0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Dava Ehliyeti

HMK Madde 51

(1) Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir.



HMK Madde 51 Gerekçesi

Bu maddede, taraflara ilişkin dava şartının ikincisi olan dava ehliyeti ele alınmıştır.

Dava ehliyeti, medenî hukuktaki fiil ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir. Burada gerçek ve tüzel kişi ayrımı yapılmaksızın, medenî hakları kullanma ehliyetine sahip olanların dava ehliyetine de sahip olacağı ifade edilmiştir.

Söz konusu düzenleme, Alman Medenî Usul Kanunundaki düzenlemeye paralel bir hüküm içermektedir.


HMK 51 (Dava Ehliyeti) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12725 Karar : 2018/11333 Tarih : 20.06.2018

  • HMK 51. Madde

  • Dava Ehliyeti

Dava, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, … ada … parsel sayılı taşınmazını davalıların kandırması sonucu sağlık kurulu raporu alınmadan davalı … ’e temlik ettiğini, davalı … ’in taşınmazı daha sonra diğer davalılara muvazaalı olarak devrettiğini, satış işlemi sırasında ehliyetsiz olduğunu, davalıların yaşılılığından ve hastalığından faydalandıklarını ileri sürerek dava konusu taşınmazın davalı … adına olan tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, davacı ehliyetsiz ise öncelikle vasi tayin edilmesi gerektiğini, işlem sırasında fiil ehliyetine sahip olduğunu, 02/07/2008 tarihinde dava konusu taşınmazı davalı … ‘ye 240.000,00 TL bedelle devrettiğini, hile iddiasının doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, işlem tarihinde davacının ehliyetli olduğu ve hile iddiası bakımından ise resmi akde karşı aynı güçte yazılı delil ile iddia edilen hususların kanıtlanması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının 02.07.2008 tarihinde çekişmeli taşınmazı davalı … ’e, … ’inin 18.09.2008 tarihinde davalı … ’a ve … ’ın da 14.01.2010 tarihinde davalı … ’e satış suretiyle devrettiği, Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulu’nun 11/12/2013 tarihli ve 4784 karar sayılı ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun 04/12/2014 tarihli ve 2501 karar sayılı raporlarına göre davacının 25.11.2013 tarihinde yapılan muayenesinde fiil ehliyetini müessir ve kişide şuur ve harekat serbestisi ile olayları kavrayıp onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini azaltacak mahiyet ve derecede olan (Demans Başlangıcı) denilen akli arıza bulunduğunun tespit edildiği ancak akit tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun belirtildiği anlşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 405. maddesinde akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her erginin kısıtlanacağı, görevlerini yaparlarken vesayet altına alınmayı gerekli kılan bir durumun varlığını öğrenen idari makamların, noterlerin ve mahkemelerin, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorunda oldukları, 409. maddesinde, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmi sağlık kurulu raporu üzerine karar verileceği, 448. maddesinde, vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasinin, vesayet altındaki kişiyi tüm hukuki işlemlerinde temsil edeceği yönünde düzenleme yapılmıştır.

Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 51. maddesinde, dava ehliyetinin, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirleneceği, 52. maddesinde, medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olmayanların davada yasal temsilcileri tarafından temsil edilecekleri, 56. maddesinde, taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması istemi mahkemece uygun bulunur veya gerekli görülürse, bu konuda kesin bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenebileceği açıklanmıştır. Buna göre, kişinin kendisi tarafından veya yetkili kılacağı temsilci aracılığı ile bir davayı takip etme ve usûl işlemlerini yapabilme yeteneği olarak tanımlanan dava ehliyeti, medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetinin medeni usûl hukukundaki karşılığı olup davayı takip yetkisinin resen göz önüne alınması gereken bir husus olduğu kuşkusuzdur.

Somut olayda, Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun raporlarında davacının 25.11.2013 tarihinde yapılan muayenesinde sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini azaltacak mahiyet ve derecede olan (Demans Başlangıcı) denilen akli arıza bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiş ancak bu durumun davacının hukuki ehliyetini etkileyip etkilemediği yönünde görüş bildirilmemiş olup şayet dava tarihi itibariyle davacı hukuki ehliyeti haiz değil ise yukarıdaki ilke ve açıklamalar doğrultusunda davanın davacıya atanacak vasi huzuru ile görülmesi gerektiği açıktır.

Hal böyle olunca; Adli Tıp Kurumundan davacının dava tarihi itibariyle hukuki ehliyeti bulunup bulunmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetsiz çıkması halinde davacıya vasi tayin ettirilerek davanın vasi marifetiyle sürdürülmesinin sağlanması, hile iddiası bakımından ise öncelikle davanın TBK’nın 31. maddesi uyarınca hak düşürücü süre içerisinde açılıp açılmadığının saptanması, süresi içinde açıldığının saptanması halinde tarafların bildirdiği tüm deliller toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan araştırma ve inceleme ile yetinilip yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.

Davacının yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20/06/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.Dava, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, … ada … parsel sayılı taşınmazını davalıların kandırması sonucu sağlık kurulu raporu alınmadan davalı … ’e temlik ettiğini, davalı … ’in taşınmazı daha sonra diğer davalılara muvazaalı olarak devrettiğini, satış işlemi sırasında ehliyetsiz olduğunu, davalıların yaşılılığından ve hastalığından faydalandıklarını ileri sürerek dava konusu taşınmazın davalı … adına olan tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, davacı ehliyetsiz ise öncelikle vasi tayin edilmesi gerektiğini, işlem sırasında fiil ehliyetine sahip olduğunu, 02/07/2008 tarihinde dava konusu taşınmazı davalı … ‘ye 240.000,00 TL bedelle devrettiğini, hile iddiasının doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, işlem tarihinde davacının ehliyetli olduğu ve hile iddiası bakımından ise resmi akde karşı aynı güçte yazılı delil ile iddia edilen hususların kanıtlanması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının 02.07.2008 tarihinde çekişmeli taşınmazı davalı … ’e, … ’inin 18.09.2008 tarihinde davalı … ’a ve … ’ın da 14.01.2010 tarihinde davalı … ’e satış suretiyle devrettiği, Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulu’nun 11/12/2013 tarihli ve 4784 karar sayılı ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun 04/12/2014 tarihli ve 2501 karar sayılı raporlarına göre davacının 25.11.2013 tarihinde yapılan muayenesinde fiil ehliyetini müessir ve kişide şuur ve harekat serbestisi ile olayları kavrayıp onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini azaltacak mahiyet ve derecede olan (Demans Başlangıcı) denilen akli arıza bulunduğunun tespit edildiği ancak akit tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun belirtildiği anlşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 405. maddesinde akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her erginin kısıtlanacağı, görevlerini yaparlarken vesayet altına alınmayı gerekli kılan bir durumun varlığını öğrenen idari makamların, noterlerin ve mahkemelerin, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorunda oldukları, 409. maddesinde, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmi sağlık kurulu raporu üzerine karar verileceği, 448. maddesinde, vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasinin, vesayet altındaki kişiyi tüm hukuki işlemlerinde temsil edeceği yönünde düzenleme yapılmıştır.

Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 51. maddesinde, dava ehliyetinin, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirleneceği, 52. maddesinde, medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olmayanların davada yasal temsilcileri tarafından temsil edilecekleri, 56. maddesinde, taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması istemi mahkemece uygun bulunur veya gerekli görülürse, bu konuda kesin bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenebileceği açıklanmıştır. Buna göre, kişinin kendisi tarafından veya yetkili kılacağı temsilci aracılığı ile bir davayı takip etme ve usûl işlemlerini yapabilme yeteneği olarak tanımlanan dava ehliyeti, medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetinin medeni usûl hukukundaki karşılığı olup davayı takip yetkisinin resen göz önüne alınması gereken bir husus olduğu kuşkusuzdur.

Somut olayda, Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun raporlarında davacının 25.11.2013 tarihinde yapılan muayenesinde sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini azaltacak mahiyet ve derecede olan (Demans Başlangıcı) denilen akli arıza bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiş ancak bu durumun davacının hukuki ehliyetini etkileyip etkilemediği yönünde görüş bildirilmemiş olup şayet dava tarihi itibariyle davacı hukuki ehliyeti haiz değil ise yukarıdaki ilke ve açıklamalar doğrultusunda davanın davacıya atanacak vasi huzuru ile görülmesi gerektiği açıktır.

Hal böyle olunca; Adli Tıp Kurumundan davacının dava tarihi itibariyle hukuki ehliyeti bulunup bulunmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetsiz çıkması halinde davacıya vasi tayin ettirilerek davanın vasi marifetiyle sürdürülmesinin sağlanması, hile iddiası bakımından ise öncelikle davanın TBK’nın 31. maddesi uyarınca hak düşürücü süre içerisinde açılıp açılmadığının saptanması, süresi içinde açıldığının saptanması halinde tarafların bildirdiği tüm deliller toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan araştırma ve inceleme ile yetinilip yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.

Davacının yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20/06/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/16519 Karar : 2017/4433 Tarih : 16.05.2017

  • HMK 51. Madde

  • Dava Ehliyeti

Davacı vekili, 17.12.2013 tarihli dilekçesinde; sınırlarını bildirdiği … köyünde bulunan taşınmazın tapuda kayıtlı olmadığını, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla taşınmaz edinme koşullarının müvekkili yararına oluştuğunu iddia ederek Medeni Kanunun 713. maddesi hükmüne göre davacı … tescilini istemiştir.

Mahkemece, davanın kabulü ile 08/08/2014 tarihli fen bilirkişileri raporunda 4.892,61 m2 yüzölçümü ile gösterilen taşınmazın davacı … tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş, hüküm davalılar Hazine ve Orman Yönetimi vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, Medeni Kanunun 713. maddesi hükmü uyarınca tapusuz olan taşınmazın tesciline ilişkindir.

Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede 1997 yılında ilan edilerek kesinleşen orman kadastrosu ve 2. madde uygulaması bulunmaktadır.

İncelenen dosya kapsamına göre dava, tapusuz olan taşınmazın tesciline ilişkin olup, 6100 sayılı HMK`nın 50.maddesinde medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanın davada taraf ehliyetine de sahip olacağı, 51.maddesinde dava ehliyetinin medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirleneceği, 114/d maddesinde ise taraf ve dava ehliyetinin dava şartlarından olduğu ve 115.madde uyarınca da mahkemenin dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştıracağı belirtilmektedir.

4721 sayılı TMK`nın 47, 48, 49 ve 50. maddelerinde de tüzel kişiliğin kazanılması, hak ehliyeti ile fiil ehliyeti ve bunun kullanılmasına ilişkin hükümler yer almaktadır.

442 sayılı Köy Kanununun 37/7. maddesi uyarınca da köy tüzel kişiliği adına dava açmak ve açılan davayı takip yetkisi köy muhtarına aittir. Köy muhtarının hukuki bir engelinin çıkması durumunda bu yetki aynı Kanunun 33/b maddesine göre köy derneğinin seçeceği temsilciye tanınmıştır.

Ancak, On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 6360 sayılı Kanunun 1. maddesi gereğince; 1)Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Ordu, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illerinde, sınırları il mülki sınırları olmak üzere aynı adla büyükşehir belediyesi kurulmuş ve bu illerin il belediyeleri büyükşehir belediyesine dönüştürülmüştür. 2)Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya ve Samsun Büyükşehir Belediyelerinin sınırları il mülki sınırlarıdır. 3)Birinci ve ikinci fıkrada sayılan illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içerisinde yer alan köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış, köyler mahalle olarak, belediyeler ise belde ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır.

Aynı Kanunun Geçici 1. maddesinin onüçüncü fıkrasında; “1. maddeye göre tüzel kişiliği kaldırılan belediye ve köylerin mahkemelerde süren davalarında katıldıkları ilçe belediyesi taraf olur” hükmü yer almaktadır.

Bu hüküm Kanunun “Yürürlük” başlıklı 36. maddesi uyarınca, ilk mahalli idareler genel seçiminin yapıldığı 30.03.2014 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

Somut olaya gelince; davalı köyün 6360 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen hükümleri gereğince tüzel kişiliği kaldırılarak mahalle olarak Geyve ilçesinin belediyesine katılması nedeniyle görülmekte olan davada taraf sıfatı kalmamıştır. Hal böyle olunca, mahkemece; 6360 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin onüçüncü fıkrası gereğince, davalı köyün bağlı bulunduğu İlçe Belediye Başkanlığı yanısıra Büyükşehir Belediye Başkanlığının davaya katılımları sağlanarak taraf teşkili oluşturulmalı, delilleri toplanmalı, ondan sonra davanın esası hakkında bir karar verilmelidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalılar Hazine ve Orman Yönetimi vekillerinin temyiz istemlerinin kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/7250 Karar : 2017/1703 Tarih : 6.03.2017

  • HMK 51. Madde

  • Dava Ehliyeti

Davacı, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dava 20.01.2006 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece; davanın reddine dair verilen ilk karar Dairemizin 29.11.2010 tarih ve 2009/12246 E, 2010/11687 K sayılı kararı ile; 24.04.2007 günlü bilirkişi raporunda işçinin %100 oranında kusurlu olduğu belirtilmiş ise de bu raporun olaya ve oluşa uygun olmadığı, bu nedenle işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilere konuyu yeniden açıklandığı biçimde ve aracın nitelikleri ile olayın oluşumundaki tüm etkenler ayrıntılı şekilde inceletilerek alınacak kusur raporu ile dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilerek sonuca göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuş, bozma kararına uyan mahkemece son olarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden; dava dilekçesi ile davalı olarak… İl Özel İdaresi’nin gösterildiği ve mahkemece verilen ilk kararda da davalı olarak … İl Özel İdaresi’nin yer aldığı, ancak Dairemizin anılan bozma kararından sonra davalı vekilince dilekçe sunulduğu, 12.11.2012 tarihli kanun ile…‘nın büyükşehir olduğunun ve il özel idaresinin kaldırıldığının, bu nedenle dava dilekçesi ile ıslah dilekçesinin TC …‘na tebliğ edilmesi ve Bakanlığın davaya dahil edilmesinin talep edildiği, mahkemece …‘nın davaya dahil edildiği ve … davalı olduğu halde yargılamaya devam edilerek hüküm kurulduğu,… İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği’nin tüzel kişiliğinin 12.11.2012 Tarih ve 6360 sayılı on üç ilde büyükşehir belediyesi ve yirmi altı ilçe kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun gereğince sona erdiği, davacılar murisi olan işçinin olay günü… İl Özel İdare Genel Sekreterliği’ne ait 0021231 sayılı hizmet aracı ile karlı yolda virajı alamayıp uçuruma yuvarlandığı ve hayatını kaybettiği anlaşılmaktadır.

…/…

Medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan gerçek ve tüzel kişi davada taraf ehliyetine (HMK 50. madde ) ve medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olan bütün gerçek ve tüzel kişiler de dava ehliyetine (HMK 51. madde ) sahiptir. Taraf ehliyeti; hak ehliyetinin, dava ehliyeti ise fiil ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekildir.

HMK’nın 115. maddesine göre; dava şartı olarak düzenlenen “dava ve taraf ehliyetinin” olup olmadığının mahkemece kendiliğinden araştırılması ve dava şartı noksanlığının tespiti halinde davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir ise de dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için davacıya kesin süre verilmeli, bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmelidir. Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.

Öte yandan husumet doğru hasıma yönlendirildiği ve bu hasmın da “dava ve taraf ehliyetine ” sahip olduğu hallerde, hasmın temsilcisinde hata yapılması “ temsilde hata” olup davanın “ dava ve taraf ehliyeti ” noksanlığı nedeniyle reddi yerine davanın gerçek temsilciye yöneltilmesi gerektiği Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir.

Somut olayda; davacılar murisinin olay tarihi itibari ile… İl Özel İdaresi’nde çalıştığı ve İl Özel İdaresi’ne ait 0021231 sayılı hizmet aracını kullanmakta iken meydana gelen kaza sonucu hayatını kaybettiği, ancak; 12.11.2012 Tarih ve 6360 sayılı Yasa gereğince… İl Özel İdaresi’nin tüzel kişiliğinin sona erdiği ve Büyükşehir Belediyesi’ne devredildiği, bu itibarla husumetin… Büyükşehir Belediyesi’ne yöneltilmesi gerektiği gözardı edilerek sonuca gidilemesi hatalı olmuştur.

Mahkemece yapılacak iş; temsilde hata olduğunu kabul ederek, davacılara… Büyükşehir Belediyesi’nin taraf haline getirebilmeleri için uygun bir mehil vermek,… Büyükşehir Belediyesi’nin davalı sıfatıyla savunmasını almak ve böylece toplanan deliller ışığında varılacak sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 06.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/1975 Karar : 2016/8836 Tarih : 28.09.2016

  • HMK 51. Madde

  • Dava Ehliyeti

Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, miras bırakanı …`nin maliki olduğu taşınmazlarını tapuda ve kadastro tespiti sırasında kardeşlerine, onlarında davalı çocuklarına devrettiğini temliklerin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, davalılar adına olan tapuların iptali ile miras payı oranında adına tescilini istemiştir.

Davalılar Bahattin ve …, davacının yaşlılığı ve hastalıkları sebebiyle hukuki ehliyetinin araştırılmasını, bir kısım taşınmazlar miras bırakanın ölümünden sonra kadastroda tespiti sonucu tescil edildiğinden 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu, bir kısım taşınmazların da miras bırakan ile ilgisi bulunmadığından davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, dava konusu 6 ve 517 parsel sayılı taşınmazlar yönünden dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine, 149, 196, 204, 432, 453, 37,40, 198, 205, parsel sayılı taşınmazlarla ilgili davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Davacının muris muvazaası iddiasına dayalı olarak açtığı davada, bir kısım davalılar davacının yaşlılığı ve hastalıkları sebebiyle hukuki ehliyetinin bulunmadığını savunmuşlar, davacı vasisi sıfatıyla…tarafından verilen dilekçe ekindeki …. Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 15.06.2016 günlü Sağlık Kurulu raporunda “ davacı …`nin akli yeteneğinin akıllıca yaşam sürmesi için yeterli olmadığı, iradesinin verdiği kararlar ve hareketleri üzerinde olumsuz etki yaratabileceği,..hastalığının sürekli olduğu, vasi tayininin gerekli olduğu..” belirtilmiş, mahkemece bu konu üzerinde durulmadan esastan karar verilmiştir.

Bilindiği üzere; Türk Medeni Kanununun 404/2 maddesi uyarınca, görevlerini yaparken vesayeti gerektiren böyle bir halin varlığını öğrenen nüfus memurları, idari makamlar, noterler ve mahkemeler, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar.

Öte yandan, HMK’nun 56. (HUMK`nun 42.) maddesi uyarınca, taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması talebi mahkemece uygun bulunur ya da mahkemece gerekli görülürse, bu konuda kesin karar verilinceye kadar yargılama ertelenebilir.

6100 sayılı HMK’nun 51. maddesinde (1086 sayılı HUMK’ nun 38. maddesi ) “dava ehliyeti” dava şartı olarak benimsenmiştir. Hukuk Genel Kurulunun 03.03.1993 tarih, 773/82 sayılı kararında da; dava şartlarının davanın açıldığı tarihten, hükmün kurulduğu tarihe kadar varlığını devam ettirmesinin temel kural olduğu açıkça vurgulanmıştır. Bu yasal düzenlemeler ve yargısal uygulamalar karşısında şüphesiz hakim, davanın başında dava şartlarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden (re’sen ) araştırmak zorundadır. Ne var ki; dava açılırken bulunmayan dava şartının yargılama sırasında tamamlanması halinde dava ekonomisi yönünden davanın esasına girilerek sonuçlandırılması gerekeceği de gerek doktrinde gerekse Yargıtayın istikrar kazanmış içtihatlarıyla kabul edilmiştir. Başka bir deyişle, yargılama sırasında dava şartı noksanlığının ortadan kalkması halinde 6100 sayılı HMK`nun 30. maddesindeki usul ekonomisine ilişkin düzenleme karşısında davanın reddedilemeyeceği kuşkusuzdur.

Hâl böyle olunca; davacı vasisi olduğunu bildiren Saadet Kalemci’nin Türk Medeni Kanununun 405 ve devamı maddelerince vasi olarak atanıp atanmadığının araştırılması, vasi olarak atanmış ise HMK’nun 52. maddesinde belirtilen dava şartı niteliğindeki kanuni temsil eksikliği de giderileceğinden, aynı Kanunun 30. maddesinde belirtilen usul ekonomisi ilkesi gözetilerek atanan vasiye davanın ihbarı, vasinin husumete izin kararı aldıktan sonra davaya katılımı sağlanmak suretiyle (TMK`nun 462/8.m )yargılamaya devam edilerek işin esasının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

Ayrıca; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hukukumuzda, ilk derece yargılamasının beş temel aşamadan oluşması öngörülmüştür. Bunlar sırası ile, 1) dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesi, 2) ön inceleme, 3) tahkikat, 4) sözlü yargılama, 5) hüküm aşaması olduğu açıktır.( Prof. Dr. …. Prof. Dr. …., Prof. Dr. …, Medeni Usul Hukuku eseri Sh.376) Bu aşamalar içinde yeni olan ise ön inceleme aşamasıdır.

Yargılamanın gereksiz yere uzamasının engellenmesi; mahkemenin ve tarafların yargılamada gereken hazırlığı davanın başında yapmasının sağlanması bakımından, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile dilekçelerin verilmesinden sonra ve tahkikat aşamasından önce gelmek üzere “ön inceleme” adıyla yeni bir yargılama aşaması kabul edilmiştir. …, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları,11 Bası, 2011, s.375-376). 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 137. maddesinde, ön incelemenin kapsamı, 138. maddesinde ön inceleme aşamasında dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazlar hakkında verilecek kararlar, 139. maddesinde, ön inceleme duruşmasına davet, 140. maddesinde ise, yapılması zorunlu olan ön inceleme duruşmasına yer verilmiştir.

6100 sayılı HMK`nun ön incelemenin kapsamı başlıklı 137. maddesinde, “dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138. madde dikkate alınarak öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar vereceği, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları kapsamında uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyebileceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya ara buluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği” belirtilmiştir.

Ön inceleme duruşmasında dava şartları ve ilk itirazlar ile sınırlı olmak üzere tanık dinleme, belge inceleme, bilirkişi görüşü alma, keşif yapma ve yemin teklif etme gibi işlemler yapılabilir, ancak tahkikata yönelik işlemler yapılamaz. HMK`nin 137. maddesinin ikinci fıkrasında ise, ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeyeceği ve tahkikat için duruşma günü verilemeyeceği düzenlenmiştir.

Ne var ki, mahkemece ön inceleme yapılmadan evrak üzerinde yapılan inceleme sonucunda, esastan verilen kararla dava sonuçlandırılmıştır. Böyle bir uygulamanın ön inceleme için öngörülen 6100 sayılı Yasanın 137. ile 142. maddelerinde düzenlenen hükümlerine uygun düşmeyeceği tartışmasızdır.

Diğer taraftan, usul hükümleri kamu düzenine ilişkin bulunduğundan ve re`sen gözetilmesi gerektiğinden, davacı tarafın temyizinde anılan hususlara değinmemiş olması da neticeye etkili değildir.

Dosya içeriğinden, davalı …`a dava dilekçesinin tebliğ edilmediği de anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin, hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir. HMK’nun 27. (HUMK` nun 73.) maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme, tarafları dinlemeden, onlara, iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez. Bu bakımdan davetin ve bunun yazılı şeklinin (davetiyenin) davadaki önemi büyüktür, davalıya dava dilekçesi usulünce tebliğ edilmeden, delillerini toplama olanağı ve savunma hakkı verilmeksizin usulü dairesince taraf teşkili sağlanmadan işin esası hakkında karar verilmesi de isabetli değildir.

Hâl böyle olunca, belirtilen ilke ve yasal düzenlemeler doğrultusunda, öncelikle davacının dava ehliyetinin araştırılması, vasi atanmış ise vasinin davada kanuni temsilinin ve davalı …‘ye usulüne uygun tebligat yapılarak taraf teşkilinin sağlanması, HMK`nun 137 ve 142. maddelerinde belirtilen usul ve esaslar doğrultusunda yargılama yapılarak karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile anılan hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacının, yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.09.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/10851 Karar : 2015/10568 Tarih : 19.11.2015

  • HMK 51. Madde

  • Dava Ehliyeti

Davacı Hazine vekili, 56, 59, 60, 62, 63 ve 79 sayılı mera parsellerinin Hazineden izin alınmadan köy yerleşim alanı olarak belirlenip davalı köy adına tescil edildiğini, usulsüz oluşturulan kaydın iptali ile Hazine adına tescilini talep etmiştir.

Mahkemece, davacının aktif dava ehliyeti bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.

6100 sayılı HMK’nın, 50.maddesinde medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanın davada taraf ehliyetine de sahip olacağı, 51.maddesinde dava ehliyetinin medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirleneceği, 114/d maddesinde ise taraf ve dava ehliyetinin dava şartlarından olduğu ve 115.madde uyarınca da mahkemenin dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştıracağı belirtilmektedir.

4721 sayılı TMK’nın 47, 48, 49 ve 50. maddelerinde de tüzel kişiliğin kazanılması, hak ehliyeti ile fiil ehliyeti ve bunun kullanılmasına ilişkin hükümler yer almaktadır.

442 sayılı Köy Kanununun 37/7 maddesi uyarınca da köy tüzel kişiliği adına dava açmak ve açılan davayı takip yetkisi köy muhtarına aittir. Köy muhtarının hukuki bir engelinin çıkması durumunda bu yetki aynı Kanunun 33/b maddesine göre köy derneğinin seçeceği temsilciye tanınmıştır.

Ancak, On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 6360 sayılı Kanunun 1. maddesi gereğince; 1-Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Ordu, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illerinde, sınırları il mülki sınırları olmak üzere aynı adla büyükşehir belediyesi kurulmuş ve bu illerin il belediyeleri büyükşehir belediyesine dönüştürülmüştür. 2-Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya ve Samsun büyükşehir belediyelerinin sınırları il mülki sınırlarıdır. 3-Birinci ve ikinci fıkrada sayılan illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içerisinde yer alan köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış, köyler mahalle olarak, belediyeler ise belde ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır.

Aynı Kanunun Geçici 1. maddesinin 13. fıkrasında; “1. maddeye göre tüzel kişiliği kaldırılan belediye ve köylerin mahkemelerde süren davalarında katıldıkları ilçe belediyesi taraf olur” hükmü yer almaktadır.

Bu hüküm Kanunun “Yürürlük” başlıklı 36. maddesi uyarınca ilk mahalli idareler genel seçiminin yapıldığı 30.03.2014 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

Somut olaya gelince; Davacı Hazine çekişmeli yerin mera olduğunu iddia ettiğine göre aktif dava ehliyetinin bulunduğu tartışmasıdır. Ancak, davalı köyün 6360 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen hükümleri gereğince tüzel kişiliği kaldırılarak mahalle olarak Beyşehir ilçesinin belediyesine katılması nedeniyle görülmekte olan davada taraf sıfatı kalmadığından ve katıldığı ilçe belediyesi taraf olacağından 6360 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin 13. fıkrası gereğince işlem yapılması için kararın bozulması gerekmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/11464 Karar: 2017/4351 Tarih: 15.05.2017

  • HMK 51. Madde

  • Dava Ehliyeti

Davacı vekili, 12.01.2012 tarihli dava dilekçesinde sınırlarını bildirdiği … köyünde bulunan taşınmazın tapuda kayıtlı olmadığını, kazandırıcı zamanaşımı zilyedliği yoluyla taşınmaz edinme koşullarının yararına davacı yararına oluştuğunu iddia ederek, Medenî Kanunun hükmüne göre adına tescilini istemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüyle 09.07.2012 tarihli krokide ( A ) harfi ile işaretli 7322 m² ve ( B ) harfi ile işaretli 1341 m² taşınmazların davacı adına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm, davalı … tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 08.10.2013 gün 2013/4752 E. - 8923 K. sayılı kararı ile bozulmuştur.

Hükmüne uyulan bozma kararında özetle; “…Yörede 2009 yılında kesinleşen orman kadastro haritası ve tutanakları getirtilmediğinden, taşınmazın orman sınırları dışında kaldığını açıklayan uzman bilirkişi raporu denetlenemediği gibi; eski tarihli ( 1956 ) memleket haritası da kadastro paftası ile çakıştırılmamış, ayrıca, dava tarihinden 20 yıl öncesini gösteren memleket haritaları ve hava fotoğrafları üzerinde araştırma yapılmamış, yine taşınmazın komşularına ait kadastro tespit tutanakları ve varsa dayanağı kayıt ve belgeler getirtilmeden, arazi kadastrosunun ne zaman yapılıp kesinleştiği belirlenmeden karar verildiği, 3402 Sayılı Kadastro Kanununun 17. maddesi gereğince orman sayılmayan, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen ve il, ilçe ve kasabaların imar planları kapsamında kalmayan araziden masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilip tarıma elverişli hale getirilen ( ev ve benzeri tesisler yapmak, dışarıdan toprak getirilerek tarıma elverişli hale getirmek imar ihya olarak kabul edilemez ) ve imar ihyanın tamamlandığı tarihten, davanın açıldığı güne kadar 20 yıl süreyle zilyet edildiği ileri sürülen taşınmazların, Kadastro Kanununun 14. maddesinde yazılı diğer koşulların yanında niteliğinin, imar ihya edildiğinin ve üzerinde sürdürülen zilyetliğin, başlangıç ve süresinin, kullanılıp kullanılmadığının ve tasarruf sınırlarının ne olduğunun takdiri delil olan yerel bilirkişi ve tanık sözleri yanında, gerçeğin bir resmi olan en eski tarihli hava fotoğrafı ile gerçeğin modeli olan memleket haritaları ve dava tarihinden 15 - 20 yıl önce çekilen hava fotoğrafları ve bu fotoğrafların yorumlanması ile üretilen orijinal renkli memleket haritaları ve standart topografik fotogrametri yöntemi ile düzenlenen kadastro haritalarının, stereoskop aletiyle ve üç boyutlu olarak incelenip taşınmazın niteliğinin, konumunun ve kullanım durumunun anlatılan bilimsel yöntemle kesin olarak belirlenmesi’’ gerektiğine değinilmiştir.

Mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra, davacının davasının kabulüne, fen bilirkişisinin 20.10.2014 tarihli krokili raporunda ( A ) harfi ile gösterilen ve kırmızı kalemle taralı 7322.14 m²’lik kısım ile ( B ) harfi ile gösterilen ve yeşil kalemle taralı 1341.77 m²’lik kısımların son bulan parsel numarasından sonra yeni bir parsel numaraları verilmek suretiyle davacı … adına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davalı … tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, Medenî Kanunun 713. maddesi hükmü uyarınca tapusuz olan taşınmazın tesciline ilişkindir.

Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 2009 yılında kesinleşen orman kadastrosu bulunmaktadır. Taşınmaz kadastro sırasında taşlık - çalılık olarak tesbit harici bırakılmıştır.

İncelenen dosya kapsamına göre, dava davacı gerçek kişi tarafından, davalı … köy tüzel kişiliğine karşı husumet yöneltilerek açılan tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkindir.

6100 Sayılı HMK’nın 50. maddesinde6100 Sayılı HMK’nın 50. maddesinde medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanın davada taraf ehliyetine de sahip olacağı, 51. maddesinde dava ehliyetinin medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirleneceği, 114/d maddesinde ise taraf ve dava ehliyetinin dava şartlarından olduğu ve 115. madde uyarınca da mahkemenin dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştıracağı belirtilmektedir.

4721 Sayılı TMK’nın 47,, 48,, 49, 50. maddelerinde4721 Sayılı TMK’nın 47, 48, 49 ve 50. maddelerinde de tüzel kişiliğin kazanılması, hak ehliyeti ile fiil ehliyeti ve bunun kullanılmasına dair hükümler yer almaktadır.

442 Sayılı Köy Kanununun 37/7. maddesi442 Sayılı Köy Kanununun 37/7. maddesi uyarınca da köy tüzel kişiliği adına dava açmak ve açılan davayı takip yetkisi köy muhtarına aittir. Köy muhtarının hukukî bir engelinin çıkması durumunda bu yetki aynı Kanunun 33/b maddesine göre köy derneğinin seçeceği temsilciye tanınmıştır.

Ancak, On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 6360 Sayılı Kanun’un 1. maddesi gereğince;

1- ) Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Ordu, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illerinde, sınırları il mülki sınırları olmak üzere aynı adla büyükşehir belediyesi kurulmuş ve bu illerin il belediyeleri büyükşehir belediyesine dönüştürülmüştür.

2- ) Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya ve Samsun Büyükşehir Belediyelerinin sınırları il mülkî sınırlarıdır.

3- ) Birinci ve ikinci fıkrada sayılan illere bağlı ilçelerin mülkî sınırları içerisinde yer alan köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış, köyler mahalle olarak, belediyeler ise belde ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır.

Aynı Kanunun Aynı Kanunun Geçici 1. maddesinin onüçüncü fıkrasında; “1. maddeye göre tüzel kişiliği kaldırılan belediye ve köylerin mahkemelerde süren davalarında katıldıkları ilçe belediyesi taraf olur” hükmü yer almaktadır.

Bu hüküm Kanunun “Yürürlük” başlıklı 36. maddesi uyarınca ilk mahalli idareler genel seçiminin yapıldığı 30.03.2014 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

Somut olayda, davalı köyün 6360 Sayılı Kanun gereğince köy tüzel kişiliği, ortadan kalkmış ve … ilçesinin mahallesi haline gelmiştir. Taraf sıfatı kalmayan köyün yerine katıldığı ilçenin belediyesi olan Türkoğlu Belediyesinin ve Büyükşehir sınırlarının il mülki sınırı haline gelmesi sebebiyle Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin ilgili kamu tüzel kişisi sıfatıyla davada taraf olarak yer alması gerekli olacağından, 6360 Sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesinin onüçüncü fıkrası gereğince işlem yapılması için kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalı … vekilinin temyiz isteminin kabulüyle hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 15.05.2017 günü oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS