0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Yargılama Usulü

HMK Madde 385

(1) Çekişmesiz yargı işlerinde, niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulü uygulanır.

(2) Çekişmesiz yargı işlerinde aksine bir hüküm bulunmadıkça resen araştırma ilkesi geçerlidir.

(3) Mahkemeler dışındaki resmî makamlara bırakılan çekişmesiz yargı işlerinde uygulanacak usul, ilgili özel kanunlarında belirtilen hükümlere tabidir.



HMK Madde 385 Gerekçesi

Maddenin birinci fıkrasında yer alan düzenlemede, özel hüküm bulunmayan hâllerde basit yargılama usulüne ilişkin ilke ve kuralların çekişmesiz yargı işlerinde de niteliğine uygun düştüğü ölçüde işlerlik kazanacağı hususu hüküm altına alınmıştır.

Çekişmesiz yargı işlerinde genel görevli yargı yerinin sulh hukuk mahkemeleri olduğu ve bu mahkemelerde de basit yargılama usulü uygulandığına göre, anılan işlerde özel hüküm bulunmayan hâllerde basit yargılama usulünün uygulanma kabiliyeti kazanmasını doğal karşılamak gerekir.

Maddenin ikinci fıkrasında yer alan düzenlemede, çekişmesiz yargı işlerinin büyük ölçüde kamu düzeniyle ilişki içinde bulunması sebebiyle bu tür işlerde re’sen araştırma ilkesinin işlerlik kazanacağı hususu hüküm altına alınmıştır.

Maddenin üçüncü fıkrasında yer alan düzenlemede ise mahkemeler dışında resmî makamlara bırakılmış çekişmesiz yargı işlerinde, bunların yargı organı niteliği taşımaması sebebiyle, özel kanunlarında yer alan usul hükümlerinin işlerlik kazanacağı hususu açıkça ifade olunmuştur.


HMK 385 (Yargılama Usulü) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/14916 Karar : 2018/12204 Tarih : 12.09.2018

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, dava konusu 2333 parsel sayılı taşınmazın paydaşlarından ölü … oğlu … ’nin ve mirasçılarının bulunamaması nedeniyle kayyım atandığını ve payının 10 yıldan fazla zamandır kayyımla idare edildiğini ileri sürerek TMK 588. maddesi uyarınca ölü… oğlu … mirasçılarının gaipliğine, dava konusu taşınmazdaki paylarının iptali ile … adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, herhangi bir savunma getirmemiştir.

Mahkemece, dava konusu taşınmaz payına kayyım atanmasına ilişkin kararın kesinleşmediği, söz konusu payın kayyımla resmen yönetilmesine henüz başlanmadığı, taşınmazın tapu sicilinde buna ilişkin bir kayıt da bulunmadığı, her ne kadar dava konusu taşınmazın hali hazırda dava dışı kişi adına kayıtlı olduğu anlaşılsa da, TMK 588/1. maddesinde düzenlenen on yıllık kayyımla idare şartının yerine getirilmediği gerekçesiyle öncelikle dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş; olmakla, Tetkik Hakimi … ’un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp , düşünüldü.

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 588. maddesine göre gaiplik ve tapu iptali ile … adına tescil isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, dava konusu payın kayyımla yönetilmesine ilişkin kararın kesinleşmediği, her ne kadar dava konusu taşınmazın hali hazırda dava dışı kişi adına kayıtlı olduğu anlaşılsa da TMK 588. maddesinde düzenlenen kayyımla idare süresinin dava şartı olduğu, dolayısıyla öncelikle dava şartının gözetilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 2333 parsel sayılı taşınmazın paydaşlarından … oğlu … ’nin bulunamaması nedeniyle … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/103 esas 2004/192 karar sayılı 18/03/2004 tarihli kararı ile kayyım atanmasına karar verildiği, tapu kaydına bu hususta bir şerh verilmediği, söz konusu taşınmazın Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Memurluğunca dava dışı … ’a satışının yapıldığı ve bu kişinin de taşınmazın tamamını 12/03/2014 tarihinde dava dışı … ’ya satış suretiyle temlik ettiği,eldeki davanın 22/09/2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, 3561 sayılı Mal Memurlarının Kayyım Tayin Edilmesine Dair Kanunun 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi nedeniyle malvarlıkları üzerinde … menfaatinin korunmasını sağlamak üzere; mahallin en büyük mal memurunun kayyım olarak atanması, yetkileri, yetki devri, kayyımlık mallarının yönetimi ve giderleri, kayyım ve görevli personele ödenecek ücretler ile diğer hususlara ilişkin usul ve esasları düzenlemektir”, aynı Kanunun 2. maddesinde ise “22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 427 nci maddesine göre, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi veya ortada bulunmayan ve miras açıldığında sağ olup olmadığı ispatlanamayan mirasçının payının resmen yönetilmesi amacıyla kayyım atanmasının gerektiği hallerde, vesayet makamı; bu kimselerin malları üzerinde Hazinenin hak ve menfaati bulunup bulunmadığını, mahallin en büyük mal memurluğundan araştırır. Hazinenin hak ve menfaatinin söz konusu olduğunun anlaşılması hâlinde, mahallin en büyük mal memurunu yönetim kayyımı tayin eder.” hükmü öngörülmüştür.4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 431. maddesi uyarınca vasinin atanması usulüne ilişkin kurallar, kayyım tayin edilmesinde de uygulanır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 382/b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanması gerektiği, 388. maddesinde kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği düzenlenmiştir.

Somut olaya gelince, kayyım atanmasına ilişkin kararın çekişmesiz yargı işi olduğu ve çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği düzenlemesi karşısında kararın kesinleştirilmemiş olması nedeniyle kayyımla idare süresinin başlamayacağı sonucuna varılması doğru olmayıp; dava konusu 2333 parsel sayılı taşınmazın dava dışı kişi adına kayıtlı olduğu ve gayrımenkulün aynına ilişkin iptal tescil istekli davaların kayıt malikine karşı açılması gerektiği hususları gözetilerek bu gerekçeyle ve sonucu itibariyle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Davacının yerinde görülmeyen temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, Harçlar Kanununun değişik 13. maddesinin j. Bendi gereğince Hazineden harç alınmasına yer olmadığına 12.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/14914 Karar : 2018/12217 Tarih : 12.09.2018

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 588. maddesi uyarınca gaiplik, tapu iptali ve … adına tescil isteklerine ilişkindir.

Davacı, dava konusu 872 parsel sayılı taşınmazda … çocukları … , … , … , … , … çocukları … , … , … , … , … çocukları … , … , … , … , … kızı … , … , … , … , … isimli paydaşların ve mirasçılarının bulunamaması nedeniyle kayyım atandığını ve paylarının 10 yıldan fazla zamandır kayyımla idare edildiğini ileri sürerek TMK 588. maddesi gereğince adı geçen paydaşların gaipliğine, dava konusu taşınmazdaki paylarının iptali ile … adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, herhangi bir savunma getirmemiştir.

Mahkemece, dava konusu taşınmaz paylarına kayyım atanmasına ilişkin kararın kesinleşmediği, söz konusu payların kayyımla yönetilmesine henüz başlanmadığı, taşınmazın tapu sicilinde buna ilişkin bir kayıt da bulunmadığı, bu nedenle TMK 588/1. maddesi gereğince on yıllık kayyımla idare şartının yerine getirilmediği gerekçesiyle davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 872 parsel sayılı taşınmazın … çocukları … , … , … , … , … çocukları … , … , … , … , … çocukları … ve dava dışı başkaca paydaşlar adına kayıtlı olduğu, … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/673 esas 2004/244 karar sayılı 30/03/2004 tarihli kararı ile dava konusu taşınmaz paylarına kayyım atanmasına karar verildiği, tapu kaydında bu hususta bir şerh bulunmadığı, eldeki davanın 26/08/2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, 3561 sayılı Mal Memurlarının Kayyım Tayin Edilmesine Dair Kanunun 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi nedeniyle malvarlıkları üzerinde … menfaatinin korunmasını sağlamak üzere; mahallin en büyük mal memurunun kayyım olarak atanması, yetkileri, yetki devri, kayyımlık mallarının yönetimi ve giderleri, kayyım ve görevli personele ödenecek ücretler ile diğer hususlara ilişkin usul ve esasları düzenlemektir”, aynı Kanunun 2. maddesinde ise “22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 427 nci maddesine göre, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi veya ortada bulunmayan ve miras açıldığında sağ olup olmadığı ispatlanamayan mirasçının payının resmen yönetilmesi amacıyla kayyım atanmasının gerektiği hallerde, vesayet makamı; bu kimselerin malları üzerinde Hazinenin hak ve menfaati bulunup bulunmadığını, mahallin en büyük mal memurluğundan araştırır. Hazinenin hak ve menfaatinin söz konusu olduğunun anlaşılması hâlinde, mahallin en büyük mal memurunu yönetim kayyımı tayin eder.” hükmü öngörülmüştür. 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 431. maddesi uyarınca vasinin atanması usulüne ilişkin kurallar, kayyım tayin edilmesinde de uygulanır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 382/b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanması gerektiği, 388. maddesinde kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği düzenlenmiştir.

Somut olaya gelince, kayyım atanmasına ilişkin kararın çekişmesiz yargı işi olduğu ve çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği düzenlemesi karşısında kararın kesinleştirilmemiş olması nedeniyle kayyımla idare süresinin başlamayacağı sonucuna varılması doğru değildir.

Hal böyle olunca, işin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.

Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 12.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1201 Karar : 2017/4130 Tarih : 23.03.2017

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

Dava dilekçesinde, davacının annesi …‘in yaşlı ve hasta olması sebebi ile kısıtlanması istenmiştir. Mahkemece, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 408. maddesi kapsamında yaşlılık ve hastalık sebebiyle vesayet altına alınma istemine ilişkindir.

6100 sayılı HMK.nun 33. maddesi uyarınca, olayları açıklamak taraflara, hukuki niteleme hakime aittir.

Vesayete ilişkin hükümler kamu düzenine ilişkindir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 382/2b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 317. maddesinde ise, davalıya tebligat yapılması gerektiği düzenlenmiştir.

Aynı Kanun’un 320-1 maddesinde: “Mahkeme, mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.” hükmü öngörülmüştür. Mahkemece, bu madde hükmü gözetilerek, dosya üzerinden karar verilmişse de, varılan sonucun maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; anılan maddeye göre, duruşma yapmadan karar verilebilmesi için, hukuken bunun mümkün olması gerekir. Başka bir anlatımla, ancak hukukun cevaz verdiği hallerde duruşma açmadan dosya üzerinden karar verilebilir. (Örneğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları gibi) veya kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanındığı hallerde dosya üzerinden karar verilebilir. (Örneğin İİK.nun 17-18. maddelerinde öngörülen şikayet başvurusu gibi) Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği hallerde dosya üzerinden karar verilemez. Bilindiği üzere HMK.nun hukuki dinlenme hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.

Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasa’nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur.

Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 Sayılı HMK’nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle, mahkemece duruşma açılması gerekirken, dosya üzerinden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının kabulüyle, usul ve yasaya uygun bulunmayan hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, HUMK’nun 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 23.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12569 Karar : 2015/12087 Tarih : 19.10.2015

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

Dava, tapu kaydında düzeltim isteğine ilişkin olup; 17.8.2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan yeni Tapu Sicil Tüzüğü`nün yürürlüğü zamanında 28.04.2015 tarihinde açılmıştır.

Mahkemece, davalıya duruşma günü ve dava dilekçesi tebliğ edilmeksizin ve duruşma açılmaksızın dosya üzerinden inceleme yapılarak,istenen düzeltme için öncelikle Tapu İdaresine başvurulması gerektiği, böyle bir başvuru yapılmadan açılan davanın dinlenemeyeceği gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür işlerde 6100 Sayılı HMK`nun 382. maddesinin çekişmesiz yargı işlerini sıraladığı 2. fıkrasının eşya hukukundaki çekişmesiz yargı işlerini gösterdiği (ç) bendinin birinci alt bendinde açıkça “taşınmaz üzerinde taraf oluşturulmasına ve hak ihlaline sebebiyet vermeyecek düzeltmelerin yapılmasında” çekişmesiz yargı usulünün uygulanacağı ifade edilmiştir. Aynı Kanunun 385/1. maddesinin birinci fıkrasına göre, çekişmesiz yargı işlerinde, niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulü uygulanacağı ve 385/2. maddesinde ise çekişmesiz yargı işlerinde aksine hüküm bulunmadıkça resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu ve 317.maddesinde ise, davalıya tebligat yapılması gerektiği düzenlenmiştir.Aynı Kanunun 320/1. maddesinde ise, “Mahkeme, mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.” hükmü öngörülmüştür. Mahkemece, bu madde hükmü gözetilerek, dosya üzerinden karar verilmiş ise de, varılan sonucun maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; anılan maddeye göre, duruşma yapmadan karar verilebilmesi için, hukuken bunun mümkün olması gerekir. Başka bir anlatımla ancak hukukun cevaz verdiği hallerde duruşma açmadan dosya üzerinden karar verilebilir (Örneğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları gibi) veya kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanındığı hallerde dosya üzerinden karar verilebilir. (Örneğin İİK.nun 17-18. maddelerinde öngörülen şikayet davası gibi) Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği hallerde dosya üzerinden karar verilemez.

Bilindiği üzere HMK.nun Hukuki Dinlenme Hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasa`nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur.

Gerçekten de; savunma hakkını güvence altına alan T.C.Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 sayılı HMK.nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle duruşma açılmak suretiyle inceleme yapılması gerekirken, dosya üzerinden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`un 428.maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/19565 Karar : 2016/16175 Tarih : 19.12.2016

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

… tarafından … ve …‘in boşanma kararından sonra ancak kararın kesinleşme tarihinden önce nüfusa tescil edilen çocukları …‘un velayeti hakkında karar verilmesi talep edilmiş, mahkemece duruşma açılmaksızın dosya üzerinden velayetin davalılardan baba …`a bırakılmasına karar verilmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 382/2-b-13. maddesine göre velayetle ilgili davalar bir “çekişmesiz yargı” işidir. Çekişmesiz yargı işlerinde kural olarak “basit yargılama usulü” uygulanır (HMK m. 385/1.)

Talep; boşanma kararından sonra nüfusa tescil ettirildiğinden dolayı velayet altında olmayan ….velayet altına alınmasına ilişkin olduğuna göre, talebin bir çekişmesiz yargı işi olarak basit yargılama usulüne göre incelenmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ne var ki; velayet davalarının kamu düzenini ilgilendirdiği nazara alındığında mahkemece basit yargılama usulünde duruşma yapılmaksızın da karar vermeye imkan tanıyan Hukuk Muhakemeleri Kanununun 320/1. maddesinin uygulanmasında hataya düşülmüştür.

Şöyleki; davalıların ortak çocukları …. kimin velayeti altına alınması gerektiği yönünden taraflara vakıa ve olguları bildirme ve bunları kanıtlama, adil yargılama hakkı”nı da içeren “hukuki dinlenilme hakkı”nın bir gereğidir (HMK m. 27).

Öyleyse: açıklanan hususlar gözetilerek, davalılara…. Müdürlüğü’nün dilekçesi tebliğ olunarak delillerini bildirmeleri için süre verilmesi, gösterdikleri taktirde taraf delillerinin toplanması ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek gerçekleşecek sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hükmün tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3003 Karar : 2017/17653 Tarih : 28.12.2017

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

Dava dilekçesinde küçük …`ya vasi atanması istenilmiştir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Vesayete ilişkin hükümler kamu düzenine ilişkindir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun, 382/2b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385.maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 317.maddesinde ise, davalıya tebligat yapılması gerektiği, 320-1 maddesinde de mahkemenin mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar vereceği hükme bağlanmış olup;

Mahkemece, 320/1 maddesi gözetilerek, dosya üzerinden karar verilmiş ise de, varılan sonucun maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; anılan maddeye göre, duruşma yapmadan karar verilebilmesi için, hukuken bunun mümkün olması ve hukukun cevaz verdiği hallerinde (Örneğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları gibi) veya Kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanındığı durumlarda dosya üzerinden karar verilebilir. (Örneğin İİK.nun 17-18. maddelerinde öngörülen şikayet davası gibi) Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği hallerde dosya üzerinden karar verilemez.

Bilindiği üzere HMK`nun hukuki dinlenme hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.

Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasa’nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur.

Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 Sayılı HMK.nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle, mahkemece duruşma açılması gerekirken, dosya üzerinden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, HUMK`nun 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna 28.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/2452 Karar : 2018/1295 Tarih : 4.07.2018

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

Dava, boşanma tarihinden sonra doğan çocuğun velayetinin düzenlenmesi istemine ilişkindir.

Davacı (anne), davalı ile boşandıklarını, boşanma kararının verilmesinden sonra dünyaya gelen Ceren`in hâlen yanında kaldığını, davalının bir yardımı olmadığını ileri sürerek küçüğün velayetinin kendisine verilmesini ve Ceren için her ay 700,00 TL nafakaya hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, boşanma tarihinden sonra dünyaya gelen ve hâlen anne yanında kalan müşterek çocuğun velayeti anneye verilerek küçük yararına tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmiştir.

Davalı (baba) vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında yer alan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, velayet ve nafakaya ilişkin davaların basit yargılama usulüne tabi olduğu, basit usule tabi davalarda usul ekonomisi açısından yargılamanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 320.maddesinin üçüncü fıkrası gereğince tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılması hâlinde tamamlanmış olacağı, HMK`nın 321/1 maddesi gereğince tahkikatın tamamlanmasından sonra yargılamanın sona erdiğinin bildirilerek kararın tefhim edilmesi gerektiği, 147. maddenin yazılı usule tabi davalarda uygulanması gerektiği, tensip zaptında 01.06.2015 tarihli duruşmanın ön inceleme duruşması olduğunun belirtildiği, tanığın dinlenmesi suretiyle fiilen tahkikata geçilmiş olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davalı (baba) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; velayetin düzenlemesine ilişkin davada, ön inceleme duruşmasının usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve tahkikat duruşması için gün tayini ile davalıya tebligat yapılması zorunluluğunun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

HMK`nın 382/2-b-13. ve 316/1-ç maddelerine göre velayetle ilgili davalar bir “çekişmesiz yargı” işidir. Çekişmesiz yargı işlerinde kural olarak “basit yargılama usulü” uygulanır (HMK m.385/1.)

Hemen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için basit yargılama usulünün özellikleri üzerinde durulmasında yarar vardır.

6100 sayılı HMK`da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m.316-322) yargılama usulleridir.

Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.

6100 sayılı HMK’nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316’ncı maddesinin (g) bendi düzenlemesi uyarınca; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” basit yargılama usulüne tabidir.

Basit yargılama usulü, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür.

Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (m.317/1). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (m.317/4). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir.

Basit yargılama usulünde cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (m.317/2).

6100 sayılı HMK`nın 317’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçesi verilmez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.

Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (m.319).

6100 sayılı HMK’nın basit yargılama usulünde “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320’nci maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.”

Anılan madde gerekçesinde de söz edildiği üzere basit yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse (örneğin, geçici hukuki korumalarda), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir.

Buna göre; HMK`nın 320’nci maddesinin açık düzenlemesi karşısında mahkeme, basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde, dava şartları yoksa davayı usulden reddedebilir; ilk itirazlar hakkında ya da dilekçelere eklenen deliller yeterli görülürse davanın esası hakkında karar da verebilir. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri delillerin toplanması ile mahkemece tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri incelenmiş olacaktır. Bu nedenle ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden, mevcut deliller ile dava şartları ve ilk itirazlardan başka, davanın esası hakkında da karar verilmesi mümkündür. Bu şekilde dosya üzerinden karar verildiğinde, taraflara dava ve cevap dilekçesinin tebliği ile bu dilekçelerinde bildirdikleri deliller toplanmış olacağından, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir.

Yukarıda açıklandığı üzere, dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da, mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hâkim, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür (m.320/2).

Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır (m.320/3-c.l).

Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir; bunun için ayrıca süre verilmez. Hâkim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder (m. 321/1).

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2014 gün ve E:2013/10-777, K:2014/396; 26.06.2013 gün ve E:2013/18-18, K:2013/891; 30.04.2014 gün ve E:2013/21-1655, K:2014/558 sayılı ilamlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.

Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, somut uyuşmazlığın incelenmesinde; mahkemece tensip zaptı düzenlendiği, tensip zaptında; davanın basit yargılama usulüne tabi olduğu, dava dilekçesi ve eklerinin davalıya HMK`nın 317. maddesi gereğince tebliği, yine bu tutanağın duruşma günü ile birlikte taraflara tebliği ve 01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının yapılacağı hususlarının yer aldığı ancak davalının davaya cevap vermediği, delil bildirmediği ve ön inceleme duruşmasına da mazeretsiz olarak katılmadığı anlaşılmıştır.

Öncelikle, tensip zaptına; “01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının icra edileceği” hususunun yazılması ve sözü edilen tutanağın davalıya tebliğ edilmesi karşısında duruşma zaptında “ön inceleme duruşması” ibaresinin yer almasının zorunlu olmadığı vurgulanmalıdır.

Diğer taraftan ön inceleme duruşmasında mahkemece davacının beyanı tespit edilip, hazır olan tanığı da dinlenerek fiilen tahkikat aşamasına geçilmiş ve nihai hüküm kurulmuştur. Yukarıda değinildiği üzere davalı cevap vermediğine, delil bildirmediğine ve mazeretsiz olarak da ön inceleme duruşmasına katılmadığına göre mahkemece yapılan iş ve işlemlerde usule aykırı bir yön bulunmadığının kabulü gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ön inceleme duruşmasının HMK’da belirtilen usule uygun yapılmadığı, sözü edilen Kanun`un 320. maddesi gereğince davalının tahkikat duruşmasına çağrılması gerektiği, aksi hâlde hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmiş sayılacağı, Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Bu itibarla, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre mahkemece verilen direnme kararı yerindedir

Ne var ki, davanın esasına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde olup davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.07.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas: 2017/1099 Karar: 2017/2923 Tarih: 02.03.2017

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

Bursa Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü dava dilekçesinde, kısıtlı adayı …‘nin akıl hastalığı sebebiyle vasi atanmasını istemiş, Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

Dava, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 405. maddesine dayalı, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle vasi atanması talebine ilişkindir. Vesayete dair hükümler kamu düzenine ilişkindir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 382/2b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 317. maddesinde ise davalıya tebligat yapılması gerektiği düzenlenmiştir.

HMK’nun Hukuki Dinlenme Hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.

Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesiyle düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasası’nın 36. maddesiyle 6100 Sayılı HMK’nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davanın tarafları, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, 10.02.2015 tarihinde dava açıldığı tensiple 12.08.2015 tarihine duruşma günü verildiği, vasi adayına duruşma gününün tebliğ edildiği ancak 22.06.2015 tarihinde dosyanın sürüncemede kalmaması gerekçesi ile duruşma açılıp yukarıda açıklanan yasa hükümlerine aykırı olarak tarafların yokluğunda yargılama yapılıp işin esasına girilerek davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin hükmün 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 440/III-1, 2,, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna ve peşin harcın istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 02.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/21070 Karar: 2014/6171 Tarih: 03.04.2014

  • HMK 385. Madde

  • Yargılama Usulü

Dava dilekçesinde, kısıtlı adayı A.’nin yaşlı ve yatalak olduğu, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmadığı bildirilerek, yaşlılığı ve sakatlığı nedeniyle yasal danışman atanması istenilmiştir. Mahkemece, davanın kabulü ile kısıtlı adayına yasal danışman atanmasına karar verilmiştir.

6100 sayılı HMK.nun 33. maddesi6100 sayılı HMK.nun 33. maddesi uyarınca, olayları açıklamak taraflara, hukuki niteleme hakime aittir.

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 429. maddesine dayalı, yasal danışman atanması isteğine ilişkindir. Anılan maddede “Kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlanması gerekli görülen ergin kişiye yasada sayılan işlerde görüşü alınmak üzere yasal danışman atanır.” hükmü öngörülmüş olup hangi işlerde danışmanın görüşüne başvurulacağı yasada tek tek sayılmıştır.

Vesayete ilişkin hükümler kamu düzenine ilişkindir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 382/2b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 317. maddesinde ise, davalıya tebligat yapılması gerektiği düzenlenmiştir.

Bilindiği üzere hukuki dinlenme hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.

Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur.

Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C.Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 Sayılı HMK.nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle, kısıtlanması istenilene tebligat yapılıp cevap imkanı tanınmadan yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı 6217 sayılı Kanunla eklenen Geçici 3. madde gözetilerek, 428. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 03.04.2014 gününde oybirliği ile, karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS