0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Kanuni Temsilci Atanması Sebebiyle Yargılamanın Ertelenmesi

HMK Madde 56

(1) Taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması talebi mahkemece uygun bulunur ya da mahkemece gerekli görülürse, bu konuda kesin bir karar verilinceye kadar yargılama ertelenebilir.

(2) Taraflardan biri kanun gereğince tedavi, gözlem veya koruma altına alınmış yahut başkalarıyla görüşmekten yasaklanmış olup da kendisi veya vekilinin mahkemede bulunması mümkün değilse, o kimse hakkında davayı takip için kayyım atanıncaya kadar yargılama ertelenebilir.



HMK Madde 56 Gerekçesi

Bu madde, 1086 sayılı Kanunun 42 nci maddesi hükmünün günümüz Türkçesine uyarlanmış şeklidir. Bu hükümle, vesayet altına alınması muhtemel kişilerle koruma altına alınmış olan kişilerin haklarının korunması amaçlanmıştır.


HMK 56 (Kanuni Temsilci Atanması Sebebiyle Yargılamanın Ertelenmesi) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/23043 Karar : 2018/9278 Tarih : 17.09.2018

  • HMK 56. Madde

  • Kanuni Temsilci Atanması Sebebiyle Yargılamanın Ertelenmesi

Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları dava şartlarından (HMK m. 114/1-d) olup, bu husus kamu düzeniyle ilgilidir. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmakla yükümlüdür. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (HMK m. 115/1) Davada, davacı-karşı davalının ruhsal rahatsızlığı ileri sürülmüş ve bu iddia dosya arasındaki bir kısım delille de doğrulanmış bulunmasına göre, mahkemece yapılacak iş; Türk Medeni Kanununun 405. ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 56/1. maddeleri uyarınca davacı-karşı davalının vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediğinin araştırılması ve bu hususun bir ön sorun sayılması, gerekirse Türk Medeni Kanununun 462/8. maddesi uyarınca işlem yapılması ve sonucuna kadar yargılamanın bekletilmesinden ibarettir. Bu yön gözönünde tutulmadan yargılamaya devam olunarak işin esası hakkında karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 17.09.2018 (Pzt.)


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12725 Karar : 2018/11333 Tarih : 20.06.2018

  • HMK 56. Madde

  • Kanuni Temsilci Atanması Sebebiyle Yargılamanın Ertelenmesi

Dava, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, … ada … parsel sayılı taşınmazını davalıların kandırması sonucu sağlık kurulu raporu alınmadan davalı … ’e temlik ettiğini, davalı … ’in taşınmazı daha sonra diğer davalılara muvazaalı olarak devrettiğini, satış işlemi sırasında ehliyetsiz olduğunu, davalıların yaşılılığından ve hastalığından faydalandıklarını ileri sürerek dava konusu taşınmazın davalı … adına olan tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, davacı ehliyetsiz ise öncelikle vasi tayin edilmesi gerektiğini, işlem sırasında fiil ehliyetine sahip olduğunu, 02/07/2008 tarihinde dava konusu taşınmazı davalı … ‘ye 240.000,00 TL bedelle devrettiğini, hile iddiasının doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, işlem tarihinde davacının ehliyetli olduğu ve hile iddiası bakımından ise resmi akde karşı aynı güçte yazılı delil ile iddia edilen hususların kanıtlanması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının 02.07.2008 tarihinde çekişmeli taşınmazı davalı … ’e, … ’inin 18.09.2008 tarihinde davalı … ’a ve … ’ın da 14.01.2010 tarihinde davalı … ’e satış suretiyle devrettiği, Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulu’nun 11/12/2013 tarihli ve 4784 karar sayılı ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun 04/12/2014 tarihli ve 2501 karar sayılı raporlarına göre davacının 25.11.2013 tarihinde yapılan muayenesinde fiil ehliyetini müessir ve kişide şuur ve harekat serbestisi ile olayları kavrayıp onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini azaltacak mahiyet ve derecede olan (Demans Başlangıcı) denilen akli arıza bulunduğunun tespit edildiği ancak akit tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun belirtildiği anlşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 405. maddesinde akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her erginin kısıtlanacağı, görevlerini yaparlarken vesayet altına alınmayı gerekli kılan bir durumun varlığını öğrenen idari makamların, noterlerin ve mahkemelerin, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorunda oldukları, 409. maddesinde, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmi sağlık kurulu raporu üzerine karar verileceği, 448. maddesinde, vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasinin, vesayet altındaki kişiyi tüm hukuki işlemlerinde temsil edeceği yönünde düzenleme yapılmıştır.

Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 51. maddesinde, dava ehliyetinin, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirleneceği, 52. maddesinde, medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olmayanların davada yasal temsilcileri tarafından temsil edilecekleri, 56. maddesinde, taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması istemi mahkemece uygun bulunur veya gerekli görülürse, bu konuda kesin bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenebileceği açıklanmıştır. Buna göre, kişinin kendisi tarafından veya yetkili kılacağı temsilci aracılığı ile bir davayı takip etme ve usûl işlemlerini yapabilme yeteneği olarak tanımlanan dava ehliyeti, medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetinin medeni usûl hukukundaki karşılığı olup davayı takip yetkisinin resen göz önüne alınması gereken bir husus olduğu kuşkusuzdur.

Somut olayda, Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun raporlarında davacının 25.11.2013 tarihinde yapılan muayenesinde sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini azaltacak mahiyet ve derecede olan (Demans Başlangıcı) denilen akli arıza bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiş ancak bu durumun davacının hukuki ehliyetini etkileyip etkilemediği yönünde görüş bildirilmemiş olup şayet dava tarihi itibariyle davacı hukuki ehliyeti haiz değil ise yukarıdaki ilke ve açıklamalar doğrultusunda davanın davacıya atanacak vasi huzuru ile görülmesi gerektiği açıktır.

Hal böyle olunca; Adli Tıp Kurumundan davacının dava tarihi itibariyle hukuki ehliyeti bulunup bulunmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetsiz çıkması halinde davacıya vasi tayin ettirilerek davanın vasi marifetiyle sürdürülmesinin sağlanması, hile iddiası bakımından ise öncelikle davanın TBK’nın 31. maddesi uyarınca hak düşürücü süre içerisinde açılıp açılmadığının saptanması, süresi içinde açıldığının saptanması halinde tarafların bildirdiği tüm deliller toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan araştırma ve inceleme ile yetinilip yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.

Davacının yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20/06/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/1975 Karar : 2016/8836 Tarih : 28.09.2016

  • HMK 56. Madde

  • Kanuni Temsilci Atanması Sebebiyle Yargılamanın Ertelenmesi

Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, miras bırakanı …`nin maliki olduğu taşınmazlarını tapuda ve kadastro tespiti sırasında kardeşlerine, onlarında davalı çocuklarına devrettiğini temliklerin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, davalılar adına olan tapuların iptali ile miras payı oranında adına tescilini istemiştir.

Davalılar Bahattin ve …, davacının yaşlılığı ve hastalıkları sebebiyle hukuki ehliyetinin araştırılmasını, bir kısım taşınmazlar miras bırakanın ölümünden sonra kadastroda tespiti sonucu tescil edildiğinden 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu, bir kısım taşınmazların da miras bırakan ile ilgisi bulunmadığından davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, dava konusu 6 ve 517 parsel sayılı taşınmazlar yönünden dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine, 149, 196, 204, 432, 453, 37,40, 198, 205, parsel sayılı taşınmazlarla ilgili davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Davacının muris muvazaası iddiasına dayalı olarak açtığı davada, bir kısım davalılar davacının yaşlılığı ve hastalıkları sebebiyle hukuki ehliyetinin bulunmadığını savunmuşlar, davacı vasisi sıfatıyla…tarafından verilen dilekçe ekindeki …. Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 15.06.2016 günlü Sağlık Kurulu raporunda “ davacı …`nin akli yeteneğinin akıllıca yaşam sürmesi için yeterli olmadığı, iradesinin verdiği kararlar ve hareketleri üzerinde olumsuz etki yaratabileceği,..hastalığının sürekli olduğu, vasi tayininin gerekli olduğu..” belirtilmiş, mahkemece bu konu üzerinde durulmadan esastan karar verilmiştir.

Bilindiği üzere; Türk Medeni Kanununun 404/2 maddesi uyarınca, görevlerini yaparken vesayeti gerektiren böyle bir halin varlığını öğrenen nüfus memurları, idari makamlar, noterler ve mahkemeler, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar.

Öte yandan, HMK’nun 56. (HUMK`nun 42.) maddesi uyarınca, taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması talebi mahkemece uygun bulunur ya da mahkemece gerekli görülürse, bu konuda kesin karar verilinceye kadar yargılama ertelenebilir.

6100 sayılı HMK’nun 51. maddesinde (1086 sayılı HUMK’ nun 38. maddesi ) “dava ehliyeti” dava şartı olarak benimsenmiştir. Hukuk Genel Kurulunun 03.03.1993 tarih, 773/82 sayılı kararında da; dava şartlarının davanın açıldığı tarihten, hükmün kurulduğu tarihe kadar varlığını devam ettirmesinin temel kural olduğu açıkça vurgulanmıştır. Bu yasal düzenlemeler ve yargısal uygulamalar karşısında şüphesiz hakim, davanın başında dava şartlarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden (re’sen ) araştırmak zorundadır. Ne var ki; dava açılırken bulunmayan dava şartının yargılama sırasında tamamlanması halinde dava ekonomisi yönünden davanın esasına girilerek sonuçlandırılması gerekeceği de gerek doktrinde gerekse Yargıtayın istikrar kazanmış içtihatlarıyla kabul edilmiştir. Başka bir deyişle, yargılama sırasında dava şartı noksanlığının ortadan kalkması halinde 6100 sayılı HMK`nun 30. maddesindeki usul ekonomisine ilişkin düzenleme karşısında davanın reddedilemeyeceği kuşkusuzdur.

Hâl böyle olunca; davacı vasisi olduğunu bildiren Saadet Kalemci’nin Türk Medeni Kanununun 405 ve devamı maddelerince vasi olarak atanıp atanmadığının araştırılması, vasi olarak atanmış ise HMK’nun 52. maddesinde belirtilen dava şartı niteliğindeki kanuni temsil eksikliği de giderileceğinden, aynı Kanunun 30. maddesinde belirtilen usul ekonomisi ilkesi gözetilerek atanan vasiye davanın ihbarı, vasinin husumete izin kararı aldıktan sonra davaya katılımı sağlanmak suretiyle (TMK`nun 462/8.m )yargılamaya devam edilerek işin esasının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

Ayrıca; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hukukumuzda, ilk derece yargılamasının beş temel aşamadan oluşması öngörülmüştür. Bunlar sırası ile, 1) dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesi, 2) ön inceleme, 3) tahkikat, 4) sözlü yargılama, 5) hüküm aşaması olduğu açıktır.( Prof. Dr. …. Prof. Dr. …., Prof. Dr. …, Medeni Usul Hukuku eseri Sh.376) Bu aşamalar içinde yeni olan ise ön inceleme aşamasıdır.

Yargılamanın gereksiz yere uzamasının engellenmesi; mahkemenin ve tarafların yargılamada gereken hazırlığı davanın başında yapmasının sağlanması bakımından, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile dilekçelerin verilmesinden sonra ve tahkikat aşamasından önce gelmek üzere “ön inceleme” adıyla yeni bir yargılama aşaması kabul edilmiştir. …, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları,11 Bası, 2011, s.375-376). 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 137. maddesinde, ön incelemenin kapsamı, 138. maddesinde ön inceleme aşamasında dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazlar hakkında verilecek kararlar, 139. maddesinde, ön inceleme duruşmasına davet, 140. maddesinde ise, yapılması zorunlu olan ön inceleme duruşmasına yer verilmiştir.

6100 sayılı HMK`nun ön incelemenin kapsamı başlıklı 137. maddesinde, “dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138. madde dikkate alınarak öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar vereceği, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları kapsamında uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyebileceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya ara buluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği” belirtilmiştir.

Ön inceleme duruşmasında dava şartları ve ilk itirazlar ile sınırlı olmak üzere tanık dinleme, belge inceleme, bilirkişi görüşü alma, keşif yapma ve yemin teklif etme gibi işlemler yapılabilir, ancak tahkikata yönelik işlemler yapılamaz. HMK`nin 137. maddesinin ikinci fıkrasında ise, ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeyeceği ve tahkikat için duruşma günü verilemeyeceği düzenlenmiştir.

Ne var ki, mahkemece ön inceleme yapılmadan evrak üzerinde yapılan inceleme sonucunda, esastan verilen kararla dava sonuçlandırılmıştır. Böyle bir uygulamanın ön inceleme için öngörülen 6100 sayılı Yasanın 137. ile 142. maddelerinde düzenlenen hükümlerine uygun düşmeyeceği tartışmasızdır.

Diğer taraftan, usul hükümleri kamu düzenine ilişkin bulunduğundan ve re`sen gözetilmesi gerektiğinden, davacı tarafın temyizinde anılan hususlara değinmemiş olması da neticeye etkili değildir.

Dosya içeriğinden, davalı …`a dava dilekçesinin tebliğ edilmediği de anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin, hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir. HMK’nun 27. (HUMK` nun 73.) maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme, tarafları dinlemeden, onlara, iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez. Bu bakımdan davetin ve bunun yazılı şeklinin (davetiyenin) davadaki önemi büyüktür, davalıya dava dilekçesi usulünce tebliğ edilmeden, delillerini toplama olanağı ve savunma hakkı verilmeksizin usulü dairesince taraf teşkili sağlanmadan işin esası hakkında karar verilmesi de isabetli değildir.

Hâl böyle olunca, belirtilen ilke ve yasal düzenlemeler doğrultusunda, öncelikle davacının dava ehliyetinin araştırılması, vasi atanmış ise vasinin davada kanuni temsilinin ve davalı …‘ye usulüne uygun tebligat yapılarak taraf teşkilinin sağlanması, HMK`nun 137 ve 142. maddelerinde belirtilen usul ve esaslar doğrultusunda yargılama yapılarak karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile anılan hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacının, yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.09.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/17485 Karar: 2014/16858 Tarih: 04.11.2014

  • HMK 56. Madde

  • Kanuni Temsilci Atanması Sebebiyle Yargılamanın Ertelenmesi

Asıl ve birleşen davalarda davacılar; 376 ada 12 parsel sayılı taşınmazın geldilerinden olan 376 ada 5 parsel sayılı dükkan cinsli taşınmazların davacılardan M. D.’ye, 376 ada 6 parsel sayılı dükkan cinsli taşınmazın ise 1/2’şer paylı mülkiyet üzere Hüsnü ve M. D.’ye ait olduğunu, her üç parselin birleştirilerek üzerine inşaat yapılması, Mustafa’ya 2 dükkan, Hüsnü’ye bir dükkan verilmesi yönünde davalı ile sözlü anlaşma yaptıklarını, anlaşma uyarınca 376 ada 6 parselleri birleştirerek paylarını davalıya bedelsiz devrettiklerini, aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmen davalının inşaatı bitiremediğini, bunun üzerine sözlü anlaşmayı 03.09.2008 tarihinde yazılı hale getirdiklerini, ancak halen inşaatın tamamlanmadığı gibi davalının taşınmazın kendisine ait olduğunu iddia ettiğini, paylarını geri vermeyi kabul etmediğini, üçüncü kişilere satış yapma ihtimalinin bulunduğunu ileri sürerek, payları oranında tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Davalı; iddiaların asılsız olduğunu, davacılardan Mustafa’nın dava ehliyetinin bulunmadığını, belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davalının, davacı M. D.’nin alzhemir hastası olduğunu, dava ehliyetinin bulunmadığını ileri sürdüğü, davacı Mustafa’nın tanığı olan oğlu A. D.’ninde bu iddiayı doğruladığı, davalının Hüsnü tarafından açılan asıl davada kendisini avukatla temsil ettirmediği, duruşmalara katılmayıp sadece cevap dilekçesi verdiği, Mustafa tarafından açılan davada ise davalının kendisini vekil ile temsil ettirdirdiği, mahkemece 08.03.2011 tarihli oturumda davalı vekilinin mazeret dilekçesinin kabulüne, duruşma gününün cevaplı tel ile bildirilmesine, davanın Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/204 esas sayılı davasıyla birleştirilmesine karar verildiği, anılan birleştirme kararının ve asıl davadaki duruşma gününün davalı vekiline bildirildiğine ilişkin bilgi ve belgenin bulunmadığı, yargılamanın davalı ve vekilinin yokluğunda yapılıp sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin, hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir. 6100 sayılı HMK’nin 27. maddesi ( 1086 sayılı 73. maddesi ) hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme, tarafları dinlemeden, onları, iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez. Bu bakımdan davetin ve bunun yazılı şeklinin ( davetiyenin ) davadaki önemi büyüktür. Esasen, taraf teşkilinin sağlanması Anayasanın 90/ son maddesi delaletiyle AİHS’nin 6. maddesi hükmü uyarınca adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Somut olayda birleştirme kararı ve duruşma günü davalı vekiline tebliğ edilmeden davalı ve vekilinin yokluğunda yargılama yapılıp yazılı şekilde sonuçlandırılmıştır. Dolayısıyla davalının savunma hakkını kullanamadığı ortadadır.

Diğer taraftan davalının, davacılardan Mustafa’nın alzhemir hastası olduğu yönündeki iddiasını davacı Mustafa’nın tanığı Abdullah da doğrulamıştır. 6100 sayılı 51. ( 1086 sayılı 38. ) maddesinde düzenlenen “dava ehliyeti” dava şartı olarak benimsenmiştir. Bu durumda, davacı Mustafa’nın ehliyetsiz olduğunun saptanması durumunda, onun tarafından açılan davanın, davacıya 1086 sayılı 42 ve 6100 sayılı HMK’nin 56/1 maddesi gereğince vasi atanmak suretiyle yürütülmesi gerekmektedir.

Hal böyle olunca, davacı Mustafa yönünden 56/1. maddesi uyarınca vasi atanmak üzere sulh hukuk mahkemesine ihbarda bulunulması ve sonucunun beklenerek ehliyetsiz olduğu saptanarak vasi atanması halinde onun huzuru ile davanın görülmesi, ayrıca birleştirme kararı ve duruşma gününü bildirir davetiyenin davalı vekiline usulüne uygun olarak tebliğ edilmesi, taraf teşkili sağlandıktan sonra yanların gösterecekleri kanıtların toplanması, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken açıklanan hususlar gözardı edilerek hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

SONUÇ : Davalının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK’nun geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı Yasanın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedeni göre diğer konuların bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.11.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS