0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Devletin Sorumluluğu ve Rücu

HMK Madde 46

(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:

a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.

ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.

d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.

e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.

(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz.

(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.



HMK Madde 46 Gerekçesi

Hâkimlerin hukukî sorumluluğuna dair hükümlerin yeri değiştirilmiş ve kanunun sistemi bakımından hâkimin yasaklılığı ve reddinden sonra düzenlenmiştir. Bu hükümle, 1086 sayılı Kanunun 573–576 ncı maddelerinde düzenlenen hâkimin kusurlu davranışlarından, ilk etapta Devletin sorumlu tutulamayacağı, hâkimin şahsen sorumlu tutulması gerektiği yönündeki esastan ayrılınmış ve karşılaştırmalı hukuk da nazara alınarak, hâkimin yargılama faaliyeti esnasında vermiş olduğu zararlardan, ilk plânda Devlete karşı tazminat davası açılması esası kabul edilmiştir. Devlet, daha sonra kusurlu hâkime rücu edebilecektir. Böyle bir düzenleme ile hâkimlerin hukukî sorumluluğuna ilişkin durum, idarenin memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri eylem ve yaptıkları işlemlerden birinci derecede Devleti sorumlu tutan ve daha sonra da Devletin sorumlu kişiye rücu etmesini kabul eden, Anayasanın 129 uncu maddesinin beşinci fıkrası hükmüne de uygundur.

Hükümde geçen “hâkim” kavramı, genel anlamda kullanılmıştır. Buna, yargı yetkisini kullanan tüm hâkimler dahildir. Örneğin, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri, keza ceza mahkemesi hâkimleri de buraya dahildir. Hükümde, hâkimlerin sorumluluğunu gerektiren sebepler, genel olarak belirtilmemiş, daha önce 1086 sayılı Kanunun 573 üncü maddesinde olduğu gibi tahdidi olarak sayma yoluna gidilmiş, böylece, hâkimlerin daha ağır bir sorumluluk rejimiyle karşılaşmaları engellenmek istenmiştir.

Hükümde kabul edilen sorumluluk hâlleri, esas itibarıyla 1086 sayılı Kanunun 573 üncü maddesiyle aynıdır. Ancak, 573 üncü maddenin (7) numaralı bendinde gösterilen nedene yer verilmemiştir. Zira, hâkime emir ve talimat verilmesi zaten yasaktır, görevini yapmakta ihmal ve terahi göstermesi de, hâkimin görevini yapmaktan kaçınması kapsamında değerlendirilebilecektir.


HMK 46 (Devletin Sorumluluğu ve Rücu) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/2496 Karar : 2018/459 Tarih : 14.03.2018

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Taraflar arasındaki maddi tazminat davasından dolayı, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 17. Hukuk Dairesince verilen 30.05.2014 gün ve 2012/1 E., 2014/1 K. sayılı kararın onanmasını kapsayan ve

Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 08.02.2017 gün 2015/17-159 E., 2017/214 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla;

Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, yargısal faaliyet nedeniyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Özel Dairece, davanın esastan reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyiz istemi üzerine Hukuk Genel Kurulunca karar onanmıştır.

Bu karara karşı davacı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, dava dilekçesinde 10.000,00 TL maddi tazminatın tahsilinin istendiği, istemin reddine dair kararın Hukuk Genel Kurulunun 08.02.2017 tarihli kararı ile onandığı,

karar düzeltme sınırının ise 13.900,00 TL olduğu dikkate alındığında, davanın miktar ve değeri itibariyle karar düzeltmeye konu olup olamayacağı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiş ve

davacının dava dilekçesinde fazlaya dair haklarını saklı tutmuş olmasından dolayı değerin karar düzeltme sınırının üzerinde olduğu, bu itibarla Hukuk Genel Kurulunun onama kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunulabileceği hususu oy birliğiyle kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasının incelenmesinde;

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE, aynı Kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 300,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, Harçlar Kanunu uyarınca eksik kalan 9,40 TL harcın karar düzeltme talep edenden alınmasına, 14.03.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2016/2258 Karar : 2018/329 Tarih : 28.02.2018

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacılar vekili ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 13. Hukuk Dairesinde açtığı davada, Av. Nuray Demir tarafından müvekkillerinin murisi … aleyhine vekalet ücreti alacağından dolayı ihtiyati tedbir kararı verilmesinin talep edildiğini ve Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/11 D.iş sayılı dosyasında talebin kabulüne karar verildiğini, müvekkillerinin murisi …’ün bankadaki parasına, oturduğu Çankaya’daki konutu ile memleketindeki tüm gayrimenkullerine teminatsız bir şekilde ve alacağın çok üstünde orantısız biçimde taşkın ihtiyati tedbir kararı verilerek …’ün zarara uğramasına neden olunduğunu, davanın dayanağı olan Ankara 16. İcra Dairesinin 2008/2704 sayılı takip dosyasında Av. Nuray Demir’in alacağının 10.780,00 TL olmasına rağmen …’ün sadece parasına konulan ihtiyati tedbirin bile icra takibinin 15 misline yakın olduğunu,

Daha sonra müvekkillerinin murisi … aleyhine Av. Nuray Demir tarafından açılan vekâlet ücretine ilişkin itirazın iptali davasının Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/79 Esas sayılı dosyasında görüldüğünü, mahkemenin esasa ilişkin kararının Yargıtay 13. Hukuk Dairesince bozulduğunu,

Bozma sonrasında 2010/183 Esas sayısı ile işlem gören dosyada tedbirin kaldırılması için iki kez talepte bulunulmasına rağmen talepleri hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmediğini, bu aşamada Av. Nuray Demir’in ihtiyati tedbirli paradan alacağını tamamen aldığını ve bozmaya göre çoğunu iade etmesi gerektiğini,

taşkın ihtiyati tedbirin konmasından dolayı …’ün zarar gördüğünü, bu zararın bankadaki paranın faiz kaybından, banka teminat mektubu giderinden, teminat mektubuna konu paranın faizsiz bir şekilde bankada tutulmasından, Av. Nuray Demir’in fazladan aldığı paranın geri alınmasına kadar geçen sürede oluşan faiz kaybı ile kur farkından, bu davalar nedeni ile de adliyeye gidiş dönüşler için ödenen taksi ücretlerinden ve taşınmazların üzerindeki tedbirden dolayı satılamamasından kaynaklandığını,

haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davasının şartlarının tümünün olayda gerçekleştiğini,

ilk ihtiyati tedbir kararını veren Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi hâkimi ile, esas davada bozmadan önce iki kez, bozmadan sonrada iki kez ihtiyati tedbirin kaldırılması talebini kabul etmeyen Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi hâkiminin ‘farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar vermeleri nedeni’ ile davalı hazinenin sorumlu olup zararının tazmin edilmesi gerektiğini,

..’ün bozma kararının gereği olarak Av. Nuray Demir`den fazla parasını sağ iken alamadığını, bu nedenle acı ve elem duyduğunu, karar kesinleştikten sonra bir yıllık yasal süre içinde mirasçılar tarafından uğranılan manevi zarara ilişkin bu davanın açıldığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili davanın süresinde açılmadığını, iddia edilen zararın dayanağı bulunmadığını, HMK’nın 46. maddesinde belirtilen koşulların oluşmadığını, ayrıca HMK’nın 48. maddesine göre dayanılan sorumluluk nedenlerini ispata yarayacak yeterli delil sunulmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

İhbar olunan Hâkim … yargılama sırasında verilen ara kararların verildiği tarih itibariyle tarafların beyanlarına, delillerine ve yasal mevzuata uygun olarak verildiğini, dava tarihinden ilk kararın verildiği tarihe kadar ileri sürülmeyen sözleşmenin geçersizliği iddiasının temyiz dilekçesi ile ileri sürüldüğünü, bunun üzerine kararın Yargıtay 13. Hukuk Dairesi tarafından bozulduğunu,

ihtiyati tedbir kararının Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi Hâkimi … tarafından verildiğini, sonrasında yapılan yargılama sırasında da tarafların hak ve menfaatleri yönünden her türlü düzenlemenin yapıldığını, bankadaki paranın faiz gelirinden mahrum kalmasının engellendiğini, ihtiyati tedbire konu gayrimenkullerin 3. kişilere devir ve temlikinin önlenmesine yönelik bir karar bulunmadığını, bu hâliyle kararın ihtiyati haciz niteliğinde olduğunu, bozmadan sonraki aşamada vekil tarafından sadece banka hesabı üzerinde bulunan tedbirin kaldırılmasının talep edildiğini, gayrimenkuller üzerindeki tedbirin kaldırılmasına yönelik bir talepte bulunulmadığını, mahkemece taleple bağlı olarak karar verildiğini, hâlen dahi gayrimenkuller üzerine konan ihtiyati tedbirlerin talep bulunmadığından kaldırılmadığını, davacıların murisi …’ün şayet bir zararı varsa, iş bu zarardan mahkemenin talimatını yerine getirmeyen Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı ile vekillik görevlerini yerine getirmeyen murisin avukatlarının sorumlu olduğunu, bu nedenle HUMK`nın 573/2 maddesi öngörülen şartların gerçekleşmediğini belirterek davanın reddine, davacılar murisinin zararından Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığının ve vekilleri olan avukatların sorumlu bulunduğunun tespitine, davanın bu kişilere ihbar edilmesine karar verilmesini istemiştir.

İlk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 13. Hukuk Dairesince verilen ilk kararda

04.02.1959 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince hâkimlerin sorumluluğuna ilişkin özel hükümlere dayanılarak avukatın dava açabilmesi için vekâletnamesinde bu yetkinin açıkça yazılı bulunması gerektiği, nitelik ve başvuru yerinin farklı olması nedeniyle vekâletnamede yer alan yargıcın şikâyetine ilişkin olan yetkinin, aynı zamanda dava açma yetkisini de içerdiğinin kabul edilemeyeceği, bu tür davalarda bu eksikliğin sonradan tamamlanmayacağı, HMK`nın 74. maddesine göre de vekâletnamede açık yetki bulunmaması hâlinde hâkim ve savcıların eylemi nedeniyle hazine aleyhine dava açılmayacağı, davacı adına dilekçe veren vekilin vekâletnamesinde yargıç ve savcılar hakkında tazminat davası açma yetkisi bulunmadığı gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir.

Kararın davacılar vekilince temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılan temyiz incelemesi sonucunda

HMK’nın 74. maddesinde, açıkça yetki verilmemesi hâlinde, vekilin hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açamayacağının kabul edildiği,

HMK’nın 114. maddesinin (f) bendinde de, vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunmasının dava şartı olarak düzenlendiği,

HMK’nın 115. maddesine göre ise, uyuşmazlık konusu olan dava şartı eksikliğinin tamamlanabilir bir eksiklik olduğu, ayrıca temyiz dilekçesi ekinde HMK’nın 74. maddesine uygun özel yetki içeren vekâletnamenin davacı vekili tarafından ibraz edilmiş olduğu,

bu nedenle işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, dava dilekçesinin reddine karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın bozulmasına, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 13. Hukuk Dairesince bozmaya uyularak verilen ikinci kararda,

Davanın ihbar edildiği Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi Hâkimi …’ın 15.12.2014 tarihli HSYK kararı ile Yargıtay üyesi seçildiği, kazandığı yeni statü nedeniyle HMK 47. maddesi gereğince Yargıtay üyeleri aleyhine ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda hâkimlerin hukuki sorumluğuna dayanılarak tazminat davası açılabileceği gerekçesi ile Dairenin görevsizliğine, talep halinde dosyanın kesinleştikten sonra görevli ve yetkili Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

Kararın davacılar vekilince temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılan temyiz incelemesi sonucu,

ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin görevsizlik kararının onanmasına karar verilmiştir.

Görevsizlik kararının kesinleşmesi ve davacılar vekilinin talebi üzerine dosya ilk derece mahkemesi sıfatıyla Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.

İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca,

HMK’nın 47. maddesinde 6644 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik gereğince, Devlet aleyhine açılan tazminat davasının Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görüleceği, HMK 114/1-c maddesine göre mahkemenin görevli olmasının dava şartı olup, her aşamada resen incelenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın usulden reddine, talep hâlinde dosyanın Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine oy birliğiyle karar verilmiştir.

Bu kararın taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmesi ve davacılar vekilinin talebi üzerine dosya ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmiştir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesince taraflara ön inceleme duruşma günü tebliğ edilmiş, taraf vekillerinin beyanı alınmış, Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi Hâkimi …’a davanın ihbarı için dava dilekçesi ekli tebligat çıkarılmıştır.

İhbar Olunan Hâkim … 2008/11 D.İş sayılı dosyada, Nuray Demir`in ihtiyati tedbir talebinin sunulan deliller değerlendirilerek kabulüne karar verildiğini, taşınmazların değerinin D.İş dosyasında tespit edilmesi olanağının olmadığını, takdire dayalı olarak karar verildiğini ve bu tedbir kararının asıl davada Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesince bilahare kısmen kaldırıldığını, davacıların murisini zarara uğratmak kastı ile hareket ettiği yönündeki iddiaların dinlenemeyeceğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

İlk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.02.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/3120 Karar : 2018/110 Tarih : 7.02.2018

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı HMK’nın 46. maddesine göre hakkın yerine getirilmesinden kaçınıldığını, duruşma tutanaklarında söylenmeyen bir sözün söylenmiş gibi gösterildiğini, duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verildiğini, farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar verildiğini, karara etki eden yargılama hatası ile eksikliklerinin bulunduğunu, önemli usul hukuku kurallarının yanlış uygulandığını, kayırma, taraf tutma, kin ve düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı karar verildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile 6545 sayılı Yasa’nın 70. maddesi ile değişik CMK`nın 141/3. ve 142. maddesi uyarınca mahkemenin görevsizliğine, dosyanın talep hâlinde görevli Artvin Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Kararı davacı temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, temyize konu kararın davacının vasisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen, vasi tarafından temyiz edilmeyen kararın davacı tarafından temyiz edildiğinin anlaşılması karşısında, kısıtlı davacının temyiz isteminin incelenip incelenemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.

Bu konuda, öncelikle medeni hakları kullanma ehliyeti konusunda bir açıklama yapılmasında yarar vardır.

Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak elde edebilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez.

Nitekim, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) “ Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” şeklinde düzenlenen 9. Maddesi ise hak elde edebilmeyi, borç (yükümlülük) altına girebilmeyi fiil ehliyetine bağlamış;

10.maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırt etme gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir.

“Ayırt etme gücü” aynı Kanun’un 13. maddesinde “ Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denilmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırt etme gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir.

Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu Kanun ile diğer kanunların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır (HGK`nun 18.7.2007 gün ve E:2007/1-583, K:2007/556; 17.2.2010 gün ve E:2010/19-97, K:2010/83; 16.01.2013 gün ve E:2012/3-655, K:2013/63 sayılı ilamları).

Bunun yanında, TMK`nın 14. maddesi, ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyetinin bulunmadığını, belirttikten sonra;

aynı Kanunun 15. maddesinde de,
kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı açıklığa kavuşturulmuştur.

Yasanın belirtilen düzenleme sistemine göre, temyiz kudretine sahip olmayan kimsenin yaptığı işlemlerin, hiçbir hukuki hüküm ifade etmeyeceği söylenebilir. Gerek doktrinde gerekse uygulamada benimsenen görüş de bu doğrultudadır.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Artvin Devlet Hastanesi Başhekimliğinin 05.03.2015 tarih ve R150000798 sayılı sağlık kurulu raporunda, davacı …’ın organik olmayan psikotik bozukluklar ve Atipik psikoz tanısı ile vasi tayininin uygun olacağının belirtildiği, bunun üzerine Artvin Sulh Hukuk Mahkemesinin 29.09.2015 tarih ve 2015/56 Esas- 2015/357 Karar sayılı kararıyla Türk Medeni Kanunu’nun 405. maddesi uyarınca akıl hastalığı nedeniyle kısıtlandığı ve kardeşi …’ın vasi olarak atandığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda belirtildiği üzere, kural olarak TMK`nın 14. ve 15. maddeleri gereğince, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki bir sonuç doğurmayacağından, kısıtlı davacı tarafından verilen temyiz dilekçesi geçerli değildir.

Her ne kadar Türk Medeni Kanunu’nun 451. maddesinde “ Ayırt etme gücüne sahip olan vesayet altındaki kişi, vasinin açık veya örtülü izni veya sonraki onamasıyla yükümlülük altına girebilir veya bir haktan vazgeçebilir. Yapılan işlem diğer tarafın belirlediği veya başvurusu üzerine hâkimin belirleyeceği uygun bir süre içinde onanmazsa, diğer taraf bununla bağlı olmaktan kurtulur.” düzenlemesine yer verilmiş ise de;

somut olayda davacının ayırt etme gücünün dolayısıyla medeni hakları kullanma ehliyetinin bulunmaması nedeniyle davacı tarafından yapılan temyiz istemine vasi tarafından onay (icazet) verilmesi yeterli bulunmayıp, kararın tebliğinden itibaren süresi içerisinde bizzat vasi tarafından temyiz edilmesi gerekmektedir. Ancak, gerekçeli kararın davacının vasisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen, vasi tarafından süresi içerisinde verilmiş bir temyiz dilekçesi bulunmamaktadır.

O hâlde, davacı kısıtlının temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.02.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2018/125 Karar : 2018/193 Tarih : 7.02.2018

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Davacılar …. Mimarlık Dekorasyon Ltd. Şti., …, … ve …. vekilinin dava dilekçesi ekinde ibraz ettiği vekâletnamede, “hâkimleri ve kâtipleri redde ve şikâyete” yetkisi bulunduğu tespit edilmiştir.

6100 sayılı HMK’nın 74. maddesinde açıkça yetki verilmemiş ise vekilin hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açamayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenleme karşısında yukarıda niteliği belirtilen vekâletname ile eldeki davanın vekil aracılığı ile açılıp açılmayacağı Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında tartışılmıştır.

6100 sayılı HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde hâkimin hukuki sorumluluğu düzenlenmiş, söz konusu davaların ancak devlet aleyhine açılabileceği, anılan Kanunun 74. maddesinde ise açıkça yetki verilmemesi halinde vekilin hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açamayacağı kabul edilmiştir.

Dava şartlarından birisinin eksik olması halinde nasıl hareket edileceği de HMK’nın 115. maddesinde düzenlenmiştir.

Uyuşmazlık konusu olan dava şartı eksikliği tamamlanabilir bir eksiklik olduğuna göre HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca davacılar … Mimarlık Dekorasyon Ltd. Şti., …, …. ve …’a HMK’nın 74. maddesine uygun vekâletname ibraz etmesi için kesin süre verilmesi, verilen kesin süre beklenildikten sonra Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmek üzere dosyanın mahalline geri çevrilmesi gerekmiştir.

S O N U Ç : Yukarıda açıklanan usul işlemlerinin yerine getirilmesi için dosyanın Özel Dairesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 07.02.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/3122 Karar : 2018/5 Tarih : 17.01.2018

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

6100 sayılı HMK’nın 74. maddesinde açıkça yetki verilmemiş ise vekilin hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açamayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenleme karşısında eldeki davanın vekil aracılığı ile açılıp açılmayacağı Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında tartışılmıştır.

6100 sayılı HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde hakimin hukuki sorumluluğu düzenlenmiş, söz konusu davaların ancak devlet aleyhine açılabileceği, anılan Kanun’un 74. maddesinde ise açıkça yetki verilmemesi halinde vekilin hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açamayacağı kabul edilmiştir.

Dava şartlarından birisinin eksik olması halinde nasıl hareket edileceği de HMK’nın 115. maddesinde düzenlenmiştir. Uyuşmazlık konusu olan dava şartı eksikliği tamamlanabilir bir eksiklik olduğuna göre HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca davacıya HMK’nın 74. maddesine uygun vekâletname ibraz etmesi için kesin süre verilmesi, verilen kesin süre beklenildikten sonra Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmek üzere dosyanın mahalline geri çevrilmesi gerekmiştir.

S O N U Ç : Yukarıda açıklanan usul işlemlerinin yerine getirilmesi için dosyanın Özel Dairesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 17.01.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2016/1673 Karar: 2018/109 Tarih: 07.02.2018

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Davacı dava dilekçesinde özetle, Ankara 32. İcra Müdürlüğünün 2012/14432 esas sayılı dosyasından satışa çıkartılan borçlu … Boya İnş. Mlz. San. Tic. Ltd. Şti. adına kayıtlı 06 BL 0267 plakalı aracı ihale yolu ile 02.05.2013 tarihinde satın aldığını; ihale sürecinde Ankara 32. İcra Müdürlüğünce 14.11.2012 tarihli ve 2012/14432 esas sayılı yazı ile Ankara 7. İş Mahkemesinin 2010/680 esas sayılı dosyası üzerinden konulan ihtiyati tedbirin devam edip etmediğinin ve cebri icra yolu ile satışına engel teşkil edip etmediği sorulduğunu; Ankara 7. İş Mahkemesince tedbirin devam ettiği ancak, aracın cebri icra yoluyla satışına engel teşkil etmediği yolunda cevap verildiğini, bunun üzerine de satışın gerçekleştirildiğini;

Satıştan sonra tescil işlemleri için Emniyet Müdürlüğüne başvurulduğunda, araç üzerinde tedbir olması sebebiyle devir işlemlerinin gerçekleştirilemediğini, Emniyet Müdürlüğünce 24.05.2013 tarih ve 13 sayılı yazı ile … plakalı aracın devir tescil işleminin yapılıp yapılmamasında sakınca bulunup bulunmadığının sorulması üzerine, Ankara 7. İş Mahkemesince araç kaydındaki tedbir şerhinin mahkeme kararı kesinleşinceye kadar devamına karar verildiğinin bildirildiğini;

Araç üzerindeki söz konusu şerh sebebiyle tescil işlemlerinin ancak 26.03.2014 tarihinde gerçekleştirebildiğini; tescil işleminin geç gerçekleştirilmesi sebebiyle ihale yolu ile satın aldığı aracın kullanılamadığını ve üzerinde tasarruf edilemediğini beyanla tazminat talebinde bulunulmuştur.

S A V U N M A :

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, davanın süresinde açılmadığını; davaya konu mahkeme kararının usul ve kanuna uygun olarak verildiğini, davada 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 48/1, 46. maddelerine göre belirtilmesi gereken sorumluluk sebeplerinin açıklanmadığını, maddi zararın ispatlanamadığını ve 6100 sayılı Kanun’un 46. maddesinde sayılan şartların oluşmadığını beyanla, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE HUKUKİ NİTELENDİRME :

Dava, 6100 sayılı Kanun’un 46. maddesi uyarınca hâkimin kararından, fiil ve davranışından dolayı hazine aleyhine açılan tazminat istemine ilişkindir. 6100 sayılı Kanun, 01 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girmiş ve “Hâkimin Hukuki Sorumluluğu” başlığı altında yer verilen düzenlemeyle, 46 ilâ 49. maddelerinde sorumluluk sebepleri, yargılamada görevli mercii, dava dilekçesine dair özel yöntem ve davanın reddi halinde verilecek cezaya dair özel hükümler getirmiş, hâkimlerin hukukî sorumluluğuna ilişkin yeni bir sistem benimsemiştir.

6100 sayılı Kanun’un 48. maddesinin6100 sayılı Kanun’un 48. maddesinin ikinci fıkrasının; “Mahkeme, açılan tazminat davasını, ilgili hâkime resen ihbar eder” emredici hükmü gereği dava, kararı veren hâkim …‘a ihbar edilmiş, ihbar olunan vekili tarafından özetle, davanın süresinde açılmadığı gibi, kanunda hakimin sorumluluğuna ilişkin koşulların hiçbirinin gerçekleşmediği belirtilerek davanın reddi gerektiği beyan edilmiştir.

6100 sayılı Kanun’un 137 ve6100 sayılı Kanun’un 137 ve devamı maddeleri uyarınca ön inceleme aşaması tamamlanmış ve tahkikat aşamasına geçilmiştir.

Görevli yargı merciine ilişkin olarak 6100 sayılı Kanun’un 47. maddesinde; “Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay’ın ilgili hukuk dairesinde açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür” hükmü yer almaktadır. Bu maddeye göre dava, karar temyiz edilse idi, temyiz incelemesi Yargıtay’ın hangi hukuk dairesinde yapılacak idiyse o hukuk dairesinde açılacaktır. Somut olayda Ankara İş Mahkemesi hâkiminin kararlarından dolayı tazminat davası açılmakla, bu mahkemenin temyiz mercii Dairemiz olduğundan, davaya bakmaya ilk derece mahkemesi sıfatıyla Dairemiz görevli bulunmaktadır.

6100 sayılı Kanun’un 46/1 maddesinde6100 sayılı Kanun’un 46/1 maddesinde; Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği vurgulandıktan sonra dava sebepleri tahdidi olarak gösterilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.07.2011 gün ve 2011/4 esas 2011/4 karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere, Hâkimlerin görevlerini yaparken yargısal faaliyetleri sebebiyle, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olmaları durumunda, vermiş oldukları zararlar için, 6100 sayılı Kanun’un 46. maddesinde sayılan hallerde, haklarında tazminat davası açılabilecektir.

6100 sayılı Kanun’un 46,6100 sayılı Kanun’un 46, 2802 sayılı Kanun’un 93/A ve mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerine göre, hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet ve kararları sebebiyle ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilecek olup; kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamayacağı her türlü kuşku ve duraksamadan uzaktır. Yargı yetkisinin özellikleri, hâkimlerin kişisel sorumluluğunda özel bir düzenin uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Zira yargı görevinin bağımsızlık ve tarafsızlık içinde aksatılmadan yerine getirilmesi esastır. Kuşkusuz; adaletin gerçekleşmesi, hâkim hakkında sorumsuzluk müessesesinin kabulünü gerektirmez. Ancak, hâkimin hukuki sorumluluk halleri benimsenirken, yargısal faaliyetten ibaret olan esas görevinin aksatılmamasına büyük özen gösterilmesi zorunludur.

Hâkimin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabilmesi için; 6100 sayılı Kanun’un 46. maddesinde tahdidi olarak yazılı bulunan sebeplerin bir ya da bir kaçının gerçekleşmesi, hâkimin görevini yaparken davacıya karşı düşmanlığı veya karşı tarafla dostluğu sebebiyle, davacı aleyhine, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olması, kasten adalete ve kanunlara aykırı karar verdiğinin yoruma ihtiyaç göstermeyecek derecede açık ve kesin olması, davacının karardan dolayı zarar görmesi ve hâkimin davranışı ile zarar arasında illiyet bağının olması ve bu hususların davacı tarafından ispatlaması gerekir.

Somut olayda davacı tarafından; hakimin sorumluluğunu gerektirir hukuki bir olguya dayanmadığı gibi, buna ilişkin hiçbir somut delil de sunmamıştır. Her ne kadar dava dilekçesinde, ihbar olunan hâkim tarafından verilen karara atıfta bulunulmakta ise de, söz konusu kararda usul ve kanuna aykırı bir yön de tespit edilemediğinden, davanın esastan reddine karar vermek gerekmiş; dava esastan reddedildiğinden 6100 sayılı Kanun’un 49. maddesi uyarınca davacı, takdiren 700,00 TL disiplin para cezasına mahkum edilmiştir.

H Ü K Ü M :

Yukarıda açıklanan sebeplere, kararın dayandığı kanuni ve hukuksal gerekçeye, dosyadaki delillere ve heyetin takdirine göre;

1-Davanın reddine,

2-6100 sayılı Kanun’un 49. maddesi uyarınca davacının takdiren 700,00 TL disiplin para cezası ile cezalandırılmasına,

3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,

3-Davanın reddi nedeniyle alınması gereken 29,20 TL maktu karar ve ilam harcının peşin alınan 27,70 TL’den düşümü ile kalan 1,50 TL’nin davacıdan alınarak hazineye irad kaydına,

4-6100 sayılı Kanun’un 333. maddesi gereği, hükmün kesinleşmesinden sonra, davacı tarafından yatırılan gider avansından kullanılmayan kısım kalması halinde, iadesine karar verilerek, tebliğ gideri avanstan karşılanmak suretiyle iade kararının davacıya tebliğine,

5-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre davalı yararına 3.500,00 TL maktu vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,”

Dair oybirliği ile verilen 28.03.2016 gün ve 2015/1 E., 2016/1 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm belgelerin okunmasından sonra gereği düşünüldü:

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin Ankara 32. İcra Dairesinin 2012/14432 sayılı takip dosyasından satışa çıkartılan borçlu … Boya İnş. Mlz. San. Tic. Ltd. Şti. adına kayıtlı 06 BL 0267 plakalı aracı ihale yolu ile 02.05.2013 tarihinde satın aldığını, ihale sürecinde Ankara 32. İcra Dairesince 14.11.2012 tarihli yazı ile Ankara 7. İş Mahkemesinin 2010/680 E. sayılı dosyasından konulan ihtiyati tedbirin devam edip etmediğinin ve cebri icra yolu ile satışına engel teşkil edip etmediğinin sorulduğunu, Ankara 7. İş Mahkemesince tedbirin devam ettiği, ancak cebri icra yoluyla satışına engel teşkil etmediği cevabının verildiğini, bunun üzerine ihalenin yapıldığını ve satışın gerçekleştirildiğini, satıştan sonra tescil işlemleri için Emniyet Müdürlüğüne başvurulduğunda araç üzerinde tedbir olması sebebiyle tescil işlemlerinin sonuçsuz kaldığını, İl Emniyet Müdürlüğünce 24.05.2013 tarih ve 13 sayılı yazı ile 06 BL 0267 plaka sayılı aracın devir tescil işleminin yapılmasında sakınca bulunup bulunmadığının sorulduğunu, Ankara 7. İş Mahkemesince araç kaydındaki tedbir şerhinin mahkeme kararı kesinleşinceye kadar devamına karar verildiğine ve mahkeme kararının kesinleşmediğine dair cevap verildiğini, araç üzerinde ihtiyati tedbir şerhi olması sebebiyle tescil işlemlerinin ancak 26.03.2014 tarihinde gerçekleştirilebildiğini, tescil işlemlerinin gecikmesi sebebiyle müvekkilinin aracını kullanamadığını ve üzerinde tasarruf edemediğini, bu nedenle müvekkilinin maddi yönden zarara uğradığını ileri sürerek zarar miktarı olan 500,00 TL’nin (fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla) dava tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili ve ihbar olunan hakim vekili davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 500,00 TL maddi tazminatın tahsilinin istenmesi, toplam zararın veya saklı tutulan kısmın ne kadar olduğuna ilişkin bir açıklama bulunmaması ve kısmi davanın reddine dair kararın verildiği 28.03.2016 tarihinde temyiz (kesinlik) sınırının 2.190,00 TL olması karşısında, davacı vekili tarafından temyize konu edilen kararın miktar itibari ile temyizi kabil nitelikte olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.

Bilindiği üzere 21.07.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.07.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun “yürürlük tarihinden sonra yerel mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL olarak değiştirmiştir. Sonraki yıllarda 5219 ve 5236 sayılı Kanunlarda öngörülen katsayılar çerçevesinde miktarlar giderek artırılmıştır.

Özel Dairenin kararının Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 tarihinden önce verilmiş olması nedeniyle, HMK’nın Geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesinin 5326 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki metninde;

“Madde 427 - (Değişik madde: 16/07/1981 - 2494/23 md.

Mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla, hükmü temyiz edebilir.

(Değişik fıkra: 26/02/1985 - 3156/19 md.) Miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.

(Değişik fıkra: 26/02/1985 - 3156/19 md.) Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, birmilyar kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir.

(Değişik fıkra: 26/02/1985 - 3156/19 md.) Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde, asıl isteminin kabul edilmeyen bölümü birmilyar lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur; şu kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde, düzenleyeceği cevap dilekçesinde temyize ilişkin itirazlarını ileri sürmesi mümkündür.

(Değişik fıkra: 26/02/1985 - 3156/19 md.) 438 inci maddenin birinci fıkrasındaki onmilyar liralık duruşma sınırı ile 440 ıncı maddenin üçüncü fıkrasının birinci bendindeki altımilyar liralık karar düzeltme sınırının belirlenmesinde yukarıdaki fıkra hükmü kıyasen uygulanır.

…”

Şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

Eldeki davada, davacı vekili dava dilekçesinde müvekkilinin maddi yönden zarara uğradığı iddiasıyla fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 500,00 TL tazminatın tahsilini istemiş olup, dilekçe içeriğinde ya da sonraki aşamalardaki beyanlarda davacının toplam zararının veya saklı tutulan kısmın ne kadar olduğuna ilişkin herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Ayrıca dosya kapsamındaki belge ve delillerden zarar miktarının temyiz edilebilirlik sınırı üzerinde olduğuna dair bir belirleme yapılamamaktadır.

Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatı ile davanın reddine dair kararın verildiği 28.03.2016 tarihi itibariyle temyiz (kesinlik) sınırının 2.190,00 TL olması karşısında, temyize konu edilen karar miktar itibari ile bu sınırın altında kaldığından, karara karşı temyiz yoluna gidilmesi mümkün değildir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 1086 sayılı HUMK’nın 427/3. maddesi hükmüne göre alacağın tamamının belirlenmesinin yargılamayı gerektirdiği, somut davada herhangi bir bilirkişi raporu alınmadığından toplam zarar miktarının tespit edilmiş olmadığı, temyize konu kararın miktar itibariyle kesin olduğundan söz edilemeyeceği, bu nedenle temyiz isteminin incelenmesini gerektiği savunulmuş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

O hâlde, temyiz edilen miktarın temyiz kesinlik sınırı altında kaldığı kabul edilerek temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi gereğince, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin miktar itibariyle kesin olması nedeni ile REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.02.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2016/13-722 Karar: 2017/1036 Tarih: 31.05.2017

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Davacı dava dilekçesinde İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/450 esas sayılı menfi tespit dosyasında feri müdahil sıfatıyla yer aldığını, bu dosyaya esas olan İstanbul Anadolu 1. İcra Müdürlüğünün 2014/14323 esas sayılı dosyasındaki icra alacağını ivazlı olarak Hacı Mehmet B.i’den temlik aldığını temlikin icra dosyasına bildirildiğini, usulüne uygun düzenlenmiş bu temliknamenin icra müdürü tarafından kabul edilerek alacaklı sıfatını kazandığını, ne varki menfi tespit dosyasında 14.11.2011 tarihli kararla icra veznesine yatacak paranın alacaklıya ödenmemesi hususunda hiçbir somut olguya dayanmayan ve gerekçe ihtiva etmeyen tedbir kararı verildiğini, bu tedbir kararının icra dosyasında fiilen uygulandığını, borçlunun senedin verilmesinden 1 yıl 6 ay sonra alacaklı Hacı Mehmet B.i hakkında dolandırıcılık eylemiyle şikayeti üzerine İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/151456 soruşturma numaralı evrakı ile de alacaklı için takipsizlik kararı verildiğini, bu karara yapılan itirazın da redolunarak kesinleştiğini, bunun üzerine 20.03.2015 tarihinde tedbir kararını veren İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesine başvurarak kesinleşen takipsizlik kararını ibraz ettiklerini, tedbirin kaldırılması istenmesine rağmen herhangi bir karar alınmadığını, öte yandan alacağın temliki işleminden sonra borçlu B.i’nin davacı borçluyla irtibata geçerek şahsına karşı hukuka aykırı eylemde bulunması sebebiyle kamu kurumu olan icra dairesini aracı kılarak dolandırıcılık ve iftira suçlarından şikayeti üzerine savcılığın soruşturmaya geçtiğini, bu dosya delillerini 2014/450 esas sayılı menfi tespit dosyasına sunduğunu, bu dilekçeyle tedbirin kaldırılmasını istediklerini, gerekçesiz verilen tedbir kararlarının, hâkimin tazminat sorumluluğunu mucip olduğunu, ifade etmelerine, Yargıtay tarafından bozulduğunu izah etmelerine karşın buna rağmen mahkemece verilen 14.11.2014 tarihli tedbir kararında hiçbir gerekçe bulunmadığını, tamamıyla hâkimin keyfine göre verildiğini, menfi tespit davasının davacısı tüm imkanlarını kötüye kullanarak borcunu geç ödemenin yollarını bu şekilde sağladığını, davanın başında tedbir kararı verilse bile 396/1.maddesi uyarınca tedbirin kaldırılması şartlarının oluştuğunu, tarafların tüm savunma ve delillerini sunduğunu, ön inceleme aşamasına geçildiğini, davalının hile kullanarak dolandırıcılığına dair şikayeti üzerine yürütülen ceza soruşturması neticesinde takipsizlik kararının kesinleşmesi sebebiyle ceza hukuk anlamında bir hile ve dolandırıcılığının bulunmadığının kesinleştiğini, bu sebeple hile iddiası yönünde mahkemece artık bir inceleme yapılamayacağını, delil toplanamayacağını, mahkemenin menfi tespit davasının bedelsizlik iddiası yönünde incelemesi gerektiğini Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 13.07.2006 tarih 327/7623 Sayılı kararının bu yolda olduğunu, ayrıca 6098 Sayılı TBK 36, 39. maddeleri uyarınca hilenin 1 yıl içerisinde ileri sürülmesi gerektiğini, şayet davacı 15.03.2015 tarihinde borç almak için davalıya senedi vermiş, buna rağmen parayı alamamış ise, bu iddiasını 1 yıl içerisinde ileri sürmesi gerektiği, tüm bunlara rağmen tedbirin kaldırılmasına dair talepleri hakkında yerel mahkeme hâkimince bir karar verilmediği gibi gerekçesini bilmedikleri bir sebeple işlemsiz olarak dosyanın bekletildiğini, bu inanç ve hukuki bilgiler ile 30.04.2015 tarihli duruşmaya girdiklerinde tam bir şok ve sürpriz ile karşılaştığını, delillerini izah etmek için savunmaya izin vermeyen ve elinde temliknameyi sallayarak “bu mu temlikname dediğiniz” diyerek alaycı bir şekilde konuşulduğunu, “susun avukat hanım hâkimi dinleyin” diye bağıran bir davacı vekili ile karşılaştıklarını, başsavcılığın 2014/151456 Sayılı yazısıyla gösterilen takipsizlik dosyasının tasdikli suretlerinin kâtibe teslim edilmesine dosyaya girmesine ve durumun da Uyap’tan belli olmasına rağmen davacı “senetle ilgili açılan bir dava var mı” diye sorduğunu, dosya içerisinde takipsizlik kararının tasdikli suretlerinin bulunduğunu bilmeleri sebebiyle hâkime hanım senetle ilgili dava yoktur, kesinleşmiş takipsizlik kararı ve ekleri dosya içerisindedir demelerine rağmen takipsizlik dosyası yok diyerek dosyayı gizleyen bir hâkimle karşılaştıklarını, duruşma tutanağına hak düşürücü süre yönünden itirazlarını dikkate alınmadığını, tüm bu sebeplerle ilgili hakimin HMK’nın 46/1-a maddesine muhalefet ederek kayırma ve taraf tutma saikiyle hukuka aykırı karar verdiğini, farklı bir anlam vermeyerek açık ve kesin bir hüküm vermeye aykırı davranıldığını, hiçbir gerekçe gösterilmeden tedbirin kaldırılması talebi reddolunarak 391/2-b maddesine ve AİHS’nin 6.maddesine aykırı davranıldığını, bu sebeple maddi tazminat haklarını saklı tutarak 10.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.

2- ) CEVAP DİLEKÇESİ :

Davalı Hazinece verilen cevap dilekçesinde davanın hukuki yarar yokluğundan reddine, 46.maddesinin koşullarının oluşmadığını, feri müdahilin yetkilerinin kısıtlı olduğunu, bu sebeple davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

İhbar olunan hâkim dilekçesinde; borçlu davacının takip dosyasının %40’ı oranında teminat göstermesi sebebiyle takibin durdurulduğunu, 46 .maddesindeki belirtilen şartların hiçbirisinin gerçekleşmediğini, hile iddiasının her türlü delil ile ispatlanabileceğini, hak düşürücü sürenin varlığına rağmen tedbirin devam ettiği iddiasının gerçek dışı olduğunu, duruşma zaptında müdahilin tedbirin kaldırılmasına dair talebin reddine karar verildiğini, tedbir durumunun yargılamanın her aşamasında yeniden değerlendirilmesinin imkân dahilinde olduğunu, şartları oluşmayan davanın reddine karar verilmesini beyan etmiştir.

3- ) DELİLLERİN TARTIŞILMASI, İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER:

Davacının delil olarak dayandığı menfi tespit dosyasının incelenmesinde;

Davacı borçlu Hüseyin Avni S. tarafından alacaklı Hacı Mehmet B.i aleyhine menfi tespit davası açıldığı, bu davanın esasını alacaklı tarafından borçluya verilmiş 500.000 USD bedelli senedin teşkil ettiği, İstanbul Anadolu 1.İcra Müdürlüğünün 2014/14323 esas sayılı dosyası üzerinden ilamsız takibe geçildiği, senedin alacaklı tarafın hileli davranışları sonucu ele geçirildiği, böyle bir borcun gerçekte var olmadığı, adi yazılı bir senet ile böyle bir meblağdaki paranın verilmiş olmasının, hayatın olağan akışına aykırı olduğu iddia edilerek dava açıldığı, mahkemece 12.11.2014 tarihli tensip ile İİK.nın 72/3 maddesi uyarınca tedbir talebinin reddine karar verildiği, davacı tarafından yeniden tedbir istenmesi üzerine dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu 14.11.2014 tarihinde 1.087,760,00 TL’nin %40’ı teminat karşılığında icra takip dosyasındaki paranın alacaklıya ödenmesinin durdurulmasına karar verildiği, 17.11.2014 tarihli Kuveyttürk bankasından alınan kesin teminat mektubunun mahkemeye ibraz edilmesi üzerine 18.11.2014 tarihli yazı ile ilgili hâkim tarafından icra dosyasında yürüyen takibin durdurulmasına karar verildiği görülmüştür.

Savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın da ise; borçlu tarafından mali desteğe ihtiyaç duyan müştekiye 500.000 USD verebileceğini, bu miktar parayı hemen hazır edebilecek durumda olduğunu, mali gücünün iyi olduğunu söyleyip müştekiden yazı istediği, müştekinin de o gün “Hacı Mehmet B.’den 500.000 USD’yi elden nakit olarak borç aldığını, 31.03.2014 tarihinde ödeyeceğini beyan ederim” biçimindeki bir yazı verdiği, bu yazıya rağmen 500.000 USD parayı müşteki Hüseyin Avni S.’ye vermediği iddia edilmiş ise de, olayda senetle ispat zorunluluğuna istisna getiren bir durumun bulunmaması, tanık dinlenememesi, müşteki tarafından suça konu belgeye karşı yazılı belge ibraz edilememesi, müştekinin aleyhine icra takibine girişilmesi, icra mahkemesince itirazın kaldırılmasına karar verilmesi dolayısıyla anlaşmazlığın hukuki sorun boyutunda kaldığı kabul edilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ve bu kararın da aşamalardan geçerek kesinleştiği anlaşılmıştır.

Şikayetçi … davaya konu alacağı 23.07.2014 tarihinde menfi tespit davası devam ederken Hacı Mehmet B.’den ivaz karşılığı yazılı belge ile temlik almıştır. Anadolu 1.İcra Müdürlüğünün 2014/14323 esas sayılı dosyasında buna dair tarafların imzalarının bulunduğu, işbu temliknameye istinaden borçlunun açtığı menfi tespit davasında temlik alan … 30.04.2015 tarihli ön inceleme duruşmasında davalı yanında feri müdahil olarak duruşmaya katılmış, mahkemece feri müdahillik talebinin kabulüne karar verilmiş, tedbirin kaldırılması talebi ise bu aşamada reddine karar verilmiştir. Davacı feri müdahil sıfatıyla mahkemeye verdiği dilekçesinde 30.04.2015 tarihli duruşmada ilgili hâkimin tarafsızlığının olmadığını, davacı vekiline yol gösteren davranışları sebebiyle reddi hâkim talebinde bulunmuş, reddi hâkim talebinin reddine karar verilerek davaya devam edilmiş, davacı bu kez ilgili hâkimin ihbar edilen sıfatıyla işbu davaya verdiği cevap dilekçesindeki açıklamaları üzerine tarafsızlığını yitirdiği iddiasıyla yeniden reddi hâkim talebinde bulunmuş, bunun üzerine 14.07.2015 tarihli yazıyla mahkeme hâkimi … 2014/450 esas sayılı meri dosyadan çekilme dilekçesi vermiştir. Bu kez yargılamanın 39465 sicil numaralı Murat Y. tarafından yürütülmesine karar verildmiş, tedbirin kaldırılması talebi hakkında da duruşmada değerlendirilmesine karar verilerek duruşmanın 28.07.2015 tarihine bırakıldığı görülmüştür.

İİK nın “Menfi tesbit ve istirdat davaları” başlıklı 72. Maddesinde “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir. İcra takibinden önce açılan menfi tesbit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir. İcra takibinden sonra açılan menfi tesbit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir.

Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde kırktan aşağı tayin edilemez.

Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırşa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde kırkından aşağı olamaz.” Hükmü yer almaktadır.

Yapılan yargılama toplanan delillere göre 500.000 USD bedelli adi senede dayalı olarak yürütülen icra takibine karşı borçlunun açtığı menfi tespit dosyasında ilgili hâkim teminat karşılığında tedbir kararı vermiştir. Bu tedbir kararının kaldırılması için davalı yanında, feri müdahil olan eldeki dosyanın davacısı talepte bulunmuş, mahkeme hâkimince bu talebin reddine karar verilmiştir. Menfi tesbit davası sırasında takibin ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmasına karar verilmediği gibi, esasen davacının da böyle bir iddiası bulunmamaktadır. Gerçekten mahkeme 14.11.2011 tarihli kararla icra veznesine yatacak paranın alacaklıya ödenmemesi hususunda alacaklının zararının önlenmesi açısından Kanun’un aradığı teminat karşılığında tedbir kararı vermiştir. Bu tedbir, mahiyeti itibariyle tahsil aşamasına gelen paranın alacaklıya ödenmesini engellemeye ve dava sonucuna göre hareket edilmesine yönelik olup, takibin durmasına ve haciz yapılmasına engel teşkil etmez. Kaldı ki davanın alacaklı lehine sonuçlanması halinde ihtiyati tedbir kalkacaktır. Hükmün kesinleşmesi halinde alacaklının ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alması doğaldır. Bu halde tayin edilecek zarar asıl alacağın takip tarihine göre yüzde yirmi veya kırkından aşağı olamayacaktır. 72. maddesini gerekçe göstererek verilen tedbir kararı usul ve yasaya uygun olduğu gibi tedbir kararını kaldırma konusunda sunulan delillerin takdir ve münakaşasını yapmak mahkeme hakimine aittir. Yargılama sırasında da ilgili hakim davadan da çekilmiştir. Dosya başka bir hakim tarafından yürütülmektedir. Dolayısıyla tedbirin devamı yönündeki kararın hâkimin takdir yetkisi altında olan bir husus olması sebebiyle 46. maddedeki şartların oluşmadığı kanaatine varılarak davanın reddine karar vermek gerekmiş olup aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere;

Davanın ESASTAN REDDİNE,

Davacının 6100 Sayılı HMK 49. maddesi gereğince

600 TL disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına,

Davanın reddi sebebiyle alınması gerekli 27,70 TL maktu karar harcının hazineye irad kaydına fazla alınan 143,08 TL istem halinde davacıya iadesine,

Davalı vekille temsil edildiğinden karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre 3.000,00 TL nisbi vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalı Hazineye verilmesine

Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,

Karar kesinleştiğinde İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/450 Esas sayılı dosyasının mahalline iadesine,

Davacının yatırdığı gider avansından 73 TL artanının kendisine ödenmesine,… ),

Dair oybirliği ile verilen 17.11.2015 gün ve 2015/4 E., 2015/7 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/450 Esas sayılı menfi tespit dosyasında 14.11.2014 tarihinde icra veznesine yatacak paranın alacaklıya ödenmemesi hususunda hiçbir somut olguya dayanmayan ve hiç gerekçe ihtiva etmeyen bir tedbir kararı verildiğini, davanın dayanağı olan senedin hileli davranışlarla ele geçirildiği iddiasının kesinleşen takipsizlik kararı sonucu dayanaksız kaldığını, hile iddiasının 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde ileri sürülmediğinin mahkemece dikkate alınmadığını, müvekkilinin feri müdahil sıfatıyla yer aldığı 30.04.2015 tarihli duruşmada hakimin delillerini izah etmelerine izin vermediğini, elinde temliknameyi sallayarak ve “bu mu temlikname dediğiniz” diyerek alay ettiğini, takipsizlik kararı dosya içerisinde olduğu halde hakimin dosyayı kasten gizlediğini, karşı tarafı kayırdığını ve taraf tuttuğunu, hile varmış gibi tanık dinlenmesine karar verdiğini, hiçbir gerekçe göstermeden tedbirin kaldırılması talebini reddettiğini ileri sürerek 10.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı … vekili yargılama sürecinin tamamlanmadığı bir konuda yasal yollar tüketilmeden soyut, sübjektif iddialarla açılan davanın hukuki yarar yokluğundan reddi gerektiğini, HMK’nın 46. maddesindeki koşulların oluşmadığını, yasada gösterilen sorumluluk nedenlerinin örnek niteliğinde olmayıp, sınırlı ve sayılı durumları ifade ettiğini, tedbir kararının hâkimin takdir hakkı kapsamında kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İhbar olunan hakim davaya konu menfi tespit dosyasının dava dilekçesinde icra takibinin tedbiren durdurulmasının talep edildiğini, talebinin icra takibinden sonra tedbiren icranın durdurulamayacağı gerekçesiyle İİK’nın 72/3. maddesi gereğince reddedildiğini, daha sonra “icra kasasına ödenen paranın alacaklıya ödenmesinin tedbiren durdurulmasına” dair talebin ise yine İİK’nın 72/3. maddesi gereğince dosya davacının takip miktarının % 40’ı oranında teminat karşılığında kabul edildiğini ve icra kasasına yatan paranın tedbiren alacaklıya ödenmesinin durdurulmasına karar verildiğini, tazminat davasının açıldığı sırada dosyada henüz ön inceleme duruşması yapılmış olup tahkikat aşamasında değerlendirilecek delillerin toplanmadığını, hilenin öğrenildiği tarih ve varlığı açısından ispat imkanı tanımak gerektiğini, dolayısıyla duruşmada müdahilin tedbirin kaldırılmasına dair talebinin bu aşamada reddine karar verildiğini, takipsizlik kararının tek başına hilenin varlığı ya da yokluğu noktasında mahkemeyi bağlayan esaslı bir delil olmadığını, tedbirin kaldırılması hususunda gecikmiş bir karar bulunmadığını ve gecikmeden dolayı oluşabilecek alacaklı zararının teminat altına alındığını, tedbirin her aşamada yeniden değerlendirilmesinin mümkün olduğunu, HMK’nın 46. maddesindeki şartların oluşmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan sebeplerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 31.05.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2015/13-711 Karar: 2017/753 Tarih: 19.04.2017

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Davacılar M. T. Ç. ile … 24.11.2010 harç tarihli dava dilekçelerinde davalı Sarıyer 1. Asliye Hakimi A. K. aleyhine açtıkları davasında: avukat olduğunu, Y. Ailesinin İstanbul Tarabya’daki iştirak halinde olan arsanın problemlerini halletmek maksadıyla 01.10.2003 tarihinde vekaletname verdiğini, hukuki, cezai, icrai ve idari açıdan yardımlarına karşılık vekaletnamede ödül olarak İstanbul Tarabya’da kain 7161 m2’lik çok değerli bir arsanın satış yetkisi yanında, inşaat yaptırmaya, bedellerini ahzu kabz yetkisinin de verildiğini, temsil karşılığı olarak akdettikleri 16.08.2003 tarihli anlaşmaya iki kardeş olarak avukatlık ücreti üzerinde gayri kabil-i rücu şartıyla mutabık kaldıklarını, Sarıyer Sulh Hukuk Mahkemesinde 2003/1190 esas ile izalei şuyu dava açtıklarını, bu davayı açıp ücret hakkı gerçekleşince dava dışı müvekkillerinin, arsanın değerinin %10 oranındaki avukatlık ücretini ödemekten kaçınmak için 31.03.2005 tarihinde azledildiklerini, bunun üzerine haksız azleden müvekkilleri aleyhine Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/16 sayısında avukatlık ücret davasını ikame ettiklerini, açtıkları bu davanın keşfi sırasında davalı hakimin siyasi konuşmalar yaptığını, yolculuk esnasında konuyu devamlı siyasete getirme çabasında olan davalının bir duvarda yazılı olan “kızıl” kelimesinin solcuların sembolü olduğunu söylemesi üzerine, kendisinin de bu sözcüğün Türklerin mefkuresi olan “kızılelma” olduğunu belirttiğini, Ziya Gökalp’in “kızılelma” şiirinden pasaj okuduğunu, bu arada da Türk uçaklarının yurt içinde ve yurt dışında teröristlere ağır kayıplar verdirdiğini gazetelerden okuduğunu, davalı hakimin konuşmalarındaki ses tonu ve yönü, psişik bir yara taşıdığı intibaı verdiğini, soyadının Azeri Türklerine katliam yapılan yer olan Karabağ olması ve değişik şivesi dolayısıyla azeri kökenli zannettiğini düşünerek Türk ordusunun hesap sormasını bildiğini ve soracağını bir teselli gayesiyle ifade ettiğini, sonradan öğrendiğine göre, hiçbir şekilde ayrıcalık duymadığı kanlarının dahi karışmış olabileceği kürt kökenli vatandaş olduğunu öğrendiğini, bu ifadeleri sebebiyle davalı hakimin ücret davasında husumet beslediğini, müvekkilleri ile yaptıkları avukatlık sözleşmesini bir nevi simsarlık sözleşmesi olarak nitelendirildiğini, bu sözleşmenin asıl nüshasının müvekkilleri Y. Ailesine, diğer nüshasının iştirakçi bir akrabalarına ve sonuncu nüshasının da yedlerinde tutulduğunu, asıl nüshanın dava sırasında kasaya ibraz edilmediğini, mahkemece 17.07.2007 tarihli duruşmada davalıların belgeleri ibraz edeceği inancıyla davalı vekillerine sözleşme aslını mahkeme kasasına konulmak üzere ibraz etmesi için 20 günlük kesim mehili verildiğini, işbu davaya esas olayın ise bu safhadan sonra gerçekleştiğini, belediye elemanlarınca ihtilaf konusu arsanın metrekaresinin 1 milyon TL belirlenip bu değerin %10’u avukatlık ücreti olarak ortaya çıkınca davalıların avukatıyla hakim arasında sık sık ziyaretleşmelerin ve sıkı fıkı bir ilişkinin kurulduğunu, hakimin avukatlık ücret sözleşmesindeki “anlaşma” kelimesini kullanmaktan kaçınarak “protokol” kelimesini kullandığını, anlaşmanın asıl nüshası olması gerekirken mübrez belgenin okunamayacak derecede silik bir fotokopisinin dosyaya alındığını, iki belge arasında açıkça aykırılık olduğunu, hakimin bu sahte muharref, silik fotokopi nüshayı asıl nüsha olarak kabul edip zapta geçirmesine güvenen vekilin kendisini sahtekar ilan ettiğini, İstanbul Cumhuriyet Savcılığına kendisi hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu, işte bu safhada davalının bir hakime yakışmayacak davranışta bulunduğunu, mahkemeye muhafaza kaydıyla teslim ettikleri anlaşma suretinin karşı tarafın vekiline teslim ettiğini, davalının suç işlediğini hakimin verdiği karar sebebiyle zararlarının ortaya çıktığını, yargılama sonunda azlin haklı olduğu gerekçesiyle taleplerinin reddedildiğini, bu kararın da Yargıtay’da onaylanarak kesinleştiğini, maddi ve manevi zararlarını karşılamak üzere 30.000 TL tazminata, hakimin işlediği suçlar dolayısıyla da suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesini talep etmişlerdir.

2-) CEVAP DİLEKÇESİ VE SAVUNMALAR:

Davalı hakim … vekili 13.07.2012 tarihli dilekçesinde cevap dilekçesi verilme süresinin 1 ay uzatılmasını istemiştir. Daha sonra ihbar olunan sıfatıyla tebligat yapılmıştır.

Her ne kadar davacı tarafından ilgili hakim hasım gösterilerek dava açılmış ise de, mahkememizce 28.05.2012 tarihli ön tensipte alınan karar sonucu davalı maliyenin yasal hasım olması sebebiyle dava dilekçesi ve ekleri hazineye tebliğ edilmiştir.

Davalı Hazine vekili, 27.06.2012 tarihli cevap dilekçesinde davanın haksız ve yersiz olduğunu süresinde açılmadığını, miktarının belirlenmesi gerektiğini, 46. maddede yazılı hallerden hiçbirisine girmediğini bildirip, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

3-) DELİLLERİN TARTIŞILMASI İLE İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER VE GEREKÇE:

Davacının dayandığı delillerden Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/16 Sayılı dosyası celp edilmiştir. Dosyanın incelenmesinde: Davacı …‘in davalı A. Y. ve arkadaşları aleyhine vekalet ücreti alacağının ödenmediği iddiasıyla açtığı davanın mahkemece azlin haklı nedene dayanması sebebiyle davacının avukatlık ücretine hak kazanamayacağı gerekçesiyle reddine dair kararın Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 26.10.2009 tarih ve 2297/12148 Sayılı ilamıyla onandığı, aynı dairenin 20.09.2010 tarih ve 3287/11726 Sayılı kararıyla karar düzeltme isteminin reddine karar verildiği ve yerel mahkeme hükmünün kesinleştiği anlaşılmış karar düzeltme isteminin reddine karar verilmekle kesinleştiği, eldeki tazminat davasının süresinde açıldığı kanaatine varılmıştır.

Davacılar birlikte davalılar aleyhine tazminat davası açmış iseler de davacılardan …‘in anılan dava dosyasında (Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 2007/16) davacı sıfatı ile yer almamış ise de mahkememizin 27.05.2014 tarihli celsesinde yapılan tespit ile mazeretsiz duruşmaya katılmadığından 25.03.2014 tarihi itibariyle dosyasının işlemden kaldırılmasına karar verildiği, yasal süre içinde davasını yenilemediğinden bu davacı yönünden 150. maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar vermek gerekmiştir.

Diğer davacının talebine gelince; dava, vekalet ücreti alacağının yerel mahkeme hakiminin hukuka aykırı eylemleri neticesinde reddine karar verilmesi sebebiyle uğranılan tazminat istemine dayalıdır. Yerel mahkemece vekalet ücreti alacağı kapsamında davacı vekilin yaptığı iş ve işlemler tespit edilmiş, azil sebebiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilen Sarıyer Tarabya mahallesi 8 Parsel sayılı taşınmazın satılarak ortaklığının giderilmesi talebini içeren ve davanın açılmamış sayılmasına karar verilen, Sarıyer Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 13.04.2005 tarih 2004/1190 Esas - 2005/599 Karar sayılı dava dosyası celp edilmiş, bu davadaki davalıların vekili Avukat S. Ö. ile Av. M. T. Ç. olduğu tespit edilmiş, Sarıyer Sulh Ceza Mahkemesi’nin 26.10.2004 tarih 2004/1269 Esas-2004/1101 Sayılı karar sureti celp edilerek incelenmiş, 16.08.2004 tarihli ANLAŞMA -Avukatlık sözleşmesi başlıklı belge kasaya alınmış, dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak bilirkişiler Doç. Dr. Baki İlkay Engin, Erdoğan Gökçe ve Mali Müşavir Kılıç Başaran’ın 20.02.2008 tarihli raporlarında “taraflar arasındaki sözleşme’nin Avukatlık sözleşmesi başlığını taşımasına rağmen içeriğinin belirli bir hukuki yardımı kapsamadığını, vekalet sözleşmesinin özel bir görünüm şekli olan avukatlık sözleşmesi niteliğinde olmayıp Borçlar Kanununun 386 vd. hükümlerinde düzenlenen vekalet sözleşmesi niteliği taşıdığını, taraflar arasındaki sözleşmenin avukatlık sözleşmesi niteliğinde olmadığı için davacının davalılar tarafından azli halinde Avukatlık kanunun hükmünün uygulanamayacağını, vekalet sözleşmesine dair maddesindeki kuralının uygulanacağını, BK’nın 396.maddesine göre vekalet sözleşmesinde müvekkilin her zaman vekilini azledebileceğini bu konuda sözleşmeye konulacak aksi yöndeki hükmün geçerli olamayacağını, davacının davalılar tarafından azledilmiş olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmadığını, 16.08.2004 tarihli sözleşmenin son bulduğunu 396.maddesine göre vekil uygun olmayan zamanda gerçekleşen azil yüzünden uğradığı zararların tazminini talep edebileceğini, bu tazminat borcunun kapsamına öğretide kabul edildiği üzere sadece menfi zararların tazmininin girdiğini, davacının sözleşmede kararlaştırılan % 10 oranındaki ücreti istemesinin mümkün olmadığını, sadece uygun olmayan zamanda azil yüzünden anlamını yitiren masrafların tazminini talep edebileceğini, söz konusu azil sebebinin davacı vekile isnat edilebilirse 396.madde hükmüne dayalı menfi zararlarının tazmininin dahi istenemeyeceğini” davacının bu rapora itirazı davalı hakimce kabul edilmesi üzerine mahkemece bu kez başka bir bilirkişi kurulundan rapor alınmış, bilirkişiler Prof. Dr. Cevdet Yavuz , Prof. Dr. Hasan Erman ve Dr. Arzu Arıdemir 07.07.2008 tarihli raporlarında; 16.08.2004 tarihli sözleşmenin Avukatlık sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerektiğini, davacının bu sözleşme kapsamında Avukatlık ücreti almaya hak kazanabilmesi için sonucun gerçekleşmesi için gerekli özeni gösterip göstermediğinin tespit edilmesi gerektiğini, davacının izaleyi şüyu davası açısından sonucun gerçekleşmesi için gerekli özeni gösterdiği hususunun Sarıyer Belediye Başkanlığının 27.01.2005 tarihli yazısından anlaşıldığını, dolayısıyla davacının iş bu dava kapsamından vekalet ücreti almaya hak kazandığının kabul edilmesi gerektiğini, davacının vekalet ücreti alacağının 16.08.2004 tarihli yazılı ücret sözleşmesine göre belirlenmesi gerektiğini, bu durumda davacının taşınmazın değerinin % 5 ‘i oranında vekalet ücreti almaya hak kazandığının kabul edilmesi ve anılan vekalet ücretinin tüm paydaşların payları oranında ödeyeceğine karar verilmesi gerektiğini, diğer yandan davacının 16.08.2004 tarihli sözleşme çerçevesinde yükümlendiği taahhütlerini yerine getirmek için gerekli çabayı gösterdiğinin ispatlanması halinde ise sonucun meydana gelmemiş olmasının davacının ücret alacağının varlığına herhangi bir etkisinin olamayacağını, yine davacının ifa yükümlülüğünü özenle yerine getirmeye çalışması ancak davalıların engelleri neticesinde sözleşmenin ifa edilmemesi halinde de yine davacının ücreti almaya hak kazanacağı bu konuda herhangi bir delil ibraz edilmediği bütün bunların ispatlanması halinde davacının anılan sözleşme kapsamında da davalılardan Avukatlık ücreti talep edebileceği ne var ki davalılardan Abidin Y. ve Mensur Y.’ın 16.08.2004 tarihli sözleşmenin konusu olan taşınmazda hisseleri olmadığı gibi anılan sözleşmede de imzalarının yer almadığını dolayısıyla bu davalıların davacıya avukatlık ücreti ödemelerinin mümkün olmadığını, Reyhan G. Y.’ın 16.08.2004 tarihli sözleşmede imzasının olmadığını, ancak davacıya vermiş olduğu genel vekaletname dolayısıyla Avukatlık kanunun 164/4 ‘e göre belirlenecek ücretin kendi payına düşen kısmı oranında ücret ödemekle yükümlü tutulacağını, Avukatlık ücretine dair bu açıklamaların ancak azlin haksız olduğuna kanaat getirilmesi halinde dikkate alınabileceğini, bu durumda ise davacının diğer davalılardan sözleşmede belirtilen % 10’luk oranın ancak %5 ‘ ini talep edebileceğini geri kalan kısmın davacının kardeşi olan … ‘in vekalet ücreti alacağı olduğunun kabul etmesi gerektiğini, azlin haklı nedene dayandığına kanaat getirilmesi halinde ise davacının Avukatlık ücretine hak kazanamayacağını, azlin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun mahkemenin takdirinde olduğunu belirtmişlerdir. Mahkemece vekalet karşılığı olduğu iddia edilen arsa üzerinde değer tespiti yapılmış ise de vekaletnamedeki dava açma dışında iş takip etme, işlem yapma yetkisine istinaden davacının yaptığı sözleşme sebebiyle “Y. V… firması ile davalılara Elli Milyar cezai şart yükleyen protokolün davalılar adına imzalayan davacının bu sözleşme ile davalıları zarara sokacak şekilde sözleşme yaptığı ve öte yandan davacının sözleşmede imzası olan davalılara “akşam sekize kadar 3.000,00 YTL getirilmediği takdirde ben yapacağımı bilirim “şeklindeki ifade de bulunduğu, vekilin iş sahibinin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma, bilgi verme ve rızasını temin yükümlülüğü çerçevesinde değerlendirme yapıldığında davacının bu işlem ve davranışının haklı azil nedeni olacağını, bu sebeple davacının Avukatlık ücretine hak kazanamayacağı, öte yandan fazlaya dair dava ve talep haklarını saklı tutmayan davacının ıslah yolu ile müddeabihin miktarını artırmasının mümkün olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.

Yapılan yargılama sonucu; vekil eden A. Y. ın 31.03.2005 tarihinde keşide ettiği azilname mahkeme gerekçesindeki vakayı doğrulamıştır. Azlin gerekçesiz olmadığı, azlin haklı olduğuna yönelik savunmanın ve yazılı azil nedenlerinin yargılamada ve gerekçeli kararda tartışılarak davanın reddine karar verilmesinde hakime yüklenecek bir kusur olmadığı gibi karar gerekçesi de dairemizin denetiminden geçerek onanmakla, borçlar kanunun vekalet hükümleri ile avukatlık kanunun 164 vd. maddeleri yönünden yasaya aykırılık bulunamamıştır. Gerçekten haklı azil halinde azil tarihi itibariyle bitmemiş iş ve işlemler sebebiyle vekil ücrete hak kazanamaz. Kararın bu haliyle davacının hukuki dinlenilme hakkını ihlal etmediği, iddialarının yöntemince araştırıldığı ve mahkemece yaptırılan iki bilirkişi incelemesine karşın makul denebilecek bir sürede sonuçlandığı, yargılama sonucu oluşan kararın tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği sonucunu doğuracak şekilde bir tespitin duruşma tutanaklarına yansımadığı gözetildiğinde sadece temyiz nedeni olabilecek nedenlere dayanılarak hakim hakkında tazminat davası açılamaz. Gerçekten vekalet sözleşmesi vekile özen yükümlülüğü ile talimatlara uyma yükümlülüğü yükler. Vekil en küçük kusurundan bile sorumludur. Haklı azil sebebiyle avukatlar Avukatlık Kanunun 174/2 maddesi gereği vekalet ücreti isteyemez. Bu sebeple azilin bu hükümler doğrultusunda mahkemece değerlendirildiği kanaati hasıl olmuştur. Kaldı ki hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı tazminattan sorumlu tutulabilmesi için 46. maddesindeki nedenlerden “; kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık, sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle, farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı olarak, duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak, duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması hallerinden biri veya bir kaçı ile hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması hallerinin birisiyle yargılama yaptığı ve ortaya çıkan bir zararın olması zorunludur. Somut olayda hakimin yasada belirtilen eylemlerden birini gerçekleştirdiği konusunda işbu davanın açılmasına neden olan dava dosyasından delil elde edilmediği, hakimin dilekçede yazılı eylem ve düşüncelerinin kasıt veya ihmal suretiyle karara etkili olduğu ispat edilemediği dikkate alındığında davanın esastan reddine ve 49. maddesi gereğince para cezasına mahkumiyetine karar vermek gerekmiş aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-)Davacı … Güney Ç. yönünden 150. mad gereğince DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASINA,

2-)Davacı … Günay Ç. yönünden DAVANIN ESASTAN REDDİNE, 6100 Sayılı HMK 49. maddesi gereğince Davacı … Günay Ç.’in 600 TL disiplin para cezası ile cezalandırılmasına,

3-)Davanın reddi sebebiyle alınması gerekli 24.30 TL maktu karar ve ilam harcının mahsubuyla fazla alınan harcın davacılara iadesine,

4-)Davalı vekille temsil edildiğinden karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre 3.000,00 TL nisbi vekalet ücretinin davacılardan alınıp davalı Hazineye verilmesine,

5-)Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,

6-)İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (kapatılan Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi) 2007/209 esas sayılı dosyasının karar kesinleştiğinde mahalline iadesine,

7-)Davacının yatırdığı gider avansından bakiye avansın karar kesinleştiğinde ödenmesine…),

Dair verilen 09.12.2014 gün ve 2012/1 E., 2014/7 K. sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacılar avukat olduklarını, Y. Ailesinin İstanbul Tarabya’daki iştirak halinde malik oldukları arsanın problemlerini çözmek maksadıyla 01.10.2003 tarihinde kendilerine vekaletname verdiğini, temsil karşılığı olarak akdettikleri 16.08.2003 tarihli “anlaşma”yla mezkur arsa ile münhasır olarak, ortaya çıkacak değerin %10’u oranında bir avukatlık ücreti üzerinde gayrikabil rücu olarak mutabık kaldıklarını, Sarıyer Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2003/1190 E. sayılı dosyası ile izalei şuyu davası açtıklarını, yaptıkları girişimler sonucunda müvekkillerinin de bulunduğu iştirakçilere müstakil tapunun verildiğini, izalei şuyu davası açmakla ücret hakları gerçekleşince ortaya çıkan değerin %10 oranında avukatlık ücretini ödemekten kaçınmak için müvekkillerinin kendilerini azlettiklerini, bunun üzerine müvekkillerine karşı Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/16 E. sayılı dosya ile “anlaşma”ya dayalı avukatlık ücreti sebebiyle alacak davası açtıklarını, davalılar tarafından mahkemeye fotokopi olarak sunulan belgedeki imza ve yazılarla kendilerinin sunduğu asıl nüsha arasında farklılar bulunduğunu, mahkemece yapılan keşif sırasında davalı hakimin siyasi konuşmalar yaptığını ve kendilerine husumet beslediğini, müvekkilleri ile yaptıkları avukatlık sözleşmesinin bir nevi simsarlık sözleşmesi olarak nitelendirildiğini ileri sürerek 30.000,00-TL tazminatın davalıdan tahsiline ve ika ettiği suçlar sebebiyle hakim hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı … vekili davanın süresinde açılmadığını, davaya konu iddia edilen zarar sebebiyle Hazinenin sorumluluğunun bulunmadığını, sorumluluğu ispata yarayacak yeterli delilin sunulmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İhbar olunan, davacıların keşif sırasındaki iddialarının tümünün kötü zana dayalı gerçek dışı iddialar olduğunu, davacılar tarafından Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan davanın red ile sonuçlandığını, davacıların temyiz ve karar düzeltme istemlerinin reddine karar verilerek kararın kesinleştiğini, müvekkilinin kişisel, siyasal ve sosyal hiçbir etki altında kalmadan hareket ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

SONUÇ : Davacı …‘in temyiz itirazlarının reddi ile, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan sebeplerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına mahal olmadığına, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.04.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2015/14-3506 Karar: 2017/422 Tarih: 08.03.2017

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; Dava konusu taşınmazda daha önce paydaş olan müvekkillerinin murisi Mustafa İncesu aleyhine açılan ortaklığın giderilmesi davasından önce vefat etmiş olmasına rağmen davanın yargılama sırasında soyadında yanlışlıklar yapılarak usule aykırı tebligatlar ile taraf teşkili tamamlanmış gibi sonuçlandırıldığını, taşınmazın satış memurluğunca ihale edilerek satıldığını, dava dışı üçüncü şahıslar adına tescil edildiğini, buna rağmen müvekkillerinin davadan haberdar olmadıkları için taşınmazın emlak vergilerini düzenli olarak ilgili belediyeye yatırmaya devam ettiklerini, ancak 2013 yılı sonunda müvekkillerinin annesinin de vefatı üzerine intikal işlemleri için resmi kurumlara başvurduklarında mevcut yanlışlığın fark edildiğini ve eldeki davayı açtıklarını, dayanak Ankara 4.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 27.04.1995 tarihli ve 1994/876 Esas 1995/422 Karar sayılı ilamının temyizleri üzerine taraf teşkili sağlanmadan karar verildiği gerekçesiyle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 31.03.2014 tarihli ve 2014/3940 Esas 2014/4205 Karar sayılı ilamıyla bozulduğunu ancak davaya konu taşınmazların ihale ile satışının kesinleştiğini belirterek tazminat talebinde bulunmuştur.

Davalı … vekili: HMK’nın 46. maddesindeki koşulların gerçekleşmediğini, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Dava 6100 Sayılı HMK’nın 48/2. maddesi gereğince ilgili hakime resen ihbar olunmuş, ön inceleme duruşmasındaki beyanlarında davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Dairemizin üyelerinden İ. D. tarafından 08.07.2014 tarihinde ön inceleme duruşması yapılmış; davacı tarafın delilleri davalı … vekili ve ihbar olunan vekiline tebliğ edilmiş, tarafların vekilleri duruşmalı olarak yapılan ön incelemede sulh olmayacaklarını imzalı olarak beyan etmişlerdir.

Davaya konu tazminat talebinin dayanağı Ankara 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1994/876 Esas 1995/422 karar sayılı dosyanın Dairemizce yapılan temyiz incelemesi sonucu kararın “Temyiz edenlerin murisi davaya konu taşınmazın paydaşlarından olup tapuda ve nüfusta adı Mustafa İncesu olduğu halde, dava dilekçesi “M. İ.” adına tebliğe çıkarılmış ve adresi tespit edilemediğinden M. İ.’ye dava dilekçesi ilanen tebliğ edilmek suretiyle yargılamaya devam edilerek hüküm kurulmuş ve karar da M. İ.’ye ilanen tebliğ edilmiştir.

Tapu maliki Mustafa İncesu’nun 10.12.1982 tarihinde, davadan evvel vefat ettiği, temyiz aşamasında ibraz edilen mirasçılık belgesinden anlaşılmıştır. Bu durumda mahkemece, davalı Mustafa İncesu’nun mirasçılık belgesinde adı geçen tüm mirasçılarının davaya dahil edilmesi, mirasçılara usulüne uygun dava dilekçesinin tebliğ olunması ve taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, taraf teşkili sağlanmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir” gerekçesiyle bozulduğu davacının karar düzeltme talebinin de reddedildiği anlaşılmıştır.

6100 Sayılı HMK’nın 46. maddesi6100 Sayılı HMK’nın 46. maddesi uyarınca hakimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı devlet aleyhine açılacak tazminat davalarının sebepleri altı bent halinde sınırlı olarak sayılmıştır. Somut olayda ortaklığın giderilmesi davasına bakan mahkeme hakiminin kusurlu davranışları sebebiyle devletin sorumluluğuna dayanarak tazminat talep edilmekte ise de davada taraflara yapılan tebligatlardaki usul hataları HMK’nın 46. maddesinde sayılan ve hakimin hukuki sorumluluğu gerektiren hallerden olmayıp ilgili maddede belirtilmeyen sebeplere dayanılarak tazminat istenmesi mümkün değildir. Dosya kapsamına, mevcut delil durumuna göre 6100 Sayılı HMK’nun 46. maddesinde belirtilen hakimin sorumluluğuna dair koşulların gerçekleşmediği anlaşıldığından davanın reddine karar vermek gerekmiştir.

1- )Davanın REDDİNE,

2- )Davacının 6100 Sayılı HMK’nın 49. maddesi gereğince takdiren 500,00 TL disiplin para cezasına mahkum edilmesine,

3- )Davacı tarafından yatırılan 853,87 TL harçtan alınması gereken 27,70 TL maktu karar ve ilam harcının mahsubu ile fazla yatırılan 826,17 TL’nin davacıya iadesine,

4- )Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesaplanan 5.800,00 TL TL nispi vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı …‘ye verilmesine,

5- )Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,

6- )Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin 47. maddesi gereğince yargılama gideri için tahsil edilen paranın kullanılmayan kısmının hükmün kesinleşmesinden sonra Dairemizin Yazı İşleri Müdürü tarafından ilgilisine iadesine… ),

dair oybirliği ile verilen 07.07.2015 gün ve 2014/1 E., 2015/1 K. sayılı karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacılar vekili müvekkillerinin murisi olan Mustafa İncesu’nun hissedarı olduğu taşınmazın ortaklığın giderilmesi talebiyle usul hükümlerine aykırı olarak ölmüş kişi aleyhine açılan davada, soyadı yanlışlığı sebebiyle taraf teşkili sağlanmadan yargılama yapılıp hüküm kurulduğunu ve dava konu taşınmazın ihale yolu ile satıldığını, mahkemece hukuka aykırılıklar dikkate alınmadan kurulan hüküm sebebiyle müvekkillerin savunma haklarının ve Anayasal güvence altında bulunan mülkiyet haklarının ihlal edildiğini, bahsi geçen kararı bozulması istemi ile temyiz ettiklerini, ancak söz konusu karar bozulsa bile davaya konu taşınmaz ihale yolu ile satıldığından ve ihale kesinleştiğinden hukuken tapunun iptalinin mümkün olmadığını ileri sürerek davaya konu taşınmazın dava tarihi itibari ile değerinin ve müvekkillerin uğramış olduğu zararın tespit ile, şimdilik 50.000,00-TL maddi tazminatın davalıdan yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı Maliye Hazinesi vekili uğranıldığı iddia edilen zararın dayanağının bulunmadığını, maddi tazminatın gerekçesi olan zararın neden ibaret olduğunun belirtilmediğini, kararın yasal mevzuata uygun olarak verilmiş olup işlemde kusur, kasıt ve hata olmadığını, HMK’nın 46. maddesindeki koşulların oluşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İhbar olunan hakim tapu sicilinin aleni olduğunu ve davacıların da bu kayıtları her zaman inceleme imkanı olduğunu, üzerlerine düşen görevi yerine getirmeyen davacıların 19 sene gibi bir zaman geçtikten sonra yeni öğrendiklerinden bahisle dava açmalarının mümkün olmadığını, zamanaşımı süresinin dolduğunu, ortaklığın giderilmesine karar verildikten sonra dosyanın gönderildiği Gayrimenkul Satış Müdürlüğünce yeniden tapu kayıtlarının celp edilip, kıymet takdiri yapılarak ve satış günü tayin edilerek taraflara tebligat yapılması gerektiğini, davanın HMK’nın 46. maddesindeki şartların hiçbirine uymadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ortaklığın satış suretiyle giderilmesine dair mahkeme kararının infazı için gerekli işlemleri yapan Ankara Gayrimenkul Satış İcra Dairesince, ihale sonucu tespit edilen satış bedelinin davacılar murisinin hissesine düşen kısmının muris adına depo edilip edilmediği, halen yatırıldığı banka hesabında bulunup bulunmadığı ve başkasına ödenip ödenmediği hususlarının araştırılması gerektiği, buna göre taşınmazın satılmış olmasından dolayı davacıların zararının oluşup oluşmadığının tespit edilebileceği kanaatiyle kararın bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Buna göre, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan sebeplerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.03.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2014/7-2492 Karar: 2017/11 Tarih: 18.01.2017

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

İşçilik alacağını taleple … İnşaat Tur. ve Tic.Ltd.Şirketi aleyhine Antalya/Kemer Asliye Hukuk mahkemesine ( İş Mahkemesi sıfatıyla ) açtığı 2009/202 E, 2012/194 K. sayılı dava dosyasının yargılaması esnasında, alacaklarını teminat altına almak ve davalı şirketin mal kaçırmasını önlemek amacıyla, davalı şirket adına Kemer İlçesi, Yeni Mh.464 ada 6 numaralı parsel kaydına tedbir konulması talebinin uygun görülüp 07.05.2009 tarihli tensip tutanağı ile teminatsız olarak karar verilerek kabul edildikten hemen sonra davalı şirket vekilinin aynı tarihteki itiraz başvurusu üzerine bu defa aynı mahkemece “taşınmazdaki tedbirin 10.000 TL nakdi veya 20.000 TL meblağlı Banka Teminat Mektubu karşılığında kaldırılmasına 08.05.2009 tarihinde karar verildiği, söz konusu tedbirin bu şekilde kaldırılmasından kısa bir süre sonra 02.06.2009 tarihinde taşınmazın 10.500,000 TL bedel karşılığında davalı şirketçe satılıp elden çıkartılmış olması nedeniyle, mahkemenin sonuçta davanın kabulüne karar vererek lehlerine hükmettiği işçilik alacaklarını tahsil edemediklerini,

Bu şekilde davaya konu haksız, hukuka ve yasaya açıkça aykırı şekilde mahkemece verilen “tedbir kararının kaldırılması” niteliğindeki karar sebebiyle 46. madde gereğince müvekkilinin dava tarihi itibariyle uğradığı zarar olan 58.358,41 TL ( fazlaya ve diğer tüm hukuksal haklara dair haklar saklı kalmak üzere maddi tazminatın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine; yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin de davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini istemiştir.

CEVAP :

Davalı … vekili cevap dilekçesinde davanın süresinde açılmadığını, ayrıca HMK’nın 46. maddesinde belirtilen koşulların gerçekleşmediğini öne sürerek davanın zamanaşımı sebebiyle ve esastan reddine karar verilmesini savunmuş, HMK’nın 49’cu maddesi hükmü uyarınca yersiz açılan dava sebebiyle davacının “disiplin para cezasına mahkum edilmesini ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine” karar verilmesini istemiştir.

İhbar olunan, 26.06.2014 tarihli cevabi yazısında özetle; Davada taraf sıfatı ve husumet ehliyetinin bulunmadığını,

Davanın zamanaşımı süresi içinde açılmadığını, davacının “tedbir kararına karşı hiçbir yasal yola başvurmadığı gibi; ne tedbir kararına ne nihai karara karşı temyiz yoluna gitmediği gibi, davalı şirketin iflasının ertelenmesi davasına da müdahil olmadığını, davacının üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediğini MK.2. Maddesi anlamında “iyi niyetle” hareket etmediğini,

Kendisinin kusurlu olmadığını, davanın öncelikle ön inceleme aşamasında reddini savunmuştur.

GEREKÇE :

Dava, hakimin hukuki sorumluluğuna dayalı “maddi tazminat talebine” ilişkindir.

Hakimlerin yargısal faaliyetleri sebebiyle sorumlulukları, HMK’nın 46-49 maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Yasada gösterilen sorumluluk nedenleri düzenlenmiş amacına uygun bir şekilde sınırlı ve sayılı durumları ifade etmektedir.

Davaya konu somut olayda; “yasaya açıkça aykırı bir şekilde verilip, itiraz üzerine yine aynı şekilde, yasaya ve konuluş amacına aykırı olacak biçimde vazgeçildiği iddia edilen “TEDBİR KARARI”nın, konuluş ve kaldırılış usulünün yanlışlığının sonuçta, zarara sebebiyet vermesi nedeniyle, maddi tazminat talebiyle davanın “hakimin hukuki sorumluluğu” çerçevesinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Dava dilekçesi ve tarafların aşamalardaki beyanları ile dosyaya sundukları tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde;

Davacının, davaya konu olan mahkeme işleminde ( hukuka aykırı olduğu savunulan tedbir kararının alınması ve kaldırılmasında ) Hakim’in şüphe uyandıracak kadar kusurlu olduğu hususunu dile getirdiği halde yargılamanın hiçbir aşamasında reddi hakim talebinde bulunmak, duruma göre Hakim hakkında şikayette bulunmak ya da tedbir kararının kaldırılması aleyhine yasal itiraz hakkını kullanmak veya davanın sonucuyla ilgili gerekçeli kararın kendisine tebliğiyle birlikte temyiz yoluna başvurduğu hususunda hiçbir delil sunmadığı gibi,

Davacı vekilinin, Ön önceleme duruşmasının yapıldığı 11.07.2014 tarihli duruşmada özetle; “yasal yollara” başvurmamalarının sebebini, tazminat davasını bir an önce açmak için zaman kaybetmek istemediklerini ve bu sebeple sair yasal yollara başvurmadıklarını dile getirdiği anlaşılmaktadır.

Davanın esası itibariyle tazminat talebinin, yasa yolları açıkça düzenlenmiş bulunan ve özü hatalı olduğu ileri sürülen yargısal nitelikteki işlem ve kararlara dair olduğu hususunda bir tereddüt bulunmadığı gibi, Hakimin, özel amaçla kasıtlı davrandığı konusunda soyut iddia dışında, somut herhangi bir delil de dava dosyasında bulunmamaktadır.

Somut olayda, HMK’nın 46. maddesinde sayılan hukuki sorumluluk nedenlerinden hiçbirisinin bu davada mevcut olmadığına kanaat getirilmiş, bu gerekçelerle davanın reddine karar vermek gerekmiştir.

6100 Sayılı HMK’nın 49. maddesi6100 Sayılı HMK’nın 49. maddesi uyarınca; öngörülen “disiplin para cezası” ile ilgili, yeniden değerleme oranı ile davaya konu olayın gelişimi ve dosyaya yansıyan olgular gözönünde tutularak, takdiren hüküm fıkrasında yazılı miktar tutarında disiplin para cezasına ayrıca hükmolunmuştur.

Belirtilen gerekçeler ışığında;

1- )HMK’nın 46. maddesinde öngörülen sebepleri bulunmadığından, sübuta ermeyen davanın REDDİNE,

2- )HMK’nın 49. maddesi uyarınca takdiren 650.00 TL disiplin para cezasının davacıdan alınarak …‘ye gelir kaydedilmesine,

3- )Davanın reddi sebebiyle alınması gereken 25,20 TL maktu karar ve ilam harcından, peşin alınan 24,30 TL başvuru harcının düşümü ile geriye kalan 0,90 TL harcın davacıdan alınmasına,

4- )Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca davalı yararına takdir olunan, 5.839,42 TL nispi avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

5- )Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin, üzerinde bırakılmasına…”,

Dair oybirliği ile verilen 19.09.2014 gün ve 2013/4 E., 2014/1 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Dava 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin işçilik alacaklarının tahsili amacıyla … İnşaat Tur. ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine Kemer Asliye Hukuk Mahkemesinde ( İş Mahkemesi sıfatıyla ) ihtiyati tedbir istemli dava açtıklarını, Kemer Asliye Hukuk Mahkemesi’nin İş Mahkemesi sıfatıyla 2009/22 E. sayılı dosyasında görülen davanın 07.05.2009 tarihli tensip tutanağı ile ihtiyati tedbir istemlerinin kabul edildiğini ve davalı şirket adına kayıtlı Kemer ilçesi Yeni Mahalle 464 ada 6 parsel sayılı taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu, davalı şirket vekilinin itirazı üzerine 08.05.2009 tarihli celsede, 10.000,-TL nakdi teminat veya 20.000,-TL teminat mektubu karşılığında ihtiyati tedbirin kaldırılmasına karar verildiğini, ihtiyati tedbirin kaldırılmasından hemen sonra 02.06.2009 tarihinde söz konusu taşınmazın satıldığını, dava sonunda 58.358,41 TL’nin davalı şirketten alınarak müvekkiline ödenmesine karar verildiğini, ancak anılan taşınmazın satılması sebebiyle müvekkilinin sadece dosyada teminat olarak yatırılan 10.000,-TL’yi tahsil edebildiğini, mahkeme hakiminin HMK’nın 46/b-c-e maddelerine aykırı karar vermek suretiyle davacıyı maddi zarara soktuğunu belirterek tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı Maliye Hazinesi vekili cevap dilekçesinde davanın süresinde açılmadığını, davada HMK’nın 46. maddesinde yazılı koşulların oluşmadığını ve davacının iddialarını ispata yetecek yazılı delil göstermediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İhbar olunan hakim sunduğu beyan dilekçesinde davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, dava sonucunda verilen kararın icra edilememesi ile kendisinin verdiği karar arasında illiyet bağı olmadığını, ihtiyati tedbir kararının kaldırılması kararına karşı yasal yollara başvurulmadığını, davanın esasına dair olarak verilen kararın temyiz edilmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.

Hakimlerin yaptıkları işlemlerden ve verdikleri kararlardan sorumlu olabilmeleri için öncelikle yaptıkları işlemlerin ve verdikleri kararların hukuka aykırı olması gerekmektedir. Hukuka aykırılık gerçekleştikten sonra Hukuk Muhakemeleri Kanununun 46. maddesinde sayılan hukuki sorumluluk nedenlerinden hangisinin uygulanacağı belirlenmelidir. Hukuka aykırılık unsuru yoksa zarardan ve dolayısıyla hakimlerin sorumluğundan söz edilemez.

Hukuka aykırılık kusur sorumluluğunun ve dolayısıyla haksız fiilin kurucu unsurlarından biridir. Hukuka aykırılık kavramı kanunlarımızda ve özellikle haksız fiile dair Türk Borçlar Kanununun 49. maddesinde tanımlanmış değildir. Öğretide benimsenen bir tanıma göre hukuka uygunluk sebeplerinden birinin bulunmaması halinde, başkasına zarar vermeyi yasaklayan veya zararlı sonucu önlemek amacıyla belirli bir davranışı emreden hukuk kurallarına aykırı her davranış, hukuka aykırıdır ( Eren, F.: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 16.b., Ankara 2014, s.586 ).

Hukuka aykırılığın kusur sorumluluğunun kurucu unsuru olduğu belirlendikten sonra yargısal faaliyetin icrası sırasında ihbar olunan hakimin eyleminin bu unsuru içerip içermediğine bakmak, bir diğer ifade ile somut olay bakımından hakimin tedbir kararını kaldırmasında hukuka aykırılık bulunup bulunmadığını tespit etmek gerekir.

Bu değerlendirmeyi yapmak için öncelikle ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kavramları üzerinde durulmalıdır.

İhtiyati tedbirler hali hazırda görülmekte olan veya ileride açılacak bir davanın sonucunun etkisiz veya anlamsız kalmasını önlemek için başvurulan geçici nitelikte ve kural olarak kanunla belirlenmiş önlemlerdir. Özel düzenlemeler bir kenara bırakılacak olursa ihtiyati tedbirlere dair temel düzenleme Hukuk Muhakemeleri Kanununun 389 vd. maddelerinde yer almaktadır.

İhtiyati haciz ise alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini garanti altına almak için mahkeme kararı ile borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulmasıdır. İhtiyati hacze dair düzenleme ise amacına uygun biçimde alacakların tahsili usullerini gösteren İcra ve İflas Kanununda düzenlenmiştir ( m.257 vd. ).

İhtiyati haciz bir para alacağının geçici olarak teminini amaçlarken ihtiyati tedbir ferdileştirilmiş muayyen bir talebin teminini hedef tutmaktadır. Bu sebeple ihtiyati haciz kararı verilmesi gereken hallerde ihtiyati tedbir kararı verilemez ( Saldırım, M.: İhtiyati Tedbir ve İhtiyati Haciz Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme, TBB. Dergisi, 1997/2, s:203-210 ).

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davaya konu Kemer Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/202 E. sayılı dosyasında davacı …‘in davalı … İnş. Tur. ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine işçilik alacağı istemli dava açarak davalının maliki olduğu taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir konulmasını istediği, mahkemece 07.05.2009 tarihli tensip tutanağı ile davalının taşınmazı üzerine teminatsız olarak tedbir konulduğu, davalının itirazı üzerine 08.05.2009 tarihli oturumda 10.000,00 TL nakdi teminat veya 20.000,00 TL teminat mektubu karşılığında ihtiyati tedbirin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, para alacağına dair bir davada ihtiyati tedbir kararı verilmesi hukuka uygun olmadığından, verilmemesi gereken ihtiyati tedbir kararının itiraz üzerine kaldırılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Yapılan açıklamalara, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan sebeplerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilamı harcı peşin alındığından başka harç alınmasına mahal olmadığına, 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.01.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2014/4-2366 Karar: 2016/796 Tarih: 15.06.2016

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Hakimlerin yargısal faaliyetleri sebebiyle sorumlulukları, dava tarihinde yürürlükte bulunan 573-576. maddelerinde ve yargılama aşamasında yürürlüğe giren 46-49. maddelerinde düzenlenmiş; ayrıca, yine yargılama aşamasında yürürlüğe giren 2802 Sayılı Kanun’un 93/A maddesiyle Cumhuriyet Savcıları da, hakimlerin hukuki sorumluluğuna dair hükümlere tabi tutulmuşlardır.Dava başlangıçta Asliye Hukuk Mahkemesi’nde ikame olunmuş; Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.01.2013 gün ve 2012/845-2013/24 Sayılı kararı ile görevsizlik hükmü oluşturulmuş ve süresi içinde yapılan başvuru üzerine dosya dairemize gönderilmiştir.

Somut olayda, sorumluluğa dayanak yapılan olgu; ceza soruşturması sırasında, iddianamede yer verilmemesi gerektiği ileri sürülen ifadelere ilişkindir.Soruşturma işlemleri sonucunda düzenlenecek iddianamenin şekli ve içeriği; mahkemeye sunulması üzerine yargılama makamlarının verebilecekleri kararlar ile bunlara karşı yasa yolları düzenlenmiş bulunmaktadır. Dava konusu edilen husus, itiraz konusu yapılabilir. Şu durumda, hakimin hukuki sorumluluğuna dair koşulların gerçekleştiğinden söz edilemez. Davanın, açıklanan bu sebeple reddine karar vermek gerekmiştir.

Diğer yandan, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, para cezasında yeniden değerleme oranında yapılması gereken arttırım miktarı ile davaya konu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur.

Açıklanan gerekçelerle;

1-)Davanın REDDİNE,

2-)Takdiren 650,00-TL disiplin para cezasının davacılardan alınarak Hazine’ye gelir kaydına,

3-)Davanın reddi sebebiyle alınması gereken maktu 25,20.-TL karar ve ilam harcının peşin alınan148,50.-TL’den düşümü ile kalan 123,30.-TL’nin istenmesi halinde davacıya iadesine,

4-)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca davalı yararına takdir olunan 3.000,00.-TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

5-)Davacılar tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına…),

Dair oybirliği ile verilen 13.05.2014 gün ve 2013/81-46 Sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekilinin temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kâğıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.Davacı vekili, müvekkilinin Atatürkçü Düşünce Derneği Yönetim Kurulu üyesi olduğunu, ihbar edilen savcıların hazırladığı iddianamelerde Atatürk hakkında “Atatürk’ün dahi Ergenekon’un tarikatvari ve dini yapısı içerisinde olduğu, ancak henüz açıklanma zamanı gelmediğinden açıklanmaması gerektiği” şeklinde ibarelerin yer aldığını, bunun hukuka aykırı bir saldırı olduğunu, benzer saldırıların önlenebilmesi ve Atatürk’ün manevi hatırasına yönelik haksız ve hukuka aykırı saldırıdan dolayı duymuş olduğu yoğun elem ve ızdırabı bir nebze olsun giderebilmek amacıyla bu davayı açmak zorunda kaldığını iddia ederek manevi tazminat istemiştir.Davalı Maliye Hazinesi vekili, 6100 Sayılı HMK’nun 46. maddesindeki koşullar oluşmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

İlk derece mahkemesi sıfatı ile Özel Dairece, yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan sebeplerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına mahal olmadığına, 15.06.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2014/4-2305 Karar : 2016/88 Tarih : 27.01.2016

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

İşin esasına geçilmeden önce, 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı CMK 141. maddesine eklenen 3. ve 4. fıkraların görev bakımından eldeki davaya etkileri tartışılmıştır.

Görev konusu kamu düzenini ilgilendirdiği için öncelikle görev sorununun aşılması gereklidir.

09.02.2011 gün ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesi ile 24/2/1983 gün ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na eklenen 93/A maddesinin atfı ile 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 46. Maddesine dayanılarak ceza hâkimlerinin ve cumhuriyet savcılarının yargısal faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabilmekteydi.

Yargısal faaliyet nedeni ile açılacak tazminat davaları 6100 sayılı HMK’nun 47. Maddesi gereğince, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi ceza hâkimlerinin ve cumhuriyet savcılarının fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılmakta ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülmekteydi.

Mevcut düzenleme bu şekilde iken, 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 93/A maddesi yürürlükten kaldırılmış, bunun sonucu olarak “hukuk hakimleri” dışındaki hakimler ve cumhuriyet savcıları aleyhine açılacak tazminat davalarında görevli mahkemenin neresi olduğu sorunu ortaya çıkmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” başlıklı 141. maddesinde, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında, 141. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen haller nedeni ile zarar gördüğünü iddia eden kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri,

142.maddesinde ise, koruma tedbirleri nedeni ile tazminat isteminin, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağı düzenlenmiştir.

18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141`inci maddesine; “(3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir. (4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.” şeklinde 3. ve 4.fıkralar eklenmiştir.

Ayrıca aynı Kanun ile “ceza hakimleri” ve “cumhuriyet savcıları” hakkında açılmış derdest olan davalar hakkında 5320 sayılı Kanun’a geçici madde eklenmiş; bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyaların mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyaların ise esası incelenmeksizin, ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceği ve bu davaların ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141`inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağı düzenlenmiştir.

Somut olayda davacı, ihbar edilen cumhuriyet savcısının yargısal faaliyeti nedeniyle manevi tazminat istemiştir. Karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri ceza hakimleri ve cumhuriyet savcıları aleyhine yargısal faaliyet nedeni ile açılan tazminat davalarında görevli mahkeme konusunda yeni düzenlemeler getirmiştir. Görev sorununun kamu düzenini ilgilendirdiği kabulü karşısında mevcut bu düzenlemeler dikkate alınarak eldeki dava hakkında karar verilmek üzere Daire kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere; davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın, 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelemesine yer olmadığına, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2015/18-1302 Karar : 2015/1344 Tarih : 15.05.2015

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Davacı G.. S.. 02.01.2012 günlü dava dilekçesinde Muğla ili Ula ilçesi Akyaka beldesinde bulunan 3254 parsel sayılı taşınmazda yapılmış olan binadaki projeye aykırılıkların giderilmesi için Ula Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/126 Esas sayılı dosyasında açtığı davanın 01.12.2010 günlü duruşmasında Hakim A.. K..`nın duruşma gününü 20.02.2011 tarihine ertelemesine rağmen, daha sonra bu tarihi değiştirerek duruşmanın 20.01.2011 tarihinde yokluğunda yapılarak davanın açılmamış sayılmasına karar verdiğini, yapılan bu hukuk dışı eylemden olumsuz etkilenip sağlığının bozulduğunu ve zarar gördüğünü belirterek 20.000 TL manevi tazminatın davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde; davanın hüküm kesinleştikten sonra bir yıl içinde açılmadığını, 6100 sayılı HMK’nun 46. maddesindeki şartların bulunmadığını bu nedenle yersiz açılan davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine, HMK`nun 49. maddesine göre davacının disiplin para cezasına mahkum edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

6100 sayılı HMK’nun 48. maddesi gereğince ihbar olunan Hakim A.. K.. (104972) 22.03.2012 günlü dilekçesinde davacının iddialarının yerinde olmadığını 20.02.2011 tarihli duruşma gününün tatil gününe denk gelmesi nedeniyle bu durumun fark edilerek davacı ve davalının huzurunda duruşma gününün 20.01.2011 olarak düzeltildiğini bu davanın yersiz olup, rahatsız etme kastı ile açıldığını, HMK`nun 46. maddedeki şartların oluşmadığını bu nedenle açılan davanın reddine karar verilmesini, davaya davalı yanında katılmasını ve lehine 5.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Dava, 6100 sayılı HMK`nun 46. maddesi gereğince hakimin hukuki sorumluluğu nedeniyle Hazine aleyhine açılan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davanın açılış tarihi itibariyle 6100 sayılı HMK`nun yürürlük tarihinden sonra olması nedeniyle bu yasa doğrultusunda ön tensip ve ön inceleme tutanağı düzenlenerek gerekli araştırma ve inceleme yapılmıştır.

İncelenen dosya kapsamına göre Ula Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/126 Esas, 2011/37 Karar sayılı dosyasında davacısı G.. S.. davalıların ise C.. vd. olan davada 3254 parselde yapılan binadaki projeye aykırılıkların giderilmesinin istendiği, taşınmazda kat mülkiyetinin kurulu olduğu ve asıl davanın kat mülkiyeti yasası hükümlerinin uygulanmasına ilişkin bulunduğu, bu dosyada davanın 21.10.2009 ve 16.09.2010 tarihlerinde iki kez HUMK’nun 409/1 maddesi uyarınca işlemden kaldırılıp davacı tarafından yenilendiği, 01.12.2010 gününde yapılan duruşmanın 20.02.2011 gününe bırakıldığı ancak bu tarihin 20.01.2011 olarak değiştirilip paraf edildiği, 20.01.2011 günü duruşmaya gelmeyen davacının davasını üçüncü kez takipsiz bırakması sonucu HUMK`nun 409/5 ve 6. Maddelerine göre DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASINA karar verildiği, bu kararın temyiz edilmemesi nedeniyle 19.04.2011 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 93/A maddesine göre bir yıllık yasal süre içerisinde açıldığı anlaşılmıştır.

Hakimlerin hukuki sorumluluk sebepleri HMK`nun 46. maddesinde tahdidi olarak sayılmış ve devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği hükmü düzenlenmiştir. Aynı maddenin 1/d bendinde; duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması hali de bu sebepler arasında sayılmıştır.

Somut olayda; Ula Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/126 Esas sayılı dava dosyasının yargılaması sırasında bırakılan duruşma gününün tatil gününe denk gelmesi nedeniyle aynı anda değiştirilip paraf edildiği, bu durumun maddi hataya dayalı olduğu ve tahrifat olarak düşünülemeyeceği, davacının açılmamış sayılmasına ilişkin kararı temyiz etme imkanı varken bu hakkını kullanmayıp kesinleşmesini sağladığı, yine davacının bu maddi hatadan dönülerek yeniden duruşma günü verilmesine ilişkin talebinin mahkemece 03.03.2011 günlü EK KARAR ile dosyadan el çekilmesi ve bu talebin ancak kararın temyiz edilmesi halinde inceleneceği gerekçesi ile reddedildiği, davacının duruşmadaki beyanından asıl konuya ilişkin yeniden dava açıldığı anlaşılmıştır.

Dairemizce asıl dava yönünden yeniden dava açılması mümkün olup, herhangi bir hak kaybı söz konusu olmadığı, duruşma günündeki değişikliğin maddi hataya dayalı olduğunun, davacının da kabulünde bulunduğu, bunun düzeltilmesi için temyiz yolu açık olmasına rağmen bu yolun kullanılmadığı, bu nedenlerle HMK`nun 46. maddesindeki koşulların oluşmadığı gerekçeleriyle Hazine aleyhine açılan manevi tazminat davasının reddine karar verilmiştir.

Davacının temyizi üzerine,

Hukuk Genel Kurulu’nun 03.04.2013 gün 2012/18-1355 E., 2013/413 K. sayılı kararı ile ön inceleme yapılmadan tahkikat aşamasına geçilip karar verilmesi usul ekonomisi bakımından (HMK 30) eleştiri konusu yapılıp esastan incelenerek, dosyadaki tutanak ve kayıtlara, bilgi ve belgelere daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 18.Hukuk Dairesi`nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın ( ONANMASINA ) karar verilmiştir.

Davacının süresinde karar düzeltme talebi üzerine, HGK’nun 02.04.2014 tarih 2014/18-431 E., 2014/423 K. sayılı kararı ile; Dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra öncelikle dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazların incelenmesi, bu konularda yine dosya üzerinden olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi, dosya üzerinden karar verilemeyen dava şartları ile ilk itirazlar hakkında karar vermek ve diğer ön inceleme işlemlerini yapmak üzere tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi, 6100 Sayılı HMK`nun 137. ve 140. maddelerine göre ön inceleme duruşmasında gerekli usul işlemleri yapıldıktan sonra tahkikat duruşmasına geçilmesi gerekirken, ön inceleme işlemlerinin dosya üzerinden yapılarak tahkikat duruşmasına geçilmesi ve esas hakkında karar verilmesi doğru bulunmayarak, karar düzeltme talebi kabul edilmiş, onama kararı kaldırılarak Dairemiz kararı bozulmuştur.

Dairemizce bozmaya uyularak, ön inceleme duruşması yapılmış, davacı ön inceleme duruşmasına katılmadığından 6100 Sayılı HMK`nın 150/1 maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir.

Davacının verilen karar üzerine yenileme harcını tamamlayarak ön inceleme duruşması yapıldıktan sonra tahkikat duruşmasına geçilerek; Ula Sulh Hukuk Mahkemesi`nin 2009/126 Esas sayılı dava dosyasının yargılaması sırasında duruşma gününün değiştirilmesinin maddi hataya dayalı olduğu, verilen bu kararın davacı tarafından temyiz edilmediği, davacının duruşmadaki beyanından asıl konuya ilişkin yeniden dava açıldığı ve davacının herhangi bir hak kaybı olmadığı anlaşılmıştır.

Bu sebeplerle, HMK’nun 46. maddesindeki koşulların oluşmadığı anlaşılmakla Hazine aleyhine açılan manevi tazminat davasının reddine, HMK`nun 49. maddesi uyarınca davanın esastan reddedilmiş olması nedeniyle davacının disiplin para cezasına mahkum edilmesine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

HÜKÜM:

Gerekçesi yukarda açıklandığı üzere;

1-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 46. maddesi uyarınca hakim A.. K..`nın hukuki sorumluluğu kapsamında Hazine aleyhine açılan tazminat davasının ( REDDİNE ),

2-Hukuk Muhakemeleri Kanununun 49. maddesi uyarınca davacı G.. S..`nun takdiren 650,00 TL disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına,

3-Kendisini vekille temsil ettirmiş bulunan davalı Hazine yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 3.000 TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,

4-21,15 TL red harcının peşin harçtan mahsubu ile 275,85 TL bakiye harcın istek halinde davacıya iadesine,

Dair oybirliği ile verilen 25/11/2014 gün ve 2014/1-1 sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek kararın süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı G.. S.. 02.01.2012 harç tarihli dava dilekçesiyle; “ Muğla ili Ula ilçesi Akyaka beldesinde bulunan 3254 parsel sayılı taşınmazda yapılmış olan binadaki projeye aykırılıkların giderilmesi için Ula Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/126 Esas sayılı dosyasında dava açtığını, davanın 01.12.2010 günlü celsesinde duruşma gününün 20.02.2011 tarihine ertelemesine rağmen, daha sonra bu tarihi değiştirerek duruşmanın 20.01.2011 tarihinde yokluğunda yapılarak davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini, yapılan bu hukuk dışı eylemden olumsuz etkilenip sağlığının bozulduğunu ve zarar gördüğünü, bu durumun HMK 46/d maddesi aykırı olduğunu iddia ederek 20.000 TL manevi tazminatın davalıdan alınmasına karar verilmesini” talep ve dava etmiştir.

Davalı Maliye Bakanlığı vekili 14.03.2012 tarihli cevap dilekçesinde; “ davanın hüküm kesinleştikten sonra bir yıl içinde açılmadığını, 2802 sayılı Yasa’nın 93/A maddesinde belirtilen şartın oluşmadığını, 6100 sayılı H.M.K.`nun 46. maddesindeki sorumluluk sebeplerinin bulunmadığını bu nedenle yersiz açılan davanın reddine karar verilmesini” savunmuştur

İhbar edilen A.. K.. 22.03.2012 günlü cevap dilekçesinde : “…davacının iddialarının yerinde olmadığını 20.02.2011 tarihli duruşma gününün tatil gününe denk gelmesi nedeniyle bu durumun fark edilerek davacı ve davalının huzurunda duruşma gününün 20.01.2011 olarak düzeltildiğini bu davanın yersiz olup, rahatsız etme kastı ile açıldığını, H.M.K.`nun 46. maddedeki şartların oluşmadığını bu nedenle açılan davanın reddine karar verilmesini, davaya davalı yanında katılmasını ve lehine 5.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini ” savunmuştur.

Mahkemece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine kararı verilmiştir.

Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

Davacının temyiz itirazlarının reddi ile 18. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2014/4-745 Karar : 2015/532 Tarih : 21.01.2015

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

DAVA: Dava dilekçesinde, davacının kaçma şüphesi bulunmamasına karşın hakkında davalı tarafından basmakalıp ifadelerle tutukluluğun devamı kararı verildiği ; benzer durumdaki kişiler hakkında tahliye kararlarının verildiği ve masumiyet karinesinin göz ardı edildiği ileri sürülerek; 1.500,00-TL manevi tazminata hükmedilmesi talep olunmuştur.

CEVAP: Davalı duruşmalara katılmadığı gibi tarafından herhangi bir cevap dilekçesi de gönderilmemiştir.

GEREKÇE : T.C.Anayasası’nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı 19/3, 6, 7 ve son. maddesinde; suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilecekleri, tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı, soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteyebileceği, hürriyeti kısıtlanan kimselerin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili yargı merciine başvurma hakkına sahip olduğu, bu esaslar dışında işleme tabi tutulanların uğradıkları zararın, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre Devletçe ödeneceği hükmü yer almaktadır. Keza Anayasa’nın 40/3.maddesinde de kişinin, resmi görevliler tarafından meydana getirilen haksız işlemler sonucu uğradığı zararının kanuna göre Devletçe tazmin edileceği öngörülmüştür.

Anayasa’nın bu amir hükümlerinin bir gereği ve yansıması olarak CMK’nun Yedinci bölümünde “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” başlığı altında 141/1.maddesinde, suç soruşturması ve kovuşturması evrelerinde tutuklama veya tutukluluğun devamı gibi koruma tedbirleri nedeniyle mağduriyete uğrayanların tazminat istemlerine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Suç soruşturması ve kovuşturması sırasında kişilerin uğrayabilecekleri maddi ya da manevi zarar halleri 141.maddesinde ayrı ayrı sayılmıştır. Buna göre;

“Madde 141 - (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a)Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,

c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,

d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,

g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,

h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,

i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”

Tazminat isteminin koşullarına dair hükümler CMK’nun 142.maddesinde yer almıştır. Tazminat talebinde bulunabilmek için, CMK’nun 142/1.maddesine göre, ilgili kişi hakkındaki kararın veya hükmün kesinleşmesi gerekmektedir. Tazminat davası, zarara uğrayanın kendisi, yasal temsilcisi ya da özel yetkili vekili tarafından açılacak, Devlet davalı olarak gösterilecektir. Tazminat istemini incelemeye yetkili ve görevli mahkeme CMK’nun 142/2.maddesi gereğince, mağdurun oturduğu yer ağır ceza mahkemesidir. Tazminata konu asıl işlem, davacının oturduğu yer ağır ceza mahkemesi tarafından yapılmış ise ve o yerde başka bir ağır ceza mahkemesi de yoksa, yer itibariyle en yakın ağır ceza mahkemesi davaya bakacaktır.

Öte yandan; 14.02.2011 tarihli resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’nun 12.maddesi; 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’na 93.maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesi ile bu maddede hüküm olmayan hallerde ilgilisine göre, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerinin uygulanacağını öngörmüştür.

Tüm bu yasal düzenlemeler ve CMK ‘nun 141-144.maddelerinin HUMK’nun 573 ve devamı maddelerine göre özel kanun niteliğinde olması dikkate alınarak eldeki davaya bakmaya Ağır Ceza Mahkemesinin görevli olduğu kanaatine varılarak dava dilekçesinin görev yönünden ( REDDİNE ) karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-İddia ve dayanılan maddi olgular itibariyle dava, CMK 141.maddede de sayılan koruma tedbirinin uygulanmasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkin bulunması nedeniyle CMK’ nun 141-144.maddesi gereğince Ağır Ceza Mahkemesi görevli olup Dairemiz görevli olmadığından dava dilekçesinin ( REDDİNE ),

2-Alınması gereken 18,40 TL harcın peşin harç 22,30 TL’den mahsubu ile geri kalan 3,90 TL’nin istek halinde davacıya geri verilmesine,

3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,”

Dair oyçokluğu ile verilen 10.05.2011 gün ve 2010/73, 2011/59 sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Davacı vekili tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; işin esasına girilmeden önce, dava dilekçesinden taleb edilen manevi tazminat miktarı dikkate alındığından kararı tarihi itibariyle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427.maddesi gereğince, temyize konu tazminat miktarı (1500,00 TL) gözetildiğinde, karar tarihi itibariyle daire kararına karşı temyiz yolunun açık olup olmadığı ön sorun olarak incelenmiştir.

Dava, manevi tazminatı istemine ilişkin olup, uyuşmazlığa konu miktar 1500,00 TL’dir.

Bilindiği üzere, 21.07.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.07.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlük tarihinden sonra yerel mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427.maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL olarak değiştirmiştir. Sonraki yıllarda 5219 ve 5236 sayılı Kanunlarda öngörülen katsayılar çerçevesinde miktarlar giderek artmıştır. Buna göre, 01.01.2011 tarihinden 31.12.2011 tarihine kadar katsayı artışı sonucu uygulanması gereken kesinlik (temyiz edilebilirlik sınırı) “1.540,00 TL”dir.

Eldeki davada, temyiz istemine konu kararın verildiği 10.05.2011 tarihinde, 5219 ve 5236 Sayılı Kanunlar gereği temyiz(kesinlik) sınırını 1.540,00 TL olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna göre 1.500,00 TL olan uyuşmazlığa konu miktar bu sınırın altında kaldığından, karara karşı temyiz yoluna gidilmesi, miktar itibariyle mümkün değildir.

Hal böyle olunca, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.

Yukarıda açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz dilekçesinin ( REDDİNE ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2014/4-2306 Karar : 2015/8 Tarih : 14.01.2015

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Taraflar arasındaki “tazminat” davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4.Hukuk Dairesince; “ Dava dilekçesinde, davacı hakkında sarhoşluk nedeniyle idari yaptırım kararı uygulandığı; bu kararın keyfi ve kişisel kusura dayalı olduğu; itirazın reddinde ise ispat yükünün davacıya yükletildiği ve yasanın açık hükmüne aykırı davranıldığı ileri sürülerek; 10.000,00-TL manevi tazminata hükmedilmesi talep olunmuştur.

Cevap dilekçesinde, sorumluluk koşullarının oluşmadığı savunularak davanın reddi talep olunmuştur.

Dava, hakimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.

Dairemizin 25.09.2012 gün ve 2011/46-2012/46 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiş; temyiz istemi üzerine, Hukuk Genel Kurulu`nun 09.10.2013 gün ve 2013/4-305;-2013/1412 sayılı ilamı ile; ön inceleme duruşmasının yapılmaması nedeniyle bozma hükmü oluşturularak dosya dairemize iade olunmuştur.

Bozma ilamına uyulmuş ve ön inceleme duruşması yapılmıştır.

Yargılama sırasında yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun’un 19/a maddesi uyarınca, 2802 sayılı Yasa’nın 93/A maddesi hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak, HMK yürürlükte bulunduğu ve davanın Devlet’e karşı açılması gerektiği göz önünde tutularak yargılama yapılmıştır. Hakimlerin hukuki sorumluluğu olay ve dava tarihinde yürürlükte bulunan HUMK’nun 573-576.maddelerinde ve yargılama aşamasında yürürlüğe giren HMK’nun 46-49.maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Yasa`da gösterilen sorumluluk nedenleri, örnek niteliğinde olmayıp; sınırlı ve sayılı durumları ifade etmektedir.

Somut olayda, idari yaptırım işlemine itiraz üzerine verilen karar nedeniyle manevi tazminat talebinde bulunulmuştur.

Tazminat istemi, yasa yolları düzenlenmiş bulunan yargısal işlem ve kararlara ilişkindir. Nitekim, itiraz üzerine verilen karara karşı yazılı emir yasa yoluna gidilmiş ve sonrasında davacının itirazı kabul edilmiştir. Hatalı olduğu ileri sürülen yargısal işlemlerde, özel amaç ile davranıldığı yönünde bir delil bulunmamaktadır. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiç birisi mevcut değildir. Şu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 49.maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, para cezasında yeniden değerleme oranında yapılması gereken arttırım miktarı ile dava konusu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur.

Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nun 46.maddesindeki koşullar oluşmadığından davanın REDDİNE, 2-HMK’nun 49.maddesi uyarınca takdiren 650,00-TL disiplin para cezasının davacıdan tahsiline, 3-Maktu 25,20-TL karar ve ilam harcının peşin alınan 222,75.-TL’den düşümü ile kalan 197,55.- TL`nin istek halinde davacıya iadesine, 4-Karar tarihinde yürürlükte bulanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca davalı yararına takdir edilen 3.000,00-TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 5-Davacı tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına,”

Dair oybirliği ile verilen 03.06.2014 gün ve 2013/99-2014/50 sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir. Dairece, “HMK`nın 46.maddesindeki koşulların oluşmaması nedeniyle davanın esastan reddine” karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İşin esasına geçilmeden önce, 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 19.maddesi ile 24.02.1983 gün ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesinin yürürlükten kaldırılmasının ve 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı CMK 141.maddesine eklenen 3. ve 4.fıkraların görev bakımından eldeki davaya etkileri tartışılmıştır.

Görev konusu kamu düzenini ilgilendirdiği için öncelikle görev sorunun aşılması gereklidir.

Mülga 1086 sayılı HUMK 573 ve devamı maddelerinde, “hakim ve icra reisi” aleyhine 573.maddede düzenlenen yedi bent ile sınırlı olmak üzere tazminat davası açılabileceği, 25.03.1931 gün ve 19/35 sayılı İBK kararı ile de ceza hakimlerinin hakim kavramı içinde olduğu, cumhuriyet savcılarının ise başlık ve madde metni dikkate alındığında, 1086 s. HUMK 573 ve devamı koruması içine alınmadığı, cumhuriyet savcıları aleyhine genel hükümler çerçevesinde tazminat davası açılabileceği içtihatlar ile kabul edilmekteydi. 09.02.2011 gün ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14.maddesi ile mülga 1086 sayılı HMUK’nın 573.maddesinde değişiklik yapılmış, hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenleme altına alınmış, 24.02.1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93`üncü maddeden sonra gelmek üzere 93/A maddesi eklenmiş; Cumhuriyet savcıları da Devlet koruması altına alınmış, hakim ve cumhuriyet savcıları aleyhine kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa tazminat davası açılamayacağı düzenlenmişti.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 46.maddesi gereğince hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabilecektir. Madde gerekçesinde “Hükümde geçen “hâkim” kavramının genel anlamda kullanıldığı, buna yargı yetkisini kullanan tüm hâkimlerin dahil olduğu, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri keza ceza mahkemesi hâkimlerinin de buraya dahil” olduğu ifade edilmiştir.

6100 sayılı HMK’nun 47.maddesine göre, aynı Kanun’un 46.maddesine istinaden Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacak ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülecektir. Bu arada, 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile 24.02.1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 93/A maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Böylelikle “hukuk hakimleri” dışındaki hakimler ve cumhuriyet savcıları aleyhine açılacak tazminat davalarında görevli mahkemenin neresi olduğu sorunu ortaya çıkmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” başlıklı 141.maddesinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında, 141.maddenin 1.fıkrasında düzenlenen haller nedeni ile zarar gördüğünü iddia eden kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri, 142.maddesinde ise koruma tedbirleri nedeni ile tazminat isteminin, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağı düzenlenmiştir.

18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141`inci maddesine; “(3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir. (4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.”

şeklinde 3. ve 4.fıkralar eklenmiştir.

Ayrıca aynı Kanun ile “ceza hakimleri” ve “cumhuriyet savcıları” hakkında açılmış derdest olan davalar hakkında ise 5320 sayılı Kanun’a geçici madde eklenmiş; bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceği ve bu davaların ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141`inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağı düzenlenmiştir.

Somut olayda davacı, ihbar edilen ceza mahkemesi hakiminin yargısal faaliyeti nedeniyle manevi tazminat istemiştir. Karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri ceza hakimleri ve cumhuriyet savcıları aleyhine yargısal faaliyet nedeni ile açılan tazminat davalarında görevli mahkeme konusunda yeni düzenlemeler getirmiştir. Görev sorununun kamu düzenini ilgilendirdiği kabulü karşısında mevcut bu düzenlemeler dikkate alınarak eldeki dava hakkında karar verilmek üzere Özel Daire kararının bozulması gerekmiştir.

Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere; davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın, 6217 sayılı Kanun`un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelemesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2014/12-2353 Karar : 2014/1039 Tarih : 17.12.2014

  • HMK 446. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; dava dışı O… Ltd. Şti.’nin alacaklı olduğu bono ile ilgili olarak Tokat 1.İcra Müdürlüğünün 2008/4627 Esas sayılı dosyası üzerinden icra takibine giriştiğini, borçlunun Tokat İcra Hukuk Mahkemesinin 2008/304 Esas sayılı dosyasında imzaya itiraz ettiğini, mahkemece dosyanın iki defa bilirkişi incelemesine gönderildiğini, her iki raporda da imzanın borçluya ait olup olmadığının tespit edilemediğinin bildirildiğini, mahkemece takibin iptaline ve borçlu lehine takip miktarının %20’si oranında tazminata hükmedildiğini, borçlunun bu tazminat alacağını temlik ettiğini, müvekkilinin alacağı temlik aldığı O… Ltd. Şti.’nin icra dairesine 116.984,09 TL’yi yatırdığını, kararın temyiz edildiğini, Yargıtay 12.Hukuk Dairesince tazminata ilişkin kısım çıkarılarak kararın düzeltilerek onandığını beyanla, dava dışı O… Ltd. Şti.’nden tahsil edilen 105.000,00 TL`nin faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

SAVUNMA: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; 2802 Sayılı Kanunun 93/A maddesi uyarınca davanın “hükmün kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde” açılabileceğini, hak düşürücü süre itirazında bulunduklarını, HMK’nun 46.maddesindeki koşulların bulunmadığını, sorumluluk nedenlerinin sınırlı ve sayılı olduğunu, hâkimin kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olması halinde tazminat davası açılmasının mümkün olduğunu savunarak davanın reddini ve HMK`nun 49.maddesi gereği davacı aleyhine disiplin para cezasına hükmedilmesini talep etmiştir.

İHBAR OLUNANIN SAVUNMASI: İhbar olunan Ü. S., Tokat İcra Hukuk Mahkemesi Hâkimi iken Tokat 1.İcra Müdürlüğünün 2008/4627 Esas sayılı takip dosyası ile ilgili olarak imza itirazında bulunulduğunu, takibin durdurulmasına, alacaklı aleyhine tazminata ve para cezasına hükmettiğini, kararın temyizi üzerine Yargıtay 12.Hukuk Dairesince tazminata ve para cezasına ilişkin kısım çıkarılarak kararın düzeltilerek onandığını, HMK.nun 46.maddesinde sayılan sebeplerin gerçekleşmediğini, alacaklının icra dosyasına ödediği parayı, temlik alan ve mirasçılarından talep etmesi mümkün olduğu ve icra mahkemesi kararları için tehiri icra mümkün olmadığı halde, icra dosyasına para yatırarak paranın karşı tarafın eline geçmesini çabuklaştırdığını, iade ile ilgili olarak hukuki yolları tam olarak tüketmeden hazine aleyhine tazminat davası açma yolunu seçtiğini beyanla davanın reddini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE HUKUKİ NİTELENDİRME: Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 46.maddesi uyarınca hâkimin kararından dolayı hazine aleyhine açılan tazminat istemine ilişkindir.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldıran, 12.01.2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 01 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girmiş ve “Hâkimin Hukuki Sorumluluğu” başlığı altında yer verilen düzenlemeyle, 46 ilâ 49.maddelerinde sorumluluk sebepleri, yargılamada görevli mercii, dava dilekçesine dair özel yöntem ve davanın reddi halinde verilecek cezaya dair özel hükümler getirmiş, hâkimlerin hukukî sorumluluğuna ilişkin yeni bir sistem benimsemiştir.

Ayrıca 6110 sayılı Kanunun 12.maddesiyle 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93/A maddesi eklenmiştir. Bu maddede: “Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle; ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği, kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamayacağı, Devlet aleyhine açılacak tazminat davasının, ancak dava konusu işlem, faaliyet veya kararın dayanağı olan soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın veya kamu davası açılmış ise kovuşturma sonucunda verilen hükmün ya da dava sonunda verilen hükmün kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılabileceği ” düzenlemesine yer verilmiş,

ancak yargılama aşamasında 2802 Sayılı Kanun`un 93/A maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

Dairemizce dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu 08.03.2013 tarih ve 2012/6 E.-2013/4 K. sayılı kararla; 2802 Sayılı Kanunun 93/A maddesinin 2.fıkrasında; “ Devlet aleyhine açılacak tazminat davası, ancak dava konusu işlem, faaliyet veya kararın dayanağı olan… hükmün kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılabilir” düzenlemesinin yer aldığı, bu sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu ve re’sen dikkate alınması gerektiği, davacının zararına dayanak gösterilen Tokat İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2008/304 E.-2010/30 K. sayılı ilamının 23.11.2010 tarihinde kesinleştiği, davanın ise 26.11.2012 tarihinde açıldığı gerekçesiyle ön inceleme duruşması yapılmaksızın usulden davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 27.11.2013 tarih ve 2013/12-657 E.-2013/1600 K. sayılı ilamı ile “…ön inceleme ve ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinde karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı…” gerekçesiyle bozma kararı verilmiş,

Dairemizce bozma ilamına uyulmuştur.

Hukuk Genel Kurulunun bozma ilamı doğrultusunda taraf vekillerine tebligat yapılarak ön inceleme ve ön inceleme duruşması gerçekleştirilmiş ve bu suretle usulü eksiklik giderilmiştir.

Karar tarihinde yürürlükten kaldırılan 2802 sayılı Kanunun 93/A maddesinin 2.fıkrasında; “ Devlet aleyhine açılacak tazminat davası, ancak dava konusu işlem, faaliyet veya kararın dayanağı olan… hükmün kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılabilir” düzenlemesinin yer aldığı ve bu sürenin hak düşürücü nitelikte olup, re`sen nazara alınması gerektiği,

HGK.nun (ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği) 2012/18 E-2014/2 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere, davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 2802 Sayılı Kanun`un 93/A maddesindeki 1 yıllık hak düşürücü sürenin olayda uygulanması gerektiği, karar tarihinde yasanın yürürlükten kaldırılmış olmasının ölmüş olan bir hakkı diriltmeyeceği, dava tarihi itibariyle hak düşürücü süre nedeniyle düşen dava hakkının sonradan çıkan ve kaldırılan yasa ile canlandırılamayacağı, dolayısı ile olayda 1 yıllık hak düşürücü sürenin dikkate alınması gerektiği kabul edilmiştir.

Somut olayda, davacının zararına dayanak olarak gösterilen Tokat İcra Hukuk Mahkemesi`nin 2008/304 Esas-2010/30 Karar sayılı kararı, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 2010/10269 Esas, 23102 Karar sayılı ilâmı ile onanmış, taraflar karar düzeltme yoluna başvurmadığından 23.11.2010 tarihinde kesinleşmiştir. İş bu dava ise 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra 26.11.2012 tarihinde açılmıştır.

Bu durumda davanın hak düşürücü süre nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış, ancak dava usulden reddedildiğinden ve HMK`nun 49.maddesinde usulden ret halinde disiplin para cezası öngörülmediğinden anılan para cezasına hükmedilmemiştir.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlere, kararın dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, dosyadaki kanıtlara ve heyetin takdirine göre;

Davanın, 2802 Sayılı Kanunun 93/A maddesinde belirlenen 1 yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı anlaşıldığından usulden reddine, HMK.nun 49.maddesi uyarınca dava usulden reddedildiğinden, disiplin para cezasına hükmedilmesine yer olmadığına…),

Dair oybirliği ile verilen 13.06.2014 gün ve 2014/2-2014/4 sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, kararın süresinde temyiz edildiğinin anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kâğıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

Davacı alacaklı olduğu bono ile ilgili olarak icra takibine giriştiğini, borçlunun imzaya itiraz ettiğini, bilirkişi raporunda imzanın borçluya ait olup olmadığının tespit edilemediğinin bildirildiğini, mahkemece takibin iptaline ve borçlu lehine takip miktarının % 20’si oranında tazminata hükmedildiğini, temyiz üzerine 12.Hukuk Dairesince icra inkar tazminatına hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğuna karar verildiğini, ancak icra inkar tazminatının icra dairesine yatırıldığını, haksız olarak ödenilen inkar tazminatı nedeniyle zarara uğradıklarını belirterek 105.000,00 TL`nin faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, 2802 sayılı kanunun 93/A maddesi uyarınca davanın “hükmün kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde” açılabileceğini, hak düşürücü süre itirazında bulunduklarını, HMK 46.maddesindeki koşulların bulunmadığını savunarak davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davanın reddine dair 08.03.2013 tarihli karar davacı tarafın temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca “… ön inceleme ve ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinde karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı…” gerekçesiyle bozulmuş, Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu, yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile 12.Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ( ONANMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2013/4-1246 Karar : 2014/27 Tarih : 22.01.2014

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Dava dilekçesinde, olay tarihinde Kırıkkale Cumhuriyet Savcısı olan davacının, yıllık izni nedeniyle Tarsus İlçesi’nde iken kalp rahatsızlığı geçirdiği ve 13/04/2009 tarihinde Tarsus Devlet Hastanesi’ne gittiği; görevli hekim olan dava dışı F… K… ile aralarında tartışma yaşandığı; hekimin bir gün sonra şikayet dilekçesi verdiği; ihbar olunan tarafından yapılan soruşturma sonucunda, davacı hakkında tehdit isnadı ile kamu davası açıldığı; oysa ki, müştekinin şikayetinden vazgeçmiş bulunduğu; şikayete bağlı bulunan suç nedeniyle dava açılmaması ve kovuşturma aşamasında da düşme kararı verilmesi gerektiği; ayrıca, soruşturmanın 2802 sayılı Yasa’ya aykırı olarak kolluğa yaptırıldığı; Ankara 2.Ağır Ceza Mahkemesi`nin 29/07/2010 gün ve 2010/74-225 sayılı kararı ile davacı hakkında beraat hükmü verildiği; ancak,aleyhe temyiz olmadığı için verilen kararın temyiz incelemesinden geçmediği;

HMK`nun 46/1-c maddesi hükmüne göre kanunun açık düzenlemesine aykırı davranıldığı ileri sürülerek;50.000,00-TL manevi tazminat ve yasal faize hükmedilmesi talep olunmuştur.

CEVAP: Cevap dilekçesinde, davanın süresinde açılmadığı ve esası bakımından da sorumluluk koşularının oluşmadığı savunulmuştur.

İhbar olunan tarafından verilen dilekçede ise; davanın süresinde açılmadığı ve ileri sürülen eylemin de şikayet koşuluna bağlı bulunmadığı belirtilerek, davanın reddine karar verilmesi talep olunmuştur.

GEREKÇE: Dava, hakimin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak manevi tazminat istemine ilişkindir.

“Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair” 6110 sayılı Yasa 14/02/2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. 6110 sayılı Yasa’nın 12.maddesi ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu`na 93/A maddesi eklenmiştir.

Maddedeki düzenlemeye göre: Hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle: a )Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir. b )Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hakim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz. Devlet aleyhine açılacak tazminat davası ancak dava konusu işlem, faaliyet veya kararın dayanağı olan; a )Soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın veya kamu davası açılmış ise kovuşturma sonucunda verilen hükmün, b )Dava sonunda verilen hükmün, kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılabilir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın veya hükmün kesinleşmesinden önce, hakim veya savcının söz konusu işlem, faaliyet veya kararıyla ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanmaktan mahkumiyeti halinde ise tazminat davası bu hükmün kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde açılabilir.

Dava konusu olayda, ihbar olunan Cumhuriyet Savcısı tarafından davacı hakkında düzenlenen iddianame nedeniyle tazminat isteminde bulunulmuştur.

Yukarıya aynen alıntılanan 2802 sayılı Yasa’nın 93/A maddesindeki düzenleme itibariyle; tazminat davasının, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya kovuşturma sonucunda veya dava sonunda verilen kararın kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılması gerekir. Öngörülen süre Yasa’da belirtilmiş olmakla, hak düşümü süresidir ve re`sen ( kendiliğinden ) gözönünde tutulması gerekir.

Davacının, katılan/sanık sıfatı ile yer aldığı Ankara 2.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 29/07/2010 gün ve 2010/74-225 sayılı dava dosyasında; davacının, atılı tehdit eylemi nedeniyle beraat kararı verilmiş olup; katılan/sanık sıfatı ile davacının yüzüne karşı okunmuştur. Dosya içeriğinden, davacı hakkındaki beraat kararının temyiz edilmediği; katılan/sanık durumunda bulunan dava dışı F. K. hakkındaki beraat hükmünün ise, davacı tarafından temyiz edildiği ve Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 08/02/2011 gün ve 2010/28569-2011/1238 sayılı ilamı ile hükmün dava dışı F….K…`ye ilişkin bölümünün onanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

CMK’nun 331. ve CMUK’nun 310.maddeleri hükümleri gözönünde tutulduğunda, davacı hakkındaki beraat kararının 08.09.2010 tarihinde kesinleşmiş olduğu anlaşılmaktadır. Eldeki dava ise, 08.02.2012 tarihinde açılmış olup; 2802 sayılı Yasa`nın93/A maddesinde düzenlenmiş bulunan bir yıllık hak düşümü süresi geçirilmiştir. Davanın, açıklanan bu nedenle reddi gerekmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda gösterilen nedenle;

1-Davanın hak düşürücü süre yönünden REDDİNE,

2-Davanın reddi nedeniyle alınması gereken 24,30-TL maktu karar ve ilam harcının peşin alınan 742,50.-TL’den düşümü ile kalan 718,20-TL`nin istek halinde davacıya iadesine,

3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca davalı yararına takdir olunan 2.640,00-TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

4-Davacı tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına? ),

Dair oybirliği ile verilen 22.01.2013 gün ve 2012/12-2013/7 sayılı kararın davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, kararın süresinde temyiz edildiğinin anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

Davacı, Kırıkkale Cumhuriyet Savcısı olup, Hastaneye gittiğini; görevli hekim ile aralarında tartışma yaşandığını; hekimin şikâyeti üzerine C.Savcısı tarafından kendisi hakkında tehdit isnadı ile kamu davası açıldığını;
oysa müştekinin şikâyetinden vazgeçmiş olması nedeniyle dava açılmaması gerektiğini; ayrıca, soruşturmanın 2802 sayılı Yasa’ya aykırı olarak kolluğa yaptırıldığını; Mahkemece hakkında beraat kararı verildiğini, HMK`nun 46/1-c maddesi hükmüne aykırı davranıldığını ileri sürülerek, 50.000,00-TL manevi tazminat talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde, davanın süresinde açılmadığını ve esası bakımından da sorumluluk koşularının oluşmadığını savunmuştur.

Mahkemece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile 4.Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), gerekli temyiz ilan harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 12.maddesi ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’na eklenen 93/A-5 fıkrası ve 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 440 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2014/4-371 Karar : 2014/675 Tarih : 21.05.2014

  • HMK 46. Madde

  • Devletin Sorumluluğu ve Rücu

Dava dilekçesinde, davacının İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi`nin 14/05/2008 gün ve 2007/68-2008/115 sayılı kararı ile 10 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve kararın usulsüz olarak kesinleştirildiği; mahkumiyet hükmünden, yakalama kararı çıkarılması üzerine haberdar olunduğu;
Kararın, infazın durdurulması istemli olarak temyiz edildiği; ancak, mahkemece infazın durdurulmadığı ve davacının 4 ay sonra şartla tahliye edildiği; Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından kararın usulsüz olarak kesinleştirildiğinin tespit edildiği ve zamanaşımı nedeniyle de davanın ortadan kaldırılmasına karar verildiği; usulsüz kesinleştirme işlemine dayalı olarak cezanın infaz edilmesinin hukuka aykırı olduğu ve sorumluluğu gerektirdiği ileri sürülerek; 1.908,72-TL maddi ve 20.000,00-TL manevi tazminata hükmolunması, talep olunmuştur.

CEVAP: Cevap dilekçesinde, istemin CMK`nun 141. ve devamı maddeleri kapsamında bulunduğu ve ağır ceza mahkemesinin görevli olduğu; hak düşümü süresinin geçirildiği; esası yönünden ise, sorumluluk koşullarının oluşmadığı savunulmuştur.

GEREKÇE: Dava, hakimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.

Hakimlerin yargısal faaliyetleri nedeniyle sorumlulukları, olay sırasında yürürlükte bulunan HUMK’nun 573-576 ncı maddelerinde ve dava tarihinde yürürlükte olan HMK’nun 46-49 uncu maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Her iki Yasa`da da gösterilen sorumluluk nedenleri, örnek niteliğinde olmayıp; sınırlı ve sayılı durumları ifade etmektedir.

Somut olayda, sorumluluğa dayanak yapılan olgular; mahkumiyet kararının usulsüz tebliğ işlemine dayalı olarak kesinleştirilmesi; infazın durdurulması isteminin reddedilmesi ve kesinleşmemiş bir kararın uygulanması sonucunda, kişi özgürlüğünün yasaya aykırı olarak kısıtlanmış bulunmasıdır.

Dosya kapsamından; davacının, sanık sıfatıyla yargılandığı İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 14/05/2008 gün ve 2007/68-2008/115 sayılı dosyasında 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği; karara, 17/07/2008 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştiği şerhinin düşüldüğü; hükmün infaza verildiği ve bu aşamada sanık müdafii sıfatı ile Av. Erhan A… tarafından sunulan 23/01/2009 havale tarihli dilekçede; kararın tebliğinin usulsüz olduğunun belirtildiği, infazın durdurulmasının talep ve hükmün de temyiz edildiği; İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27/01/2009 günlü ek kararıyla istemlerin reddedildiği; bu kararın da temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesi`nin 22/09/2011 gün ve 2010/9593-2011/27183 sayılı ilamı ile; müdafiiyle temsil edilen sanığın yokluğunda verilen kararın vekil yerine sanığa tebliğinin usulsüz olduğu belirtilerek, ek kararın kaldırılmasına ve zamanaşımı nedeniyle de kamu davasının düşürülmesine karar verildiği; ancak, süreç içerisinde ve 22/01/2009-22/05/2009 tarihleri arasında davacı hakkındaki hükmün, usulsüz kesinleştirme kararına dayalı olarak infaz edildiği, anlaşılmaktadır.

Ön sorun olarak, davanın 6110 sayılı Yasa’nın 12 nci maddesiyle düzenlenen 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Yasası`nın 93/A maddesinde öngörülen, bir yıllık hak düşümü süresinde açılıp açılmadığı irdelenmelidir.

Dava konusu edilen işlemlerle ilgili ceza yargılaması, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 22/09/2011 günlü kararıyla sonuçlanmış; eldeki dava ise, 24/09/2012 tarihinde açılmıştır. Sürenin, Yargıtay 9. Ceza Dairesi`nin taraflara tebliğ edildiği dosya kapsamından belirlenemeyen 22/09/2011 günlü kararından başlatılması halinde, sorumluluk davasının en geç 22/09/2012 tarihinde açılması gerekir. Bu tarih ise, cumartesi gününü denk gelmekte olup; takip eden ilk iş günü olan 24/09/2012 tarihinde açılan davanın, süresinde olduğu kabul edilmiştir.

Uyuşmazlığın esası bakımından ise; ceza yargılaması sırasında müdafiiyle temsil edilen davacının yokluğunda verilen kararın, vekil yerine asile tebliğ edilmesi; bu şekilde, usulsüz tebligata dayalı olarak hükmün kesinleştirilmesi; durumun, müdafii tarafından verilen 23/01/2009 havale tarihli dilekçeyle bildirilmesine rağmen, 27/01/2009 tarihli ek kararla infazın durdurulması ve temyiz istemlerinin reddedilmesi; 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11 inci maddesi hükmüne aykırıdır. Bu yön, Yargıtay 9. Ceza Dairesi`nin 22/09/2011 tarihli ve 2010/9593-2011/27183 sayılı kararında da tespit olunmuştur.

Diğer yandan, hukuken kesinleşmiş sayılamayacak nitelikteki bir mahkumiyet kararı infaz edilmiş ve davacı özgürlüğünden yoksun bırakılmış olup; zararlı sonuç da meydana gelmiştir.

Dava, olay tarihinde yürürlükte bulunan HUMK’nun 573/2.bendiyle dava tarihinde yürürlüğe giren HMK`nun 46/c bendi hükümlerine dayalı olarak açılmış olup; yasa hükmüne açık aykırılık gerekçesiyle sorumlu bulunulduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu olayda, davacının sanık sıfatıyla cezalandırıldığı eylemle ilgili iddianamenin 13/12/2000 tarihinde düzenlendiği; dava konusu yazının yer aldığı gazetenin künyesindeki yönetim yeri ve yazışma adresinin:(… Cad. No: 232/4 Beyoğlu/İstanbul) iddianamede yazılı bulunduğu; yargılama aşamasında görevsizlik ve birleştirme kararları verildiği; sanık ve müdafiinin uzun süre yargılamalara katılmadığı; sanık müdafii Av. Erhan Aslaner tarafından sunulan 05/12/2005 havale tarihli dilekçeyle dosyanın fotokopisinin talep edildiği ve vekaletname örneğinin sunulduğu; sonrasında, 07/05/2008 günlü oturumda sanığın sorgusunun yapıldığı ve Yurt Mah. 143. Sok. E… Apt. C/Blok No: 5/9-Seyhan/Adana adresinde ikamet ettiğinin tutanaklara geçirildiği; karar örneğinin, iddianamede yazılı adrese 7201 sayılı Tebligat Kanunu`nun 35 inci maddesi uyarınca tebliğ edildiği; infazın durdurulması ve temyiz isteminin reddine ilişkin 27/01/2009 günlü ek kararın da, dava konusu yazının yer aldığı gazetenin yönetim adresine tebliğ edildiği gerekçesiyle reddedildiği; anlaşılmaktadır.

5187 sayılı Basın Kanunu`nun 29 uncu maddesi gereğince: “ Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır. “

Mahkemenin, kararın tebliği işlemiyle infazın durdurulması ve temyiz istemlerinin reddine ilişkin ek kararı, yukarıda yazılı Yasa hükmüne dayandırılmıştır.

Tüm bu açıklamalardan, sanığın vekil temsil edildiğinin mahkemece gözden kaçırıldığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Sorun, bu durumun: “ Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin kanun hükmüne aykırılık “ olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğine ilişkindir.

Öncelikle mahkemenin, 7201 sayılı Yasa`nın 11 inci maddesine ilişkin bir tespiti ve buna bağlı olarak da değerlendirmesi bulunmamaktadır. Aksine, sanığın vekil temsil edildiği olgusu gözden kaçırılmış; bu durum, sanık müdafii tarafından verilen 23/01/2009 havale tarihli dilekçeyle bildirilmiş; ancak, mahkemece yine gözardı edilmiş ve zararlı sonuç ortaya çıkmıştır.

Dosyada mevcut vekaletnamenin gözden kaçırılması, maddi bir olgu olup; insani hata niteliğindedir. Hemen tüm yargılama işlemleri bakımından, eş veya benzer yanılgılara düşülmesi mümkün ve muhtemel olup; bu durum, nispi değer hükmü taşıyan yargısal faaliyetlerin doğasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle olağan yasa yolları düzenlenmiş; yetinilmemiş, olağanüstü yasa yolları öngörülmüş; ötesinde, uluslararası yargı yolu da benimsenmiştir. Şu durumda, hakimin hukuki sorumluluğuna ilişkin koşulların gerçekleştiğinden söz edilemez. Davanın, açıklanan bu nedenlerle reddine karar verilmek gerekmiştir.

Diğer yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 49 uncu maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, para cezasında yeniden değerleme oranında yapılması gereken arttırım miktarıyla dava konusu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;

1-Davanın Reddine,

2-HMK’nun 49 uncu maddesi uyarınca takdiren 600,00-TL disiplin para cezasının davacıdan alınarak Hazine`ye gelir kaydedilmesine,

3-Davanın reddi nedeniyle alınması gereken 24,30.-TL maktu karar ve ilam harcının peşin alınan 325,34.-TL’den düşümüyle kalan 301,04.-TL`nin istek halinde davacıya iadesine,

4-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca reddedilen maddi ve manevi tazminat istemleri itibariyle davalı yararına takdir olunan (3.080,00)-TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

5-Davacı tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına…”

Dair oyçokluğuyla verilen 01.10.2013 gün ve 2012/58-2013/69 sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine kararın süresinde temyiz edildiğinin anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

Davacı vekili 6100 sayılı HMK 46 ncı maddesine dayanarak yargısal faaliyetten dolayı devlet aleyhine tazminat davası açmıştır.

Mahkemece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş,

hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hakimlerin hukuki sorumluluk halleri 1086 s. HUMK m.573 (olay tarihi) ve 6100 s. HMK m. 46`da(dava tarihi) düzenlenmiştir.

HMK m. 46 uyarınca Hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı hukuki sorumluluk halleri şunlardır: i. Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması. ii. Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması. iii. Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması. iv. Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması. v. Duruşma tutanaklarıyla hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması. iv. Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.

Görüldüğü üzere, Kanunda sorumluluk halleri sınırlı(tahdidi) olarak düzenlenmiştir. Eş söyleyişle hakimlerin hukuki sorumluluğu için Kanun`da sayılan hallerden birisinin mevcut olması gerekir.

Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi`n ce 10 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve kararın usulsüz olarak kesinleştirildiğini, zira tebligatın müdafii yerine asile tebliğ edildiğini, bu tebligatın dahi usulsüz olduğunu iddiayla maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

Somut olayda, davacının İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2007/68-2008/115 sayılı kararı ile 10 ay hapis cezasına mahkum edildiği, bu kararın tebliğinde 7201 sayılı Tebligat Kanun’a (7201 s. T.K.) aykırı davranıldığı, zira davacının müdafii bulunduğu halde aynı Kanun`un 11 inci maddesine aykırı olarak mahkumiyetine ilişkin kararın müdafii yerine asile tebliğ edilerek kesinleştirildiği anlaşılmaktadır.

Esasen davacıya yapılan bu tebligatın dahi usulsüz olduğu belirgindir. Zira davacının en son, sorgusunun yapıldığı celsede adresini, “…. Mah. 143. Sok. Emirdoğan Apt. C/Blok No: 5/9- …n/Adana” olarak bildirmiştir. Buna rağmen kendisine karar tebliği bilinen en son adresi yerine, iddianamedeki adres olan sahibi bulunduğu gazetenin künyesindeki “…Cad. no.232/4 Beyoğlu/İstanbul” adresine 7201 s. T.K. m. 35`e göre yapılmıştır. Oysa Tebligat Kanunu 10/1 inci maddesinde; “tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda davacının bilinen en son adresine dahi tebligat yapılmadan karar kesinleştirilmiştir. Şu halde açık kanun hükmüne aykırı bir karar verildiğinin kabulü gerekir.

Eldeki olayda 7201 s. T.K.`nın 11 inci maddesine aykırı olarak karar kesinleştirilmiştir. Bir an için sanığın vekil temsil edildiğinin mahkemece gözden kaçırıldığı düşünülse bile, belirtmek gerekir ki davacı(sanık) hakkındaki mahkumiyet hükmünün kesinleştirilmesi üzerine cezanın infazı için yakalandığında bu durumu müdafii açıkça dile getirerek, kendisinin sanık müdafii olduğunu, dosyada vekaletnamesinin bulunduğunu, tebligatın kendisine yapılması gerektiğini, kaldı ki dosyada sanığın bilinen son adresine de tebligat yapılmadığını hatırlatarak, infazın durdurulmasını istemesine rağmen, bu talebi ve temyiz talebi mahkemece ret edilmiştir. Bu nedenle hakimin sorumluğunun koşullarının oluştuğu tartışmasızdır.

Sanık hakkındaki ceza hükmünün temyizen incelenmesi, temyiz dilekçesinin reddinin temyizi üzerine mümkün olmuş,

Bu durum Yargıtay 9. Ceza Dairesi`nin “müdafii yerine karar tebliğinin sanığa yapılmasının usulsüz olduğunu tespit ve sanık hakkındaki cezanın zamanaşımının gerçekleştiğinden bahisle düşmesine” dair verdiği, 22.09.2011 gün ve 2010/9593-2011/27183 sayılı karar ile de tespit edilmiştir.

Cezanın infazına 22.01.2009 tarihinde başlanmış olup, Yargıtay 9. Ceza Dairesi`nce düşme karar verildiği 22.09.2011 tarihinden çok önce, 22.05.2009 tarihinde ceza infaz edilmiştir. Böylece zarar da meydana gelmiştir.

Açıklanan tüm bu nedenlerle HMK 46/c maddesi uyarınca farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar verilmiş olması karşısında, hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı davalının sorumluluğu koşulları oluştuğundan davacı yararına uygun bir tazminata hükmedilmesi gerektiği sonucuna varıldığından bidayet mahkemesi sıfatıyla karar veren Özel Dairenin yazılı şekilde davanın reddine karar vermesi doğru görülmemiş ve hükmün bozulması gerekmiştir.

Görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, Özel Daire kararının yerinde olduğu, verilen hükmün onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın, yukarıda açıklanan nedenle (BOZULMASINA), aynı Kanun`un 440. maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS