İhtiyati Tedbir Kararının Uygulanması
HMK Madde 393
(1) İhtiyati tedbir kararının uygulanması, bu kararın, tedbir isteyen tarafa tefhim veya tebliğinden itibaren bir hafta içinde talep edilmek zorundadır. Aksi hâlde, kanuni süre içinde dava açılmış olsa dahi, tedbir kararı kendiliğinden kalkar.
(2) Tedbir kararının uygulanması, kararı veren mahkemenin yargı çevresinde bulunan veya tedbir konusu mal ya da hakkın bulunduğu yer icra dairesinden talep edilir. Mahkeme, kararında belirtmek suretiyle, tedbirin uygulanmasında, yazı işleri müdürünü de görevlendirebilir.
(3) İhtiyati tedbir kararının uygulanması için, gerekirse zor kullanılabilir. Zor kullanmak hususunda, bütün kolluk kuvvetleri ve köylerde muhtarlar, uygulamayı gerçekleştirecek memurun yazılı başvurusu üzerine, kendisine yardım etmek ve emirlerine uymakla yükümlüdürler.
(4) İhtiyati tedbiri uygulayan memur, bir tutanak düzenler. Bu tutanakta, tedbir konusu ve bulunduğu yer gösterilir; tedbir konusu ile ilgili her türlü iddia bu tutanağa geçirilir. Tedbiri uygulayan memur, bu tutanağın bir örneğini tedbir sırasında hazır bulunmayan taraflara ve duruma göre üçüncü kişiye tebliğ eder.
(5) İhtiyati tedbir kararları hakkında kanun yoluna başvurulması hâlinde, tedbire ilişkin dosya ve delillerin sadece örnekleri ilgili mahkemeye gönderilir.
HMK Madde 393 Gerekçesi
Bu maddede ihtiyatî tedbirin nasıl ve hangi sürede yerine getirileceği düzenlenmiş bulunmaktadır. Maddede tedbirin uygulanması ile ilgili tüm hususlar belirtilmeye çalışılmıştır.
İhtiyatî tedbirin uygulanması bakımından 1086 sayılı Kanunda açık bir süre öngörülmemiştir. Oysa, ihtiyatî hacizde uygulama için bir süre kabul edilmiştir. Geçici hukukî koruma niteliğindeki ihtiyatî tedbirin çok uzun süre uygulanmadan ayakta kalması, kötüye kullanıma açık bir durum ortaya çıkarmakta ve bu hâl tedbir alma amacına da aykırı düşmektedir. Bu sebeple, maddenin birinci fıkrasında, tedbirin belirli bir süre içinde uygulanması, aksi hâlde tedbir kararının kendiliğinden kalkması kabul edilmiştir. Tedbirin gereğinin bir an önce yerine getirilmesini sağlamak için, tedbir kararını alan, asıl davasını açmış ancak süresinde uygulamamışsa bu durumda da tedbirin kalkması öngörülmüştür. Tedbirin ayakta kalması için, süresinde uygulanmasının talep edilmesi yeterli sayılmıştır. Zira, taraf üzerine düşeni yaptıktan sonra, ilgili merciin geç uygulamış olması durumunda taraf aleyhine bir sonuç doğmamalıdır.
İkinci fıkrada, tedbirin nerede ve hangi organ tarafından yerine getirileceği düzenlenmiştir. Tedbirin uygulanması, mahkeme kararında belirtilmişse, yazı işleri müdürü tarafından da sağlanabilir.
Bunun dışında tedbir kararının uygulanması, icra dairesinden istenecektir. Yetkili icra dairesi de, hukuken ve fiilen en kolay olacak şekilde düzenlenmiştir. Buna göre tedbirin uygulanması talep edilecek icra dairesi, kararı veren mahkemenin yargı çevresinde bulunan veya tedbir konusu mal ya da hakkın bulunduğu yer icra dairesidir.
Üçüncü fıkrada, tedbiri uygulayacak organın bunu nasıl yerine getireceği belirtilmiştir. Tedbirin uygulanmasında, gerekiyorsa zor kullanılabilir ve zor kullanmak hususunda, bütün kolluk kuvvetleri ve köylerde muhtarlar, uygulamayı gerçekleştirecek memurun yazılı başvurusu üzerine, kendisine yardım etmek ve emirlerine uymakla yükümlüdürler. Bu hüküm, İcra ve İflâs Kanunundaki düzenlemeyle paralellik arz etmektedir.
Dördüncü fıkrada ihtiyatî tedbirin uygulanmasının sağlıklı yürütülmesi için ihtiyatî tedbiri uygulayan memurun, bir tutanak düzenleyeceği açıkça belirtilmiştir. Bu tutanağa, tedbir konusu ve bulunduğu yer, ayrıca tedbir konusu ile ilgili her türlü iddianın geçirilmesi gerekir. Tedbiri uygulayan memurun, tutanağın bir örneğini orada hazır bulunan taraflara ve ilgili üçüncü kişiye vermesi, hazır bulunmuyorlarsa, tebliğ etmesi gerekir.
Beşinci fıkrada, tedbir kararı hakkında kanun yoluna başvurulması durumunda, ihtiyatî tedbirin uygulanmasını mümkün kılmak için, tedbire ilişkin dosya ve delillerin sadece örneklerinin kanun yolu için başvurulan mahkemeye gönderileceği düzenlenmiştir. Zira, kanun yoluna başvurulması, tedbirin uygulanmasını durdurmamaktadır.
HMK 393 (İhtiyati Tedbir Kararının Uygulanması) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/18929 Karar : 2016/4784 Tarih : 17.03.2016
-
HMK 393. Madde
-
İhtiyati Tedbir Kararının Uygulanması
…. İş Mahkemesi’nin 21.01.2014 tarihli tedbir kararının icrası için, İcra Dairesine başvurulmuş, davacı Sendika vekili halen temyiz aşamasında olan tedbir kararının icra emri ile uygulanması yasaya aykırı olduğundan takibin ve birleşen davada ise bu tedbir kararının davalı tarafından HMK 393/1 md göre 1 haftalık sürede icraya konulmadığından takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
İİK’nun 4. maddesi gereğince, icra mahkemeleri, icra ve iflas dairelerinin, icra ve iflas kanunu gereğince yaptığı muamelelere karşı yapılan itiraz ve şikayetleri inceler.
Takibe konu karar, ihtiyati tedbir kararı olup, bu kararın infazı ile ilgili istek İİK’nun 25/a maddesine göre infaz edilemez. Bu tür kararlarda tedbirin infazı için icra müdürlüğü veya yazı işleri müdürü veya bir başka adliye görevlisi infaz memuru olarak tayin edilir. 6100 sayılı HMK’nun 394. madde (HUMK m. 101) ve bunu izleyen maddeler uyarınca mahkemece verilen ihtiyati tedbir kararlarının esasına ve infazına yönelik şikayetler de tedbir kararını veren mahkemece incelenir.
Bu durumda, Mahkemece, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeye göre İcra Dairesinin infaz memuru sıfatıyla yaptığı işleme karşı itirazı inceleme yetkisinin kararı veren …. İş Mahkemesi’ne ait olduğu, tedbir kararının icra müdürünce uygulanmış olmasının sonuca etkili olmadığı nazara alınarak görevli mahkemenin İcra Mahkemesi olmadığından itirazın bu nedenle reddi gerekirken, yazılı gerekçeyle istemin reddi doğru değil ise de sonuçta itiraz reddedildiğinden sonucu doğru İcra Mahkemesi kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Şikayetçi vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile sonucu doğru mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle ONANMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 25.20 TL peşin harcın red harcına mahsubu ile kalan 4,00 TL’nin temyiz edenlerden ayrı ayrı alınmasına, 17.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/2847 Karar : 2015/13183 Tarih : 24.12.2015
-
HMK 393. Madde
-
İhtiyati Tedbir Kararının Uygulanması
İhtiyati tedbir talebinde bulunan … vekili tarafından verilen 20.06.2013 tarihli dilekçe ile; müvekkilinin, Yeni Güney Eczanesinin sahibi ve mesul müdürü olduğu ve … Ankara Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü ile aralarında akdolunan sözleşme uyarınca Sosyal Güvenlik Kurumuna tâbi hastalara hizmet verdiği, davalı Kurumun 06.06.2013 tarih ve 98206689/SÖZLEŞME-18063216/2134703 sayılı yazılarıyla, müvekkili hakkında 1 yıl süreli fesih işlemi uygulandığı, bu işlemin haksız ve hukuka aykırı olduğu belirtilerek, açacakları dava öncesinde müvekkilinin ticarî olarak ciddî kayıplara uğramaması için, davalı Kurum tarafından uygulanan haksız fesih işleminin yürütümünün durdurulması noktasında HMK’nın 391. maddesi uyarınca ihtiyati tedbir kararı verilmesi talep edilmiştir.
Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesince, karşı taraf (SGK) dinlenmeksizin dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 24.06.2013 gün ve 2013/29 D. İş E., 2013/31 K. sayılı kararıyla, ihtiyati tedbir talebinin kabulü ile, 15.000,00.-TL nakdi teminat yatırıldığında SGK Başkanlığı tarafından, tedbir talebinde bulunana ait Yeni Güney Eczanesi ile yapılmış olan sözleşmenin 1 yıl süre ile feshine ilişkin işlemin uygulamasının ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmasına, HMK’nın 393/1. maddesi gereğince bir hafta içinde esas hakkında dava açılmaması hâlinde tedbir kararının kendiliğinden kalkmış sayılacağına, kararın birer örneğinin taraflara tebliğine, hükmedilmiştir.
Daha önce ihtiyati tedbir talebinde bulunan … vekili tarafından, 25.06.2013 tarihinde SGK Başkanlığına husumet yöneltilerek, gerekli haçları da yatırılmak suretiyle esas hakkında dava açılmış olup, bu dava ile, ihtiyati tedbirin devamına ve davalı kurum tarafından müvekkili hakkında tesis edilen 1 yıl süreli fesih işleminin haksız ve hukuka aykırı olduğundan bahisle, mezkur fesih işleminin haksızlığının tespiti ile önlenmesine karar verilmesi talep edilmiş ve aynı gün havale tarihli dilekçe ile de, ihtiyati tedbir kararını veren Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesine, esas hakkında dava açıldığı bildirilmiştir. Esas hakkındaki dava dosyası tevzien Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/312 Esasına kaydedilmiş ve bu mahkemece davayla ilgili olarak 28.06.2013 tarihli “Tensip Tutanağı”, 05.09.2013 tarihli “Ön İnceleme Tensip Tutanağı” tanzim edilmiş ve ön inleme duruşmasının 05.11.2013 tarihinde yapılması kararlaştırılmıştır.
Davalı SGK Başkanlığı vekili, Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği 03.07.2013 havale tarihli dilekçesiyle; bu mahkemece verilen ihtiyati tedbir kararına itiraz edilmiş ve tedbir kararının kaldırılması istenmiştir.
Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesince, 2013/29 D. İş E. sayılı ihtiyati tedbir dosyası üzerinden 21.08.2013 günü yapılan duruşma sonunda, ihtiyati tedbir kararından sonra, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/312 Esasına kayıtlı esas davanın açıldığı, itirazı değerlendirmek görevinin asıl davanın görüldüğü mahkeme olan Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu belirtilerek, dosyanın, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/312 E. sayılı dava dosyasına gönderilmesine, davalının itirazı hakkında Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince karar verilmesinin istenmesine, itirazı kabil olmak üzere (ara karar niteliğinde) taraf vekillerinin huzuruyla bir karar verilmiş; ayrıca ve gerekçeli bir hüküm oluşturulmamış; duruşma tutanağına yazılan bu karar taraf vekillerine de tebliğ edilmemiş ve dosya Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir.
Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince, 05.11.2013 tarihinde taraf vekillerinin huzuruyla icra edilen Ön İnceleme Duruşması sonunda; “GD” denildikten sonra (1) numarada “Ön inceleme tamamlandığından tahkikata geçilmesine” şeklindeki ara kararıyla başlayıp (8) numarada biten değişik ara kararları verilmiş olup, bunlardan (3) ve (4) numaralı ara kararlarıyla da “3- HUMK ya göre tedbire itiraz yapıldığında ve dava açıldığında karar veren mahkeme davanın açıldığı mahkeme olmasına karşın, HMK da bu düzenlemeden ayrılarak tedbire itirazın karar veren mahkemece değerlendirilmesine, mahkememizin bu konuda görevli olmadığına, 4-Görevli mahkemenin belirlenmesi için tedbir dosyasının itiraz ve cevaplarla ve ara kararı ile birlikte yazılacak gerekçeli karar ile suretinin merci tayini için 17. Hukuk Dairesine gönderilmesine” karar verilmiş; ayrıca ve gerekçeli bir hüküm oluşturulmamış; duruşma tutanağına yazılan bu ara kararla birlikte dosya önce Yargıtay 17. Hukuk Dairesine gönderilmiş, bu Dairece, dosya, eksikliklerin giderilmesi için iade edilmiş, bilâhare dosya Dairemize gönderilmiştir.
İki mahkemenin de görevsizlik kararı vermesi ve bu kararların kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiş bulunması, 6100 sayılı HMK m. 21’de, davaya bakacak mahkemenin tayini için yargı yeri belirlenmesi yoluna başvurulacak hâller arasında sayılmaktadır.
6100 sayılı HMK m. 22/2 uyarınca da, “İki mahkemenin aynı dava hakkında göreve veya yetkiye ilişkin olarak verdikleri kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleştiği takdirde, görevli veya yetkili mahkeme, ilgisine göre bölge adliye mahkemesince veya Yargıtayca belirlenir.”
Davanın açılmasından hükmün icrasına kadarki aşamalarda değişik nitelikteki usul işlemleri yargılamaya yön vermektedir.
Mahkeme, yargılamayı yürütüp sonuçlandırmak için, davanın açılmasından sonuçlanmasına kadar çeşitli kararlar verir. Mahkemenin verdiği kararlar, ara ve nihaî kararlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hâkimin, bir davada dosyadan elini çekinceye kadar yargılamanın yürütülmesi için vermiş olduğu kararlar ara kararlardır. Ara kararlarıyla, davayı ilerletmek ve nihaî kararın verilmesine hazır hale getirmek amaçlanmaktadır. Ara kararları, hakimin dosyadan el çektirmesini gerektirmediği için mahkeme, taraflardan biri lehine usuli kazanılmış hak doğuranlar dışındaki ara kararlarını kendiliğinden ya da itiraz üzerine kaldırabilir. Ayrıca ara kararlar tek başına temyiz edilemez; ancak nihaî kararla birlikte temyiz edilebilir.
Hakimin davadan elini çektiği ve yargılamayı sona erdiren kararlar, nihaî kararlardır. Ara kararların aksine hakim vermiş olduğu nihaî kararı kendiliğinden değiştiremez. nihaî kararın değişmesi ve hakimin daha önce karar verdiği davaya tekrar bakması ancak taraflardan birisinin kararı temyiz etmeleri üzerine, Yargıtay tarafından kararın bozulması halinde mümkündür. nihaî karar, esası halleden, davaya son veren ve yargılamayı sonuçlandıran kararlar şeklinde ortaya çıkabilir. Gerçekten nihaî kararlar, esasa ilişkin (hüküm), usule ilişkin ve davanın konusuz kalması halinde verilen nihaî kararlar olarak üçe ayrılmaktadır.
Esasa ilişkin nihaî kararlar (hüküm), taraflar arasındaki anlaşmazlığı esastan çözen, davayı kesin şekilde sonuçlandırarak, hakimin o işten el çekmesini gerektiren kararlardır. Hakim, davada ileri sürülen talepleri maddi hukuk açısından değerlendirerek, davanın esas bakımından kabulüne, reddine veya kısmen kabul - kısmen reddine ilişkin hüküm verir.
Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür (HMK m.294/1).Tabir-i diğerle, hükümler, davayı esastan çözümleyen, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sona erdiren nihaî kararlardır. Hüküm ile taraflar arasındaki uyuşmazlık esastan sona erer ve hüküm kesinleşince, artık o dava konusu hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz. Hükümler de, dava çeşitlerine paralel olarak eda hükümleri, tespit hükümleri ve inşaî (yenilik doğuran) hükümler şeklinde üçlü bir ayırıma tâbi tutulmaktadır.
Bazı durumlarda, yargılama sürerken herhangi bir nedenle dava konusu ortadan kalkabilir. Davanın konusuz kalması halinde talep sonucu (davanın esası) hakkında yargılama yapılmasına ve hüküm verilmesine gerek kalmaz. Mahkeme bu durumda, “esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına” karar verir. Bu tür kararlar da nihaî kararlardır.
Usûle ilişkin nihaî kararlar, davanın esası ile ilgisi olmayan, maddi hukuk açısından incelemeye geçilmeden, usul hukukuna dayanarak davanın sonuçlandırıldığı kararlardır. Usûle ilişkin nihaî kararlarda davanın esası (davacı tarafın talep sonucu) hakkında bir karar verilmez. Hâkim, maddi hukuk bakımından değil, sadece usule ilişkin sorunlar hakkında, usûl hukukuna dayanarak bir karar verir. Bu nihaî kararlar, esasa girmeyi önleyen usulî ön meseleleri çözümler ve dava şartlarının eksikliği veya ilk itirazların varlığı halinde verilirler. Ancak, bu kararlarda davacının talep sonucu hakkında bir karar verilmediği için taraflar arasındaki uyuşmazlık son bulmaz.
Ayrıca, usûle ilişkin nihaî kararlar, olağan kanun yollarından geçerek (veya süresi içinde kanun yollarına başvurmadan) şekli anlamda da kesinleşmiş ise tarafları, dava sebebi ve dava konusu ilk dava ile aynı olan ikinci bir davanın açılması halinde, ilk davada hangi usuli sorun hakkında karar verilmişse o konuda maddi anlamda kesin hüküm teşkil ederler. Bununla birlikte söz konusu usuli eksiklik tamamlanır ise, bu konuda tekrar dava açılabilir ve önceden kesinleşmiş olan (usule ilişkin) karar da buna engel teşkil etmez.
Görevsizlik, yetkisizlik ve davanın açılmamış sayılması kararları ile dava şartlarından birinin bulunmaması nedeniyle davanın usulden reddi kararı ve davacının (davalının rızası ile) davayı geri alması nedeniyle davanın son bulduğunu belirten kararlar, yargılamayı sona erdiren ve fakat taraflar arasındaki uyuşmazlığı esastan hâlletmeyen birer usûle ilişkin nihaî karardır. Bu kararlar, yazılması, kapsamı ve kanun yolları bakımından, hükümler gibi işlem görürler (HMK m. 294/6).
6100 sayılı HMK’da, davanın açıldığı mahkemenin, o dava bakımından görevli olması, bir dava şartı olarak öngörülmüştür (HMK m.114/1-c). Buna göre, davanın açıldığı (özel veya genel) hukuk mahkemesinin, o davaya bakmaya görevli olması gerekir. Çünkü bir dava ancak görevli mahkemede incelenebilir. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (HMK m.115/1). Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse (kural olarak) davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder (HMK m. 115/2). Bu düzenlemelere göre, mahkeme, görevli olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da (mahkemenin görevli olmadığı yönündeki) dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Fakat, mahkeme, gerek re’sen yapacağı inceleme sonucunda gerek tarafların (mahkemenin görevli olmadığı yönündeki) dava şartı noksanlığını ileri sürmesi üzerine, görevsiz olduğu kanaatine varırsa, görevsizlik kararı verecektir (m.20; m.331/2).
Görevsizlik kararları, usûle ilişkin nihaî kararlardan olup, bununla, davanın esası (davacı tarafın talep sonucu) hakkında bir karar verilmemekte; dava, maddi hukuk açısından incelemeye geçilmeden, usul hukuku mevzuat hükümlerine istinaden sonuçlandırılmaktadır.
Yukarıda değinilen mevzuat hükümleri ve açıklamalara göre mezkur iki asliye hukuk mahkemesi arasındaki ihtilâf değerlendirildiğinde; her iki mahkemenin de usûle ilişkin nihaî karar şeklinde görevsizlik kararı vermedikleri, Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesince, 2013/29 D. İş E. sayılı ihtiyati tedbir dosyası üzerinden taraf vekillerinin huzuruyla yapılan duruşma sonunda, itirazı değerlendirmek görevinin asıl davanın görüldüğü mahkeme olan Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu belirtilerek, dosyanın, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/312 E. sayılı dava dosyasına gönderilmesine, davalının itirazı hakkında Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince karar verilmesinin istenmesine, itirazı kabil olmak üzere (ara karar niteliğinde) bir karar verilmiş olup, ayrıca ve gerekçeli bir hüküm oluşturulmadığı; keza, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince de, 05.11.2013 tarihinde taraf vekillerinin huzuruyla icra edilen Ön İnceleme Duruşması sonunda; “GD” denildikten sonra (3) ve (4) numaralı ara kararlarıyla da, tedbire itirazın, tedbir kararını veren mahkemece değerlendirilmesi gerektiğinden bahisle mahkemenin bu konuda görevli olmadığına, görevli mahkemenin belirlenmesi için tedbir dosyasının itiraz ve cevaplarla ve ara kararı ile birlikte yazılacak gerekçeli karar ile suretinin merci tayini için gönderilmesine karar verildiği; ayrıca ve gerekçeli bir hüküm oluşturulmadığı, duruşma tutanağına yazılan bu ara kararla birlikte dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, burada, usûle ilişkin nihaî kararlardan olan ve yazılması, kapsamı ve kanun yolları bakımından, hükümler gibi işlem görecek olan (HMK m. 294/6) ve HMK m. 21 ve 22’de yargı yeri belirlenmesi bakımından mevcudiyeti şart koşulan nitelikte bir “görevsizlik kararı” bulunmadığından, merci tayini (yargı yeri belirlenmesi) için öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.
Öte yandan, bir yerde aynı mahkemeden birden fazla bulunuyorsa, bunlar arasındaki ilişki genel anlamda iş dağılımı ilişkisidir. Tâbir-i diğerle, bir yerde bulunan aynı ad ve nitelikteki asliye hukuk veya sulh hukuk mahkemelerinin (birbirleri, yani asliye hukuk mahkemeleri ile sulh hukuk mahkemeleri arasındaki değil), kendi aralarındaki ilişki, iş dağılımı ilişkisidir.
Dar ve teknik anlamdaki işbölümü ise, aynı yerde asliye hukuk mahkemesi yanında asliye ticaret mahkemesi bulunması durumunda ortaya çıkmaktaydı. Gerçekten, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi (ve diğer hukuk mahkemeleri) arasındaki ilişki, hem 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununda (m.5) hem de 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun kanunlaşan ilk hâlinde (m.5/3-4), iş bölümü ilişkisi olarak kabul edilmişti. Ancak, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 5. maddesinde, 26/6/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki, iş bölümü ilişkisi olmaktan çıkarılmış ve görev ilişkisi olarak değiştirilmiş ve böylece buna ilişkin itiraz da ilk itiraz olmaktan çıkarılıp, davanın her aşamasında ileri sürülebilecek ve hakim tarafından re’sen gözetilebilecek bir dava şartı haline getirilmiştir.
Konuyla ilgili olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.04.2011 tarihli ve 2011/11-61 E., 2011/188 K. sayılı ilâmında şu açıklamalara yer verilmiştir: “Ayrı bir (veya daha fazla) ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasında görev değil, işbölümü ilişkisi olduğu belirtilmişti (Esasen, bir yerdeki birden fazla asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki de bir iş bölümü ilişkisidir; ancak buradaki işbölümü ilişkisi, gerçekte bir iç ilişki niteliğindedir. Aynı şekilde, bir yerdeki birden fazla ticaret mahkemelerinin ve birden fazla sulh hukuk mahkemelerinin kendi aralarındaki ilişki de, gerçekte iç ilişki niteliği taşıyan bir işbölümü ilişkisidir). Ancak, bir yerdeki birden çok aynı tür mahkeme; örneğin birden çok asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü ilişkisi (iç ilişki) ile, o yerdeki asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasındaki işbölümü ilişkisi arasında şu iki önemli fark vardır: İlkin, ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü, yukarıda belirtildiği üzere kaynağını kanundan almaktadır. Şöyle ki: Türk Ticaret Kanununun 4. maddesinde ticari davalar sayılmış; 5. maddenin birinci fıkrasında aksine hüküm bulunmadıkça, müddeabbihe göre ticari davaların sulh veya asliye hukuk mahkemelerince de görüleceği açıklanmış; ikinci fıkrada, ayrı ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk mahkemesinin görevinde olan ve 4. madde uyarınca ticari sayılan davalara ticaret mahkemesince bakılacağı belirtilmiş; üçüncü fıkrada ise, kural olarak (münhasıran iki tarafın arzusuna tabi olmayan işlerle ilgili olanlar hariç olmak üzere) iş alanı (işbölümü) itirazının taraflarca ancak ilk itiraz olarak ileri sürülebileceği öngörülmüştür. Kanunun düzenlediği bu işbölümüne göre, bir yerdeki ticaret mahkemesi kanunda belirtilmiş olan ticari davalara; asliye hukuk mahkemesi ise bunun dışındaki hukuk davalarına (dar anlamda) bakacaktır. İkinci fark şudur: Birden fazla asliye hukuk mahkemesi bulunan bir yerdeki asliye hukuk mahkemelerinden birinde görülmekte olan bir davada, tarafların, o davanın, aynı yerdeki başka bir asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği yönünde işbölümü itirazında bulunması mümkün olmadığı halde; o yerdeki asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri yönünden böylesi bir işbölümü itirazının -örneğin, asliye hukuk mahkemesinde açılmış bir davayla ilgili olarak, oradaki ticaret mahkemesinin görevli bulunduğunun veya bunun tersinin- ileri sürülmesi mümkündür.”
Keza, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.06.2004 tarihli ve 2004/4-337 E., 2004/337 K. sayılı ilâmında da, bir yerdeki birden fazla ticaret mahkemeleri arasındaki ilişkinin “işbölümü ilişkisi” olmayıp, yalnızca bir “iç ilişki” olduğuna değinilmiştir.
Yukarıda zikredilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarından da anlaşılacağı üzere, uygulamada, bir yerdeki birden çok aynı tür mahkeme, örneğin birden çok sulh hukuk mahkemesi arasındaki ilişki bakımından; bazen bu ilişkinin işbölümü ilişkisi olmayıp, yalnızca bir iç ilişki olduğuna değinilmiş, bazen de bu ilişki (geniş anlamda) işbölümü ilişkisi olarak nitelendirilmiş, ancak, bu işbölümü ilişkisinin, gerçekte bir iç ilişki niteliğinde olduğu da açıkça belirtilmiştir.
Birden fazla asliye hukuk mahkemesi bulunan bir yerdeki asliye hukuk mahkemelerinden birinde görülmekte olan bir davada, tarafların, o davanın, aynı yerdeki başka bir asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği yönünde teknik anlamda “iş dağılımı veya iç ilişki” (geniş anlamda işbölümü) itirazında bulunabilmeleri de mümkün değildir.
26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun “Hukuk mahkemelerinin kuruluşu” başlıklı 5. maddesinin 17/4/2013 tarihli ve 6460 sayılı Kanunun 10. maddesiyle değişik beşinci fıkrası hükmüne göre; “İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde hukuk mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, ihtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak, daireler arasındaki iş dağılımı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır. Daireler, tevzi edilen davalara bakmak zorundadır.” Görüldüğü üzere, bu fıkra hükmünde de, açıkça, bir yerdeki birden çok aynı tür mahkeme arasındaki “iş dağılımı”ndan bahsedilmiş; iş dağılımını belirleme yetkisi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna verilmiş ve dairelerin, belirlenen iş dağılımına göre tevzi edilen davalara bakmak zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.
Bu bağlamda, mezkur iki asliye hukuk mahkemesi arasındaki ihtilâf değerlendirildiğinde de, Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi ile Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi arasında gerçek anlamda (HMK m.20) bir görev veya teknik anlamda bir işbölümü ilişkisi mevcut olmayıp, “iş dağılımı” ilişkisi bulunmaktadır.
6100 sayılı HMK m. 394’de, “ihtiyati tedbir kararına karşı itiraz” düzenlenmiş olup, bu maddede, mülga HUMK’nın 108. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “İhtiyati tedbir kararına itirazdan evvel dava ikame edilmiş ise itiraz arzuhali tahkikat hakimine verilir.” hükmüne yer verilmemiştir. Ancak, HMK m. 390/1’de yer alan “İhtiyati tedbir, dava açılmadan önce, esas hakkında görevli ve yetkili olan mahkemeden; dava açıldıktan sonra ise ancak asıl davanın görüldüğü mahkemeden talep edilir.” şeklindeki hüküm uyarınca, ihtiyati tedbir kararı “…dava açılmadan önce, esas hakkında görevli ve yetkili mahkemeden…” istenebileceğine göre, itiraz da bu mahkemeye yani esas davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemeye yapılması gerekecektir. Yani davadan önce ihtiyati tedbir kararı veren mahkeme ile dava aşamasında ihtiyati tedbir kararı veren mahkeme aynı ad ve nitelikteki mahkeme olup, görev ve yetki açısından değişmemektedir. Ancak, bir yerde birden çok aynı tür (aynı ad ve nitelikte) mahkeme bulunması ve iş dağılımı açısından numaralandırılan bu mahkemelerden, davadan önce ihtiyati tedbir kararını veren mahkeme ile bilâhare esas hakkında davanın açıldığı mahkemenin farklı olması hâlinde, (dava açıldıktan sonra, tarafların davayla ilgili tüm iddia, savunma ve itirazlarının, davanın açıldığı mahkemece değerlendirilmesi lüzumu izahtan vareste olduğundan), ihtiyati tedbir kararına itirazın, esas davanın açıldığı mahkemece incelenip karara bağlanması gerekmektedir.
Ne var ki, yukarıda değinilen hususlar, ilgili mevzuat hükümleri ve yapılan açıklamalar doğrultusunda, burada, hem merci tayini (yargı yeri belirlenmesi) koşullarının gerçekleşmemiş olması ve hem de anılan iki asliye hukuk mahkemesi arasında gerçek anlamda (HMK m.20) bir görev veya teknik anlamda bir işbölümü ilişkisi mevcut olmayıp, “iş dağılımı” ilişkisi bulunması nedeniyle, merci tayini (yargı yeri belirlenmesi) yoluyla davaya bakacak görevli mahkemenin belirlenmesine olanak ve gerek bulunmamakta; sorunun, kısmen değinilen ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir.
SONUÇ: Yukarıda belirtilen nedenlerle; anılan mahkemeler arasındaki ihtilâf bakımından, merci tayini (yargı yeri belirlenmesi) yoluyla davaya bakacak görevli mahkemenin belirlenmesine olanak ve gerek bulunmadığından, dosyanın mahal mahkemesine iadesine 24/12/2015 gününde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/17647 Karar : 2015/6324 Tarih : 4.05.2015
-
HMK 393. Madde
-
İhtiyati Tedbir Kararının Uygulanması
Davacı vekili, davalının başvurusu üzerine İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2012/107 esas sayılı dosyasında verilen ihtiyati tedbir kararıyla müvekkillerinden P. Ayakkabı Kimya ve İş Güv. Malz. San. Tic. Ltd. Şti’nin markaya ve endüstriyel tasarıma tecavüz ettiğinden bahisle müvekkillerinin mallarının toplanmasına karar verildiğini, tedbir kararının bir haftalık hakdüşürücü süre geçtikten sonra infazının istenmesi nedeniyle kendiliğinden kalkmasına rağmen ihtiyati tedbirin uygulandığını, kararda yer almamasına rağmen P. Ayakkabı Kimya Ltd. Şti’nin ayakkabılarının yanısıra, diğer müvekkili P.Lastik Ayakkabı A.Ş’nin de ürünlerinin toplandığını, yapılan yargılama sonunda kararın Yargıtay’ca bozulduğunu ve tedbir kararının kaldırıldığını, davalının ihtiyati tedbir kararından sonra müvekkilleri hakkında satışları durdurduğu yönünde dedikodu çıkartarak haksız rekabet yaptığını ileri sürerek davalının eyleminin haksız rekabet oluşturduğunun tespitini, şimdilik 15000’er TL maddi, 10000’er TL manevi tazminatın faiziyle birlikte davalıdan tahsilini, kararın gazetede ilanını talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin endüstriyel tasarımına yönelik tecavüzün men’i için açılan davada alınan ihtiyati tedbir kararı uyarınca davalı tarafın yaklaşık 200 koli ürününden sadece 7 adetine el konulduğunu, bilirkişi raporunun kendilerine tebliğ edilmediğini, ihtiyati tedbir kararından sonradan haberdar olduklarını, tedbir kararının uygulanmasında hukuksuz bir durumun bulunmadığını, tedbirin zamanında uygulatılması ile birkaç gün sonra uygulanması arasında davacıların zarar farkının bulunmadığını, ayrıca davacıların müvekkili için soyut olarak ve hiçbir somut delile dayanmayan dedikodu nedeniyle uğranılan zararlar şeklindeki iddialarının mesnetsiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, ihtiyati tedbir kararı verilen dosyanın henüz kesinleşmemiş olması sebebiyle HMK 399. maddesinde belirtilen tazminat koşullarının oluşmadığı, mahkemeden verilen 25/05/2012 tarihli ihtiyati tedbir kararının, icra müdürlüğüne 12/06/2012 tarihinde müracaat edilerek uygulanılması istenilmiş ise de, HMK’daki değişikliğe ilişkin uygulamanın henüz oturmadığı dönemde lehine ihtiyati tedbir kararı verilenin uygulama talebinde bulunduğu, ihtiyati tedbir kararında belirtilen çerçevede uygulama yapıldığı, davacı tanıklarının çıkan söylenti sebebiyle davacının zarara uğradığını beyan etmiş iseler de, dinlenen tanıkların davacı çalışanları ve davacı şirketin ortağı pozisyonunda olduğundan yansız ifade veremeyecekleri kanaatinin hasıl olduğu, davacıların tazminat talebine konu zararını maddi delillerle kanıtlayamadıkları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacılar vekili temyiz etmiştir.
Dava, haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda özetlenen gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir. HMK’nın 393. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, ihtiyati tedbir kararlarının uygulanması, verildiği tarihten itibaren bir hafta içerisinde istenmek zorundadır. Aksi halde bu yönde verilen ihtiyati tedbir kararı, dava açılmış olsa bile kendiliğinden kalkar. Somut olayda davacı yan, bir hafta içerisinde tedbirin uygulanmasını talep etmediği için mezkur ihtiyati tedbir kararı kendiliğinden kalkmış olup, buna dayalı olarak yapılan tüm iş ve işlemlerin yasaya aykırı olduğu sabittir. Öte yandan, dinlenen davacı tanıkları, ortadan kalkmış bulunan tedbir kararına dayalı olarak, davacı şirketin zarar gördüğünü ileri sürmüş iseler de, mahkemece söz konusu tanıkların beyanlarına itibar edilmemiştir. Halbuki aslolan çağrılan tanığın doğruyu söylemesi olup, mahkemece HMK’nın 255 ve 264. maddeleri çerçevesinde herhangi bir iş ve işleme tevessül olunmaksızın tanıkların doğru söylemeyeceklerine yönelik peşin değerlendirmesi isabetli değildir. Bu durumda davacının zararının, gerektiği takdirde dosya üzerinde ve davacı defterleri üzerinde yaptırılacak bilirkişi incelemesi ve diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenlerle davacılar yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacılar yararına BOZULMASINA, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz eden davacılara iadesine, 04/05/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.