürede veya 11. maddedeki süreci işlettikten sonra süresinde dava açmadığı gerekçesiyle dava süre aşımı yönünden reddedilmiş ise de, dava konusu olayda başvuru öncesinde davacıya tebliğ edilmek suretiyle kendisine yolluk verilmeyeceğine ilişkin bir işlemin mevcut olmaması karşısında; yolluk ödenmesi talebiyle sonradan yapılan başvuru, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru niteliğini taşıdığından, bu konuda çıkan uyuşmazlıkta atandığı yerde göreve başlama tarihinin dava açma suresi için başlangıç olarak alınmasına hukuken olanak bulunmamaktadır,
Yine 6245 sayılı Harcırah Kanunu`nun 59. maddesinde belirtilen bir aylık süre ise dava süresi olmayıp, verilen avansın kapatılması amacına yönelik bir beyanname verme süresi olarak düzenlenmiş olduğundan, dava açma süresinin hesabında dikkate alınmaması gerekmektedir.
Bu nedenle, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 10.01.2013 gün ve E:2013/40, K:2013/28 sayılı kararmda hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüyle, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesinin 10.01.2013 tarihli ve E:2013/40; K:2013/28 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın birer suretinin Danıştay Başsavcılığı, Eflani Kaymakamlığı ile davacıya gönderilmesine ve bu kararın Resmi Gazete`de yayımlanmasına, 12.12.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi
DANIŞTAY 14. DAİRE Esas : 2014/6311 Karar : 2017/2428 Tarih : 18.04.2017
- İYUK 10. Madde
İstanbul İli, Pendik İlçesi, Doğu Mahallesi, Büyükdere Mevkii, 105 pafta, 865 ada, 64 parsel sayılı taşınmaz üzerinde inşa edilen yapının, ruhsat ve imar planlarının iptal edilmesi nedeniyle yapı hakkında ilgili Belediyesi olan Pendik Belediyesi tarafından 3194 sayılı İmar Kanununun 32 ve 42. maddeleri uyarınca herhangi bir işlem yapılmadığından bahisle, bu işlemlerin 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 11. maddesi doğrultusunda Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması yönündeki talebin, reddedilmiş sayıldığı olarak nitelendirilen İstanbul Büyükşehir Belediyesinin 28.06.2012 tarihli cevap yazısının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; dava konusu işlemin, davacıları bilgilendirme mahiyetinde bir hazırlık işlemi olduğu, kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmadığı, bu haliyle idari davaya konu edilemeyeceği gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiş, bu karar, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14. maddesinin 3/d fıkrasında; dilekçelerin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem bulunup bulunmadığı yönünden de inceleneceği, 15. maddesinde ise; sözü edilen 3/d fıkrasında yazılı durumun varlığı halinde davanın reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.
Aynı Kanunun 10. maddesinde; “İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, İdare ve Vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” hükmü yer almaktadır.
Yukarıdaki hükümlerin değerlendirilmesinden; bir idari işlemin iptal davasına konu edilebilmesi için kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olması gerektiği, kesin ve yürütülmesi zorunlu işlemin ise, hukuk düzeninde sonuç doğuran, başka bir makamın onayına ihtiyaç göstermeyen ve ilgililerin hukuki durumunda değişiklikler meydana getiren bir işlem olması gerektiği, öte yandan, ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurmaları halinde, idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği anlaşılmaktadır.
5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanununun, “Büyükşehir belediyesinin imar denetim yetkisi” başlıklı, 11. maddesinde; “Büyükşehir belediyesi, ilçe belediyelerinin imar uygulamalarını denetlemeye yetkilidir. Denetim yetkisi, konu ile ilgili her türlü bilgi ve belgeyi istemeyi, incelemeyi ve gerektiğinde bunların örneklerini almayı içerir. Bu amaçla istenecek her türlü bilgi ve belgeler en geç onbeş gün içinde verilir. İmar uygulamalarının denetiminde kamu kurum ve kuruluşlarından, üniversiteler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından yararlanılabilir, Denetim sonucunda belirlenen eksiklik ve aykırılıkların giderilmesi için ilgili belediyeye üç ayı geçmemek üzere süre verilir. Bu süre içinde eksiklik ve aykırılıklar giderilmediği takdirde, büyükşehir belediyesi eksiklik ve aykırılıkları gidermeye yetkilidir. Büyükşehir belediyesi tarafından belirlenen ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapılar, gerekli işlem yapılmak üzere ilgili belediyeye bildirilir. Belirlenen imara aykırı uygulama, ilgili belediye tarafından üç ay içinde giderilmediği takdirde, büyükşehir belediyesi 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun 32 ve 42 nci maddelerinde belirtilen yetkilerini kullanma hakkını haizdir. Ancak 3194 sayılı Kanunun 42 nci madde kapsamındaki konulardan dolayı iki kez ceza verilemez.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; İstanbul İli, Pendik İlçesi, Doğu Mahallesi, 105 pafta, 865 ada, 57 ve 59 parsel sayılı taşınmazların maliki ve bu taşınmazların üzerinde bulunan fabrikaların işletmecisi olan davacılar tarafından, komşu parselleri olan 64 parsel sayılı taşınmaz üzerinde inşa edilmekte olan Pendorya Alışveriş Merkezinin, imar planları ile inşaat ruhsatının İdari Yargı yerlerince iptal edilmesi nedeniyle ruhsatsız hale geldiği, yapı hakkında 3194 sayılı Yasanın 32 ve 42. maddeleri uyarınca işlem yapılması yönünde ilgili Pendik Belediyesine yapılan başvuruya olumsuz cevap verildiği, ilçe belediyesince yapılmayan işlemlerin 18.05.2012 tarihli dilekçeleri ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 11. maddesi doğrultusunda Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması yönündeki taleplerinin, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, 28.06.2012 tarihli cevabıyla reddedilmiş sayıldığı kabul edilerek görülmekte olan davanın açıldığı, dava konusu 28.06.2012 tarihli yazının sonuç kısmı içeriğinin ise; “ilgili şikayet dilekçesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu, Mer-i İmar Planı, İmar Mevzuatı ve ilgili yönetmelikler doğrultusunda, Başkanlığınız teknik elemanlarınca imar işlem dosyasında ve mahallinde tetkik edilerek gerekli yasal işlemlerin yapılması ve sonucundan evrak suretiyle birlikte Başkanlığımıza ve ilgilisine bilgi verilmesi…” şeklinde olduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, davalı idarenin dava konusu edilen cevap yazısının, davacılar açısından, yeterli ve tatmin edici açıklıkta görülmeyerek, taleplerini tam olarak karşılamadığının iddia edildiği, dolayısıyla 2577 sayılı Kanunun yukarıda anılan 10. maddesi kapsamında yapılmış başvuruya verilen cevabın istemin reddi sayılarak bakılan davanın açıldığı, bu haliyle söz konusu işlemin, davacıların isteminin reddi şeklinde nitelendirilmesi gerektiği ve tüm bu hususlar doğrultusunda idari davaya konu edilebilecek mahiyette bir işlem olduğu anlaşıldığından, İdare Mahkemesince, uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın incelenmeksizin reddi yolunda verilen kararda hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; İstanbul 10. İdare Mahkemesinin 27/09/2013 günlü, E:2012/1423, K:2013/1708 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 18/04/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 15. DAİRE Esas : 2016/10002 Karar : 2017/1353 Tarih : 23.03.2017
- İYUK 10. Madde
Dava, davacının, ikamet etmekte olduğu yörede meydana gelen terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kaldığı ve hala köye dönemediğinden bahisle malvarlığına ilişkin olarak uğradığını ileri sürdüğü zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini istemiyle başvuruya cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince; davacı vekilince İl Valiliğine yapılan başvuru üzerine 5233 sayılı Kanunda belirtilen altı aylık sürenin son bulduğu ve bu tarihten itibaren de 2577 sayılı Kanunda belirtilen sürenin geçirilerek geç açılan iş bu davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenebilmesine hukuken imkan bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.Davacı tarafından, anılan Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası`nın “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı II. Bölümünün, “Hak Arama Hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinde; herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma haklarına sahip olduğu hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay`da ve İdare Mahkemelerinde altmış gün olduğu, 10. maddesinde ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, istemin reddi veya zımnen reddi hallerinde dava açma süresi içinde dava açılabileceği ve 15. maddesinin 1/b bendinde ise, süre aşımı halinde davanın reddine karar verileceği kuralı yer almıştır.
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun 1. maddesinde; “ Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”, 6. maddesinde de; “Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz. İlgili valilik dışında diğer valilikler, kaymakamlıklar, Türkiye Cumhuriyeti dış temsilcilikleri, diğer bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan başvurular ilgili valiliğe gönderilir. Komisyon, zarar görenlerce yapılacak her başvuru ile ilgili çalışmalarını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde tamamlamak zorundadır. Zorunlu hâllerde, bu süre vali tarafından üç ay daha uzatılabilir…” hükmüne yer verilmiştir.
20.10.2004 tarih ve 25619 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, Komisyonlara yapılacak başvuruların süresi, şekli ve sonuçlandırılması başlıklı 8. Maddesinde, komisyonun, yapılan her başvuru ile ilgili çalışmalarını başvuru tarihinden, başka mercilere yapılan başvurularda başvurunun ilgili valiliğe ulaşmasından itibaren ay içinde tamamlamak zorunda olduğu, zorunlu hallerde bu sürenin komisyon kararı ve vali onayı ile üç ay daha uzatılabileceği hükme bağlanmıştır.
Adli süreçlerde tektipliği öngören usul kuralları ve bu kapsamda başvuru süreleri, başvurucular açısından keyfilikten uzak, eşit muamele imkanı yoluyla öngörülebilirlik sağlamakta, böylece hukuki güvenliği temin etmektedir. Ancak adli süreçte istikrarı sağlamak için getirilmiş prosedürlerin, hakkın özünü ortadan kaldıracak ve kişinin mahkemeye erişimini engelleyecek şekilde uygulanmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir.
Yukarıda yer verilen hükümler uyarınca, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara yaptıkları başvuruya altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı ve bu altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açılabileceği kurala bağlanmış olmakla birlikte, 5233 sayılı Kanunda idarelerin işlem tesis etme süreleri ile ilgili olarak farklı bir düzenlemeye gidilmiştir. Anılan Kanunun 6. maddesinde, zarar görenlerce yapılacak başvurular ile ilgili çalışmaların, başvuru tarihinden itibaren 6 ay içinde tamamlanmak zorunda olduğu, zorunlu hâllerde ise, bu sürenin vali tarafından 3 ay daha uzatılabileceği belirtilmiş ise de, sürenin hangi hallerde uzatılabileceği, idareye başvuru tarihinden itibaren 6 ay içerisinde başvuruların sonuçlandırılamaması ve bu sürenin 3 ay daha uzatılmış olması hallerinde başvuruculara durumu açıklayıcı bir bildirim yapılıp yapılmayacağına veya başvurucuların bu durumdan haberdar olup olmadığının tespitine yönelik mevzuatta bir düzenleme bulunmamaktadır. İş yoğunluğu durumu dikkate alınarak başvurucuların sürenin 3 ay uzatılmış olabileceğini düşünmeleri de olasıdır. Başvurucuların sürenin 3 ay uzatılıp uzatılmadığını bilmediği hallerde, dava açma süresinin bu durumun göz ardı edilerek hesaplanması hak arama hürriyetinin dayanaktan yoksun olarak kısıtlanması anlamına gelir. Bu da, hukuken kabul edilebilir bir durum değildir.Bu nedenlerle, 5233 sayılı Kanunun 6. maddesi uyarınca yapılan başvuruya 6 ay içerisinde cevap verilmemesi durumu zımni ret olarak kabul edilip bu 6 aylık sürenin bitiminden itibaren 60 gün içinde dava açılabileceği gibi, başvurunun sonuçlandırılma süresinin 3 ay uzatıldığı düşünülerek 6+3 aylık sürenin dolması üzerine, bu sürenin zımni ret olarak kabul edilip, 6+3 aylık sürenin bitiminden itibaren 60 gün içinde de dava açılabileceği sonucuna varılmıştır. Uyuşmazlık konusu olayda, davacı vekilince Zarar Tespit Komisyonuna başvuru yapıldığı, 5233 sayılı Kanunda belirtilen 6+3 aylık sürenin son bulduğu tarihten itibaren de 2577 sayılı Kanunda belirtilen 60 gün içinde kayda giren dilekçe ile süresinde davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi`nin kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 11. DAİRE Esas : 2016/676 Karar : 2016/2400 Tarih : 12.05.2016
- İYUK 10. Madde
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince Danıştay Dava Daireleri Arasındaki İş Bölümünün belirlendiği Danıştay Başkanlık Kurulunun 15.01.2016 tarihli ve K2016/1 sayılı kararı uyarınca Dairemize gönderilen dosya incelenerek işin gereği görüşüldü:
Dava, Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı . Fabrikası Müdürlüğünde teknisyen olarak görev yapmakta olan davacı tarafından, Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Talaşlı Üretim Öğretmenliği bölümünden 02.03.2011 tarihinde mezun olması nedeniyle, 22.04.2013 tarihli Devlet Personel Başkanlığının görüşü de dikkate alınarak derece ve kademesinin lisans diplomasına göre düzenlenmesi isteğiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile mahrum kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince; davacının Kurum kayıtlarına giren 14.09.2011 tarihli dilekçesi ile mezuniyet belgesini sunarak, anılan belgenin intibakında yeniden değerlendirilmesi isteminde bulunduğu ve bu talebin reddine dair cevabın 01.11.2011 tarihli işlem ile davacıya tebliğ edildiği dikkate alındığında, bu işleme karşı en geç 02.01.2012 tarihine kadar dava açması veya 2577 sayılı Yasa’nın 11. maddesi uyarınca anılan işlemin geri alınması veya kaldırılması isteğiyle başvuruda bulunması gerekirken, 05.05.2014 tarihinde yapılan başvurunun reddi üzerine 28.08.2014 tarihinde açılan davanın esasının incelenemeyeceği ve bu başvurunun 2577 sayılı Yasa`nın 10. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı, Mahkeme kararının, hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesinde, ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabileceği, 60 gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, 60 günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay`a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, 60 günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı, istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, 60 günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren 60 gün içinde dava açılabileceği kurala bağlanmıştır.
Kamu personelinin gerek görevde bulundukları sırada, gerekse emekliye ayrılmış olmaları hallerinde, parasal ve özlük hakları yönünden her ay hukuki sonuç doğuran, diğer bir ifadeyle süregelen etkileri bulunan idari işlemlere karşı ilk tesis edildikleri ya da ilk uygulandıkları anda dava açılmamış olması, başvuru tarihinden itibaren ileriye dönük sonuçlar doğurmak üzere sonradan yapılacak başvurulara dayalı olarak tesis edilen işlemlerin dava konusu edilmelerine engel değildir.
Bu nedenle ilgililerin, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi uyarınca, haklarında Kanunların öngördüğü işlemlerin yapılması için her zaman idareye başvurabileceklerini ve isteklerinin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde de anılan maddede öngörülen usule uygun olarak dava açabileceklerini kabul etmek gerekir.
Dava dosyasının incelenmesinden, Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı … Fabrikası Müdürlüğünde teknisyen olarak görev yapmakta olan davacı tarafından, 14.01.2011 tarihli dilekçesi ile Lisans mezuniyetine göre derece ve kademe intibakının yapılmasını telep etmesine rağmen bugüne kadar düzenleme yapılmadığından bahisle, Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Talaşlı Üretim Öğretmenliği bölümünden 02.03.2011 tarihinde mezuniyeti nedeniyle, 22.04.2013 tarihli Devlet Personel Başkanlığının görüşü de dikkate alınarak kazanılmış hak aylığına esas derece ve kademesinin lisans diplomasına göre düzenlenmesi isteğiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve mahrum kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacı tarafından intibakının yapılması isteğiyle yapılan başvurunun, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi kapsamında olduğu, talebin haklı bulunması halinde ancak ileriye yönelik sonuç doğuracağı hususu gözetilerek, süresi içinde açılan davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken, İdare Mahkemesince davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinde usul hükümlerine uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına; dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere Mahkemeye gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde Danıştayda karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.05.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 12. DAİRE Esas : 2016/3057 Karar : 2016/2077 Tarih : 12.04.2016
- İYUK 10. Madde
Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği görüşüldü: Dava; Türkiye Diyanet Vakfı’na ait Ankara 29 Mayıs Hastanesi’nde işçi olarak görev yaparken iş akdi fesh edilen davacı tarafından, işe iade edilmesi istemiyle açılan davanın lehine sonuçlandığından bahisle, 6518 sayılı Kanun’un 122. maddesiyle 663 sayılı KHK`ya eklenen Geçici 14. madde uyarınca kamuda istihdam edilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin 11.12.2014 tarihli ve 2995 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacının yapmış olduğu ilk başvurunun 01.04.2014 tarihinde idarece reddi üzerine 60 günlük süre içerisinde dava açılması gerekirken, bu süre geçtikten sonra 14.01.2015 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle, davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde; dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu hükme bağlanmış, aynı Kanun’un 10. maddesinde ise; “1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. 2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” hükmü yer almıştır.
6518 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 122. maddesiyle 663 sayılı KHK`ya eklenen Geçici 14. maddede; “(1) Türkiye Diyanet Vakfına ait hastaneler, taşınır ve taşınmazları; alt işveren veya hizmet alımı ilişkisi olmaksızın bir iş sözleşmesine dayalı olarak 21/11/2013 tarihi itibarıyla anılan hastanelerde çalışmakta olup da Sosyal Güvenlik Kurumuna tescili yapılmış olanlardan 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48’inci maddesinde öngörülen genel ve ilgili kadro veya pozisyon için aranılan özel şartları taşıyanlar aşağıdaki usul ve esaslar çerçevesinde Vakfın talebi üzerine bir yıl içinde Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna devredilir. (2) (…) b) Birinci fıkrada belirtilen şartları taşıyan personelden bir ay içinde talepte bulunanlardan; (… ) 2) Tabipler ve diş tabipleri dışındaki diğer personel, yaptıkları iş, eğitim durumu ve bulundukları pozisyon dikkate alınarak Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Maliye Bakanlığının izni ile çalışmakta oldukları ildeki Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumunun ihtiyaç bulunan sağlık kurum veya kuruluşlarına, döner sermaye adına vizelenecek pozisyonlarda istihdam edilmek üzere, 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (B) fıkrası hükümleri uyarınca sözleşmeli personel statüsüne geçirilir. Atamada ve sözleşmeli personel pozisyonlarına geçirilmede, iş sözleşmeleri askıda bulunanlar dâhil tam zamanlı çalışanlar ile emeklilik veya yaşlılık aylığı kesilmek suretiyle çalışanlar dâhil herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanmamış olanlar dikkate alınır. İş sözleşmesi askıda bulunanlar, iş sözleşmesinin askıya alınmasını gerektiren hâlin bitiminden itibaren bir ay içinde talepte bulunmaları kaydıyla bu madde hükümlerinden yararlandırılır. (…)” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; Türkiye Diyanet Vakfı’na ait Ankara 29 Mayıs Hastanesi’nde işçi olarak görev yapan davacının iş akdinin 24.06.2013 tarihinde idarece fesh edildiği, davacı tarafından bu feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade edilmesi istemiyle 24.07.2013 tarihinde Ankara 10. İş Mahkemesi’nin E:2013/1309 sayılı dosyasında dava açıldığı, bu dava devam ederken 19.02.2014 tarihli ve 28918 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6518 sayılı Kanun’un 122. maddesiyle 663 sayılı KHK’ya eklenen Geçici 14. madde ile Türkiye Diyanet Vakfı’na ait hasteneler ile burada görev yapan personelin Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’na devrine ve nakline ilişkin düzenleme yapıldığı, anılan maddede şartları taşıyan personele nakil için 1 ay içerisinde talepte bulunma şartı getirildiği, davacı tarafından hak kaybına uğramamak için 07.03.2014 tarihinde başvuru yapıldığı, 01.04.2014 tarihli işlemle bu başvurusunun reddedildiği, bu arada davacı tarafından açılan davada Ankara 10. İş Mahkemesi’nin 09.07.2014 tarihli ve E:2013/1309, K2014/799 sayılı kararıyla, feshin geçersizliğinin tespitine ve davacının işe iadesine karar verildiği, bu kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 3.10.2014 tarihli ve E:2014/25554, K:2014/27366 sayılı kararıyla onanarak 13.10.2014 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine davacı tarafından lehine verilen söz konusu yargı kararı dayanak gösterilerek 6518 sayılı Kanun’un 122. maddesiyle 663 sayılı KHK`ya eklenen Geçici 14. madde uyarınca kamuda istihdam edilmesi istemiyle yapılan 19.11.2014 tarihli başvurunun,11.12.2014 tarihli ve 2995 sayılı işlemle reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bakılan olayda, davacının 6518 sayılı Kanun’un 122. maddesiyle 663 sayılı KHK’ya eklenen Geçici 14. madde uyarınca kamuda istihdam edilmesine yönelik dava konusu başvurusuna dayanak oluşturan davanın, Ankara 10. İş Mahkemesi’nin 09.07.2014 tarihli ve E:2013/1309, K:2014/799 sayılı kararıyla lehine sonuçlandığı ve bu kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 13.10.2014 tarihli ve E:2014/25554, K:2014/27366 sayılı kararıyla onanarak 13.10.2014 tarihinde kesinleştiği dikkate alındığında, bu yargı kararına dayanılarak davacı tarafından 19.11.2014 tarihinde yapılan başvurunun 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi kapsamında olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, davacı tarafından 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca yapılan başvurunun reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemin iptali istemiyle altmış günlük dava açma süresi içinde açılan davada süre aşımı bulunmadığından İdare Mahkemesi`nce işin esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süreaşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 12/04/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 13. DAİRE Esas : 2016/956 Karar : 2016/687 Tarih : 15.03.2016
- İYUK 10. Madde
Davacılar ve vekili tarafından; davacılara ait akaryakıt istasyonunun, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 20. maddesinin 8. fıkrası uyarınca mühürlenmesine ilişkin işlemin kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin 06.11.2015 tarih ve 54322 sayılı Denetim Dairesi Başkanlığı işleminin iptali istemiyle ‘na karşı açılan davada; Ankara 17. İdare Mahkemesi’nin, esas itibarıyla iptali istenilen mühürleme işleminin Manisa Emniyet Müdürlüğü personelince tesis edilmiş olması nedeniyle, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde yetkili mahkemenin dava konusu idari işlemi tesis eden kolluk ve il müdürlüklerinin bulunduğu Manisa İdare Mahkemesi olduğu kabul edilerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca davanın görüm ve çözümünde Manisa İdare Mahkemesi’nin yetkili olduğu yönünde verilen 02.12.2015 tarih ve E:2015/3018, K:2015/2158 sayılı kararı ile; Manisa 1. İdare Mahkemesi’nin, “davacıların iddiaları göz önüne alındığında, uyuşmazlığın 24.10.2013 tarihinde yapılan denetim sonucunda akaryakıt istasyonunun mühürlenmesine ilişkin işlemden değil, akaryakıt istasyonunun ve taşınmazın maliki olan davacıların mühürlemenin kaldırılması istemiyle 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında yaptıkları başvurunun reddine ilişkin Denetim Dairesi Başkanlığı’nın işleminden kaynaklandığı, davanın görüm ve çözümünde 2577 sayılı Kanun’un 32/1. maddesinde düzenlenen genel yetki kuralı uyarınca, dava konusu işlemi tesis eden Denetim Dairesi Başkanlığı’nın bulunduğu yer idare mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesi’nin yetkili olduğu” yönünde verilen 09.02.2016 tarih ve E:2016/64, K:2016/93 sayılı kararı üzerine ortaya çıkan yetki uyuşmazlığına ilişkin dosya 2577 sayılı Kanun`un 43/1-b maddesi uyarınca incelenerek işin gereği görüşüldü:
2577 sayılı Kanun’un 32. maddesinin 1. fıkrasında, “Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu Kanun`da veya özel Kanunlarda yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması hâlinde, yetkili idare mahkemesi, dava konusu olan idarî işlemi veya idarî sözleşmeyi yapan idarî merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir.” kuralına yer verilmiştir.
Dosyasının incelenmesinden; işletmeciliğini bayilik lisansı sahibi … Petrol Tekstil Tarım İnşaat Temizlik Turizm Sanayi Ticaret Limitet Şirketi’nin yaptığı, davacılara ait akaryakıt istasyonunun, 24.10.2013 tarihinde yapılan denetim sonucunda dağıtıcı dışında akaryakıt temin edildiği ve jet yakıtı ikmal edildiğinin tespit edildiği gerekçesiyle mühürlendiği, sorumlu kişiler hakkında 5607 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan açılan davada, Akhisar 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 05.12.2014 tarih ve E:2014/492, K:2014/1115 sayılı kararı ile sanıklardan biri hakkında mahkumiyet kararı verildiği; akaryakıt istasyonunun maliki olan davacıların ise, istasyonu işleten şirketle aralarında imzalanmış olan kira sözleşmesinin feshedildiği, mühürlemenin tamamen istasyonu kira sözleşmesi ile işleten şirketin faaliyetleri nedeniyle yapıldığı, kendilerinin sadece taşınmazın ve üzerinde bulunan akaryakıt istasyonunun sahibi oldukları, mühürlemeye konu eylemlerle bir ilgilerinin bulunmadığından bahisle 05.11.2015 tarihli dilekçe ile mühürlemenin kaldırılması istemiyle başvuruda bulundukları; bu başvurunun reddine ilişkin Denetim Dairesi Başkanlığı`nın 06.11.2015 tarih ve 54322 sayılı işleminin dava konusu edildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, her ne kadar mühürleme işlemi Manisa Emniyet Müdürlüğü personelince gerçekleştirilmiş ise de, davaya konu edilen işlemin, kolluk kuvvetlerince gerçekleştirilen mühürleme işlemi olmayıp, mühürlerin kaldırılarak akaryakıt istasyonunda piyasa faaliyetine izin verilmesi yönündeki başvurunun reddine ilişkin işlemi olduğu görüldüğünden, yukarıda söz edilen Kanun hükümleri uyarınca uyuşmazlığın çözümünde, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 32. maddesinin 1. fıkrası uyarınca işlemi tesis eden idarenin bulunduğu yerdeki Ankara İdare Mahkemesi`nin yetkili olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde Ankara İdare Mahkemesi’nin yetkili olduğuna, dava dosyasının Ankara 17. İdare Mahkemesine gönderilmesine, kararın Manisa 1. İdare Mahkemesi`ne ve taraflara tebliğine, oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2013/6307 Karar : 2016/314 Tarih : 28.01.2016
- İYUK 10. Madde
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeksizin işin gereği düşünüldü:
T. Telekom A.Ş.’nde görev yapmakta iken 4046 sayılı Yasanın 22. maddesi uyarınca 08.09.2010 tarihinde Niğde Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanan davacı, maaş nakil ilmühaberinin, yılda 4 defa aldığı ikramiye tutarının dahil edilerek düzeltilmesine yönelik olarak Türk Telekom Genel Müdürlüğü`ne yaptığı 07.10.2011 günlü başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kaldığı parasal hakların, 08.08.2011 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Aksaray İdare Mahkemesince verilen 14/03/2013 günlü, E:2012/141; K:2013/152 sayılı kararla; dava konusu işlemin 15/12/2011 tarihinden sonraki eksik ödemelere yönelik kısmının iptaline, işlemin bu kısmı nedeniyle yoksun kalınan parasal hakların tahakkuk tarihleri itibarıyla işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine; 08/08/2011 - 15/12/2011 tarihleri arasındaki eksik ödemelere yönelik kısmının süre aşımı yönünden reddine, hükmedilmiştir.
Davalı İdare, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğunu öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinde, Danıştayda ve idare mahkemelerinde idari dava açma süresinin, kural olarak yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren altmış gün olduğuna işaret edilmiş; 11 inci maddesinde, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükmüne yer verilmiş; aynı Yasanın 10. maddesinde ise, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurulabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, İlgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde İdarece verilen cevap kesin değilse, ilgilinin bu cevabı, İsteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği; bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği; ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği; dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilecekleri kuralı getirilmiştir.
Yukarıya alıntısı yapılan Yasa maddeleri birlikte değerlendirildiğinde:
2577 sayılı Yasanın yukarıda belirtilen 7. maddesi, ilgililerin menfaatini ihlal eden bir idari işlemin kurulması durumunda, bu işlemin iptali talebiyle açılan davalarda dikkate alınacak genel dava açma süresini düzenlemekte; 11. maddesi, hakkında idari işlem tesis edilen ilgililerin idari dava açmadan önce işlemin “kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması” talebiyle yapabilecekleri başvuruların süresine ve başvuru halinde dava açma süresinin nasıl hesaplanacağına yönelik kurallar getirmekte; Yasanın 10. maddesi ise, önceden idari bir işlem kurulmadığı durumlarda, idari bir işlem tesisi istemiyle İdareye yapılan başvurular üzerine açılacak davalarda süre yönünden uygulanması gereken kuralları belirlemektedir. Özet olarak, 11. maddede, ilgili hakkında daha önce kurulmuş bir idari işlemin “kaldırılması, geri alınması veya değiştirilmesi”nin istenmesi halinde dava süresinin ne şekilde hesaplanacağı düzenlenmişken, 10. madde uygulamasında, İdarece kurulmuş bir işlem mevcut değilken, ilgilinin, hakkında idari işlem yapılması amacıyla İdareye yaptığı başvuru üzerine tesis edilen olumsuz işleme karşı açılacak davanın süresinin ne şekilde hesaplanacağı açıklanmaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Telekomünikasyon A.Ş.`nde görev yapmakta iken, 4046 sayılı Yasa uyarınca Devlet Personel Başkanlığına bildirildikten sonra, Niğde Üniversitesi Rektörlüğü emrine atanarak 27.08.2008 tarihinde göreve başladığı ve maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesine yönelik olarak Türk Telekom Genel Müdürlüğüne yaptığı 07.10.2011 günlü başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ve parasal hak istemiyle 03.02.2012 tarihinde temyizen incelenmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Maaş nakil belgesinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine yönelik işleme karşı açılan davada, dava açma süresinin hesaplanmasında, 2577 sayılı Yasanın 10. maddesinin dikkate alınması mümkün olmayıp, aynı Yasanın 7 ve 11. maddelerinin uygulanması gerekmektedir. Anılan Kurumda 27.08.2008 tarihinde göreve başlayan davacının, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle, atandıktan sonraki ilk uygulama işlemi olan 15.09.2008 tarihinden sonra 7 ve 11. maddeler göz önünde bulundurularak, 60 günlük dava açma süresi içerisinde dava açması gerekirken, 03.02.2012 tarihinde açılan dava süresinde değildir.
Bu durumda, temyize konu kararda dava konusu işlemin iptaline ve parasal hakka hükmedilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı İdarenin temyiz isteminin kabulüyle, Aksaray İdare Mahkemesince verilen 14/03/2013 günlü, E:2012/141; K:2013/152 sayılı kararın;2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/c fıkrası uyarınca bozulmasına; aynı maddenin 3622 sayılı Kanun`la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, kullanılmayan 40,00-TL yürütmenin durdurulması harcının istemi halinde davalıya iadesine, oyçokluğuyla karar verildi.
Başkan
KARŞI OY :
Davacının aylığının belirlenmesi ile ilgili davanın, yeni kurumuna başvurusu üzerine uyuşmazlık doğduğu takdirde ve yeni kurumuna karşı açması halinde incelenmesi mümkündür.
Temyiz edilen karar, idari bir merci olmayan şirketçe düzenlenen maaş nakil bildiriminin iptali istemiyle açılmış bir davada verilmiştir. Maaş nakil bildirimi, düzenleyen şirket dikkate alındığında idari bir işlem olmadığı gibi, kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem de değildir. Bu özellikleri yönünden idari bir davaya konu olması hukuken olanaksız olan işleme karşı açılan davanın 2577 sayılı Kanunun 15/1-b maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekirken, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir. Bu gerekçeyle kararın bozulması gerektiği görüşüyle karara karşıyım
DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2013/10505 Karar : 2015/10128 Tarih : 10.12.2015
- İYUK 10. Madde
Dava, Ağrı ili, Patnos ilçesi, Zirekli İlkokulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta olan davacının eşi tarafından, eş durumu özrü nedeniyle Rize iline atanması istemiyle 21/09/2012 gün ve 20495 sayılı dilekçe ile yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Erzurum 2. İdare Mahkemesi`nin 15/07/2013 günlü, E:2012/1386, K:2013/694 sayılı kararıyla; idari başvuru dilekçesinin davacının eşi Ersin Öğütalan tarafından yapıldığı görülmekte ise de; 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinde menfaati ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının idari dava türleri arasında sayılması, davacının atanması istemiyle eşi tarafından yapılan başvurunun davacının menfaatini ihlal etmesi ve sadece idari başvuru yapanların o işleme karşı dava açabileceği yönünde açık bir sınırlama bulunmaması karşısında; davacının dava açma ehliyetinin bulunduğu görülerek işin esasına geçilmesi suretiyle yapılan yargılama sonucunda, davacının zorunlu atamaya tabi Hakim olarak görev yapan eşi nedeniyle eş durumu mazeretine binaen Rize iline atanma talebinin, Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin 9. maddesi uyarınca norm kadro durumuna bakılmaksızın öncelikli olarak yerine getirilmesi gerekirken, yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlem iptal edilmiştir.
Davalı idare, hukuka aykırı olduğu iddiasıyla İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, neden, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından iptal davası açılabileceği belirtilmiş, anılan Yasanın “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” başlıklı 14. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendinde; dava dilekçesinin, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem olup olmadığı yönünden inceleneceği belirtilmiş, 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise; davaya konu edilen işlemin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem niteliğinde bulunmaması durumunda davanın reddedileceği, aynı Yasanın 10. maddesinde ise, ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacının, Ağrı ili, Patnos ilçesi, Zirekli İlkokulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta iken eşinin Rize İdare Mahkemesi Hakimi olarak atandığı, davacının eşi tarafından, eş özrü kapsamında davacının Rize iline atanması için 21/09/2012 gün ve 20495 sayılı dilekçe ile yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Uyuşmazlıkta, davaya konu edilen zımni ret işleminden önce idareye yapılan başvurunun, bizzat davacı tarafından ya da davacı adına başvuru yapmaya yetkili vekil aracılığıyla yapılmadığı, doğrudan doğruya davacıyı ilgilendiren görev yeri değişikliğine ilişkin bir hususta davacı adına başvuru yapmaya yetkisi olmayan eş tarafından yapılan başvuruya idarece herhangi bir cevap verilmediği görülmektedir.
Bu durumda, davacı tarafından idareye yapılan usulüne uygun bir başvuru ve bu başvuru üzerine davacı adına tesis edilmiş bir işlem bulunmadığından, ortada idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlemin mevcut olmaması nedeniyle işin esasına girilmeksizin 2577 sayılı Kanun`un 15/1-b maddesi uyarınca davanın reddi gerekirken, Mahkemece işin esasına girilerek karar verilmesinde usul hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 15/07/2013 günlü, E:2012/1386, K:2013/694 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun temyize konu kararın verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan haliyle 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun’la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay`a kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 10/12/2015 tarihinde, oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY İdare Mahkemesince verilen karar hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
DANIŞTAY 8. DAİRE Esas : 2014/11377 Karar : 2015/8278 Tarih : 8.10.2015
- İYUK 10. Madde
Dava, davacı tarafından, kızı .`in vefat olayının incelenmesi amacıyla oluşturulan inceleme komisyonunda görev alan Prof. Dr. . , Prof. Dr. . ve Doç. Dr. . hakkında ceza soruşturması açılması istemiyle yaptığı 29.07.2013 tarihli başvurunun reddine ilişkin 21.08.2013 tarih ve 317118898 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, konusu, tarafları, sebebi aynı olan işleme karşı ikinci kez idareye başvurarak ret kararı almanın dava açma süresini ihya etmeyeceği gibi kişiye aynı hususa yönelik davayı ikinci kez açma hakkı vermeyeceği de dikkate alındığında, görülmekte olan davayla Ankara 3. İdare Mahkemesi`nin 2013/803 esas sayılı davanın konusu, tarafları, sebebi aynı olması ve bu davanın süre aşımı nedeniyle ret edilerek kesinleşmiş olması karşısında kesin hüküm nedeniyle davanın reddi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Dava Açma Süresi” başlıklı 7. maddesinin 1. fıkrasında, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğunun kurala bağlandığı, aynı Kanunun “İdari Makamların Sükutu” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrasında, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabileceği, 2. fıkrasında da, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabileceği, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceği hükümlerine yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından Ankara 6. İdare Mahkemesinin iptal kararı üzerine 2011 yılında oluşturulan inceleme komisyonu üyeleri hakkında soruşturma açılması istemiyle yaptığı 29.07.2013 tarihli başvurunun reddine ilişkin 21.08.2013 tarih ve 317118898 sayılı yazı ile cevap verilmesi üzerine görülmekte olan davanın açıldığı; ancak davacının, daha önce inceleme komisyonu üyeleri hakkında soruşturma açılması istemiyle 05.01.2012 tarihinde de başvuruda bulunduğu, anılan istemin reddi üzerine yaptığı başvurunun reddi nedeniyle Ankara 3. İdare Mahkemesi`nin 2012/803 sayılı esasında açılan davanın süre aşımı nedeniyle 30.11.2012 tarihinde 2012/803 Karar sayısı ile reddedildiği ve bu kararının, taraflarca kanun yoluna gidilmeksizin, 11.03.2013 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Uyuşmazlık; tarafları, sebebi ve konusu aynı olan bir dava hakkında önceden verilmiş bulunan süre ret kararı üzerine ilgililerin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesine göre yapacakları yeni bir başvuru ile yeniden dava açma hakkının doğup doğmadığı ve süre yönünden davanın reddine ilişkin kararın daha sonra açılan dava bakımından kesin hüküm teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.
Hukuk düzeninde istikrarı ve hukuk güvenliğini sağlama amacı taşıyan kesin hüküm, doktrinde, şekli ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere iki başlıkta ele alınmaktadır. Şekli anlamda kesin hüküm, yargı yerince verilen karara karşı olağan kanun yollarına başvurulamayacağını ifade etmektedir. Dolayısıyla söz konusu terim ile, görülmekte olan davanın şeklen sona ermesi kastedilmektedir.
Maddi anlamda kesin hüküm ise; uyuşmazlığın esasını çözen nihai yargı kararlarının, kimse tarafından değiştirilememesini ve daha sonra açılan dava bakımından bağlayıcı olmasını; diğer bir anlatımla taraflar arasındaki uyuşmazlığın bir daha dava konusu yapılamamasını ifade etmektedir. Buna göre, bir kararın maddi anlamda kesin hüküm niteliği taşıması halinde; tarafları, sebebi ve konusu aynı olan yeni bir dava açılması hukuken mümkün bulunmamaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için, idari yargı yerlerince verilen kararların maddi anlamda kesin hüküm niteliği taşıyıp taşımadığının irdelenmesi gerekmektedir. Buna göre, gerek yargısal içtihatlarda, gerekse doktrinde, davanın esastan reddine ilişkin kararların mutlak anlamda kesin hüküm niteliği taşımadığı, ancak tarafların ve davanın dayandığı sebeplerin aynı olması halinde nispi anlamda kesin hükümden bahsedilebileceği kabul edilmiştir. Aynı durum, davadan feragat halinde konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı yolundaki kararlar için de geçerli olup, söz konusu kararların da maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinin kabulü gerekmektedir. İptal kararları ise, işlemin hukuka aykırı olduğunu ortaya koymak suretiyle işlemi hukuken ortadan kaldırdığından; daha önce verilen iptal kararı, işlemle ilişkisi bulunan kişilerin, aynı işlemin iptali istemiyle açacakları davalarda kesin hüküm etkisini göstermektedir.
Dava şartı yokluğu (ilk inceleme sorunları) nedeniyle davanın usul yönünden reddine ilişkin kararlara gelince; söz konusu kararlar, uyuşmazlığın esası hakkında inceleme yapılmaksızın verildiğinden, yalnızca şekli anlamda kesin hüküm teşkil etmekte, maddi anlamda kesin hüküm niteliği taşımamaktadır. Dolayısıyla, bu şekilde usul yönünden reddedilen davaların yeniden açılmasına hukuki engel bulunmamaktadır.
Uyuşmazlıkta, daha önce Ankara 3. İdare Mahkemesinin E:2012/803 sayılı esasına kayden açılan dava ile bakılan davanın taraflarının, sebebinin ve konusunun aynı olduğu açıktır. Ancak E:2012/803 sayılı dosyada, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen karar kesin hüküm niteliği taşımadığından, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilebilmesi usul hükümlerine uygun açılmış bir davanın varlığı halinde mümkün olduğundan, bakılan davanın kesin hüküm nedeniyle reddine ilişkin kararda usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.
Ancak, bir davada uyuşmazlığın esasının incelenebilmesi, diğer koşullar yanında, davanın yasada öngörülen süre içerisinde açılmış olmasına bağlıdır.
Bu durumda, davacının ilk başvuruya verilen cevaba karşı açtığı davanın süre aşımı dolayısıyla reddi ve sonrasında kesinleşmesi üzerine, aynı kişiler hakkında yine aynı istemle davalı idareye yeni bir bilgi ve belge sebebi ile başvurması halinde Mahkemece başvuruyu yeni bir başvuru olarak kabul edip işin esasına geçmesi, aksi taktirde davayı süre aşımından reddetmesi gerekirken, kesin hüküm nedeniyle davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; Ankara 10. İdare Mahkemesinin temyize konu kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 08.10.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 12. DAİRE Esas : 2013/4271 Karar : 2015/4905 Tarih : 29.09.2015
- İYUK 10. Madde
Dava, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Milli Saraylar Daire Başkanlığında 4/C statüsünde görev yapmakta iken sözleşmesi sona eren ve parasal haklarının ödenmesi istemiyle yapmış olduğu başvurusu 15.09.2011 tarihli ve 16486 sayılı işlemle reddedilen davacı tarafından, İş Kanunu hükümlerine tabi biçimde hizmet akdiyle işçi olarak çalıştığı 2003 yılı öncesi dönemdeki çalışma süresi de dikkate alınarak son maaş miktarı üzerinden hesaplanacak kıdem tazminatı olarak 15.985,75 TL`nin ve izin ücreti ile 4/C statüsünde görev yaptığı döneme ilişkin iş sonu tazminatın hesaplanarak en yüksek mevduat faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacı tarafından tazmini istenen alacaklara ilişkin açılacak davalara ilişkin dava açma süresinin, bu alacakların ödenmediğini öğrendiği tarih olarak kabul edilen emekli olduğu tarihten itibaren başlayacağı, davacı tarafından ya doğrudan ya da 2577 sayılı Kanunun 11. maddesi kapsamında yapılacak başvuru üzerine dava açılabileceği, 2007 yılında emekli olan davacı tarafında bu süre geçtikten sonra 15.11.2011 tarihinde açılan iş bu davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmekte ve kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Anayasanın 128 inci maddesinde, “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu madde hükmüyle, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin iş hukuku kurallarına bağlı bulunan işçilerden farklı olarak statü hukuku içinde yer almaları esası benimsenmiştir. Nitekim bu esasa uygun olarak sözleşmeli personele ilişkin düzenleme yapan çeşitli kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde sözleşmeli personelin işçi statüsünde olmadığı belirtilmiştir.
Diğer taraftan, sözleşmeli personel ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararlarında ve doktrinde, idari sözleşmelerin; kamu tüzel kişileri tarafından, kamu hizmetinin yürütülmesi amacı ile tek yanlı olarak düzenlenen, yazılı, tip sözleşmeler olduğu belirtilmekte, Uyuşmazlık Mahkemesi ve Danıştay`ın istikrar bulmuş içtihatlarında da, idari sözleşmelerle ilgili hususlardan doğan anlaşmazlıkların idari yargı yerinde çözümleneceği vurgulanmaktadır.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1.maddesine göre iş mahkemeleri; İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (anılan Kanunda işçi, bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi olarak tanımlanmıştır) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli mahkemelerdir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun birinci maddesinin ilk iki fıkrasında; bu Kanunun, Genel ve Katma Bütçeli Kurumlar, İl Özel İdareleri, Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Belediyelerin kurdukları birlikler ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, kanunlarla kurulan fonlarda, kefalet sandıklarında veya Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüklerinde çalışan memurlar hakkında uygulanacağı, sözleşmeli ve geçici personel hakkında bu Kanunda belirtilen özel hükümlerin uygulanacağı belirtilmiş; 4/C maddesinde de geçici personel; “bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimselerdir.” şeklinde tanımlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinde; iptal davalarının, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacağı hükme bağlanmıştır. İptal davasına konu edilebilecek işlemler, idari makamların idare işlevine ilişkin olarak tesis ettikleri, muhatapları yönünden çeşitli hak ve yükümlülükler doğuran tek yanlı irade açıklamalarıdır.
Anılan Kanunun “Aynı Dilekçe İle Dava Açılabilecek Haller” başlıklı değişik 5 inci maddesinin 1. fıkrasında,
“Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep - sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir.”
hükmüne yer verilmiş; “Dilekçeler Üzerine ilk inceleme “başlıklı 14 üncü maddesinde de, dilekçelerin,
“a) Görev ve yetki, b) İdari merci tecavüzü, c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı, f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği;” kuralı getirilmiş; “İlk inceleme üzerine verilecek karar:” başlıklı 15 inci maddede,
“14 üncü maddenin; …d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak …üzere dilekçelerin reddine,…
Karar verilir.” hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı Yasanın 10. maddesinin 1 ve 2. fıkralarında “İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. “ hükmü yer almaktadır.
Bakılan olayda, davalı idarece davacının başvurusundan önce talep konusu tazminatların ödenmemesi yolunda tesis edilmiş idari davaya konu edilebilecek bir işlem bulunmamaktadır. Dolayısıyla, davacının emekli olduğu tarih itibarıyla söz konusu tazminatların ödenmediğini öğrendiğinin kabulü yasal olarak olanaklı değildir. Kaldı ki, “olumsuz işlemler” olarak da isimlendirilen ve zımnen tesis edilen işlemlerin varlığı, bu durumun Kanunda açıkça öngörülmüş olmasına bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, normatif olarak idarenin hareketsiz ya da sessiz kalmasına hukuki bir sonuç bağlanmış olması gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin N.K.M - Macaristan (Başvuru No:66529/11), Abidin Şahin - Türkiye kararı (Başvuru No:45559/04), Ekici ve Diğerleri - Türkiye (Başvuru No: 28877/03) kararlarında da açık biçimde belirtildiği üzere iş hukukundan kaynaklanan tazminat alacakların mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Mülkiyet hakkının zaman ötesi mahiyeti genel olarak kabul edilmekle birlikte, yasal düzenlemelerde, iş sonu tazminatı gibi alacaklar için özel bir zaman aşımı süresi öngörülmemiş olduğundan, bu alacakların Borçlar Kanununda yer alan “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükmü uyarınca on yıllık zaman aşımı süresi içinde talep edilebileceğinin kabulü, hukukun ve hakkaniyetin bir gereğidir.
Bu durumda, 18.01.2008 tarihinde 4/C statüsünde bir görevden emekli olarak ayrılan davacının, anılan tarihlerden başlamak üzere on yıllık genel zaman aşımı süresi içinde 2577 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi kapsamında davalı İdareye başvurarak 4/C statüsünde görev yaptığı döneme ilişkin iş sonu tazminatının ödenmesini isteyebileceği açık olduğundan, davacının 06.09.2011 tarihli başvurusunun reddine ilişkin olan ve 16.09.2011 tarihinde tebliğ edilen 15.09.2011 tarihli ve 16486 sayılı işleme karşı açmış olduğu davada süre aşımı bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, dava dilekçesinde dava konusu edilen alacakların nitelikleri itibarıyla bir kısmının (kıdem tazminatı ve izin ücreti) İş Kanununa tabi çalıştığı döneme ilişkin olmakla adli yargının görev alanına girdiği, bir kısmının da (iş sonu tazminatı) 4/C kapsamında görev yaptığı döneme ilişkin olmakla idari yargının görev alanında bulunduğu, bu haliyle aynı davada çözümlenmesi farklı yargı kollarına ait taleplerin aynı dilekçede dava konusu edildiği, bu nedenle dilekçenin 2577 sayılı Yasanın 5 inci ve 15 inci maddeleri uyarınca reddine karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının ( BOZULMASINA ), yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2015/1440 Karar : 2015/5016 Tarih : 14.05.2015
- İYUK 10. Madde
Danıştay Başsavcısı Düşüncesi: Amasya İl Müftülüğü emrinde 657 Sayılı Kanunun 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde imam-hatip olarak görev yapmakta iken, istifa ederek İzmir İli, Bornova İlçesi, Ege Üniversitesi mescidine açıktan ataması yapılan davacı tarafından, bu atama sebebiyle verilmeyen yolluğun ödenmesi istemiyle 6.4.2012 tarihinde yaptığı başvurunun reddine dair işlemin iptali ve yolluğun yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılan davanın; süre aşımı yönünden reddeden İzmir 1. İdare Mahkemesi`nin tek hakimle verdiği ve itiraz edilmeden kesinleşen 18.6.2012 gün ve E:2012/1142 K:2012/1373 Sayılı kararının yürürlükteki hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek davacı vekili tarafından kanun yararına bozulmasının istenmesi üzerine konu incelendi:
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51 . maddesinde, “niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden” kararların kanun yararına temyiz olunabileceği belirtilmiştir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin 1. fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu hükmü getirilmiş; 10. maddesinde, “İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay`a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri”; 11. maddesinde de, “İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; davacının atanması sebebiyle yolluk verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine açılan davada; davacının 15.11.2010 tarihinde göreve başladığı, bu tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açması ya da 2577 Sayılı Kanunun 11. maddesi uyarınca idareye başvurması gerekirken, bu süre geçirildikten çok sonra anılan atama işleminden kaynaklanan yolluğun verilmesi istemiyle idareye yapılan 6.4.2012 tarihli başvurunun reddine dair işlemin iptali istemiyle 1.6.2012 tarihinde açılan davanın süre aşımı sebebiyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle, süre aşımı yönünden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Yolluk ödenmesine neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari davaya konu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır.
Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir.
Atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 Sayılı Kanunun 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Davacının, atanmasına dair işlemde “yolluksuz” ibaresi bulunmadığına göre, bu işlemden doğan yolluğunun tarafına ödenmesi için yaptığı başvuru 2577 Sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında olup, bu başvuru üzerine kurulan işlemin iptali istemiyle açılan davanın süresinde olduğu açıktır.
Bu nedenle, İzmir 1. İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 18.6.2012 günlü, E:2012/1142 K:2012/1373 Sayılı kararının, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51 . maddesi uyarınca, kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi`nce işin gereği düşünüldü:
Dava, Amasya İl Müftülüğü emrinde 657 Sayılı Kanunun 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde imam-hatip olarak görev yapmakta iken, istifa ederek İzmir İli, Bornova İlçesi, Ege Üniversitesi mescidine açıktan atanan davacının, söz konusu atama işlemi sebebiyle hak ettiği sürekli görev yolluğunun tarafına ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine dair Bornova Kaymakamlığı`nın 24.5.2012 tarih ve 903/257 Sayılı işleminin İptali ile hesaplanacak yolluk tutarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İzmir 1. İdare Mahkemesi Hakimi`nce verilen 18.6.2012 günlü, E:2012/1142 K:2012/1373 Sayılı kararla; davacının, tarafına yolluk ödenmeyeceğini en geç İzmir ili, Bornova ilçesi, Ege Üniversitesi mescidinde göreve başladığı 15.11.2010 tarihi itibariyle öğrenmesi gerektiği açık olup, bu tarihden itibaren 60 gün içerisinde dava açması ya da aynı süre içerisinde 2577 Sayılı Kanunun 11. maddesi uyarınca idareye başvurması, isteğinin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması durumlarına göre Yasada öngörülen süre içerisinde dava açması gerekirken, 60 günlük dava açma süresi geçtikten çok sonra 6.4.2012 tarihinde yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine 1.6.2012 tarihinde kayda giren dava dilekçesi ile açtığı davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı sebebiyle reddine hükmedilmiştir.
Davacının, İzmir 1. İdare Mahkemesi Hakimi’nce verilen 18.6.2012 günlü, E:2012/1142 K:2012/1373 Sayılı kararın kanun yararına bozulması yönünde verdiği dilekçe üzerine, Danıştay Başsavcılığı anılan kararın, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kanun Yararına Bozma” başlıklı 51. maddesinde, “1. Bölge idare mahkemesi kararları ile idari ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenler, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabilir.
2.Temyiz istemi yerinde görüldüğü takdirde karar, kanun yararına bozulur. Bu bozma kararı, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmaz.
3.Bozma kararının bir örneği ilgili Bakanlığa gönderilir ve Resmi Gazete`de yayımlanır.” hükmü yer almaktadır.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7/1. maddesinde; dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu hükmü getirilmiş; 10. maddesinde ise; “İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay`a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilecekleri.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; Amasya İl Müftülüğü emrinde 657 Sayılı Kanunun 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde imam-hatip olarak görev yapmakta iken, anılan Kanunun 4/A maddesi uyarınca İzmir ili, Bornova ilçesi, Ege Üniversitesi mescidine atanarak yeni görevine 15.11.2010 tarihinde başlayan davacının, bu atama işleminden dolayı sürekli görev yolluğunun ödenmesi talebiyle yaptığı 6.4.2012 tarihli başvurusunun 24.5.2012 tarih ve 903/257 Sayılı Bornova Kaymakamlığı işlemi ile reddedildiği anlaşılmaktadır.
Yolluk ödenmesine ( hak kazanılmasına ) neden olan işlemin hukuki sebebi, genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari davaya konu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise ya yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle, ya da yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması durumunda dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre belirlenecek; yolluk konusunda işlemde bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 Sayılı Kanunun 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Buna göre;
1- ) Davacıya tebliğ edilen atama işleminde, işlemin “harcırahsız” ( yolluksuz ) olarak kurulduğu yolunda bir ibare yer almışsa, ilgili bu işlemin kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren, atama işleminde yer alan “harcırahsız” ( yolluksuz ) ibaresinin iptali ve bu atama işlemi sebebiyle yoksun kaldığı harcırahın ( yolluğun ) kendisine ödenmesine hükmedilmesi istemiyle dava açabilir.
Bu durumda davacı, niteliği yukarda belirtilen davayı, atama işleminin kendisine tebliğ edildiği tarihi izleyen günden itibaren 2577 Sayılı Kanunun 7. maddesinde öngörülen süre içerisinde doğrudan açabileceği gibi; anılan Kanunun 11. maddesinin tanıdığı olanak sebebiyle idareye başvurarak, bu başvuru üzerine idarece kurulacak olan olası olumsuz işleme karşı bu maddedeki süreci işleterek de açabilir.
2- ) Davacıya tebliğ edilen atama işleminde “harcırahsız” ( yolluksuz ) ibaresi bulunmamakta ise; ilgilinin, atama işleminden doğan harcırahının ( yolluğunun ) tarafına ödenmesi için yaptığı başvuru, 2577 Sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında olup, bu başvuru üzerine kurulacak işlemin iptali istemiyle açılacak davanın süresinin de 10. madde hükmüne göre belirlenmesi gerekmektedir.
Davacının İzmir ili, Bornova ilçesi Ege Üniversitesi mescidine atanmasına dair işlemde atamanın harcırahsız yapıldığı yolunda herhangi bir ibarenin bulunmaması ve dosyada bu yönde bir belge ya da bilginin yer almaması karşısında, harcırah ( yolluk ) ödenmesi talebiyle 6.4.2012 tarihinde idareye yapılan başvurunun, 2577 Sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru olarak kabulü zorunludur. Bu sebeple davacının yeni görevine başlama tarihinin dava açma süresi için başlangıç olarak alınması hukuken mümkün bulunmamaktadır.
Öte yandan, davacının harcırah ( yolluk ) istemli başvurusunun reddine dair 24.5.2012 tarihli işlemin iptali istemiyle açılan davanın, 2577 Sayılı Kanunun 7. ve 10. maddeleri uyarınca süresinde olduğu da açıktır.
Bu durumda; 2577 Sayılı Kanunun 10. maddesinde yer alan hükümler uyarınca süresinde açılan davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle reddi yolunda İzmir 1. İdare Mahkemesi Hakimi’nce verilen 18.6.2012 günlü, E:2012/1142 K:2012/1373 Sayılı kararda hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle; Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüyle İzmir 1. İdare Mahkemesi Hakimi’nce verilen 18.6.2012 günlü, E:2012/1142 K:2012/1373 Sayılı kararın 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına ( BOZULMASINA ); kararın birer suretinin Danıştay Başsavcılığına, Bornova Kaymakamlığına ve davacıya gönderilmesine ve bu kararın Resmi Gazete`de yayımlanmasına, oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 4. DAİRE Esas : 2014/1303 Karar : 2014/4385 Tarih : 11.06.2014
- İYUK 10. Madde
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince, dava dosyası tekemmül ettiği için yürütmenin durdurulması isteminin incelenmesine gerek görülmeyerek işin esası incelenip gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türü olarak sayılmış, yine aynı Kanun’un 10`uncu maddesinde ise, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurulabileceği, altmış gün içinde cevap verilmezse istemin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’da, idare ve vergi mahkemelerinde dava açabileceği, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilecekleri kurala bağlanmıştır.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Mükellefin Ödevleri” başlıklı ikinci kitabında mükellefiyete bağlı olarak yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerle ilgili düzenlemelere yer verilmiş, Kanun’un 331 ve devamı maddelerinde de Vergi Kanunu hükümlerine aykırı hareket edilmesi halinde uygulanacak yaptırımlar belirlenmiştir. Bunun dışında, beyanname verilmemesi ve defter tutulmaması halleri, 213 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesinde re`sen tarh sebepleri arasında sayılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, 13.09.2005 tarihli yoklama fişiyle, davacı adına kayıtlı bir adet kamyon bulunduğunun ve bu kamyonu çiftçilik faaliyetinde kullandığının tespiti üzerine gerçek usulde zirai kazanç mükellefiyeti tesis edildiği, mükellefiyet tesisi üzerine davacı tarafından 2013 yılı Ekim ayına kadar katma değer vergisi ve 2005 ila 2012 yıllarına ait gelir vergisi beyannamelerinin verildiği, 03.06.2013 günlü başvuruyla mükellefiyetinin 01/01/2005 tarihinden itibaren kaldırılması talebinde bulunulduğu ve bu başvurunun İdarece reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Vergi Mahkemesince, mükellefiyetin davacı tarafından 26.12.2003 tarihinde davalı idareye yapılan başvuru sonucu tesis edilmesi ve hiçbir ihtilaf yaratılmadan kanunen verilmesi gereken beyannamelerin 2013/Ekim dönemine kadar verilmesi nedeniyle bu dönemlere ilişkin mükellefiyetin kesinleştiği belirtilerek dava reddedilmiş ise de, davaya konu 04/06/2013 günlü ve 12667 sayılı işlemin içeriğinden, mükellefiyetin başvuru üzerine değil 13.09.2005 tarihli yoklama fişine dayanılarak 26.12.2003 tarihi itibarıyla re`sen tesis edildiği sonucuna varılmıştır.
Öte yandan, mükellefiyet tesisine ilişkin işlem, İdarenin tek taraflı iradesiyle tesis edilen tek yanlı bir idari işlem niteliğinde olup, tesis edildiği andan itibaren muhataba bir takım vergisel yükümlülükler yüklemek suretiyle hukuki durumunda değişiklik yaratmaktadır. Bu itibarla, rızasına bağlı olmaksızın, tesis edildiği an itibarıyla kesin ve icrai bir işlem niteliğinde bulunan mükellefiyet tesisine ilişkin işlem üzerine, davacının mükellefiyetin gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirmiş olmasının işleme kesinlik kazandırdığından söz etmeye olanak bulunmamaktadır.
Yukarıda anılan Kanun hükümleri uyarınca vergi mükellefiyetinin tesis edilmesi üzerine çeşitli yasal yükümlülüklerin yerine getirilmesi zorunlu olup, davacının zamanaşımı süresi içerisinde, mükellefiyete ilişkin ödevlerin yerine getirilmemesine bağlı yaptırımlara ve re`sen tarh muamelelerine muhatap olabileceği de dikkate alındığında, mükellefiyet devam ettiği sürece bu yükümlülüklerin etkisini devam ettirdiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
Buna göre davacının, mükellefiyet kaydı devam ettiği sürece her zaman davalı idareye başvurarak İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun yukarıda anılan 10’uncu maddesi kapsamında bir işlem tesis edilmesini istemesi, istemin reddi halinde ise 10`uncu maddede öngörülen usule uygun olarak idari yargıda dava açması mümkündür.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 53’üncü maddesinde çiftçilerin elde ettikleri zirai kazançların, bu Kanun’un 94’üncü maddesine göre hasılatları üzerinden tevkifat yapılmak suretiyle vergilendirileceği; 54`üncü maddede yazılı işletme büyüklüğünü aşan çiftçiler ile biçerdövere veya bu mahiyetteki bir motorlu araca veya on yaşına kadar ikiden fazla traktöre sahip olan çiftçilerin kazançlarının gerçek usulde tespit olunarak vergilendirileceği hükme bağlanmıştır.
Buna göre, anılan Kanun’un 54`üncü maddesindeki işletme büyüklüğünü aşmayan zirai işletmeye sahip bir çiftçinin gerçek usulde zirai kazanç usulüne göre vergilendirilebilmesi için işletmeye dahil etmek koşuluyla on yaşına kadar iki traktöre veya biçerdövere ya da biçerdöver mahiyetinde bir motorlu araca sahip olması gerekmektedir.
Davacının zirai faaliyetinde kullandığı tespit edilen kamyon, 193 sayılı Kanun’un 53’üncü maddesinde sayılan araçlardan olmadığı gibi, kullanım amacı itibarıyla biçerdöver mahiyetinde değerlendirilmesi de mümkün olmadığından, söz konusu araç nedeniyle davacı adına tesis edilen gerçek usulde zirai kazanç mükellefiyetinin kaldırılması talebinin reddine ilişkin işlemde ve re`sen yapılan gelir vergisi tarhiyatında yasal isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne ve Ankara 4. Vergi Mahkemesinin 20/12/2013 günlü ve E:2013/1153, K:2013/2151 sayılı kararının bozulmasına, oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği görüşüyle karara karşıyım.
DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2013/9504 Karar : 2013/6238 Tarih : 21.10.2013
- İYUK 10. Madde
Hakkari İli, Durankaya Beldesi, Cumhuriyet Yatılı İlköğretim Bölge Okulunda sözleşmeli statüde Beden Eğitimi Öğretmeni olarak görev yapmakta iken, Nevşehir İli, Damat İbrahim Paşa İlköğretim Okuluna atanan davacının, söz konusu atama nedeniyle verilmeyen yolluğunun ödenmesi amacıyla 15.3.2011 tarihinde yaptığı başvurunun reddine ilişkin 29.3.2011 günlü, 236 sayılı işlemin iptali ile anılan yolluğun talep tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Kayseri 2. İdare Mahkemesi Hakimi tarafından verilen 3.7.2012 günlü, E:2011/795, K:2012/826 sayılı kararla; uyuşmazlık konusu olayda, her ne kadar Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların 4. maddesinde ve davacı ile imzalanan hizmet sözleşmesinde, sözleşmeli personele geçici görev yolluğu dışında harcırah ödenemeyeceği belirtilmiş ise de, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar ile günün gelişen koşullarına uygun olarak belirli durumlarda sözleşmeli personele nakil olanağı tanınması nedeniyle, görev yeri değişen personele bu esnada katlandığı zorunlu giderlerin karşılığı olarak yolluk ödenmesi gerektiği sonucuna varıldığından, davacının başvurusunun reddine yönelik dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, sürekli görev yolluğunun davalı idareye başvuru ( 15.3.2011 ) tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine hükmedilmiş; bu karara yapılan itiraz neticesinde, Kayseri Bölge İdare Mahkemesi’nin 23.1.2013 günlü, E:2013/26, K:2013/71 sayılı kararıyla; davacının, Nevşehir Damat İbrahim Paşa İlköğretim Okuluna kadrolu olarak naklen atanmasından dolayı harcırahın ödenmediğini en geç göreve başladığı 16.7.2010 tarihinde öğrendiği hususunda kuşku bulunmadığı, bu tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açmadığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 11. maddesine göre başvuruda da bulunmadığı görüldüğünden, bu süreler geçirildikten çok sonra dava açma süresini canlandırmayan 15.3.2011 tarihinde davalı idareye yaptığı başvurusunun reddedilmesi üzerine 20.5.2011 tarihinde kayda giren dilekçe ile açtığı davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığından işin esasına girmek suretiyle karar veren mahkeme kararında yasal isabet görülmediği gerekçesiyle, anılan kararın bozulmasına, 2577 sayılı Yasa’nın 14/3-e ve 15/1-b maddeleri uyarınca davanın süre yönünden reddine karar verilmiş; davalı idarenin karar düzeltme istemi de kabul edilerek aynı Mahkeme`nin 19.6.2013 günlü, E:2013/763, K:2013/672 sayılı kararıyla, söz konusu bozma kararı “vekalet ücreti yönünden” düzeltilmiştir.
Kayseri Bölge İdare Mahkemesi’nin 23.1.2013 günlü, E:2013/26, K:2013/71 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu belirtilerek kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine Danıştay Başsavcılığı “yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden” sözkonusu kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun “Kanun Yararına Bozma” başlıklı 51. maddesinde, “1. Bölge idare mahkemesi kararları ile idari ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenler, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabilir.
2.Temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde karar, kanun yararına bozulur. Bu bozma kararı, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmaz.
3.Bozma kararının bir örneği ilgili Bakanlığa gönderilir ve Resmi Gazete`de yayımlanır.” hükmü yer yer almaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7’nci maddesinin 1’inci fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu ve bu sürenin idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükmü getirilmiş; 10’uncu maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri; 11`inci maddesinde de, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükmüne yer verilmiştir.
Yolluk ödenmesine (hak kazanılmasına) neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Dosyanın incelenmesinden; Hakkari İli, Durankaya Beldesi, Cumhuriyet Yatılı İlköğretim Bölge Okulunda sözleşmeli statüde Beden Eğitimi Öğretmeni olarak görev yapmakta iken, 25.6.2010 günlü işlemle Nevşehir İli, Damat İbrahim Paşa İlköğretim Okuluna atanan davacının, bu atama nedeniyle verilmeyen yolluğunun ödenmesi amacıyla 15.3.2011 tarihli dilekçe ile yaptığı başvurunun 29.3.2011 günlü, 236 sayılı işlemle reddi üzerine de bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar Kayseri Bölge İdare Mahkemesi’nce, davacının atandığı yerde göreve başladığı 16.7.2010 tarihinin, kendisine yolluk ödenmediğini öğrendiği son tarih olarak kabulünün gerekmekte olduğu belirtilerek ve yapılan hesaplama sonucu, dava süre aşımı yönünden reddedilmiş ise de, dava konusu olayda başvuru öncesinde davacıya tebliğ edilmek suretiyle kendisine yolluk verilmeyeceğine ilişkin bir işlemin mevcut olmaması karşısında; yolluk ödenmesi talebiyle sonradan yapılan başvuru, 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru niteliğini taşıdığından, bu konuda çıkan uyuşmazlıkta atandığı yerde göreve başlama tarihinin dava açma süresi için başlangıç olarak alınmasına hukuken olanak bulunmamaktadır.
Kaldı ki, uyuşmazlık konusu olayda, dava konusu işlemin yasal dayanaklarını oluşturan ve 6.6.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların 4. maddesinde yer alan; “Sözleşmeli personele geçici görev yolluğu dışında harcırah ödenemez.” ibaresi ile buna paralel olarak yürürlüğe giren Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2006/58 sayılı Genelgesi’nin 11. maddesinde yer alan; “Sözleşmeli öğretmenlere sürekli görev yolluğu ödenmeyecektir.” ibaresinin Danıştay İkinci Dairesi’nin 28.2.2011 günlü, E:2010/5994 sayılı kararıyla yürütmesinin durdurulmuş olması nedeniyle oluşan yeni hukuki durum karşısında, davacının sürekli görev yolluğunu alabilmek için,2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi kapsamında idareye her zaman başvurabileceği de açıktır.
Bu nedenle, Kayseri Bölge İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 23.1.2013 günlü, E:2013/26, K:2013/71 sayılı kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile Kayseri Bölge İdare Mahkemesi’nce verilen 23.1.2013 günlü, E:2013/26, K:2013/71 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına ( BOZULMASINA ); kararın birer suretinin Danıştay Başsavcılığına, Milli Eğitim Bakanlığına, Nevşehir Valiliğine ve davacıya ( GÖNDERİLMESİNE ) ve bu kararın Resmî Gazete`de yayımlanmasına, oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 12. DAİRE Esas : 2013/51 Karar : 2013/2068 Tarih : 25.03.2013
- İYUK 10. Madde
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesi’nce, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3622 sayılı Kanunla değişik 14. maddesi uyarınca ilk inceleme ile görevli Tetkik Hâkimi Şevket Polat`ın açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği düşünüldü:
2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 24. maddesinde, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülecek davaların neler olduğu tek tek sayılmış; 1-c bendinde, bakanlıkların düzenleyici işlemleri ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere karşı açılacak iptal ve tam yargı davalarını Danıştay`ın ilk derece mahkemesi olarak karara bağlayacağı düzenlenmiştir.
2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 3410 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinde; idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay’da çözümlenecek olanlar dışındaki dava ve işlerin yanı sıra özel kanunlarda Danıştay`ın görevli olduğu belirtilen ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun’u ile idare mahkemelerinin görevli kılınmış bulunduğu davaları çözümleyeceği hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 43. maddesinin 1. Fıkrasında; idare ve vergi mahkemelerinin idari yargının görev alanına giren bir davada görevsizlik veya yetkisizlik sebebiyle davanın reddine karar verilirse dosyayı Danıştay’a veya görevli ve yetkili idare veya vergi mahkemesine gönderecekleri, anılan fıkranın (a) bendinde; görevsizlik sebebiyle gönderilen dosyalarda Danıştay`ın davayı görevi içinde görmezse dosyanın yetkili ve görevli mahkemeye gönderilmesine karar vereceği, aynı maddenin 3. fıkrasında ise, Danıştay ve bölge idare mahkemesince görev ve yetki uyuşmazlıkları ile ilgili olarak verilen kararların kesin olduğu hüküm altına alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; 2005 Yılı öncesinde Komiser Yardımcılığı Kursunu tamamlayarak polis amirliğine atanan çok sayıda personelin, çeşitli mevzuat hükmü ve Anayasa Mahkemesi kararlarını öne sürerek (A) grubu polis amiri sayılma ve askerlik hizmet sürelerinin rütbe terfiine esas kıdemlerinde sayılması istemiyle Emniyet Genel Müdürlüğüne başvurarak dava açtıkları ve davaların temyizen Danıştay Onikinci Dairesinde incelendiği, 2005 Yılı ve sonrasında Komiser Yardımcılığı Kursunu tamamlayan personelin de kendilerini 2005 Yılı öncesinde Komiser Yardımcısı rütbesine giren personelle mevzuat ve yargı kararları yönünden aynı hukuki durumda görerek idareye başvurmaya ve dava açmaya başlamaları üzerine, söz konusu başvuruların yoğunluğunu, bu başvurular hakkında işlem yapacak personelin yetersizliğini ve başvuruların hukuken haklı olmadığını ileri süren davalı idarenin dava konusu 27.02.2012 gün ve 48349 sayılı işlemiyle; 2005 ve sonraki yıllarda komiser yardımcılığı kursundan mezun olarak komiser yardımcısı rütbesine atanan personelin, bir kısmı Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun geçici 20. maddesinin kendileri hakkında uygulanarak (B) grubu polis amirliğinden (A) grubu polis amirliğine geçirilmelerine yönelik taleplerinin mevzuat ve Yargı kararları nedeniyle mümkün olmadığını, aynı şekilde 2005 ve sonraki yıllarda komiser yardımcılığı kursunu bitirerek polis amiri olan personelin mesleğe girmeden önce veya meslek içerisinde yaptıkları askerlik hizmet sürelerinin rütbe terfiine esas kıdemlerinde sayılamayacağını ve bu konudaki taleplerin kabul edilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle belirtilen konularda yersiz taleplerde bulunulmaması, aksi halde söz konusu taleplere işbu işlemde yaptıkları açıklamalar doğrultusunda “açıklanmış ve erişilmiş bilgi, belge” kapsamında değerlendirilerek cevap verilmiş sayılacağını ve ilgililere cevap verilmeyeceğinin personele tebliğ edileceğini belirterek anılan işlemi tüm teşkilattaki ilgililere tek tek imza karşılığı tebliğ ettiği, söz konusu işlemle (A) Grubu polis amiri sayılmayacağı ve askerlik hizmet süresinin rütbe terfiine esas kıdeminde sayılmayacağı açıklanan personelin de işlemde belirtildiği üzere idareye başvuru yapmayarak davalarını açtıkları, ayrıca işlemde idari başvuru yapmamaları gerektiği öne sürülmesine karşılık, Anayasal bir hak olan hak arama hürriyeti ve dilekçe hakkı çerçevesinde bu konuda talepte bulunan personele de aynı işlem tebliğ edilerek cevap verildiği, idari başvuru yapılmaksızın açılan işbu davada ise Gaziantep 1. İdare Mahkemesi’nin, 23.10.2012 günlü, E:2012/451, K:2012/1195 sayılı kararıyla: dava konusu işlemin ülke çapında uygulanacak düzenleyici bir işlem olduğu, bu nedenle davanın görüm ve çözümünün Danıştay’ın görev alanında bulunduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddedilerek dava dosyasının Danıştay`a gönderilmesine karar verdiği anlaşılmaktadır.
2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 24/1-c maddesi uyarınca bir davanın ilk derece mahkemesi olarak Danıştay`da karara bağlanabilmesi için, dava konusu işlemin düzenleyici nitelikte bir idari işlem olması gerekmektedir.
Düzenleyici işlemler; sürekli, nesnel (objektif), soyut ve genel nitelikte hukuk kurulları koyan, bu kuralları değiştiren veya kaldıran idari işlemlerdir.
İdare Mahkemesi kararında, dava konusu işlemin ülke çapında uygulanan düzenleyici bir işlem olduğu öne sürülmekte ise de, işlemde de belirtildiği üzere yoğun başvurulara personelin cevap vermede yetersiz kalması sonucu pratik mülahazalar göz önüne alınarak genel ifadelerle kaleme alınmış olmakla birlikte; anılan işlemin sürekli, nesnel (objektif), soyut ve genel nitelikte bir hukuk kuralı koyma, bu kuralı değiştirme veya kaldırma niteliği taşımadığı, sadece mevcut mevzuat hükümleri ile yargı kararlarının idarenin bakış açısıyla yorumlanarak ilgililerin başvuruları hakkında hangi yönde hareket ettiklerinin ortaya konulduğu, dolayısıyla dava konusu işlemin düzenleyici bir işlem olmadığı, bireysel işlemler ile düzenleyici işlemler dışında ayrı bir idari işlem kategorisi olarak kabul edilen ve öğretide “ara işlemler” olarak adlandırılan (Gözler, Kemal: İdare Hukuku, C.1, Bursa 2003, s.562-565) kategori içinde yer alan, bireysel yönü ağır basan sui generis bir idari işlem olduğu görülmektedir.
Öte yandan, dava konusu işlemin bir bütün olarak değerlendirilmesinden, davalı idarenin ilgililerin idareye yüksek ihtimalle başvuracakları öngörüsüyle hareket ederek, 2005 yılı ve sonrası komiser yardımcılığı kursunu tamamlayarak polis amiri olan kişilerin (A) grubu polis amiri olarak değerlendirilip değerlendirilmeyecekleri ve askerlik hizmet sürelerinin rütbe terfiine esas kıdemlerinde sayılıp sayılmayacağı hususunda tesis ettiği ve tüm ilgililere imza karşılığı tebliğ ettiği, 27.02.2012 gün ve 48349 sayılı işlemin kesin ve yürütülmesi gereken icrai nitelikte bir işlem olduğu açık olup, bu konuda idari başvuruda bulunan personele de idarenin aynı işlemi tebliğ ederek cevap vermesi de bu durumun bir göstergesidir.
Bu bağlamda anılan işleme karşı açılan davalarda; söz konusu işlemin (ilgililerin idari başvuruda bulunup bulunmadığına bakılmaksızın) uyuşmazlığın niteliğine göre (A) grubu polis amiri olarak sayılmama veya askerlik hizmet süresinin rütbe terfiinde sayılmaması işlemi olarak nitelendirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu uyarınca (A) Grubu polis amiri olarak değerlendirilmeye yönelik uyuşmazlıklar ile rütbe terfiinde değerlendirileceği öngörülen sürelerle ilgili uyuşmazlıkların ilgililerin özlük haklarına ilişkin olarak süregelen hak kayıpları doğurabileceği açık olduğundan, bu konuda hak kaybına uğradığını öne süren kişilerin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi uyarınca geleceğe yönelik etki doğurmak üzere her zaman için idari başvuruda bulunmaları ve sonucuna göre dava açma olanaklarının bulunduğu tartışmasızdır.
Bu durumda; ülke çapında uygulanacak düzenleyici bir işlem olmayan dava konusu işleme karşı açılan işbu davanın 2575 sayılı Yasa’nın 24/1-c maddesi kapsamında ilk derece mahkemesi olarak Danıştay`da görülecek davalar arasında yer almaması nedeniyle genel görevli idari yargı mercii olan idare mahkemesinde görülüp çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle davanın görev yönünden reddine, dosyanın 2577 sayılı Yasa’nın 43/1-a ve 33/3. maddeleri uyarınca davayı çözümlemeye yetkili ve görevli olan Gaziantep 1. İdare Mahkemesi`ne ( GÖNDERİLMESİNE ), oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 11. DAİRE Esas : 2012/5265 Karar : 2013/562 Tarih : 29.01.2013
- İYUK 10. Madde
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince İzmir Bölge İdare Mahkemesi`nin 3.3.2011 tarihli ve E:2010/4613; K:2011/771 sayılı kararının Danıştay Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz edilerek bozulmasının istenilmesi üzerine işin gereği görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden; kadroları Sağlık Bakanlığına devredilen personelin mali haklarına ilişkin usul ve esasları düzenleyen 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun’un 5. maddesinin (6). fıkrasına ilişkin olarak uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla yayımlanan Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 1.8.2005 tarihli ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9. maddesinin Danıştay Onbirinci Dairesinin 10.3.2008 tarihli ve E:2006/6044, K:2008/2354 sayılı kararı ile iptali üzerine davacı tarafından, iptal edilen genel düzenleyici işlem nedeniyle fark tazminatından mahsup edilmek suretiyle eksik ödenen mali haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle başvuruda bulunulduğu, başvurunun reddi üzerine bu işlemin iptali ile eksik ödenen mali haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açıldığı, İzmir 1. İdare Mahkemesi Hakimliğince dava konusu işlemin iptaline, düzenleme tarihi olan 1.8.2005 tarihinden itibaren eksik ödenen ek ödeme tutarının, idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine karar verildiği, bu karara karşı davalı İdare tarafından yapılan itiraz başvurusunun kabul edilerek, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 7., 11. ve 12. maddesi kapsamında değerlendirilmek suretiyle kararın bozulmasına ve davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararının, karar düzeltme aşamasından da geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Danıştay Başsavcılığı, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 1.8.2005 tarihli ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9. maddesinin Danıştay Onbirinci Dairesince iptal edilmesi sonucu doğan hukuki durumdan, davacının da yararlanmasının, iptal edilen düzenleyici işlemin uygulanması sonucu mahrum kalmış olduğu parasal haklarının tazmini istemiyle davalı idareye başvuruda bulunmasının ve bu başvurunun reddi üzerine idari dava yoluna gitmesinin olanaklı olduğunu belirterek, bu haliyle İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararının yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade etmesi nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesinde, “İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” kuralı yer almaktadır.
İdare Hukuku ilkelerine göre, iptal kararları, iptali istenilen işlemi tesis edildiği tarih itibariyle ortadan kaldırarak, o işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlar. Bir genel düzenleyici işlemin iptal edilmesi durumunda, verilen yargı kararının, sadece o davayı açanı değil, bu genel düzenleyici işlem ile ilgili diğer kişileri de etkileyeceği kuşkusuzdur. İptal kararı ile bu düzenleyici işleme dayanılarak yapılan işlemlerin doğurduğu etki ve sonuçlar ortadan kalkar. Bu nedenle iptal edilen bir düzenleyici işlemden dolayı, menfaati ihlal edilen veya kişisel hakkı etkilenen kişinin, verilen iptal kararının doğurduğu sonuçlardan yararlanmak amacıyla idareye başvurabileceği tabiidir.
Davacı tarafından 13/08/2009 tarihinde yapılan başvuru, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 1.8.2005 tarihli ve 15307 sayılı “Sağlık Birimlerinin Devri” konulu Genel Yazısının 9. maddesinin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, Danıştay Onbirinci Dairesince verilen iptal kararının kendi hukuki durumunu da etkilemesi nedeniyle yapılmış bir başvuru olup, davacının, söz konusu iptal kararına da değinerek yaptığı bu başvurunun, genel ve düzenleyici nitelikteki bir idari işlemin iptali yolundaki kararın, o düzenleme ile ilgili herkes için hüküm ifade edeceği gerçeğinden hareketle ve o düzenleyici işlem nedeniyle daha önce menfaati ihlal edilmiş bir kişi olarak, iptal kararının doğurduğu hukuki sonuçlardan yararlandırılması istemiyle yapıldığının ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi kapsamında yapılan bir başvuru niteliğinde olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, 2577 sayılı Kanun`un 7., 11. ve 12. maddeleri uyarınca davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin bulunan İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının temyiz isteminin kabulü ile İzmir Bölge İdare Mahkemesince verilen 3.3.2011 tarihli ve E:2010/4613; K:2011/771sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına ( BOZULMASINA ); kararın bir suretinin İzmir Valiliği ile Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve bu kararın Resmî Gazete`de yayımlanmasına, oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2012/7631 Karar : 2012/5556 Tarih : 24.09.2012
- İYUK 10. Madde
Konya İli, Ereğli İlçesi, 100. Yıl Kurtuluş İlköğretim Okulu Müdürlüğünde Beden Eğitimi Öğretmeni olan davacının, 2006-2007 eğitim - öğretim yılına ait öğretim yılına hazırlık ödeneğinin verilmesi amacıyla yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile söz konusu ödeneğin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Konya 2. İdare Mahkemesi Hakimliği’nin 14.7.2011 günlü, E:2011/569, K:2011/1250 sayılı kararıyla; 657 sayılı Kanun’un Ek 32. maddesi uyarınca verilen eğitim-öğretim yılına hazırlık ödeneğinin bir eğitim-öğretim yılına mahsus olduğu, 2007-2008 yılına ait eğitim-öğretim ödeneğini almadığını iddia eden davacının, en geç bu eğitim-öğretim yılının sonuna kadar anılan ödeneğin ödenmesi için idareye başvurması gerekirken, bu dönemin bitiminden çok sonra 24.1.2011 tarihinde yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle süre aşımı yönünden dava reddedilmiş; bu karar, Konya Bölge İdare Mahkemesi’nin 15.12.2011 günlü, E:2011/1207, K:2011/1455 sayılı kararıyla; her ne kadar dava dilekçesinde davacının yoksun kaldığını öne sürdüğü eğitime hazırlık ödeneğinin 2007-2008 yılına ilişkin olduğu belirtilmiş ise de; davacı vekili tarafından daha sonra verilen9.5.2011 tarihli dilekçede anılan döneme ilişkin ödeneğin davacıya ödendiği, bu dönemin sehven yazıldığı, esasen davanın 2006-2007 eğitim-öğretim dönemine ait hazırlık ödeneğinin ödenmesi istemine ilişkin olduğu belirtildiğinden incelemenin 2006-2007 yılına yönelik olarak yapıldığı, 5018sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 34. maddesinde, Devlet’ten alacağı bulunan kişilerin bu alacağını ait olduğu mali yılın sonundan başlayarak beş yıl süre içerisinde yazılı bir şekilde talep edebilecekleri belirtildiğinden 22.2.2007 tarihinde göreve başlamakla eğitime hazırlık ödeneğine hak kazanan davacının söz konusu alacağını anılan tarihten itibaren beş yıl süre içerisinde kalmak şartıyla 2577 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen usule uygun olarak idareye başvurmak suretiyle talep edebileceği sonucuna varıldığı, belirtilen bu durum karşısında, 22.2.2007 tarihinde görevine başlayan davacının 2006-2007 eğitim öğretim yılına ilişkin öğretime hazırlık ödeneğinin ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun 16.2.2011 tarihli işlemle reddi üzerine 8.4.2011 tarihinde açılan davanın süresinde olduğunun kabulü gerektiği gerekçesiyle bozulmuş; bunun üzerine, Konya 2. İdare Mahkemesi Hakimliği`nin 7.2.2012 günlü, E:2012/206, K:2012/117 sayılı kararıyla; her eğitim-öğretim yılı başında öğretmenlere verilen hazırlık ödeneğinin, öğretmenlerin eğitim öğretim yılı süresince ihtiyaçlarını temine katkıda bulunmakamacınayönelik olduğunda kuşku bulunmadığı, davacınıneğitim ve öğretim yılının başında göreve başlamamış olmasının öğretim yılına hazırlık ödeneğini almasına engel teşkil etmeyeceği, zira yılda bir kez ödenen bu miktarın, bir eğitim-öğretim yılının karşılığı olduğu, dolayısıyla davacıya aynı öğretim yılında sözü edilen ödeneğin verilmesinin yasanın amacına uygun olacağı, bu durumda, davacının 2006-2007 öğretim yılı hazırlık ödeneğinin ödenmesi istemli başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, işlem nedeniyle yoksun kalınan hazırlık ödeneğinin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine hükmedilmiş ve bu karar, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Konya 2. İdare Mahkemesi Başkanı tarafından, dava konusu olayda 5018 sayılı Yasa’nın 34. maddesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından davada süre aşımı olduğu belirtilerek Konya Bölge İdare Mahkemesi’nin 15.12.2011 günlü, E:2011/1207, K:2011/1455 sayılı kararının kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Danıştay Başsavcılığı söz konusu talebi yerinde görmemekle birlikte, Konya 2. İdare Mahkemesi Hakimliği`nin 7.2.2012 günlü, E:2012/206, K:2012/117 sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun Ek 32. maddesine göre, öğretim yılına hazırlık ödeneğinin, öğretmenlerin fiilen yürüttükleri görevin gereği olarak öğretim yılı boyunca ortaya çıkabilecek ders araç ve gereçleri ile şahsi ihtiyaçlarının teminine katkıda bulunmak, böylece etkin ve verimli çalışmalarına olanak sağlamak amacıyla bir eğitim-öğretim yılına mahsus olarak ödendiği anlaşılmakta olup; söz konusu ödeneğin idarece ödendiği eğitim-öğretim yılı başında, askerlik hizmetinin ifası, aylıksız izin kullanımı ya da henüz göreve atanmamış olmaları gibi çeşitli nedenlerle görevde bulunmadıklarından dolayı kendilerine öğretim yılına hazırlık ödenekleri ödenmeyenlerin, eğitim-öğretim yılı içinde göreve dönmeleri ya da başlamaları halinde; verecekleri eğitim hizmetini etkin ve verimli bir şekilde yerine getirebilmeleri için göreve döndükleri ya da başladıkları tarihten itibaren içinde bulunulan eğitim-öğretim yılının sonuna kadar her zaman ilgili öğretim yılına hazırlık ödeneğini isteyebileceklerinin kabulü gerekmektedir. Bu durumda, 2006-2007 eğitim-öğretim yılına ilişkin öğretim yılına hazırlık ödeneğini alamayan davacının, en geç 2006-2007 eğitim-öğretim yılı sonuna kadar anılan ödeneğin ödenmesi için idareye başvurması gerekirken, bu dönemin bitiminden sonra 24.1.2011 tarihinde yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davada süre aşımı bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle; Danıştay Başsavcılığı’nın kanun yararına temyiz isteminin yukarıda belirtilen gerekçeyle kabulü ile Konya 2. İdare Mahkemesi Hakimliği’nce verilen 7.2.2012 günlü, E:2012/206, K:2012/117 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına; kararın birer suretinin Danıştay Başsavcılığı’na, davalı idareye ve davacıya gönderilmesine, bu kararın Resmi Gazete`de yayımlanmasına, oyçokluğuyla karar verildi.
DANIŞTAY 2. DAİRE Esas : 2011/8872 Karar : 2011/6709 Tarih : 15.11.2011
- İYUK 10. Madde
Dava, Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavı’ndan yeterli puanı alan, ancak yapılan değerlendirme sonucunda uzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamayan davacının, Anayasa Mahkemesi`nin 21.05.2008 günlü, E:2004/83, K:2008/107 sayılı kararından bahisle uzman öğretmenlik unvanı verilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kaldığı malî haklarının uzman öğretmenlik sınav sonuçlarının açıklandığı tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
Kayseri 1. İdare Mahkemesi’nin 24.05.2011 günlü, E:2011/211, K:2011/562 sayılı kararıyla; Anayasa Mahkemesi’nce 5204 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 1. maddesiyle, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesinin sonuna eklenen ve yönetmelikle düzenlenecek hususların sayıldığı 6. fıkrası ile toplam serbest öğretmen kadrosu içinde, uzman öğretmenlik kontenjan oranının %20, başöğretmenlik kontenjan oranının %10 ile sınırlanmasına ilişkin 7. fıkrası iptal edildiğinden, branşlara göre kontenjan sınırlaması getirilmesinin yasal dayanağının kalmadığının anlaşılması karşısında, Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavı’nda başarılı olmasına karşın kontenjan yetersizliği nedeniyle uzman öğretmen unvanı alamayan davacının tarafına uzman öğretmenlik unvanı verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı, diğer taraftan davanın, dava konusu işlem nedeniyle yoksun kalınan mali hakların sınav sonuçlarının açıklandığı tarihten itibaren yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesine yönelik istem kısmına gelindiğinde ise, davacıya davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü aşmamak koşuluyla başvuru tarihinden geriye doğru altmış günlük süre içindeki ilk uygulama esas alınarak uzman öğretmenler için ödenen mali hakların ödenmesinin mümkün olduğu, buna karşın davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü ve/veya başvuru tarihinden geriye doğru altmış günlük süreyi aşan dönemdeki uygulamalardan doğan zararların ödenmesine süre aşımı nedeniyle imkan bulunmadığı gerekçeleriyle dava konusu işlemin iptaline, işlem nedeniyle yoksun kalınan mali hakların tazmini isteminin kısmen kabulü ile davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere idareye başvuru tarihinden geriye doğru altmış gün içinde kalan ilk uygulamanın yapıldığı tarihten itibaren yoksun kalınan parasal hakların idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, bu tarihten önceki döneme ait parasal hak farklarının tazmini isteminin ise 2577 sayılı Kanun`un 15/1-b maddesi uyarınca süre aşımı yönünden reddine hükmedilmiştir.
Davalı idare, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğunu öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının iptal ve kabule ilişkin kısımlarının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlı olup, davalı idare tarafından ileri sürülen hususlar İdare Mahkemesi kararının, dava konusu işlemin iptali ile idareye başvuru tarihinden itibaren yoksun kaldığı parasal haklarının hesaplanarak yine aynı tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
İdare Mahkemesi kararının başvuru tarihinden geriye doğru altmış gün içinde kalan ilk uygulamanın yapıldığı tarihten itibaren yoksun kalınan parasal hakların idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin hüküm fıkrasına gelince:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay`da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğuna işaret edilmiş, 10. maddesinde ise ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabileceği, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay, idare ve vergi mahkemelerinde dava açabileceği, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı, istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süre yönünden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, öğretmen olarak görev yapan ve 27.11.2005 tarihinde yapılan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavı’ndan altmış puanın üzerinde puan almak suretiyle başarılı olmasına karşın yapılan değerlendirme sonucunda uzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamayan davacının, Anayasa Mahkemesi`nin 21.05.2008 günlü, E:2004/83, K:2008/107 sayılı kararından bahisle uzman öğretmen unvanının verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Anayasa’nın 138. maddesinde yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği; 153. maddesinde, Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının herkesi bağlayıcı özelliği nedeniyle bu kararların hukuk aleminde yeni hukuki durumlar yarattığı kuşkusuzdur. Yeni hukuki durumun ortaya çıkması halinde ise ilgililerin idareye başvurarak işlem tesis ettirebileceği tabii olup bu yolda yapılan başvuruların da 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi kapsamında olduğunun kabulü gerekir.
Olayda da, davacı başvurusunun, Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 günlü, E:2004/83, K:2008/107 sayılı iptal kararı nedeniyle oluşan yeni hukuki durum kapsamında ve 2577 sayılı Kanun`un 10. maddesi uyarınca yapılmış bir başvuru olduğu açıktır.
Bu itibarla, kontenjan yetersizliğinden dolayı uzman öğretmenlik unvanı verilmemesine ilişkin ilk işleme karşı davanın açılmadığı, davanın, davacının Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 günlü, E:2004/83, K:2008/107 sayılı kararı uyarınca oluşan yeni hukuki durumdan faydalanmak suretiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 10. maddesi kapsamında yaptığı başvurusunun reddi üzerine açıldığı göz önünde bulundurulduğunda, uzman öğretmenlik unvanının verilmemesinden kaynaklanan maaş farkının da, idareye başvuru tarihinden itibaren hesaplanması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kısmen reddiyle, Kayseri 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 24.05.2011 günlü, E:2011/211, K:2011/562 sayılı kararın; dava konusu işlemin iptali ile idareye başvuru tarihinden itibaren yoksun kaldığı parasal haklarının hesaplanarak aynı tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısmının onanmasına, davalı idarenin temyiz isteminin kısmen kabulüyle, başvuru tarihinden geriye doğru altmış gün içinde kalan ilk uygulamanın yapıldığı tarihten itibaren yoksun kalınan parasal hakların idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısmının ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/b. fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun`la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek bozulan kısım yönünden yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY 5. DAİRE Esas : 2009/294 Karar : 2010/4364 Tarih : 16.06.2010
- İYUK 10. Madde
Danıştay Savcısının Düşüncesi: Antalya İli, Manavgat Tapu Sicil Müdürlüğünde görevli olan davacının, Sivas Şarkışla Tapu Sicil Müdürlüğünde görevli iken Bursa İnegöl Tapu Sicil Müdürlüğünde geçici olarak görevlendirilmesine ilişkin 21.4.2006 günlü işlemin “harcırahsız” ibaresinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddi yolundaki Antalya 1. İdare Mahkemesi`nin 30.4.2008 günlü, E:2007/517, K:2008/777 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
6245 sayılı Harcırah Kanunu`nun 59. maddesinde düzenlenen sürenin dava süresi olmayıp, verilen avansın kapatılması amacına yönelik bir beyanname süresi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, beyanname verilmesi için öngörülen bir aylık sürenin hak düşürücü süre olarak nitelendirilmesine olanak bulunmadığından, aksi yöndeki idare mahkemesi kararında isabet bulunmamaktadır.
Yolluk ödenmesine neden olan işlemin hukuki sebebi atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Böyle bir işlem ise ya yolluğa hak kazandıran işlemle birlikte, anılan işlemin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebilir, ya da yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine tesis edilebilir. Asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Olayda, davacının geçici olarak görevlendirilmesine ilişkin 21.4.2006 günlü işlemin “yolluksuz” olarak tesis edildiği ve dava dilekçesi ekinde de işlemin davacı tarafından dosyaya eklendiği anlaşıldığından, davacının atamanın yoluksuz yapıldığından haberdar olması nedeniyle işlemin yolluksuz kısmına karşı 2577 sayılı Yasanın 7. ve 11. maddeleri ile öngörülen süreler geçirildikten sonra 23.3.2007 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu, süresinden sonra 26.12.2006 tarihinde yapılan başvurunun da dava açma süresine etkisi olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolundaki idare mahkemesi kararında sonucu itibariyle isabetsizlik bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, idare mahkemesi kararının yukarıda belirtilen gerekçe ile onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi`nce işin gereği düşünüldü;
Davacı, geçici görevlendirilmesine ilişkin 21.4.2006 günlü işlemden dolayı yolluk ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine, görevlendirme işleminin yolluksuz kısmının iptali ve söz konusu yolluğun yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır.
Antalya 1. İdare Mahkemesi`nin 30.4.2008 günlü, E:2007/517, K:2008/777 sayılı kararıyla; davacının görevlendirmesi sona ererek eski görevine başladığı tarihten itibaren 1 aylık süre içerisinde harcırah bildiriminde bulunması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra yapılan başvuru üzerine açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle, 2577 sayılı Kanunun 15/1 -b maddesi uyarınca dava süre aşımı yönünden reddedilmiştir.
Davacı, davanın süresinde açıldığını ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Yolluk ödenmesine (hak kazanılmasına) neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise ya yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebilir, ya da yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7/1. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu hükmü getirilmiş; 10. maddesinde, “İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay`a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri”; 11. maddesinde de, “İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre;
İşlemde (atama, nakil ya da geçici görevlendirme işlemlerinden herhangi birinde), bu işlemin “yolluksuz” olarak kurulduğu yolunda bir ibare yer almışsa, asıl işlemde yer alan yolluksuz ibaresinin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı yolluğun kendisine ödenmesine hükmedilmesi istemiyle asıl işlemin tebliğ edildiği tarihi izleyen günden itibaren ilgili 2577 sayılı Kanunun 7. maddesinde öngörülen süre içerisinde doğrudan dava açabileceği gibi; anılan Kanunun 11. maddesinin tanıdığı olanak nedeniyle idareye başvurarak, bu başvurunun reddi üzerine de dava açabilir. Bu durumda, dava açma süresi anılan Kanunun 7. ve 11. madde hükümlerine göre belirlenecektir.
İşlemde (atama, nakil ya da geçici görevlendirme işlemlerinden herhangi birinde) “yolluksuz” ibaresi yok ise; ilgilinin, bu işlemden doğan yolluğunun tarafına ödenmesi için yaptığı başvuru 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında olup, bu başvuru üzerine kurulacak işlemin iptali istemiyle açılacak davanın süresinin de anılan Kanunun 10. maddesi hükmüne göre belirlenmesi gerekmektedir.
Davacının geçici görevlendirilmesine ilişkin söz konusu işlemde “yolluksuz” ibaresine yer verilmiş ise de, bu işlemin davacıya tebliğ edildiğini gösterir herhangi bir bilgi ve belgenin dava dosyasında mevcut olmaması karşısında; davacının yolluk istemli başvurusunun 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru niteliğini taşıdığı açıktır.
Öte yandan, anılan başvurunun zımnen reddedildiği tarihten itibaren 60 gün geçmeden, görevlendirme işleminin yolluksuz kısmının iptali istemiyle yasal dava açma süresi içerisinde, 23.3.2007 tarihinde açılan dava, 2577 sayılı Kanunun 7. maddesi uyarınca süresindedir.
Bu durumda, 2577 sayılı Yasanın 10. maddesinde yer alan hükümler uyarınca süresinde açılan davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; davacının temyiz isteminin kabulüyle Antalya 1. İdare Mahkemesi’nin 30.4.2008 günlü, E:2007/517, K:2008/777 sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 49. maddesinin 1/c fıkrası uyarınca ( BOZULMASINA ), aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye ( GÖNDERİLMESİNE ), oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Davacının geçici görevlendirilmesine ilişkin 21.4.2006 tarihli işlemde “yolluksuz” ibaresi yer almış olup görevlendirme onayının bir örneğinin dava dilekçesine ekli olmasından, yolluksuz olarak görevlendirildiğinden görevlendirme tarihi itibariyle davacının haberdar olduğu anlaşılmıştır.
Bu nedenle, söz konusu görevlendirmenin yolluksuz yapıldığından haberdar olan davacının, bu işlemin yolluksuz kısmına karşı 2577 sayılı Kanun’un 7. maddesi uyarınca süresinde dava açmaması ve anılan Kanun`un 11. maddesinde yer alan yasal süre içinde de davalı idareye bu yönde bir başvuruda bulunmamış olması karşısında; 23.3.2007 tarihinde açılan dava süresinde olmadığı gibi, yolluksuz atama işlemine dayalı olarak yolluk ödenmesi talebini içeren 26.12.2006 tarihli başvurunun 11. madde kapsamında bulunması ve dava süresinin dolmasından sonra yapılmış olması sebebiyle sona ermiş olan dava açma süresini etkilemeyeceğinden, davanın süre yönünden reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının bu gerekçeyle onanması gerektiği görüşü ile karara katılmıyoruz.
DANIŞTAY 15. DAİRE Esas: 2016/9112 Karar: 2017/876 Tarih: 22.02.2017
- İYUK 10. Madde
Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, davacının adli yardım talebi kabul edilerek, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararın Bozulması” başlıklı 49. maddesinin 2. fıkras 2. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a ) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b ) Hukuka aykırı karar verilmesi, c ) Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.
Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin reddine, Van 1. İdare Mahkemesi’nin 27.05.2016 tarih ve E:2016/754, K:2016/1244 Sayılı kararının ONANMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harç ve posta ücretinin Mahkemesince tamamlattırılmasına, 2577 Sayılı Kanun’un 18.06.2014 tarih ve 6545 Sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.02.2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
( X ) KARŞI OY :
5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun 6. maddesinde; zarar görenlerin başvuru süreleri belirtildikten sonra komisyonun başvuru ile ilgili çalışmalarını altı ay içinde tamamlamak zorunda olduğu, zorunlu hallerde bu sürenin 3 ay daha uzatılabileceği hükmüne yer verilmiş olup, anılan hükümle idarenin karar verme konusunda uyması gereken azami süre belirtilmiş olup, anılan hükmün 2577 Sayılı Kanun’un 10.maddesinde belirlenen zımnı ret işlemine karşı dava açılmasına bir etkisinin olmadığı açıktır.
Bu itibarla davacının 21.03.2016 tarihli başvurusuna 60 gün içinde bir cevap verilmemesi üzerine zımnen ret işleminin iptali istemiyle açılan davanın esasının incelenmesi gerekirken davanın incelenmeksizin reddine dair mahkeme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabul edilerek, mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
DANIŞTAY 2. DAİRE Esas: 2013/2085 Karar: 2013/3518 Tarih: 31.05.2013
- İYUK 10. Madde
Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’nce verilen kararların, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulması gerektiği düşünülmektedir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Mevlüt Ç.
DÜŞÜNCESİ: Denizli İli, Honaz İlçesi, Kaklık İlköğretim Okulu’nda 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde öğretmen olarak görev yapmakta iken, anılan Yasanın 4/A maddesi uyarınca Kars İli, Sarıkamış ilçesi Beşyol İlköğretim Okulu’na kadrolu olarak atanan davacı tarafından, bu atama nedeniyle verilmeyen yolluğun ödenmesi istemiyle 17.01.2012 tarihinde yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve yolluğun yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılan davanın; süre aşımı yönünden reddine dair Erzurum 2.İdare Mahkemesinin 22.05.2012 gün ve E:2012/199, K:2012/764 sayılı kararına yapılan itirazın reddine ve kararın onanmasına ilişkin Erzurum Bölge İdare Mahkemesince verilen 25.09.2012 gün ve
E:2012/748, K:2012/666 sayılı karar ile karar düzeltme isteminin reddine dair Erzurum Bölge İdare Mahkemesinin 31.12.2012 gün ve E: 2012/856, K:2012/832 sayılı kararının yürürlükteki hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek davacı vekili tarafından kanun yararına bozulmasının istenmesi üzerine konu incelendi:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51’inci maddesinde, “niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden” kararların kanun yararına temyiz olunabileceği belirtilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7’nci maddesinin l’inci fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu hükmü getirilmiş; 10’uncu maddesinde, “İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri”; 11’inci maddesinde de, “İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; davacının atanması nedeniyle yolluk verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine açılan davada, davacının 4.6.2010 tarihli işlemle atandığı okulda göreve başladığı harcırahının ödenmemesi üzerine sürekli görev yolluğuna ilişkin dava açması ya da 2577 sayılı Kanun’un 11’inci maddesi uyarınca idareye başvurması gerekirken, bu süre geçirildikten çok sonra anılan atama işleminden kaynaklanan yolluğun verilmesi istemiyle idareye yapılan 17.01.2012 tarihli başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 20.02.2012 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle, süre aşımı yönünden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Yolluk ödenmesine neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir.
Atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde,dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Davacının, naklen atanmasına ilişkin işlemde “yolluksuz” ibaresi bulunmadığına göre, bu işlemden doğan yolluğunun tarafına ödenmesi için yaptığı başvuru 2577 sayılı Yasa’nın 10’uncu maddesi kapsamında olup, bu başvuru üzerine kurulan işlemin iptali istemiyle açılan davanın süresinde olduğu açıktır.
Bu nedenle, Erzurum Bölge İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 25.09.2012 gün ve E:2012/748, K:2012/666 sayılı kararı ile 31.12.2012 gün ve E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51’inci maddesi uyarınca, kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
HÜKÜM VEREN DANIŞTAY İKİNCİ DAİRESİ’NCE İŞİN GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava; Denizli İli, Honaz İlçesi, Kaklık İlköğretim Okulu’nda 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde öğretmen olarak görev yapmakta iken, anılan Yasanın 4/A maddesi uyarınca Kars İli, Sarıkamış İlçesi, Beşyol İlköğretim Okulu’na kadrolu olarak atanan davacının, bu atama nedeniyle verilmeyen yolluğunun ödenmesi istemiyle 17.1.2012 tarihinde yaptığı başvurunun reddine ilişkin 7.2.2012 günlü, 842 sayılı işlemin iptali ve yolluğun yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
Erzurum 2. İdare Mahkemesi Hakimi tarafından verilen 22.5.2012 günlü, E:2012/199, K:2012/764 sayılı kararla; davacı tarafından, 4.6.2010 tarihinde yapılan atama üzerine en geç göreve başladığı 18.6.2010 tarihinden itibaren yasal dava açma süresi olan altmış gün içinde doğrudan veya davalı idareye başvurarak tesis edilen işlem üzerine kalan yasal süre içerisinde dava açılması gerekirken, bu sürenin geçirilmesinden uzun bir süre sonra davalı idareye yapılan 17.1.2012 tarihli başvurunun 7.2.2012 tarihli işlem ile reddi üzerine, 15.2.2012 havale tarihli dilekçe ile açılan davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmedilmiş, itiraz üzerine davaya bakan Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’nin 25.9.2012 günlü, E:2012/748, K:2012/666 sayılı kararıyla söz konusu İdare Mahkemesi kararı onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Mahkeme’ce verilen 31.12.2012 günlü, E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararla reddedilerek Erzurum 2. İdare Mahkemesi Hakimi’nce verilen karar kesinleşmiştir.
Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’nin 25.9.2012 günlü, E:2012/748, K:2012/666 sayılı kararı ile 31.12.2012 günlü, E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu belirtilerek kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine Danıştay Başsavcılığı “yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden” sözkonusu kararların, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kanun Yararına Bozma” başlıklı 51. maddesinde, “ 1. Bölge idare mahkemesi kararlan ile idari ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenler, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabilir.
-
Temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde karar, kanun yararına bozulur. Bu bozma kararı, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmaz.
-
Bozma kararının bir örneği ilgili Bakanlığa gönderilir ve Resmi Ga-zete’de yayımlanır.” hükmü yer yer almaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7’nci maddesinin l’inci fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idaremahkemelerinde altmış gün olduğu ve bu sürenin idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükmü getirilmiş; 10’uncu maddesinde, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri; 1 l’inci maddesinde de, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresininyeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükmüne yer verilmiştir.
Yolluk ödenmesine (hak kazanılmasına) neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama, nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebileceği gibi yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine de tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır.
Dosyanın incelenmesinden; Denizli İli, Honaz İlçesi, Kaklık İlköğretim Okulu’nda 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli statüde öğretmen olarak görev yapmakta iken, anılan Yasanın 4/A maddesi uyarınca 4.6.2010 günlü işlemle Kars İli, Sarıkamış İlçesi, Beşyol İlköğretim Okulu’na kadrolu olarak atanarak yeni görev yerine 18.6.2010 tarihinde başlayan davacının, bu atama işleminden dolayı alamadığı sürekli görev yolluğunun ödenmesi için yaptığı 17.1.2012 günlü başvurusunun Sarıkamış Kaymakamlığı, İlçe Milli
Eğitim Müdürlüğü’nün 7.2.2012 günlü, 842 sayılı işlemi ile reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar Erzurum 2. îdare Mahkemesi’nce, 4.6.2010 günlü onayla atanan davacının atandığı yerde göreve başladığı 18.6.2010 tarihinin, kendisine yolluk ödenmediğini öğrendiği son tarih olarak kabulünün gerekmekte olduğu belirtilerek ve yapılan hesaplama sonucu, dava süre aşımı yönünden reddedilmiş ise de, dava konusu olayda başvuru öncesinde davacıya tebliğ edilmek suretiyle kendisine yolluk verilmeyeceğine ilişkin bir işlemin mevcut olmaması karşısında; yolluk ödenmesi talebiyle sonradan yapılan başvuru, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru niteliğini taşıdığından, bu konuda çıkan uyuşmazlıkta atandığı yerde göreve başlama tarihinin dava açma süresi için başlangıç olarak alınmasına hukuken olanak bulunmamaktadır.
Kaldı ki, uyuşmazlık konusu olayda, dava konusu işlemin yasal dayanaklarını oluşturan ve 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların 4. maddesinde yer alan; “Sözleşmeli personele geçici görev yolluğu dışında harcırah ödenemez.” ibaresi ile buna paralel olarak yürürlüğe sokulan Milli Eğitim Bakanlığı’nin 2006/58 sayılı Genelgesi’nin 11. maddesinde yer alan; “Sözleşmeli öğretmenlere sürekli görev yolluğu ödenmeyecektir.” ibaresinin Danıştay İkinci Dairesi’nin 28.02.2011 günlü, E:2010/5994 sayılı kararıyla yürütmesinin durdurulmuş olması nedeniyle oluşan yeni hukuki durum karşısında, davacının sürekli görev yolluğunu alabilmek için,2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi kapsamında idareye her zaman başvurabileceği de açıktır.
Bu nedenle, Erzurum Bölge İdare Mahkemesinin, yürürlükteki hukuka aykırı sonuçlar ifade ettiği açık bulunan 25.9.2012 günlü, E:2012/748, K:2012/666 sayılı kararı ile 31.12.2012 günlü, E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararında hukuki isabetgörülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’nce verilen 25.9.2012 günlü, E:2012/748, K:2012/666 sayılı karar ile 31.12.2012 günlü, E:2012/856, K:2012/832 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına; kararın birer suretinin Danıştay Başsavcılığına, Sarıkamış Kaymakamlığı ile davacıya gönderilmesine ve bu kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasına, 31.5.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY 13. DAİRE Esas: 2009/3953 Karar: 2009/10614 Tarih: 04.12.2009
- İYUK 10. Madde
Antalya 3. İdare Mahkemesi’nin 11.02.2009 tarih ve E:2008/260, K:2009/88 sayılı kararının; davalı idareye sunulan belgelerde teklifin esasını etkileyecek bir eksikliğin bulunmadığı, idarenin gerekçesiz kararlar tesis ederek kesin olmayan cevaplar verdiği, üst makam olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yapılan başvurunun Bölge Müdürlüğü’ne yöneltilmesi nedeniyle bu durumun dava açma süresine olan etkisinin dikkate alınması gerektiği, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesine göre yapılan başvurularda altı aylık bekleme süresinin öngörüldüğü, davanın süresinde açıldığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
SAVUNMANIN ÖZETİ: Savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ ZÜHAL AYSUN SUNAY’IN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile Mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
DANIŞTAY SAVCISI ÜNAL DEMİRCİ’NİN DÜŞÜNCESİ: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, Antalya İli Kaş İlçesi Kalkan Beldesi Mustafa Kocakaya Camii Röleve Projesi, Çevre Düzenleme ve Şadırvan Projesi, Antalya ili Kaş İlçesi Kalkan Beldesi Röleve Projesi ve Kaş İlçesi Kasaba Köyü Nasrettin Camii Röleve Projesi Hazırlanması işine ilişkin 21.07.2008 tarihli ihalenin iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik hükümlerine tabi olarak yapılan ihalede teklifi değerlendirme dışı bırakılan davacıya kesinleşen ihale kararının 06.08.2008 tarihinde tebliği üzerine, davacının önünde iki seçenek olduğu, ya tebliğ tarihini izleyen günden itibaren altmış gün içinde, en geç 06.10.2008 ( Pazartesi ) günü dava açması ya da yine aynı süre içerisinde ihalenin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması istemiyle üst makama ya da üst makam yoksa işlemi yapan makama başvurması gerektiği, ancak davacının bu süre içerisinde dava açmadığı gibi 07.08.2008 tarihinde verilen dilekçenin ve bila tarihli dilekçenin de dava konusu işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması istemiyle yapılmış bir başvuru olmayıp başvurusunun kabul edilmemesinin gerekçesinin bildirilmesine ve eksiklik varsa bu eksikliğin neden tamamlatılmadığının sorulmasına ilişkin yapılmış bir başvuru olduğu, bu başvuruların dava açma süresini durdurmayacağı, bu haliyle 19.12.008 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı görüldüğünden, davanın 2577 sayılı Kanun’un 14/3-e, 15/1-b maddeleri uyarınca süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
SONUÇ : Davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin temyize konu Antalya 3. İdare Mahkemesi’nin 11.02.2009 tarih ve E:2008/260, K:2009/88 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkras 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, bozma istemi yerinde görülmeyerek anılan Mahkeme kararının onanmasına, dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, 04.12.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas: 2015/2469 Karar: 2017/7 Tarih: 16.01.2017
- İYUK 10. Madde
Dava; davacının alkollü araç kullandığından bahisle 2 yıl süreyle geri alınan sürücü belgesinin iade edilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine dair 29.12.2013 günlü, 1855 Sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nin 31.01.2014 günlü, E:2014/37, K:2014/54 Sayılı kararıyla; davacı tarafından, sürücü belgesine el koyma işleminin iptali için davaya konu başvurudan önce 04.12.2012 tarihinde Afyonkarahisar İdare Mahkemesinde dava açıldığı, davanın süre aşımı yönünden reddedildiği ve kararın, 22.01.2013 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştiği, davacının 22.11.2013 tarihinde ehliyetin geri verilmesi istemiyle idareye yaptığı başvurunun reddine dair davaya konu işlemin, süre ret kararıyla sonuçlanan davaya konu işlemle aynı nitelikte olduğu, dolayısıyla 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 114. maddesinin ( i ) bendi uyarınca derdestlik sebebiyle esas hakkında karar verilemeyeceği gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.
Anılan karar, karar düzeltme aşamasında Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17.12.2014 günlü, E:2014/7966, K:2014/9722 Sayılı kararıyla; Sulh Ceza Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, davacının ehliyetine el konulması işleminin de dayanağı olan alkollü araç kullanma eyleminin gerçekleşmediği ve aracı kullanan kişinin davacı değil arkadaşı olduğunun tespit edildiği, anılan mahkeme kararı üzerine yeni bir hukuki durum doğduğundan bahisle, yapılan başvurunun 2577 Sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında bir başvuru olduğu, aksi halin kabulünün Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle teminat altına alınan hak arama hürriyeti ile adil yargılanma hakkına aykırı olacağı, bu durumda, 2577 Sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında yapılan başvurunun reddi üzerinde açılan davanın yasal süresinde açılması karşısında, işin esası irdelenmek suretiyle bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak ilk kararında ısrar etmiştir.
Davacı, Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nin ısrar kararını temyiz etmekte ve kararın bozulmasını istemektedir.
Anayasa’nın “Dilekçe, Bilgi Edinme ve Kamu Denetçisine Başvurma Hakkı” başlıklı 74. maddesinde, vatandaşların ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancıların kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahip olduğu; buna karşılık yetkili makamların ilgili başvuruların sonucunu gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildireceği hükmü yer almaktadır.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesinde2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesinde; ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabileceği, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabileceği, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceği kurala bağlanmıştır.
İdari davaya konu edilebilecek işlemler, ilgililerin idareye başvurusu üzerine tesis edilebileceği gibi idarece kendiliğinden de tesis edilmiş olabilir. İlgililerin yasada aksine hüküm bulunmadıkça 2577 Sayılı Kanun’un 10. maddesine göre idareye başvurarak işlem tesis ettirmeleri ve bu işleme karşı 2577 Sayılı Kanun’un 7., 10. maddelerinde belirtilen süreler gözetilerek dava açmaları mümkündür.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun aynı zamanda idari dava açma süresiyle ilgili düzenlemeler getiren 10. maddesinin hem hak arama özgürlüğü ve hukuk devleti ilkesi ile yakından ilgili olması, hem de anayasal düzeyde bir hak olan dilekçe hakkının kullanımı ile ilgili olması nedeniyle, Kanun’da açıkça aksi öngörülmediği sürece geniş yorumlanması, idarenin yargısal denetimini, kısıtlayıcı, daraltıcı ve en genel anlamda hak arama özgürlüğünü sınırlandırmayacak şekilde uygulanması gerekmektedir.
Bireylerin, idarenin yerine getirmesi gerektiğini düşündükleri hak ve menfaatlerine yönelik işlemlerin kurulmasını, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca her zaman isteyebileceklerinin ve dolayısıyla başvurunun içeriği, haklarında idarece kendiliğinden kurulan işlemin sonuçlarına yönelik olsa dahi her bir başvuru üzerine kurulan açık ya da zımni ret işleminin, etkili ve tek başına iptal davasına konu edilebilir nitelikte ayrı bir işlem olarak kabulüyle davacının önceki yargı kararlarına konu işlemin sonuçlarına yönelik, yeni bir başvuruda bulunması üzerine kurulan işlemin iptali istemiyle açılan davanın konusunun farklı bir idari işlem olduğunun, özellikle kesinleşmiş ya da derdest davalarda verilen kararların, uyuşmazlığın esasına yönelik olmadığı da gözetildiğinde, önceki davalardan farklı bir işlemin iptali istemiyle açılmış davada, kesin hüküm ve/veya derdestlik bulunmadığının kabulü gerekeceği sonucuna varılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; 18.06.2012 tarihinde yapılan kontrolde davacının alkollü araç kullandığının tespit edildiğinden bahisle sürücü belgesine el konulduğu ve trafik para cezası verildiği, davacının trafik para cezasına karşı 19.06.2012 tarihinde Sandıklı Sulh Ceza Mahkemesinde dava açtığı ve 05.11.2012 günlü, 2012/219 D. İş sayılı kararla, aracı kullanan kişinin davacı olduğuna dair somut tespit olmadığı gerekçesiyle trafik para cezasının iptal edildiği, bunun üzerine davacının, ehliyetin geri alınması işleminin iptali istemiyle 04.12.2012 tarihinde İdare Mahkemesinde açtığı davanın, “07.09.2012 tarihinde dava açılması gerekirken, 04.12.2012 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu” gerekçesiyle, Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nin 10.12.2012 günlü, E:2012/975, K:2012/987 Sayılı kararıyla reddedildiği, “idari para cezası, Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla kaldırıldığından, sürücü belgesine el koyma kararının da dayanaksız kaldığından bahisle, sürücü belgesinin iade edilmesi” istemiyle davacının 28.11.2013’te Hocalar Kaymakamlığına başvuruda bulunduğu, 29.11.2013 tarihli davaya konu işlemle “Sulh Ceza Mahkemesi kararında sürücü belgesinin geri alınmasına dair işleme yönelik hüküm bulunmadığı” gerekçesiyle davacının başvurusunun reddedildiği anlaşılmaktadır.
İdare Mahkemesince her ne kadar, ehliyetin geri alınması işlemi ile davacının ehliyetinin iade edilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi işleminin aynı nitelikte olduğu ve ortada kesin hüküm bulunduğu gerekçesine yer verilmiş ise de; 18.06.2012 tarihli ehliyete el koyma işlemi ile davacının, Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla ortaya konulan hukuki durum üzerine sürücü belgesinin iade edilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine dair 29.11.2013 tarihli işlemler, birbirinden farklı işlemler olduğundan, ilk işlemin iptali istemiyle açılan davanın konusu ile ikinci işlemin iptali istemiyle açılan davanın konusu da farklıdır. Dolayısıyla, aynı konuda açılan ve tarafları aynı olan bir davanın varlığından söz edilemez.
Dava konusu uyuşmazlık, davacının, Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla ortaya konulan hukuki durum üzerine yaptığı başvurunun reddinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, 2577 Sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında yapılan başvurunun reddi üzerine süresi içinde açılan davanın esası incelenmek suretiyle karar verilmesi gerekmekte olup, davanın incelenmeksizin reddi yolunda verilen Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nin 08.04.2015 günlü, E:2015/265, K:2015/321 Sayılı ısrar kararının BOZULMASINA, dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.01.2017 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden, Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nin 08.04.2015 günlü, E:2015/265, K:2015/321 Sayılı kararının usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davacının temyiz isteminin reddi ile ısrar kararının onanması gerektiği oyuyla, karara katılmıyorum.
DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas: 2014/3176 Karar: 2014/3237 Tarih: 30.10.2014
- İYUK 10. Madde
Dava; Sağlık Bakanlığı bünyesinde radyasyonla çalışan sağlık personeli olarak görev yapan davacının, günlük çalışma saatlerini beş saatten dokuz saate çıkaran 08/10/2007 günlü, 21025 sayılı Genelgenin yargı kararıyla iptal edildiğinden bahisle, söz konusu Genelge uyarınca günlük beş saatin üzerinde kalan fazla çalışmalarının parasal karşılığının ödenmesi isteğiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve hak edilen ödemelerin tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince; dava konusu işlemin iptaline ve fazla çalışmadan kaynaklanan parasal haklarının davacıya ödenmesine hükmedilmiştir.
Bu karar, Danıştay Beşinci Dairesince; davanın, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 08/10/2007 günlü, 21025 sayılı Genelgesinden kaynaklanan bir tam yargı davası olduğu,işlemden doğan tam yargı davasının, işlem tarihine göre hesaplanacak dava açma süresi içinde açılmış olması halinde uyuşmazlığın esası yönünden incelenebileceği, anılan Genelge tarihinden itibaren tâbi olduğu çalışma saatlerindeki belirgin artış nedeniyle bu artışın nedenini oluşturan Genelgeden haberdar olan davacının, 2577 sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, 08/10/2007 tarihinden itibaren altmış gün içinde ya da anılan Kanunun 11. maddesine göre idareye başvurduktan sonra aldığı cevaba göre hesaplanacak süre içinde, söz konusu Genelgeden kaynaklanan zararlarının tazmini istemiyle dava açması gerekirken, bu sürelerin dolmasından çok sonra açmış olduğu tam yargı davasının esasının süreaşımı nedeniyle incelenmesine imkan bulunmadığı; diğer taraftan, Genelgeye karşı dava açmamış olan davacının, başka bir dava sonucunda bu düzenleyici işlemin iptali üzerine idareye başvurarak 2577 sayılı Kanunun 28. maddesi kapsamında parasal haklarının tazminini isteyebilmesi mümkün olmadığı gibi, bu davanın, anılan Kanunun 12. maddesinde belirtilen, iptal kararı üzerine açılmış bir tazminat davası olarak nitelendirilmesi olanağının da bulunmadığı; tazminat isteği 2007 yılında çıkarılmış Genelgeye dayandırıldığı için, davacının idareye yaptığı başvurunun, dava konusu olabilecek bir işlem tesisi amacıyla yapılmış bir başvuru olarak kabulünün ve 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında değerlendirilmesinin de olanaksız olduğu; bu bakımdan, süreaşımı yönünden davanın reddi gerekirken işin esası yönünden karar verilmesinde hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak, işlemin iptali ve fazla çalışmadan kaynaklanan parasal haklarının davacıya ödenmesi yolundaki ilk kararda ısrar edilmiştir.
Davalı idare, İdare Mahkemesinin ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinde,
“1- İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.
2- Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez.
Dava açılmaması veya davanın süreden reddi halinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” kuralı yer almaktadır.
İdare Hukuku ilkelerine göre, iptal kararları, iptali istenilen işlemi tesis edildiği tarih itibarıyla ortadan kaldırarak, o işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlar. Bir genel düzenleyici işlemin iptal edilmesi durumunda, verilmiş olan yargı kararının, sadece o davayı açanı değil, bu genel düzenleyici işlem ile ilgili diğer kişileri de etkileyeceği kuşkusuzdur. Bu nedenle, iptal edilen bir düzenleyici işlemden dolayı, menfaati veya hakkı ihlal edilen kişinin, iptal kararının doğurduğu sonuçlardan yararlanmak amacıyla idareye başvurabileceğinin kabulü gerekir.
Bu bağlamda, davacının davalı idareye yapmış olduğu başvuru, genel düzenleyici nitelikteki bir işlemin iptali yolundaki kararın, o düzenleme ile ilgili herkes için hüküm ifade edeceği hukuksal gerçeğinden hareketle, kararın sonuçlarından kendisinin de yararlanması; daha açık bir ifadeyle, günlük çalışma saatlerini beş saatten dokuz saate çıkaran 08/10/2007 günlü, 21025 sayılı Genelgenin yargı kararıyla iptal edilmesi üzerine, söz konusu Genelge uyarınca günlük beş saatin üzerinde kalan fazla çalışmalarının parasal karşılığının ödenmesi istemiyle yapılmış olan ve 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken bir başvurudur.
Bu itibarla, davacının, yargı kararıyla iptal edilmiş olan, günlük çalışma saatlerini beş saatten dokuz saate çıkaran Genelge uyarınca günlük beş saatin üzerinde kalan fazla çalışmalarının parasal karşılığının ödenmesi isteğiyle 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin kendisine tebliği üzerine, bu işlemin iptali ve hak ettiği ödemelerin tazminine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın süresinde açılmış olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin 09/04/2014 günlü, E:2014/542, K:2014/500 sayılı kararının ısrara ilişkin kısmının ONANMASINA, uyuşmazlığın esası yönünden temyiz incelemesi yapılması için dosyanın Danıştay Beşinci Dairesi’ne gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.10.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas: 2011/2470 Karar: 2014/1407 Tarih: 02.04.2014
- İYUK 10. Madde
HÜKÜM VEREN DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULUNCA DOSYA İNCELENDİ, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
KARAR : Dava; davacının Çayırsuyu Hidroelektrik Santrali ( HES ) için geliştirdiği projesine onay verilmesi istemiyle yaptığı 15/10/2007 tarihli başvurunun reddine ilişkin 25/12/2007 günlü, 13939 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin 18/07/2008 günlü, E:2008/778, K:2008/1597 sayılı kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrası ile 10. maddesinden bahsedildikten sonra, dosyasının incelenmesinden, davacının 15/10/2007 tarihli dilekçesiyle kendi adına tescilini yaptırdığı Çayırsuyu HES fizibilite ön raporunu inceleyerek gereğinin yapılması için davalı idareye başvurduğu, 25/12/2007 tarihli dava konusu işlemle projenin uygun bulunmadığının bildirmesi üzerine, 16/01/2008 tarihinde aynı projeyle ilgili olarak, Tablo-3’de yayımlanması yolunda yeni bir başvuruda bulunduğu ve bu başvuruya davalı idarece cevap verilmediğinin anlaşıldığı, bu durumda, davacının, dava konusu ettiği 25/12/2007 günlü, 13939 sayılı işlemi en geç ikinci başvurusunu yaptığı 16/01/2008 tarihinde öğrendiği açık olduğundan, işlemi öğrendiği tarihten itibaren 2577 sayılı Kanun’un 7. maddesi uyarınca 60 gün içinde dava açması gerekirken, dava açma süresi geçtikten çok sonra, 02/05/2008 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
Bu karar temyiz incelemesi sonucu, Danıştay Onüçüncü Dairesi’nin 09/11/2009 günlü, E:2008/778, K:2008/1597 sayılı kararıyla; 2577 sayılı Kanun’un, idareye bir işlem tesis etmesi için yapılan başvurulara ilişkin dava açma süresini düzenleyen 10. maddesi uyarınca idarece bir işlem tesis edildikten sonra, aynı Kanun’un itiraz yolunu düzenleyen 11. maddenin uygulanabileceğinin kuşkusuz olduğu; bu bağlamda, davacının 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesine göre yaptığı başvurunun idarece reddine ilişkin işlemin tebliğ tarihi olan 04/01/2008 tarihinden itibaren, davacının, projelerinin yeniden değerlendirilmesi istemiyle, aynı Kanun’un 11. maddesi uyarınca 16/01/2008 tarihinde yaptığı itirazın zımnen reddi üzerine, 11. maddede öngörülen dava açma süresi içinde 02/05/2008 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna varıldığı; bu durumda, davanın 2577 sayılı Kanunu’n 11.maddesinde öngörülen usule uygun olarak süresinde açıldığı anlaşıldığından, İdare Mahkemesince, işin esasının incelenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle, bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince; gerçek veya tüzel kişilerin 2577 Sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında yaptığı başvuru üzerine idarelerce tesis edilen işlemlere karşı aynı Kanun’un 11. maddesinin uygulanmasının, Kanun’da bu konuda açık bir düzenleme bulunmaması karşısında, mümkün olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesi eklenmek suretiyle, bozma kararına uyulmayarak, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolundaki ilk kararında ısrar edilmiştir.
Davacı, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin 10/06/2011 günlü, E:2011/810, K:2011/1234 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
Anayasa’nın “Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” başlıklı 74. maddesinde, vatandaşların ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancıların kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahip olduğu; buna karşılık yetkili makamların ilgili başvuruların sonucunu gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildireceği hükmü yer almaktadır.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde, “dava açma süresi, özel Kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay ve İdari Mahkemelerinde altmış gündür…”; 10. maddesinde, “ilgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay İdare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi halinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.”; 11. maddesinde ise, “İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” hükümlerine yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesine göre idareye yapılacak başvuru, kural olarak, ilgilisinin Anayasa’nın 74. maddesinde tanınan dilekçe hakkına dayanarak, hakkında bir işlem tesis edilmesi talebiyle yapmış olduğu bir “ilk” başvurudur. Ortada henüz idarece tesis edilmiş bir işlem bulunmamaktadır ve madde hükmü, ilgilinin belirtildiği şekilde idari makama başvurusuna yanıt alamaması veya olumsuz yanıt alması üzerine dava açma süresini belirlemektedir. Aynı Kanun’un 11. maddesinde ise, yapılmış bir itiraz söz konusudur. Başvuru yine anayasal düzeyde bir hak olan dilekçe hakkının bir uzantısı olarak yapılmıştır. Ancak, öncesinde idarenin tesis ettiği bir işlem bulunmaktadır ve bu işlem nedeniyle hakkı veya menfaati ihlal edilen ilgili kişiye, uyuşmazlığı yargı önüne getirmeden önce idareyi var olan işlemi kaldırması, geri alması, kendi yararına değiştirmesi veya yeni bir işlem yapması yönünde ikaz ederek sulh yolu ile çözmeye, netice alamaması halinde ise belirtilen süreler içinde dava açmasına imkan sağlayan düzenlemelere yer verilmiştir.
Bakılan uyuşmazlığın çözümü için ise, ilgililerin, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem tesis edilmesi için idareye yaptıkları başvurunun açıkça veya zımnen reddi üzerine oluşan işleme karşı ayrıca aynı Kanun’un 11. maddesinde düzenlenen itiraz yoluna başvurup başvuramayacağının, başka bir deyişle Kanun’un, 11. maddede düzenlenen itiraz yolunun işletilmesinde, idari işlemin idarece kendiliğinden veya ilgilinin başvurusu üzerine tesis edilmiş olması açısından bir ayrım gözetip gözetmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere hukuk devleti idarenin tüm eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunun ödün verilmez bir ilke olarak benimsendiği bir devlet türüdür. İdarenin, özellikle işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetlenmesi ise asıl olarak idari yargıda açılan iptal davaları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Yönetimin tesis ettiği işlemler yönünden hukuka bağlılığının sağlanmasına işlerlik kazandıran iptal davaları ise, temelde kendisi de hem bir Anayasal hak ve özgürlük, hem de diğer temel hak ve özgürlüklerin sağlanmasında etkin bir güvence olan hak arama özgürlüğünün kullanımı olan dava açma hakkı ile de ilgilidir.
Dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun aynı zamanda idari dava açma süresiyle ilgili düzenlemeler getiren 10., 11. maddelerinin hem hak arama özgürlüğü ve hukuk devleti ilkesi ile yakından ilgili olması, hem de anayasal düzeyde bir hak olan dilekçe hakkının kullanımı ile ilgili olması nedeniyle, Kanun’da açıkça aksi öngörülmediği sürece geniş yorumlanması, idarenin yargısal denetimini, kısıtlayıcı, daraltıcı ve en genel anlamda hak arama özgürlüğünü sınırlandırmayacak şekilde yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Bu çerçeveden bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’un, ilgililere haklarını veya menfaatlerini ihlal eden idari işlemlere karşı dava açmadan önce yönetsel başvuru imkanını tanıyan 11. maddesinde, daha önce idarece tesis edilen bir işlemin varlığı ve başvurunun dava açma süresi içinde yapılması şart koşulmuş, ancak bu işlemin daha önce ilgilisinin başvurusu üzerine veya idarece resen tesis edilmiş olması açısından bir ayırıma gidilmemiştir. Ayrıca maddelerin düzenlenme sistematiği de incelendiğinde, 11. maddenin 10. maddeden 10. maddeden sonra düzenlenmiş olması ve madde metninde, Kanun’un 10. maddesi kapsamında tesis edilen işlemler yönünden uygulanamayacağına dair bir kısıtlamanın da öngörülmemiş olması karşısında, 11. madde uyarınca öngörülen başvurunun 10. madde uyarınca tesis edilen işlemler bakımından da geçerli olduğu, dolayısıyla uygulanmasına engel bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu bağlamda, davacının Fırat Havzası, Keban Barajı Gölü üzerinde gerçekleştirmek istediği Çayırsuyu HES projesine onay verilmesi istemiyle 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca 15/10/2007 tarihinde davalı idareye yaptığı başvurunun reddine ilişkin 25/12/2007 günlü işlemin tebliğ edildiği 04/01/2008 tarihinden sonra, talebinin yeniden değerlendirilmesi istemiyle aynı Kanun’un 11. maddesi uyarınca 17/01/2008 tarihinde yaptığı itirazın zımnen reddi üzerine, 11. maddede öngörülen dava açma süresi içinde 02/05/2008 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna varıldığından, İdare Mahkemesince işin esasının incelenmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Ankara 9. İdare Mahkemesince verilen 10/06/2011 günlü, E:2011/810, K:2011/1234 sayılı ısrar kararının bozulmasına, dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.04.2014 tarihinde esasta ve gerekçede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
X- Temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenler, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin 10/06/2011 günlü, E:2011/810, K:2011/1234 sayılı ısrar kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından, davacının temyiz isteminin reddedilerek davanın süre aşımı yönünden reddi yolundaki İdare Mahkemesi ısrar kararının onanması gerektiği oyuyla, bozulmasına ilişkin karara katılmıyoruz.
GEREKÇEDE KARŞI OY :
XX- 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi, kural olarak, idarece henüz işlem tesis edilmemiş bir konuda, işlem veya eylemin yapılması ile ilgili başvurular üzerine dava açma süresini belirlemektedir. Ancak yapılan bu başvuru üzerine idarece cevap verilerek veya verilmeyerek tesis edilmiş olumsuz bir idari işlem bulunsa bile, ilgililerce ilk idari işlemden ayrı olarak, olumlu işlem tesis ettirilinceye kadar tekrar tekrar başvurulabileceği ve bu başvurular üzerine tesis edilen işlemlerin ve bu işlemlere karşı dava açma süresinin, Kanun’un 10. maddesi kapsamında değerlendirileceğinde duraksama da bulunmamaktadır.
Bu çerçevede, Çayırsuyu HES projesini gerçekleştirmek isteyen davacının projesine onay verilmesi için 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca 15/10/2007 tarihinde davalı idareye yaptığı başvurunun reddine ilişkin 25/12/2007 günlü işlem kendisine tebliğ edildikten sonra, projesinin yeniden değerlendirilerek onay verilmesi için 17/01/2008 tarihinde yapmış olduğu ikinci başvurusunun da, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında yapılmış bir başvuru olduğunun kabulü ile bu başvuruya zımni ret süresi içinde yanıt verilmemesi üzerine, anılan maddede belirtilen 60 günlük yasal dava açma süresinde açmış bulunduğu davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna varıldığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenle; davanın süre aşımı yönünden reddi yolundaki temyize konu İdare Mahkemesi ısrar kararının belirtilen gerekçeyle bozulması gerektiği oyuyla, kararın gerekçesine katılmıyorum.
YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/20060 Karar : 2017/3985 Tarih : 9.05.2017
- İYUK 10. Madde
Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/2. fıkrasında, “Diğer Kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” şeklinde düzenlenme gözetildiğinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun`u dışındaki Kanunlar ile de dava şartı düzenlenebileceği anlaşılmaktadır.
11.09.2014 tarihli Mükerrer Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 64’üncü maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7`inci maddesinin üçüncü fıkra olarak “31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat edilmesi zorunludur. Diğer Kanunlarda öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan müracaata altmış gün içinde Kurumca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kuruma karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz.” hükmü eklenmiştir.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamanın devamı için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
HMK.’nun 115/2. maddesindeki kurala göre, “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.
Eldeki dava 20.10.2014 tarihinde, 6552 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılmıştır. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, 11.09.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7. maddesine 3. fıkra olarak eklenen düzenleme gereği, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatın olması ve Kurumca müracaata konu istemin zımnen ya da açıkça reddedilmesi gerektiği dava şartı olarak düzenlenmiş olup, eldeki davada, davacı tarafından 5521 sayılı Kanunun 7/3 maddesine uygun bir şekilde, davaya konu istem hakkında, Sosyal Güvenlik Kurumu’na müracaat ve Kurum tarafından bu müracaata konu istemin reddine ilişkin bir işlem veya eylem bulunmadığı görülmekle, mahkemece, davacı tarafa 6100 sayılı HMK.’nun 115/2. maddesi uyarınca, 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7. maddesine üçüncü fıkra olarak eklenenen düzenleme doğrultusunda, davaya konu istemi hakkında Sosyal Güvenlik Kurumu`na müracaat etmesi ve bu müracaat hakkında anılan yasal düzenleme uyarınca Kurumun red iradesini gösterir işlem veya eyleminin olduğunun belgelenmesi için kesin süre ihtaratlı önel verilmeli, bu süre içerisinde dava şartı eksikliğinin tamamlanmaması halinde, dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmeli, Kuruma müracaat ve müracaatın reddine dair Kurum işlem veya eylemine ilişkin dava şartının tamamlanması halinde ise davanın esasına girilerek, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu, yargılama aşamasında giderilmesi olanaklı başvuru şartı eksikliği yönünden değinilen 115. maddede öngörülen yöntem izlenmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün sair hususlar incelenmeksizin, yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, Başkan …’in muhalefetine karşı, üyeler …, …, … ve …`ın oylarıyla ve oyçokluğuyla 09.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
-KARŞI OY-
10/09/2014 tarih ve 6552 sayılı Kanun’un 64. maddesi ile eklenen 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 7/3. maddesi ile “31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat edilmesi zorunludur. Diğer kanunlarda öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan müracaata altmış gün içinde Kurumca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kuruma karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz” hükmü getirilmiştir.
Daire çoğunluğu ile aramızdaki uyuşmazlık, 10/09/2014 tarih ve 6552 sayılı Kanun’un 64. maddesi ile eklenen 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 7/3. maddesi ile getirilen hükmün dava şartı olup olmadığı, akabinde sonradan tamamlanabilen dava şartlarından olup olmadığı noktasındadır.
5521 sayılı Kanuna yapılan değişiklik ile dava açmadan önce Kuruma müracaat zorunluluğu, iş yargısında uyuşmazlıkların azaltılması, sigortalı ile Kurum arasında uyuşmazlık çıkmadan dava açılmasının önlenmesidir. Getirilen düzenleme ile sigortalı önce Kuruma müracaat edecek, Kurum isteme olumsuz cevap verirse veya belli bir süre sessiz kalırsa öyle dava açılabilecektir. Bu düzenleme 2577 İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesine benzer bir düzenlemedir.
İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesine getirilen düzenleme, önce Kuruma müracaat ile ihtilafın oluşması şartını aradığı için 6100 sayılı HMK’nun 114 ve 115 inci maddeleri uyarınca dava şartıdır. Dava şartları 114 üncü maddede sınırlı olarak sayılmıştır. Dava şartı mutlaka maddede sayılan nedenler olabilir. Bu nedenle maddede sayılan dava şartları çoğaltılamaz. Çoğunluk görüşünde somut olayın 114 üncü maddede sayılan hangi dava şartlarından olduğu hususu açıklığa kavuşturulmamıştır.
İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesine getirilen düzenleme ile dava açılabilmesi için önce sigortalı ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında uyuşmazlık bulunması şartı aranmıştır. Bu uyuşmazlık ise Kurumun istemi reddetmesi veya reddetmiş sayılması ile oluşur. Bunun için de Kuruma müracaat zorunludur. Sigortalının henüz Kurumca reddedilmiş bir talebi yokken, Kurumun talebini reddetme ihtimaline binaen dava açılmasında hukuki yarar yoktur. Bu haliyle önce Kuruma müracaat zorunluluğu, HMK’nun m. 114/1-h bendinde düzenlenen ve dava şartı bulunan hukuki yarar bendine girmektedir. Mahkeme, dava tarihinde hukuki yararı yoksa, hukuki yarar için uyuşmazlık çıkmasını bekleyemez. Zira Kurum, sigortalının talebini kabul ederse hukuki yarar hiç oluşmayacak ve dava açılamayacaktır. Tıpkı, vadesi dolmamış bir senedin veya ifa zamanı gelmemiş bir borcun, borcun ödenmeyeceği ihtimaline binaen alacaklı tarafından önceden alacak davası açılması gibi. Bu örnekte de mahkeme, hukuki yarar oluşması için senedin vadesinin dolmasını veya borcun ifa zamanını bekleyemeyeceği gibi somut olayımızda da mahkeme, Kurumun ihtilaf çıkarmasını bekleyemez.
Somut olayımızda bulunan dava şartı, Kuruma başvuru ile 60 günün dolması değil, hukuki yarar yokluğudur. Çünkü henüz taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu dava şartı, mahkeme tarafından uyuşmazlığın oluşması için belli bir süre verilerek giderilemez. Yani, HMK’nun m. 115/2 de düzenlenen sonradan giderilebilecek dava şartlarından değildir. Kurum sigortalının talebini kabul ederse uyuşmazlık hiç oluşmamış olacaktır. Yoksa dava konusuz kalmış olmaz. Mahkemenin davayı reddetmeyip elinde bekletmesi, yasanın çıkış gerekçesine ve davaların azaltılması amacına uygun düşmez.
Henüz uyuşmazlık oluşmadığından dava şartı olan hukuki yarar yokluğu nedeniyle dava açılamayacağından davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.