0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Tahkim

Uygulanma alanı

HMK Madde 407

(1) Bu Kısımda yer alan hükümler, 21/6/2001 tarihli ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanununun tanımladığı anlamda yabancılık unsuru içermeyen ve tahkim yerinin Türkiye olarak belirlendiği uyuşmazlıklar hakkında uygulanır.



HMK Madde 407 Gerekçesi

Bu Kısmın amacı, millî tahkime ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Dolayısıyla, Milletlerarası Tahkim Kanununun tanımladığı anlamda yabancılık unsuru taşımayan ve tahkim yerinin Türkiye olarak belirlendiği hâllerde bu Kısım hükümleri uygulanacaktır. Bu madde ile millî tahkim açısından, açıkça toprak ilkesi kabul edilmiştir.


HMK 407 (Tahkim Uygulama Alanı) Yargıtay Kararları


Hukuk Genel Kurulu 2021/855 E. , 2022/129 K.

  • HMK 407
  • Tahkim nedir? Tahkimin şartları nelerdir?

Özel hukuk alanına ilişkin uyuşmazlıkların bağımsız ve tarafsız hakemler eliyle ve yargısal yolla çözümüne “tahkim” denir. Devlet yargısına göre hızlı olması, öngörülebilir olması, yargılama koşullarını (belirli sınırlar içerisinde) tarafların belirliyor olması, hakemlerin uzmanlık alanlarına göre taraflarca seçilmesi, arzu edilmesi hâlinde gizliliğin sağlanabilmesi gibi birçok avantajı nedeniyle tahkim, uluslararası alanda olduğu gibi ülkemizde de uygulama alanını giderek genişleten bir alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemi hâline gelmiştir (Ağırman Doğan: Millî & Milletlerarası Tahkim, Ankara 2022, s. 80).

Tahkime ilişkin hükümler HMK’nın 407-444. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Özel hukuka ilişkin uyuşmazlıkların mahkemeler dışında tahkim yolu ile çözümü, tarafların yapacağı bir tahkim sözleşmesi ile mümkündür. Yani, tahkim sözleşmesi, tahkim yargılamasının temelini oluşturur (Pekcanıtez Hakan/ Özekes Muhammet/ Akkan Mine/ Taş Korkmaz Hülya: Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s. 2594).

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 412. maddesinde:

“(1) Tahkim sözleşmesi, tarafların, sözleşme veya sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden doğmuş veya doğabilecek uyuşmazlıkların tamamı veya bir kısmının çözümünün hakem veya hakem kuruluna bırakılması hususunda yaptıkları anlaşmadır.

(2) Tahkim sözleşmesi, taraflar arasındaki sözleşmenin bir şartı veya ayrı bir sözleşme şeklinde yapılabilir.

(3) Tahkim sözleşmesi yazılı şekilde yapılır. Yazılı şekil şartının yerine getirilmiş sayılması için, tahkim sözleşmesinin taraflarca imzalanmış yazılı bir belgeye veya taraflar arasında teati edilen mektup, telgraf, teleks, faks gibi bir iletişim aracına veya elektronik ortama geçirilmiş olması ya da dava dilekçesinde yazılı bir tahkim sözleşmesinin varlığının iddia edilmesine davalının verdiği cevap dilekçesinde itiraz edilmemiş olması yeterlidir. Asıl sözleşmenin bir parçası hâline getirilmek amacıyla tahkim şartı içeren bir belgeye yollama yapılması hâlinde de tahkim sözleşmesi yapılmış sayılır” şeklinde tahkim sözleşmesinin tanımı yapılmıştır.

Öte yandan Türk Hukuk Lûgatında tahkim ve tahkim sözleşmesi, Kanun’da düzenlenen hâli aynen muhafaza edilerek tanımlanmış olup; tahkim sözleşmesinin taraflar arasındaki sözleşmenin bir şartı ya da ayrı bir sözleşme biçiminde yapılabileceği, yazılı şekilde yapılmasının zorunlu olduğu ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 1048-1049).

Tahkim sözleşmesinde tahkim iradesi açık, kesin ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek derecede ortaya konulmalıdır. Uyuşmazlığın genel yol olan devlet yargılamasının dışına çıkarılarak taraf iradeleri ile tahkimin kapsamına alınması ve hakemde çözüleceğinin kabul edilmesi istisnaî bir durum olduğundan, tahkim sözleşmesinin geçerliliği de açık ve kesin bir tahkim iradesinin varlığını gerektirmektedir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 413. maddesine göre tahkim sözleşmesinin konusunu oluşturan bir uyuşmazlığın çözümü için mahkemede dava açılmışsa, karşı taraf tahkim ilk itirazında bulunabilir. Bu durumda tahkim sözleşmesi hükümsüz, tesirsiz veya uygulanması imkânsız değil ise mahkeme tahkim itirazını kabul eder ve davayı usulden reddeder.

Uyuşmazlığın tahkim yoluyla ve hakemler vasıtasıyla çözümlenmesinin kararlaştırıldığı hâllerde, aleyhine dava açılan davalı tarafın ileri süreceği tahkim itirazı, HMK’nın 116. maddesinde ilk itiraz olarak düzenlenmiştir. Kanun’un 116. maddesinde sınırlı (tahdidi) olarak sayılan ilk itirazlardan biri de tahkim itirazıdır.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 117/1. maddesi gereğince ilk itirazlar arasında sayılan tahkim itirazı cevap dilekçesinde ileri sürülmek zorundadır, aksi hâlde dinlenemez. Cevap dilekçesinde tahkim itirazı ileri sürülmemiş ise, süre dolmamış olsa bile ek dilekçe verilerek tahkim itirazı ileri sürülemez.

Kanun’da ilk itirazların cevap dilekçesinde ileri sürülmesi zorunlu tutulmuş, ancak cevap süresinin uzatılması hâlinde uzatılan bu süre içinde ileri sürülebilmesine herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. HMK’nın 117/2. maddesine göre ilk itiraz olan tahkim itirazı, dava şartlarından sonra incelenir. Tahkim itirazı, ön sorunlar gibi incelenir ve karara bağlanır (HMK m. 117/3).

Cevap dilekçesini verme süresini düzenleyen HMK’nın 127. maddesinde; “Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Anılan hüküm uyarınca cevap dilekçesi verme süresi iki hafta olup, bu süre dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren hesaplanır. İki hafta olan yasal cevap süresi, cevap verebilmek için genellikle uygun bir süredir. Ancak, büyük çaplı davalarda veya davalının cevabını hazırlayabilmesi için başka kişi yahut kuruluşlarla yazışma yapması, görüşmelerde bulunma ihtiyacının varlığı ve hatta delil toplamasının uzun sürecek olması gibi durumlarda, iki haftalık süre, cevap vermek için yetmeyebilir. Kanun (m.127) bu gibi durumlarda, hâkimin davalıya daha uzun yeni bir süre verebileceğini kabul etmektedir. Uygulamada buna “süre uzatımı” denilmektedir.

Süre uzatımı, davalının talebi üzerine olur; hâkim kendiliğinden (re’sen) süre uzatımı veremez. Davalı cevap süresinin uzatılması talebini mutlaka yasal cevap süresi olan iki hafta içinde, talebini haklı gösterecek sebepleri belirterek ve varsa delillerini de ekleyerek mahkemeden talep etmek zorundadır; aksi takdirde ek süre isteyemez. Davalı iki hafta içinde süre uzatım talebinde bulunmazsa, HMK’nın 128. maddesine göre davacının dava dilekçesinde dayandığı vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır. Bu yaptırımın, iki haftalık süre geçtikten sonra yapılacak süre uzatımı talebi ile ortadan kaldırılması mümkün değildir.

Süre uzatımı için davalının uzatma talebinin gerekçelerini, delilleriyle birlikte bildirmesi gerekir. Hâkim talebi dosya üzerinden inceler ve yerinde görürse, davalıya yeni bir süre verir. Hâkimin süre uzatımı verebilmesi için, cevap dilekçesinin iki hafta içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumların varlığını (kapsamlı bir çalışmanın gerektiği, önemli ölçüde hesap, bilanço, defter yahut depo kontrolünün yapılmasının kaçınılmaz olduğu gibi) tespit etmiş olması gerekir.

Hâkimin vereceği ek süre, cevap süresi bitiminden itibaren işlemeye başlamak üzere iki haftaya ilâve olarak en çok bir ay olabilir (m.127,1/cümle 2). Hâkim ek süre verirken hassas davranmalıdır. Bu nedenle verilecek ek süre, davanın daha başlangıcında gereksiz yere uzamasına sebep olacak uzunlukta bir süre olmamalı ve öte yandan davalının savunma hakkı zaman baskısı altında kısıtlanmamalıdır.

Ek süre verilmesi bir defaya mahsus olduğundan (m.127,1/cümle 2), verilen ek süre bir aydan az belirlenmişse tekrar yapılan müracaat üzerine yeni bir ek süre daha verilemez. Başka bir ifadeyle, kalan süre ilâvesiyle sonradan süre bir aya tamamlanamaz.

Cevap süresinin uzatılmış sayılabilmesi için, mahkemenin yapılan talebi olumlu bir şekilde karara bağlamış olması gerekir. Mahkeme talep hakkında olumlu veya olumsuz bir karar vermemişse, süre uzatılmış sayılmaz (Yılmaz Ejder: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 3. Cilt, Ankara 2021, s. 2903).

Cevap dilekçesi verilmesinin sonucu ise HMK’nın 131. maddesinde; “Cevap dilekçesinin verilmesinden sonra, cevap süresi dolmamış olsa bile ilk itirazlar ileri sürülemez” biçiminde düzenlenmiştir. İlk itirazların hepsi birlikte, cevap dilekçesinde ileri sürülmek zorundadır; aksi hâlde dinlenmez. Kanun’un 131. maddesi hükmü ile, cevap dilekçesinin verilmesinden sonra yasaklanan husus, yalnızca ilk itirazların ileri sürülememesidir. Çünkü cevap dilekçesinin verilmesi ile işin esasına girilmiştir ve ilk itirazlar bakımından hak düşürücü bir süre söz konusudur; hatta henüz cevap süresi dolmamış olsa bile cevap dilekçesinden sonra ayrı bir dilekçeyle ilk itirazlar ileri sürülemez.

Tüm bu açıklamalar çerçevesinde uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; somut olayda, taraflar arasında ihtilâf hâlinde hakeme gidileceği konusunda tahkim sözleşmesinin bulunduğu, dava dilekçesinin davalılara 11.04.2018 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine davalılar vekilinin 18.04.2018 tarihli dilekçesi ile cevap süresinin uzatılmasına yönelik bir aylık ek süre verilmesini talep ettiği, mahkemece davalı tarafça istenen süre uzatım talebiyle ilgili olumlu ya da olumsuz herhangi bir kararın verilmediği, davalılar vekilinin 05.05.2018 tarihinde dosyaya sunduğu dilekçesinde tahkim itirazını ileri sürdüğü görülmektedir.

Her ne kadar davalılar vekili cevap süresinin uzatılmasını talep etmiş ise de; mahkemece bu konuda istemin kabulüne yönelik herhangi bir karar verilmediğinden, süre uzatılmış sayılmaz. Nitekim HMK’nın 127. maddesinde cevap süresinin uzatılması talep edildiğinde, mahkemenin mutlaka talebi kabul ederek istenen süreyi vereceği ya da uzatacağı şeklinde bir zorunluluk değil; bir defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verebileceği eş deyişle süreyi uzatabileceği düzenlenerek hâkime süre uzatım isteminin kabulü ya da reddi yönünde takdir yetkisi verilmiştir. Davalılar vekilinin süre uzatım talebinin mahkemece değerlendirilmeyerek cevapsız bırakılması, sürenin uzatılmasına yönelik istem hakkında karar verilmemiş olması, talebin kabul edildiği anlamına gelmez. Süre uzatım talebinin akıbetini takip etmeyen davalıların kendi kusurlarından kaynaklanan sonuca katlanmaları gerekir.

Netice itibariyle; somut olayda, yasal cevap dilekçesi verme süresi içinde veya şayet mahkemece kabul edilmiş olsa idi uzatılmış cevap süresinde ileri sürülen tahkim itirazının varlığından söz edilemeyeceğinden, mahkemece davalılar tarafından Kanun’da öngörülen hak düşürücü süre geçtikten sonra yapılan tahkim ilk itirazı reddedilerek işin esası incelenmek suretiyle hasıl olacak sonuca göre karar verilmelidir.

Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki belge ve delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.


Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2025/629 E. , 2025/1118 K.

  • HMK 407
  • Hakeme başvurma yetkisi her iki tarafa tanınmış olmayıp Proje Müdürü kararlarına karşı yükleniciye tanınmıştır. Bu hüküm taraflar arasındaki tüm uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümlenmesini öngören bir hüküm değildir.

Uyuşmazlık, hakem kararının iptali istemine ilişkindir.

Taraflar arasındaki Sözleşmenin 24.1 maddesinde; yüklenicinin, proje müdürü tarafından alınan bir kararın proje müdürüne sözleşme ile verilen yetkinin dışında olduğuna inanması veya proje müdürü tarafından yanlış bir karar alındığına inanması halinde, proje müdürünün söz konusu kararı öğrenildikten itibaren 14 gün içinde bu karar için hakeme başvurulacağı düzenlenmiştir. Burada hakeme başvurma yetkisi her iki tarafa tanınmış olmayıp Proje Müdürü kararlarına karşı yükleniciye tanınmıştır. Bu hüküm taraflar arasındaki tüm uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümlenmesini öngören bir hüküm değildir.

Nitekim taraflar değişiklik öncesi haliyle 24.3 madde hükmü ile bunu da ortaya koymuşlardır. Zira Sözleşmenin bu maddesinde iki taraftan birinin, hakem tarafından karar verilmesinden itibaren 28 gün içinde, hakem tarafından verilen bu karar için tahkime başvurabileceği, taraflardan herhangi biri yukarıda belirtilen 28 günlük süre içerisinde hakemin kararı ile ilgili anlaşmazlığı tahkime götürmez ise, hakemin söz konusu kararının nihai ve bağlayıcı olacağı düzenlenmiştir. Taraflar aralarındaki uyuşmazlığın tahkim yargılaması ile çözülmesini bu hükümde kararlaştırmışlar ancak hakem kararının taraflardan en az birince kabul edilmeme sonrası bir aşama olarak bunu düzenlemişlerdirler. Burada tahkime başvuru ayrıca düzenlendiğinden hakeme başvuru sonucu verilen hakem kararının tahkim yargılaması niteliğinde olmadığı açıkça anlaşılmaktadır.

Sözleşmenin; “Hakem bu anlaşmazlıkla ilgili bildirimi aldıktan itibaren 28 gün içerisinde yazılı olarak kararını açıklayacaktır” (md.24.2) hükmü de hakem kararının tahkim yargılaması kapsamında bir karar olmadığını göstermektedir. Zira 28 günlük sürenin tahkim yargılaması için gereken aşamalar itibarıyla yeterli bir süre olmadığı da açıktır.

Taraflar daha sonra Sözleşmenin 24.3 madde hükmünde değişikliğe gitmişler ve hakem kararı sonrası aşama olan tahkim iradesinden vazgeçmişlerdir. Bu hüküm ile taraflar; iki taraftan birinin, hakem karar tarihinden itibaren 28 gün içinde verilen karara itiraz için yerel mahkemeye başvuru yapılabileceği, bu süre içerisinde hakemin kararı ile ilgili anlaşmazlık mahkemeye götürülmez ise Hakemin verdiği kararın nihai ve bağlayıcı olacağını kararlaştırmışlardır. Taraflar, sözleşmede yaptıkları değişiklik ile tahkim iradesinden vazgeçmiş olmalarına rağmen öncesinde hakeme başvurulmasına ilişkin hükümde bir değişikliğe gitmemişlerdir. Taraflar sözleşmede uyuşan iradeleriyle, proje müdürünün kararlarını yüklenicinin kabul etmemesi halinde aralarında doğan uyuşmazlığın yargılamaya konu edilmeden önce yüklenicinin yapacağı hakem başvurusu ile teknik olarak bir kişiye inceletttirme gereği gördükleri, bu inceleme sonucu alınan raporu yeterli görüp itiraz etmemek suretiyle kendileri için bağlayıcı hale getirmeyi kabul ettikleri, raporu doğru ve yeterli görmeme halinde de süresi içinde uyuşmazlığın bu kez her iki tarafça mahkemeye götürülebileceğini de kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu haliyle hakem kararının da bir yargılamaya ilişkin olmayıp hakem bilirkişi raporu niteliğinde olduğunun kabulü gerekir.

Hakem bilirkişi raporları HMK’nın 407. ila 444. maddelerde düzenlenen tahkim yargılamasına ilişkin hükümler kapsamında verilmiş hakem kararı niteliğinde olmadığından HMK’nın 439. maddesinde düzenlenen hakem kararının iptali davasına konu olabilecek bir karar değildir. Tarafların sözleşmede kararlaştırdığı hakem kararına itiraz hükmü hakem kararının bağlayıcılığının ortadan kaldırılması için uyuşmazlığın mahkemeye götürülmesiyle ilgilidir. Nitekim bu hakem kararının iptali için mahkemeye başvurulmuş olmasına rağmen ayrıca uyuşmazlığın çözümü için mahkemeye başvurulduğu da dosya kapsamındaki beyanlardan anlaşılmıştır.

Bu şekilde hakem bilirkişi raporu alınması tarafların sözleşme ile kararlaştırdıkları iradelerine uygun ve geçerli işlemler olup hakemin bu başvuruyu reddetmesi gerekirken kabul ederek hakem kararı düzenlemiş olmasının geçersiz olduğu ve kararın bu nedenle iptali gerektiği düşünülemez. Hakem bilirkişi raporu alınması geçerli işlem olup taraflar süresi içinde mahkemeye başvurarak bunun bağlayıcılığını ortadan kaldırmışlar ise de uyuşmazlık bu rapor sonucu mahkemeye götürüldüğünden rapordaki tespitlerin doğru olup olmadığı da uyuşmazlığın görüldüğü mahkemede incelenip değerlendirilmesi gerekeceği için bunun başka bir mahkeme tarafından öncesinde iptal edilip ortadan kaldırılabileceği de düşünülemez.

Bu durumda mahkemece hakem bilirkişi raporu hakkında HMK’nın 439. madde kapsamında hakem kararının iptal davası açılamayacağından hukuki bir temele dayanmayan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirir.


Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2024/1210 E. , 2024/1693 K.

  • HMK 407
  • 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu’nun 2. maddesi gereğince yabancılık unsuru içeren sözleşmelerde ve taraflar arasındaki sözleşmenin XIX. maddesi de dikkate alındığında 6100 sayılı HMK’nın değil, 4686 sayılı Yasa’nın uygulanması gerekir.

Kamu düzenine aykırılık hallerinin re’sen gözetildiği, istinaf nedenleriyle sınırlı ve usulüne uygun olarak istinaf inceleme ve denetiminin yapıldığı; dosya içeriği, kararın dayandığı gerektirici sebepler ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, yine; mahkemece sehven HMK’ya göre tahkim değerlendirilmesi yapılmış ise de, tahkim anlaşmasının taraflarının ayrı devletlerde bulunması nedeniyle 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu’nun 2. maddesi gereğince yabancılık unsuru içerdiğinden ve taraflar arasındaki sözleşmenin XIX. maddesi de dikkate alındığında 4686 sayılı Yasa’nın uygulanmasının gerektiği, bu Kanun’un 5. maddesi gereğince süresinde ve usulüne uygun olarak tahkim itirazında bulunulduğu, uyuşmazlığın tahkime elverişli olduğu, zira TTK’nın 937. maddesi hariç aynı Yasa’nın 936. maddesi gereğince bütün gemilerin taşınır hükümlerine tabi olduğu kaldı ki uyuşmazlığın gemi devrine ilişkin olmayıp, 21.05.2019 tarihli ek sözleşmeden kaynaklandığı, yine bu ek sözleşmenin ilk paragrafında açıkça bu sözleşmenin 23.05.2017 tarihli sözleşmenin eki olduğunun belirtildiği, dolayısıyla uyuşmazlığın 23.05.2017 tarihli sözleşmenin XIX. maddesi uyarınca tahkim sözleşmesi kapsamında olduğu hususunda tereddüt bulunmadığı, Dairemizin yeknesaklık kazanan uygulamalarına göre itirazın iptali davalarının tahkimde çözümlenmesinin mümkün olduğunun anlaşılmasına göre davacı vekilinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiştir.


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/19559 Karar: 2014/870 Tarih: 03.02.2014

  • HMK 407. Madde

  • Tahkim Uygulama Alanı

Davacı vekili, müvekkillerinin desteğinin işleten ve sürücüsü olup davalıya trafik (ZMSS) sigortalı aracın karıştığı trafik kazasında destek S.’ın vefat etmesi nedeniyle, hakem heyetine yaptıkları başvurunun yasa ve hukuk kurallarına aykırı şekilde reddedildiğini, bu karara karşı yaptıkları temyiz talebinin de Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2012/1502-1203 sayılı kararı ile olayda iptal davası açılabileceği gerekçesiyle red edildiğini ileri sürerek, 05.10.2012 tarihli hakem heyeti kararının iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın usul ve esas yönünden reddini savunmuştur.

Mahkemece, 434/2-e ve f bentleri uyarınca, usul hükümlerine aykırı bulunan 05.10.2012 tarihli hakem heyeti kararının iptaline karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davacıların desteğinin işleten ve sürücüsü olup davalıya trafik sigortalı araçla yaptığı trafik kazası sonucu vefatı sebebiyle, davacıların destek tazminatı talebiyle hakem heyetine yaptıkları başvurunun reddi üzerine, hakem heyeti kararının iptali istemine ilişkindir.

5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 29.06.2012 tarih ve 28338 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan değişik 12. fıkrasında, Uyuşmazlığa düşen taraflar arasında açık ve yazılı şekilde yapılması gereken sözleşme ile daha yüksek bir tutar belirlenmemişse hakemin verdiği kırk bin Türk Lirasına kadar olan kararlar her iki taraf için kesindir. Kırk bin Türk Lirasının üzerindeki kararlar için temyize gidilebilir hükmü mevcuttur.

Her ne kadar 6100 sayılı HMK’nun 439. maddesinin 1. bendinde 1. bendinde hakem kararına karşı yalnızca iptal davası açılabileceğine ilişkin düzenleme mevcutsa da sigorta sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkların çözümlenmesine yönelik olarak sigorta tahkim sistemi ile ilgili usul ve esasları düzenleyen özel kanun niteliğindeki 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun uygulama önceliği olduğu gözetildiğinde, bir başka ifade ile; sigortacılıkta tahkime ilişkin Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesinde tahkim usulüne ve yargı yollarına yönelik düzenlemenin, 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 407 ve devamı maddelerinde düzenlenen tahkim usulü ve yargı yollarını gösteren düzenlemesine karşı özel bir düzenleme içermesine, bu anlamda sigorta tahkim komisyonu uyuşmazlık hakem kurulu kararlarına karşı 6100 sayılı düzenlenen iptal davası değil, ancak Sigortacılık Kanunu’nda belirtilen yasa yolu olan temyiz yoluna gidilebileceğinden, mahkemece 115. maddesi uyarınca davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 03.02.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/8176 Karar: 2014/7688 Tarih: 15.05.2014

  • HMK 407. Madde

  • Tahkim Uygulama Alanı

Davacı vekili, sigorta tahkim komisyonuna başvurusunda müvekkili idaresindeki motosiklet ile davalı sigorta şirketine trafik sigortalı aracın karıştığı kazada davacının yaralandığını belirterek fazlaya dair haklarını saklı tutarak 1.000,00.-TL maddi tazminatın başvuru tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile tahsilini talep etmiştir.

Davalı Axa Sigorta A.Ş. vekili, zararın karşılandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Kurulunca, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; davalıya trafik sigortalı araç sürücüsünün % 60 oranında kusurlu olduğu ve davacının % 7 oranında sürekli çalışma gücü kaybı olduğu kabul edilerek, davanın kısmen kabul kısmen reddi ile sürekli çalışma gücüne ilişkin zararın davalı tarafından karşılanmış olması nedeni ile reddine, belgelenemeyen tedavi giderleri için 1.000,00.-TL maddi tazminatın başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsiline karar verilmiş; davacı vekili iptal davası açmış, İptal Davasında mahkemece Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Heyeti kararlarına karşı Sigortacılık Kanunu gereğince temyiz yoluna gidilebileceği gerekçesi ile reddine karar verilmiş, hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.

Sonuç: Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, özellikle 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesindeki tahkim usulüne ve yargı yollarına yönelik düzenlemesi, 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 407 ve devamı maddelerinde düzenlenen tahkim usulü ve yargı yollarını gösteren düzenlemesine karşı daha özel bir düzenleme içermesine, bu anlamda Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Kurulu kararlarına karşı 6100 sayılı düzenlenen iptal davası yoluna değil, ancak Sigortacılık Kanunu’nunda belirtilen yasa yolu olan temyiz yoluna gidilebileceğine göre davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 25,20 TL peşin harcın onama harcına mahsubuna 15.05.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/23808 Karar: 2016/21742 Tarih: 08.12.2016

  • HMK 407. Madde

  • Tahkim Uygulama Alanı

Davacı vekili; davacı ile davalı arasında 23.08.2012 tarihli bir iş sözleşmesi imzalandığını, sözleşmede taraflar arasında uyuşmazlık olması halinde özel hakem yoluna gidilmesinin öngörüldüğünü, ancak sözleşmede hakemin seçilmesi hususunda bir hüküm bulunmadığını belirterek uyuşmazlığı çözmek üzere hakem tayin edilmesi talep edilmiştir.

Davalı vekili; taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinin herhangi bir şekilde iş sözleşmesinin sona erdirilmesi konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlığın çıkması durumunda işveren ve işçi bu uyuşmazlığın çözümünü özel hakeme götürmeleri konusunda anlaşıldığını, ancak hakem seçimine dair bir usul belirtilmediği için HMK’nın 407. Maddesinin uygulanması gerektiğini, davacının hakem seçiminde davalı ile birlikte bir seçim yapması gerektiğini, bu yol denenmeden direkt olarak Mahkemeye başvurmasının yasaya aykırı olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, iş sözleşmesinin 15. maddesinde yer alan hakem anlaşmasının geçersiz olduğu geçersiz sayılan tahkim şartının davalı tarafça iş sözleşmesine konulması sebebiyle iş bu davanın açıldığı davanın niteliği itibariyle davacı işçi aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesinin usul ve yasaya uygun olmayacağından davalı taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı davalılardan … Yemek Ür. San. Tic. Ltd. Şti vekili temyiz etmiştir.

Davacı geçersiz olan sözleşme hükmüne istinaden hakem tayini talebinde bulunmuştur. Söz konusu sözleşme hükmü her iki taraf için de geçersizdir. Davacı geçersiz olan hüküm uyarınca dava açmak zorunda değildir.

Mahkemece dava reddedildiğinden davalı lehine avukatlık ücreti tayini gerekirken yazılı gerekçeyle vekalet ücretine hükmedilmemesi hatalı olup bozma sebebi ise de, bu hatanın düzeltilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün HMK. nun geçici 3/2. maddesi yollaması ile HUMK. nun 438/7. Maddesi uyarınca düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.

SONUÇ : Hüküm fıkrasının 4 numaralı bendinin çıkarılarak yerine;

“4- Karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.800 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalı … Ür. San. Tic. Ltd. Şti’ye verilmesine” bendinin yazılmasına, hükmün bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine, 08.12.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/113 Karar : 2018/119 Tarih : 19.01.2018

  • HMK 407. Madde

  • Tahkim Uygulama Alanı

Dava, hakem tayini talebinden ibarettir. Davacı vekili; müvekkili ile davalı arasında imzalanan sözleşme ile otel yapım işinin davalı tarafından üstlenildiğini, uyuşmazlık çıkması halinde işin tahkim mevzuatına göre çözülmesi gerektiğini, davalı tarafından seçilmesi gereken hakemin seçilmediğini belirterek hakem seçimini talep etmiştir.

Davalı vekili; sözleşmenin 30. maddesi gereğince tahkim hususunun belirsiz hale geldiğini ve sulh yolu ile çözülmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. mahkemece Bölge Adliye Mahkemesi’nin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiş,verilen karar, davalı vekili tarafından yasal süresi içerisinde temyiz edilmiştir.

Mahkemece, hakem kararın iptali talebiyle açılan davada asliye ticaret mahkemesinin değil Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemesi’nin görevli olduğundan bahisle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiştir. Uyuşmazlık hakem seçimi talebiyle açılan davada asliye ticaret mahkemesinin mi, Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemesi’nin mi görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle konu ile ilgili henüz yerleşmiş içtihat bulunmadığından doktrindeki görüşlerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekir.

Prof. Dr. … İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuk adlı eserinde (Legal Yayınları Ağustos-2016) hakem kararlarının iptali davası sonucu verilen kararların istinaf edilemeyeceğini (sayfa 669), doğrudan doğruya temyiz edilebileceğini (sayfa 702) belirttikten sonra hakemlerin seçimi başlığı altında yaptığı incelemede; tek hakem

seçilecek ise ve taraflar hakem seçiminde anlaşamazlarsa hakem, taraflardan birinin talebi üzerine toplu ticaret mahkemesi tarafından seçilir. Üç hakem seçilecek ise taraflardan herbiri bir hakem seçer, bu şekilde seçilen iki hakem üçüncü hakemi belirler. Taraflardan biri diğer tarafın bu yoldaki talebinin kendisine ulaşmasından itibaren 1 ay içerisinde hakemini seçmez ise veya tarafların seçtiği iki hakem seçilmelerinden sonraki bir ay içerisinde üçüncü hakemi belirlemezlerse taraflardan birinin talebi üzerine toplu asliye ticaret mahkemesi tarafından hakem seçimi yapılır (sayfa 939).

Prof. Dr. … Usul-Medeni Usül Hukuku adlı eserinde (Oniki Levha Yayıncılık Mart 2017); “5235 sayılı Kanun’da 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle birlikte Bölge Adliye Mahkemeleri’nin göreve başlamasından sonra da tahkimde Bölge Adliye Mahkemelerinin görevli ilk derece mahkemesi olarak görev yapmasına son verilmiştir (3. cilt sayfa 2626 ).” şeklinde görüşünü ortaya koymuş bulunmaktadır.

Prof. Dr. …, Prof. Dr…., Prof. Dr. … Medeni Usul hukuku adlı eserlerinde (Yetkin Yayınları Ankara 2016); “tahkim sözleşmesine göre, üç hakem seçilecek ise; bu halde, taraflar arasında eşitliğe uyulması gerekir. Bir tarafa, diğerinden daha fazla sayıda hakem tayin etme hakkı tanınamaz. Taraflardan her biri, bir hakem seçer, bu şekilde seçilen iki hakem, üçüncü hakemi belirler. Taraflardan biri diğer tarafın bu yoldaki talebinin kendisine ulaşmasından itibaren 1 ay içerisinde hakemini seçmez ise veya tarafların seçtiği iki hakem seçilmelerinden sonraki bir ay içerisinde üçüncü hakemi belirlemezlerse taraflardan birinin talebi üzerine toplu asliye ticaret mahkemesi tarafından hakem seçimi yapılır (sayfa 769).” demek suretiyle hakem seçiminde ticaret mahkemelerinin görevli olduğunu kabul etmektedirler.

Prof. Dr. …-Arş. Gör. … Tahkim adlı eserlerinde (Adalet Yayınları Ankara 2016) “6545 sayılı Torba Kanun’un 45. maddesi ile HMK madde 410’da “görevli mahkeme Bölge Adliye Mahkemesi’dir” şeklindeki düzenleme zımni olarak mülga olmuştur. HMK madde 410’daki yetkiye ilişkin düzenleme geçerliliğini korumaktadır. Buna göre tahkim yargılamasında, tahkime ilişkin itirazlara, iptal davalarına, hakemlerin seçimi ve reddine yönelik davalara ilişkin tüm yargılama safhaları ve dava açılmadan önce veya açıldıktan sonra talep edilen ihtiyati tedbir de, görevli ve yetkili mahkeme bir başkan ve iki üye ile toplanacak tahkim yeri asliye ticaret mahkemesidir. Tahkim yeri belirlenmemiş ise görevli ve yetkili mahkeme, davalının Türkiye’deki yerleşim yeri, oturduğu yer veya işyeri asliye ticaret mahkemesidir.” şeklinde görüşlerini belirtmişlerdir.

…, Özel Hukukta İstinaf Denetimi ve Yargılaması adlı eserinde (Yetkin Yayınları … 2017) “18.06.2014 tarihinde kabul edilen 6545 sayılı “Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına dair Kanun’un” 45. maddesi ile 26.09.2004 tarihli 5235 sayılı “Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un” 5. maddesinin üçüncü

fıkrası yeniden düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere kabul edilen bu hükümle, gerek HMK gerekse MTK’ya tabi olan tahkim birlikte ele alınarak, her iki Kanun’a göre yapılan tahkim yargılamasında, tahkim şartına ilişkin itirazlara, iptal davalarına, yabancı hakem kararlarının tanıma ve tenfizine yönelik davalardaki tüm yargılamaların, bir başkan ve iki üyeden oluşan heyetçe yürütülmek ve sonuçlandırılmak üzere asliye ticaret mahkemeleri tarafından yerine getirileceği ifade edilmiştir. 18.06.2014 tarihinde kabul edilen 6545 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile de (asliye ticaret mahkemelerinin çalışma usulünün düzenlendiği 5235 sayılı Kanun’un 5. maddesinin üçüncü fıkrası yeniden düzenlenmek suretiyle), asliye ticaret mahkemesinde heyetçe yürütülecek davalar arasında, HMK’ya ve MTK’ya göre yapılan tahkim yargılamasında, tahkim şartına ilişkin itirazlara, iptal davalarına, hakemlerin seçimi ve reddine yönelik davalar ile yabancı hakem kararlarının tanıma ve tenfizine yönelik davalar da sayılmıştır. HMK’nın kabulünden sonra, 5235 sayılı Kanun’da yapılan bu değişiklikle, gerek 6100 sayılı HMK’ya tabi olan milli tahkimde, gerekse 4686 sayılı MTK’ya tabi olan tahkimde verilen hakem kararlarına karşı açılan iptal davalarına (ve Kanun’da belirtilen diğer davalara) asliye ticaret mahkemesinde bakılacağı öngörüldüğüne göre, mevzuat hükümleri arasındaki son tarihli olan söz konusu Kanun’a göre, bu davalarda görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi olduğu kabul edilmelidir (sayfa 281 ve devamı).” şeklinde görüşünü belirtmektedir.

Doktrindeki tüm bu görüşler çerçevesinde somut olayımıza gelince; hakem seçimi davalarında görevli mahkemenin belirlenmesi uyuşmazlığın özünü oluşturmaktadır. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 410. maddesinde “Tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde görevli ve yetkili mahkeme tahkim yeri Bölge Adliye Mahkemesi’dir. Tahkim yeri belirlenmemiş ise görevli ve yetkili mahkeme, davalının Türkiye’deki yerleşim yeri, oturduğu yer veya işyeri Bölge Adliye Mahkemesi’dir.” ifadelerine yer verilmiştir. 6545 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 5. maddesinin ikinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve asliye ticaret mahkemeleri tahkim ile ilgili konularda görevli mahkeme olarak belirlenmiştir. HMK’nın 410. maddesinin lafzı ile bağlı kalıp buna göre yorum yapılarak sonraki değişikliği yok saymak suretiyle hakem seçimi davalarında görevli mahkemenin Bölge Adliye Mahkemeleri olduğu sonucuna uluşmak hukuken mümkün değildir.

Gerek özel Kanun-genel Kanun ilişkisi, gerekse önceki Kanun-sonraki Kanun ilişkisi ve gerekse Kanun koyucunun amacı birlikte değerlendirilip tahkimin niteliği ve amacı ile tahkime ilişkin uyuşmazlıkların süratle sonuçlandırılması gereği nazara alındığında hakem seçimi davalarında görevli mahkeme ilk derece mahkemesi olup, ilk derece mahkemelerinden verilen bu kararlara karşı da temyiz kanun yoluna başvurulması mümkün

görüldüğünden verilen görevsizlik kararı usul ve yasaya uygun bulunmamış, bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerler davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 19.01.2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

  • K A R Ş I O Y -

6100 sayılı HMK 410. maddeye göre; tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde görevli ve yetkili mahkeme tahkim yeri Bölge Adliye Mahkemesi’dir. Tahkim yeri belirlenmemiş ise görevli ve yetkili mahkeme, davalının Türkiye’deki yerleşim yeri, oturduğu yer veya işyeri Bölge Adliye Mahkemesi’dir.

HMK 407. maddeye göre; bu kısımda yer alan hükümler, 21/06/2001 tarihli ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu’nun tanımladığı anlamda yabancılık unsuru içermeyen ve tahkim yerinin Türkiye olarak belirlendiği uyuşmazlıklar hakkında uygulanır.

Bu hükümler gerekçeleriyle birlikte değerlendirildiğinde HMK hükümlerine göre tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde görevli ve yetkili mahkeme tahkim yeri Bölge Adliye Mahkemesi olarak belirlenmiştir. HMK kuralları ve sistematiğinin tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde görevli mahkemeyi Bölge Adliye Mahkemesi olarak belirlediği öğretide de ittifakla kabul edilmektedir. Ancak öğretide bu düzenlemenin HMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra 2014 yılında 5235 sayılı Kanun’un 5. maddesinde yapılan değişiklikle ortadan kalktığı ve ticaret mahkemesinin görevli hale geldiği savunulmaktadır.

4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu 3. maddeye göre ise, bu Kanun’da mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde, davalının yerleşim yeri veya olağan oturma yeri ya da işyerinin bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesi; davalının Türkiye’de yerleşim yeri, olağan oturma yeri veya işyeri yoksa … Asliye Hukuk Mahkemesi görevli ve yetkilidir.

Bu durumda 5235 sayılı Kanun 5. madde değişikliğinden önceki düzenlemelere göre mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde, görevli mahkeme konusunu ikiye ayırmak gerekir. Yabancılık unsuru taşıyan tahkimde yani 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu’na göre açılan davalarda ticari dava ise asliye ticaret mahkemesi, ticari dava değil ise asliye hukuk mahkemesi görevlidir. HMK 407. madde nedeniyle HMK hükümleri uygulanamayacağı ve 4686 sayılı Kanun’da da HMK’ya uygun değişiklik yapılmadığından Bölge Adliye Mahkemeleri görevli hale gelmemiştir.

4686 sayılı Kanun kapsamında olmayan tahkimde ise HMK hükümleri uygulanacağından görevli mahkeme Bölge Adliye Mahkemesi’dir.

5235 sayılı Kanun 5. maddesinde yapılan değişiklik ile HMK hükümlerinin zımni olarak değiştirildiği ve Bölge Adliye Mahkemesi’nin görevli olmaktan çıktığı ve asliye ticaret mahkemesinin tümüyle görevli hale geldiği görüşü mevcut ve öğretide de bu savunulmakta ise de bu değişiklik görev kuralı değişikliği değildir. Çünkü bu madde ticaret mahkemesinin görevlerini belirleyen bir madde olmayıp o tarihte ticaret mahkemesinin bakmakla görevli olduğu davalardan hangilerinin heyet halinde görüleceğini düzenleyen bir maddedir. Değişiklik gerekçesinde de bu husus açıklanmış ve bununla maddenin ikinci fıkrasında yer alan ve asliye ticaret mahkemelerinin tek hakimli olduğunu düzenleyen hükmün değiştirilmekte olduğu ve buna göre asliye ticaret mahkemelerinin bazı davalar bakımından heyet mahkemeleri haline getirilmekte olduğu belirtilmiştir.

Tahkimin niteliği, gerektirdiği sürat ve uzmanlık göz önünde bulundurularak Bölge Adliye Mahkemesi’nin görevli mahkeme olarak belirlendiği 410. madde gerekçesinde de açıklanmıştır. Yasa koyucu Bölge Adliye Mahkemesi’ni tahkimin gerektirdiği uzmanlığı da gözeterek görevli mahkeme olarak belirlediğini açıkça ortaya koymuştur. Bu açık tercihe rağmen yasa koyucu 410. maddeyi değiştirmek isteseydi değişiklik gerekçesinde; özellikle ticari dava niteliğini taşımayan tahkimle ilgili davaların dahi ticaret mahkemesinde görülmesini de kapsar şekilde görev kurallarının değiştirilmek istendiğini de açıkça belirtirdi. Oysa ki yasa koyucu mevcut görev kuralları çerçevesinde bu değişikliğin bir görev değişikliği olmadığını ortaya koyar biçimde; ticaret mahkemesinin heyet mahkemesi haline getirilmek istendiğini değişiklik gerekçesinde açıkça belirtmiş ve ticaret mahkemesinin görevine ilişkin kurallarda hiçbir değişiklik yapma yoluna gitmemiş ve bu şekilde bir değişikliğin amaçlandığını da gerekçede belirtememiştir. O halde bu değişikliğin görev kuralı değişikliği olmadığı o tarihte ticaret mahkemesinin bakmakla görevli olduğu

davalardan hangilerinin heyet halinde görüleceğini düzenleyen bir değişiklik olduğunun kabulü gerekir.

Yeni yasanın önceki yasayı zımni olarak değiştirdiğinden söz edebilmek için sonraki yasanın da aynı konuyu temel olarak düzenlemesi gerekir. Sonraki yasanın görev kurallarına ilişkin bir düzenleme niteliğinde olmaması ve ticaret mahkemesinin görevine ilişkin asıl kurallar tümüyle yerinde durmakta iken yapılan heyet mahkemesi değişikliği ile görev kurallarının zımni olarak değiştirildiği de kabul edilemez.

HMK geçici 3/3. madde nedeniyle o tarihte açılan bu davaların asliye ticaret mahkemesinde bakılması mümkün olduğundan değişiklik yapılan 5. maddede bu davaların heyet halinde görülecek davalar arasında sayılmış olması da anlamsız bir düzenleme olmadığından bu sonuca varılmalıdır.

Tüm bu nedenlerle 4686 sayılı Kanun kapsamında kalmayan ve HMK’ya göre açılan hakem kararının iptali davaları ve diğer tahkim yargılamasında mahkemece yapılacak işlere ilişkin açılan davalarda görevli mahkemenin Bölge Adliye Mahkemesi olduğu, değiştirilen 5. maddede bu davaların sayılmış olmasının, Bölge Adliye Mahkemeleri’nin faaliyete geçtiği tarihe kadar uygulanacak bir hüküm olarak değerlendirilmesi gerektiği, 20.07.2016 tarihinden sonra görevli mahkemenin 410. maddeye göre belirleneceği ve açılan davaya bakmaya Bölge Adliye Mahkemesi görevli olduğu için verilen mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumdan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS