0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İhtiyati Tedbir Talebi

HMK Madde 390

(1) İhtiyati tedbir, dava açılmadan önce, esas hakkında görevli ve yetkili olan mahkemeden; dava açıldıktan sonra ise ancak asıl davanın görüldüğü mahkemeden talep edilir.

(2) Talep edenin haklarının derhâl korunmasında zorunluluk bulunan hâllerde, hâkim karşı tarafı dinlemeden de tedbire karar verebilir.

(3) Tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır.



HMK Madde 390 Gerekçesi

Maddenin birinci fıkrasında, hiç ilgisi olmayan mahkemelerden ihtiyatî tedbir istenmesinin önüne geçmek için ve geçici hukukî korumaların da niteliğine uygun olarak, ihtiyatî tedbirin dava açılmadan önce esas hakkında görevli ve yetkili mahkemeden, dava açıldıktan sonra ise asıl davanın görüldüğü mahkemeden istenebileceği hususu düzenlenmiştir. Böylece, ihtiyatî tedbirde yetki ve görevle ilgili belirsiz ve kötüye kullanıma açık olan durum, belirli ve tereddüdü ortadan kaldıracak hâle getirilmiştir.

İstinaf aşamasında da ilk derece mahkemesindeki yargılama usulüne atıf yapıldığından istinaf yargılaması sırasında şartlar oluşmuşsa ilgili bölge adliye mahkemesinden tedbir talebinde bulunulabilir.

Geçici hukukî korumaları davadan ayıran temel özelliklerden biri, hukukî dinlenilme hakkının gösterdiği özelliktir. Hukukî dinlenilme hakkı vazgeçilmesi mümkün olmayan temel bir yargısal haktır. Bununla birlikte, geçici hukukî korumaların ivedilikle verilmesi ihtiyacı ile bazen karşı tarafa haber verildiğinde etkisini bertaraf edecek bir sonucun doğması sebebiyle, karşı taraf dinlenmeden de ihtiyatî tedbire karar verilebilmesi kabul edilmiştir. Karşı taraf dinlenmeden ihtiyatî tedbire karar verilebilmesi, hukukî dinlenilme hakkından tamamen vazgeçildiği anlamına gelmez. Bir davada, önce her iki taraf dinlenir, daha sonra bir karar verilir. Oysa geçici hukukî korumalarda ve bu çerçevede ihtiyatî tedbirde, gerekli durumlarda, karşı taraf dinlenmeden de karar verilebilir. Ancak daha sonra karşı tarafa tanınan itiraz imkânı ile hukukî dinlenilme hakkı gerçekleştirilir. Yani, bu durumda hukukî dinlenilme hakkından vazgeçilmemekte sadece zaman olarak itiraza bağlanmakta ve geçici hukukî koruma kararından sonraya bırakılmaktadır. Uygulamada çoğunlukla karşı taraf dinlenmeden geçici hukukî koruma kararı verilmektedir. Ancak, karşı tarafı dinleyip dinlememeyi hâkim durumun özelliğine göre takdir etmelidir. Karşı taraf dinlenmeden karar verilmesi daha büyük sakınca yaratacaksa ya da karşı tarafın dinlenmesi ihtiyatî tedbirin amacını tehlikeye düşürmeyecekse o zaman karşı tarafı dinlememek onun hukukî dinlenilme hakkını gereği gibi sağlamamak anlamına gelir.

Hâkim bu maddenin ikinci fıkrasında tanınan imkânı kullanırken oldukça titiz davranmalı, taraflar arasındaki menfaat dengesini ve olayın özelliğini iyi incelemelidir. Geçici hukukî korumalar amacı dışında kötüye kullanılabildiği gibi, somut olarak sebebi ortaya konulmayan bir geçici hukukî koruma talebi hakkında mahkemenin sağlıklı ve doğru bir karar vermesi de mümkün olamamaktadır. Bazen genel ifadelerle talep edilen bir tedbire, yargı organları yine genel bir şekilde karar vermekte, tedbirin muhatabı aslında haklı olduğu hâlde, o sırada daha büyük bir zarara engel olmak için karşı tarafla anlaşma yolunu tercih etmek zorunda kalmaktadır. Bu durum ise yargı organları kullanılarak, karşı tarafın haksız şekilde baskı altına alınması sonucunu doğurmaktadır.

Üçüncü fıkrada, tedbir talep eden tarafın, dilekçesinde korunması gereken hakkın veya malın varlığını ve bulunduğu yeri, ihtiyatî tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmesi aranmıştır. Bu aynı zamanda, talep edenin talepten önce, talebinin konusu, dayanakları, tedbirin türü üzerinde düşünmesini ve talebini somutlaştırmasını sağlayacaktır. Yargı organı da özellikle karşı taraf dinlenmeden verilen, ihtiyatî tedbirin, ortaya çıkaracağı sakıncaları en aza indirerek karar verecektir.

Geçici hukukî koruma yargılamasını, asıl hukukî korumadan ayıran diğer bir özellik ispat ölçüsü bakımındadır. Kanunda açıkça öngörülmemişse ya da işin niteliği gerekli kılmıyorsa, bir davada (normal bir yargılamada) yaklaşık ispat değil, tam ispat aranır. Çünkü, hâkim, mevcut ispat ve delil kuralları çerçevesinde, tarafların iddia ettiği bir vakıa konusunda tam bir kanaate varmadan o vakıayı doğru kabul edemez. Örneğin, bir alacak davasında taraflardan biri bir sözleşmenin varlığına dayanıyorsa, hâkim bu sözleşmenin varlığı konusunda (mevcut ispat yükü ve delil kuralları çerçevesinde) tam bir kanaate sahip olmalıdır. Yani, zayıf veya kuvvetli bir ihtimal, karar vermek için yeterli değildir. Sözleşmenin varlığı konusunda tam kanaat uyanmazsa, o zaman, ispat yükü kendine düşen tarafın aleyhine bir karar verilmesi gerekir. Ancak, kanun koyucu, bazen ya doğrudan kendisi düzenleme yaparak ya da işin niteliği ve olayın özelliği gereği hâkime, bu durumu belirterek, ispat ölçüsünü düşürme imkânı vermiştir. Bu düşürülmüş ispat ölçüsü çerçevesinde, tam kanaat değil, kuvvetle muhtemel, yaklaşık bir kanaat yeterli görülmektedir. Doktrinde bu yön, karar verilmesi için tam ispat ölçüsü yerine yaklaşık ispat ölçüsü olarak ifade edilmektedir. Ancak, yaklaşık ispatla yetinilmiş olması, ispatın aranmayacağı ya da ispat kurallarının tamamen dışına çıkılacağı anlamına gelmez. Bir taraf iddiasını mahkeme önüne ne kadar inandırıcı şekilde getirirse getirsin, bu sadece bir iddiadan ibarettir. İddia edilen vakıanın sabit yani doğru kabul edilebilmesi için, ispat yükü üzerine düşen tarafın, bunu kanundaki delil sistemi içinde yine kanunun aradığı ispat ölçüsü çerçevesinde ispat etmesi gerekir. Tam ispatın arandığı durumlarda, bu ölçü tereddütsüz ortaya konmalıdır. Yaklaşık ispat durumunda ise hâkim o iddianın ağırlıklı ihtimal olarak doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, zayıf bir ihtimal de olsa, aksinin mümkün olduğu ihtimalini göz ardı etmez. Bu sebepledir ki, genelde geçici hukukî korumalara, özelde ihtiyatî tedbire ve ihtiyatî hacze karar verilirken, haksız olma ihtimali de dikkate alınarak talepte bulunandan teminat alınması öngörülmüştür. Geçici hukukî korumalarda, bazen karşı tarafın dinlenmemesi, tüm delillerin ayrıntılı bir biçimde incelenmesine yeterli zamanın olmaması gibi sebeplerle, yaklaşık ispat yeterli görülmüştür. Bu çerçevede, aslında ispat ölçüsü bakımından bir yenilik getirilmemekle birlikte, “yaklaşık ispat” kavramı kullanılarak, doktrinde kabul gören ifade Tasarıya alınmış, ayrıca burada hem tam ispatın aranmadığı belirtilmiş hem de basit bir iddianın yeterli olmadığı vurgulanmak istenmiştir.


HMK 390 (İhtiyati Tedbir Talebi) Emsal Yargıtay Kararları


Hukuk Genel Kurulu 2021/658 E. , 2023/867 K.

  • HMK 399
  • İhtiyati Tedbir Talebi

Türk Hukuk Lûgatında ihtiyatî tedbir, olağan durumda oluşabilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da bütünüyle olanaksız duruma geleceğinden ya da gecikme nedeniyle bir sakıncanın veya zararın doğacağından endişe ediliyor ise uyuşmazlık konusu hakkında önlem alınması usulü olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lügatı, Cilt I, Ankara 2021, s. 552).

Öğretide ise ihtiyatî tedbir, kesin hükme kadar devam eden yargılama boyunca davacı veya davalının dava konusu ile ilgili olarak hukuki durumunda meydana gelebilecek zararlara karşı öngörülmüş geçici nitelikte geniş veya sınırlı olabilen hukuki bir koruma şeklinde tarif edilmiştir (… Pekcanıtez, Oğuz Atalay, … Özekes, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 714).

Davanın açılması ile hüküm arasında geçen zaman içinde dava konusu şey üzerinde yeni birtakım çekişmelerin çıkması veya dava konusunun çeşitli şekillerde istenmeyen değişikliklere maruz kalması veya maruz bırakılması mümkündür. Bu değişiklikler nedeniyle de yargılama sonunda elde edilecek hükmün icrası çok zorlaşabileceği gibi imkânsız hâle de gelebilir. İşte ortaya çıkan bu tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla ihtiyatî tedbir müessesesi kabul edilmiştir.

Dava sırasında davalının, dava konusu şeyi başkasına devretmesi mümkün olduğundan, davacının davayı kazanması hâlinde dava konusu şeye kavuşması tehlikeye girebilir. Davacının davayı kazanması hâlinde dava konusuna kavuşmasını, daha dava sırasında (hatta davadan bile önce) güvence altına almaya yarayan geçici hukuki korumalara (tedbirlere) ihtiyatî tedbirler denir.

Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle bir hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık (dava) konusu hakkında ihtiyatî tedbir kararı verilebilir [Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 101 ve vd. md., 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) md. 389/1]. Bu noktadan hareketle ihtiyatî tedbir geniş anlamıyla şu şekilde tanımlanabilir. İhtiyatî tedbir; kesin hükme kadar devam eden yargılama boyunca, davacı veya davalının (dava konusu ile ilgili olarak) hukuki durumunda meydana gelebilecek zararlara karşı öngörülmüş, geçici nitelikte, geniş veya sınırlı olabilen hukuki korumadır.

İhtiyatî tedbir niteliği itibariyle üçe ayrılmaktadır. Bunlardan ilki teminat amaçlı ihtiyatî tedbir olup bu tedbir türünde, ileride gerçekleştirilmesi muhtemel bir hak temin edilir ya da temininin esaslı ölçüde zorlaştırılmasına engel olunur. Burada amaç, açılacak ya da açılan bir davada dava konusu olacak ya da olmuş hakkın ya da alacağın, koruma altına bir başka deyişle teminat altına alınmasından ibarettir. Örneğin malın muhafazası ve idaresi bir yediemine tevdi edilebilir. Yalnız, alınan tedbirler bizzat hakkın gerçekleşmesine yönelik olamazlar. Muhtemel bir tazminat talebinin tehlikeye düşürülmesi söz konusu ise alınacak tedbir, ancak ihtiyatî haciz olabilir.

Bir diğer tedbir türü ise düzenleme amaçlı ihtiyatî tedbir olup bu tedbir türünde geçici bir durum adli yoldan düzenlenmektedir. Özellikle sürekli ilişkilerde böyle tedbirlere ihtiyaç duyulabilir. Bu durumda ihtiyatî tedbir hukuki ilişkiyi yeniden inşa etmektedir. Düzenleme amaçlı ihtiyatî tedbirlerde gelecekte yerine getirilecek bir edimin teminat altına alınmasından çok hukuki barışın muhafazası hedef tutulur. Örneğin kira ilişkileri, komşuluk ilişkileri ile şirketler hukuku düzenleyici ihtiyatî tedbirlerin en çok uygulandığı konulardır.

Son olarak eda amaçlı ihtiyatî tedbir türü ise, bir hakkı geçici olarak gerçekleştirmeye yöneliktir. Yani alacaklının geçici olarak tatmini söz konusudur. Bu niteliği itibariyle teminat amaçlı ihtiyatî tedbirlerden ayrılır. Örneğin nafaka alacağına davadan önce veya dava sırasında hükmedilmesi bu tür tedbirlerin en sık rastlanan örneğidir.

İhtiyatî tedbir talebinde bulunan, yaklaşık ispat ölçüsünde talebini delillendirmek zorundadır. Yani ispatı gereken hususları tam olarak ispat etmeyecek, ancak talebinin haklı olduğunu kuvvetle muhtemel, başka bir ifadeyle büyük ihtimal dâhilinde olduğunu ispatlayacaktır. Zira HMK’nın 390 ıncı maddesinde, tedbir talep eden tarafın, dilekçesinde dayandığı ihtiyatî tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorunda olduğu belirtilmiştir.

Kanunda açıkça öngörülmemişse ya da işin niteliği gerekli kılmıyorsa, bir davada yaklaşık ispat değil tam ispat aranır. Çünkü hâkim, mevcut ispat ve delil kuralları çerçevesinde, tarafların iddia ettiği bir vakıa konusunda tam bir kanaate varmadan o vakıayı doğru kabul edemez. Yaklaşık ispat durumunda ise, hâkim o iddianın ağırlıklı ihtimal olarak doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, zayıf bir ihtimal de olsa aksinin mümkün olabileceğini gözardı etmez. Bu nedenledir ki genelde hukuki geçici korumalarda haksız olma ihtimali de dikkate alınarak talepte bulunandan teminat alınması öngörülmüştür.

Buradan anlaşıldığı üzere yaklaşık ispat, tam kanaat değil, kuvvetle muhtemel (yaklaşık) bir kanaatin yeterli olduğu şeklinde değerlendirilmelidir. Ancak, yaklaşık ispatla yetinilmiş olması, ispatın aranmayacağı ya da ispat kurallarının tamamen dışına çıkılacağı anlamına da gelmeyecektir. Sadece iddia ve beyan yaklaşık ispat için yeterli olmayacak, ileri sürülen iddiaların doğru kabul edilebilmesi için ispat yükü üzerine düşen tarafın hâkime o iddianın ağırlıklı ihtimal olarak doğru olduğunu kabul ettirecek nitelikte ispat sürecine girmiş olmalıdır

………

Haksız ihtiyatî tedbir nedeniyle tazminat davası HMK’nın 399 uncu maddesinde ise;

“(1) Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür.

(2) Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara bağlandığı mahkemede açılır.

(3) Tazminat davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar” şeklinde düzenlenmiştir.

İhtiyatî tedbir kararı verilirken, ihtiyatî tedbirin niteliği gereği tam bir inceleme yapılmadan yaklaşık ispatla yetinilerek karar verildiğinden talep edenin sonuçta davada haksız çıkma ihtimali de bulunmaktadır. Bundan başka tedbirin uygulanması sonucu, karşı tarafın ya da üçüncü kişilerin zarar görmesi her zaman imkân dahilindedir. Nitekim bu ihtimalleri gözeten kanun koyucu tedbir kararı verilirken talepte bulunandan teminat alınmasını öngörmüştür (HMK md. 392).

Tedbir talep eden tarafın bu talebinde haksız olduğu anlaşılırsa bu tedbirden zarar görenler, talepte bulunana karşı tazminat davası açabilirler. Burada bir kusursuz sorumluluk hâli düzenlenmiştir. Ancak sorumluluğun haksız fiil veya tehlike sorumluluğundan ziyade, fedakârlığın denkleştirilmesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira sorumluluğun kaynağını oluşturan fiil (ihtiyatî tedbir kararı veya tedbirin icrası), mahkeme kararına dayanmaktadır ve bu nedenle haksız fiil veya tehlike sorumluluğunun temel unsuru olan “hukuka aykırı fiilden” söz edilemez.

Bu bağlamda ihtiyatî tedbirin hukuka aykırı olması ile haksız olması arasında ayrım yapmak daha uygun olur. Yargılama yapılarak verilen bir mahkeme kararının hukuka aykırı olduğundan bahisle tedbir talebinde bulunan sorumlu tutulamaz; olsa olsa tedbirin haksız olması nedeniyle aleyhine tedbir uygulananın uğradığı zararları telafi edilebilir. Kusursuz sorumluluk olması sebebiyle talep edenin dava sonucu haksız çıkması ve tedbirden dolayı bir zararın doğması yeterlidir. Bunun dışında tedbiri talep ederken iyiniyetli olması veya başlangıçta haklı görülmesi sorumluluğu ortadan kaldırmaz.

Haksız ihtiyatî tedbir nedeniyle tazminat davasının şartlarına değinmekte de fayda vardır. İlk olarak ihtiyatî tedbir kararının icra edilmiş olması gerekir. Tazminat davasının açılabilmesi için ihtiyatî tedbire karar verilmiş olması yeterli olmayıp tedbirin infaz edilmesi de gereklidir. Ayrıca tedbir uygulanmamış olsa dahi, bu kişiler tedbirin uygulanmaması ya da kaldırılması için teminat göstermişlerse tazminat talep edebilirler. Çünkü, bu durumda teminat göstermek suretiyle bir zarar ortaya çıkacaktır.

Tazminat davasının açılabilmesi için bir diğer şart ise, ihtiyatî tedbir talep edenin talepte bulunduğu anda haksız olması gerekir. Bu haksızlık da kural olarak asıl davanın sonuçlanması ile belli olur. Buna göre üç hâlde sorumluluk söz konusu olabilecektir. İhtiyatî tedbir talep etme anında haksız olma, ihtiyatî tedbirin kendilinden kalkması ve tedbirin itiraz üzerine kaldırılmasıdır.

Teminat karşılığında veya durum ve koşulların değişmesi sebebiyle tedbir kaldırılmış ise, hemen tazminat davası açılamaz. Zira bu iki ihtimalde, ihtiyatî tedbirin verildiği anda haksız olduğu ortaya çıkmamış, ihtiyatî tedbir ileriye etkili olarak kaldırılmıştır. Örneğin tedbir kararı verilmesini gerektiren tehlikeli hâl dava devam ederken sona ermişse ihtiyatî tedbir HMK’nın 396 ncı maddesine göre kaldırılır. Ancak ihtiyatî tedbir kararı verildiği tarihte tehlike mevcut olduğu için tedbir haksız değildir. Buna karşılık asıl dava reddedilip kesin hüküm teşkil ederse tedbire esas hakkın bulunmadığı anlaşılmış olacağından tazminat davası açılabilir.

Teminat karşılığında tedbirin kaldırılmasında esasen tedbir, teminat üzerinde devam etmiştir. Asıl dava reddedilip kesin hüküm teşkil ederse karşı tarafın teminat göstermek zorunda kalmasından dolayı uğradığı zararın, örneğin bankaya teminat mektubu temin etmek için ödediği komisyonun ödetilmesi için tazminat davası açabilir.

  1. Tazminat davasının bir diğer şartı ise zararın doğmasıdır. Ortada doğmuş bir zarar yok ise bu dava açılamaz. Zarar ihtiyatî tedbir kararının icra edildiği tarih ile ihtiyatî tedbirin kalktığı tarih arasındaki dönemde meydana gelmiş olan zarardır.

Son olarak haksız ihtiyatî tedbir nedeniyle tazminat davası açılabilmesi için zarar ile haksız ihtiyatî tedbir arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Başka bir anlatımla, davacının talep ettiği zararın, haksız olduğu anlaşılan ihtiyatî tedbirden kaynaklanması gerekir.

Uyuşmazlıkla ilgili olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 893 ve devamı maddelerinde düzenlenen kanuni ipotek hakkına değinecek olursak; TMK’nın 893/3 üncü maddesinde, bir taşınmaz üzerinde yapılan yapı ve diğer işlerde malzeme vererek veya vermeden emek sarf ettikleri için, malzeme ve emek karşılığı olarak malik veya yükleniciden alacaklı olan alt yüklenici veya zanaatkârların kanuni ipotek hakkının tescilini isteyebilecekleri belirtilmiştir. Bu şekilde tesis edilen ipotekle yüklenici, taşeron ve zanaatkârların taşınmaz işinden kaynaklanan alacakları güvence altına alınmış olmaktadır (… …, … Gözütok, Usul ve Esaslarıyla Eser Sözleşmesi Uygulaması, Ankara 2023, s. 219).

Türk Medeni Kanunu’nun 893/son maddesi uyarınca alacaklıların, bu kanuni ipotek hakkından önceden feragat etmeleri geçerli olmayıp, bu düzenleme emredici nitelikte olduğundan sözleşmede aksi kararlaştırılamaz. İnşaatçı ipoteğinin alacaklısı yüklenici, alt yüklenici ve zanaatkâr olabilir ise de ipotek yükümlüsü ve borçlusu daima arsa maliki olacaktır.

Türk Medeni Kanunu’nun 895 inci maddesindeki düzenlemeye göre zanaatkârların ve yüklenicilerin kanuni ipotek hakları, çalışmayı veya malzeme vermeyi yüklendikleri andan başlayarak tapu kütüğüne tescil olunabileceğinden tescil istemek hakkı da yüklenici, alt yüklenici veya zanaatkârların çalışmayı ve malzemeyi vermeyi üstlendiği zaman doğacaktır. Aynı maddenin ikinci fıkrası uyarınca tescilin, yüklenilen işin tamamlanmasından başlayarak üç ay içinde yapılmış olması gerekir. Bu süre Yargıtay uygulamasına göre hak düşürücü süre olup mahkeme tarafından görevi gereği kendiliğinden göz önünde tutulur (…, Gözütok, s. 220).

Türk Medeni Kanunu’nun 895/3 üncü maddesi uyarınca, tescilin yapılması için alacağın malik tarafından kabul edilmiş veya mahkemece karara bağlanmış olması şart olup, TMK’nın 895/son fıkrasına göre malikin yeterli güvence göstermesi hâlinde, tescil istenmesi ve tescile karar verilmesi mümkün değildir.

İşe başlarken genellikle yüklenici alacağının miktarının kesin olarak belli olmaması ve taşınmazın mal sahibince de kabul edilmemesi durumunda TMK’nın 1011 inci ve Tapu Sicili Tüzüğü’nün 58 ve 59 uncu maddeleri gereğince, inşaatçı ipoteğinin tescili ile ilgili geçici şerhin verilmesi istemi mahkemeye yapılır. Mahkemece taraflar dinlenerek veya dosya üzerinde inceleme yapılarak şerhe konu hakkın varlığının kabul edilebileceği kanısına varılırsa, şerh kararı verilir ve kararda şerhin etki bakımından süresi ve içeriği belirlenir; gerektiğinde de mahkemeye başvurulması için bir süre verilir.

Kesin tescil, terkin olunacak şerhin tarih ve yevmiye numarası ile yapılır (Tapu Sicil Tüzüğü m. 58/II). TMK’nın … nci maddesi gereğince de, aynî haklar tapu sicil kütüğüne tescil ile doğar; sıralarını ve tarihlerini tescile göre alır. Bu yasal sebeplerle, geçici şerh, TMK’nın 896 ve 897 nci maddelerine göre yüklenicinin, kanunî ipotekten yararlanma bakımından sıra almasını sağlar.

Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olay değerlendirildiğinde; dava dışı yüklenici … … İnşaat Turizm Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. ile davacı arsa sahibi … arasında … 1. Noterliğinin 14.10.2004 tarihli ve … yevmiye sayılı Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi düzenlenmiş olup, sözleşmeye göre … ili, … ilçesi, … Beldesi … mevkiinde bulunan tarla niteliğindeki 37 no.lu parsel üzerine, özel şartlar (1) no.lu bendine göre; sekiz adet iki katlı pansiyon ev ile on adet apart yapılacağı, binalardan iki adet iki katlı pansiyon ev ile bir adet apartın arsa sahibine, geri kalanların ise yükleniciye ait olacağı, arazinin imara açılmasından sonra, imar durumuna göre binaların sayısında eksilme veya artma olsa bile arsa sahibine iki pansiyon ve bir apart verileceği kararlaştırılmış, (4) no.lu bendinde, yapılacak apartlardan mal sahibine seçme hakkı tanınmış, (5) no.lu bendinde ise mal sahibine ait bir adet apart ve bir adet pansiyonu yüklenicinin satın almayı taahhüt ettiği düzenlenmiş, (6) no.lu bendinde de aşamalı tapu devri hükümleri gösterilmiş, (7) no.lu bendinde ise arsa sahibine düşen ev ve apartın 31.05.2005 tarihinde bitirileceği, inşaatın tamamının da 31.05.2006 tarihinde bitirilerek iskânlarının alınacağı belirtilmiştir.

Bu sözleşme, … 3. Noterliğinin 23.01.2007 tarihli ve … yevmiye numaralı ek sözleşmesi ile revize edilmiş, arsa sahibine verilmesi kararlaştırılan iki adet pansiyonun 650.000 Euro bedelle yüklenici tarafından satın alınması düzenlenmiş, bir adet apart dairenin de tamamlanıp teslim edildiği belirtilmiştir.

… 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/655 Esas, 2013/62 Karar sayılı dosyasında, eldeki davada davalı olan … … İnşaat Taah. Mim. Tic. Ltd. Şti. tarafından dava dışı yüklenici … … İnşaat Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. ile arsa sahibi … aleyhine, yapılan imalatlar nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 200.000,00 TL’nin ticari faizi ile birlikte yükleniciden tahsiline, arsa sahibi üzerine kayıtlı bağımsız bölümlerin tapu kaydına inşaatçı ipoteği tescili için şerh konulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.

İlk Derece Mahkemesince 26.12.2008 tarihli tensip tutanağı ile ‘‘Dava konusu taşınmazın davalılar adına kayıtlı olması halinde dava değeri olan 200.000,00 YTL değerinde geçici olarak kanuni olarak ipotek konulması için tapu sicil müdürlüğüne yazı yazılmasına’’ karar verilmiş, aynı tarihte geçici kanuni ipotek şerhinin yerine getirilmesi için yazılan müzekkere elden tapu sicil müdürlüğüne gönderilmiştir. … Tapu Sicil Müdürlüğünün 26.12.2008 tarihli ve … yevmiye sayılı işlemi ile davalılar adına kayıtlı tüm bağımsız bölümler üzerine geçici olarak kanuni ipotek şerhi verildiği belirtilmiştir.

Davacı vekili 03.02.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle 200.000,00 TL alacak talebini 700.000,00 TL’ye yükselterek geçici kanuni ipoteğin değerinin 700.000,00 TL’ye çıkartılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesince tapu sicil müdürlüğüne yazılan 03.02.2009 tarihli müzekkere ile davalılar adına kayıtlı taşınmazların tapu kaydı üzerine 700.000,00 TL değerinde geçici kanuni ipotek şerhi konulmasının istenilmesi üzerine, … Tapu Sicil Müdürlüğünün 11.02.2009 tarihli 2643 yevmiye sayılı işlemi ile davalılar adına kayıtlı taşınmazlar üzerine kanuni ipotek tesisi edildiği belirtilmiştir.

… 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/655 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonunda, 700.000,00 TL’nin davalı … … İnşaat Sanayi ve Tic. Ltd. Şti.den tahsiline karar verilmiş, arsa sahibi … hakkındaki dava ise, taşeron ile sözleşme ilişkisi bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Kararın gerekçe kısmında da ‘‘…tedbire konu taşınmazların davalı müteahhidin payına düşen taşınmazlar olduğundan tedbirlerin karar kesinleşene kadar etkisini sürdürmesi gerektiği, davacının taşeron olarak müteahhit firmadan alacaklı olduğu, davacı alt müteahhidin asıl müteahhidin kat karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle arsa malikinden … alacağından tahsil imkanı bulunduğundan, MK.807 maddesi gereğince taşınmazlar üzerinde ipotek tesis etme ve alacağını teminat altına alma hakkı bulunduğu, mahkememizce bu nedenle 03/02/2009 geçici kanuni ipotek konulması yönünde tedbir kararı verildiği, verilen kararın nihai kararın kesinleşmesine kadar etkisini gösterecek olmasından (varlığı hususu kesinleştikten sonra zaten talep halinde geçici şerhin kesin şerhe dönüşeceğinden ve gerekirse bu hususta tapuya yazı yazılabileceğinden) dolayı hüküm kısmında ayrıca bu hususa değinmeye gerek olmadığı’’ belirtilmiş ve bu konuda hüküm fıkrasında ayrıca bir karar verilmemiştir.

Anılan mahkeme kararı, davacı tarafından, karara kanuni ipotek konulması ibaresinin eklenmesi, davalı arsa sahibi lehine hükmedilen nisbi vekâlet ücretinin maktu olarak düzeltilerek karar verilmesi talebiyle temyiz edilmiştir.

İlk Derece Mahkemesince 17.09.2013 tarihli ek karar ile davalılara çıkartılan muhtıraya rağmen eksik temyiz harç ve giderlerin yatırılmaması üzerine davalıların temyiz başvurularından vazgeçilmiş sayılmalarına karar verilmiş, Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 18.09.2014 tarihli ve 2013/6211 Esas, 2014/5291 Karar sayılı kararıyla da, davacının vekâlet ücreti dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmeyerek reddedilmiş, davacı … İnşaat Taah. Mim. Tic. Ltd. Şti. ile davalı arsa sahibi … arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığından bahisle davanın sıfat yokluğundan reddedildiği gerekçesiyle nisbi vekâlet ücreti maktu olarak düzeltilmek suretiyle karar onanmıştır.

Söz konusu karara karşı davalı … ile davalı yüklenici … … İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.nin karar düzeltme istemlerinin Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 02.03.2015 tarihli ve 2015/11 Esas, 2015/1074 Karar sayılı kararı ile reddedilmesi üzerine anılan karar 02.03.2015 tarihinde kesinleşmiştir.

Az yukarıda da ifade edildiği üzere, yüklenici ipoteğinin geçici şerhi veya tescili, yüklenici ve arsa sahibi arasında anlaşma olmadıkça ancak dava yoluyla talep edilebilir.

İhtiyatî tedbir ise bir dava olmayıp geçici nitelikte bir hukuki korumadır. … 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/655 Esas sayılı dosyasında davacı taşeron, yükleniciden iş bedelinin tahsilini talep etmekle birlikte arsa sahibi yönünden ise TMK’nın 893/3 üncü maddesi uyarınca kanuni ipotek tescilini istemiştir. Başka bir ifade ile taşeron tarafından arsa sahibine karşı açılan dava, TMK’nın 1011 inci maddesinde düzenlenen geçici şerh talepli dava değildir. Anılan dosyada, arsa sahibi hakkında 26.12.2008 tarihinde ihtiyatî tedbir niteliğinde geçici kanuni ipotek şerhi tesisine karar verilmiş, uyuşmazlığa konu bu davada ise davacı, söz konusu tedbir nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararın tahsilini talep etmiştir.

Bu durumda uyuşmazlığa konu davanın, haksız ihtiyatî tedbir nedeniyle tazminat davası olduğu kabul edilerek … 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/655 Esas sayılı dosyası, yüklenici, taşeron ve arsa sahibi arasındaki sözleşmeler ile haksız ihtiyatî tedbirin şartları da değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/6012 Karar : 2017/3860 Tarih : 2.05.2017

  • HMK 390. Madde

  • İhtiyati Tedbir Talebi

Dava, davacı vekilince, davalı kurum SGK tarafından 5510 sayılı Kanunun 103. maddesine göre, müvekkillerine uygulanan blokajın ihtiyati tedbir yoluyla kaldırılması istemine ilşkindir.

… 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 2011/554 Esas 2011/1147 Karar sayılı ilamında, 5510 sayılı Kanunun 103. maddesinden doğan davada iş mahkemesince, genel mahkemelerin görevli olduğundan bahisle verilen görevsizlik kararının bozulduğu, dolayısıyla 5510 sayılı Kanunun 103. maddesinden doğan davalarda iş mahkemelerinin görevli olduğu tespit edildiği ve 5510 sayılı Kanunun 101. maddesinde de keza bu Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtildiği, tedbir istenilen husus ise 5510 sayılı Kanunun 103. maddesinde, idari yaptırım ve fesih başlığı ile düzenlendiği, ihtiyati tedbir de görev hususunu düzenleyen HMK’nın 390. maddesine göre dava açılmadan önce ihtiyati tedbir talep edildiğinde esas hakkında görevli mahkemenin ihtiyati tedbir talebinde de görevli olduğunu düzenlenmiş olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

… 1. İş Mahkemesince; uyuşmazlık tedbir isteyen …. Medikal Ürünler ve Özel Sağlık Hizmetleri A.Ş ‘nin Sosyal Güvenlik Kurumu ile aralarındaki sözleşmeden kaynaklanan alacağın kurumca %80’ine bloke konulması talebinden kaynaklanmakta olup, genel mahkemeler görev ve yetkili olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İş mahkemeleri, 5521 sayılı Kanunla kurulmuş istisnai nitelikte özel mahkemeler olup, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 106. maddesi ile mülga 1479 sayılı Kanunun 70. ve mülga 506 sayılı Kanunun 134. maddesinde, bu Kanunların uygulamasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde görüleceği, 5510 sayılı Kanunun 101. maddesinde de aksine hüküm bulunmayan hallerde, 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği düzenlenmiştir.

Somut olayda; davacı vekili, davalı kurum ile müvekkili arasında hizmet alım sözleşmesinin var olduğunu ancak davalı kurumun sözleşmeyi uygulamadığı gibi müvekkilinin alacakları üzerine de bloke koyduğunu iddia ederek davalı kurum SGK tarafından 5510 sayılı Kanunun 103. maddesine göre, müvekkillerine uygulanan blokajın ihtiyati tedbir yoluyla kaldırılmasını talep ve dava etmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın, hizmet alım sözleşmesinden kaynaklandığı, bu sözleşmenin varlığı ve geçerli olup olmadığının görevli mahkemece değerlendirileceğinden uyuşmazlığın iş mahkemesinde görülüp, sonuçlandırılması gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda belirtilen nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddeleri gereğince … 1. İş Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE 02/05/2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/3936 Karar : 2017/795 Tarih : 27.02.2017

  • HMK 390. Madde

  • İhtiyati Tedbir Talebi

Davacılar … İnş. Mal. Tem. Mad. Nakl. San. ve Tic. Ltd. Şti. vs. ile davalı … arasındaki davadan dolayı … …. Asliye Hukuk Hakimliğince verilen ….06.2014 tarih ve 2011/111-2014/333 sayılı hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiş, davacılar vekili tarafından duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacılar vekili Avukat … geldi. Davalı vekili gelmedi. Hazır bulunan davacılar avukatı dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

…-6100 sayılı HMK’nın 390/…. maddesi gereğince; dava açılmadan önce esas hakkında görevli ve yetkili mahkemeden; dava açıldıktan sonra ise asıl davanın görüldüğü mahkemeden talep edileceği ve Yargıtayca ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceğinden davacının ihtiyati tedbir verilmesi talebinin reddine,

…-Heyetçe incelenmesi gerekli görüldüğünden; … …. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/252 Esas sayılı dosyasının temini ile birlikte gönderilmesi için dosyanın mahalline GERİ ÇEVRİLMESİNE, 27.02.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS